Samanyolu Galaksisi’nin ‘En Yaşlı’ Yıldızı Keşfedildi

Dünya’nın da içinde yer aldığı Güneş Sistemi’ni kapsayan Samanyolu Galaksisi’nin en eski yıldız sistemi keşfedildi. Warwick Üniversitesi öncülüğündeki gökbilimciler galaksimizde, yörüngesindeki gezegenlerden enkaz toplayan en eski yıldızı tespit etti ve bu yıldız, Samanyolu’nda keşfedilen en eski kayalık ve buzlu gezegen sistemlerinden biri oldu.

Bilim insanlarının ulaştığı bulgular 5 Kasım günü Royal Astronomical Society’nin aylık bülteninde yayınlandı. Araştırmada, Dünya’ya 90 ışıkyılı mesafedeki soluk bir beyaz cücenin ve yörüngedeki gezegen sisteminin kalıntılarının 10 milyar yıldan daha yaşlı olduğu sonucuna varıldı.

Güneşimize benzeyenler de dahil olmak üzere, yıldızların büyük kısmının yazgısı bir beyaz cüceye dönüşmek. Beyaz cüceler, yakıtının tamamını tüketip dış katmanlarını uzaya saçan ve artık bir küçülme ve soğuma sürecinden geçen yıldızlardır. Bu süreç esnasında, yörüngede dolanan gezegenler parçalarına ayrılır ve kimi durumlarda dağılan enkazlar beyaz cücenin yüzeyine çekilerek yok edilir.

Bu araştırma doğrultusunda, Warwick Üniversitesi öncülüğünde çalışan bir astronomi ekibi, Avrupa Uzay Ajansı’na ait GAIA adlı uzay gözlemevince saptanan iki olağandışı beyaz cüceyi modelledi. Araştırma ekibinin daha fazla analize tabi tuttuğu yıldızların her ikisi de gezegen enkazlarıyla kirlenmiş durumda; biri alışılmadık düzeyde mavi, diğeriyse yerel galaktik mahallemizde bugüne dek saptanan en soluk ve en kırmızı yıldız.

Gökbilimciler, “kırmızı” yıldız WDJ2147-4035’in ne kadar sürede soğuduğunu anlamak için GAIA, Karanlık Enerji Araştırması ve Avrupa Güney Gözlemevi’nde bulunan X-Shooter aracından elde edilen spektroskopik ve fotometrik verileri kullanarak, yıldızın yaklaşık 10,7 milyar yaşında olduğunu ve 10,2 milyar yılını bir beyaz cüceye dönüşerek geçirdiğini ortaya çıkardılar.

Spektroskopi, bir yıldızın atmosferinde bulunan elementlerin farklı renklerdeki ışığı ne kadar zaman boyunca emdiğini saptayabilen ve bunların hangi elementler olduğunu ve ne kadarının atmosferde mevcut olduğunu belirlemeye yardım eden, yıldızdan gelen ışığın farklı dalga boylarındaki analizini içerir. Araştırma ekibi, WDJ2147-4035’in spektrumunu inceleyerek, yıldızda biriken sodyum, lityum, potasyum ve geçici olarak tespit edilen karbon metallerinin mevcudiyetini ortaya çıkardı ve bulgular onu şu ana dek keşfedilen en eski metalle kirlenmiş beyaz cüce haline getirdi.

Gezegenlerin evrimine ilişkin yeni bilgilere ulaşıldı

Mavi olan ikinci yıldız WDJ1922+0233, WDJ2147-4035’ten yalnızca biraz daha genç ve Dünya’nın kıtasal kabuğunu andıran bir bileşime sahip olan gezegen kaynaklı enkazlarla kirlenmiş halde. Bilim ekibi, düşük ısıdaki yüzey sıcaklığına karşın WDJ1922+0233’ün mavi renginin, olağandışı helyum-hidrojen karşımı atmosferinden kaynaklandığı neticesine ulaştı.

Diğer yandan, kırmızı olan WDJ2147-4035 yıldızının barındırdığı neredeyse saf haldeki helyum ve yüksek yer çekimli atmosferinde var olan enkaz yıldızın bir beyaz cüceye dönüşümünden sağ kurtulan eski bir gezegen sisteminden geriye kalanlardan oluşuyordu ve gökbilimcilerin, bunun en eski gezegen sistemi olduğu sonucuna varmasına imkân tanıdı.

