Selçuk Mızraklı’nın Hapis Cezası Onandı; DEM Parti’den Tepki

2019 Yerel Seçimleri’nde Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı seçildikten sonra görevden alınıp yerine kayyum atanan Selçuk Mızraklı’ya verilen 9 yıl 4 ay 15 gün hapis cezasını onadı.

Haber Merkezi / Selçuk Mızraklı hakkındaki karara ilk tepki DEM Parti’den geldi. “İktidarın siyasi operasyonlarına ön ayak alan yargının eliyle Kürtlere, seçilmiş iradelerine ve muhaliflere amansız bir düşman hukuku uygulanmaktadır” denilen açıklamada, “Yüz binlerce vatandaşın oyuyla seçilen Mızraklı’ya hukuksuz bir biçimde verilen ceza ile yurttaşların seçme ve seçilme hakkı yok sayılmıştır. Ayrıca demokratik meşruiyetin temel şartı olan halk egemenliği Kürtler özelinde ihlal edilmiştir” ifadeleri kullanıldı.

21 Ekim 2019’da gözaltına alınan Mızraklı, 22 Ekim 2019’dan beri tutuklu bulunuyor. Daha önce Kayseri Cezaevi’nde tutulan Mızraklı, Adalet Bakanlığı tarafından 2022 yılında Edirne Cezaevi’ne sevk edilerek Selahattin Demirtaş’la aynı koğuşa konulmuştu.

Yerine kayyum atandıktan sonra hakkında “terör örgütü üyeliği” iddiasıyla dava açılan eski Diyarbakır Büyükşehir Belediye Eş Başkanı Selçuk Mızraklı’ya, Yargıtay’ın ilk kararı bozmasının ardından, yerel mahkemenin ikinci kez verdiği 9 yıl 4 ay 15 gün hapis cezası onandı. Yargıtay 3. Ceza Dairesi tarafından onanan karar dün akşam saatlerinde avukatlara tebliğ edildi.

Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Merkez Yürütme Kurulu, Selçuk Mızraklı’ya verilen hapis cezasının onanmasına ilişkin yazılı açıklama yaptı.

Karara tepki gösterilen açıklamada, “31 Mart 2019’da Diyarbakır halkının iradesiyle seçilen ve Büyükşehir Belediye Eş Başkanlığı görevinden kayyım darbesiyle uzaklaştırılan Adnan Selçuk Mızraklı’ya verilen 9 yıl 4 ay 15 günlük hapis cezası Yargıtay 3. Ceza Dairesi tarafından onanmıştır. Bu, hukuki değil siyasi bir karardır. Bu yargı darbesi, başta Diyarbakır halkı olmak üzere Kürtler ve demokratik kamuoyu nezdinde yok hükmündedir” denildi.

“İktidarın siyasi operasyonlarına ön ayak alan yargının eliyle Kürtlere, seçilmiş iradelerine ve muhaliflere amansız bir düşman hukuku uygulanmaktadır” denilen açıklamada, “Yüz binlerce vatandaşın oyuyla seçilen Mızraklı’ya hukuksuz bir biçimde verilen ceza ile yurttaşların seçme ve seçilme hakkı yok sayılmıştır. Ayrıca demokratik meşruiyetin temel şartı olan halk egemenliği Kürtler özelinde ihlal edilmiştir” ifadeleri kullanıldı.

DEM Parti’nin açıklaması şöyle devam etti: “Demokratik siyaset alanını yargı darbeleriyle tasfiye etme çabası, bize mücadelemizden asla geri adım attıramayacaktır. Yapılan bu darbeler boşa kürek çekmektir. Kürt siyasetçiler, tarih boyunca faili meçhul cinayetler, cezaevleri ve birçok kirli yöntemle susturulmaya çalışılmış, ancak onurlarından ve barış ve özgürlük mücadelelerinden asla vazgeçmemiştir. Yapılan bu yargı darbelerine rağmen, ne Mızraklı ne de tek bir tutsak arkadaşımız zulüm düzeni karşısında asla başını eğmeyecektir.”

DEM Parti’nin açıklaması, şu ifadelerle son buldu: “Taraflı ve bağımlı iktidar yargısının vermiş olduğu bu kararın, evrensel demokratik hukuk ilkeleri çerçevesinde ve Diyarbakır halkı nezdinde bir hükmü ve değeri yoktur. Bu haksız ve hukuksuz kararı en sert biçimde kınıyoruz.”

Selçuk Mızraklı, 2019 Yerel Seçimleri’nde yüzde 62 oranında oy alarak Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı seçilmişti. Uzun süre mazbatası verilmeyen Mızraklı, 16 Nisan 2019’da mazbatasını alarak göreve başladı. Ancak yaklaşık beş ay sonra, Mardin ve Van büyükşehir belediye başkanları ile birlikte görevden alınan Mızraklı’nın yerine kayyum atandı.

Görevden alındıktan sonra gözaltına alınan ve daha sonra tutuklanan Mızraklı hakkında yaklaşık iki ay sonra dava açıldı. Hakkında “örgüt üyesi olma” iddiasıyla 7 yıl 6 ay ile 15 yıl arasında değişen hapis istemiyle dava açılan Mızraklı, Diyarbakır 9’uncu Ağır Ceza Mahkemesi’nde yargılandı. Yargılama sonunda Mızraklı’ya “örgüt üyesi olma” suçundan 9 yıl 4 ay 15 gün hapis ceza verildi.

Ancak karar, Yargıtay tarafından “eksik incelemelere ve yetersiz gerekçelere dayanması” gerekçesiyle bozuldu. Yargıtay’ın kararı bozmasının ardından Mızraklı, birince derece mahkeme tarafından yeniden yargılanmaya başlandı. Yerel mahkeme Mızraklı’yı bir kez daha 9 yıl 4 ay 15 gün hapis cezasına çarptırdı.

