Selahattin Demirtaş’tan Dikkat Çeken Yazı

Halen Edirne F Tipi Cezaevi’nde tutuklu bulunan eski Halkların Demokratik Partisi (HDP) Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, bugünlerde çokça tartışılan, ‘siyaset esnafı’ olarak da nitelenen ‘Profesyonel siyasetçi’leri yazdı.

+Gerçek için kaleme aldığı ‘Siyaset politikacılara teslim edilemez’ başlıklı yazısında Demirtaş, bazı politikacıların sıkça kullandığı “siyaset üstü yaklaşalım” ifadeleri üzerinde durdu.

Siyasetçiliği ‘meslek olarak’ görenler için “Bütün siyasi partilerde bu tiplerden az ya da çok vardır” diyen Selahattin Demirtaş’ın yazısı şöyle:

‘Bu konuyu siyaset üstü, siyaset dışı şekilde ele almalıyız.’

Sanırım siz de çokça duymuşsunuzdur bu sözü. Bugünlerde daha sık kulağıma çalınmaya başlayan bu söz, bu absürt yaklaşım aslında çok şey anlatıyor. Genel başkanların, milletvekillerinin bile hoyratça kullandıkları bu sözle belki de “partiler üstü” demeye getiriyorlardır, bilemiyorum. Ancak günümüz toplumlarında herhangi bir olaya ya da olguya siyaset dışı, siyaset üstü demek ya kurnazca bir aldatmacadır ya da siyasetin ne olduğundan habersiz olmaktır.

Bir konuya “siyaset üstü yaklaşalım” demekle ne demiş oluyorlar? Yani “birbirimize ayak oyunu yapmayalım, sırf partilerimizin çıkarı için gerçekleri çarpıtmayalım, belden aşağı vurmayalım, halkı kandırıp aldatmayalım, en azından bu olayda halkın yararını esas alalım” mı diyorlar?

Evet, aynen bunu diyorlar aslında. Çünkü bu siyasetçiler için siyaset tamı tamına budur. Dürüstçe yapılan işe, toplumun sorunlarını çözmek için verilen samimi uğraşa siyaset denmiyor bunlara göre. Ve yine bu profesyonel siyasetçilere göre siyaset sadece partiler aracılığıyla yürütülen bir uzmanlık faaliyetidir. Sosyal alanda, ekonomik alanda, sivil toplumda, yargıda, üniversitede, sendikada, tarlada, fabrikada, metrobüste, camide, kışlada siyaset yokmuş gibi yanlış bir düşünceye herkes inansın istiyorlar.

Her şey siyasetin konusudur

Oysa aile ilişkileri de politiktir, kadın ile erkek ilişkileri de. İşveren ile işçi ilişkileri de politiktir, yöneten ile yönetilen, ezen ile ezilen ilişkileri de. Kasabın, manavın, fırıncının müşterisiyle alışverişi de politiktir, kiracının ev sahibiyle ilişkisi de.

Orman yangınları da politiktir, kadın cinayetleri de. Doğayla ilişkilerimiz de politiktir. Savaş da politiktir, barış da. Evlenmek de politiktir, boşanmak da. Tatil yapmak ya da yapmamak bile politikayla ilgilidir.

Yaşamda, toplumsallığın içinde olup biten her şey siyasetin konusudur. Kalabalık toplumlar halinde yaşayıp da kendi aramızdaki, egemen ile aramızdaki, diğer toplumlar ile aramızdaki sorunlara çözüm bulabilmek için binlerce yılda adım adım geliştirip bugün bir bilim dalına dönüştürdüğümüz siyaset ne yazık ki en çok kirlenen, yıpranan ve içi boşaltılan kavramlardan birine dönüştü. Öyle ki “bana siyaset yapma” şeklinde bir deyim bile olumsuz anlam yüklenerek günlük konuşma diline girmiş durumda.

Şimdi ben bu yazıyı yazdım diye tüm siyasi çarpıklıklar bir anda düzelecek değil elbette. Ne böylesi safiyane bir amacım ne de niyetim var. Çünkü siyasi partilerde siyaset o kadar profesyonelleşmiş ki, o kadar uzmanlık payesi biçilmiş ki siyasetçilere, bu yazıyı hiçbiri üstlerine alınmazlar. Alınsalar da umurlarında olmaz. Çünkü bu tür siyasetçiler için siyaset bir iştir, bir meslektir.

Duruşlarına şöyle bir baksanız acayip politiktirler. Politikanın her türlü kurnazlığını, girdisini çıktısını, getirisini götürüsünü iyi bilirler; politikanın kurdudurlar. Maşallah hepsi çok iyi politikacıdırlar; bilmedikleri, ahkâm kesmedikleri hiçbir konu yoktur. Her konunun baş uzmanıdırlar, koltuğa oturdukları gün aniden bir aydınlanma yaşarlar ki o güne kadar doğru düzgün kitap bile okumamışlardır. Ama keramet koltuktadır; oturdukları anda ekonomiden sağlığa, dış politikadan tarıma, ulaşımdan hayvancılığa, eğitime yargıya, tarihten antropolojiye, kuantum fiziğinden nükleer tıbba kadar her bilgi bir anda koltuktan vücutlarına zerk edilir.

Kerameti kendinden menkul bu siyasi tipler kendilerini hemen o anda toplumun üstünde, dev aynasında görmeye başlarlar. Ne hadlerini bilirler ne de kendilerini. Siyasetin öznesinin birey ve toplum olduğunu unutuverirler.

Kimse üstüne alınmaz

Neden böyleler, biliyor musunuz? Çünkü politiktirler ama ahlaksızdırlar. Erdemden yoksundurlar. Erdemin ne olduğuna dair en küçük bir düşünceleri bile yoktur.

Bütün siyasi partilerde bu tiplerden az ya da çok vardır. Ama dediğim gibi, kimse kendi üstüne alınmaz, kesin öbür arkadaş için geçerlidir bunlar!

Pek çok şeyi seçerken çok titiz davranıyoruz. Bütün geleceğinizi teslim edeceğimiz kişileri seçerken de aynısını yapalım lütfen. En azından bir bakalım, o koltuğa layık mı değil mi.

Bundan da önemlisi, daha iyisine layık olduğunuza inanıyorsanız kendinizi siyasetin öznesi haline getirin. Her yerde örgütlenin, siyaseti asla siyasetçilere bırakmayın. Seçmeniz gerektiği yerde de çok titiz davranın ve liyakatin yanında mutlaka ahlakı da arayın.

Sorunları çözebilmenin ilk adımı budur. Yani herkes siyaset yapmalı ve siyasetin öznesi olmalıdır.

Paylaşın

Selahattin Demirtaş: Ortak Aday Bir Kişi Değil, Bir Anlayıştır

5,5 yıldır Edirne Cezaevi’nde tutuklu bulunan eski HDP Eş Genel Başkan Selahattin Demirtaş, “ortak cumhurbaşkanı aday” tarifini yaparken, “Ortak aday bir kişi değil, bir anlayıştır. Tek adamın karşısına çıkacak bir başka tek adam ya da tek kişi değildir. Kolektif aklın sözcüsü, birleşmiş bilincin aktarıcısıdır” dedi.

Demirtaş, ortak adayın hedefinin yüzde 50+1 değil yüzde 80+1 oy almak olduğunu belirtti. Demirtaş yazısında, “Amaç sadece seçimi kazanmak değil, en güçlü toplumsal meşruiyetle geçiş sürecini yönetmektir” ifadesini kullandı.

Demirtaş’ın Gazete Duvar için kaleme aldığı “Ortak aday nedir?” başlıklı yazısı şöyle;

“Seçim tarihi yaklaştıkça ortak adayın kim olabileceği konuşuluyor, herkes aklındaki ve gönlündeki adayın km olduğunu söylüyor.