Warwick Üniversitesi Fizik Bölümü’nde doktora öğrencisi olan araştırma başyazarı Abbigail Elms, şöyle konuştu: “Bu, metalle kirlenmiş haldeki yıldızlar, Dünya’nın eşsiz olmadığını, Dünya’ya benzer gezegensel yapılara sahip başka gezegen sistemleri olduğunu gözler önüne seriyor. Var olan bütün yıldızların yüzde 97’si beyaz cüce haline gelecek ve evrenin her yerinde o denli çoklar ki, özellikle de bu son derece havalı olanları anlamak büyük önem taşıyor. Galaksimizde var olan en eski yıldızlardan meydana gelen soğuk beyaz cüceler, Samanyolu’ndaki en eski yıldızların yörüngesinde dönen gezegen sistemlerinin oluşumu ve evrimine dair bilgi sağlıyor. Geçmişte Samanyolu’nda Dünya’ya benzeyen gezegenlerce kirletilen en eski yıldız kalıntılarını ortaya çıkardık. Bu olayın 10 milyar yıllık bir ölçekte meydana geldiğini ve bu gezegenlerin Dünya oluşmadan çok daha önceleri yok olduğunu düşünmek şaşkınlık verici.”

“Evrenin geçmişine ve geleceğine bakabileceğiz”

Bunun yanı sıra, gökbilimciler, bu metallerin yıldızın çekirdeğinde ne hızla battığını tespit etmek amacıyla yıldızın spektrumlarını da kullanabiliyorlar ve bu, zamanda geriye doğru bakmalarına ve bu metallerin her birinin orijinal gezegen gövdesinde ne oranda bulunduğunu belirlemelerine imkân sağlıyor. Bu materyal düzeylerini, kendi güneş sistemimizde var olan astronomik nesnelerle ve gezegen kaynaklı materyallerinkiyle karşılaştırarak, yıldız henüz ölmeden ve bir beyaz cüceye dönüşmeden önce bu gezegenlerin ne durumda olacağını öngörebiliriz; bununla birlikte, WDJ2147-4035’in durumunda, bunu yapmanın epey zor olduğu kanıtlandı.

Abbigail, “Kızıl yıldız WDJ2147-4035, yığılan gezegensel enkaz lityum ve potasyum açısından zengin olduğu ve kendi güneş sistemimizde bilinen hiçbir şeye benzemediği için hâlâ gizemini koruyor. O, aşırı soğuk yüzey sıcaklığı, onu kirleten metaller, ileri yaşı ve manyetik oluşu onu son derece ender bulunur hale getirdiği için, fazlasıyla ilgi çekici bir beyaz cüce” diyor.

Warwick Üniversitesi Fizik Bölümü’nden Profesör Pier-Emmanuel Tremblay, şu ifadeleri kullanıyor: “Bu yaşlı yıldızlar günümüzden 10 milyar yıldan daha uzun bir süre önce ortaya çıktığında, metaller evrim geçiren yıldızlarda ve devasa yıldız patlamalarında meydana geldiği için, şimdikine kıyasla evren metal bakımından daha fakirdi. Gözlemlenen iki beyaz cüce, Güneş Sistemi’nin meydana geldiği koşullardan farklı, metaller bakımından fakir ve gazlar bakımından zengin olan bir ortamdaki gezegen oluşumuna dair heyecan verici bir bakış imkânı sunuyor.”

(Kaynak: Gazete Duvar)

Paylaşın

Bilim İnsanları, Dünyaya En Yakın ‘Kara Deliği’ Tespit Etti

Bilim insanları, dünyaya şu ana kadar bilinen en yakın kara deliği keşfetti. 1.600 ışık yılı uzaklıkta yer alan kara delik güneşten 10 misli daha büyük ve yeryüzüne daha önce tespit edilenden 3 misli daha yakın.

Bilim insanları kara deliği ona eşlik eden yıldızı sayesinde tespit edebilidi. Yıldızın kara deliğin etrafında dünyanın güneş yörüngesi ile aynı mesafede bir yörüngede seyrettiği keşfedildi.

Astrofizik Merkezi’nde görevli Kareem El-Badry yaptığı açıklamada, Avrupa Uzay Ajansı’nın (ESA), Samanyolu Galaksisi’nin (Milky Way) doğru ve eksiksiz haritasını oluşturmak amacıyla Gaia misyonu kapsamında topladığı veriler değerlendirilirken, “kara deliğin” tespit edildiğini aktardı.

El-Badry ve ekibinin ABD’nin Hawaii eyaletindeki Gemini Uluslararası Rasathanesi’nden aldığı bilgileri de teyit ederek kaleme aldığı bilimsel makale, aylık çıkan Kraliyet Astronomi Derneği (Royal Astronomical Society) dergisinde yayımlandı.

Kara delik nedir?

Kara delik; uzayda bulunan ve ışığın dahi kaçamadığı çok çok güçlü bir çekim gücüne sahip olan kozmik gökcismidir. Einstein’ın genel görelilik kuramıyla tanımlanmış olan kara delikler ışık yaymadığı için kara olarak nitelendirilir.

Kara delikler ne kadar büyüktür?

Kara delikler çeşitli büyüklüklerde olabilirler, fakat temel olarak 3 çeşit kara delik vardır. Kara deliklerin Kütle si ve büyüklüğü onların türünü belirler.

En küçük kara delikler ilksel kara delikler olarak bilinir. Bilimciler, bu tür kara deliklerin bir atom kadar küçük olduklarını ancak büyük bir dağ kadar büyük bir kütleye sahip olduklarını düşünüyorlar.

