TÜSİAD İddianamesi Kabul Edildi: İlk Duruşma 20 Mayıs’ta

Türk Sanayicileri ve İş İnsanları Derneği (TÜSİAD) Yüksek İstişare Kurulu (YİK) Başkanı Mehmet Ömer Arif Aras ve Yönetim Kurulu Başkanı Orhan Turan hakkında açılan davanın iddianamesi kabul edildi.

Haber Merkezi / İddianamenin kabulüne karar veren mahkeme, ilk duruşmanın da 20 Mayıs’ta yapılmasına hükmetti.

Orhan Turan ve Mehmet Ömer Arif Aras hakkında hazırlanan iddianamede, “zincirleme şekilde basın ve yayın yoluyla yanıltıcı bilgiyi alenen yayma” suçundan 1 yıl 10 ay 15’er günden 5 yıl 6 ay 15’er güne kadar hapisle cezalandırılmaları talep edilmişti.

Ayrıca Orhan Turan ve Mehmet Ömer Arif Aras hakkında “adil yargılamayı etkilemeye teşebbüs” suçundan soruşturma yürütüldüğü öğrenilmişti.

Türkiye’de büyük sermayenin çatı kuruluşu olan TÜSİAD’ın 13 Şubat’ta gerçekleştirilen Genel Kurul toplantısında konuşan TÜSİAD Başkanı Orhan Turan ve YİK Başkanı Mehmet Ömer Arif Aras Türkiye’deki sosyal, ekonomik ve siyasi duruma ilişkin eleştirilerde bulunmuş, söz konusu ifadeler kamuoyunda tartışma konusu olmuştu.

Devamında İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı Aras ve Turan hakkında soruşturma başlatmış, ikili 19 Şubat’ta polis eşliğinde ifade vermeye götürülmüştü. İfadelerinin ardından Orhan Turan ve Mehmet Ömer Arif Aras çıkarıldıkları nöbetçi hakimlik tarafından yurt dışına çıkış yasağı ve adli kontrol şartıyla serbest bırakılmıştı.

Savcılığın soruşturma başlattığı konuşmayla ilgili konuşan Erdoğan da dernek yönetiminin “haddini aştığını” savunmuştu. Erdoğan, TÜSİAD’ın eski Türkiye’de siyaseti dizayn eden bir dernek olduğunu söyledi ve “Eski sistemi geri getirmeye kimsenin gücü yetmeyecektir” mesajı vermişti.

Adalet Bakanı Yılmaz Tunç ise TÜSİAD yöneticileri hakkındaki soruşturmanın Erdoğan’ın bu sözlerinin ardından başlatıldığı yönündeki iddiaları yalanlamıştı.

Orhan Turan ve Mehmet Ömer Arif Aras, yaptıkları konuşmada Türkiye’de son dönemde yaşanan siyasi gelişmelere ilişkin görüşlerini açıklamıştı.

Mehmet Ömer Arif Aras konuşmasında artan gözaltı ve tutuklamalara tepki göstererek, “Seçilmiş belediye başkanları görevden alınıyor, yerlerine kayyum atanıyor… Bir büyükşehir belediye başkanı hakkında yaptığı konuşmalar nedeniyle basın toplantısından dakikalar sonra soruşturmalar açılıyor… Yeni mezun teğmenler ordudan ihraç ediliyor. Arka arkaya gelen bu olayların endişe yarattığını ve güveni sarstığını söyleyebiliriz” demişti.

Orhan Turan ise “yeni yasal düzenlemelerle, kamu görevlilerinin Devlet Denetleme Kurulu tarafından görevden alınmasının ve TMSF’nin şirketlere kayyum olarak atanmasının mümkün olduğunu” savunmuştu.

“Suç işlemek amacıyla örgüt kurmak, galiba artık şirket kurmaktan daha kolay. Kadın cinayetlerinin de, çocuk tacizlerinin de sonu gelmiyor” diyen Orhan Turan, tüm bu sorunların arkasında “hukuka olan güvenin sarsılması” belirlemesinde bulunmuştu.

Paylaşın

Yılmaz Tunç’tan TÜSİAD Açıklaması: Erdoğan’ın Konuşmasından Sonra Başlamadı

TÜSİAD Başkanı Orhan Turan ile TÜSİAD YİK Başkanı Mehmet Ömer Arif Aras’ın haklarında başlatılan soruşturmalara ilişkin konuşan Adalet Bakanı Yılmaz Tunç, “Soruşturma dün başlamadı, Cumhurbaşkanımızın konuşmasından önce başlamıştı” dedi.

Türk Sanayicileri ve İş İnsanları Derneği (TÜSİAD) Yönetim Kurulu Başkanı Orhan Turan ve YİK Başkanı Ömer Arif Aras, dernek genel kurulundaki konuşmalarında iktidarı eleştirdikleri ifadelere ilişkin başlatılan soruşturmada adli kontrol şartıyla serbest bırakıldı.

TGRT Haber’de açıklamalarda bulunan Adalet Bakanı Yılmaz Tunç, TÜSİAD Başkanı Orhan Turan ile TÜSİAD Yüksek İstişare Konseyi (YİK) Başkanı Mehmet Ömer Arif Aras’ın haklarında başlatılan soruşturmada adli kontrol şartıyla serbest bırakılmasına ilişkin de konuştu.

TÜSİAD Başkanı Orhan Turan ile Yüksek İstişare Kurulu Başkanı Ömer Aras’ın polis gözetiminde ifadeye götürülmesine ilişkin konuşan Tunç, “TÜSİAD başkanlarına gözaltı kararı olmadı. Ayrıca soruşturma dün başlamadı, Cumhurbaşkanımızın konuşmasından önce başlamıştı. İfade alma, düne denk geldi. Soruşturma devam edecek. Cumhurbaşkanımız da konuya detaylıca değindi. Sivil toplum kuruluşları fikirlerini özgürce ifade edebilir. TÜSİAD mevcut soruşturmaları etkilemeyi amaçladı. Cumhurbaşkanımız bu konuya değindi, tepkisini de ortaya koydu. TÜSİAD yöneticilerin konuşmalarındaki hususları Türkiye’nin hak etmediğini vurguluyoruz” dedi.

Tunç, TÜSİAD başkanının kayyum eleştirilerine de değinerek şu ifadeleri kaydetti: “Konuşmalarında Türkiye’de hukuk güvenliği olmadığını, eksiklikleri ifade ederek, somut örneklerle ifade etmeye çalıştılar. Yargının gerçekleştirdiği soruşturmaları dile getirerek bunun ‘hukuk güvenliğini zedelediğini ifade ederek, yürüyen soruşturmalar bakımından, onların da etkilenmeye çalışıldığını düşünen büyük bir kitle oluştu.

Bir kısım DEM Parti ve CHP’li belediyelere terör iltisakı nedeniyle geçici görevlendirmeler yapıldı. Terör soruşturmaları süren belediye başkanlar var. Durup dururken görevden alınıp yerine kayyım atanan bir belediye başkanı yok. Bunu TÜSİAD başkanı söylüyor. TÜSİAD ‘Türkiye üretiyor’ demeli.

Açılan soruşturmaların kararı yargıdadır. ‘Seçilmiş belediye başkanları yerine kayyım atanıyor, doğru değil’ diyor. Burada seçilmiş başkanların görevden alınması ve yerine atama yapılması anayasamızda olan bir şey. Bir kısım belediye başkanları terör nedeniyle görevden el çektiriliyor başka bir kısım ise yolsuzluk nedeniyle… CHP ve DEM Partili belediyelere, kayyım değil aslında, geçici görevlendirme, haklarında devam eden terörle ilgili soruşturmalar var.”

Erdoğan ne demişti?

Erdoğan, partisinin grup toplantısında şunları söylemişti: “TÜSİAD’ın açıklaması haddini aştı, buram buram provokasyon kokuyor.  Demokraside hiç kimse eleştiriden layusel değildir. Demokrasimizin standardını yükselten, yasakları kaldıran bizim iktidarlarımızdır. Tutarlı olması halinde eleştirilere kulak tıkamayız.

TÜSİAD’ın açıklaması sonrasında ’emre emade uşak’ misali sıraya dizilen muhalefet figürlerini nazarı dikkate almıyoruz. Kuklalarla bizim işimiz olmaz. Bizim muhatabımız kuklacılardır. TÜSİAD zihniyetinin neye tekabül ettiğini çok iyi hatırlıyoruz. Eski Türkiye’de siyaseti dizayn ediyorlardı.

Eski Türkiye’de senelerce borunuzu öttürmüş olabilirsiniz. Hukukun kapsamı dışında bırakıldığınız eski Türkiye’yi özlüyor da olabilirsiniz. Ama yeni Türkiye’de haddinizi bileceksiniz. İş adamı derneği iseniz iş adamı derneği gibi davranmayı bileceksiniz. Siyaset yapmaya çok hevesliyseniz ya parti kuracaksınız ya da ağzınızdan çıkan iki çift lafa bakan muhalefet partilerinden birini seçersiniz.”

Paylaşın

TÜSİAD Başkanı Orhan Turan: Suçlamaları Kabul Etmiyoruz

TÜSİAD YİK Başkanı Mehmet Ömer Arif Aras hakkında başlatılan soruşturmaya ilişkin konuşan TÜSİAD Başkanı Orhan Turan, “Adil yargılamayı etkilemeye teşebbüs ve gerçeğe aykırı bilgi yayma suçlamalarını kabul etmiyoruz” dedi.

TÜSİAD Başkanı Orhan Turan, derneğin genel kurulunda yapılan açıklamaların ardından gelen tepkilere yanıt vererek, yanlış anlamaları gidermek adına kapsamlı bir açıklama hazırlığında olduklarını da duyurdu.

Türk Sanayicileri ve İş İnsanları Derneği (TÜSİAD) Yönetim Kurulu Başkanı Orhan Turan, derneğin 13 Şubat’ta gerçekleştirilen genel kurul toplantısındaki açıklamaların ardından gelen tepkilere ilişkin Sözcü’den Saygı Öztürk‘e değerlendirmelerde bulundu.

Orhan Turan, “Adil yargılamayı etkilemeye teşebbüs ve gerçeğe aykırı bilgi yayma suçlamalarını kabul etmiyoruz” dedi. Turan, derneğin genel kurulunda yapılan açıklamaların ardından gelen tepkilere yanıt vererek, yanlış anlamaları gidermek adına kapsamlı bir açıklama hazırlığında olduklarını da duyurdu.

TÜSİAD Genel Kurul toplantısında konuşan TÜSİAD’ın Yüksek İstişare Konseyi (YİK) Başkanı Ömer Aras hakkında, “adil yargılamayı etkilemeye teşebbüs ve gerçeğe aykırı bilgiyi alenen yayma” suçlarından soruşturma başlatılmıştı.

İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı, açıklamasında, TÜSİAD YİK Başkanı Ömer Aras’ın konuşmasındaki, “bir kısım soruşturma ve kovuşturmalarla ilgili yargıyı telkin ve yönlendirme ile gerçeğe aykırı, kamu barışını bozmaya elverişli nitelikli sözleri” nedeniyle soruşturmanın açıldığını bildirmişti.

YİK Başkanı Ömer Mehmet Ömer Arif Aras ne demişti?

TÜSİAD Yüksek İstişare Konseyi (YİK) Başkanı Ömer Aras, İstanbul’da düzenlenen Türk Sanayicileri ve İş İnsanları Derneği (TÜSİAD) Genel Kurul toplantısında, hükümetin ekonomi politikalarını eleştirmişti.

“Kamunun da özel sektör şirketleri ve vatandaşlarımız gibi eşit düzeyde kemer sıkması şart” diyen Aras, enflasyonla mücadele için 2025 yılında kamuda yapılacak tasarrufun daha etkin olmasını beklediklerini söylerken, “Devletin bütçe disiplinine uyması, kamu harcamalarını kontrol etmesi ve kamuda tasarrufu arttırması şart” sözlerini kaydetmişti.

Aras, belediyelere yönelik artan baskılara dikkat çekmiş, “Yerel seçimlerde politik gücün barış içinde el değiştirmesi, ülkemizde demokrasinin gücünü tekrar tüm dünyaya göstermiş oldu ancak seçimler sonrasında seçilmişlerin görevden alınarak atanmışların göreve getirilmesi demokrasimizi zedeledi” demişti.

Ömer Aras ayrıca ekonomide hayata geçirilmesi gereken iki ana yapısal reformun önemine vurgu yaparak bunları şöyle sıralamıştı: “Birincisi, insana değer katan eğitim ve liyakat. İkincisi, hukukun üstünlüğü ve bağımsız yargı. Hedefimiz, bu reformların yarattığı güven ortamıyla beslenen ekonomik kalkınma olmalıdır. Bu iki reformu hakkıyla gerçekleştirebilirsek diğer tüm reformlar kolaylıkla yapılabilecektir.

Dünya ile rekabet edebilmemiz için özel sektörde ve kamu bürokrasisinde iyi eğitilmiş yüksek vasıflara sahip ve liyakate uygun atanmış insanlar olması şart. Ayrıca bilimde, sanatta, sporda, tüm alanlarda ileri gitmek için her şeyden önce nitelikli insan gerekiyor. İyi yetişmiş insanlar hukukun üstünlüğünün ve adil yargının olduğu bir ortamda çalıştığı takdirde ekonomi başta olmak üzere her konuda başarının yolu açılacaktır. Bu konuda toplumsal fikir birliğine ihtiyacımız var.”

İçinde bulunulan sürecin dünya için olduğu kadar Türkiye için de önemli bir kavşak olduğunu kaydeden Ömer Aras, ekonomik ve siyasi gelişmelerin hem büyük fırsatlar hem de büyük riskler yarattığına dikkat çekerek şu mesajları vermişti:

“Bu süreci mutlaka çok iyi yönetmeliyiz. Türkiye’mizin, dünyada sözü geçen, bölgesinde istikrarın teminatı olan, ekonomisi istikrarlı, demokrasisi sağlam, hukuk devleti ilkeleri yerleşmiş, toplumu huzurlu bir ülke olması yönünde el birliği ile çalışmalıyız. Bunu ancak hukukun üstünlüğü ve bağımsız yargının yarattığı güven ortamında iyi yetişmiş,

liyakatla göreve gelmiş insanlar ve eşitlikçi bir yaklaşımla yapabiliriz. Bunu yaptığımız taktirde en önemli yapısal reformu gerçekleştirmiş olacağız. Bizi yönetenlere iyi niyetle önerilerimizi aktarmak görevimizdir. Hepimiz bu doğrultuda üstümüze düşeni yerine getirmeliyiz.”

YİK Başkanı ayrıca toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin, kalkınmanın tüm boyutlarını negatif etkilediğine işaret etmişti. Aras, “Kadınların ekonomik, siyasi ve toplumsal hayatta erkeklerle eşit şekilde temsil edilmesi ekonomik kalkınma, adaletsizlikle mücadele ve toplumsal refah yaratarak ilerlemenin olmazsa olmaz koşuludur” diye konuşmuştu.

Paylaşın

TÜSİAD Başkanı Orhan Turan: Yanlış Politikalar Enflasyonu Yukarı Çekti

“2021’de yanlış politikalarla enflasyonu yukarı çektik” diyen TÜSİAD Başkanı Orhan Turan, “Bizim hedefimiz yüksek enflasyonu tek haneye düşürmek. Bunu düşüremediğimiz sürece verimli olma şansımız yok” ifadelerini kullandı.

Türk Sanayicileri ve İş İnsanları Derneği’nin (TÜSİAD), Genel Kurul Toplantısı’ndaki iktidara yönelik eleştirilerin yapıldığı açıklamaların ardından, TÜSİAD Yönetim Kurulu Başkanı Orhan Turan, açıklamalarını yineledi.

TÜSİAD Başkanı Orhan Turan, Sözcü TV‘de yaptığı açıklamada, “21 yıldır STK’lerde çalışıyorum. Anadolu’yu iyi biliyorum. Son bir ayda dört ile gittim. Yönetim Kurulu’nu Adıyaman’da yaptık. Biz sürekli açıklamalar yapıyoruz” diye konuştu.

4 bin 500 şirketi temsil ettiklerini belirten Turan, “Dış ticaretin yüzde 80’ini TÜSİAD gerçekleştiriyor. hariç istihdamın yüzde 50’sini TÜSİAD gerçekleştiriyor” ifadelerini kullandı.

Avrupa’da şu anda sanayide problemler yaşandığına dikkat çeken Turan, “Biz de “Perspektif 2025″te sorunu koyduk, çözümü koyduk. 11 başlık altında topladık. Birinci bölüm hukuk ve demokrasi, ikincisi enflasyon. Mali politikalar, kayıt dışıyla mücadele, alınmayan yerlerden vergilerin alınması, kamunun verimliliği ve tasarrufu, bütçe disiplini bunları desteklememiz lazım” dedi.

Enerji, hukuk, eğitim, sanayi alanlarında yapısal reformların önemli olduğunu kaydeden Turan, “Buralarda gerekli reformları yapmazsak korkarım üç beş sene sonra yine aynı konuları konuşacağız” şeklinde konuştu.

5 milyon kadın ve 7 milyon da gencin istihdam dışında olduğunu kaydeden Turan, “İstihdam politikası düzelmeli” dedi. “2021’de yanlış politikalarla enflasyonu yukarı çektik” diyen Turan, “Bizim hedefimiz yüksek enflasyonu tek haneye düşürmek. Bunu düşüremediğimiz sürece verimli olma şansımız yok” ifadelerini kullandı.

Sanayideki istihdamın özendirilmesi gerektiğini söyleyen Turan, “Bu ülke üretmeden refah seviyesini arttırmamızın imkanı yok” dedi. “Nitelikli eğitim yoksa fason oluruz” diyen Turan, “Yaşam boyu eğitimden yanayım. İki yılda bir kendimizi yenilememiz gerekiyor” diye konuştu.

TÜSİAD’a soruşturma

Öte yandan TÜSİAD Genel Kurul toplantısında konuşan TÜSİAD’ın Yüksek İstişare Konseyi (YİK) Başkanı Ömer Aras hakkında, “adil yargılamayı etkilemeye teşebbüs ve gerçeğe aykırı bilgiyi alenen yayma” suçlarından soruşturma başlatıldı.

İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı bugün yaptığı açıklamayla Ömer Aras hakkında dün TÜSİAD Genel Kurul’nda yaptığı konuşma nedeniyle soruşturma başlatıldığını duyurdu.

Başsavcılık açıklamasında, TÜSİAD YİK Başkanı Ömer Aras’ın konuşmasındaki, “bir kısım soruşturma ve kovuşturmalarla ilgili yargıyı telkin ve yönlendirme ile gerçeğe aykırı, kamu barışını bozmaya elverişli nitelikli sözleri” nedeniyle soruşturmanın açıldığını bildirdi.

Başsavcılığın hakkında resen soruşturma başlattığı Aras, “adil yargılamayı etkilemeye teşebbüs ve gerçeği aykırı bilgiyi alenen yayma” suçları yöneltiliyor.

Paylaşın

Patronlar Kulübü TÜSİAD’dan İktidara Sert Eleştiriler

TÜSİAD Başkanı Orhan Turan, “Bakan Mehmet Şimşek’in ekonomi programına destek veriyorsak da, ekonomide her şeyin yolunda olduğunu söyleyemeyiz. Enflasyonla mücadelenin hızlanması gerekiyor.” dedi ve ekledi:

Haber Merkezi / “Artık daha hızlı netice almalıyız. Yoksa stres birikiyor. Enflasyonla mücadelenin maliyetine katlanmak zorlaşıyor. Hem girişimciler için hem çalışanlar için. Sanayici çok zorlanıyor. İhracatçı kan ağlıyor. İthalatın cazibesi artıyor.”

Türk Sanayicileri ve İş İnsanları Derneği (TÜSİAD) Başkanı Orhan Turan, TÜSİAD Olağan Genel Kurul toplantısında konuştu. Orhan Turan’ın konuşmasından öne çıkan bölümler şöyle: “Depremlerde, yangınlarda, iş kazalarında çok sayıda vatandaşımızı kaybediyoruz. Demek ki, hata, suistimal ve kayırmacılık çok yaygın.

Eleştirel ifadelere ve habercilik faaliyetlerine açılan soruşturma haberleri, çok sıklaştı. 10 küsur sene önceki olaylara, şimdi yeni soruşturmalar açılıyor. Tutuklu milletvekillerine, siyasi parti liderlerine ve belediye başkanlarına sürekli yenileri ekleniyor.

Disiplinsizlik suçuyla teğmenler hakkında ihraç kararı alınıyor. Fakat, deprem, yangın taciz, kadın cinayeti, iş kazası, gibi kamuoyunda infial yaratan nice olayda, ya suçlular bulunmuyor ya da kısa sürede serbest kalıyorlar. Kamuoyu vicdanında suç ve ceza arasında orantısızlık kanaati oluşuyor.

İster seçimle, ister atamayla gelen kamu görevlilerinin görevlerinden alınmasının, yeni örneklerine şahit oluyoruz. Üstelik, yeni yasal düzenlemelerle, kamu görevlilerinin Devlet Denetleme Kurulu tarafından görevden alınması ve TMSF’nin şirketlere kayyum olarak atanması mümkün oluyor.

Yolsuzluk, dolandırıcılık, karaborsa haberlerinin ardı arkası kesilmiyor. Suç işlemek amacıyla örgüt kurmak, galiba artık şirket kurmaktan daha kolay. Kadın cinayetlerinin de, çocuk tacizlerinin de sonu gelmiyor. Nedir bu tırmanma? Biz niye bu hale geldik?

Hangisini ele alsak günlerce, belki de aylarca konuşmak gerekiyor. Tüm bu sorunların arkasında, hukuka olan güvenin sarsılması var. Hep söyledik. Hep söyleyeceğiz. Modern devletin temelinde hukukun üstünlüğü vardır. Tüm vatandaşlar kanun önünde eşittir.

Devlet de hukukla bağlıdır. Her kademede yönetim keyfi değil, hukuk kurallarına göre yapılır. Burada sorun varsa her yerde sorun çıkar. Hukuka güven kalmazsa güvensizlik, istikrarsızlık ve belirsizlik her yere sirayet eder. Sistemik risk oluşur. Günü kurtarmak mümkün olsa da yarınlar tehlike altına girer.

Bakın biz sanayici ve iş insanlarıyız. TÜSİAD üyesiyiz. Ama her şeyden önce insanız, bu ülkenin vatandaşıyız. İnsani değerleri ekonomik değerlerin önüne koyarız. Çocuklarımıza, torunlarımıza daha büyük bir miras değil, daha iyi bir gelecek bırakmak isteriz.

Daha iyi bir geleceği, hukuka güven olmadan kuramayız. Hukukun üstünlüğünü, hemen ve tam olarak tesis etmeden; Ne Ekonomide, ne toplumda, ne iç, ne de dış politikadaki sorunlar çözülebilir.

Ayrıca toplumsal kutuplaşmanın yerini, toplumsal uyuma bırakması, siyasette yumuşama ve siyasi alanın genişlemesi, sorunlarımızın çözümünü mutlaka kolaylaştıracaktır. Bu noktada, terör sorununun kalıcı olarak ortadan kalkması en büyük dileğimizdir.

Ancak şunu da görelim: izlenmekte olan sürecin başarısı ile, hukuk devleti ve demokratik standartların iyileştirilmesi arasında birbirini besleyen karşılıklı bir etkileşim vardır. Biri olmadan diğeri eksiktir. Hukukun üstünlüğünü tesis edersek, tüm sorunlarımızı konuşarak, ortak akılla çözebiliriz.

Sayın Bakan Mehmet Şimşek’in ekonomi programına destek veriyorsak da, ekonomide her şeyin yolunda olduğunu söyleyemeyiz. Enflasyonla mücadelenin hızlanması gerekiyor. Artık daha hızlı netice almalıyız. Yoksa stres birikiyor. Enflasyonla mücadelenin maliyetine katlanmak zorlaşıyor. Hem girişimciler için hem çalışanlar için.

Sanayici çok zorlanıyor. İhracatçı kan ağlıyor. İthalatın cazibesi artıyor. Başka ülkelerde hammaddeyi daha ucuza alan, krediye daha ucuza erişen, enerji ve işçilik maliyetinin toplam maliyetler içindeki payı daha düşük olan rakiplerimizle biz nasıl rekabet edebiliriz?, Bunun matematiği nedir?, Verimlilik farkı bu makası kapamaya yeter mi?

Peki bugün, işimizi nasıl devam ettireceğiz?, Devam ettiremezsek çalışanlarımız ne olacak?, Nüfus artış hızının dramatik biçimde azaldığının farkındayız. Peki bunun verimlilikte çok daha büyük bir artışı gerektirdiğinin ne kadar farkındayız?

Çalışan sayısı artmadan, nitelik yükselmeden, verimlilik hızlanmadan, katma değer artmadan nasıl büyüyeceğiz? Bunu açıklayan bir teori var mı? