HDP Seçmeni, Cumhurbaşkanlığı Seçiminde Ne Yapacak? Demirtaş Açıkladı

5 yıldır Edirne F Tipi Cezaevi’nde tutuklu bulunan HDP Eski Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, HDP seçmeninin cumhurbaşkanlığı seçimlerinde izleyeceği yola dair dikkat çeken bir yazı kaleme aldı. Demirtaş, yazısında “Yerel seçimlerdeki denklem cumhurbaşkanlığı seçiminde de geçerli” ifadelerini kullandı.

2018’deki yerel seçimlerde Millet İttifakı adaylarının desteklenmesini isteyen Demirtaş, önümüzde cumhurbaşkanlığı seçimlerinde de aynı denklemin sağlanacağının sinyalini verirken, AKP ve MHP’nin “HDP’yi ve HDP üzerinden muhalefeti terörize ettiğini” ifade etti.

Selahattin Demirtaş, yazısının devamında “HDP de seçmenleri de Türkiye’de gerçek bir huzur, uzlaşı, demokrasi ortamı istiyorlar. Eşitçe ve özgürce, bir arada yaşayalım diyorlar. Seçimlerde partilerinin yanında çelikten bir irade gibi durmaya devam edeceklerinden kuşkum yok. Cumhurbaşkanlığı seçimleri için ise ne yapacaklarını şimdilik bilemiyoruz ama ne yapmayacaklarını çok iyi biliyoruz, aptallık etmeyecekler. Her zamanki gibi akılla ve vicdanla hareket edecekler.” ifadelerini kullandı.

Demirtaş’ın cumhurbaşkanlığı seçimlerinde HDP’lilerin izleyeceği yola ilişkin artıgerçek için kaleme aldığı yazıdan bir bölümü şöyle:

Önümüzdeki ilk seçimlerde HDP seçmenlerinin ne yapacakları, nasıl davranacakları seçimlerin sonucunu belirleyecek. Sanırım bu görüşe katılmayan yoktur. Elbette bu durum, HDP seçmenlerinin oyunu diğer seçmenlerin oylarından daha değerli kılmaz. Bununla birlikte, HDP’nin ittifaklar dışı konumlanması onun stratejik önemini artırmıştır. AKP-MHP blokunun HDP’ye ve HDP üzerinden diğer muhalefete bunca ölçüsüz, ahlaksız, sınırsız saldırmasının nedeni de budur.

Amaç HDP’yi terörize ederek meşruluğunu zayıflatmak, oylarının artmasını engellemek ve HDP ile Millet ittifakını iş birliği içinde gösterip bir bütün olarak tüm muhalefeti terörist ilan ederek şoven, milliyetçi oyları Cumhur İttifakında konsolide etmektir. Bu da herkesin açıkça gördüğü, bildiği bir plan. Son yerel seçimlerde ve tekrarlanan İstanbul seçiminde bu dahiyane (!) planın işe yaramadığı, hatta ters teptiği görülmesine rağmen neden tutmamış, tutmayan, tutmayacağı da net olan bir plan üzerinde ısrar ediyorlar?

Bu konuda çok derin, görkemli, şahane siyasi analizler de yapabilirim! Birçok siyasi nedeni peş peşe sıralayıp gerçekçi bir tablo sunabilirim sizlere. Ama öyle yapmayacağım, sadece tek bir neden üzerinde duracağım. Cumhur İttifakı, HDP’ye ve HDP üzerinden muhalefete neden bu kadar saldırıyor? Çünkü kafaları çalışmıyor. Çünkü akılsızlar. Çünkü etraflarında aklı başında tek bir insan kalmadı. Çünkü bunlarda, “Efendim yanlış yapıyoruz” diyecek bir Allah’ın kulu yok. Emin olun, nedeni bu kadar basittir. Bakın anlatayım.

HDP’liler oy veriyorlar diye CHP ve İYİ Partili seçmenler kendi partilerinden vazgeçer mi?

Yerel seçimlerde HDP, Millet İttifakının içinde değildi, halen de değil. Dolayısıyla Millet İttifakının hiçbir belediye başkanı adayı HDP’li değildi ya CHP’liydiler ya da İYİ Partili. HDP o dönemde ne yaptı? CHP’li adayları dışarıdan destekleme kararı aldı ve o adaylara kazandırdı. İYİ Partili adaylara karşı da kendi adayını çıkardı. Cumhur İttifakı buna karşı, beka tartışmasını öne çıkaran bir seçim kampanyası yürüttü.

Şimdi kendinizi CHP’li veya İYİ Partili seçmenlerin yerine koyarak düşünün lütfen. Desteklediğiniz Millet İttifakının adayının kazanması zor görünüyor ama siz kazanmasını çok istiyorsunuz haklı olarak. Sonra HDP diye bir parti çıkıyor ve sizin adayınızı sadece demokrasinin gelişmesi için destekleme kararı alıyor. Bu durumda, CHP ve İYİ Parti seçmeninin şöyle mi düşünmesi beklenir? “Aaa, bak bu olmadı. Eğer benim kazanmasını çok istediğim adayıma HDP’liler de oy verecekse ben oy vermem kardeşim, gider Cumhur İttifakı adayına oy veririm.” Bu mudur yani? HDP’liler de oy verecek diye bir parti seçmeni, kendi adayından ve partisinden vazgeçip karşı ittifaka mı geçer yoksa sevinçten, HDP’li seçmenle kol kola halay mı çekmeye başlar? Yanıtı belli zaten, seçimi kazandılar ve kol kola halay çektiler.

Yazının tamamı için TIKLAYIN

Paylaşın

Demirtaş: Eğilmeyeceğiz, Diz Çökmeyeceğiz, Yenilmeyeceğiz

Eşi Başak Demirtaş’a verilen 2 yıl 6 ay hapis cezasına tepki gösteren Selahattin Demirtaş, “Allah insana, düşmanının bile merdini nasip etsin. Eğilmeyeceğiz, diz çökmeyeceğiz, yenilmeyeceğiz” ifadelerini kullandı.

Haber Merkezi / Halen Edirne F Tipi Cezaevi’nde tutuklu bulunan HDP Eski Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş,  eşi Başak Demirtaş’a, “gerçeğe aykırı bir sağlık raporu aldığı” iddiasıyla 2018 yılında açılan davadan 2 yıl 6 ay hapis cezası almasına sosyal medya hesabından yaptığı açıklama ile tepki gösterdi.

Selahattin Demirtaş, ”Ahlaksızlığın, dibe vurmanın sınırı varmış gibi düşünüyoruz bazen. Ancak bunlar için dibin sınırı yok. Allah insana, düşmanının bile merdini nasip etsin. Eğilmeyeceğiz, diz çökmeyeceğiz, yenilmeyeceğiz. Mutlaka ama mutlaka kazanacağız” ifadeleri ile Başak Demirtaş’ın fotoğrafını paylaştı.

Başak Demirtaş’a ‘gerçeğe aykırı bir sağlık raporu aldığı’ iddiasıyla 2018 yılında açılan davada hapis cezası verilmişti.

Konuya ilişkin açıklama yapan Demirtaş’ın avukatları, Başak Demirtaş’ın 2015 yılında geçirdiği operasyonlar sonrası öğretmen olduğu okula sunmak için sağlık raporu aldığını ancak rapor tarihinin sağlık kurumu tarafından hatalı yazıldığını belirtmişti.

Paylaşın

Demirtaş: Erdoğan İktidarı Gün Sayıyor

“4 Kasım 2016 siyasi tasfiye operasyonu başta halkımızın ve zindanlardaki arkadaşların direnişleri, kararlı duruşları sayesinde önce boşa çıkarılmış, sonra da tersine çevrilmiştir” diyen Demirtaş, “Erdoğan iktidarı gün sayıyor. Gerisi, yeniyi inşa etmekle sorumlu demokrasi güçlerinin yeteneğine, cesaretine ve ferasetine kalmıştır” ifadelerini kullandı.

Ekonomideki durumu da değerlendiren Demirtaş, “Gelin görün ki, bu kez kazın ayağı öyle değil. Ekonomi çöktü ve yoksullaşan kitleler AKP-MHP iktidarını sorgulamaya, ondan kopmaya başladı. Artık değil bizi, tüm Meclisi de içeri atsalar bile tarihi bir seçim yenilgisinden kurtulamayacaklar” dedi.

HDP’nin tutuklu Eski Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, Evrensel’den Şerif Karataşa konuştu.

AİHM kararına rağmen hâlâ cezaevinde tutulan Demirtaş avukatları aracılığıyla sorularımızı yanıtladı, “Halkın desteği ve dışarıdaki arkadaşlarımızın özverili çalışmalarıyla HDP’yi büyüttük. Tasfiye etmek istedikleri parti, şimdi AKP-MHP iktidarını tasfiye etme noktasına geldi” ifadelerini kullandı.

Yargıya da taşınan siyasi cinayet iddialarına değinen Demirtaş, “Böylesi kritik geçiş dönemlerinde her türlü provokasyon yaşanabilir. Provokasyonun nereden, kimden, ne zaman, ne amaçla yapılacağını bilemezsiniz, adı üstünde provokasyon. Ancak halkın olası provokasyonlara karşı dikkatli, tedbirli ve duyarlı olmasını sağlamak, siyasi öncülerin görevidir tabii. Provokasyonlara karşı halkı önceden uyarmak ve provokasyonlar hayata geçirilince de serin kanlı bir şekilde süreci yönetmek gerekir. Bunu yaparken halkın cesaretini, umudunu ve direniş isteğini kırmamaya özen göstermek gerekir” dedi.