En yaygın kara delik tipi ise yıldızsal olarak isimlendirilen orta-büyüklükteki kara deliklerdir. Bir yıldızsal kara deliğinin kütlesi Güneş’in kütlesinden yaklaşık 20 kat daha büyük olabilir ve yaklaşık olarak 16 km çapındaki bir topun içerisine yerleştirilebilir. Samanyolu Galaksi’sinde düzinelerce yıldızsal kara delik bulunabilir.

En büyük kara delikler ise “süper kütleli” olarak isimlendirilir. Bu kara delikler bir milyon tane Güneş’in bileşiminden daha büyük kütlelidirler ve çapı, yaklaşık olarak Güneş Sistemi büyüklüğünde olan bir topun içerisine yerleştirilebilir. Bilimsel deliller; büyük galaksilerin her birinin merkezinde bir tane süper kütleli kara delik bulunduğunu gösteriyor.

Samanyolu Galaksisi’nin merkezinde olduğu düşünülen süper kütleli kara deliğin ismi ise Sagittarius A’dır. Bu kara delik, yaklaşık 4 milyon tane Güneş’in kütlesine eşit bir kütleye sahiptir ve yaklaşık bir güneş büyüklüğünde çapı olan bir topun içerisine yerleştirilebilir.

Kara delikler nasıl oluşurlar?

İlksel kara deliklerin evrenin ilk zamanlarında, Büyük Patlama’dan (Big Bang) hemen sonra oluştuğu düşünülüyor.

Yıldızsal kara delikleri ise; çok büyük kütleli bir yıldızın kendi merkezine doğru patlaması (çöküşü) sonucu oluşurlar. Bu çöküş aynı zamanda bir süpernovaya ya da uzaya doğru patlayan yıldız patlamalarına sebep olur.

Süper kütleli kara delikler için ise; bilimciler bu kara deliklerin içerisinde bulundukları galaksiler ile aynı anda oluştuklarını düşünüyorlar. Bu kara deliklerin büyüklüğü içerisinde bulundukları galaksinin kütlesine ve büyüklüğüne bağlıdır.

Paylaşın

Devasa Büyüklükte Ölü Yıldızlar ‘Mezarlığı’ Bulundu

Bilim insanları Samanyolu’nun üç katı yüksekliğine ulaşan devasa bir ölü yıldızlar “mezarlığı” buldu. Eski güneşlerden oluşan yığın, ilk “galaktik ölüler diyarı” haritasında keşfedildi. Bu harita, o zamandan beri kara delikler ve nötron yıldızları haline gelen çeşitli yıldız kalıntılarını gösteriyor.

Harita, bir zamanlar kendi galaksimizin içinde olan nesnelerin birçoğunun galaksiden dışarı atıldığını ortaya koyuyor. Onları ilk bulan araştırmacılara göre bu nesneler, bizim gördüğümüz şekliyle Samanyolu’ndan “temelde farklı bir dağılım ve yapıda” diziliyor.

Samanyolu gençliğinden beri milyarlarca yıldız oluşturmuş olmalı. Ama şimdiye kadar bunlar büyük ölçüde saklı kalmış, yıldızlararası uzayın karanlığına atılmışlardı.

Orada, gökbilimciler tarafından görülmemiş halde uzanıyorlardı. Ama şimdi bilim insanları, uzun süredir ölü olan bu cesetlerin yaşam döngüsünü yeniden oluşturmayı başardı ve şu anda nerede olabileceklerini çözdü.

Makalenin ortak yazarı, Sidney Astronomi Enstitüsü’nden Peter Tuthill, “Bu antik nesneleri bulmaktaki sorunlardan biri, şimdiye kadar nereye bakacağımızı bilmememizdi” dedi ve ekledi:

“En eski nötron yıldızları ve kara delikler, galaksi daha genç ve farklı şekildeyken yaratıldı ve ardından milyarlarca yıla yayılan karmaşık değişikliklere maruz kaldı. Onları bulmak için tüm bunları modellemek büyük çaba gerektirdi.”

Araştırmacılar bunu, yıldızların uzaydaki hareketlerinin tüm karmaşıklığını açıklayan karmaşık bir model oluşturarak yaptı. Samanyolu’nun galaktik ölüler diyarı versiyonu çok farklı görünüyor: Çok daha yükseklere uzanıyor ve normal galaksimizden gayet iyi tanıdığımız sarmal kolların hiçbiri yok.

Araştırma, bu ölü yıldızların yakınlarda bize dadanmış olabileceğini de gösteriyor. Profesör Tuthill, “İstatistiksel olarak en yakın kalıntılarımız sadece 65 ışık yılı uzakta olmalı; galaktik açıdan aşağı yukarı arka bahçemizdeler” dedi.

Bulgular, Royal Astronomical Society’nin Monthly Notices akademik dergisinde yayımlanan “The Galactic underworld: The spatial distribution of compact remidants” (Galaktik ölüler diyarı: Yoğun kalıntıların uzayda dağılımı) başlıklı yeni bir makalede bildirildi.

