Arslan Eyce Amphora Müzesi; Mersin’in Taşucu Beldesi sınırları içerisinde yer almaktadır. Arslan Eyce, Amphora koleksiyonunu 1997’de Taşucu Eğitim ve Doğal Hayatı Koruma Vakfına bağışlamış ve 1800’lü yıllarda yapılmış kemerli tarihi niteliği olan binada açılan Müze Kültür ve Turizm Bakanlığı’nca 1997 yılında Taşucu Arslan Eyce Özel Amphora Müzesi olarak, onaylanmıştır.
Türkiye’deki ilk ve tek amphora müzesi olma özelliğini taşıyan Müze’de, Taşucu, Mersin ve Antalya açıklarından balıkçıların ağlarına takılarak toplanan ticari amphoralar sergilenmektedir. Koleksiyonda yer alan eserler arasında en büyük gurubu, yerel üretim amphoralar oluşturmaktadır.
Müze bünyesinde sergilenen eserler, bölgenin Antik dönemdeki canlı ticari ilişkilerine ışık tutmaktadır. Ele geçen çok farklı tipteki amphoralar, bölgenin, antik dünyanın önemli merkezleri ile ticari ilişkiler içinde olduğunu da kanıtlamaktadır. Müzede M.Ö. 7. yüzyıl ile M.S. 18. yüzyıl arasında üretilmiş olan ticari amphoralar da yer almaktadır.
Sergilenmekte olan eserler arasında en erken tarihli eserler M.Ö. 7. yüzyıla ait olan Suriye-Filistin, Kıbrıs guruplarını oluşturmaktadır. Zaten coğrafi olarak oldukça yakın olan bu bölgeler ile en erken dönemden itibaren güçlü bir ticari ilişkinin varlığı şaşırtıcı olmasa gerektir.
Erken döneme ait eserler arasında, Ege adaları (Thasos, Mende, Lesbos, Samos ve Khios) üretimi ticari amphoralar sayılabilir. Hellenistik Dönemin (M.Ö. 330-30) en önemli şarap ihracatçısı olarak ün salan Knidos (Datça), Rhodos, Kos ve Kıta Yunanistan’da Korinth amphoraları en önemli gurupları birini oluşturmaktadır.
Arslan Eyce Taşucu Amphora Müzesi’nde yer alan amphoraların büyük bölümünü Roma Dönemi (M.Ö. 30 –M.S. 395) ticari amphoraları oluşturmaktadır.
Bu döneme ait eserler arasında Ege’de bulunan merkezler (Samos, Ephesos, Kos), Anadolu’da Kilikia ve Pamphylia bölgeleri, Karadeniz bölgesinde Sinop, Kuzey Afrika’da Mısır, Tunus, Levant bölgesinde Suriye, Beyrut, Filistin, Avrupa’da Portekiz, İspanya ve Güney İtalya’da üretilen ticari amphoralar yer almaktadır.
Bizans dönemine (M.S. 395-1453) ait ticari amphoralar arasında ise Marmara bölgesindeki Ganos (Tekirdağ) ve Kilikya bölgesindeki Tarsus üretimi ticari amphoralar bulunmaktadır.
Taşucu Arslan Eyce Özel Amphora Müzesi açıldığı 1997 tarihinden bu yana Silifke ve Taşucu Turizm ve kültürüne önemli katkıda bulunmuş ulusal basın ve televizyon kanallarında büyük ilgi görerek Silifke ve Taşucu’nun tanınmasında önemli bir etken olmuştur.
Mersin’in kısa tarihi
Klasik devirde Klikya olarak adlandırılmış olan Mersin; sırası ile Hititler, Frigler, Asurlular, Persler, Makedonyalılar, Romalılar ve Bizanslıların, XI. yüzyılda Selçukluların, XIV. yüzyılda Karamanoğulları ve Ramazanoğullarının XV. yüzyılda da Osmanlı İmparatorluğunun hâkimiyetine geçmiştir.