“Öncelikle tüm Evrensel okurlarına ve emekçilerine içten selamlarımı iletmek istiyorum” diyen Selahattin Demirtaş, üzerinden 5 yıl geçen 4 Kasım’ın hangi saiklerle yapıldığına dair sorumuza şu ifadelerle yanıt verdi:

“Belirttiğiniz gibi, 4 Kasım 2016 siyasi darbe operasyonlarının üzerinden beş yıl geçti. Bu süre zarfında Türkiye, Ortadoğu ve dünya genelinde çok ciddi siyasal, ekonomik ve sosyal değişimler, gelişmeler yaşandı. Gelişmeler her alanda o kadar hızlı ki, bizim dışarıda bıraktığımız dünya ile bugünkü dünya aynı değil artık. Her şey ama her şey hızla değişiyor, dönüşüyor. Sömürü ve yoksullaşma küresel düzeyde katmerleşirken bir avuç zenginin serveti 7 milyar insanın toplam servetini katbekat aşabiliyor. Elon Musk denilen adam, yerkürenin ilk dolar trilyoneri olmak üzere. Yani sadece bu adamın serveti, Türkiye Cumhuriyeti’nin 2022 bütçesinin neredeyse 10 katı. Bir iddiaya göre, Binali Yıldırım’ın sadece Hollanda’daki serveti 26 milyar dolarmış. Buradan yola çıkarak bir tahmin yürütürsek bir avuç AKP yöneticisi ile beşli çete denilen şirketlerin serveti de toplamda 10 Türkiye’ye bedeldir. Peki bu AKP’li siyasetçiler, devletten aldıkları maaşlarla mı edindiler o servetlerini? Elbette hayır. Nasıl edindiklerini az çok biliyoruz. Elon Musk, Jeff Bezos, Mark Zuckerberg gibi küresel zenginlerin hem ticaretten hem de spekülatif para operasyonlarından servetlerine servet kattıkları açık. Peki, bizim “yerli ve milli” zenginlerimiz parayı nereden buldular? İşte bu sorunun yanıtı, bize yapılan operasyonun gerçek nedenidir.”

“On tane Türkiye kadar para, resmen çalınmış durumda”

Demirtaş devamında konuyu biraz daha açarak, “AKP yönetici eliti tarihimizde hiç olmadığı kadar yolsuzluğa ve rüşvete bulaştı. Eskiden devleti yönetenler devletten azıcık çalarlardı. Ama AKP döneminde devlet komple çalındı, geriye azıcık bırakıldı. Bu amaçla o kadar ağır ve ciddi suçlar işlendi ki, bir gün tüm gerçekler ortaya saçıldığında, ki mutlaka saçılacak, insanlar gördüklerine ve duyduklarına inanamayacak, şoke olacaklar. AKP’ye iyi niyetle oy vermiş olan seçmenler bu kadar büyük suçların ve günahların, bilmeden de olsa ortağı olmaktan hicap duyacaklar. Çünkü öyle böyle bir hırsızlıktan söz etmiyorum, on tane Türkiye kadar para, resmen çalınmış durumda” ifadelerini kullandı.

İktidara yönelik eleştirilerini sürdüren Demirtaş, “Tabii ki ülkeyi yönetenlerin tek ağır suçları bu da değil. Özellikle Suriye’de yaşa dışı şekilde desteklenen çeteler, içeride kurulan gizli paramiliter yapılar, seçim kazanmak için Diyarbakır’da, Suruç’ta, Ankara’da patlatılan bombalar, hendekler ve barikatlar gerekçesiyle uygulanan abartılı şiddet, yakılan ve yıkılan şehirler, diri diri ateşe verilen insanlar ve bir de ‘sırrı’ henüz çözülememiş 15 Temmuz darbe girişimi. Dahasını da sayabiliriz ama bunlar bile iktidarın bulaştığı suçların vahametini göstermesi bakımından kan dondurucudur” diye konuştu.

Demirtaş devamla şunları ifade etti:

“İşte tüm bu gerçeklerin ortaya çıkmasını ve hesap gününün gelmesini engellemek için AKP ve Recep Tayyip Erdoğan’ın hem iktidarda kalması hem de tüm gücü elinde toplaması gerekiyordu. Fakat gelin görün ki, önünde bir engel vardı, HDP. 7 Haziran 2015 seçimlerinde bu durum en net şekilde ortaya çıkmıştı. O halde AKP ve Erdoğan açısından ne yapıp edip o engelin ortadan kaldırılması gerekiyordu. Ancak kamuoyunun HDP’ye yönelik desteği ve sempatisi nedeniyle bir türlü operasyon çekemiyorlardı. Aradıkları operasyonun fırsatını 15 Temmuz darbe girişimi AKP ve Erdoğan’a, Allah’ın bir lütfu olarak sundu. Darbe girişiminin yol açtığı korku ve kaos ortamını planlarını hayata geçirmek için kullanan Erdoğan, önce OHAL ilan edip tüm yetkileri kendisinde topladı. Ardından kanun hükmünde kararnamelerle kurduğu düzeni kalıcı hale getirmenin adımlarını attı. Yine de yeterli değildi, Erdoğan kendisini halen tam olarak güvende hissetmiyordu. Tam o dönemde, ortağı Devlet Bahçeli ile yeni bir plan üzerinde gizli bir anlaşma yaparak tek adam rejimini anayasal değişiklikle resmileştirmeye karar verdiler. Bu gizli ve kirli anlaşmanın hayata geçirilmesi için referandumda yüzde 50 evet oyuna ihtiyaç duyuyorlardı. Bunun önündeki en büyük engel de yine HDP’ydi.”

“2023 seçimleri geliyor ve yine içeride olmamız için her türlü hukuksuzluğu, ahlaksızlığı göze alıyorlar”

Bahçeli’nin Erdoğan’dan esas talebinin içeride ve dışarıda Kürt karşıtı politikaları hayata geçirmesi olduğunu anlatan Demirtaş, “Erdoğan da 7 Haziran yenilgisini kendisine tattırmış olan HDP’yi tasfiye etmeye seve seve hazırdı zaten. Böylece ikisinin çıkarları uyuştu ve tek adamlığı alarak Bahçeli’nin kontrolüne girme pahasına iktidarını sürdürmek, Erdoğan’ın tek kurtuluş umudu haline geldi. İşte 4 Kasım 2016 tarihinde gece yarısı evlerimizden kaçırılmamıza böyle karar verildi. Bizi hapse atar atmaz da Bahçeli’nin anayasa değişikliği teklifi uygulandı ve nisan 2017’de tek adam sistemi referandumu, bizler içerideyken hileyle, hurdayla, şaibeyle kabul edilmiş gibi yapıldı. Ardından da 2018 seçimleri geldi. Seçimi kazanabilmek için yine bizi içeride tutmak zorunda hissettiler. Şimdi 2023 seçimleri geliyor ve yine içeride olmamız için her türlü hukuksuzluğu, ahlaksızlığı göze alıyorlar” dedi.

“Her türlü kirli hesaplarını ve sinsi planlarını her seferinde bozan güç HDP’dir”

Ekonomideki durumu da değerlendiren Demirtaş, “Gelin görün ki, bu kez kazın ayağı öyle değil. Ekonomi çöktü ve yoksullaşan kitleler AKP-MHP iktidarını sorgulamaya, ondan kopmaya başladı. Artık değil bizi, tüm Meclisi de içeri atsalar bile tarihi bir seçim yenilgisinden kurtulamayacaklar. Çünkü bizler içeride teslim olmadık, geri adım atmadık, direndik. Özgürlüğümüz pahasına meydan okuduk. Halkın desteği ve dışarıdaki arkadaşlarımızın özverili çalışmalarıyla HDP’yi büyüttük. Tasfiye etmek istedikleri parti, şimdi AKP-MHP iktidarını tasfiye etme noktasına geldi. HDP dağılmış olsaydı ortada muhalefet diye bir şey kalmazdı. Erdoğan da ömrü boyunca saltanat sürerdi. İşte Erdoğan ile Bahçeli’nin HDP’ye yönelik bitmeyen kini ve öfkesinin nedeni budur. Her türlü kirli hesaplarını ve sinsi planlarını her seferinde bozan güç HDP’dir” diye konuştu.

“4 Kasım 2016 siyasi tasfiye operasyonu başta halkımızın ve zindanlardaki arkadaşların direnişleri, kararlı duruşları sayesinde önce boşa çıkarılmış, sonra da tersine çevrilmiştir” diyen Demirtaş, “Erdoğan ve şürekasının yaşadığı şey tam bir çöküştür. Bizler daha şimdiden direnişin ve onurlu duruşun sembolü haline gelmişken Erdoğan tarihe otoriter, zalim bir şahıs olarak geçmeyi garantilemiştir. Bizi yirmi yıl daha içeride tutsalar bile bu durum değişmeyecektir. Durum netleşmiş, artık bitmiştir. Erdoğan iktidarı gün sayıyor. Gerisi, yeniyi inşa etmekle sorumlu demokrasi güçlerinin yeteneğine, cesaretine ve ferasetine kalmıştır” ifadelerini kullandı.

“Bir de gidin HDP’lilere sorun, kendilerini tarihsel açıdan kaybetmiş görüyorlar mı hiç?”

