Abdullah Öcalan’ın 27 Şubat’taki silah bırakma çağrısının ardından iktidardan herhangi bir adım gelmemesine tepki gösteren DEM Parti Grup Başkanvekili Sezai Temelli, “Bu silah bırakma meselesinin de aslında oyalamanın bir mottosu olduğunu, görünen kısmı olduğunu ve arkasında büyük bir oyalamanın olduğunu artık herkes biliyor. Bu oyalamaya son verin. İpe un sermeye son verin” dedi.
Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Grup Başkanvekili Sezai Temelli, TBMM’de düzenlediği basın toplantısında gündeme ilişkin konuştu. Temelli şunları söyledi: “Yine bu bayramda maalesef trafikte 72 yurttaşımızı kaybettik. Bu acı haberle sarsıldık. Onlara Allah’tan rahmet diliyorum. 8 binden fazla yurttaşımız da trafikte yaralandı. Onlara da acil şifalar diliyorum. Gerçekten trafik kazalarına bir türlü çözüm üretemeyen bir ülkeyiz. Sürekli yol yapmakla övünen iktidar, maalesef yolların güvenliğini sağlayamıyor.
Bir başka selamı da cezaevindeki tutsaklara yolluyorum, onların da bayramlarını kutluyorum. Cezaevindeki 400 bine yakın tutsak bu bayrama da büyük bir umutla hazırlandı. Bayram öncesi bir müjde beklediler. Çünkü kamuoyunda sıklıkla konuşuluyor, Adalet Bakanı da zaman zaman dile getiriyor. İnfaz yasasındaki çeşitli düzenlemelerden tutun da kısmi affa kadar tartışmalar var. Hasta tutsaklara yönelik düzenlemelere dair beklentiler var.
Bu beklentilerle bayrama girildi ama maalesef yüz binlerce tutsağın ve milyonlarca yakınının beklentileri karşılanmadı. Bayramı hayal kırıklığıyla geçirdiler. Ben buradan bir kez daha Adalet Bakanlığına ve hükümete çağrı yapıyorum. Önümüzdeki bayrama cezaevindekilerin ve yakınlarının beklentilerini karşılayacak düzenlemeleri bir an önce yapın. Cezaevi yapmakla değil düzgün bir adalet sistemi yapmakla övünün.
Ekonominin durumu malum, küresel kriz derinleşiyor. Son Trump etkisiyle beraber gümrük vergileri düzenlemesiyle başlayan etki dalga dalga yayılıyor. Dünya borsalarındaki düşüş dramatik bir hal almış durumda. Diğer yandan Ortadoğu’daki savaş kesintisiz bir şekilde devam ediyor ve dünyanın birçok yerinde de inanılmaz bir savaş hazırlığı var. Düşük yoğunluklu 3. Dünya Savaşı adeta yüksek yoğunluklu olmanın eşiğine gelmiş durumda. Bu gelişmelerin ekonomi üzerindeki etkileri olumsuz ve derin.
Ekonomideki kriz hali en çok hangi ülkeyi etkiler derseniz, en kırılgan ülkeyi etkiler. En kırılgan ülke kim? Kuşkusuz Türkiye. Türkiye en kırılgan ekonomiye sahip ülke. Bu konuda liderliği kimseye bırakmıyor. Arjantin daha kırılgandı, orada işler düzeldi ama Türkiye’de işler bir türlü düzelmiyor. TÜİK mucizeler yaratsa da gerçek enflasyon düşmüyor. TÜİK mucizeler yaratsa da işsizlik düşmüyor, cari açık kapanmıyor. Yoksulluk ve sefalet endeksleri ortada. Ekonomideki hangi alana bakarsanız bakın bu kırılganlığın etkilerini görmeniz mümkün. Böyle bir kriz ortamından Türkiye ekonomisi de çok daha ciddi ölçüde etkileniyor.
TÜİK’in ortaya koymuş olduğu rezalet gerçekten kabul edilebilir değil. Açıklamış olduğu enflasyon rakamları, Merkez Bankası beklentilerinin bile altında kalıyor artık. Dolayısıyla eş güdüm bile aralarında yok. Yani bir yalan eş güdümünü bile yönetemiyorlar. İTO’nun ve ENAG’ın rakamları ortada, çarşı ve pazardaki zamlar, hayat pahalılığı ortada ama TÜİK inanılmaz bir rezalete imza atmaya devam ediyor.