Oysa ortak adayın kim olacağından önce, ne olduğunu netleştirmek, “ortak aday kim olmalı” sorusundan önce “ortak aday nedir” sorusunu sormak gerekir.

Ben bu soruyu, aşağıdaki şekilde yanıtlıyorum.

Ortak aday bir kişi değil, bir anlayıştır. Tek adamın karşısına çıkacak bir başka tek adam ya da tek kişi değildir. Kolektif aklın sözcüsü, birleşmiş bilincin aktarıcısıdır.

Ortak aday tek bir partinin, tek bir kimliğin, tek bir inancın değil, bütün toplumsal kesimlerin ve farklılıkların bileşkesi, 85 milyonun siluetidir.

Ortak aday diğer adayların karşıtı değil, demokrasiyi savunanların rakipsiz adayıdır.

Ortak aday tek bir ideolojinin değil, gerçek demokrasinin temsilcisidir. Kamplara bölünmüş, paramparça edilmiş toplumu demokrasi değerlerinde buluşturan kapsayıcı güçtür.

Ortak adayın hedefi yüzde 50+1 değil, yüzde 80+1’dir. Amaç sadece seçimi kazanmak değil, en güçlü toplumsal meşruiyetle geçiş sürecini yönetmektir. Bunun için de sivil ve tam demokratik bir anayasa hazırlanmasına öncülük etmek, o anayasanın toplumun tüm dinamiklerinin katılımıyla yapılmasını sağlamaktır. Ülkeyi demokratikleştirecek sinerjiyi ortaya çıkarmaktır.

Ortak aday sadece siyasi partilerin değil; kadın platformlarının, çevre hareketlerinin, sendikaların, meslek örgütlerinin, odaların yani tüm toplumsal kesimlerin de adayıdır. Bunun için bu kesimlerin desteği alınmalı, görüşleriyle sürece aktif katılımları sağlanmalıdır.

HDP’nin ortak adaya açık olmasının, ortak adayda kararlı olmasının temel nedeni budur. Çünkü amaç sadece seçimi kazanmak olmamalıdır. Seçimle birlikte demokrasiyi ve toplumsal barışımızı da kazanmak olmalıdır. Bunun için de büyük bir toplumsal uzlaşma sağlanmalıdır. Ortak aday, işte bu büyük uzlaşmanın adıdır.

HDP, ortak aday düşüncesini ucuz bir pazarlık ya da kof bir şantaj unsuru olarak ileri sürmüyor. Dar parti çıkarlarını değil, ülkenin geleceğini düşünerek sorumlu davranıyor.

Türkiye hepimizindir, dolayısıyla ortak aday da hepimizin olmalıdır.

İkinci yüz yılında Cumhuriyet’i hep birlikte sahiplenerek onu hepimizin Cumhuriyet’i haline getirebiliriz. Demokratik, laik, sosyal, eşitlikçi, adil bir hukuk devletine dönüştürebiliriz.

Bu yoksulluğu, bu perişanlığı, bu zulmü hiçbirimiz hak etmiyoruz. “Sen, ben” yok “biz, hepimiz” var ve el ele vererek ülkeyi içinde bulunduğu felaketten çıkarabiliriz.

O halde hep birlikte yan yana durarak değişimi başlatalım.

İşte bu anlayışın adı ORTAK ADAY’dır.

Kimin bu anlayışı temsil edeceğine karar vermek ise sonraki iştir ve kolaydır.

Benim ortak adayla ilgili görüşlerim bu şekilde. Siz de görüşlerinizi yazın lütfen, avukatlarım bana ileteceklerdir. Çünkü ortak adayın kim olmasından önce ne olması gerektiğini ne kadar çok konuşursak o kadar sağlıklı sonuçlar çıkar ortaya.

Hepinize sevgiler, selamlar…”

Paylaşın

Selahattin Demirtaş: Ahmet Hakan Mısın Nesin Paramı Ver

Kobani Davası duruşmasında konuşan Selahattin Demirtaş, iktidara yakın medyada yer alan haberlere tepki gösterdi, “Seçime doğru giderken bu algı operasyonları devam edecek” dedi.

IŞİD’in Kobani’ye yönelik saldırılarına karşı 6-8 Ekim 2014’te gerçekleşen protesto eylemleri gerekçe gösterilerek Halkların Demokratik Partisi (HDP) eski Eş Genel Başkanları, Merkez Yürütme Kurulu (MYK) üyelerinin de aralarında bulunduğu isimlerin yargılandığı Kobani Davası’nın 15’inci duruşması ikinci gününde Sincan Cezaevi Kampüsü’nde görüldü.

Sincan Cezaevi’nde tutulan siyasetçiler duruşma salonunda hazır bulunurken, farklı cezaevlerinde bulunan siyasetçiler ise Ses ve Görüntü Bilişim Sistemi (SEGBİS) aracılığıyla duruşmaya bağlandı. Mahkemede söz alan Avukat Kenan Maçoğlu, duruşmanın birinci günü yaşanan tartışmaları hatırlatarak “Biz gergin geçen duruşmalarda size yeni ajandalar verildiğini düşünüyoruz. Size verilen yeni ajandalar var mı bilmiyoruz” diye konuştu. Maçoğlu, mahkemenin gizli tanıkları bilgi vermeden dinlemesine de tepki gösterdi.

“Fiilen tutukluyuz”

HDP eski Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş duruşmada konuştu. Demirtaş, “Yasalara uymayan uygulamalar yaşanıyor. Fiilen tutukluyuz. Ben Kobani olaylarına ilişkin tutukluluğumun limitini aştım. Asliye Ceza Mahkemelerinde tutukluluk süresi en fazla 18 aydır ama biz hala içerdeyiz. Tutukluluğumun 20’inci ayında da bunu dile getirmiştim. Edirne Cezaevi, Asliye Ceza Mahkemesindeki tutukluluğumun işleme konulmadığını, ‘örgüt üyeliği’ nedeniyle tutuklu bulunduğumu söyledi. O zaman Kobani olayları nedeniyle tutukluluğumu ne zaman yerine getireceğim diye itiraz ettiğimde, sürecin hukuksuzluk olduğu ortaya çıkınca Kobani olayları ‘terör suçları’ kapsamına alındı. Hukuk işleyecek bir gün. Hukuk işlemeye başlayınca bunun nasıl bir hukuksuzluk olduğunu anlatacağım. Gelen evrakları reddediyorum. Tüm tanıkların huzurda dinlenilmesini talep ediyorum” dedi.

 ‘Seçimler yaklaşıyor bizi yeniden yıpratmak istiyorlar’

İktidara yakın medyanın kendilerine yönelik haberlerini eleştiren Demirtaş şöyle devam etti:

“Geçen günlerde Yeni Şafak ve Hürriyet bir manşet çıkarttı, ‘Kandil’den Demirtaş’a 16 Milyon Dolar’ diye. Külliyen yalan, böyle bir ifade dosya evraklarında yok. Yeni Şafak bu haberin altına benim, Cemil Bayık ve Merdan’ın fotoğraflarını basmış. Yalan olduğu belli ama seçim yaklaştığı için ne lazım iktidara? Bizim yıpratılmamız gerekiyor. Bir yandan Kandil’e para gönderdik iddialarıyla yargılanıyoruz bir yanda da güya Kandil bize para yollamış. Bir karar verir verin. Peki, neden şimdi bunlar ortaya çıkıyor? Çünkü seçimler yaklaşıyor ve bizi yeniden yıpratmak istiyorlar. Bir algı operasyonu yürütülüyor. Bayık’ın, Merdan’ın ve benim fotoğrafımı yan yana koyarak bir algı yaratıyorlar. Yazdıklarının yalan olduğunu biliyorlar ama gerçek kimsenin umurunda değil. Seçime doğru giderken bu algı operasyonları devam edecek. Hürriyet Gazetesi 16 Milyar dolar olarak girmiş aynı haberi. Avukatlarım söyledi 1 milyar dolar bir tır para ediyormuş. O zaman bana 16 tır paranın gelmesi lazımdı. Ben paramı istiyorum valla. Hürriyet’ten istiyorum, paramı verin. Ahmet Hakan mısın nesin paramı ver.”