Geçtiğimiz günlerde “Erdoğan dağıldı ve 2015’ten sonra bir daha da toparlayamadı” şeklinde bir demeci olduğunu ancak Gazeteci Kübra Par’ın kendisinin yanıldığını, Erdoğan’ın o tarihten bu yana girdiği her seçimi kazandığını yazdığını hatırlatan Demirtaş şu ifadeleri kullandı:

“Böyle düşünenlere şunu hatırlatmak isterim; Erdoğan siyasete hangi davanın adamı olarak girmişti, şimdi nereye savruldu? Bir düşünün bakalım, Erdoğan’ın neleri kaybettiğini, hangi değerlere kaybettirdiğini ve nasıl darmadağın olduğunu daha iyi anlarsınız. Meselenin tarihini ıskalayıp bir iki seçime bakarak kazananı veya kaybedeni belirlemeye kalkmak yüzeysel olur. Erdoğan, siyasal İslam’ın bu coğrafyadaki yüzyıllık birikimini, kazanımını ve hayallerini tabiri caize şehrin çöplüğüne attı. Kendileri açısından yüzyılın en büyük tahribatını ve kaybını yaşıyorlar. Bir de gidin HDP’lilere sorun, kendilerini tarihsel açıdan kaybetmiş görüyorlar mı hiç?”

“O sandık er geç gelecek ve halk gereğini yapacak”

Yargıya da taşınan siyasi cinayet iddiaları hakkında da değerlendirmelerde bulunan Demirtaş şu değerlendirmede bulundu:

“Böylesi kritik geçiş dönemlerinde her türlü provokasyon yaşanabilir. Provokasyonun nereden, kimden, ne zaman, ne amaçla yapılacağını bilemezsiniz, adı üstünde provokasyon. Ancak halkın olası provokasyonlara karşı dikkatli, tedbirli ve duyarlı olmasını sağlamak, siyasi öncülerin görevidir tabii. Provokasyonlara karşı halkı önceden uyarmak ve provokasyonlar hayata geçirilince de serin kanlı bir şekilde süreci yönetmek gerekir. Bunu yaparken halkın cesaretini, umudunu ve direniş isteğini kırmamaya özen göstermek gerekir. Bizi içeride, kimilerini dışarıda öldürmeyi göze alsalar bile halkın yürüyüşünün durdurulamayacağını, bu iktidarın halkın gücü ve iradesiyle alaşağı edileceğini herkesin bilmesi ve kararlı olması gerekir. Kimse halkın iradesi karşısında bir gün bile duramaz. O sandık er geç gelecek ve halk gereğini yapacak. Nokta.”

Paylaşın

Demirtaş, Erdoğan’ın ‘Kapıcısında Araba Var’ Sözlerini Ti’ye Aldı

Edirne F Tipi Cezaevi’nde tutuklu bulunan HDP Eski Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın “Şu anda bakıyorsunuz her evde araba var, kapıcısında araba var. Şu anda 2. el araba yetişmiyor zaten” sözlerini ti’ye alarak tepki gösterdi.

Haber Merkezi / “Az kaldı, sizi bu aşırı zenginlikten kurtaracağız” diyen Demirtaş, sosyal medya üzerinden yaptığı paylaşımda şu ifadeleri kullandı;

“Diyarbakır’daki apartman görevlimiz, Almanya’dan Audi Q8 getirtmiş. Zaten bi tane de Mercedes makam aracı vardı, bu yenisini market alışverişlerinde kullanacakmış. İktidardakiler dışarıda ne yaşıyorsa artık. Neyse, az kaldı. Yakında sizi bu “aşırı zenginlikten” kurtaracağız.”

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, geçtiğimiz hafta yaptığı konuşmasında, “Şu anda bakıyorsunuz her evde araba var, kapıcısında araba var. Şu anda 2. el araba yetişmiyor zaten. Böyle bir durum var. Bunları nasıl görmemezlikten geliyorsunuz? Bunu TV ekranlarından vatandaşa anlatır, kandırabilirsiniz. Ama bizi kandıramazsınız. Nerede ne satılıyor, bunları gayet iyi biliyoruz” ifadelerini kullanmıştı.

Paylaşın

Selahattin Demirtaş: Korkmuyoruz, Korkmayacağız

HDP Eski Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, ‘Kobani Davası’nda yaptığı savunmada, “Biz halkın seçilmiş vekilleri olarak 5 yıl önce evimizden maskeli kişiler tarafından kaçırıldık. Siyasi rehineyiz biz. Bu hukuksuzluğun hesabı önce sandıkta, sonra da mahkemelerde verilene kadar direneceğiz. Tüm tehditleri ve hakaretleri misliyle sahiplerine iade ediyoruz. Korkmuyoruz, korkmayacağız. Biz suçlu değiliz, halkın öz ve öz masum evlatlarıyız. Allah’tan başka kimseye boyun eğmedik, eğmeyeceğiz.” ifadelerini kullandı.

Haber Merkezi / Demirtaş, savunmasının devamında, “Biz suçlu değiliz, halkın öz ve öz masum evlatlarıyız. Allah’tan başka kimseye boyun eğmedik, eğmeyeceğiz. Ne tahliyesi, siz kimsiniz ki bizi tahliye edeceksiniz! Erdoğan ve Bahçeli olduktan sonra. Adam ‘Anayasayı Mahkemesini kapatın’ diyor. Siz gerçekten onurlu olsanız cübbenizi çıkarır ‘biz hukukun üstünlüğünü kimseye ezdirmeyiz’ dersiniz” dedi.

‘Kobani Davası’nın 5’inci duruşmasının 7’nci oturumu Sincan Cezaevi Kampüsü’nde Ankara 22. Ağır Ceza Mahkemesinde görülmeye devam edildi. Sincan Cezaevinde tutuklu bulunanlar duruşma salonunda hazır bulunurken, diğerleri SEGBİS ile katıldı.

“Uzun zamandır tutukluyuz ve ben ne suç işlediğimi bilmiyorum”

Duruşmada ilk savunmayı önceki dönem HDP MYK Üyesi Pervin Oduncu yaptı. Oduncu, AİHM’in Demirtaş ve iş insanı Osman Kavala hakkında verdiği kararın uygulanmadığını hatırlattı. Yargı bağımsızlığının iktidardan bağımsız olma anlamına geldiğini belirten Oduncu, “Yargı gerçekten böyle mi işliyor? Yargıya, hukuka güvenin olmadığı yerde demokratik işleyiş sağlanmıyor, demokrasinin işlemediği yerde güven oluşmuyor ve bu durumda ciddi krizler yaşanıyor. Verilerde Türkiye’nin hukukun üstünlüğü konusunda alt sıralara gerilediğini görüyoruz” dedi. Türkiye’nin kara para aklama konusunda gri listeye alındığını hatırlatan Oduncu, “Adaletin, hukukun önemli olduğunu düşünüyorum ve adalete güvenmek istiyorum. Uzun zamandır tutukluyuz ve ben ne suç işlediğimi bilmiyorum. Kimin malına zarar verdim, kimi öldürdüm? Türkiye’ye adaletin, barışın, özgürlüğün gelmesi için çalıştım. Demokratik siyaseti esas aldım ve bundan da vazgeçmedim” şeklinde konuştu.

“Somut bir delil bile yok. Ama yalan deliller var, yalan tanıklar var”

HDP Eski Eş Genel Başkanımız Selahattin Demirtaş tutukluluk durumuna dair söz aldı. Demirtaş, “Mahkemeniz herhangi bir hukuki karar verme yetkisine, gücüne sahip değil. Geçen hafta boyunca bu duruşmanın sonucunun ne olacağı ülkeyi yöneten siyasetçiler tarafından siyaset kürsülerinde ilan edildi. Ülkenin cumhurbaşkanı hem mütalaayı hem ara kararı hem de hükmü açıkladı. Onun küçük ortağı daha da ileri gitti ‘Anayasa Mahkemesi kapatılsın’ diyerek hukuka açık bir müdahale gerçekleştirdi” dedi.

Partili arkadaşlarıyla birlikte 5 yıldır tutuklu olduğunu ifade eden Demirtaş, “Bu 5 yıl birilerini hala tatmin etmiş değil. Önümüzdeki dönem cumhurbaşkanlığı seçimleri var. Mahkeme ve heyeti dahil olmak üzere, AİHM kesinleşmiş kararıyla da somutlaşmış bir durum olan siyasi kumpas davalarında görevlendirilmiş yargı mensupları AKP-MHP’nin yeniden kazanması için bir siyasi çalışma yürütüyor. Mahkemeniz çok defa ara kararında ‘AİHM kararı bizi bağlamaz’ dedi. ‘Anayasa’nın 90’ıncı maddesini tanımıyorum’ dedi. Anayasa Mahkemesini, AİHM’i tanımayan bir yargı mercii, kendisine yargı mercii diyen bir mahkeme heyeti bizi hukuk adına nasıl yargılıyor?” diye sordu.

5 yıldır konuştuklarının ve söylenecek çok şey olmadığının altını çizen Demirtaş sözlerini şöyle sürdürdü: “Gerekli savunmaları yaptık. Savunmalarımızı da halkımıza karşı sorumluluğumuz gereği olarak yaptık. Yoksa ben dahil hiçbir arkadaşımızı yargılayacağınız somut bir delil bile yok. Ama yalan deliller var, yalan tanıklar var. Ülkenin cumhurbaşkanı, AYM üyelerinin yarısından daha fazlasını atamış durumda, HSK üyelerini belirliyor. HSYK üyeleri de sizi de belirliyor. Dolayısıyla buraya sizi atayan Cumhurbaşkanıdır. Tüm devlet mekanizmasında güç sahibi olmuş siyasi kişi ki aynı zamanda bir partinin genel başkanı, neden durup durup bu davaya bu kadar müdahale eder? Türkiye’de başka dava mı yok? Kendisine sormak istiyorum: Türkiye Cumhuriyeti mahkemelerinde yargılaması yapılan bir tek bu dosyalar mı var? Neden bırakmıyorsun hukuk işlesin, derdin ne? Derdin, bizim tutukluluğumuz üzerinden HDP’yi terörize ederek muhalefete saldırmanın bir aracı olarak kullanmak bu davayı.

“Korkmuyoruz, korkmayacağız”

Toplumu korkutma aracı olarak kullanıyor. Milliyetçiliği kışkırtma operasyonları davası olarak görüyor. Bir diğeri öç alma davası olarak kullanıyor. AİHM, Anayasa bunu demiş, bunlar hukuk meselesi. Hukuk tartışması mahkemelerde tartışılır ama burası bir mahkeme değil. Yargı üzerindeki siyasi baskı kalktığı zaman burası mahkemeye dönüşecek. Bir gün mutlaka dönecek ama o gün sanık sandalyesinde oturanlar Kobanî’nin gerçek katilleri olacak. Bugüne kadar hiç tahliyemi talep etmedim çünkü beni tutuklayan siz değilsiniz, bırakacak olan da siz değilsiniz. Erdoğan’ın talimatıyla burada tutuklu bulunuyoruz. Halkımıza güveniyoruz. Biz dimdik onurumuzla direniyoruz. Halkın iradesiyiz biz. Biz halkın seçilmiş vekilleri olarak 5 yıl önce evimizden maskeli kişiler tarafından kaçırıldık. Siyasi rehineyiz biz. Bu hukuksuzluğun hesabı önce sandıkta, sonra da mahkemelerde verilene kadar direneceğiz. Tüm tehditleri ve hakaretleri misliyle sahiplerine iade ediyoruz. Korkmuyoruz, korkmayacağız. Biz suçlu değiliz, halkın öz ve öz masum evlatlarıyız. Allah’tan başka kimseye boyun eğmedik, eğmeyeceğiz. Ne tahliyesi, siz kimsiniz ki bizi tahliye edeceksiniz! Erdoğan ve Bahçeli olduktan sonra. Adam ‘Anayasayı Mahkemesini kapatın’ diyor. Siz gerçekten onurlu olsanız cübbenizi çıkarır ‘biz hukukun üstünlüğünü kimseye ezdirmeyiz’ dersiniz.

“Bulaşmayın bu suça. Bu devleti tanıyorum”

Bir hukukçu olarak da bu kumpasa dahil edilmek istenen hukukçulara sesleniyorum: Daha ağır suçlara dahil ediliyorsunuz. Ben de bunu tarih not düşsün diye söylüyorum ki Vizontele’de olduğu gibi sonra ‘vay ben duymadım, görmedim’ olmasın. AİHM kararı tutuklu tüm arkadaşlarımı ilgilendiriyor. Ama derdiniz kişisel olarak benimleyse diğer arkadaşlarımı bırakın. Size minnet etmiyorum, meydan okuyorum. Ben siyasetçiyim, seçimler gelecek burada da siyaset yaparım. Ama arkadaşlarımın özgürlüklerini iade edin. Bir gün halkın iradesiyle son bulacak ve bize karşı işlenen suçlar hukuk önünde mutlaka karşılığını olacak.

Kırmızı ışıktan geçsem ödüm kopuyor size maşallah nasıl bu kadar büyük suça ortak oldunuz. Bu ülkenin yurttaşı olarak söylüyorum, bulaşmayın bu suça. 12 yıl parlamentoda görev yaptım, bu devleti tanıyorum. Hesap sorulur. Net söylüyorum, sorulur. Kimsenin yanına bırakmaz. Benim kara kaşım, kara gözüm için değil Türkiye devletini batırdılar. Devleti yıkmayı başaran Bahçeli ve Erdoğan oldu. Ne yargı kaldı ne üniversite kaldı ne ekonomi kaldı, insanların açlıktan nefesi kokuyor. Siz bu ülkenin yurttaşlarısınız. Yurtlarda kaldınız bizim gibi. Günü geldi bir öğün yemekle karnımızı doyurup okulu bitirdik. Sizin üzerinizden ne yapıldığını görmüyor musunuz? Bir günde doları 2 TL artırıp trilyonlar götürdüler. Asgari ücrete mecbur bırakılan milyonlarca insan var. Türkiye Cumhuriyeti bunu hak ediyor mu?

Sizin haddinize mi ya bizi katil ilan etmek!

Kendimiz için bir şey istemiyoruz. Biz siyasetçiyiz, siyaset yürütüyoruz, mezarda da olsak yürütürüz. Size ne oluyor? Yapmayın etmeyin. Ben bu davada çok konuşmayacağım. 5 yıldır zaten aynı iddianamelerde savunma verdik. AİHM ihlal kararı verdi. Şimdi sizin karşınıza çıkıp ne diyeceğim? Türkiye’nin en temiz, en onurlu siyasetçileri, insanlar var karşınızda. Şiddete bulaşmadık, barış için uğraştık. Yapmayın. Ne karar verirseniz verin muhtemel siyasetin dışında bir karar olmayacak ama Allah aşkına bunu düşünün. Gece gündüz nedir ya Erdoğan’ı, Bahçeli’si, Soylu’su hakkımızda ‘katiller’ deyip duruyor. Sizin haddinize mi ya bizi katil ilan etmek! Daha yargılama bitmedi ama 50 defa katil ilan ettiler. Mahkeme bunun karşısında sessiz kalıyor.

Erdoğan ve Bahçeli’nin derdi yargı bağımsızlığı değil. Kendileri dışında kimse karışmasın istiyorlar. ‘Seloyla ilgili yargı ne diyorsa onu çıkartamayacaksınız’, diyor. Yani diyor ki ‘ben ne dersem o.’ Şimdi ben size soruyorum, Selo’yu çıkartabilecek misiniz haydi bakalım. Halkımız korkmasın bu ülkeye demokrasiyi, barışı, eşitliği halklar getirecek, biz de halkımızın hizmetinde, emrinde olmaya devam edeceğiz.”

Paylaşın

Demirtaş: Demokrasi, Devlet Tarafından İnşa Edilmez

HDP Eş Genel Başkanı Demirtaş, Artı Gerçek için kaleme aldığı yazısında, “Demokrasi devlet tarafından inşa edilmez, devlet demokrasi kültürünü yaratmaz, yaratamaz. Devlet, en fazla demokrasinin önünde engel olmakta çıkabilir veya demokrasi kültürünün gelişmesine destek olabilir. Demokratik devlet budur, bu kadardır.” ifadelerine yer verdi.

Yaklaşık beş yıldır Edirne F Tipi Kapalı Cezaevi’nde tutuklu bulunan eski HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, siyasetin gündeminde yer alan konulara ilişkin olarak değerlendirmelerde bulundu.

Demirtaş, Artı Gerçek için kaleme aldığı yazısında demokrasi için kaygılarını dile getirdi. Bir coğrafyada mutfak kültürünün bile gelişmesinin yüz yıllar aldığını ifade eden Demirtaş, ‘bir davranışın kültüre dönüşmesi için nesiller boyunca sürdürülmüş, tekrarlanmış olması gerektiğini’ ifade etti. Demirtaş, şunları kaydetti:

“Dini inançlarımız, dillerimiz, geleneklerimiz, yaşam tarzlarımız nesiller boyunca sürüp gelebilmişse kültürümüzün parçası olabilmiştir ancak. Peki bütün bu kültürel mirasımız içinde demokrasinin yeri ne kadar? Maalesef yok denilecek kadar az. Hatta üzüntüyle söyleyebiliriz ki bizim bir demokrasi kültürümüz yok. Mutfak kültürümüzün yüzde biri kadar bile demokrasi kültürümüz yoktur.”

Demirtaş, “Demokrasi kültürü yeşerirse işte o, kalıcı bir kazanım olur ve hiçbir iktidar onu toplumun elinden alamaz. Mutfak kültürümüz gibi kalıcı olur. Şimdi mutfakta çalışma zamanı. Hep birlikte” dedi.

Demirtaş’ın ‘Demokrasi kültürü’ başlığıyla yayımlanan yazısının tamamı şöyle:

“Hayatta eksikliğini en çok hissettiğimiz şey her neyse haliyle en çok onu arzular, onu ararız. Son yıllarda demokrasiyi bunca tartışmamızın, mücadelemizin odağına yerleştirmemizin nedeni de budur ve doğaldır, olması gerekendir. Çünkü yaşananlar, yaşatılanlar toplumu ve bireyi nefessiz bırakıyor, yaşam alanlarımızı daraltıyor, zaten azıcık kalmış neşemizi de çalıyor, ekmeğimizi de.

Demokrasi, anlamı üzerinde uzlaşılabilmiş bir kavram değil. Hakkında herkesin kendine özgü bir tanımı var. Kim en çok neyin yoksunluğundan muzdaripse oradan tutarak tanımlıyor demokrasiyi. Her birimiz kendi yaramızı, kanayan yerimizi tutarak demokrasi denilen merhemi arıyoruz. Bunda yadırganacak, anormal görülecek bir şey yok, bu da doğal.

Evrensel hukuk ve insan hakları belgelerine dayanarak genel bir demokrasi tanımı da yapılabilir. Devlet yönetiminde, toplumsal ilişkilerde, ekonomide, bireyler arası ilişkilerde veya özel alanda demokrasinin asgari ilkeleri rahatlıkla belirlenebilir. Atina şehir devletlerinden bu yana süregelen demokrasi uygulamaları incelenerek en iyi demokratik yönetim modelinin ne olduğu da teorik açıdan ortaya konulabilir. Demokratik ilkeler Anayasa’ya, yasalara, yönetmeliklere, bürokrasiye tümden hakim kılınabilir.

Bunların hepsi mümkündür ve olasıdır. Hepsi ve daha fazlası Türkiye’de de yapılabilir. Zaten önümüzdeki seçimi bu denli önemli kılan da tarihimizde ilk defa bir seçime demokrasi isteğini, demokrasi vaadini merkeze oturtarak gidecek olmamızdır. Bu, güzel ve sevindirici bir gelişme. Bedelleri ağır olmuştur ancak nihayet demokrasi arayışı toplumsal ve siyasal muhalefetin öncelikli gündemi haline gelmiştir. Bunu küçümsememek lazım. Bu kazanımları bir kenara koyalım, tamam. Fakat benim içim yine de rahat değil. Halen bir şeyler eksik sanki. Hem de esaslı bir şeyler. O halde ben de en fazla kanayan yerimden tutarak anlatmaya çalışayım.