Merkez Bankası da sürekli tahminlerini güncelliyor. Tabii hep yukarıya doğru bu tahminler güncelleniyor. Yüzde 42,5 olan faiz, gecelikte yüzde 46’ya çıktı. Yıl sonu enflasyonu da her ay yeniden tahminlerle yukarı doğru güncelleniyor. Yani ortada ciddi bir başarısızlık söz konusu. MB Başkanı ortada yok. TÜİK’in açıkladığı rakamları bile savunamayacak hale gelmiş. Ama ortada Mehmet Şimşek var. Biraz önce televizyonlarda Tarım ve Orman Şurasında konuşuyordu. İnsan hayrete düşüyor.
Yaklaşık 2 yıldır, yani 22 aydır iş başında ve bir dezenflasyon programı sürdürdüğünü söylüyor. ‘Dezenflasyon programımız başarılı olmuştur’ diyor. Enflasyon rakamları açıklanalı daha bir hafta olmadı. Yıllık enflasyon yüzde 38, Mehmet Şimşek göreve geldiğinde yıllık enflasyon yüzde 38 idi. 22 ay boyunca dezenflasyon programı uygulanmış ama enflasyon TÜİK’e rağmen gerilememiş. Durum bu kadar vahim. CDS birimi yükselmiş hala Mehmet Şimşek diyor ki programımız başarılı. Bunu Tarım ve Orman Şurasında söylüyor. Ben buradan bütün çiftçileri uyarıyorum: Felaket yakındır aman tedbirinizi alın.
Eğer bunu şurada konuşuyorsa yakında çiftçileri bir felaket bekliyor demektir. Hiçbir tahminleri tutmadı, hiçbir programlarında başarılı olmadılar. Bahaneyi hep hala 4-5 yıl önce yaşadığımız COVID’de buluyorlar. Pandemi sürecinin etkisiyle ekonomi bu haldeymiş. Üzerinden bunca yıl geçmiş, hala açıklamalarını buna sığınarak yapmak zorunda hissediyorlar. ‘Makro İstikrar Programı’ dediler makro bir yıkıma imza attılar. Evet, 22 ay sonunda bu program bir yıkım yaratmıştır. Ortada ücretli yoksulluk vardır, derinleşen yoksulluk vardır. Geçim sıkıntısı, enflasyon ve işsizlik vardır. Aklınıza gelebilecek her türlü kriz göstergesi hayattadır.
Ekonomi çökmüştür ama Mehmet Şimşek hala palavralarına devam ediyor. Biz buradan bir kez daha uyarıyoruz: Bu dezenflasyon programıyla başarılı olmanız mümkün değil. Bir ülkede gelir dağılımı bu denli bozuksa ve servet dağılımı bu haldeyse program çalışmaz, tam tersine işleri daha da kötü bir hale getirir. Servetlerine servet katanlar aslında enflasyondan da beslenmeye devam ederler. Nitekim öyle de olmaktadır. Sonuç itibariyle ekonomi çıkmaz sokakta debelenmeye devam ediyor.
Bunun maliyetine kimler katlanıyor? İşçiler, emekçiler, emekliler katlanıyor. Durum ortada. Bin liralık zammı bile bir lütuf gibi emekli ikramiyesinde emeklilere layık görenler, aslında ne emeklilerin ne de emekçilerin halinden anlamıyorlar. Anlamak da istemiyorlar. Tek halleriyle hallendikleri sermayedir, iş insanlarıdır, rant insanlarıdır. Yani bu rant ve talan düzenlerinin masasını oluşturdular. Bu han-ı iştiha doymak bilmiyor. Doymak bilmediği için de ülke ekonomisi her geçen gün daha kötü bir yere sürükleniyor. Buna karşı insanlar ne yapacak, tepki verecek. En önemli tepkilerden biri, dünyanın her yerinde de olduğu gibi en güçlü sivil itaatsizlik eylemlerinden biri de boykottur.