‘HDP ayaktadır, cezaevinde de ayaktadır’

Demirtaş’ın ardından söz alan eski MYK Üyesi Nazmi Gür, medya aracılığıyla yayılan haberle kendilerine yönelik psikolojik bir savaşın yürütüldüğünü söyledi. Gür, “Yazdıkları her şey yalan, bir propaganda savaşı yürütüyorlar. Bu savaşla bizi durdurabileceklerini mi sanıyorlar? Asla böyle bir şey olmayacak. Biz baştan beri bunun bir kumpas olduğunu söyledik. Avukatlarımız bütün belgelerle olayın kumpas olduğunu kanıtladı. Siz aslında bizi yargılamıyorsunuz, barış sürecini yargılıyorsunuz, AKP’yi yargılıyorsunuz. İleride Cumhurbaşkanı dahil herkesin yargılanmasının yolunu açıyorsunuz. Bizi neye dayanarak tutuklu tutmaya devam ediyorsunuz? Üç tane gizli tanık dinlediniz, onları da gizli dinlediniz. Üçünün ifadeleri ayrı ayrı da yalan, üst üste koysanız da yalan. Bu yüzden bu ifadeleri reddediyoruz. Bu tarz oyunlarla, yöneticilerini tutuklayarak, davalar açarak HDP’yi yolundan vazgeçireceğinizi mi sanıyorsunuz? HDP ayaktadır, cezaevinde de ayaktadır” ifadelerini kullandı.

(Kaynak: Gazete Duvar)

Paylaşın

Selahattin Demirtaş’a Hapis İstemi

Eski HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş’ın, dönemin Ankara Cumhuriyet Başsavcısı Yüksel Kocaman’ı hedef gösterdiği gerekçesiyle yargılandığı dava Ankara Bölge Adliye Mahkemesinin (İstinaf) bozma kararının ardından yeniden görülmeye başladı.

Ankara 25. Ağır Ceza Mahkemesinde görülen davada mütalaasını veren duruşma savcısı Demirtaş’ın 8 yıla kadar hapsini istedi.

Savcı mütalaasında Demirtaş’ın, 7 Ocak 2020’de Ankara 19. Ağır Ceza Mahkemesinde yargılandığı başka bir davada savunma yaptığı sırada Yüksel Kocaman’ı hedef alan ifadeler kullandığını belirtti.

Bu ifadelerin, “@DemirtasSavunma” isimli twitter hesabı üzerinden paylaşılarak geniş kitlelere ulaştırıldığına ifade eden duruşma savcısı Demirtaş’ın savunma hakkı sınırlarını aştığını iddia etti.

Savcı, Demirtaş’ın tehditten 2 yıldan 5 yıla kadar, terörle mücadelede görev alan kamu görevlilerini hedef göstermekten de 1 yıldan 3 yıla kadar hapsini istedi.

Demirtaş, esas hakkındaki mütalaaya karşı 16 Eylül’de savunma yapacak.

Demirtaş ne demişti?

Demirtaş’ın 7-8 Ocak 2020’deki savunması sırasında şunları demişti:

“Benimle ilgili operasyonun yürütücüsü Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı. İkinci tutuklamayı bizzat örgütleyerek. İkinci tutuklamamın nasıl yapıldığının tüm detaylarını biliyorum. Başsavcı Yüksel Kocaman ve yardımcısı. Haklarında suç duyurusu yaptık.

“Senin o güvendiğin saraydan büyük Allah var Yüksel Kocaman, devran dönüyor. Devran dönüyor, halk var. Sandık kurulduğunda güvendiğin dağlara kar yağacak, bunların hepsinin hesabını yargı önünde vereceksiniz.”

Ne olmuştu?

Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı, Demirtaş’ın Ankara 19. Ağır Ceza Mahkemesinde yargılandığı davada Kocaman’a yönelik ifadeleri nedeniyle dava açtı.

Ankara 25. Ağır Ceza Mahkemesince 28 Mayıs 2021’de görülen karar duruşmasında Demirtaş, “terörle mücadelede görev alan kamu görevlisini hedef göstermek” suçundan 2 yıl 6 ay hapis cezasına çarptırıldı.

Mahkeme, “suç örgütlerinin korkutucu gücünden yararlanılarak tehdit etmek” suçundan ise hüküm kurulmasına yer olmadığına karar verdi.

Dosyanın kanun yolu incelemesini yapan Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 21. Ceza Dairesi, yerel mahkemece “suç örgütlerinin korkutucu gücünden yararlanılarak tehdit etmek” suçuna ilişkin, yasada belirtilen geçerli bir hüküm kurulmadığı gerekçesiyle kararı esastan bozdu.

Bunun üzerine dosya yeniden Ankara 25. Ağır Ceza Mahkemesine geldi.

Yüksel Kocaman hakkında

1993’te Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesinden mezun oldu. 1998-2001 arasında Pınarhisar Cumhuriyet Savcılığı, 2001-2003 yılları arasında Çatalzeytin Cumhuriyet Savcılığı görevini üstlendi.

AKP’nin iktidara gelmesinin ardından ise yavaş yavaş yükselmeye başladı. 2003’ten itibaren sırasıyla Strateji Geliştirme Başkanlığı Tetkik Hakimliği, Personel Genel Müdürlüğü Tetkik Hakimliği, Ceza İşleri Genel Müdürlüğü Daire Başkanlığı görevlerinde bulundu.

2011’de Adli Sicil ve İstatistik Genel Müdürlüğüne atandı. Kocaman, Kasım 2014’ten Ocak 2017’ye kadar Adalet Bakanlığı Müsteşar Yardımcılığı yaptı.

Daha sonra Harun Kodalak’ın yerine Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına atandı. 27 Kasım 2020’de ise Hâkimler ve Savcılar Kurulu (HSK) tarafından Yargıtay üyeliğine seçildi.

Yargıtay üyeliğine atanmasından sonra yeni evlendiği eşiyle birlikte Bodrum’da yaptığı tatille gündeme geldi. Tatile helikopterle gitti. Geceliği 9 bin 300 lira olan Bodrum Mandarin Oriental Otel’e kaldı.

Fotoğrafları basına yansıyan tatilde eşinin taktığı çantanın fiyatı ise yaklaşık 20 bin liraydı.

Nikahına, Adalet Bakanı Abdülhamit Gül, İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, Millî Eğitim Bakanı Ziya Selçuk, Genelkurmay Başkanı Yaşar Güler gibi isimler katıldı.

Nikahta ayrıca Yargıtay Başkanı Mehmet Akarca, Danıştay Başkanı Zeki Yiğit, Yüksek Seçim Kurulu Başkanı Muharrem Akkaya, Hakimler ve Savcılar Kurulu 1. Daire Başkanı Halil Koç, Türkiye Barolar Birliği Başkanı Metin Feyzioğlu da yer aldı.

Evlendikten sonraki gün de çift Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ı ziyaret etti.

Daha sonra Kocaman’ın, Erdoğan’ın Pınarhisar Kapalı Cezaevi’nde kaldığı dönemde, cezaevi savcısı olduğu ve Cezaevinde Erdoğan’la mangal partisi yaptığı ortaya çıktı.

Paylaşın

Demirtaş: PKK’nin Türkiye’ye Karşı Silah Bırakmasını İsterim

“HDP Türkiye partisi değil” eleştirilerinden seçim sürecine ve “HDP’nin PKK ile bağı var” iddialarına net olarak yanıt veren eski HDP Eş Genel Başkanı Demirtaş, “PKK’nin Türkiye’ye karşı tümden silah bırakmasını isterim” dedi.

