1974 yılında Tunceli’de dünyaya gelen Özcan Erdoğan, üniversite yıllarında kartpostal ve fanzinler çıkarttı. 1995’te İstanbul’a yerleşti. Bir grup arkadaşıyla İmlasız dergisini çıkardı.
Haber Merkezi / Özcan Erdoğan, İkaros Yayınları ve Karşı Yayınları ‘nın genel yayın yönetmenliğini ve Şiir Penceresi sitesinin editörlüğünü sürdürüyor.
1999’dan bu yana şiir, şiir üzerine yazı ve söyleşileri Altamira, Haliç Edebiyat, Yaba Edebiyat, Budala, Kavram Karmaşa, Üç Nokta, Ağır Ol Bay Düzyazı, Gösteri, Varlık, Edebiyat ve Eleştiri, Bahçe, Başka, Öteki-siz, Düşlük, Kül, Heves, E, Yom Sanat, Cumhuriyet Kitap, İmlasız, Bireylikler gibi dergilerde yayımlandı. Kitapları Dâhiler ve Aşkları (2008), Horozu Düşen Hayat (2009), Tarihi Liderler ve Aşkları (2010) ve Aşk Hakkında Düşünceler (2015).
Eserleri:
Dâhiler ve Aşkları (2008)
Horozu Düşen Hayat (2009)
Tarihi Liderler ve Aşkları (2010)
Aşk Hakkında Düşünceler (2015)
“Karşı aşk”
ordan oraya arsız sardunyalara
sığmıyor dolu pencereler
gösterişli bakışmalara
ipince sarkan bir yılan eğrisi
çıplak acımı emiyor doğrusu
aşklarım atlarım kadar huysuz
aldığı bıçağı bir çığlıkta saklıyor
içime atla gül bahçeme
hadi hazırlandım eskit sırtımı
aşk ki bir araya gelmek için yorulma isteği
karıncalanıyor önünde dirildiğimiz temmuz
güzelliğini taşıyor buğdaysı teninde
köpüren güneş hadi…
her mevsimin kuyruktaki bezgin halleri
nerde içinden ormanı inleten kıymık
çalar saatler gibi çaldım
geçip içime oturdum
çuval kurusuyla dolu unutulmuşlukların
gül düşürdüm yakamdan tanındım
“Singin”
ışıltılarla yıkanan aşkın o taze günü
kavuşturmaya çalışıyorduk o çocuk kucaklarımızı
salıncaklarla tutarak ağaçların nabzını:
alıp veriyordu içinden hızlı bir çiçeği
mahmude miydi yoksa neşide mi
adı eski bir şehrin alınlığıdır şimdi
dut dalıyla süpürürdü evini
ev dediğim yine o dutun altı
bakışları öksüz dokunuşları üvey
kapların kahırlı altları kalırdı ona
dalınlıklarını toplardı her kırıkta
biraz behrengi öyküsü biraz ferruhzad hayatı
ıslak pullarla kaplanmış uzak yaraları
aşktandı giydiği hüküm karanlığı
kem gözdü değdiği akmayan kandı bildiği
sonra sonra bir meryem meyli bir sessizlik yemini
gazap kuşları uçuştu ve kondu zindan ranzasına
hücrelerde bir bir seğiren gün
örümcek tutar o perdeleri çekmezdi
mahmude miydi yoksa neşide mi
ah eski bir şehrin alınlığıdır şimdi
bir ara bir bahçe katında
damarlı mermerlerin kıyısında orda
güneşten söz ettim parlattım amma
dünya ayrılıkla tutturulmuş bir yerdir dedi
gibi sustu açmadı kırık koynunu bir daha
“Yangı”
gölgesinde hangi bulutu beklettik de ayaküstü
kuru bir devede toplandık
ağızlar kalabalık kulak kimsesiz
yüz bulmadığımız kayıp kıta uzaklarda
elleri vardı suyun tuzunu kızdırdığı gemide kalan
mertliğin oturan kayalıklarda sallanan kolları
doldu cerahat dizkapaklarına akşamın
gene evler gene evler gene evler…
bunca yangı tetikte
üstümüze başımıza dağılacak gece
gıcırdayan yatak kösnül kapı
ezeli zelzeleden sızan ince yarıklara
çak kavlı kalın yorumları
hepsi hepsi bir orman yangınında
bir ağacın yakın bulunması