(Kaynak: Independent Türkçe)

Paylaşın

Bilim İnsanları, Yıldız Tozunun Kaynağını Bulduklarına İnanıyor

Bilim insanları Güneş Sistemi’mizdeki yıldız tozunun nereden geldiğini bildiklerine inanıyor. Yıldız tozu genellikle yıldızlardan gelen gazların soğumasından kaynaklanan, rüzgar veya şiddetli bir süpernova yoluyla uzaya püskürtülen toz parçacıkları olarak düşünülür.

Bu süreçte, uçucu olmayan elementlerin büyük bir kısmı yoğunlaşarak yıldız tozuna dönüşür fakat birçoğu tekrar yok olacaktır. Hayatta kalan parçacıklar yaklaşık 4.6 milyar yıl önce Güneş Sistemi’ndeki gezegenlerin bünyesine katıldı.

Bilim insanları, yıllarca Güneş Sistemi’mizdeki yıldız tozunun sadece nispeten az bir kısmının süpernovalardan ve onları doğuran süper dev yıldızlardan geldiğini varsaydı. Fakat yeni araştırmalar, Güneş Sistemi’ndeki yıldız tozunun yüzde 25’inden fazlasının süpernovalardan geldiğini gösteriyor.

Araştırmacılar, “güneş öncesi parçacıklara” veya Güneş Sistemi’mizden önce var olan ve halen bulunabilen yıldız tozuna bakarak bunu keşfetti. Günel öncesi parçacıklar göktaşlarında ya da uzaydan Dünya’ya düşen diğer maddelerde bulunabilir ve sıradışı kimyasal yapılarıyla tanınırlar.

Bilim insanları, güneş öncesi parçacıkları inceleyerek Güneş Sistemi’mize tozlarını bırakan yıldız türlerini belirleyebiliyor. Bu da kimyasal elementlerin nereden geldiğini ve gezegenimizin çevresinin sıfırdan nasıl oluştuğunu daha iyi anlamamızı sağlıyor.

MPI Kimya’da Parçacık Kimyası Bölümü’nde grup lideri ve Nature Astronomy’de yayımlanan makalenin baş yazarı Peter Hoppe, “Yıldız tozunun çok daha büyük bir kısmının süpernova patlamalarından geldiğinin bilinmesi, araştırmacılara yıldızlararası ortamda toz evriminin bilgisayar modellerini oluşturmak için önemli yeni parametreler sağlıyor” dedi.

Bu durum, süpernova şok dalgaları içlerinden geçerken, özellikle yeni ortaya çıkan süpernova tozunun ve eski yıldızlararası tozun hayatta kalmasını tanımlarken geçerli.

Toz, yıldızlararası moleküler bulutlardaki kimyasal reaksiyonların katalizörü olabileceğinden ve yeni gezegenlerin yapıtaşları olduğundan, yıldız tozunun zamanla uzaya nasıl karıştığını keşfetmek, güneş sistemlerinin nasıl geliştiğine dair yeni bir bakış açısı sağlayabilir.

Yıldız tozu

Yıldızların yaşam döngüleri vardır. Uzayda toz ve gaz parçaları yoğunlaşıp birbirinin üzerine çöküp ısındığında doğarlar. Oluşan yıldızlar milyonlarca ile milyarlarca yıl boyunca yanarlar ve sonra ölürler.

Öldüklerinde rüzgârlarında oluşan parçacıkları uzaya fırlatırlar ve bu yıldız tozu parçalarından yeni gezegenler ve uyduları, göktaşları ile birlikte yeni yıldızlar oluşur.

Bir yıldızdan kopup uzaya saçılarak soğuyan parçalara yıldız tozu adı verilir. Bu yıldız tozları bir meteor içinde sıkışıp milyarlarca yıl boyunca orada kalabilir. Bunlar Güneş Sisteminden önceki zamanda neler olup bittiği hakkında ipuçları taşırlar.

Ancak bu tür antik tanecikleri bulmak zordur. Oldukça ender bulunurlar. Bu taneciklere Dünya’ya düşen meteorların sadece yüzde beşinde rastlanır.

Paylaşın

Komşu Yıldızla Yakınlaşma, Tüm Güneş Sistemi’ni Dağıtabilir

Kanadalı iki araştırmacı, komşu yıldızlardan birinin Güneş Sistemi’ni dağıtabileceğini gösteren bir çalışmaya imza attı. Monthly Notices of the Royal Astronomical Journal adlı hakemli bilimsel dergide yayımlandı.

Yeni araştırma, bir yıldızın yakın geçişiyle tetikleyebileceği, Güneş Sistemi gezegenlerinin yörüngelerindeki küçük kaymaların olası yıkıcı etkilerini gözler önüne serdi.

Toronto Üniversitesi’nde görev alan Garett Brown ve Hanno Rein’in yürüttüğü araştırmada komşu bir yıldızın Güneş’in kabaca 37 milyar kilometre yakınına gelmesinin etkileri bilgisayar simülasyonlarıyla canlandırıldı.