Çoğunlukla annelerimize borçlu olduğumuz bir mutfak kültürümüz var, değil mi? Annelerimiz bu kültürü kendilerinden önceki nesillerden devralmış, üstüne kendi birikimlerini de katarak günümüze kadar taşımıştır. Sıradan ve basit gibi görünen bir mutfak kültürünün oluşması bile yüzyıllara dayanır. Öyle, göründüğü gibi kolay oluşmaz, kolayca da yok olmaz. Kültürün genel özelliğidir bu. Mutfak kültürümüz yaşamımızın o kadar doğal bir parçası haline gelmişti ki, komşudan gönderilip soframıza konulmuş bir yemeği bile tadına bakar bakmaz fark ederiz. Ya tuzu ya baharatı ya da pişme seviyesi annemizinkinden mutlaka farklıdır.

Bir davranışın kültüre dönüşmesi için nesiller boyunca sürdürülmüş, tekrarlanmış olması gerekir. Dini inançlarımız, dillerimiz, geleneklerimiz, yaşam tarzlarımız nesiller boyunca sürüp gelebilmişse kültürümüzün parçası olabilmiştir ancak. Peki bütün bu kültürel mirasımız içinde demokrasinin yeri ne kadar? Maalesef yok denilecek kadar az. Hatta üzüntüyle söyleyebiliriz ki bizim bir demokrasi kültürümüz yok. Mutfak kültürümüzün yüzde biri kadar bile demokrasi kültürümüz yoktur. Çünkü geçmişte nesiller boyu sürdürülebilmiş bir demokrasi deneyimimiz yok. Tersine, sık sık kesintiye uğramış, darbelenmiş demokrasi enkazının afetzedeleri gibiyiz.

“Demokrasi devlet tarafından inşa edilmez”

Peki hal böyleyken, önümüzdeki seçimle birlikte demokrasiye geçeceğimize dair umut pompalamanın kime ne yararı olabilir? Baskıcı bir yönetimin değişmesi, otomatik olarak demokrasiye geçtiğimiz anlamına mı gelir? Elbette hayır. Meselenin bu kadar basite indirgenerek ele alınması, doğrusu canımı çok sıkıyor.

Güçlendirilmiş parlamenter sisteme geçilince her şey tastamam olacakmış gibi bir hava yaratılıyor sanki. Ben bu bakış açısını son derece yetersiz görüyorum. Devlet yönetimi, eskisine göre kısmen demokratikleşince demokrasi sorunu tümden çözülecek diye düşünenler demokrasiyi zerrece bilmiyorlar kanımca. Oysa demokrasi devlet tarafından inşa edilmez, devlet demokrasi kültürünü yaratmaz, yaratamaz. Devlet, en fazla demokrasinin önünde engel olmakta çıkabilir veya demokrasi kültürünün gelişmesine destek olabilir. Demokratik devlet budur, bu kadardır.

Demokrasiyi inşa edecek olan, giderek bir kültüre dönüştürecek olan esas özne toplumdur, bireydir. Toplum ve bireyler de bunu siyasetle değil, sadece ve sadece eğitimle (milli eğitimi kast etmiyorum elbette), sanatla, edebiyatla yapabilir. Çünkü demokrasi bir yasa, anayasa meselesi değil, kültür meselesidir. Anayasa ve yasalar, bu sürece yasakçı olmamakla yardımcı olabilir sadece.

Mesela eğitim müfredatına ilkokuldan üniversiteye kadar zorunlu insan hakları, ayırımcılık, demokrasi, eşitlik dersleri konulmadan; evrenin, yerkürenin, insanlığın bilimsel ve evrimsel tarihi anlatılmadan; dinler, inançlar, devletler tarihi objektif şekilde bilimsel olarak öğretilmeden profesör yetiştirseniz de demokrat insan yetiştiremezsiniz.

Sinema filmlerinde, dizilerde, reklamlarda, tiyatro oyunlarında, romanlarda, öykülerde, resimlerde adaleti, kadın özgürlüğünü ve eşitliğini, tarihsel acılarımızı ve travmalarımızı, sömürüyü, doğa katliamını, hayvan dostlarımıza sevgiyi anlatamamışsanız sanatçı olsanız ne yazar dünya starı olsanız ne yazar.

Sivil toplum örgütlerinde, medyada, üniversitelerde, sendikalarda, fabrikalarda, siyasi partilerde demokratik işleyişi, karar alma ve denetleme süreçlerine hakim kılmamışsanız emeğin ve emekçinin hakkını layıkıyla teslim etmemişseniz başkan olsanız ne yazar patron olsanız ne yazar rektör olsanız ne yazar.

Kadını eve kapatmayı maharet sayıp ona köle gibi davranıp söverek, onu döverek, katlederek, aşağılayarak kendi kişisel iktidarınızın keyfini sürerken güçlendirilmiş parlamenter sistemi savunsanız ne yazar muhalif olsanız ne yazar.

Sizin kimliğinizden, dininizden, mezhebinizden, cinsiyetinizden, milletinizden olmayana selamı bile çok görürken; partinizden, mahallenizden, tuttuğunuz takımdan olmayanla aynı masaya oturmayı, aynı fotoğraf karesine girmeyi zul sayarken yüzde 60 alsanız ne yazar yüzde 90 alsanız ne yazar.

“Demokrasi kültürü yeşerirse işte o, kalıcı bir kazanım olur”

Demokrasi bir kültür meselesidir. Seçim sandığına sıkıştırılamayacak kadar ciddi bir yaşam tarzıdır, davranışlar bütünüdür. Bizim neslimiz demokrasinin kültüre, bir yaşam tarzına dönüştüğünü görebilecek kadar uzun yaşamayacak. Ancak bizim neslimiz, demokrasi kültürünün tohumlarını bu kadim coğrafyaya atmakla sorumlu ve görevlidir. Bu nedenle, seçim çalışmaları dahil olmak üzere tüm süreçler geleceğin demokrasi kültürünü inşa etmenin parçası olarak ele alınmalıdır. Tüm söylemler, tüm programlar, tüm ilkeler, tüm planlamalar bu amaca hizmet edecek düzeyde öngörüyle hayata geçirilmelidir. Yüzeysel ve taktiksel demokrasi yaklaşımları demokrasinin kökleşmesine, kurumsallaşmasına ve giderek bir kültüre dönüşmesine katkı sağlamayacağı gibi, demokrasi yürüyüşünü de sonuçsuz bırakır.

Unutmayın ki hiçbirimiz henüz kültürel açıdan demokrat değiliz; ya teorik demokratlarız ya da sahte demokratlar. Meseleye bir de buradan bakalım istedim, işin esası budur bence. Yoksa iktidarlar gelip geçicidir, bugün var yarın yoklar. Demokrasi kültürü yeşerirse işte o, kalıcı bir kazanım olur ve hiçbir iktidar onu toplumun elinden alamaz. Mutfak kültürümüz gibi kalıcı olur. Şimdi mutfakta çalışma zamanı. Hep birlikte.”

Paylaşın

Demirtaş’tan Dikkat Çeken ‘Çözüm Süreci” Açıklamaları

HDP Eski Eş Genel Başkanı Demirtaş, “Çözüm sürecini bitirdiği için Erdoğan’ın bin pişman olduğundan da eminim. Çünkü o günden beri bir daha toparlayamadı. Kaybettiği meşruiyetini otoriterleşerek telafi etmeye çalıştı. Zaten bünyesi demokrasiye karşı alerjik. Son beş altı yılda iyice savruldu ve geri dönülemez şekilde kaybetti. Artık adı tarihe otoriter bir lider olarak yazılmış ve bitmiştir” dedi.

Haber Merkezi / Demirtaş, “Siyasete bulaşmasaydım keşke dediğim zamanlar oldu elbette. Keşke bulaşmasaydım dediğim şey de demokrasi ve özgürlük mücadelesi değil, milletvekilliği ve eş genel başkanlıktır” dedi.

Demirtaş, Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Tayyip Erdoğan’ın “çözüm sürecini bitirdiğini için bin pişman olduğunu” savunarak, “Çünkü o günden beri bir daha toparlayamadı. Kaybettiği meşruiyetini otoriterleşerek telafi etmeye çalıştı” ifadesini kullandı.

Kısa Dalga’dan Beril Eski, HDP’nin eski Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş’ın tutuklu bulunduğu Edirne Kapalı Cezaevi’ne giderek yüz yüze röportaj gerçekleştirdi.

PKK’nın HDP’yi sözcüsü ya da temsilcisi olarak kabul etmediğini söyleyen Demirtaş, “HDP, Kürt sorununu ve PKK’yi en gerçekçi şekilde ve çözüme de katkı sunacak bir perspektifle tanımlarken, devletin resmi tanımıyla ters düştüğü için HDP’yi PKK ile eşitliyorlar. Ve kesinlikle yanlış yapıyorlar” dedi.

HDP’nin kapatılmasının ihtimal dahilinde olduğunu söyleyen Demirtaş, “Tek bir HDP seçmeninin oyu bile heba olmayacak şekilde, her türlü tedbir alınıyor. Gerek Meclis seçiminde gerek de Cumhurbaşkanlığı seçiminde, HDP seçmeni rolünü oynayacaktır” diye konuştu.

