2022 yılı bütçe görüşmelerinin son günde HDP Grubu adına söz alan Saruhan Oluç, “Bugünkü çöküşün nedeni günümüzün Saray Hanedanlığıdır! Halkın cebindeki parayı yandaşın cebine, halkın sandıktaki iradesini kayyımların, atanmışların eline teslim eden bir sistemdir sizin sisteminiz. Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi adı altında parti devleti sistemiyle tüm kurumları iktidarınızın parti birimlerine çevirdiniz. Tablo ortada; Yargıtay Partisi, Danıştay Partisi, Ağır Ceza Partisi, Emniyet Partisi, SADAT Partisi, TÜGVA Partisi, Vali-Kaymakam-Milli Eğitim-İŞKUR Partisi oluşturdunuz!” ifadelerini kullandı.
Haber Merkezi / Ekonomik krizin tohumlarının 2015’te atıldığını, 2018’de başladığını belirten Oluç, “Ekonomik kriz siz yok deseniz de her gün etkisini hissettiriyor. Sosyal ve siyasal alana sirayet ederek çoklu kriz özellikleri gösteriyor. Esnaf, alıp satamıyor, hatta son haftalarda fiyat belirleyemiyor. Vatandaş alım gücünü her gün kaybediyor. Türk lirası, değersiz pul haline getiriliyor. Kim yapıyor bunları? Bu iktidar yapıyor” dedi.
İktidarın ömrünü uzatmak için “yeni ekonomik model”den bahsettiğini söyleyen Oluç, modeli “çelişkiler modeli” olarak tanımladı. Oluç, iktidarın her yıl bir yeni ekonomi programı yarattığını, ülke ekonomisini batırdığını, Türkiye’yi tarımda dışa bağımlı hale getirdiğini savundu. Gençlerin iş bulma umudunu yitirdiğini söyleyen Oluç, yoksulluk ve işsizliğin gençleri, en çok da genç kadınları vurduğunu kaydetti.
İktidarın, kutuplaştırma ve gerginlik yaratma üstadı olduğunu belirten Oluç, “Kendisini sınırlar içinde ve dışında Kürtlere karşıtlık üzerinden var eden bu yeni rejim, Kürt sorununu da çözümsüz hale getirmiştir. Önce Kürtleri sonra Kürtçeyi daha sonra Kürt sorununu şimdi ise Kürtlerin siyasal temsilini inkar eden bu rejim demokratik ve barışçıl bir rejimi de reddetmektedir” ifadelerini kullandı.
Halkların Demokratik Partisi (HDP) Grup Başkanvekili Saruhan Oluç, 2022 bütçe görüşmelerinin kapanışında konuştu. Oluç’un konuşmasının tam metni şöyle;
“Günlerdir 2022 yılının bütçesi ve geçtiğimiz yılın kesin hesabı üzerine konuşmalar gerçekleştirdik ama ortada çok tuhaf bir durum var. Çünkü aslında kadük hale gelmiş bir bütçe görüşüldü. Neden mi? Bu bütçe Plan Bütçe Komisyonuna geldiğinde dolar kuru 9,27 idi. Şimdi kapanış konuşmaları yapılırken, dolar 16,5-17 aralığında dalgalanıyor. Yüzde 75 sapma var. Yüzde 75. Yani bütçenin bütün öngörüleri ve değerlendirmeleri boşa düşmüş durumdadır. Aynen iktidarın Orta Vadeli Programında ve Merkez Bankası’nın 10 gün önceki öngörülerinde olduğu gibi. Şimdi ‘maaşınızı dolarla mı alıyorsunuz’ saçmalığına düşmeyin sakın. Çünkü Türkiye ekonomisini az buçuk bilen bilir ki, ara malları ithalatı üzerinde yükselen bağımlı bir üretim modeli vardır ve döviz kurlarındaki bu yükselme ithalatı ve enerji fiyatlarını doğrudan belirlemektedir. Daha bu bütçeyi oylamadan, ek bütçe yapılacağına dair haberler ortalıkta dolaşıyor ve sizler iktidar kibrinizden dolayı muhalefete kulaklarınızı kapatıyorsunuz.