Yumuktepe ve Gözlükulede yapılan kazılarda Mersin’in tarihten önceki devirlerden beri önemli bir yerleşme merkezi olduğu anlaşılmaktadır. İl Merkezi Mersin’de bulunan Yumuktepe’de, 1937’de Liverpool Üniversitesi Arkeologlarınca başlatılan kazıda; en alt tabaka olarak “Neolitik Devri” tespit edilmiştir.
Kazı çalışmalarının devamı bu yörenin Neolitik dönemden sonra Maden Devri ve Tunç Devri arasına bir geçiş yaptığını göstermiştir. Yumuktepe’deki kalıntılar hemen hemen aynı şekilde Tarsus’taki Gözlükule’de de yer almaktadır.
Bir süre yörede Etilerin hüküm sürdüğü görülür. Eti Kralı Hattuşil yöreyi imar ve ıslah etmiştir. Daha sonra Asur kralı III. Salomossa’ın ele geçirdiği Mersin yöresi, M.Ö.528 tarihinde İran Hükümdarlığına geçer, M.Ö.527 de yöreyi ve Kıbrıs’ı Yunanlılar ele geçirirler.
M.Ö.334 senesinde yöre Büyük İskender’le Makedonyalıların eline geçer. M.Ö.261-246 da yöreyi Mısır Hükümdarı Batlenios Ogustos zapt eder. M.Ö.70’li yıllarda Romalıların eline geçen Mersin Roma İmparatorluğunun ikiye ayrılmasından sonra Doğu Roma toprakları içerisinde kalır.
İslamiyet’in yayılmasından sonra Halife Osman zamanında Mersin ve civarı Arapların eline geçer. Daha sonra bölge 718 yılında halifeliğin Abbasilere geçmesiyle 853 yılında Sultan Mehdi, yöreyi Abbasi’lere katar. Daha sonra Selçukluların eline geçen yöre bu dönemde kısmi “Haçlı İstilası”na uğrar ve Selçukluların zayıflamasından sonra Karamanoğulları’na geçer.
Osmanlı Padişahı Yıldırım Beyazıt zamanında yöre Osmanlı idaresi altına girer. I. Dünya Harbinde İtilaf Devletlerinin istilasına uğrayan Mersin, Milli Mücadele ile 3 Ocak 1922’de tekrar Türk hakimiyetine girmiştir. 1924 yılında Mersin Adıyla Vilayet olmuş, 1933 yılında da Mersin İçel ile birleştirilerek İçel adını almıştır. 28 Haziran 2002 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanan 4764 sayılı Kanunla da İl’in ismi yeniden Mersin olmuştur.
XII. yüzyılda Göksu ırmağının iki yanındaki bölgeye Türkler “İçel” demişlerdir. Dağlar arasından girilmesi ve görülmesi güç bir yer olduğu için Selçukluların bölgeyi böyle isimlendirdiği düşünülmektedir.
Mersin adının kökeni konusunda iki değişik görüş yaygın olarak kabul edilir. Bunlardan birincisi, civarda yetişen ve Akdeniz ikliminin tanıtıcı bir bitkisi olan Arapların da Hambales dedikleri Myrtus-Mersin ağacı nedeniyle bölgeye Mersin adı verildiğidir.
İkincisi ise Mersin adının bu bölgede yaşayan “Mersinoğulları veya Mersinoğlu” adındaki bir Türkmen ailesinden geldiğini kabul eden görüştür. Evliya Çelebi’de seyahatnamesinde bölgede yetmiş evli bir Türkmen ailesinin bulunduğunu ve bu ailenin adının da Mersinoğlu olduğunu belirtmiştir.
Bir başka görüşe göre ise, Mersin adı bir bitkiden değil, yörede yaşayan Mersinoğlu adındaki aşiretten kaynaklanmaktadır. Mersin adına Anadolu’nun çeşitli yörelerinde rastlamak mümkündür. Örneğin; İzmir, Ordu ve Trabzon’da Mersin, Mersinlik adında köyler bunlardan birkaçıdır.