“‘Siyasete bulaşmasaydım keşke’ dediğim zamanlar oldu elbette”

Demirtaş’a yöneltilen sorular ve verdiği yanıtlardan bazıları şöyle:

‘Siyasete bulaşmasaydım keşke’ dediğim zamanlar oldu elbette. Ama bunu hapisteyken hiç düşünmedim. Hapisten önce düşündüğüm zamanlarda. ‘Keşke bulaşmasaydım’ dediğim şey de demokrasi ve özgürlük mücadelesi değil, milletvekilliği ve eş genel başkanlıktır.

Yoksa ben bir mücadele insanıyım ve bundan asla pişman değilim. Sanırım temsili siyaset beni pek sarmadı. Ben koltuk, makam insanı değilim galiba. Bunlar beni sınırlayan ve daraltan şeylermiş gibi hissediyorum. Siyasi mücadeleyi daha özgürce ve kendi bildiğim, inandığım şekilde yürütmeyi tercih ediyorum. Oysa partiler her zaman sınırlayıcı ve denetleyicidir. Bu nedenle edebiyat bana daha fazla özgürlük hissi veriyor ve kendimi orada daha mutlu hissediyorum.

Asla sıradan biri olmayı düşünmedim. Suya sabuna dokunmayan biri olsaydım, içinde yaşadığımız dünyada olup bitenlere sırtımı çevirseydim, sanrım en çok eşim ve kızlarım bundan utanırlardı. Biz ailecek böyle daha mutluyuz. Kızlarım artık büyüdüler ve daha birkaç ay önce ben de mektupla bu soruyu onlara sordum. Mealen, “Benden memnun musunuz?” diye sordum. “Eh işte, idare edersin” dediler. Buraya gülen yüz koyun. (Gülüyor) Benimle gurur duyuyorlarmış, sarayda olmamdansa hapiste olmamı tercih ediyorlarmış.

“HDP’de bir muhataplık karmaşası olduğunu düşünmüyorum”

Son muhataplık tartışmalarından bahsetmek istiyorum. CHP’nin Kürt meselesinde HDP’yi muhatap alacağı açıklaması üzerine Sezai Temelli “muhatap İmralı’dır” dedi. Siz de yalnızca Kürt meselesinde değil, her meselede muhatap olduğunu söylediniz. Neden parti nezdinde böyle bir muhataplık karmaşası var?

Ben HDP’de bir muhataplık karmaşası olduğunu düşünmüyorum. Bir parti kendini tüm sorunların çözümünün muhatabı olarak görmezse kendi varlığını inkar etmiş olur. Bunun yanı sıra, Kürt sorununun bir de silah ve şiddet boyutu olduğu için elbette başka aktörlerin de çözüme dahil edilmesi gerektiğini söylemek HDP’nin muhataplığını inkar etmek veya yadsımak anlamına gelmez. HDP’de farklı düşünenler olabilir. Ancak kurumsal görüş önemlidir ve HDP kendini gerçek bir muhatap olarak ortaya koyarak doğru bir tutum almıştır.

Sezai Temelli’nin açıklamasının hükümetin “PKK eşittir HDP” paradigmasını doğrulayan bir açıklama olduğu yorumları yapıldı. Bu konuda ne dersiniz?

“PKK eşittir HDP” diyenler hem yanılıyorlar hem de yanıltıyorlar. HDP, destek aldığı kitleler dışında hiç kimseyi temsil etmez, edemez. Hele silahlı bir yapıyı hiç temsil etmez. Onun siyasi kolu veya uzantısı da değildir. HDP demokratik, siyasal mücadele yürüten anayasal bir partidir. Bünyesinde de bütün halklar ve inançların temsiliyetini barındıran çoğulcu ve çok kültürlü bir siyasi yapıdır.

Hükümetin PKK ve HDP’yi eşitleyen yaklaşımını nasıl değerlendirirsiniz?

HDP, Kürt sorununu ve PKK’yi en gerçekçi şekilde ve çözüme de katkı sunacak bir perspektifle tanımlarken, devletin resmi tanımıyla ters düştüğü için HDP’yi PKK ile eşitliyorlar. Ve kesinlikle yanlış yapıyorlar. PKK bile HDP’yi hiçbir şekilde kendi sözcüsü veya temsilcisi olarak kabul etmezken (ki bunu çözüm sürecinde en üst düzey PKK yöneticilerinin ağzından bizzat duydum. HDP’yi PKK’nin sözcüsü gibi gösterenlerden onlar bile rahatsız ve bunu kabul etmiyorlar) birileri ısrarla HDP’yi PKK’nin sözcüsü veya siyasi kanadı gibi göstermeye çalışıyor. Bu yanlış bir bakış açısıdır ve gerçeği yansıtmamaktadır.

Belki bu yanılgılı yaklaşımın kabul görmesinde, biz HDP sözcülerinin de zaman zaman yanlış anlaşılmaya müsait konuşmalarımız yol açmıştır. Dolayısıyla bizim de bu konuda özenli ve dikkatli olmamız lazım.

“Erdoğan, çözüm sürecini bitirdiğine bin pişman”

Sizce Erdoğan’ın Temmuz ayında Diyarbakır’da yaptığı konuşmada, son 5 yıldır ilk defa çözüm sürecini sahiplenen bir ifade kullanması dikkat çekti. Sizce bu durum yeni bir sürecin habercisi mi?

Hayır, ben Erdoğan’ın kafasında yeni bir çözüm sürecinin olduğunu düşünmüyorum. Zaten açıkça, “Kürt sorunu yoktur” deyip duruyor. Kendince zaten olmayan bir sorun için ne diye bir çözüm süreci başlatsın ki?

Bununla birlikte, çözüm sürecini bitirdiği için Erdoğan’ın bin pişman olduğundan da eminim. Çünkü o günden beri bir daha toparlayamadı. Kaybettiği meşruiyetini otoriterleşerek telafi etmeye çalıştı. Zaten bünyesi demokrasiye karşı alerjik. Son beş altı yılda iyice savruldu ve geri dönülemez şekilde kaybetti. Artık adı tarihe otoriter bir lider olarak yazılmış ve bitmiştir.

“PKK’nin Türkiye’ye karşı silahlı mücadeleyi bırakmasına sadece on gün kalmıştı”

Çözüm sürecinde yanlış giden neydi?

Bunu daha önce de çok konuştuk. En büyük eksiklik, çözüm sürecinin yeterince şeffaf olmaması, kamuoyuna ve halka mal edilememesi ve TBMM’ye taşınamamasıydı. Çözüm sürecinden kurumsal olarak sorumlu olanlar kişiler değil TBMM olmalıydı. Ancak biz o dönemde maalesef ki bunu aşamadık. CHP’yi sürece dahil edip meseleyi Meclis’e taşımak için çok uğraştık. Ancak hep engellerle, bariyerlerle karşılaştık. Örneğin, Erdoğan her şey kendi kontrolünde olsun istiyordu. Düşünün ki HDP’nin eş genel başkanları olarak çözüm sürecinde bir defa bile Erdoğan ile yüz yüze görüşemedik.

Türkiye toplumu şundan emin olsun ki, 28 Şubat 2015 Dolmabahçe Mutabakatı’ndan sonra PKK’nin Türkiye’ye karşı silahlı mücadeleyi bırakmasına sadece on gün kalmıştı. Ama Erdoğan buna izin vermedi. Akil İnsanlar Grubu adlı sivil grup, son bir defa İmralı’ya gidecekti. Oradan silahların tümden devre dışına çıkarıldığı mesajını alıp gelecekti. Gerisini artık demokratik siyasetle ve parlamentoda hep birlikte çözecektik.

Kalıcı barışın kendisine ve partisinin oy oranına olumlu yansımayacağını görünce süreci bitirdi, Erdoğan. Akil İnsanlar Grubunun İmralı’ya gitmesine engel olan Erdoğan’dır. “Seni başkan yaptırmayacağız” sözü bütün bunlardan sonra gelmiştir.

Büyük bir çarpıtmayla, sanki süreci benim bu sözüm bitirmiş gibi yansıtarak yalan söylüyorlar. Akil İnsanlar son bir defa İmralı’ya gitsin ve silahlar devre dışı kalsın diye Dolmabahçe Mutabakatından sonra on iki defa dönemin İçişleri Bakanı, Adalet Bakanı ve MİT müsteşarıyla görüşerek Erdoğan’ı ikna etmelerini istedik. Ancak hiçbiri onu ikna edemedi. “Beyefendi çok kararlı” dediler. “Süreç bitmiştir” dediler. Ölümler olmasın diye tabiri caizse yalvardık adeta. Ama Nuh dediler, peygamber demediler. Çünkü çatışmanın ve kanın milliyetçiliği tırmandırıp oylarını artıracağına iman etmişlerdi.

Ne yazık ki hala farklı düşünmüyorlar. Yeni bir Suriye savaşı ile seçimde oy artırma hesabı yapıyorlar. Oysa biz o dönemde barışı sağlayabilseydik bu ölümleri durdurabilseydik emeği geçenlerin, mecazi anlamda söylüyorum, heykelleri dikilirdi. Ben, “Öcalan’ın heykelini dikeceğiz” dediğimde tam da bunu kast etmiştim. Çünkü o konuşmayı yaptığım gün, Öcalan’ın iki mektubu Erdoğan’ın elindeydi. Bu mektuplarda Öcalan silahları bıraktırmaya hazır olduğunu söylüyordu. Ve ben bunu o dönemin Adalet Bakanı’nın ağzından bizzat duymuştum. Şimdi utanmadan sıkılmadan, o konuşmayı aleyhime kullanıyorlar, bundan dolayı yargılanıyorum, Erdoğan mitinglerinde bu konuşmanın videosunu izletiyor. Oysa neyi kast ettiğimi hem Erdoğan hem bütün devlet yetkilileri çok iyi biliyor.