Aslında bu bütçenin geri çekilerek revize edilmesi gerekirdi. Bütçe tercihlerinin değiştirilmesi ve halkın ihtiyaçlarına göre yeni bir bütçe hazırlanması gerekirdi. Ama bu iktidarın bunu yapacak mecali de yok, vizyonu da. Tükenmiş, halka yeni bir umut hikayesi anlatamayan bir iktidarla karşı karşıyayız. Ve tek hedefi kendi bekasını sağlamaktır. 2015 yılında tohumları atılan ve 2018’de başlayan ekonomik kriz, siz yok deseniz de her gün etkisini hissettiriyor. Hem de sosyal ve siyasal alana sirayet ederek çoklu kriz özellikleri gösteriyor.
“Türk Lirası değersiz pul haline geliyor”
AKP-MHP ittifakı “ekonomik kriz” kelimesini ağzına almasa da bir ülkede insanlar “Karnımızı doyurduğumuz gün şükrediyoruz” diyorsa; bir esnaf kalkıp “Her şeyimi sattım, borç bitti ama ben de bittim” diyorsa; bir emekçi kadın “Asgari ücretten ucuza çalışıyorum. Yetiştiremiyorum” diye isyan ediyorsa; çiftçi ve köylü gübre, mazot ve tohum fiyatlarındaki yükselişi dehşetle izliyorsa o ülkede ekonomik kriz vardır! Bu ülkede insanlar fırından utanarak bayat ekmek alıp akşam sofra kurarken, iktidar beslemesi medya “İşte 4 lezzetli bayat ekmek tarifi’” diye manşet atmakla meşgul oluyorsa; halkına yabancılaşmış bir iktidar sefası vardır! Saray sefa sürerken, işçinin, emekçinin, çiftçinin, yoksulun, dar gelirlinin mutfağı yangın yerine dönmüştür. Üretici maliyetlerden ötürü üretemiyor, Esnaf alıp satamıyor, hatta son haftalarda fiyat belirleyemiyor. Vatandaş alım gücünü her gün kaybediyor. Türk Lirası değersiz pul haline geliyor.
Cumhurbaşkanı sıfatıyla AKP Genel Başkanı Erdoğan ise ya “Faiz nas’tır” ya da “Stokçuluk haramdır” sözlerini sarf ediyor. Halbuki sorun bu güvensizlik ortamını yaratan iktidardadır. Halk güvenmiyor sizin sözlerinize. Ortadaki günah sizindir, günahkâr olan Saray’dır! Suçlu olan esnaf değil, üretici değil Saray’dır, AKP-MHP ittifakıdır! “Ekonominin kitabını yazdım” diyen Cumhurbaşkanının eğer bir kitabı varsa adı: “Saray’ın Saadet Zinciri”dir. İşte siz bu felakete sıkılmadan “ekonomik kurtuluş savaşı” diyorsunuz. Bizler de “böyle bir savaş yok, siz politikalarınız ve uygulamalarınızla emekçi yoksul halka savaş açtınız” diyoruz. İktidarınızı koruma savaşı.
İktidar ömrünü uzatmak için şimdi de “Yeni Ekonomik Model” lafına sarıldı. Yatıp kalkıyorsunuz, “Yeni Ekonomik Model” diyorsunuz. Her şeyden önce bu model yeni değil, Kenan Evren’in Türkiye’ye 12 Eylül 1980 askeri darbesi ve tank paletleri ile getirdiği ekonomik modelin makyajlanmış halidir. Bu modelin faturasını halk, 1994 ekonomik krizinde ödedi. 2000 ve 2001 yıllarındaki ekonomik krizlerde ödedi. Biz bu modeli; bankerler krizinden, hayali ihracatlardan, gıda kuyruklarından tanıyoruz. Biz bu modeli; cari açıklardan, ticaret açıklarından, siyaset-iş dünyası-bürokrasi arasında kurulan suç ekonomilerinden biliyoruz. Bu modelin ilk icraatı Merkez Bankasının dolar satışları oldu. Merkez Bankası 1 Aralık, 3 Aralık, 10 Aralık ve 13 Aralık’ta piyasaya 4 milyar dolardan fazla döviz sattı. Bugün de satıyor. Erdoğan, grup toplantısı yaparken bile kurlar oynamasın diye satış yapıldı, ABD FED toplantısı yapılırken satış yapıldı. Faiz açıklamasından sonra satış yapıldı.