Güçlü bir boykot ortaya çıktı. Bu bir tüketici hakları mücadelesidir. Nasıl emekçiler grev haklarıyla ayakta durmaya çabalarsa, tüketici hakları mücadelesi de kendisini bu tür boykotlarla ortaya koyar. Sendikal hakları kısıtlayanlar, şimdi tüketici haklarını kısıtlamak adına boykot yapanlar ya da boykot çağrısı yapanlar için suç duyurusunda bulunuyorlar. Yani ekonomi o denli felaket durumda ki bu boykotlara karşı ellerinden gelen yegane şey yine yargı ve polis marifetiyle bunları suçlu ve kriminal hale getirmek. Oysa boykot meşru bir haktır, başarılı da olmuştur.
Önemli olan burada bakanların çarşıya pazara koşması değildir. Zaten çarşı pazara ne kadar yabancı olduklarını alışveriş yaparkenki hallerinden belli. Dünyadan bihaberler. Çünkü bir elleri yağda bir elleri balda. O han-ı iştihadan onlar da yararlanıyor. Onlar da beraber yiyorlar. Dolayısıyla çarşı pazar ne, alışveriş ne haberleri yok. Öyle şaşkın ördek gibi alışveriş yapıyorlar. Akıllarınca boykot kırıcılık yapıyorlar ama boykot tabii ki etkisini göstermiştir.
Zaten o telaş da bunu ortaya koyuyor. Bakanlara ve hükümete düşen bu tür tiyatrolara alet olmak değildir. Onlara düşen, neden boykot olduğunu araştırmak, ilgili düzenlemeleri yapmak, tüketicilerden ve emekçilerden gelen tepkilere uygun olumlu yanıtlar üretmektir. Hayat pahalılığı var. Hayat pahalılığının nedeni bu ekonomi politikaları ise buna tedbir almakla sorumlu bakanlar çarşı pazarda alışveriş yapıyor. Onlara şu dersi vereyim: Siz alışveriş yaptıkça enflasyon artar. Alışverişle değil tüketici haklarına saygıyla ancak adım atabilirsiniz.
Tabii ekonomi bu durumda da siyaset yolunda mı, hayır. Ekonomi ne kadar krizde ise siyaset de o kadar krizde. Çünkü bir ülkede siyasi kriz derinse, ekonomiyi tetikler ve ekonomik krizi ortaya çıkarır. Tersi de doğrudur. Bir ülkede ekonomik kriz ne kadar derinse, siyasi kriz de o kadar derinleşir. Türkiye çoklu kriz ortamında hem siyasi krizini derinleştiriyor hem de ekonomik krizin içinden çıkamıyor. Bunun birçok nedeni var. En önemli nedeni siyasi özgürlük konusunda Türkiye’nin sınıfta kalması. Türkiye’de siyasi özgürlük yok. Siyasi özgürlüğün olmadığı yerde, herhangi bir hak savunusundan bahsetmemiz mümkün değil.
Mart ayında insan hakları ihlalleri konusunda yeni bir rekor kırıldı. Gözaltı sayılarına baktığımızda, gözaltına alınanlara yapılan muameleye, işkenceye, orantısız güç kullanımına ve çıplak aramaya baktığımızda içler acısı bir haldeyiz. Nasıl ekonomi içler acısı bir haldeyse, yargımız ve siyasetimiz de aynı içler acısı tabloyu ortaya koyuyor. Bu siyasi krize kriz eklemeye devam ediyoruz. 19 Mart aslında yeni bir zirve oldu siyasi kriz konusunda. 19 Mart’ta Ekrem İmamoğlu’na yönelik operasyonla beraber şunu anladık ki Türkiye’de siyaset özgürlükler yoluyla güzergah belirlemek yerine, iktidar marifetiyle tüm özgürlükleri yok eden bir yerden yol belirmeye çalışıyor. Kent uzlaşısını bir kriminal kavrama çevirdiler.