Öcalan silahları bıraktıracak ve elbette ki mecazi anlamda ‘heykeli dikilecek’ demiştim. İşte çözüm sürecinin şeffaf olmamasının manipülatif sonuçlarıdır bunlar.

“Partimizi kapatırlarsa da kapatmazlarsa da çarpan etkisi yapar”

HDP’nin seçimler öncesinde kapatılabileceğini düşünüyor musunuz?

Evet, HDP’nin kapatılması ihtimal dahilinde. Zaten bu, siyasi bir karar olacaktır. Ama hiç kimse merak etmesin, tek bir HDP seçmeninin oyu bile heba olmayacak şekilde, her türlü tedbir alınıyor. Gerek Meclis seçiminde gerek de Cumhurbaşkanlığı seçiminde, HDP seçmeni rolünü oynayacaktır.

Sıkışmış olan HDP değil, AKP’dir. Partimizi kapatırlarsa bu, seçmenimizde çarpan etkisi yapar. Kapatmazlarsa da çarpan etkisi yapar.

Paylaşın

Zülfü Livaneli’den Olay Olan Selahattin Demirtaş Paylaşımı

Ünlü sanatçı Zülfü Livaneli, sosyal medya hesabından, Edirne F Tipi Cazaevi’nde tutuklu bulunan HDP Eski Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş’ın ‘Efsun’ isimli imzalı romanını paylaştı.

Haber Merkezi / Zülfü Livaneli’nin paylaşımı kısa sürede gündem olurken, olumlu ve olumsuz onlarca yorum yapıldı. Livaneli’nin Demirtaş’ı “Edebiyatımızın usta kalemi” olarak tanıttığı paylaşımı ise şöyle;

“Edebiyatımızın usta kalemlerinden Selahattin Demirtaş’ın son romanını zevkle okuyorum. Teşekkürlerimle”

Zülfü Livaneli kimdir?

20 Haziran 1946 yılında Konya’da dünyaya gelen Zülfü Livaneli’nin gerçek adı Ömer Zülfü Livaneli’dir. Küçük yaşlarından itibaren müziğe ilgi duymaya başlayan Livaneli, müziği sayesinde yurt içinde ve yurt dışında birçok ödül almıştır; John Baez, Maria Farandouri gibi sanatçılar tarafından bazı eserleri yorumlanmıştır. Özgün film müzikleri de yapan Zülfü Livaneli çeşitli konserler vermiştir.

Müziği kadar yazdığı hikaye kitaplarıyla da oldukça sevilen ve ilgi gören Zülfü Livaneli’nin şarkıları edebiyat ve şiirle iç içe geçmiştir. Nazım Hikmet, Orhan Veli, Yaşar Kemal, Bedri Rahmi Eyüboğlu, Sabahattin Ali ve Ataol Behramoğlu’nun şiirlerini şarkı yapmıştır.

Kitapları Türkiye’nin yanı sıra Çin, İspanya, Güney Kore ve Almanya’da en çok satanlar arasına girmeyi başlamıştır. İlk romanı Engereğin Gözündeki Kamaşma Livaneli’ye Balkan Edebiyat Ödülünü kazanmıştır. Kitabı daha sonra İspanya, Çin Kore ve Almanya’da satışa çıkarılmıştır.

2001 yılında yazdığı Bir Kedi Bir Adam Bir Ölüm romanı Yunus Nadi Yayımlanmamış Roman Ödülünü, 2006 yılında ise Mutluluk romanıyla birlikte Barnes & Noble Yeni Büyük Yazarları Ödülünü, 2009 yılında Son Ada romanıyla birlikte Orhan Kemal Roman Armağanı’nı kazanmıştır. Farklı alanlarda yazdığı eserleri otuzdan fazla uluslararası ödülle taçlanmıştır.

Paylaşın

Demirtaş: Her Şey Seçime Kadar, Türkiye Umudunu Kaybetmesin

HDP Eski Eş Genel Başkanı Demirtaş, “Cumhurbaşkanına hakaret” iddiasıyla hakkında açılan davanın duruşmasındaki savunmasında, “Her şey seçime kadar. Ben istiyorum ki, Türkiye umudunu kaybetmesin. Yargıda hala soluk ve nefes var. Türkiye Cumhuriyeti devletinde yürütmeden korkmayan hakimler ve mahkemeler var. Önümüzde kaldı bir buçuk yıl, Türkiye’nin seçimi. Seçime doğru giderken yürütme bir kez daha medya ve toplum üzerinde baskı kurmamalıdır. Herkes, fikrini özgürce ifade etmelidir” ifadelerini kullandı.

Haber Merkezi / Edirne F Tipi Cezaevi’nde tutuklu bulunan  HDP Eski Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş’ın 2014 ile 2016 yılları arasında Ankara, Diyarbakır, Mardin ve Mersin’de yaptığı konuşmalar gerekçesiyle “Cumhurbaşkanına hakaret” iddiasıyla hakkında açılan davanın duruşması Mersin 14. Asliye Ceza Mahkemesi’nde görüldü.

Demirtaş, Edirne F Tipi Kapalı Cezaevi’nden Ses ve Görüntü Bilişim Sistemleri (SEGBİS) ile duruşmaya katıldı. Demirtaş’ın 5 ilde farklı tarihlerde yaptığı konuşmalar nedeniyle hazırlanmış olan 5 dosyanın birleştirildiği duruşmada yaptığı savunmanın önemli bölümleri şöyle:

“Çok önemsediğim ve üzerinde durduğum ve aslında yargının da böylesi bir dönemde ciddiye almasını gerektirecek bir durum olarak gördüğüm somut norm denetimini bu aşamada ileri sürmek istiyorum. Nedir o? TCK’nin 299’uncu maddesi. Hem hukukçu hem de siyasetçi kimliğimizle TCK’nin 299’uncu maddesinin ifade özgürlüğünü kısıtladığını söylüyoruz, eski haliyle de yani cumhurbaşkanlığı sistemine geçilmeden önceki haliyle de eleştiriyorduk. Fakat, 2014 yılından cumhurbaşkanlığı seçiminden bu yana fiili olarak da resmi olarak da tarafsız cumhurbaşkanı bu ülkede yoktur.

O dönemlerde partimin eş genel başkanıydım ve milletvekiliydim. Mağdur müşteki de bir partinin genel başkanı ve aynı zamanda da cumhurbaşkanıdır. Yani iki partinin genel başkanının karşılıklı olarak birbirine kullandığı siyasi söylemlerden dolayı ben “Cumhurbaşkanına hakaretten” yargılanıyor olacağım. 299’uncu madde cumhurbaşkanını koruyan bir maddeydi. 2018’deki cumhurbaşkanlığı seçimiyle birlikte yeni yönetim sistemi ve rejime kanunların uyarlanması amacıyla çok sayıda yasal değişiklik yapıldı.

Aslında yasal değişikliklerden biri de 299’uncu madde de yapılmalıydı. Madem ki yeni sistemde bir parti genel başkanı cumhurbaşkanı olabiliyorsa, o halde 299’uncu madde yeni sisteme uygulanmış olarak yeniden düzenlenmeliydi. Ancak parlamento, yasa koyucu iradesiyle bunu yapmadı. Dolayısıyla ortada bir çelişki var. Peki, bunu başka ne şekilde giderebiliriz? Anayasa Mahkemesi, mevcut 299’uncu maddenin hali hazırda yürürlükte olan anayasaya aykırılığını denetleme yetkisine sahip.

138 bin soruşturma, 30 binden fazla mahkumiyet verildi

Cumhuriyet tarihinde, Cumhurbaşkanına hakaret suçlamasıyla açılan soruşturmaların rekor dönemini yaşıyoruz. 138 bin soruşturma açılmış Türkiye Cumhuriyeti yurttaşlarına. 30 bin küsur kadar mahkumiyet kararı var. Yurttaşlar, seçilmiş cumhurbaşkanına eleştiri yöneltme konusunda son derece baskılanmıştır. Öyle ki daha birkaç gün önce Kocaeli’de bir lisedeki öğrenci, çocuklara poşet çay fırlattı diye Cumhurbaşkanını taklit etmekten idari soruşturmaya maruz tutuldu. Sizin, bugün somut norm denetimi talebini ciddiye almanız hukukun üstünlüğü, bir toplumun yürütmeyi denetleme hakkı ve aynı zamanda yargının yurttaşlar üzerinde baskı aracı olarak kullanılmasını önüne geçilmesi açısından çok önemlidir.

Şimdi Recep Tayyip Erdoğan gün aşırı konuşuyor, bazen günde 3 defa konuşuyor. Hangi konuşmayı, hangi sıfatla ve kimlikle yaptığını bilmiyoruz. Hangi konuşmasına biz cevap verirsek “Cumhurbaşkanına hakaret”, hangisi kamu görevlisine hakaret veya genel hakaret suçunu oluşturur bilmiyoruz. Yürüttüğü faaliyet itibariyle cumhurbaşkanlığı faaliyeti ile parti başkanlığı faaliyeti karışırsa, ki karışıyor da, biz eleştiri yöneltirken tam olarak hangi maddeyi nasıl ihlal ettiğimizi nasıl anlayacağız? Dolayısıyla kanun maddesinde bir öngörülemezlik var.

Eleştirilerimin tamamı yürütmenin başına yönelik eleştirilerdir

Yaptığım konuşmalar 2014 sonrasıdır. 2014’ten itibaren partisinin grup toplantılarına, il başkanlarının toplantılarına, MYK toplantılarına katılıp konuşmalar yapmıştır ve bu durum 2018 yılında da resmileşmiştir. O nedenle eğer ben yargılanacaksam muhalefet partilerinin liderinden biri olarak, 125’inci maddedeki kamu görevlisine hakaretten mi yargılanayım, yoksa Cumhurbaşkanına yönelik hakaret içeriyor da o zaman 299 maddedir. Bunun tespitinin yapılması gerekir.