“Türkiye’de tek adamın merkez bankası, yani Saray-Bank vardır”
Kimin dolarlarını satıyor bu Merkez Bankası? Kaçtan borçlanıp dolarları alıyor bu Merkez Bankası? Kimlere peşkeş çekiliyor bu dolarlar? Doları düşürmek için piyasaya satılan dövizin etkisi ne kadar sürdü biliyor musunuz, 45 dakika, sadece 45 dakika! Döviz satıldı, dolar düştü. 45 dakika sonra dolar eski fiyatına geri geldi. Bu halkın cebinden çıkan milyarlarca dolar kül oldu ama birilerini cebi şişti. Bütün dünyada ülkelerin merkez bankaları vardır. Türkiye’de ise tek adamın merkez bankası, yani Saray-Bank vardır. Saray Bank size çalışıyor. O da yetmiyor. Bugünlerde kamu bankalarının sermaye yapısını ve kredi kapasitesini desteklemek için çalışmalar yapıyorsunuz. Esnafı, emekliyi, emekçiyi, çiftçiyi batırdıktan sonra şimdi sıra kamu bankalarına geldi.
Bu model bir çelişkiler modelidir. Faize karşıyız diyenlerin yüksek faiz ödediği, yerli ve milliyiz diyenlerin ülkenin geleceğini, zenginliklerini kelepir fiyatına yabancı yatırımcılara ve şirketlere satmaya çalıştığı bir modeldir. Her yıl bir yeni ekonomi programı yaratıyorsunuz. Geçen yıl da öyleydi bu yıl da. Toplumu yüksek kur, yüksek faiz borcu, yüksek işsizlik, yüksek enflasyon ve hayat pahalılığı sarmalıyla kuşatan sisteminiz miadını doldurdu, kilometre ömrünü tamamladı. Sisteminiz pert oldu, hurdaya çıktı. Pert olmuş bir arabayı yürütemeyeceğinizi göreceksiniz. Üç yıllık Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sisteminiz, bolca “yeni model”le doludur. Modelleriniz Türkiye’yi ne hale getirdi söyleyeyim. Modelleriniz Türkiye’yi ne hale getirdi size söyleyeyim: Dünya Bankası raporuna göre nüfusun yarısı toplam yıllık ülke gelirinin yüzde 15’ini alırken, en yukarıdaki yüzde 1 gelirin yüzde 24’ünü alıyor. İşte sizin modeliniz.
“Karanlık senaryolar bu iktidarı kurtaramaz”
İktidar bu ülkenin ekonomisini batırıyor. 2018’den bu yana her yıl bir Hazine ve Maliye Bakanı değiştirdiniz, 2018’den beri dört Merkez Bankası Başkanı değiştirdiniz, TÜİK’i Saray’ın hesap makinesine çevirdiniz, sayısız başkan ve başkan yardımcısı değiştirdiniz. Yolsuzluğu Bakanlar Kuruluna, Saray’a kadar taşıdınız. Toplam borçlu sayısını 35 milyon kişiye çıkardınız. 30 milyon insanı açlık sınırının altında bıraktınız. Ne “ekonomik kurtuluş savaşı” diyerek sarıldığınız 1994 model Tansu Çiller ne zamanında vesayet kurumu dediğiniz Milli Güvenlik Kurulu ne de Saray’ın kör kuyularında hazırlanan karanlık senaryolar bu iktidarı kurtaramaz.
Türkiye halklarını, yarattığı çoklu kriz içerisinde yaşam mücadelesi vermeye zorlayan ve utanmadan, sıkılmadan “kriz yok” diyen bir iktidar ortaklığı gerçeği var. Sokak, çarşı, pazar, atölye, manav, bakkal, kasap ve en önemlisi halkın mutfağından bihaber. Halkın arasına gidemeyecek duruma geldiniz. İşte bu yüzden yüzü kızarmadan konuşabiliyorsunuz.
“Ucuza almak için pazara akşam saatlerinde gidin, yerden ürün toplayın, porsiyonlarınızı küçültün, az yiyin, eti gramla, sebzeyi taneyle alın, turfanda yemeyin sağlığa zararlıdır, kombinizi kısık derecede kullanın, üşüyün” diyebiliyorsunuz. Bakın tarımı öyle bir tahrip ettiniz ki… Çiftçiler, köylüler size ne diyeceklerini bilemiyor.
AKP Genel Başkanı, Türkiye’nin savunma sanayiinde dışa bağımlılığını yüzde 80’lerden yüzde 20’lere indirdik diyor.
2020 yılında üretilen buğdayın yüzde 48’i oranında buğday ithal edilmiş. 2021’deki buğday ithalatı ise 11-12 milyon tona yaklaşmış. Sadece buğdayda değil pirinçte, mercimekte, nohutta da Türkiye’yi dışa bağımlı hale getirdiniz. Savunma sanayinde dışa bağımlılığı azaltmakla övünen iktidarınız, ekmeğin buğdayında, pilavın pirincinde Türkiye’yi dışa bağımlı hale getirdi. Eserinizle gurur duyuyor musunuz?!
Mazotun, gübrenin, tohumun fahiş ölçülerde zamlanması nedeniyle bu ülkenin verimli topraklarında traktörler çalışamıyor. Çiftçiler haciz derdiyle boğuşuyor. Ama ithalat vurgunculuğu çalışıyor! Türkiye’de bir de yalan sanayisi kurdunuz. Uçuyoruz, coşuyoruz, şahlanıyoruz, Avrupa bizi kıskanıyor, bolluk içindeyiz, ekonomi büyüyor gibi sürekli yerli ve milli yalan üreten yalan sanayisiyle siyasetinizi yürütüyorsunuz! Bütçedeki faiz ve silahlanma harcamalarınızı, çoklu maaş düzeninizi, rant ve talanınızı, yolsuzlukları ne düşünüyorsunuz ne görüyorsunuz ne de duymak istiyorsunuz.
2021 yılı boyunca, yaşanan ekonomik krize karşı halkın taleplerini ve dertlerini dinlemek üzere HDP olarak İstanbul’dan Van’a, Mardin’den İzmir’e kadar Türkiye’nin dört bir yanında “İş ve Aş Buluşmaları” gerçekleştirdik. 2022 yılı bütçe görüşmeleri başlamadan önce de “Bütçe Buluşmaları” adı altında Ağrı’dan İstanbul’a, Mardin’den Ankara’ya hem sivil toplum örgütleri, meslek odaları, demokratik kitle örgütleri, sivil inisiyatifler gibi kurumlarla görüşmeler yaptık, halkla bir araya gelerek bütçe için taleplerini dinledik.
“Toplumun derdi sizin derdiniz değil”
Bu buluşmalar sonucu ortaya çıkan talepleri Meclis’e taşıdık. 2022 Merkezi Yönetim Bütçe Kanun Teklifinin Plan ve Bütçe Komisyonu’nda gerçekleşen görüşmeleri boyunca önergeler verdik. Asgari ücret vergilerden muaf tutulsun dedik. Dinlemediniz, ama şimdi Saray söyledi diye heyecanla savunuyorsunuz. Doğruyu kabullenmeniz ancak Saray size söylerse oluyor. Öğrencilerin kredi borçlarından EYT’lilerin sorunlarına, 3600 ek göstergeden çiftçilerin borçlarına, ataması yapılmayan öğretmenlerden emekli maaşlarına, ev emekçisi kadınların haklarından engellilerin sorunlarına kadar verdiğimiz önergelerin hepsi AKP-MHP oylarıyla reddedildi. Çünkü işçiyle, emekçiyle, emekliyle, esnafla, çiftçiyle, kadınla, gençle, dar gelirliyle, ücretli çalışanla birlikte dertlenmeyi önemsemiyorsunuz. Toplumun derdi sizin derdiniz değil çünkü.
Bu bütçenin en büyük özelliklerinden birisi KADIN bütçesi olmamasıdır. Bu bütçe toplumsal cinsiyet eşitliğine duyarlı olmak bir yana, eşitsizliği derinleştiren bir bütçedir! Kadına yönelik şiddeti engellemeye yönelik, kadın yoksulluğunu ve işsizliğini çözmeye dönük, kadınların esnek, güvencesiz ve düşük gelirle çalışmamasına yönelik politikalar bu bütçede yoktur. Bu bütçe eşit katılımı, eşit temsiliyeti yok sayan bir bütçedir.
Türkiye dünya genelinde gençlerin en yoğun olduğu ülkeler arasında üst sıralardayken, maalesef aynı zamanda gençlerin en mutsuz ve umutsuz olduğu ülkeler arasında da üst sıralardadır. Türkiye’de genç işsizliği TÜİK verilerinde bile yüzde 25’e yakın. Yani her 4 gençten biri işsiz, daha da beteri istatistiklere göre yüzbinlerce genç iş aramaktan vazgeçmiş, iş bulma umudunu yitirmiş. Gençliği bu hale getirdiniz. Bütün bu yoksulluk ve işsizlik gençler arasında en çok da genç kadınları vuruyor. Hal böyleyken liyakatsizlik ve torpille ilgili belgeler, bilgiler klasör klasör ortaya dökülüyor.