Yaklaşık 3 bin simülasyonu inceleyen araştırmacılar, bu yakın geçişten 4,8 milyar yıl sonrasına kadar Güneş Sistemi’nde neler yaşanabileceğini gözlemledi.

Sonuçlar Neptün’ün yörüngesindeki sadece yüzde 0,1’lik bir kaymanın tüm Güneş Sistemini kaosa sürükleyebileceğini gösterdi.

Yakın geçisin sonuçta kartopu etkisiyle diğer gezegenlerin birbirine çarpmasına veya sistemden tamamen atılmasına neden olabileceği ortaya çıktı.

Brown, “Güneş Sistemi’nin uzun vadeli istikrarı üzerinde herhangi bir etki yaratması için Neptün’ün yörüngesinde 4.5 milyar metre civarında değişiklik olması gerektiğini gördük” diye konuştu:

Bu kritik değişiklik, Güneş Sistemi’nin temelli istikrarsızlaşma ihtimalini 10 kat artırabilir.

Öte yandan, simülasyonların hepsi felaket ve yıkıma işaret etmedi. 960 simülasyonda olayın önemsiz değişikliklerle sonuçlandığı görüldü.

Araştırma, bu türden bir yakın geçişin meydana gelme ihtimaline dair de fikir veriyor. Brown bunu şöyle açıklıyor:

Güneş Sistemi’nin yanından geçecek bir yıldızın sistemin mevcut mimarisinin parçalanma ihtimalini 10 kat artırması için yaklaşık 100 milyar yıl beklememiz gerek.

(Kaynak: Independent Türkçe)

Paylaşın

Bilinen En Hızlı Yıldız Keşfedildi

Araştırmacılar bilinen evrendeki en hızlı yıldızı keşfetti. S4716 adı verilen yıldız, Samanyolu galaksimizin merkezindeki Sagittarius A kara deliğinin etrafında, 100 Astronomik Birim (AU, Dünya ile Güneş arasındaki mesafe) uzaklıkta dönüyor.

Yıldız, 100’den fazla yıldızdan oluşan ve özellikle hızlı hareket etmesiyle bilinen bir S kümesinde.

S4716’yı yaklaşık 20 yıl boyunca gözlemleyen bilim insanları, yıldızın 23,5 milyon kilometre çapa sahip süper kütleli kara deliğin etrafında saniyede 8 bin kilometre hızla ilerlediği ve yörüngedeki turunu sadece 4 yılda tamamladığı sonucuna vardı.

Yeni çalışmanın baş yazarı Dr. Florian Peissker, “Bir yıldızın, süper kütleli bir kara deliğin çevresinde, bu kadar yakın ve hızlı bir sabit yörüngede olması tamamen beklenmedik bir şeydi. Bu geleneksel teleskoplarla gözlemlenebilecek sınırı teşkil ediyor” dedi.

S4716’nın yakın mesafeli yörüngesi bilim insanlarının kafasını karıştırmayı sürdürüyor. Çek Cumhuriyeti’nin Brno kentindeki Masaryk Üniversitesi’nden çalışmaya dahil olan astrofizikçi Michael Zajaček, “Yıldızlar kara delik yakınlarında bu kadar kolay oluşamaz. S4716 içe doğru hareket etmek zorunda kalmış, örneğin S kümesindeki diğer yıldızlara ve nesnelere yaklaşmış ve bu da yörüngesinin önemli ölçüde küçülmesine neden olmuş” dedi.

Yıldızı gözlemlemek için toplam 5 teleskopa ihtiyaç duyulmuş. 5 teleskoptan 4’ü daha da doğru ve ayrıntılı gözlemlere imkan tanımak için büyük bir teleskop oluşturacak şekilde birleştirilmiş.

Araştırma, The Astrophysical Journal adlı bilimsel dergide yayımlandı.

(Kaynak: Independent Türkçe)

Paylaşın

Samanyolu Galaksisi’nde ‘Dev Alkol Molekülü’ Keşfedildi

Almanya’daki Max Planck Radyo Astronomi Enstitüsü’nden bir ekip, Samanyolu Galaksisi’nin merkezine yakın noktada dev bir alkol bulutu tespit etti. Uzayda molekül arayışı 50 yılı aşkın bir süredir devam ediyor.

Araştırmacılara göre, propanol maddesinden oluşan bu moleküler bulut, aynı zamanda uzayda şimdiye dek görülmüş en büyük alkol molekülü keşfi oldu.

Propanol, Dünya’da antiseptiklerde, dezenfektan yapımında veya temizlik ürünlerinde kullanılıyor.

Söz konusu madde, Samanyolu’nun merkezindeki Sagittarius A* adlı süper kütleli kara deliğin yakınlarındaki Yay B2 bölgesinde saptandı. Yıldızların yoğun biçimde oluştuğu bu bölge, “yıldız doğum odası” diye niteleniyor.

Diğer bir deyişle yeni keşif, yıldızların oluşumunda alkol moleküllerinin rolüne dair önemli ipuçları da verebilir.

Keşfin ardındaki isimlerden Arnaud Belloche, “Grubumuz 15 yıldan uzun bir süre önce Sgr B2’nin kimyasal bileşimini araştırmaya başladı” diye konuştu:

Gözlemler başarılı oldu ve diğer birçok keşfin yanı sıra özellikle birkaç organik molekülün ilk yıldızlararası tespitini sağladı.

Keşif, hakemli bilimsel dergi Astronomy Astrophysics’te yayımlanan iki yeni makalede detaylandırıldı.

Söz konusu yıldız oluşum bölgesinde propanolün bilinen iki çeşidi de tespit edildi: Normal propanol ve izo-propanol. İzo-propanol, Dünya’daki el dezenfektanlarının ana bileşeni olarak da biliniyor.

Bu keşif, izo-propanolün yıldızlararası ortamda ilk kez saptanması, normal propanolün de yıldız oluşum bölgesinde ilk kez görülmesi anlamına geliyor.

Makalelerin ortak yazarı, Virginia Üniversitesi’nden Rob Garrod şu açıklamalarda bulundu:

Bunlar birbirlerine çok benzedikleri için, fiziksel açıdan da çok benzer şekillerde davranır. Yani iki molekülün de aynı yerde aynı anda bulunması gerekiyordu.

Yıldızlararası uzayda bu tür kimyasalların keşfi, Yay B2 gibi yıldız oluşum bölgelerini daha iyi anlamak için yürütülen uzun erimli araştırmaların sonucunda mümkün oluyor.

Uzayda molekül arayışı 50 yılı aşkın bir süredir devam ediyor. Gökbilimciler bugüne kadar yıldızlararası ortamda 276 molekül tanımladı.

(Kaynak: Independent Türkçe)

Paylaşın

Samanyolu’nun Merkezinde Dönen Tuhaf Bir Nesne Bulundu

Gökbilimciler, Samanyolu’nun merkezini izlediler ve tek bir devasa yıldızın çevresinde zarif bir şekilde dönen, minyatür bir sarmal galaksiyi andıran bir şey keşfettiler. Yoğun ve tozla dolu galaktik merkezin yakınlarında, Dünya’dan yaklaşık 26 bin ışık yılı mesafede keşfedilen yıldız, Güneş’ten yaklaşık 32 kat büyük ve “gezegen oluşum diski” diye bilinen devasa bir dönen gaz diski içinde yer alıyor. (Diskin kendisi yaklaşık 4 bin astronomik birim genişliğinde; yani, Dünya ile Güneş arasındaki mesafenin 4 bin katı genişliğe sahip).

Genç yıldızların milyonlarca yıl boyunca büyük ve parlak yıldızlara dönüşmesine yardım eden yıldız yakıtı işlevi gören bu tür diskler, evrende yaygın biçimde bulunurlar. Ne var ki, gökbilimciler şimdiye kadar hiç böyle bir şey görmemişlerdi: o, içinde bulunduğumuz galaksinin merkezine tehlikeli şekilde yakın bir yörüngede dönen minyatür bir galaksi. Peki bu küçük spiral nasıl meydana geldi ve orada bunun gibi daha fazlası mevcut mu? Nature Astronomy dergisinde 30 Mayıs günü yayınlanan yeni bir araştırmanın aktardığı kadarıyla, bu soruların yanıtları, Güneşimizden yaklaşık üç kat daha büyük olan ve spiral diskin yörüngesinin hemen dışında saklanan esrarengiz bir gök cisminde yatıyor olabilir.

İkinci bir yıldız diskin şeklini bozuyor

Araştırmacılar, Şili’de bulunan Atacama Büyük Milimetre/milimetre altı Dizisi (ALMA) teleskopu ile gerçekleştirilen yüksek çözünürlüklü gözlemleri kullanarak, diskin, kendisine doğal bir spiral şekil verecek biçimde hareket etmediğini keşfettiler. Bilim insanları, bundan ziyade, diskin tam olarak başka bir cisimle -büyük ihtimalle yakınında bulunan ve hâlâ görülebilen, esrarengiz ve Güneş’in üç katı büyüklüğündeki bir nesneyle- yaşadığı yakın bir çarpışma sebebiyle böyle karmaşık bir hale geldiğini belirtiyorlar.

Ekip, bu hipotezi kontrol etmek için, esrarengiz nesneyi içine alan bir düzine muhtemel yörünge hesapladı; sonrasında bu yörüngelerden herhangi birinin nesneyi gezegen oluşum diskine yeterince yaklaştırarak bir spiral haline getirip getiremeyeceğini görmek amacıyla bir simülasyon yarattı. Gök cisminin belirli bir yolu izlemesi durumunda, yaklaşık 12 bin yıl önce diskin içinden geçip, şu anda tanık olduğumuz canlı spiral şekle neden olacak kadar tozu dağıtabileceğini gördüler.