Halkların Demokratik Partisi (HDP) Eski Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, t24’ten Murat Sabuncu’nun sorularını yanıtladı. Söyleşinin bir kısmı şöyle.

t24’e yazdığınız son yazıda ‘HDP olarak Türkiye açılımı yapmak zorundayız’ dediniz. Türkiye açılımından tam olarak kastınız nedir?

Öncelikle sizi ve Levent Bey’i, yeni dönemde aynı ekranda yeniden görebilmeyi umduğumu belirterek başlamak istiyorum.

HDP’nin programının da politikasının da son derece güçlü ve doğru olduğunu düşünüyorum. Sağ partilerin hiçbiri Türkiye partisi değilken HDP tam bir Türkiye partisidir. Çünkü Türkiye tek bir etnik kimlikten de tek bir inançtan da oluşmuyor. Bu açıdan HDP, temsil yönüyle Türkiye’deki her kesimi kapsıyor.

Türkiye’deki farklı kimlik ve inançları yok sayan ırkçı partiler bile kendilerini Türkiye partisi olarak tanımlıyorlar ve kimse de bunda bir sorun görmüyor. Dolayısıyla asıl Türkiye partisi olmayanlar sağ milliyetçi, ırkçı partilerdir.

Benim HDP için söylediğim, çizgisini daha görünür kılmak için çaba sarf etmesidir. Toplumun önemli bir kesimi bölünme, silah, şiddet, terör korkusu yaşıyor. İktidar da bu korkuları sürekli kaşıyarak öfkeyi HDP’ye yönlendiriyor. Dolayısıyla HDP bir günah keçisine dönüştürülmüş oluyor.

Bu cendereden çıkmak için HDP’nin daha fazla birlik ve barış mesajı vermesi, bu yönlü politikalarını somut ve görünür kılması yerinde olur. Gerekirse her gün birkaç kez, ülkeye iç barışı getireceğimizi, şiddeti kalıcı olarak sonlandıracak politikalarımızı aktarmak, bölünme diye bir gündemimiz olmadığını ikna edici şekilde anlatmak ve tüm toplumu barış, kardeşlik, duyguları etrafında buluşturmak zorundayız.

Bu açılımın parametrelerini netleştirir misiniz? Peki nasıl bir açılım?

İktidar tüm olanaklarıyla HDP’ye yönelik kirli propaganda ve algı çalışması yürütürken bizim yüzümüzü doğrudan halka dönerek niyetimizi, içten düşüncelerimizi bıkmadan ve usanmadan anlatmamız gerekir. “Biz zaten mağduruz, bizi anlamak zorundasınız” deyip yerimizde oturamayız.

Mithat Sancar’ın da son röportajında altını çizdiği gibi; HDP, PKK’nin uzantısı, sözcüsü ya da destekçisi değildir. PKK ile bir bağı yoktur. Bunu Türkiye kamuoyuna anlatabilmemiz gerekir. Demokratik siyaset yürüten bir partinin silahlı bir örgütle bağı olamaz.

Öte yandan, HDP’nin Kürt sorununa bakışı da çözüm önerileri de birçok partiden farklıdır ve en gerçekçi olandır. Bizim çözüm önerimiz askeri operasyon değil, diyalog ve müzakeredir. Diyalog ve müzakerenin yegane çözüm yolu olduğunu da topluma iyi anlatabilmek gerekir. Bu bakış açısı nedeniyle kimse HDP’yi, PKK’nin siyasi uzantısı gibi göremez.

Bu konular Türkiye toplumuna uygun bir dille ve doğru şekilde anlatılamadan siyaset alanını genişletmek mümkün olamıyor.

Tüm bunlarla birlikte, Türkiye’de demokrasinin gelişmesi hepimizin kurtuluşudur. Ekonomik sorunlar başta olmak üzere bütün sorunlarımızı ve Kürt sorununu çözümünü, ancak demokrasiyi büyüterek sağlayabiliriz.

Türkiye’nin yedi bölgesine de bunları tekrar tekrar, kardeşlik duyguları içinde anlatarak halkı kucaklayan politikalar üretmeliyiz.

Bir diğer önemli ifadeniz ‘HDP’nin yaşadığı mağduriyetler, siyasi kararlar alırken duygusal davranma gerekçesi olamaz. Türkiye’de değişim istiyorsak bunu kendimizden başlatma cesaretini göstermek zorundayız. Aksi halde, haklı olmamıza rağmen yeterince inandırıcı olamayız’. Nedir değişmesi gereken?

HDP, demokrasi iddiası en güçlü olan partidir. Dolayısıyla öncelikle parti içi demokrasiyi büyütmek ve kurumsal hale getirmek temel görevimiz olmalı.

Tüm önemli kararlar, tabanda halkın öznesi olduğu bir tartışma süreci işletilerek alınmalı. HDP bunu zaman zaman yapıyor ama daha sık ve yoğun yapılmalı.

İkincisi; tüm milletvekili, belediye başkanı ve belediye meclisi üyesi adayları mutlaka şeffaf ve demokratik bir ön seçimle belirlenmeli. HDP’de, ön seçimden çıkmamış hiçbir aday olmamalı. Bu noktayı, seçimler yaklaştıkça sık sık dile getireceğim.

Yine, bize yönelik saldırılar yoğun ve acımasızdır diye öfke dilini asla kullanmamalıyız, siyasi intikam duygularına kapılmamalıyız. “Bize şunu yaptılar, bunu dediler, o halde biz de sertleşeceğiz” demek yerine demokratik meşru mücadele zemininde kararlılıkla direnmeliyiz.

HDP büyük ve köklü bir partidir. Güçlü bir tabanı, büyük bir halk desteği vardır. Tüm zorlukları da aşabilecek iradeye sahiptir.

Aynı yazıda ‘Siyasetin ve şiddetin bir arada olamayacağını bizim de bildiğimizi, bütün sorunlarımıza Türkiye’nin bütünlüğü içinde çözüm aradığımızı ve onurlu bir barış için ciddiyetle çalıştığımızı tüm Türkiye’ye en uygun dille, söylemle anlatmamız gerekir’ diyorsunuz. Bu cümlenizden yalnızca parmakların tetikten çekilmesi değil silahlara veda da anlaşılıyor. Çağrınızın muhataplarından biri devletse diğeri de PKK’mi? PKK artık silahlara veda demeli mi?

Evet, devlet de PKK de sorunu artık şiddet zemininin dışına çıkarmak zorundadır.

Ben mümkünse PKK’nin Türkiye’ye karşı silahları tümden susturmasını, bırakmasını isterim. Ancak ve ne yazık ki ortada iki temel engel var, bunları da herkesin bilmesi lazım.

İlki, Hükümet askeri operasyon dışında hiçbir seçeneği devreye koymuyor, tartışmıyor, silahta ısrar ediyor. Oysa biz PKK’nin ikna edilmesi gerektiğini savunuyoruz.

Burada da ikinci engel çıkıyor, o da İmralı tecrididir. Çünkü PKK’yi ikna edebilecek kişi Öcalan’dır, onu da yıllardır tecritte tutuyorlar.

Bu engellere rağmen PKK silahlarını susturursa bundan mutlu olurum. Ama deneyimlerimiz, bunun kolay olmadığını gösterdi maalesef.

‘Türkiye sınırlarının içinde ve dışında çatışma durumuna dair en etkili barış kurucu aktör Öcalan’dır’ diye bir yazınız var. İktidarın Öcalan ile görüşerek seçimlere doğru bir ‘avantaj’ yakalamaya çalışacağına dair spekülasyonlar yapılıyor. Nasıl bakıyorsunuz?

Hükümet silahların susması için Öcalan ile görüşürse doğru bir şey yapmış olur. Bu ülkenin evlatlarının canlarını kurtarmak, kimsenin karşı koyacağı bir şey olamaz.