Umutsuzluğun normalleştirilmeye çalışıldığı; kuralsızlığın kural, olağanüstünün olağan, hukuksuzluğun norm, eşitsizliğin felsefe, yolsuzluğun sistem haline getirilmeye çalışıldığı bir dönemdeyiz. Ancak bizlere yol göstereceklerin, cesaret aşılayacakların kadınlar ve gençler olduğunu çok iyi biliyoruz. Kadınların gücü, mücadelesi, iradesi ve ısrarı bütün engellemelere rağmen büyüyor. Önümüzdeki zaman diliminde bir devri kapatırken gençlerin kendi elleriyle ülkeyi yeniden bu ülkeyi inşa edeceği bir umut var. “Genç başladık, genç başaracağız” diyen gençler her geçen gün artıyor. Kadınları kamusal alandan uzaklaştırmak isteyenlere karşı direnen kadınlar; “çıkar telefonunu” diyen zihniyete cevap veren gençler hepimize yol gösterecek.
“Aynı gemideyiz, ama kaptan ve yardımcıları ehliyetsiz. Değiştireceğiz hepsini”
Bütçe boyunca iktidar sözcülerinin, bakanların burada çizdiği sahte pembe tabloyu, birkaç gün önce Maliye Bakanınız ters yüz etti: “Bitersek hep beraber biteriz” dedi! Biz de diyoruz ki; yok hep beraber bitmeyeceğiz, asıl siz biteceksiniz, siz! Bitiyorsunuz da zaten. Gemi metaforunu çok seviyorsunuz. Aynı gemideyiz, ama kaptan ve yardımcıları ehliyetsiz. Değiştireceğiz hepsini. Başka türlü bu geminin batmaktan kurtulma şansı kalmamıştır.
İçinde bulunduğumuz durum çoklu krizdir ve bu çoklu krizin önemli bir sebebi bu ülkenin tarihinde saklıdır. Bu ülke kuruluşundan bu yana cumhuriyeti demokrasi ile buluşturamamıştır. 100 yıldır aktörleri değişse de Türkiye’de yürürlükte olan düzen anti demokratiktir. Bu ülkede ne sivil demokratik bir anayasa ne de demokratik bir cumhuriyet maalesef inşa edilemedi. Her gelen iktidar yalnızca kendi bekasını esas aldı ve halkları her seferinde sefalete, demokrasisizliğe, hukuksuzluğa ve adaletsizliğe mahkûm etti.
Belirli periyotlarla kriz yaratan bu durum, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ne geçilmesiyle birlikte çoklu boyut kazanmıştır. 2018 sonrası otokrasi ile yönetilmeye çalışılan bu ülke; halktan, Meclis’ten ve kurumlardan kaçırılan karar mekanizmalarını Saray’da tek bir kişinin insafına bırakmıştır. Oysa zamanın ruhu bize başka bir şey söylüyor: Tek bir kişi her konuda bilgi ve yetki sahibi olamaz! Tekliği, merkeziyetçiliği bu kadar yüceltirseniz kaçınılmaz olarak yasama, yürütme, yargı ve kitle iletişim araçları ve akademi vesayet altına alınır. İçinde bulunduğumuz çoklu krizin sebebi bu merkeziyetçi, tekçi anlayıştır. Bu sistemde ne yazık ki, yargı kurumu da saygınlığını ve güvenilirliğini yitirmiştir. En üst yüksek mahkeme olan Anayasa Mahkemesi’nin kararlarına saygı duyulmamakta, iktidarı rahatsız eden bir karara karşı mahkemenin kapatılması gerektiği iktidar ortaklarınca dile getirilebilmektedir. Yargıya güven bugün yüzde 20’lere kadar gerilemiştir. Sizin sayenizde.
KHK’lar ile on binlerce yurttaş kamu görevlerinden ihraç edilerek -kendi söylemleriyle- sivil ölüme terk edilmiştir. Son derece derin adaletsizliklerin ve hukuksuzlukların yaşandığı bu uygulamalarla haklarında herhangi bir yargı kararı olmayan insanlar, adeta ölüme terk edilmişlerdir. Meclis’in hali ortada; yürütmenin noter makamı gibi çalıştırılmak isteniyor. Ezcümle, istikrardan söz edenler istikrarsızlığın kaynağı haline gelmişlerdir. Bakın, Türkiye’yi her anlamda uçuracağı söylenen Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi şaibeli bir referandumla kabul edildiğinden bu yana Türkiye’de zaten kadük olan demokrasi her alanda darbe almaya başlamıştır. Türkiye’de eski parlamenter sistem sorun üretiyordu. Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi ise hem seri şekilde sorun üretiyor hem eski sorunları derinleştiriyor.
Bugünkü çöküşün nedeni günümüzün Saray Hanedanlığıdır! Halkın cebindeki parayı yandaşın cebine, halkın sandıktaki iradesini kayyımların, atanmışların eline teslim eden bir sistemdir sizin sisteminiz. Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi adı altında parti devleti sistemiyle tüm kurumları iktidarınızın parti birimlerine çevirdiniz. Tablo ortada; Yargıtay Partisi, Danıştay Partisi, Ağır Ceza Partisi, Emniyet Partisi, SADAT Partisi, TÜGVA Partisi, Vali-Kaymakam-Milli Eğitim-İŞKUR Partisi oluşturdunuz! Siyaset mutfağınızda istediğinizi pişirin ama mutfaktaki boş tencereler, sokaklarda geçinemiyoruz diyen milyonlar ve ekmek kuyruklarında “hakkımı helal etmiyorum” diye bağıranlar karşısında sizler kaybedeceksiniz!
Türkiye’yi Sefalet Endeksinde ilk sıralara yerleştiren, sizin yolsuzluk ekonominizdir! Türkiye’yi Küresel Organize Suç Endeksinde 12’nci sıraya getiren, FATF’de gri listeye aldıran sizin hukuk dışı ve meşru olmayan işlerinizdir. Ülkeyi bütün uluslararası demokrasi ve hukuk endekslerinde son sıralara siz yerleştirdiniz. Her ne kadar ABD’nin 9-10 Aralık’ta yaptığı Demokrasi Zirvesi hiç olmamış gibi davranılsa da Türkiye bu zirveden dışlanmıştır. Zambiya’dan tutalım Ekvator’a kadar 111 devletin çağrıldığı Demokrasi Zirvesinde Türkiye’nin olmaması demek, diplomatik ve siyasi dışlanmışlıktır.
İktidar anlayışınız, AİHM’in Demirtaş ve Kavala kararlarını uygulamayarak, AİHS Sözleşmesini çiğneyerek Avrupa Konseyinin yaptırım hamleleri ile karşı karşıya kalınmasını da sağlamıştır. Sizin sık sık yok saydığınız AB ilerleme raporları felaketi ortaya sermektedir. Kopenhag Kriterlerinin yerine düşmanlık kriterlerini, hukuktan uzak Saray kriterlerini koydunuz.
Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sisteminde çok devlet az toplum vardır. “Siyasal rekabet”i kötü göstermeye çalışan bu sistem, kendi varlığını sürdürmek için “düşmanlar” yaratmak çabasına girmiştir. Dolayısıyla muhalifler birer siyasal rakip olarak değil bastırılması ve hatta yok edilmesi gereken birer düşman olarak görülmektedir. Toplumsal kutuplaşma zirve noktasındadır. Türkiye toplumu bir toplum olmaktan çıkmış, fay hatlarının sürekli kışkırtıldığı, ortak bir yaşamın dinamitlendiği ayrı mahallelere bölünmüştür. Bunu siz yarattınız. Kutuplaştırma ve gerginlik yaratma üstadısınız. Ama toplum bu kutuplaştırmayı aşıyor, ortak sorunları etrafında size rağmen ve siz iktidar olduğunuz için buluşuyor. Bu yeni ve umudu geliştiren bir gelişmedir.
Kendisini sınırları içinde ve dışında Kürt düşmanlığı üzerinden var eden bu yeni rejim, Kürt sorununu da çözümsüz hale getirmiştir. Önce Kürtleri, sonra Kürtçeyi, daha sonra Kürt sorununu, şimdiyse Kürtlerin siyasal temsilini inkar eden bu rejim, demokratik ve barışçı bir çözümü reddediyor. Bu iktidar çatışma ve güvenlikçi politikaları tırmandırarak bu hayatî meseleyi çözümsüz bırakmak istiyor. Bu yeni sistem bir Amok Koşucusu gibi etrafı dağıta dağıta ilerlerken, Kürt sorunu ve demokratikleşmeyi bu ülkede konuşturmak istemiyor. “Kürt sorununun filmini çekersiniz” diyenler bugün ekonomik krizin kitabını yazmaktadır. Dolmabahçe Mutabakatını inkâr ettiniz, toplumsal barış mutabakatını hedef aldınız. “Kürt sorunu yoktur” deme karşılığında ittifak kurduğunuz yapılar size Tansu Çillerler, Mehmet Ağarlar, mafya bozuntuları ve siyaset simsarlarını hediye etti.