Oysa Türkiye’nin bugün siyasette yol alabileceği en önemli güzergah belirleyicisi kent uzlaşısıdır. Sadece kent uzlaşısına değil her alanda uzlaşıya ihtiyacımız var. Meclis’te, sokakta, fabrikada, tarlada, nerede bir kriz varsa, o krizi çözmenin yegane yolu demokratik toplum anlayışıyla uzlaşılar yaratmaktır. Bir demokratik uzlaşı zeminine ihtiyacımız var. Nereden geldi bu çağrı? 27 Şubat’ta İmralı’dan geldi. Sayın Öcalan’ın çağrısındaki bu kavram gerçekten önümüzdeki siyasi süreç açısından çok önemli bir yol göstericidir.
Yol gösterici olan bu demokratik uzlaşı meselesine hep birlikte katkı sunmamız gerekirken iktidar, bırakın uzlaşıyı, kent uzlaşısını bir suç unsuru haline getirmeye çalışıyor. İmamoğlu ve arkadaşlarını gözaltına alıyor, sonra tutukluyor. Adeta yeni bir kayyım senaryosuyla karşı karşıya kalıyoruz. Adı konmamış bir kayyım düzeni her geçen gün yerleşiyor. Siyasi özgürlüklerin önündeki en önemli sorun bu.
Yine Mehmet Şimşek’e dönersem. Sayın Şimşek biraz önce vermiş olduğu konferanstaki açıklamalarında, ‘Rezervler kullanılmak içindir’ diyor. En son nerede kullanılmış bu rezervler? 19 Mart’ta ortaya çıkan siyasi krizin yaratmış olduğu ekonomik türbülansa karşı yaklaşık 28 milyar dolar rezerv kullanılmış. Sen 128 milyar dolarlık kaybı telafi etmek için geldin, bir program yaptın ve insanların canını okudun. Yapmış olduğun vergi zamlarıyla, enflasyonla ve doları primlemekle bir rezerv biriktirdin.
Bunun için mi? 19 Mart anlayışına, zihniyetine, darbesine karşı bu rezervleri kullanmak için mi biriktirdin sen bu parayı? Halkı bu denli yoksulluğa mahkum edip sonra dolar 1 lira daha artmasın diye baskılamak için mi kullandın? Evet, bunun için kullandın. Neden? Çünkü Türkiye’nin borcu 530 milyar dolar. Dolar 1 lira artarsa, 530 milyar lira bütçeye yük biner uzun vadede. O bir lira artmasın diye işte 28 milyarı çarçur ettiler.
Peki, bunun nedeni ne? Siyasi krizdir, siyasi özgürlüklerin yok sayılmasıdır. Oysa bir çözüm var. 27 Şubat’ı o yüzden bir kez daha dile getirmek istiyorum. Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı aslında Türkiye’nin içinde bulunduğu bu siyasi krizden çıkış için çok önemli bir yol gösterici olduğu kadar, ekonomik krizden nasıl çıkılacağını da tarif ediyor. Barış diyor. Yani savaştan kaçınmanın, savaş maliyetlerinden kaçınmanın, bu şiddet girdabında çıkmanın yolunu gösteriyor.
“Bu oyalamaya son verin”
İktidar ne yapıyor? İktidar kulağının üstüne yatmış. 27 Şubat’tan bugüne kadar adeta bir donma hali yaşıyor, hiçbir adım atmıyor. Sürekli aynı şeyi duyuyoruz iktidardan: ‘PKK kongresini yapsın, silah bıraksın’. Peki, kongreyi nasıl yapacaklar? Kongrenin nasıl yapılacağına dair hiçbir adım yok. Güvenliği, hukuku, kongrenin yapılma koşulları, kongreye Sayın Öcalan’ın nasıl katılacağı, hangi iletişimle orada olacağı, kongreyi nasıl çağıracağı, kongrede o kararların alınmasının nasıl gerçekleşeceği, bunlarla ilgili hiçbir şey konuşulmuyor. Sürekli olarak ‘silahlar bırakılsın’ deniyor. Nasıl bırakacaklar silahları?
Dolayısıyla, bu silah bırakma meselesinin de aslında oyalamanın bir mottosu olduğunu, görünen kısmı olduğunu ve arkasında büyük bir oyalamanın olduğunu artık herkes biliyor. Bu oyalamaya son verin. İpe un sermeye son verin. Ciddi olun, sahici olun, toplumun beklentilerini karşılayacak barış adımını atın. Demokratik toplumun gereği ne ise o konuda Meclis hazırdır. Meclis bir uzlaşı zemininde buluşmaya hazırdır. Komisyon kurmaya, müzakereleri geliştirmeye hazırdır. Partimiz ve heyetimiz bu konuda bugüne kadar yoğun çalışmalarını sürdürdü. Bugünden sonra da sürdürmeye devam edecek.