Akan kanın durması AKP’ye oy getirir diye barışa karşı çıkmak ahlaken de siyaseten de yanlış olur. AKP’ye yarayıp yaramayacağını bilemem ama Türkiye toplumuna yarar, herkes nefes alır. Böyle bir durumda HDP seçmeni AKP’ye oy verir mi diye merak ediliyorsa bunun yanıtını ancak sandıkta görebiliriz.

HDP seçmeni tüm gelişmeleri, muhalefetin tutumunu, her şeyi iyice ölçer, biçer ve en doğru kararı verir. Ben, seçmenimize çok güveniyorum.

Sizce Türkiye’nin bugün bir numaralı sorunu Erdoğan’ın seçimde yenilgiye uğratılması mı?

Hayır, değil. Türkiye’nin bir numaralı sorunu ülkede demokrasi olmaması.

Erdoğan’ın gitmesi demokrasiyi otomatikman getirmiyor. Bizim üçüncü yol siyasetimiz tam da budur zaten. Biz AKP ve Erdoğan karşıtlığı ya da Altılı Masa taraftarlığı üzerinden siyaset yapmıyoruz. Sadece köklü, radikal demokrasiyi büyütmeye odaklanmış durumdayız.

Stratejik hedefimiz budur. Geri kalan her hamlemiz bu stratejiye uygun taktiklerdir. Taktiklerimiz değişkenlik gösterebilir ama stratejimiz değişmeyecektir.

Paylaşın

Demirtaş: AKP, Büyük Bir Rant Dağıtım Merkezidir

“Şu anda AKP, büyük bir rant dağıtım merkezinden başka şey değildir. Devasa ihalelerden küçük bir ilçedeki hastane temizlik ihalesine, milyar dolarlık marinalardan mahalledeki büfeye, torpille işe alımlardan özel ruhsatlı nargile kafelere kadar her yerde, her gün rant dağıtılıyor. Bunun yanında, sosyal yardımlar adı altında en yoksulları kendine bağımlı hale getiriyor.

Bakanlarından müsteşarlarına, genel müdürlerinden il müdürlerine, medyadaki “majestelerinin gazetecisi” şaklabanlarından hâkim ve savcılarına, müteahhitlerinden ihracatçılarına, yandaş sendikalarından tarikatlarına, vakıflarından belediyelerine kadar hepsi bu rant çarkının parçasıdır artık.”

Edirne F Tipi Cezaevi’nde tutuklu bulunan eski HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, Gazete Duvar için ‘AKP kapanıyor’ başlıklı yazı kaleme aldı:

“Seçimden sonra AKP diye bir parti kalmayabilir, yüksek olasılıkla kalmayacak da. Fazla iddialı mı geldi? Haklısınız.

Bunca yolsuzluğa, yoksulluğa ve zulme rağmen halen anketlerde yüzde 30’larda görünen bir parti, ne olacak da seçimden sonra dağılacak? Nasıl olacak da dükkân kapanacak?

Anlatmaya çalışayım.

Hırsız olmayanlar AKP’yi terk ettiler

AKP artık bir “dava” partisi değildir. “Dava”ya inananlar gemiyi çoktan terk ettiler. Geri kalanlar, herhangi bir dava inancı ya da ideolojisi olmayanlardır.

AKP’yi ayakta tutan, o dava sahibi insanlardı.

Kadınlar başta olmak üzere 365 gün ev ev, köy köy dolaşıp halkı örgütleyen, halkla ilgilenip sorunlarına çözüm üretmeye çalışan ve “dava”yı anlatan kadrolar yok artık. Çünkü sözünü ettiğim bu kadrolar hırsız değiller.

Eski genel başkanlarından bakanlarına, il ve ilçe başkanlarından her kademedeki yöneticilerine ve mahalle örgütlerine kadar, hırsızlığa bulaşmayanlar daha fazla dayanamadılar ve AKP’yi terk ettiler.

Menfaati olmayan AKP yöneticisi kalmadı

AKP’de kalanların da sokakları, evleri dolaşacak ne inançları ne bilinçleri ne güçleri ne de yüzleri var.

Dolayısıyla AKP’nin sokakla, evle bağı koptu. Mitinglere bile valilik genelgesi zoruyla insan getirmeye çalışıyorlar.

Bugün herhangi bir AKP teşkilatında, bir kişisel çıkarı, kazancı, menfaati olmadan görev yapan tek bir kişi bulamazsınız.

Öyle ki, muhtemelen bu sabah herhangi bir yerdeki bir AKP binasına giden bir AKP yöneticisinin kafasında, “acaba bugün partim için ne yapabilirim” sorusu yerine, “acaba bugün hangi ihaleden ne kadar pay kapabilirim” sorusu vardır.

AKP, büyük bir rant dağıtım merkezidir

Şu anda AKP, büyük bir rant dağıtım merkezinden başka şey değildir. Devasa ihalelerden küçük bir ilçedeki hastane temizlik ihalesine, milyar dolarlık marinalardan mahalledeki büfeye, torpille işe alımlardan özel ruhsatlı nargile kafelere kadar her yerde, her gün rant dağıtılıyor.

Bunun yanında, sosyal yardımlar adı altında en yoksulları kendine bağımlı hale getiriyor.

Bakanlarından müsteşarlarına, genel müdürlerinden il müdürlerine, medyadaki “majestelerinin gazetecisi” şaklabanlarından hâkim ve savcılarına, müteahhitlerinden ihracatçılarına, yandaş sendikalarından tarikatlarına, vakıflarından belediyelerine kadar hepsi bu rant çarkının parçasıdır artık.

Şüphesiz tek tek istisnalar vardır ama bildiğiniz gibi istisnalar kaideyi bozmaz.

Üniversiteler, televizyonlar, mahkemeler, troller, mafyatik çeteler, hırsızlık düzeninin sürmesi için çakma ideolojiler, baskılar ve tehditler üretip düzeni korumaya çalışırlar.

Yandaş tarikatlar, züppeli hocalar ise hırsızlığın üstünü dinle, kitapla, inşallahla, maşallahla örtmeye çalışırlar. Çünkü AKP düzeninde tüm ahlaki değerler çöktü.

AKP düzeninde devlet malı deniz, yemeyen domuzdur!

Hepsi kaçacak

Şimdi bu belirleme ışığında AKP’lilerin, seçime bir ay kala nasıl bir ruh halinde olacaklarını düşünelim.

Tüm veriler AKP’nin Meclisi de Cumhurbaşkanlığını da kaybedeceğini net olarak gösteriyor olsun.

Sizce ranta, çıkara, menfaate, yolsuzluğa veya hırsızlığa dayanarak bir partide kalanlar, bunların artık kaybedileceğini anladıklarında orada dururlar mı?

Ayrıca siz hırsız olsanız polis geldiğinde kaçmaz mısınız? Hırsız olmayın tabii 😊 Sadece empati yapın lütfen.

Emin olun hepsi kaçacak. Geriye saf ve temiz duygularla halen AKP’ye oy vermeyi düşünen küçük bir kitle kalacak.

Peki ama nereye kaçacaklar? 

Ama dikkat! Bunlar yurt dışına falan kaçmayacaklar, iktidarın yeni partilerine kaçacaklar. Şanslarını bir de yeni iktidarla deneyecekler.

Ve emin olun, Türkiye toplumunun çoğunluğu tercihini ahlaki olandan, dürüst ve adil olandan yana yapacak.

Hiçbir parti veya aday, hırsızlardan oluşan yüzde 50+1’i bulamaz. Seçim sonuçlarını alın terleriyle çalışıp helal lokma yiyenler, ezilenler, mazlumlar belirleyecek.

Sonuçta AKP değil, hırsızlar kaybedecek. Bu dediğime şaşırmayın. Hırsızlar kaybedip kaçınca AKP de kapanmış oluyor zaten. Geriye pek fazla da kimse kalmıyor çünkü.