“Türkiye halkları bu ağır bilançoyu geçmişte bırakacak ve demokratik bir cumhuriyeti inşa edecek güce ve deneyime sahiptir”
Milli Güvenlik Kurulu, vesayet kurumu dediniz. Şimdi MGK ile birlikte Kürt halkının iradesine en büyük ipoteği siz koymaya çalışıyorsunuz. Kürt sorunu bu ülkede yaşanan siyasi, toplumsal ve iktisadi krizlerin hepsinin merkezinde yer alan temel bir sorundur. 100 yıldır Türkiye halklarına yönetim rejimi olarak inkâr, asimilasyon ve baskıya dayanan tekçi otoriterlik dayatılmaktadır. Halbuki yapılması gereken, bir arada barış ve eşitlik içerisinde yaşama kültürünü, gönüllü birlikteliği geliştirmektir. Türkiye halkları bu ağır bilançoyu geçmişte bırakacak ve demokratik bir cumhuriyeti inşa edecek güce ve deneyime sahiptir.
Dış politikada kendi planlarınızın yanı sıra aynı zamanda Doğu Akdeniz’den Suriye’ye, Libya’dan Irak’a ve Afganistan’a varıncaya kadar Akdeniz ve Ortadoğu hattında size verilen rolleri bir bir oynadınız! Bu rollerin nasıl oynandığını bizzat yine genel başkanınız söylüyor: Sadece iki sözünü buradan hatırlatacağım: “Türkiye, bölgesinde ve ötesinde güvenilir bir müttefik olarak üzerine düşeni fazlasıyla yerine getirmektedir” dedi. “Eğer hakikaten icraat ortaya konulursa, biz de Türkiye olarak, bize ne düşüyorsa, bunu yapmaya hazırız” dedi. Bu iki söz, verilen rolleri nasıl oynadığınızın kanıtıdır! Savaş tezkerelerini geçirdiğiniz şu parlamentoda barışa dair, çözüme dair, hukukun üstünlüğüne, demokrasiye, insan haklarına dair köklü politika değişikliğini getirseydiniz, bugün bu ekonomik yıkımın sonuçlarını değil, istikrar ve ekonomik büyüme konuşuyor olacaktık. Hukukla, demokrasiyle aranıza mesafe koydukça ekonomi yangın yerine dönüyor. Kurduğunuz her cümle yanmakta olan ekonomiye biraz daha fazla benzin döküyor! Yeter ki Kürtler, Suriye’de birlikte yaşadığı halklarla ortak bir gelecek kurmasın diye uluslararası alanda taviz üstüne taviz verdiniz. Ne rol verdilerse oynadınız. Diplomasiyi, barışçı bir söylem ve politikayı, müzakere ve diyalogu öne çıkarmak yerine askeri operasyonları, vekalet savaşlarını, çatışmayı seçmeniz tarihsel hataları art arda yapmanızla sonuçlandı. Ve çok şey kaybedildi.
Bu topraklara demokratik çözüm ve barışı getirmeyi sadece bizler, sadece Kürtler, sadece HDP’liler için istemiyoruz. Halkların Demokratik Partisi olarak yeni dönemde barış içinde bir arada yaşanabilecek demokratik, denetlenebilir, şeffaf ve eşitlikçi bir ülke hedefiyle üzerimize düşen her şeyi yapmaya hazırız. Siz bize değil, bu ülkenin demokrasi ve adalet umuduna saldırıyorsunuz. Siz barış umuduna saldırırken, demokratik geleceğimizi baltalıyorsunuz. Kürt halkının ve Türkiye demokrasi güçlerinin siyasi temsiline son vermek, demokratik siyasetten HDP’yi tasfiye etmek için yargıyı kullanmanız çözümsüzlük ve büyük bedeller demektir. Çok açık söyleyeyim; bizlere kaybettirmek isteyenler büyük kaybedecektir. Partimize yargı kumpası kuran, terfi ve ödül almak için fezleke yarışına giren savcılarınıza buradan sesleniyorum: Fezlekeci savcılar, siyasete çok meraklıysanız çıkarın üzerinizdeki cübbeyi ve cesaretiniz varsa gelin siyaset yapın! Suçluları koruma ve suç işleme bakanınız var bir tane. Her gün bir suçluyla fotoğraf albümü ortaya saçılıyor. Bu savcıların sesi çıkmıyor. Sözde adalet arıyorsunuz öyle mi? Geçin bu yalanları! Bunu size bıkmadan söyleyeceğiz.