Çünkü, ben cumhurbaşkanı sıfatıyla yürütülen bir görevden dolayı Recep Tayyip Erdoğan hakkında tek bir cümle kurmuş değilim. Tamamı, yürütme erkinin başı olan Recep Tayyip Erdoğan ile ilgili söylediğim şeylerdir. AKP Genel Başkanı olarak yaptığı faaliyetlerden dolayı söylediğim şeylerdir. Vakti zamanında Abdullah Gül’ü eleştirdik, Ahmet Necdet Sezer eleştirildi. Fakat, eleştirdiğimiz vakit kimin ne olduğu belliydi, cumhurbaşkanıydılar. Yürütmenin başı değildiler. Partileriyle herhangi bir bağları yoktu. Ama şimdi cumhurbaşkanı fiili olarak yürütmeyi elinde tutuyor. Yani devletin erkinden biri olan yasama, yürütme ve yargının bir erkin tek başına kontrol ediyor.

Bu sistemde denetim nasıl yapılacak?

Şu anda yapılan yargılama, devletin üç erkinden biri olan yasamanın üyesi olarak yaptığım konuşmalar hakkındadır. Yürütmenin bir yöneticisini eleştirdiğim için yani devletin diğer erkini eleştirdiğim için 3’üncü bir erk tarafından yani yargı tarafından yargılanıyorum. İşte bu demokrasilerde olmaz. Demokratik ülkelerde devletin 3 erki hem birbirlerinden bağımsızdır hem de birbirini denetler. Özellikle, yargı yürütmenin faaliyetlerinin tamamını denetler. İdare hukukuna göre de yargının hiçbir eylemi, işlemi yargı denetimi dışında olamaz.

Peki, yürütmenin denetlendiği başka yol var mı? Tabii ki de vardır. Birincisi yargı ise ikincisi de parlamentodur. Parlamentonun iç tüzüğüne ve Anayasaya göre Meclis’in iki görevi vardır. Bir yasama, iki denetleme faaliyetidir. Yasama faaliyetinin nasıl icra edildiğini biliyoruz. Peki, denetim nasıl yapılır? Eski ve yeni sistemi karıştırarak söylüyorum. Yazılı soru, gensoru, genel kurul, basın toplantısı, miting ve yürüyüşler. Bakın parlamento dışında yürütülen faaliyetler de parlamento denetimine tabidir.

Parlamentonun bana verdiği yetkiyi, seçilmiş bir parlamenter olarak elde ettiğim yetkiyi kullandığım için yani hükümetin faaliyetlerini denetlediğim için yargı beni nasıl yargılayabilir? İdare mahkemesi olarak, yürütmenin bir kararını denetime tabi tuttuğunuzda sırf bunun için kimse sizi yargılayabilir mi? Hayır, bu sizin yetkiniz ve göreviniz. İdarenin tüm işlerini denetlemek sizin göreviniz.

Peki, ben yasama üyesi olarak denetim yetkimi kullandığımda neden yargılanıyorum? Beni yargılanırsan 138 bin Türkiye Cumhuriyeti yurttaşı, ülkenin yürütmesinin başını eleştirdiği için yargılanırsa yürütme organı denetimden çıkar. Denetlenemez, hale gelir. Ne olur sonra? Pandora belgelerinde çok sayıda iş insanının Türkiye’deki mal varlığını dışarıya kaçırdığın öğreniriz, demek ki denetleyememişiz.

Erdoğan’ın Kılıçdaroğlu’ndan bir farkı yok

Somut norm denetiminin yapılması için davayı Anayasa Mahkemesi’ne taşımanızı talep ediyorum. 299’uncu maddeyle hiçbir yurttaş yargılanamaz. Ben Kemal Kılıçdaroğlu’na herhangi bir hakarette bulunursam beni 299’dan değil 125’ten yargılanırsanız. Tayyip Erdoğan’ın hukuk karşısında Kemal Kılıçdaroğlu’ndan hiçbir farkı yoktur. Çünkü, bir partinin genel başkanıdır. Recep Tayyip Erdoğan, cumhurbaşkanlığının kendisine verdiği dokunulmazlık zırhına ve 299’uncu maddeye dayanarak kamuoyunu susturma ve bastırmaya çalışıyor. Yargının bunun engellemesi ve durdurması lazımdır. Bir pankarttan, slogandan cezalandırılan yurttaşlar var. ODTÜ’de, İTÜ’de, Boğaziçi’nde açtığı pankarttan kaynaklı “Cumhurbaşkanına hakaretten” yargılananlar var. Oysa cumhurbaşkanı yürütmenin başı ve partinin genel başkanıdır. Biz AKP için şimdi ne desek cumhurbaşkanlığına hakarete girebilir.

Her şey seçime kadar. Türkiye umudunu kaybetmesin

AİHM’de kanunilik ilkesi şarttır. Bir yargılamanın sürdürülebilmesi için öncelikle o cezanın veya suçun düzenlendiği maddenin öngörülebilir olması lazım ve kanunilik ilkesinin olması lazım. Ben, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nde hukukun üstünlüğüne inanan, Türkiye’de yargının bağımsız olması gerektiğine inanan çok sayıda savcı ve hakimin olduğunu biliyorum. İnanıyorum demiyorum, biliyorum. 22 yıllık hukukçuyum, 12 yıl parlamentoda görev yaptım. Cumhurbaşkanlığına hakaretten verilecek ceza ve cezalardan korkmuyorum, baştan söyleyeyim. Cezadan korkmuyorum. 37 ağırlaştırılmış müebbet, 15 bin yıl ağır hapisle yargılanıyorum.

Hali hazırda yerel mahkemelerde verilmiş 3 buçuk yıl Cumhurbaşkanına hakaret cezası, 4 yıl 8 ay propaganda cezası, 2 buçuk yıl Ankara Başsavcılığı’na cezalar var. 3-5 yıl da siz verirsiniz, sorun değil. Her şey seçime kadar. Ben istiyorum ki, Türkiye umudunu kaybetmesin. Yargıda hala soluk ve nefes var. Türkiye Cumhuriyeti devletinde yürütmeden korkmayan hakimler ve mahkemeler var. Önümüzde kaldı bir buçuk yıl, Türkiye’nin seçimi. Seçime doğru giderken yürütme bir kez daha medya ve toplum üzerinde baskı kurmamalıdır. Herkes, fikrini özgürce ifade etmelidir.

Paylaşın

Demirtaş: ‘Kürt Sorunu’ Çözüldü Diyenler Yalan Söylüyor

2016 yılından beri Edirne F tipi Cezaevi’nde tutuklu bulunan HDP Eski Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, sosyal medya hesabı üzerinden yaptığı açıklamada “‘Asimilasyon bitti’ diyenler, ‘Kürt sorunu çözüldü’ diyenler yalan söylüyorlar” ifadelerini kullandı.

Haber Merkezi / Sosyal medya hesabından Kürtçeye çevrilen çocuk klasikleri kitaplarının duyurusunu yapan Demirtaş, “Kitap alacak imkanınız yoksa lütfen bana ulaşın. Sizlere 10 kitaplık bu setle birlikte Kürtçe sözlük ve gramer kitabı da gönderebilirim. Ayrıca Kürtçe okuyup yazmak ve konuşmak için Kürt olmak da gerekmiyor. O nedenle bu Kürtçe kitap setini, isteyen Türk kardeşlerime de memnuniyetle hediye etmek isterim” ifadelerini kullandı.

Selahattin Demirtaş, açıklamasının devamında, “Lütfen biraz empati yapın, kendi çocuğunuza da anadilinin unutturulduğunu bir düşünün. Maalesef, bugün milyonlarca Kürt çocuğu kendi anadilinde okuyup yazamıyor. Evet, birlikte yaşamalıyız. Evet, eşit olmalıyız. Evet, Türkiye ve Cumhuriyet hepimizindir. O halde, Kürt çocuklarının kendi anadillerinde okuyup yazmalarının kime ne zararı olacak?” dedi.

Demirtaş’ın sosyal medya paylaşımları şöyle:

“1- Merhabalar. ARAM Yayınları, aralarında Pollyanna, Robin Hood ve Pinokyo’nun da olduğu çocuk klasiklerini Kürtçeye çevirip yayımlamış. Bana da gönderdiler, sağ olsunlar.

2- Kitap alacak imkanınız yoksa lütfen bana ulaşın. Sizlere 10 kitaplık bu setle birlikte Kürtçe sözlük ve gramer kitabı da gönderebilirim.

3- Bakın, bu önerdiğim Kürtçe çocuk romanlarını okuyup anlayabilecek Kürt çocuğunun sayısı o kadar az ki artık. ‘Asimilasyon bitti’ diyenler, ‘Kürt sorunu çözüldü’ diyenler yalan söylüyorlar. Lütfen biraz empati yapın, kendi çocuğunuza da anadilinin unutturulduğunu bir düşünün.

4- Maalesef, bugün milyonlarca Kürt çocuğu kendi anadilinde okuyup yazamıyor. Evet, birlikte yaşamalıyız. Evet, eşit olmalıyız. Evet, Türkiye ve Cumhuriyet hepimizindir. O halde, Kürt çocuklarının kendi anadillerinde okuyup yazmalarının kime ne zararı olacak?

5- Ayrıca Kürtçe okuyup yazmak ve konuşmak için Kürt olmak da gerekmiyor. Tıpkı İngilizce bilmek için İngiliz olmak gerekmediği gibi. O nedenle bu Kürtçe kitap setini, isteyen Türk kardeşlerime de memnuniyetle hediye etmek isterim.”

Paylaşın