Merkezde bunun gibi binlercesi olabilir

Çin Bilimler Akademisi’ne bağlı Şangay Astronomi Gözlemevi’nde yardımcı araştırmacı ve araştırmanın yazarı olan Lu Xing verdiği demeçte, “Analitik hesaplamalar, sayısal simülasyon ve ALMA gözlemleri arasındaki kusursuz eşleşme, diskteki spiral kolların, istilacı nesnenin geçişinin kalıntıları olduğuna ilişkin sağlam kanıtlar sunuyor” diyor. Bu araştırma, galaktik merkezdeki bir gezegen oluşum diskinin ilk doğrudan görüntülerini sunmasının yanı sıra, dış gök cisimlerinin yıldız disklerini tipik biçimde yalnızca galaktik ölçekte görülen spiral şekillere dönüştürebileceğini ortaya koyuyor.

Araştırmacılar, Samanyolu’nun merkezinin, galaksinin bizim bulunduğumuz yakasından milyonlarca kat daha yoğun biçimde yıldızlarla dolu olması nedeniyle, galaktik merkezde buna benzer olayların fazlasıyla düzenli biçimde yaşanmasının muhtemel olduğunu ifade ediyorlar. Bu durum, galaksimizin merkezinin sadece keşfedilmeyi bekleyen minyatür spirallerle aşırı dolu olabileceği anlamına geliyor. Bilim insanları bu kozmik matruşkanın merkezine çok uzun bir süre ulaşamayabilirler.

(Kaynak: Gazete Duvar)

Paylaşın

Samanyolu Galaksisi’ndeki Dev Kara Deliğin İlk Fotoğrafı Çekildi

Samanyolu Galaksisi’nin tam ortasında bulunan dev bir kara deliğin ilk defa fotoğrafı çekildi. Sagittarius A* adı verilen bu kara delik, Güneş’in neredeyse 4 milyon kat kütleye sahip.

Fotoğrafta kara deliğin içinde bulunduğu karanlık bir bölgeyi, onun etrafında da yerçekimi gücüyle hareketlenmiş yüksek ısılı gazların yaydığı halka şeklindeki ışığı görebiliyoruz. Fotoğrafta gördüğümüz bu halkanın çapı yaklaşık 60 milyon kilometre.

Şanslıyız ki bu kara delik dünyadan 26 bin ışık yılı ötede. Yani bize ulaşması ve tehlike yaratması mümkün değil. Fotoğraf, Event Horizon (Olay Ufku) Teleskobu (EHT) adlı uluslararası kuruluş tarafından çekildi.

EHT daha önce 2019’da, Messier 87 adlı bir başka galaksinin içindeki bir kara deliği fotoğraflamıştı. O kara delik Güneş’ten bin kat daha geniş ve Güneş’in 6,5 milyar katı kütleye sahip.

BBC’ye konuşan EHT projesinin Avrupa ortaklarından Profesör Heino Falcke, fotoğrafta gördüğümüzün süper-kütleli kara delik olduğu için çok özel olduğunu ifade ediyor.

Falckle, “Bu kara delik aslında çok yakınımızda, arka bahçemizde. Kara deliklerin nasıl oluştuğunu ve nasıl çalıştığını anlamak istiyorsanız bu fotoğraf çok faydalı olacak, tüm detayları gösteriyor” diyor.

Kara delik nedir?

  • Amerikan Ulusal Havacılık ve Uzay Dairesi (NASA), kara deliği uzayda belirli nicelikteki maddenin kendi içine doğru çöktüğü bir bölge olarak tanımlıyor
  • Bu bölgede yerçekimi o kadar güçlü ki ışık da dahil hiçbir şeyin kaçması mümkün değil
  • Kara delikler bazı büyük yıldızların patlaması ve ölmesiyle ortaya çıkabiliyor
  • Bazı kara delikler ise gerçekten devasa boyutlara, Güneş’in milyarlarca kat ağırlığına ulaşabiliyor
  • Galaksilerin merkezinde bulunan bu dev canavarların nasıl oluştuğu bilinmiyor
  • Ancak galaksilerin geleceği ve dönüşümü üzerinde büyük etkileri olacağı kesin

Dünya’dan 26 bin ışık yılı ötedeki Sagittarius A* (Sgr A*), gökyüzünde ufacık bir nokta olarak gözüküyor. Bu kadar küçük bir noktayı mercekte yakalamak ve fotoğraflamak ise olağanüstü görüntü çözünürlüğü gerektiriyor.

EHT, fotoğrafı çekmek için dünya boyutundaki bir teleskobu taklit eden ve sekiz tane radyo anteni ile kurulan bir sistem kullanıyor. Bu sistem, ‘very long baseline array interferometry (VLBI)’ olarak biliniyor.

EHT ekibi, bu sistem ile çok yüksek çözünürlüğe ulaşılabildiğini, Ay’ın üstünde bir simidin bile görülebileceğini söylüyor. Sistemin yakaladığı bilgiyi ve verileri gördüğümüz fotoğrafa dönüştürmek için ise atomik saatler, çığır açıcı algoritmalar ve süper bilgisayarlar kullanılıyor.