Paylaşın

Selahattin Demirtaş: Biz Yenilmedik Onlar Kaybetti

Rejimin otoriter niteliğinin 2013’teki Gezi direnişi sırasında dışa vurduğunu; 2019’da resmi geçiş yapıldığını belirten Selahattin Demirtaş, “Gezi ve Kobane davaları kendi yeni rejimlerinin inşası davaları idi” dedi ve ekledi:

“Ama ne bu davalarla, ne diğer politikaları ile kendi rejimlerini kurumsal olarak inşa edemediler. Biz kazandık… Kötü olan duygusal, kültürel yenilme. Biz yenilmedik. Biz direndik ve onlar kaybettiler. Elbette bedeller ödeniyor, ödenecek.”

Selahattin Demirtaş, “Bu iktidar bitti. Uzatmaları oynuyorlar. Kendileri de farkında. Bu tür dönemler, sıçrama yapma dönemleridir. Muhalefetin bu sıçramayı hazırlaması, örgütlemesi gerekiyor” ifadelerini kullandı.

Ortak Yaşam Ağı ve Yanyanayız-Biraradayız oluşumları adına bir grup, imzalı bir dayanışma metnini ulaştırmak üzere 1 Haziran 2024 günü Edirne’ye gitti. Avukat Hülya Gülbahar, Kobane davası kararlarının ardından, Selahattin Demirtaş ve Selçuk Mızraklı ile görüşmelerini Bianet’e yazdı.

Gülbahar’ın “Selahattin Demirtaş’ı cezaevinde ziyaret etmek…” yazısının bir bölümü şöyle: “Cezaevi şehrin epey dışında olduğu için 17 kişilik heyetin bir bölümünü Edirne Açık Cezaevi’nin kafeteryasında bıraktık. Issız tarlalar ortasından geçerek Edirne F Tipi Kapalı Cezaevi’ne ulaştık.

Memurlar işlemler için kolaylık gösterdiler. Ama demir kapının açılıp içeri girebilmemiz için gerekli hassas göz fotoğraflama işlemi epeyce yordu. Yanımızda getirdiğimiz kitaplar teslim edildi. Gündemdeki 9. Yargı paketi ile ilgili görüşlerin yer aldığı bir adet dosya ve boş bir not defteri dışında içeri hiçbir şey sokmamıza izin verilmedi. Notlarımı bile el konulan kalemlerin yerine verilen cezaevi kalemi ile tutmak zorunda kaldım.

İçeriye daha önce Adalet Bakanlığı’ndan izin almış olan Ufuk Uras ve Zeynep Tanbay ile birlikte girdik.  Ancak Selahattin Demirtaş ve Selçuk Mızraklı ile görüşmeleri ayrı ayrı yaptık. Ben önce Demirtaş’ın koğuş arkadaşı Selçuk Mızraklı ile görüştüm.

“Dayanışmanın çok kıymetli olduğu zamanlar”

Ekim 2019’dan beri tutuklu olan Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi Eşbaşkanı Selçuk Mızraklı, inanılmaz enerjik ve coşkulu idi. Görüşmede kısaca şunları söyledi:

‘Ayaklarınıza, yüreklerinize, fikirlerinize sağlık. Dışarıdaki tüm arkadaşlara selamlarımı yolluyorum. Bugünler dayanışmanın çok kıymetli olduğu zamanlar.

Dışarda çok olma hali, örgütlü olmayınca bir şey ifade etmiyor. Burada sihirli sözcük örgütlülük. 451 imzalı bu mektup bir kişilik bile olsa değerli, buraya içlerinden bir kişi gelmiş olsa bile değerli.

Çok kayıplarımız oldu. Bu ülke devrimcilerinin kıymetini bilemedi. Değerlerinin değerini bilmeyen toplum değerlenemez.

Ben Hacettepe Üniversitesi’nde okurken devrimci barutun ıslanması, devrimci barutun tükenmesi gibi deyimler vardı. Devrimci ruhu korumak önemli. Hayatta buna çok dikkat etmek gerekir. Bu ülkede gelenekleri çok güçlü bir devlet var… Türkiye Cumhuriyeti iki üniversite üzerinde kuruldu ve yükseltildi. Dil Tarih ve Coğrafya ve Mülkiye…

Soğanın cücüğünden kabuğuna kadar katman katman bir devlet. Oyunları bitmiyor. 15 Temmuz 2016 olayı 31 Mart vakası gibiydi. Saat, yer kuşku vericiydi. Boğaz köprüsünün yarısında trafik kapalı, yarısında açıktı. Daha haberlere baktığım anda, ‘Karşı darbe geliyor, acilen karşı darbeye hazırlanmak gerek’ dedim.

2019’da % 63 oyla seçildiğim halde benim yerime kayyım atandı. Tutuklandım. Hukuk dışı ve sudan bahanelerle. Oysaki, Anayasanın ilk üç maddesinde değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif edilemez hükümler var. İkinci madde, Cumhuriyetin nitelikleri arasında insan haklarına saygılı, demokratik bir hukuk devleti olmayı gerektiriyor. Benim görevden alınmam ve yerime kayyım atanması anayasanın 2. Maddesine açıkça aykırı. Bir sistem kendi hukukunun bile arkasından dolanıyorsa, kendi sonunu da hazırlıyor demektir.

1001 odalı saray inşa ediliyorsa o ülkeye demokrasi gelmiyordur.