Paylaşın

Selahattin Demirtaş’ın Çağrısı İktidarın Hoşuna Gitmeyebilir

Karar gazetesi yazarı Ahmet Taşgetiren, Kasım 2016’dan bu yana Edirne F Tipi Kapalı Cezaevi’nde tutuklu bulunan eski HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş’ın HDP’ye yönelik ‘değişim’ çağrısını yorumladı.

Demirtaş’ın kendi partisine yönelik çağrılarının iktidarın hoşuna gitmeyebileceğini söyleyen Taşgetiren, ilk olarak Demirtaş’ın şu ifadelerini okurlarına aktardı:

“Eğer diğer muhalefetten Kürt açılımı bekliyorsak biz de HDP olarak Türkiye açılımı yapmak zorundayız. Mağdur kimliğimizin bizi ezilmişlik veya öfke psikolojisine sokmasına izin vermeden, özgüvenle tüm Türkiye’yi kucaklamak zorundayız.”

HDP’nin yaşadığı mağduriyetler, siyasi kararlar alırken duygusal davranma gerekçesi olamaz. Türkiye’de değişim istiyorsak bunu kendimizden başlatma cesaretini göstermek zorundayız. Aksi halde, haklı olmamıza rağmen yeterince inandırıcı olamayız.

Kendi hassasiyetlerimize saygı beklediğimiz her yerde, başkalarının hassasiyetlerine gerekli saygıyı göstermek zorundayız.”

‘Cezaevinden yapılan çağrı önemlidir’

Taşgetiren, Demirtaş’ın ‘Türkiyeleşmek’ siyasetinin yeni olmadığını vurgulayarak “Sonraki gelişmelerde o hassasiyetin geri plana düştüğü değerlendirmeleri yapılmıştır. Doğrudur yanlıştır, ancak şu anda cezaevinden yapılan çağrı önemlidir” dedi; ardından şunları kaydetti:

“Demirtaş, iğne – çuvaldız benzetmesini burada kullanıyor. ‘Değişimi kendimizden başlatalım, yani iğneyi kendimize batıralım, muhalefet hala aynı tavırda ısrar ederse o zaman çuvaldızı onlara batırabiliriz.’ İğne-çuvaldız metaforunun özeti bu.

Tabi burada, netleşmesi gereken hususlardan biri ‘siyaset – şiddet ilişkisinin reddi’nin çerçevesi ise, diğeri de ‘Türkiye’nin bütünlüğü içinde çözüm’ün çerçevesidir.

Bu çerçeveler önemli, ama her iki konuda Türkiye’nin hassasiyetini gündeme almak da önemli. Bunun HDP için bir sorun olduğunu kabul de önemli.

Demirtaş, her iki konunun, ‘Kürt sorunu’ genel başlığında paydaş olan birçok odağı ilgilendirdiğini bilir. ‘Siyaset ve şiddet’ denildiğinde mesela, bunun ‘HDP’yi de ikincil konuma iten başat odağın inisiyatifinden nasıl kurtulunacağı?’ sorusuyla bağlantılı olduğu açıktır. Nasıl halledilecek o mesele?

‘Türkiye’nin bütünlüğü içinde’ yaklaşımı da, içerik değerlendirmesini ve yapısal anlamda uzlaşmayı zaruri kılıyor. Buna rağmen, ortada, herkesin ön yargısız kafa yorması gereken bir sorun olduğu açık.

Meclis’teki üçüncü partiye kapatma davası açılmış, bu partinin kazandığı bütün belediyelere kayyım atanmış, arkası gelmeyen operasyonlarla toplanmadık HDP yöneticisi kalmamış, sınır ötesi operasyonlar ve evlere ateş düşüren şehit haberleri devam ediyor.

‘Demirtaş, kendi kitlesine sesleniyor. Muhalefetten de anlayış bekliyor’

Yani içerde – dışarda çözüm bulunması gereken bir sorun söz konusu. Demirtaş, kendi kitlesine sesleniyor. Muhalefetten de anlayış bekliyor.

Bu çağrı, iktidarın hoşuna gitmeyebilir. Çünkü olayın bir ‘seçim’ boyutu var. Seçim söz konusu olduğunda da iktidar ‘İmralı’nın Edirne’dekine hesap sorması’nı bile dikkate alır da, Edirne’dekinin ‘şiddete tavır’ ve ‘Türkiye bütünlüğü’ hassasiyetini ıskalayabilir.”

Yazının tamamı için TIKLAYIN

Paylaşın

Selahattin Demirtaş’tan ‘Değişim’ Çağrısı

Edirne Cezaevi’nde tutuklu bulunan HDP’nin eski Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, “İğneyi kendimize batırmadan önümüze gelene çuvaldızı batırmanın kimseye yararı yok” ifadelerini kullanarak ‘değişim’ çağrısında bulundu.

“Eğer diğer muhalefetten Kürt açılımı bekliyorsak biz de HDP olarak Türkiye açılımı yapmak zorundayız” diyen Demirtaş’ın T24’te yayımlanan “İğneyi kendimize” başlıklı yazısı şöyle:

“AKP-MHP suç ortaklığı, devleti ele geçirmek ve toplumu teslim almak için akıl almaz hukuksuzluklara ve ahlaksızlıklara imza atarak zaten ağır aksak işleyen sistemi iyice çökertti. Her alanda korkunç bir çürüme yaşanıyor.

Adeta trafik magandası gibi, yolda makas atıp tüm şeritleri tıkamış durumdalar. Ne kimsenin geçmesine izin veriyor ne de kendileri ilerliyorlar.

Değişim cesaret ister

Bu durumda muhalefet, iktidarın peşine takılmak yerine yeni yollar bularak ilerlemek zorunda. Bu da ancak “değişim” ile mümkün olabilir.

Siyasette değişim yürek ister, cesaret ister. İstediğiniz kadar bilgiye ve deneyime sahip olun, cesaretiniz yoksa değişimi başlatamazsınız. Alışılmış kalıplarla siyaset yaparak, kendi konfor alanınızda kalarak ne partinizi ne de toplumsal ilişkileri değiştirebilirsiniz.

AKP algılar siyaseti yapar

AKP, olgulardan çok algılar üzerinden siyaset yapan bir yapıdır. Bu yöntemi, özellikle seçim dönemlerinde çok daha fazla ve pervasızca kullanır.

Muhalefet çok güçlü ve somut projeler ile olgulara dayalı siyaset üretse bile AKP’nin yarattığı algıları kırmadan geniş kitlelere ulaşamaz.

Muhalefetin bu konuda bir dezavantajı var; AKP tek merkezden algı üretirken muhalefet bu algılara karşı çok merkezden yanıt vermek durumunda.

Teklik değil, ortaklık

Bu durumu aşacak ortak stratejiler üzerinde çalışılmalıdır.

Ortak dil, medyanın ortak kullanımı, ortak sloganlar, ortak eylem ve etkinlikler, ortak çözüm projeleri ve en nihayetinde ortak adayla saha çıkılırsa emin olun, seçim en az 80’e 20 kazanılır.

Çuvaldızın yararı yok

Bugünkü koşullarda Altılı Masa ile HDP merkezli muhalefet arasında kurumsal bir iş birliği pek olası görünmüyor. Bunun en temel nedeni, AKP’nin ürettiği algılar ve muhalefetin bu algılara cesur bir değişim hamlesiyle yanıt verememesidir.

Burada yegane sorumlu elbette Altılı Masa değildir. HDP’nin de eksikliği ve sorumluluğu vardır. Önce iğneyi kendimize batırmadan, önümüze gelene çuvaldızı batırmanın kimseye bir yararı yok.

HDP siyasi bir mucizedir

Evet, HDP baskılardan en büyük payı alan partidir. Kitlesi en çok horlanan, en çok zulüm gören partidir.

Cezaevleri HDP’lilerle doludur. HDP’nin yüzlerce belediyesi gasp edilip kayyum atanmıştır. Neredeyse her gün de onlarca üyesi hukuksuz operasyonlarla tutuklanmaktadır.