Demokratik siyasette kararlıyız, sorunlarımızı çatışma ve şiddet yoluyla değil, konuşarak müzakere ederek, diyalogla Ankara’da ve bu mecliste çözme konusunda kararlıyız. Eşitlik taleplerimizde ve mücadelemizde, Edirne’den Hakkari’ye ve Kürdistan coğrafyasına kadar ortak vatan ve demokratik cumhuriyet mücadelemizde kararlıyız. Aydınlık yarınları getireceğiz. Türkiye halkları 100 yıldır kendilerine dayatılan otoriter rejimlere mecbur değildir. Dışlayıcılık, ayrıştırıcılık üzerinden kendini kurgulayan ve var eden rejimler karşısında, eşitliğin ve demokrasinin birleştirici, bütünleştirici ve toplumsal adaleti sağlayıcı özelliğine sıkı sıkıya bağlıyız.
İki farklı blokun tekçilik, merkeziyetçilik, erkeklik üzerinde birleştiği anlayışlar karşısında gerçekçi alternatif Üçüncü Yol siyasetimizdir. Bu anlayışı esas alan partimiz, Türkiye’de cumhuriyeti demokrasi ile buluşturacak, bu adaletsiz düzene son verecek bir güçtür. Yeni bir siyaset, yeni bir yönetim ve yeni bir yaşam kurabiliriz. Türkiye’nin temel ihtiyacı bugün katılım, müzakere ve demokratik ve toplumsal uzlaşı esasına dayalı, evrensel temel hak ve özgürlüklerin en geniş şekilde sağlandığı güçlü demokrasidir. Bütçenin saraylara, israfa, yandaşlara, silahlanma ve savaşlara, faize değil halka harcandığı, toplumsal cinsiyete dayalı bütçelemenin olduğu, maceracı dış politika yerine bölgesel barışın ve ilkelerin esas alındığı bir yönetim mümkündür. Kamu yönetiminin iktidar blokunun tekelinde kadrolaşmanın alanı olmaktan çıkarıldığı ve liyakatın esas alındığı, şeffaflığın ilke edinildiği, halktan hesap soran değil hesap veren bir anlayışın hakim kılındığı, eşitliğin eşdeğerlikle buluştuğu, merkezin değil yerelin sözünün geçtiği ve yerel demokrasinin güçlendirildiği, kayyım sisteminin ve anlayışının çöpe atıldığı bir sistem için geç kalınmamıştır. Yargının, yürütmenin ve tek adamın vesayetinden çıktığı, eşitliği esas alarak düzenlenecek yasaların uygulanacağı, adaleti ve yargının bağımsızlığını terazi dengesi ile sağladığı bir hukuk mümkündür. Kâr hırsıyla doğayı sonsuz bir sömürü alanı olarak gören anlayışların son bulması ve başta enerji, ulaşım, kentleşme ve tarım olmak üzere tüm politikalarda doğa haklarının kabul edilmesini sağlayabiliriz.
“Siz yalanlarınıza devam edin hakikat bizleriz”
Kürt sorununun kalıcı ve onurlu çözümü için müzakere ve inşayı esas almak aslolandır. Demokrasi, adalet, eşitlik, eşdeğerlik ve barış mücadelesini bir programa bağlamak için her seferinde yeni bir keşfe gerek yoktur. Biz bu saydığımız değerlerden bir adım geri atmayacağız. Her türlü baskı, yok sayma, tutuklama tehditlerine karşı ödediğimiz bedel ve mücadelemiz de bunun kanıtıdır. Her zaman nerede zulüm, haksızlık varsa orada olmaya devam edeceğiz ve kazanacağız. Bu, halklarımıza sözümüzdür. Bu söz seçimleri değil demokratik toplumsal değişimi ve dönüşümü, mücadeleyi ve kurucu aklı kendisine rehber edinmiştir. Biz parti olarak tüm bunları halkımızla birlikte yapacağız. Kendimize ve halkımıza inanıyoruz.
Sırf bir seçim kazanacak diye ülkeyi batırmakta ısrar eden AKP-MHP ittifakına sesleniyoruz: Hiçbir entrika açlık, yoksulluk, işsizlik hakikati karşısında dayanamaz ve kazanamaz. Size bir kez daha şunu söyleyelim. Siz tekleşin, çoğunluk bizleriz. Siz karunlaşın, harun bizleriz. Siz zalimleşin, mazlum bizleriz. Siz korkutmaya devam edin, cesaret ve umut bizleriz. Siz yalanlarınıza devam edin hakikat bizleriz.”