Daha önce Messier 87 fotoğrafını gördüyseniz aradaki farkı merak ediyor olabilirsiniz. İki fotoğraf birbirine çok benziyor ama aralarında çok önemli farklılıklar var.

Sgr A*, Messier 87’de fotoğraflanan kara deliğin neredeyse binde biri kadar.

EHT ekibi üyesi ve University College London’dan Dr. Ziri Younsi, Sgr A*’nın bu yüzden daha dinamik olduğunu, etrafındaki halkanın içinde görülen sıcak gazların hareket ettiğini anlatıyor. Bu gazlar, kara deliğin içinde saniyede 300 bin kilometre hızında hareket ediyor.

Fotoğrafta daha aydınlık görülen noktalarda bulunan maddenin ise bize doğru hareket ettiği söyleniyor.

Sagittarius A* kara deliğinin çevresindeki bu hareketlilik, içinde tam olarak ne olduğunu anlamayı zorlaştırıyor. Bu yüzden de fotoğrafın oluşturulması diğerine kıyasla daha uzun sürdü.

Her iki kara delik için gerekli veriler 2017 yılında elde edildi. Ancak M87’deki kara delik, büyüklüğü ve dünyaya olan uzaklığı yüzünden Sagittarius A*’ya göre çok durgun gözüküyor.

M87’deki kara delik, Dünya’dan 55 milyon ışık yılı uzaklıkta.

Bilim insanları, bu yeni fotoğraftan elde edilen ölçümlerle kara delikler için kullandığımız fizik kurallarını gözden geçiriyor. Şimdiye kadar tespit edilenlerin ise Einstein’ın yerçekimi teorisi ile uyumlu olduğu ortaya çıkıyor.

Sgr A* yakınındaki yıldızlar olağanüstü hızda hareket ediyor

(Kaynak: BBC Türkçe)

Paylaşın

Samanyolu’nda Ne Kadar Soğuk Gezegen Var?

Samanyolu Galaksisi’nde çoğu Dünya’dan birkaç bin ışık yılından daha az uzaklıkta, binlerce gezegen keşfedilmiş durumda. Yine de Samanyolu Galaksisi’nin 100.000 ışık yılı genişliğinde olması, gezegenlerin galaksi içerisindeki dağılımını araştırmayı zorlaştırıyor.

Haber Merkezi / Ancak bir araştırma ekibi bu engeli aşmanın bir yolunu buldu. Yeni yayınlanan bir araştırmada, galaksi merkezinden, çevresine doğru gezegen bulunma olasılığının nasıl değiştiğini belirlemek için yeni bir gözlem ve modelleme kombinasyonu geliştirildi.

Yeni yöntem, gezegenler gibi nesnelerin uzak yıldızlardan gelen ışığı bükerek ve büyüterek mercek görevi gördüğü yerçekimi mikro mercekleme adı verilen bir olguya dayanıyordu. Bu yöntem, Samanyolu Galaksisi boyunca Jüpiter ve Neptün benzeri soğuk gezegenleri tespit etmek için kullanılabilir.

Araştırmada yer alan bilim insanlarından Daisuke Suzuki, yerçekimi mikro merceklemenin şu anda Samanyolu’ndaki gezegenlerin dağılımını araştırmak için tek yol olduğunu belirterek, esas olarak Güneş’ten 10.000 ışık yılı uzaklıkta olan gezegenlere olan mesafeyi ölçmenin zorluğu nedeniyle çok az şey bilindiğini söyledi.

Bu sorunu çözmek için bilim insanları, gezegensel mikro merceklemede merceğin ve uzak ışık kaynağının göreli hareketini tanımlayan bir miktarın dağılımını düşündüler. Araştırmada yer alan ilim insanları, mikro mercekleme yöntemi ile gezegenlerin galaksi dağılımını çıkarabilirler.

Araştırma sonucuna göre, gezegen dağılımı galaksi merkezinden çevreye bağlı olmadığını gösteriyor. Bunun yerine, yıldızlarından uzakta dönen soğuk gezegenler, Samanyolu’nda evrensel olarak var gibi görünüyor. Buna güneşe göre çok farklı bir çevreye sahip olan ve gezegenlerin varlığının uzun süredir belirsiz olduğu galaksi çıkıntısı da dahildir.

Araştırmada yer alan bir başka bilim insanı Naoki Koshimoto, galaksi çıkıntısındaki yıldızların daha yaşlı ve birbirlerine güneşin yer aldığı bölgedeki yıldızlardan çok daha yakın olduklarını belirterek, “Gezegenlerin bu yıldız ortamlarının her ikisinde de bulunduğunu bulmamız, gezegenlerin nasıl oluştuğunu ve Samanyolu’ndaki gezegen oluşumunun tarihini daha iyi anlamamızı sağlayabilir” dedi.

Paylaşın