31 Mart 2024 yerel seçimlerinde iki parti yükseldi CHP, YRP… Toplumda bir geri çekilme görüyorum. Bir hekim olarak bunu travma sonrası stres bozukluğu ve tükenmişlik sendromuna benzetiyorum. Toplumun yeniden siyasete dönmesini sağlamak gerekiyor. Devletin tor ağına düşmemek gerekiyor. Tor, balıkçılıkta balıkları toplamak için kullanılan büyük ağ. Bu iktidar istiab haddini de doldurdu, istibdat haddini de doldurdu. Zulmün son noktasına gelindi. Buna son vermek için geniş bir demokrasi cephesi, ortak örgütlülük anlayışı oluşturmak gerek. Bedel çıtası, cesaret katsayısı yükseltilmeden değişim, dönüşüm olmaz.’

“Bu iktidar uzatmaları oynuyor”

Selahattin Demirtaş ile ayaküstü selamlaşmalar dışında ilk uzun sohbetimi bu görüş nedeniyle yapma şansı buldum. Kaybettiğim zaman için üzüldüm, üzerimdeki ilk ziyaretim olmasının verdiği mahcubiyet de cabası… ‘Sizlerin dışarıda yaptığı işler, bizler için, hepimiz için çok değerli’ diyerek beni rahatlatmak da Demirtaş’a düştü.

Öyle coşkulu, öyle umutlu, öyle akıcı konuşuyordu ki, not almaya utandım. Not almak sanki o anın içtenliğini, büyüsünü bozacak gibi geldi. Belleğimde kalan birkaç not ile yetineceğiz ve ben, bir hata varsa bana yazılsın diyerek kendisinden özür dileyeceğim.

Demirtaş konuşmasına doğrudan doğruya Türkiye kadın hareketine takdirlerini, saygılarını dile getirerek başladı:

‘Kurulmaya çalışılan yeni rejime en güçlü direnişi kadınlar örgütledi, lafını her yerde söyledi. Hem kendi taleplerini hem sisteme karşı eleştirilerini dile getirdi. Şimdi toplumda bir öfke ama biraz da korku var ama kadınlar direnişlerini sürdürmeye devam ediyor.

Aslında bu biraz da işin ekonomi politiğinde var. İlk egemenlik altına alınan kadınlar ve kadınlar yüzyıllardır dayatılan bu esarete direniyor. Türkiye’de yeni rejimin kültürel inşasını asıl olarak kadınların bu mücadelesi sayesinde başaramadılar. Kadınlar, iktidarın İslamı da kullanan muhafazakar ideolojisinin egemen kültür haline dönüşmesini engellediler. Bu da ekonomi politiğin bir emri aslında.

Asıl olarak kadınların bu mücadelesi sayesinde kendi kafalarındaki İslami kültürü inşa edemediler. Kültür inşa etmek kolay bir şey değil. Aynı coğrafyada, aynı köyde, aynı malzemelerle, aynı yemeği yapıyor kadınlar, her biri ayrı bir lezzet oluyor. Bayramlarda, özel günlerde komşu kadınlar birbirlerine yemek gönderirler.

Tadarsınız ve hemen ‘Anne bu senin dolman değil’ dersiniz ve yanılmazsınız. Çünkü mutfak kültürü nesiller gerektiriyor. Nesilden nesile aktarılıyor. Bu aktarım sırasında hem toplumsal bir ortak kültür oluşuyor, hem kimi bireysel izler de sürüp gidiyor.

Türkiye’de Kemalizm kendine göre bir kültür yarattı. Okullarıyla, sanatıyla… Batının evrensel değerlerine yaslanmanın da bunda bir payı vardı. Ama bu iktidar kültürünü yaratamadı. Bitti. Yaratamayacak da. Erdoğan’ın bir tane şairi yok. Hakkında yazılmış, bir tane tarihe kalacak şiir yok. Sinema yönetmeni, romancısı, oyun yazarı yok. Olamaz.

Olamayacak. Onca devlet olanağına rağmen, çok istemelerine rağmen bunu başaramadılar. Çünkü sanat özgürlük işidir. Özgürlüğün değerini anlamayanlar, zihinsel tutsaklıklarını fark edemeyenler sanat yaratamazlar. Solun ürettiği sanattan özlü sözleri, sloganları bile çalmaya çalışan hırsız tayfa ne yazacak, ne üretecek? Oysa (heykel, resim gibi alanları bir yana bırakırsak) tarihlen gelen dev bir İslam sanatı birikimi var. Bunlar onun da cahili. Bilmiyorlar.

İşte kadınların direnişini bu noktada da başarılı buluyorum. Sadece bir şeyleri durdurmak, engellemek için mücadele etmiyorlar. Aynı zamanda yeniyi inşa ediyorlar.’

‘Yeniyi inşa’ Demirtaş’ın güncel olarak yoğunlaştığı en önemli konulardan biri belli ki. Hangi konu açılsa, dönüp dolaşıp yeniyi inşa konusuna geliyoruz.

‘An-hatıra-mazi-tarih’ süreci üzerinde duruyor. ‘Anda yaşıyoruz, yaşadıklarımız bir süre sonra hatıra, hatıralar daha sonra mazi ve tüm bunlar zamanla tarih oluyor’ diyor. Ekliyor: ‘Anı yaşarken, anı biçimlendirirken onun tarihe kalıp kalmayacağını, nasıl kalacağını kestirebilmek ve hatta etkileyebilmek mümkün ve önemli. Anda sınırlı kalmamak, tarihe kalacağı görmek kültür oluşumunda kritik önemde.’

Demirtaş, rejimin otoriter niteliğinin 2013’deki Gezi direnişi sırasında dışa vurduğunu; 2019’da resmi geçiş yapıldığını söylüyor:

‘Gezi ve Kobane davaları kendi yeni rejimlerinin inşası davaları idi. Ama ne bu davalarla, ne diğer politikaları ile kendi rejimlerini kurumsal olarak inşa edemediler. Biz kazandık. Kadınların mücadelesine bakın, ülkenin her yerinden bahardaki papatyalar gibi açıyorlar. Berfinler gibi, kardelenler gibi karı yarıp karaltından altından çıkıyorlar, daha da çıkacaklar. Tüm ülke çiçek tarlası olacak.

Kötü olan duygusal, kültürel yenilme. Biz yenilmedik. Biz direndik ve onlar kaybettiler.

Elbette bedeller ödeniyor, ödenecek. Beni güney illerinden birinden gelen, stajını yeni bitirmiş genç bir avukat arkadaşım ziyaret etti. Babası 12 Eylül askeri darbesinin mağdurlarından imiş.

Bedeller ödemiş. Ülkenin bugünkü haline bakıp neye yaradı diye sorguluyordu. Oysa bu genç meslektaşımın babası ve tüm diğerleri, o gün 12 Eylül’de o bedelleri ödememiş olsaydı, bizler bugün devralacak bir direniş mirası bulamayacaktık. İnsanlık tarihinin en sağlam zinciridir bu, kuşaklar boyunca aktarılan direniş zinciri… Beni ziyaret edenlere de söylüyorum. Dışarıda boyun eğenlerden olacağıma, iktidar kırıntılarına tamah edeceğime, içerde olmayı tercih ederim…’

‘… Bu iktidar bitti. Uzatmaları oynuyorlar. Kendileri de farkında. Bu tür dönemler, sıçrama yapma dönemleridir. Muhalefetin bu sıçramayı hazırlaması, örgütlemesi gerekiyor. Arsayı, tarlayı boş bırakmamak gerek. Tohumları her yere saçmalı, her yeri ekmeliyiz. Kadınlar direniyor; Boğaziçi öğrencileri, hocaları direniyor; Şenyaşar ailesi direniyor, Berkin’in ailesi direniyor, cumartesi anneleri direniyor, doğaya sahip çıkan köylü kadınlar direniyor… Direniş her yerde. Tarlaları ekinle, çiçeklerle doldurmalıyız.’

Demirtaş ile sohbette, henüz daha 33 yaşında iken Fatma Kurtalan ile birlikte seçildiği grup başkanvekilliği dönemini, sonrasında Gültan Kışanak ile eşbaşkanlık dönemini andık. İkisinin de kulaklarını çınlattık.

Siyasi parti başkanlığı ile önderlik, halk önderlerinden biri olmak arasındaki farklara değindik. Aktif siyasete dönmeyi pek düşünmüyor gibi görünüyor. Ama geleceğin inşasında çeşitli alanlarda düşünsel emeğini ve etkisini artırarak sürdüreceği belli.

Görüşmede ayrıca, geçtiğimiz günlerde Gültan’ın da katıldığı Güldünya Yayınları’ndan çıkan Mahpusta Kadın Olmak Çalıştayı kitabının tanıtım etkinliğine değindik. Gültan’ın çıkarken geride bıraktığı Figen Yüksekdağ ve tüm diğer kadın siyasi tutsaklar için yaşadığı ağır hüzün üzerine konuştuk.

DEM Parti Kadın Meclisi’nin 4 Haziran’da İstanbul’da düzenleyeceği ‘Kobanî’den Geziye Kadınlar Adalet ve Özgürlük İçin Buluşuyor’ etkinliğine kızı Delal’in de katılacağını öğrendik.

Ayrılmak zor oluyor

Demirtaş’ın bu sıra sistematik olarak kafa yorduğu yeniden inşa süreçleri ile ilgili çok önemli projeleri var. Bu konuda da kadınlara ayrıca güveniyor. Kurulacak bakanlıkların adından, işlevine, burada çalışacakların sayısı ve yetkilerine kadar ayrıntılı olarak düşünmüş, düşünüyor. Bunların bazılarını kendisini ziyaret eden siyasetçilere de yazılı ve sözlü olarak aktarmış. Herkesi bu konuda kafa yormaya ve somut politikaları şimdiden geliştirmeye davet ediyor.

Kısacık sohbete bu kadar çok şey sığdırmak, hayata dair birikimin yoğunluğunun; yüksek, çok yüksek bir sorumluluk duygusunun kanıtı bence.

Ayrılmak zor oluyor. Kısa bir görüşmeden sonra o insanı cezaevinde bırakıp dışarıdaki hayata karışmak insana suçluluk hissettiriyor. Kendinin tahliye olup arkadaşlarının içeride kaldığı halleri düşünmek bile çok acı.

Bir insanın sadece siyasi görüşleri nedeniyle, yıllarca küçücük bir görüşme odasından çıkıp, küçücük bir başka odacığa girmek zorunda kalması, isyan ettirecek bir haksızlık.

Tam yedi yıldır, adına koğuş denen, ama aslında iki kişilik bir odacıkta yaşıyorlar. Görüşmeciler ve oda arkadaşı dışında diğer mahkumlar dahil hiç kimse ile bir teması olmadan, iki küçücük odaya hapsedilmeye çalışılan izole bir hayat. Görüşmeciler dediğin sınırlı sayıda aile bireyi, kimi siyasetçiler, avukatlar, hepsi bu.

Neyse ki özgür ruhları, özgür beyinleri hapsetmeyi başaracak hapishaneler henüz inşa edilemedi. Kısacık bir anda, geçmişten geleceğe yüzyılları, binyılları turlayıp gelmek; buzulları eritecek insan sıcaklığını yakalayabilmek; insana son nefesine kadar yetecek bir inadı, umudu ve dayanışmayı üretebilmek mümkün. Ama bu cezaevlerini inşa edenler, toplumsal ya da politik mağdurlarla dolduranlar henüz bunu bilmiyorlar.

Ayrıldıktan sonra açık cezaevi kafeteryasındaki arkadaşlarla buluşuyoruz. Burada çalışan gençlerin hepsi aslında mahkumlar. Hepsi af bekliyor. 9. Yargı paketinin meclise henüz sevk edilmediğini, ama meclisin çalışmalarının Ağustos ayına kadar uzatıldığını anlatıyorum. Birden 10’dan fazla genç erkek toplaşıyor.

Hepsi kaygılı gözlerle dinliyor, duyduklarını sorguluyor, tekrar tekrar anlattırıyor. Aralarında 2. mükerrirler (suçu tekraren işleyen kişiler), 3. mükerrirler var. Muktedirler bu adli suçlulara yeni bir af çıkarabilir. Çıkacak gibi görünüyor. Cezaevlerindeki tüm siyasi tutukluların, orada hepimiz adına tutulanların çıkabilmesi ise tamamen bizim mücadelemize bağlı.

Keşke Türkiye’de de ABD’de Angela Davis gibi aktivistlerin başını çektiği ilga hareketi oluşturabilsek. Cinsel şiddet dahil, tüm toplumsal ve politik suçlar için polisiye tedbirler ve her şeyi kriminalize etmeye dayalı hapsetme politikalarını sorgulamaya başlayabilsek.

Örneğin cezalar artırılsın, indirimler kaldırılsın, yeni cezaevleri açma politikaları yerine ‘hapsetme feminizmi’nin zararlarını açıkça tartışabilsek. Aslında tüm suçların topluma sorulmuş sorular olduğunu, toplumsal sorunlardan kaynaklandığını ve bu toplumsal sorunları çözmeden insanları hapsetmenin kendisinin bir toplumsal şiddet biçimi olduğunu biraz sorgulayabilsek.”

Paylaşın

“Demirtaş Ve Mızraklı’ya Ağır Tecrit Uygulanıyor” İddiası

Edirne F Tipi Cezaevi’nden tahliye olan bir kişi, eski HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş ve eski Diyarbakır Büyükşehir Belediye (DBB) Başkanı Selçuk Mızraklı’ya yönelik ağır bir tecrit uygulandığını iddia etti.

Eski tutuklu, “Edirne, yüksek güvenlikli bir F tipi cezaevi. Yani en ağır suçlular bu cezaevinde. İletişim olanakları tüm mahkumlar için olabildiğince sınırlı. Ama Demirtaş ve Mızraklı için daha da sınırlı. Onlar hapis içinde hapisteler, tecrit içinde tecritteler” dedi.

Cezaevi yönetiminin sert tutumuna rağmen gardiyanların Demirtaş’a ve Mızraklı’ya saygı duyduğunu belirten eski tutuklu, “Gardiyanlar çok iyi ve saygılılar. Hatta Demirtaş’ın koridorunda görevli olmak isteyen, bunun için gönüllü olan gardiyanlar var. Yeni gelen gardiyanların bilinçsiz olabileceğini, televizyonlarda duyduklarına inanıp saygısızlık edebileceğini düşünüyorlardı” dedi.

Edirne F Tipi Cezaevi’nden 7 yıldır tutuklu olan eski Halkların Demokratik Partisi (HDP) Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş’la hücre komşusu olan tutuklulardan biri tahliye oldu, İsminin açıklanmasını istemeyen eski tutuklu, Demirtaş’ın cezaevi günlerini anlattı.

Gazete Duvar’dan Ceren Bayar’ın haberine göre, cezaevinde Demirtaş’ın diğer mahkumlarla karşılaşmasının bile engellendiğini iddia eden eski tutuklu, Demirtaş için alınan önlemleri için şunları söyledi:

Onun koridoruna ondan başka kimse giremiyor, ayrı bir koridoru var. Herhangi bir sebeple mesela revir için, resim atölyesi için çıkması gerektiğinde tüm koridor boşaltılıyor. Demirtaş’ın koridorlarda herhangi bir tutsağı görmesi mümkün değil.

Eski tutuklu kendisinin tanıklık olduğu bir olayı da şöyle anlattı: Bir gün ben telefon saati için koridordaydım. 10 dakikalık telefon hakkımı kullanırken birden gardiyan bana ve diğer mahkuma ‘arkanızı dönün’ dedi. Döndüm ama ne olduğunu da anlamaya çalıştım. Hızlıca dönüp baktığımda koridorun ta öbür ucunda Demirtaş’ın çıkarıldığını gördüm. Bir hayli uzak bir noktada olmamıza rağmen arkamızı dönmemizi istediler. Biz koridorun en başındayız o en sonunda. Bizi görmesine bile tahammülleri yoktu.

Demirtaş’a ve hücre arkadaşı Selçuk Mızraklı’ya yönelik ağır bir tecrit uygulandığını iddia eden eski tutuklu, “Edirne, yüksek güvenlikli bir F tipi cezaevi. Yani en ağır suçlular bu cezaevinde. İletişim olanakları tüm mahkumlar için olabildiğince sınırlı. Ama Demirtaş ve Mızraklı için daha da sınırlı. Onlar hapis içinde hapisteler, tecrit içinde tecritteler” dedi.

“Birbirlerinden başka kimseyi görmüyor”

Demirtaş ve Mızraklı’nın birbirlerinden başka hiç kimseyi görmediğini söyleyen eski tutuklu, “Bizler mesela revire giderken pek çok kişiyi görüp selamlaşıyoruz. Kısa sürelerde sohbet ediyoruz. Cezaevinde bu tip iletişimler çok önemlidir. Ama onlar hiç kimseyi göremiyor. Belki Selahattin Başkan kendi durumuna çok dikkat çekmemek için detaylı anlatmıyor ama zaten insanlık dışı olan F tipi cezaevinde onlar çok daha beterini yaşıyor” ifadelerini kullandı.

Cezaevi yönetiminin sert tutumuna rağmen gardiyanların Demirtaş’a ve Mızraklı’ya saygı duyduğunu belirten eski tutuklu, “Gardiyanlar çok iyi ve saygılılar. Hatta Demirtaş’ın koridorunda görevli olmak isteyen, bunun için gönüllü olan gardiyanlar var. Yeni gelen gardiyanların bilinçsiz olabileceğini, televizyonlarda duyduklarına inanıp saygısızlık edebileceğini düşünüyorlardı” dedi.

Haberin tamamı için TIKLAYIN

Paylaşın

Demirtaş Ve Mızraklı: Gasp Edilen Özgürlüklerimizi İstiyoruz

Diyarbakır’da düzenlenen barış konferansına mesaj gönderen Selahattin Demirtaş ve Selçuk Mızraklı “Kürt halkının meşru haklarını kabul etmeyenler; ezmeye, yok etmeye çalışanlar açısından ise evet, bu onların ‘Kürt sorunu’dur. Biz Kürtlerin bir ‘Kürt sorunu’ yoktur. Halk olmaktan kaynaklı özgürlük hakkımız vardır” dedi ve eklediler:

“Bu hakkımızı kullanmak istediğimizde ise maruz kaldığımız katliamlar, zulümler, infazlar, işkenceler, sürgünler, idamlar, esaretler vardır. Kürt halkının kimseden bir talebi de yoktur. Çünkü talep etmek hiyerarşik bir ilişkiye gönderme yapar. Kürtler talep etmek yerine, gasp edilen özgürlüklerini geri almak istiyor.”

7 yıldan uzun zamandır Edirne F Tipi Cezaevi’nde tutulan eski Halkların Demokratik Partisi (HDP) Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş ile 2019’daki yerel seçimlerde Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi (DBB) Başkanı seçildikten 5 ay sonra yerine kayyum atanan ve yaklaşık 5 yıldır cezaevinde Selçuk Mızraklı, İnsan Hakları Derneği (İHD) Diyarbakır Şubesinin düzenlediği “Kürt Sorununda Çözüm ve Barış Konferansı”na mesaj gönderdi.

Barış Vakfı’ndan Hakan Tahmaz’ın okuduğu mesajda şu ifadeler yer aldı: “Özellikle, Halepçe Katliamının yıl dönümü vesilesiyle, o vahşetin kurbanı olan tüm kardeşlerimizi anıyoruz. İnsanlığın henüz layıkıyla yüzleşmediği bu katliamın, tarihin tozlu sayfaları arasında unutulup gitmesine izin verilmeyeceğinin bilinmesini de istiyoruz.

Konferansınızın da konusu olan meselenin ‘Kürt sorunu’ şeklinde kavramsallaştırılmasını aslında hiçbir zaman içimize sindirmedik. Fakat ne yazık ki bu şekilde isimlendirildi ve kabul gördü. Bu kavramsallaştırmada ‘Kürt’ ve ‘sorun’ sözcükleri yan yana gelince Kürt’ün sorun olduğu veya sorun çıkardığı algısı da oluşuyor. Esasında bizim açımızdan doğru isimlendirme, ‘Kürtlerin özgürlük hakkı’dır. Kürt halkının meşru haklarını kabul etmeyenler; ezmeye, yok etmeye çalışanlar açısından ise evet, bu onların ‘Kürt sorunu’dur. Biz Kürtlerin bir ‘Kürt sorunu’ yoktur. Halk olmaktan kaynaklı özgürlük hakkımız vardır. Bu hakkımızı kullanmak istediğimizde ise maruz kaldığımız katliamlar, zulümler, infazlar, işkenceler, sürgünler, idamlar, esaretler vardır.

Kürt halkının kimseden bir talebi de yoktur. Çünkü talep etmek hiyerarşik bir ilişkiye gönderme yapar. Kürtler talep etmek yerine, gasp edilen özgürlüklerini geri almak istiyor. Bizim açımızdan Ankara, Tahran, Bağdat veya Şam birer talep makamı değildir, çözümün muhatabıdırlar. Tartışma konumuz ise anavatanımız Kürdistan’ın fiili, zoraki işgaliyle ortaya çıkan gasp hukukunun nasıl sonlandırılacağıdır.

Bizler, Türkiye’de siyaset yapan Kürt siyasetçiler olarak bu gasp hukukunun son bulması için demokratik, barışçıl, siyasi mücadeleyi tercih ettik ve bunun bedellerini ödüyoruz. Ancak karşılaştığımız tüm zorbalıklara, adaletsizliklere, hukuksuzluklara rağmen siyasi mücadelede, diyalog ve müzakerede ısrarcıyız. Konuşarak, tartışarak varılacak adil bir uzlaşmanın sonucunda onurlu bir barışın kurulmasından yanayız. Bunun koşullarının er geç sağlanacağından kuşkumuz yoktur. Fakat ne yazık ki, bu konuda gecikildiği her gün, her saat kan akmaya, canlarımız toprağa düşmeye devam ediyor. Dolayısıyla sizlerin yürüteceği cesur, hakkaniyetli tartışmaların pratik girişimlere vesile olmasını da yürekten diliyor, destekliyoruz.

Türkiye açısından, ‘Kürt sorunu’ başlığında bugüne kadar söylenmedik hiçbir şey kalmadı. Ama onurlu barış sağlanıncaya kadar ısrarla ve tekraren söylemekte de yarar var. Başka türlü, sorunlarımızı çözüm yoluna koyamayız. Türkiye’de ‘Kürt sorunu’nda diyalog ve müzakerenin tarafları, muhataplık konusunda da yeni arayışlara gerek yoktur, sonuç da alınamaz. Başarısız da olsa her çözüm süreci bizlere önemli deneyimler sunmuştur. Buralardan herkesin çıkaracağı doğru derslerle bu defa başarabiliriz diye umut ediyor, inanıyoruz.

Elbette Kürt sorununun çözümü, resmi olarak bir masa etrafında konuşulacaksa -ki bizce gecikilmeden konuşulmalıdır- masada Türkiye Cumhuriyeti devletini temsilen Hükümet olmak zorundadır. Hükümet de bugün itibarıyla Sayın Erdoğan şahsında temsil edildiğine göre, bu işin birinci muhatabı Sayın Erdoğan’dır. Yine geçmiş deneyimlerden bilinen, kabul gören ve devletin de resmi hafızasında meşruiyeti kayıt altına alınmış Sayın Öcalan bir başka muhataptır. Ancak böylesine köklü ve grift bir sorun iki şahsiyetin tek başına çözebilecekleri bir mesele de değildir.

Bu nedenle Türkiye Büyük Millet Meclisinin bizzat kendisi, Meclis’teki tüm siyasi partiler, Kürt siyasi partileri, sivil toplum örgütleri, akademisyenler, aydınlar, kadın hareketleri, sendikalar, barolar gibi tüm toplumsal yapılar da konunun tarafı ve muhatabıdırlar. Onurlu, adil barışa inanan herkes bu sürecin aktif katılımcısı, yürütücüsü ve sahibi olmak zorundadır. Başka türlü, bu zorlu meselenin altından kalkılamaz. Bizler de Kürt siyasetçiler olarak, karşı karşıya olduğumuz tüm adaletsizliklere rağmen; rövanşist, intikamcı duygulara teslim olmak yerine, halkımızın hak ettiği onurlu barış uğruna her türlü desteği sunmaya hazır olduğumuzu belirtmek isteriz.

Onurlu barış için elini, gövdesini taşın altına koymaya hazır olanlar; küçük, şahsi hesaplar içine giremezler, girmemeliler. Sizler gibi bugün bu salonda tartışmaya katkı sunan tüm dostlarımız bizler açısından kıymetli barış elçileridir. Rolünüzün ve misyonunuzun, bu salonda konuşup dağılmaktan ibaret olmadığının sizler de farkındasınızdır. Yürüteceğiniz her onurlu barış çabasının arkasında, milyonlarca barışsever gibi bizim de desteğimizin, yüreğimizin olduğunu bilmenizi isteriz. Barış arayışımızın, ilgili tüm kesimlerce duyulmasını, önemsenmesini temenni ediyoruz. ‘Bu yaz büyük askeri harekatlara hazırlanıyoruz.’ diyenlerin, bunun yerine, ‘Bu yaz büyük barışa kapıları açacağız.’ demeleri herkese kazandırır. Öbür türlüsü, çok daha büyük felaketlere yol açar ve büyük kaybettirir.

Çabalarınızın somut girişimlere dönüşmesi, emeklerinizin onurlu barışa katkı sunması dileğiyle, bir kez daha her birinizi ayrı ayrı içten selamlıyor, özgür yarınlarda görüşebilmeyi umuyoruz.”

Paylaşın

Demirtaş Ve Mızraklı, ‘Mahsa Amini’nin Protestolarına Destek İçin Saçlarını Kazıttılar

Selahattin Demirtaş ve Selçuk Mızraklı, İran’da ‘tesettüre uygun olmayan’ giyimi gerekçesiyle gözaltına alındıktan sonra hayatını kaybeden 22 yaşındaki Mahsa Amini’nin ölümü sonrası başlayan protestolara destek vermek için saçlarını kazıttılar.

Haber Merkezi / Edirne F Tipi Cezaevi’nde tutuklu bulunan eski HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş ve yerine kayyum atanan Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi Başkanı Selçuk Mızraklı, İran’da ahlak polisinin öldürdüğü Mahsa Amini’nin katledilmesini protesto etmek ve İran’daki direnişe destek vermek üzere saçlarını kazıttılar.

Başak Demirtaş, sosyal medya hesabından yaptığı paylaşımda, “Selahattin ile Selçuk Hoca, İran’da saçının bir bölümü açık diye gözaltına alınıp katledilen Mahsa Amini’nin katledilmesini protesto etmek ve İran’daki direnişe destek vermek üzere saçlarını kazıttılar” ifadelerini kullandı.

Demirtaş yazdığı mektupta şu ifadelere yer verdi:

“Saçının teli göründü diye İran ahlak polisi tarafındank atledilen Mahsa Amini’nin acısını yüreğimizin en derinlerinde hissediyoruz. Baskı ve zulme karşı direnmek sadece kadınların sorumluluğu değildir. Kadınların cesurca öncülük yaptığı eşitlik ve özgürlük mücadelesine destek vermek ve İran’da özgürlük için direnen halkın yanında olduğumuzu belirtmek için hücre arkadaşım Dr. Selçuk Mızraklı’yla beraber bugün saçımızı kazıttık.

Bütün zulüm, zorbalık düzenleri halkın direnişi karşısında er geç yıkılacaktır. Direnenlere bin selam olsun.

Mahsa Amini’ye Allah’tan rahmet, ailesine ve halkımıza başsağlığı ve sabır diliyor, selamla birlikte dayanışma duygularımızı iletiyoruz”

Can kaybı 26’ya yükseldi

Tahran’da 13 Eylül’de “ahlak polisi” olarak bilinen İrşad devriyeleri tarafından gözaltına alındıktan sonra komaya girerek hastaneye kaldırılan Mahsa Amini’nin 16 Eylül’de yaşamını yitirmesi üzerine başlayan gösteriler, sosyal medyada paylaşılan görüntülere göre ülkenin birçok il, ilçe ve kasabasına yayıldı.

İranlı yetkililer gösteriler sırasında yaşanan can kayıplarıyla ilgili net bir bilgi vermese de canlı yayında konuşan devlet televizyonu spikeri, “Maalesef bu olaylar sırasında polislerin de aralarında bulunduğu 26 kişi hayatını kaybetti” dedi.

Paylaşın

Demirtaş: Duruşumuzdan Asla Vazgeçmeyeceğiz

Kasım 2016’dan bu yana Edirne F Tipi Cezaevi’nde tutuklu bulunan eski HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, burada birlikte kaldığı eski Diyarbakır Belediye Başkanı Dr. Selçuk Mızraklı’yı yazdı.

Doktor olan Mızraklı’nın halen çaya dokuz şeker attığını söyleyen Demirtaş, kendisiyle nasıl tanıştıklarını da anlattı.

Demirtaş’ın Artı Gerçek’te yayınlanan ‘Keko’ başlıklı yazısı şöyle:

“2000 yılının başlarıydı, bir yıllık genç bir avukat olarak rahatsızlığım nedeniyle Diyarbakır Devlet Hastanesine gitmiştim. Tabip Odası yönetiminde olan bir arkadaşımın tavsiyesiyle muayene olmak için gittiğim doktorun ameliyatta olduğunu söylediler. Hastane koridorunda beklemeye başladım. Biraz sonra kıpır kıpır bir adam koşturarak yanıma geldi. Kendimi tanıtıp ayaküstü, hemencecik rahatsızlığımı anlatmaya koyuldum. Ben daha lafımı bitirmeden koluma girip ‘Hele gel bi çay içelim keko, senin işin kolay’ dedi.

Doktorlar hastalarına genelde çay ısmarlamazlar. Doğrusu, biraz şaşırmıştım. Samimiydi. Doğallığı, ilgisi ve sıcaklığı yüreğimi ısıtmıştı. Karşılıklı çay içerken beni şaşırtan başka bir şey daha oldu. Koca genel cerrah, çayını tam dokuz şekerli içiyordu.

Selahattin Demirtaş’tan cumhurbaşkanlığı adaylığına ilişkin açıklama: ‘Ben halen aday adayıyım’Selahattin Demirtaş’tan cumhurbaşkanlığı adaylığına ilişkin açıklama: ‘Ben halen aday adayıyım’

Sonraki yıllarda hayatımız çok kesişti bu doktorla. Sağlık konferansları düzenledi. Diyarbakır Tabip Odası Başkanlığı yaptı, yardım derneklerinde canla başla koşturdu, fakir fukaranın sevdiği tanınan, bilinen bir doktor oldu. Diyarbakır başta olmak üzere bölge illerinden binlerce insan her anlamda ‘hastası’ oldu bu doktorun.

‘Yalancı olduğu ispatlanan bir tanık beyanıyla hapse atıldı’

Sadece beden sağlığıyla değil; demokrasi, barış ve özgürlük talepleriyle de ilgili bir hekim olarak politik mücadelenin önemli kişiliklerinden biri olarak öne çıktı. Diyarbakır halkı onu 2018 yılında milletvekili seçti. Bir yıl geçmeden aynı halk onu Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı yaptı. Ve görevinde dördüncü ayını bile doldurmadan görevden alındı, yerine kayyum atandı. Kısa bir süre sonra da yalancı olduğu ispatlanan bir tanık beyanıyla hapse atıldı.

Ona iftira atan yalancı tanık Kayseri Bünyan Cezaevinden tahliye edilirken kendisi Diyarbakır’dan getirilip Kayseri Bünyan Cezaevine, o iftiracının yerine konuldu.

Sanırım bu doktorun kim olduğunu anladınız. Kendisiyle üç ay önce tekrar karşılaştık. Odama girdiğinde gözleri her zamanki gibi ışıl ışıl gülümsüyordu. Sıkıca sarıldık. ‘Hoş geldin Hocam’ dedim, ‘Hoş bulduk keko’ dedi. Biraz hoşbeşten sonra çayını doldurdum, derin bir sohbete daldık.

Buradayız şimdilik. Halkımıza yapılan zulümlere ve haksızlıklara karşı beraber direniyoruz. Dışarıda milyonlar, içeride on binler boyun eğmiyoruz, teslim olmuyoruz. Bu gidişatın, bu düzenin değişeceğine yürekten inanıyoruz. Kararlıyız, umutluyuz.

‘Duruşumuzdan asla vazgeçmeyeceğiz’

Zorluklar, engeller, bizi susturmaya çalışanlar, duruşumuzdan rahatsız olanlar yok mu? Çok var. Tahmin ettiğinizden de çok hem de. Ama bizim yüzümüz sadece ve sadece halka dönük. Halk ne istiyorsa ne diyorsa öyle olacak. Biz halkımıza, yeri geldiğinde hizmetkarlık yeri geldiğinde öncülük yapmaktan hiç geri durmadık, bu duruşumuzdan da asla vazgeçmeyeceğiz.

Bu zulüm artık bitsin istiyoruz. Ülkeye demokrasi ve barış gelsin diye uğraşıyoruz. Ayak oyunlarına, küçük hesaplara, ucuz komplolara teslim olmayacağız. Bizi yok sayanlara da yok etmek isteyenlere de boyun eğmedik, kimseden merhamet dilenmedik. Bugünlere hep direnerek geldik, bundan sonra da böyle devam edeceğiz. Ve emin olun kazanacağız, mutlaka kazanacağız.

Bu arada, bizim Dr. Selçuk Mızraklı çayını halen dokuz şekerli içiyor, değişen pek bir şey yok yani. Hoca halen ‘çok tatlı’.”

Paylaşın