“Adı ‘İklim Yasası’ ama kendisi karbon emisyon piyasası düzenlemesinden başka bir şey değil”
Meclis’e bu hafta İklim Yasası geliyor. Bu yasayı yapmak gerekiyordu ama böyle mi olur? Adı İklim Yasası, kendisi ise karbon emisyon piyasası düzenlemesinden başka bir şey değil. Karbon emisyon piyasası düzenlenmeye çalışılıyor. Ticaretin sürdürebilmesi için, karbon ayak izlerinin bu ticarette bir engel oluşturmaması için yapılan bir düzenlemeyle karşı karşıyayız. İşte buna İklim Yasası diyorlar. Gerçek bir iklim yasası yapacak bir bakanlık yok karşımızda. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı olarak geçiyor ismi ama olabildiğince kent mimarisine odaklanmış.
Bunu da betona mahkum etmiş. O betonun yaratmış olduğu çevre kirliliği bile başlı başına İklim Yasası açısından samimiyetsizliği ortaya koyuyor. Bugün için sıfır emisyondan bahsediliyor, oysa dönüp baktığınızda Türkiye başlı başına maden havzası olmuş durumda. Kaz Dağlarının hali ortada, köylülerin direnişi ortada, Akbelen ortada. Cudi ve Gabar delik deşik edilmiş. Cudi’de orman kalmamış. Her şey ortada ama adı İklim Yasası.
Buna kimse inanmıyor. Gerçekten Türkiye’nin bir iklim yasasına ihtiyacı var ama bu yasa o yasa değil. O yüzden bu yasaya karşı güçlü bir muhalefet yapacağız, direneceğiz. Tüm muhalefeti de bu konuda birlikte mücadeleye davet ediyoruz. Sadece Meclis çatısı altında da değil. Tüm toplumu bu konuda duyarlı olmaya davet ediyoruz. Güçlü bir muhalefet ortaya koyabilirsek doğamızı kurtarabiliriz. İklim krizi gerçek anlamda bir küresel krizdir, geleceğimizi ve doğamızı tehdit etmektedir. Bu konuda herkesi duyarlı olmaya davet ediyorum.”
Soru: Sayın Cumhurbaşkanı yaptığı açıklamada, “Terörsüz Türkiye süreci istediğimiz gibi ilerliyor” dedi. Şu anda süreç ne durumda? İktidardan bir adım mı bekliyorsunuz, bu adım nasıl gerçekleşmeli?
“Cumhurbaşkanının açıklamalarını takip ettim. Sadece bu kadarla yetindi. Gerçekten böyle bir şey varsa, bunu kamuoyuna ve bize açıklasınlar da bilelim hangi adımları atıyorlar. Ama ortada adım olmadığı için tıkanmış bir durumla ya da hareketsiz bir durumla, bir donma haliyle karşı karşıyayız. Biliyorsunuz ilk çözüm sürecinde buzdolabına kaldırmışlardı. Hala buzdolabında mı duruyor, bunun çözülmesi gerekmiyor mu?
Dolayısıyla, bu adımın atılması herkesin beklentisi. Adımların ne olduğu aslında belli. Her şeyi bu terör kavramının arkasına saklayarak ‘terörsüz bir Türkiye’, ‘terörsüz terörsüz’ deyip de ortalıkta bu denli siyasi terörün kol gezdiği; 19 Mart’tan tutun Kobanî ve Gezi davalarına kadar yargı marifetiyle bu bunca gerilimin yaşandığı bir yerde gerçekten adımlara ihtiyacımız var. Eğer samimilerse hangi adımların atıldığını bir an önce kamuoyu ile paylaşsınlar. Bu konuda kamuoyunun bilgiye ihtiyacı var. Hepimizin bilgiye ihtiyacı var. Çünkü 27 Şubat’tan beri herkes bekliyor.”