HDP üzerinde büyük bir medya ambargosu var. Hakkındaki kapatma davası devam ediyor.

Tüm bunlara rağmen HDP en çok direnen, dimdik ayakta kalmayı başarmış olan bir siyasi mucizedir. Bunu da dinamik, fedakar, cesur tabanına, halka borçludur.

Değişimi kendimizden başlatma cesareti

Ancak HDP’nin yaşadığı mağduriyetler, siyasi kararlar alırken duygusal davranma gerekçesi olamaz. Türkiye’de değişim istiyorsak bunu kendimizden başlatma cesaretini göstermek zorundayız. Aksi halde, haklı olmamıza rağmen yeterince inandırıcı olamayız.

Kendi hassasiyetlerimize saygı beklediğimiz her yerde, başkalarının hassasiyetlerine gerekli saygıyı göstermek zorundayız.

Elbette bütün bu hassasiyetlerin sınırı da demokratik ortak değerlerdir. Kimse kimseye, farklı hassasiyetleri ortak değer olarak dayatmamalıdır.

Türkiye açılımı

Eğer diğer muhalefetten Kürt açılımı bekliyorsak biz de HDP olarak Türkiye açılımı yapmak zorundayız. Mağdur kimliğimizin bizi ezilmişlik veya öfke psikolojisine sokmasına izin vermeden, özgüvenle tüm Türkiye’yi kucaklamak zorundayız.

HDP’nin geçtiğimiz pazar günü büyük katılım ve coşkuyla düzenlenen 5. Olağan Kongresi bu değişim için önemli bir olanak ve zemin sunmuştur.

Siyasetin ve şiddetin bir arada olamayacağını bizim de bildiğimizi, bütün sorunlarımıza Türkiye’nin bütünlüğü içinde çözüm aradığımızı ve onurlu bir barış için ciddiyetle çalıştığımızı tüm Türkiye’ye en uygun dille, söylemle anlatmamız gerekir.

Bu sayede ekonomi, dış politika, eğitim, sağlık, tarım, adalet gibi temel başlıklarda Türkiye’yi düze çıkaracak politikalarımızı daha rahat anlatabiliriz.

Alışkanlıklarımızdan vazgeçelim

Biz bunu başardığımız oranda AKP’nin ürettiği algılarla baş etmek mümkün ve kolay olur. Tüm muhalefetin demokrasi için iş birliği yapması da kaçınılmaz hale gelir.

Bizim yapacağımız doğru hamlelere rağmen muhalefet algılara teslim olmaya devam ederse işte o zaman çuvaldızı onlara batırma hakkımız doğar.

Bunun için ilkelerimizden değil, korkularımızdan ve alışkanlıklarımızdan vazgeçmemiz yeterli.

Değişim zamanı

Dedim ya, değişim cesaret ister. Şimdi o cesareti göstermenin, değişimi kendimizden başlatmanın tam zamanı. Emin olun, gerisi domino taşı gibi gelir. Toplum herkesi değişim için daha fazla zorlar ve demokrasiye bir adım daha yaklaşırız.

Değişim şimdiden başlamalı ki, seçimden sonra güçlü bir şekilde sürebilsin.

Paylaşın

Demirtaş’tan ‘Yeni Çözüm Süreci’ Yazısı

Edirne Cezaevi’nde 5 yılı aşkın süredir tutuklu bulunan HDP’nin önceki dönem eş genel başkanlarından Selahattin Demirtaş, ‘Kürt sorununun er ya da geç diyalog ve müzakere yöntemiyle, barış içinde çözüleceğini’ belirterek, seçim öncesi gündeme getirilecek adımlar konusunda değerlendirmelerde bulundu.

Şu an da AK Parti’nin ‘çözüm niyeti de kapasitesi de’ olmadığını vurgulayan Demirtaş, “HDP tabanı da Kürt seçmen de deneyimli, bilinçli, politik ve örgütlü bir güçtür. Neyin ne olduğunu çok iyi bilir” dedi.

Yeni Yaşam gazetesi için ‘Yeni çözüm süreci’ başlıklı yazı kaleme alan Demirtaş, “Benim gözümden durum budur” diyerek, şu değerlendirmede bulundu:

Olacak mı? Elbette olacak. Kürt sorunu er ya da geç, diyalog ve müzakere yöntemiyle, barış içinde çözülecek.

Bunu, bugünlerde yeniden ısıtılan çözüm söylentilerine bakarak değil, ilkesel bir yaklaşım olarak belirtiyorum.

AKP’nin bir çözüm arayışında olmadığını, tam tersine bir çözülme süreci yaşadığını en net şekilde Sayın Pervin Buldan, son Meclis grup toplantısında ifade etti.

Tecride karşı Gemlik yürüyüşü ve sonrasında İmralı’da görüşmeye izin verileceği söylentisiyle birlikte yoğun bir tartışma başladı.

Acaba Öcalan’dan seçime yönelik bir mektup mu gelecek? HDP ile AKP yakınlaşacak mı? Çözüm süreci yeniden mi başlıyor? Kürtler seçimde tarafsız mı kalacaklar?

Bu ve benzeri sorular ile çeşit çeşit yanıtlar peş peşe sıralandı.

HDP’den yapılan açıklamalar yerli yerinde ve açıklayıcı olmasına rağmen, belli ki tartışmalar bitmeyecek. Zararı yok, herkes tartışabilir hatta tartışılmasında yarar var. Bununla birlikte, bazı gerçekleri ortaya koyup tespitler yapmadan yürütülecek tartışmalar doğru sonuçlar doğurmaz.

Nedir bunlar, sırayla gidelim.

Tecrit, hukuk ve ahlak dışı bir işkence yöntemidir. Tecridi savunmak işkenceyi savunmaktır. Cezaevindeki herkes gibi Sayın Öcalan’ın da ailesi ve avukatlarıyla yasalar çerçevesinde görüşme hakkı vardır. “Tecrit kaldırılsın” demek ne suçtur ne de yanlıştır. Tersini savunmak ahlak dışıdır ve suça ortak olmaktır.

Tecrit siyaseten de yanlıştır. Öcalan’ın konuşabilmesi çatışmayı değil, çözüm olasılığını büyütür. Bunu her fırsatta defalarca denediğine, barış çağrıları yaptığına tanık olmadık mı?

Çözüm sürecine karşı çıkmak açık açık savaş taraftarlığıdır. Çözüm sürecinden lanetli bir öcü gibi söz etmek yaşamı değil, ölümü savunmak demektir. Bununla birlikte, çözüm sürecinin yöntemini, yolunu ve yordamını eleştirmek, öneriler yapmak herkesin hakkıdır.

Öcalan’ı AKP’ye destek veriyor ya da verecek gibi göstermek kesinlikle yanlıştır, haksızlıktır. Sayın Öcalan, barış için en küçük bir olanağı bile değerlendirmekten geri durmaz. Bunun yanı sıra, barış umutlarını bir seçime kurban etmeyecek kadar da deneyimlidir.

Öcalan bugüne kadar HDP’ye tek bir talimat bile vermedi, vermez. Böyle bir tarzı yoktur. Gerekçeleriyle birlikte öneride bulunur, çağrı yapar. Bu önerileri ve çağrıları her siyasi partinin yetkili organlarında mutlaka gündeme geldiği gibi HDP’de de ciddiyetle ele alınır, değerlendirilir ama karar organı da irade de HDP yönetimidir.

Türkiye sınırlarının içinde ve dışında çatışma durumuna dair en etkili barış kurucu aktör Öcalan’dır. Kendisinin desteği ve katkısı olmadan barış yolunda mesafe kat edilemez. PKK, Öcalan’dan başka hiç kimseyi dikkate almaz.

Demokratikleşmenin ve nihai çözümün adresi TBMM’dir. Burada da muhatap, HDP ile birlikte tüm siyasi partiler ve toplumun kendisidir.

Şu anda AKP’nin çözüm niyeti de kapasitesi de niteliği de yoktur. Gırtlağına kadar adaletsizliğe, zulme, yolsuzluklara batmış, çözülme süreci yaşayan, tükenmekte olan zayıf bir iradedir AKP. Atacağı her adım, küçük ve ucuz seçim hesaplarından öte anlam taşımaz.

HDP tabanı da Kürt seçmen de deneyimli, bilinçli, politik ve örgütlü bir güçtür. Neyin ne olduğunu çok iyi bilir, nasıl davranacağını da günü geldiğinde ortaya koyar. Kandırmaya, kafa karıştırmaya dönük AKP’den gelecek her hamle, halkın iradesine çarpıp geri döner.

AKP yeni bir çözüm süreci başlatır mı başlatmaz mı yoksa bu bir oyun mudur değil midir şeklindeki spekülatif tartışmalara girmek yerine, muhalefetin Kürt sorununda kendi çözüm stratejisini ortaya koyması daha doğru olur. Muhalefet bunu yapmadığı sürece iktidar Kürt sorununu ve çözüm sürecini istismar etmeyi sürdürecektir. Kast ettiğim şey, AKP ile birlikte yeni bir çözüm süreci değil, seçimden sonra iş başına gelirlerse muhalefetin nasıl bir çözüm önerdiklerini ana hatlarıyla şimdiden ortaya koymalarıdır. Kürt sorunu Türkiye’nin birliği ve barış içinde çözülecekse HDP dahil tüm muhalefetin şimdiden ortak bir çözüm stratejisinde uzlaşmaları, Türkiye’nin geleceği açısından çok gerekli ve önemlidir.

Benim gözümden durum budur.”

Paylaşın

Demirtaş, Erdoğan’ın İç Ve Dış Politikadaki Duruşunu Yorumladı

Kasım 2016’dan bu yana Edirne F Tipi Kapalı Cezaevi’nde tutuklu bulunan eski HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın hem iç hem dış politikadaki tavırlarını yorumladı.

+Gerçek için kaleme aldığı yazıda esprili bir dil kullanan Demirtaş, “Recep Tayyip Erdoğan’ın en takdir ettiğim yönü ilkeli duruşudur. Koşullar ne olursa olsun, bazı ilkelerinden asla taviz vermiyor. Dik duruşunu bozmuyor. Bu tarzına hayran olmamak mümkün değil” ifadesini kullandı ve ardından şunları kaydetti:

“Mesela ülkede kıyamet bile kopsa muhalefet liderleriyle asla bir araya gelmiyor, onlarla görüşmüyor. Deprem olsa; sel, yangın, heyelan olsa tufan kopsa savaş çıksa ekonomi çökse taziye veya düğün olsa fark etmez, tek bir muhalefet lideriyle görüşmüyor.

HDP dahil hiçbir muhalefet lideriyle yan yana gelmiyor, onları toplu olarak davet edip memleketin sorunlarını konuşmuyor. Dedim ya, adam ilkeli. İlkesinden zırnık taviz vermiyor. Gelin de hayran olmayın.

Mavi Marmara ve Filistinliler

Gerçi Mavi Marmara Katliamı ve Filistinlilere yapılan zulüm nedeniyle İsrail ile sittin sene görüşmem dedikten sonra “Mavi Marmara ile Gazze’ye giderken bana mı sordunuz?” deyip İsrail Cumhurbaşkanı’nı baş tacı ederek ağırlıyor ama o ayrı. HDP dahil tek bir muhalefet lideriyle görüşmüyor. Adam ilkeli, kardeşim.

Mısır ve darbeci Sisi

Ha, bir de Mısır’a askeri darbeyle yönetimi ele geçiren, seçilmiş Cumhurbaşkanı Mursi’yi hapiste öldürten darbeci Sisi ile beş yüz sittin sene görüşmem deyip Mısır ile diplomatik görüşmeleri başlatıyor. Yakında Sisi ile bir araya gelecek ama o sayılmaz. HDP dahil tek bir muhalefet lideriyle görüşmüyor ya, ilkeli adam mübarek.

Suudi Arabistan ve Cemal Kaşıkçı

Tamam, Suudi Arabistan ile “ufak” bir cinayet meselesi vardı, Cemal Kaşıkçı’yı konsoloslukta vahşice katledip cenazesini bile yok eden Suudi yönetimine çok sert çıkmıştı. İki bin beş yüz sittin sene görüşmem, kralınız gelse de görüşmem deyip kral gelmeyince mecburen prensle idare edip sarmaş dolaş olmuşluğu vardır ama Allah var, HDP dahil tek bir muhalefet lideriyle görüşmüyor. İlkeli insanın hali bir başka oluyor.

ABD ve Trump

Bir de şu “aptallık yapma” diye mektup yazan Donald Trump vardı. Normalde beş bin sittin sene görüşmemesi beklenirdi fakat acilen bir görüşme ayarlayabilmek için dış işleri bürokrasisini helak etti. Neyse ki görüştü, görüştü. Ancak HDP dahil tek bir muhalefet lideriyle görüşmüyor, görüşmez. Ne yani görüşüp de ilkelerinden taviz mi versin? Siz Erdoğan’ı ne zannediyorsunuz?

Rusya ve Putin

Mesela İdlib’de savaş uçaklarıyla 33 askeri katleden Putin ile on bin sittin sene görüşmemesi beklenirdi ama acilen Moskova’ya gidip Putin’in kapısında dakikalarca bekletildikten sonra görüştü. Bir ara da karşılıklı olarak külahta dondurma yalamışlığı olabilir ama HDP dahil tek bir muhalefet lideriyle bırakın dondurma yalamayı, buz parmak yemişliği bile yoktur. Olmaz da. Neden olsun ki? Adam ilkeli.

ABD ve Biden

Ermeni Soykırımı’nı tanıyan Joe Biden ile bir araya gelmeden önce “Konuyu gündeme getireceğim” deyip görüşmeden sonra da “Çok şükür gündeme gelmedi” demişliği yok mudur? Yalan söyleyecek halimiz yok, vardır. Lakin HDP dahil tek bir muhalefet lideriyle kıyamet bile kopsa görüşmez. Adam ilkeli, ilkeli. Böyle birine nasıl hayran olunmaz ki?

Daha kimler kimler

Katil dediği Beşar Esad ile alttan görüşmeleri başlatmış durumda. İyi de olur, bir şey dediğimiz yok. Taliban liderleriyle görüşüyor. Hizbullah’ın, daha doğrusu Hizbi kontranın siyasi kanadı Hüda PAR ile görüşüyor. Hollanda’ya, Almanya’ya, Fransa’ya defalarca meydan okudu, hiçbiriyle elli bin sittin sene görüşmez sanıyorduk, görüştü.

İktidar ortağı, cezaevinden saldıkları mafya bozuntusu katillerle, uyuşturucu baronlarıyla görüşüyor; bakanları dolandırıcılarla, çocuk tacizcileriyle, bilimum büyük hırsızlarla görüşüyor ama kendisi HDP ve tek bir muhalefet lideriyle görüşmüyor.

Kürt sorununu konuşmak için Kürtlerin temsilcileriyle; çöken ekonomiyi, biten demokrasiyi, artan kutuplaşmayı konuşmak için HDP dahil muhalefet temsilcileriyle görüşmüyor. Memleket yıkılsa alt üst de olsa görüşmüyor.

İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı üç yıldır kendisinden randevu istiyor, görüşmüyor. Yetmiyor, muhalefetin kendi arasında görüşmesine bile dayanamıyor. Ama muhalefet de gerçekten çok ilkesiz (!) davranıyor. Nedir öyle görüşmeler, bir araya gelmeler falan? Yakışıyor mu Allah aşkına?

Dik dur eğilme, bu millet seninle Reis! Sen böyle ilkeli durdukça benim burada gözlerim yaşarıyor. Bir gülme geliyor ki, sorma.”

Paylaşın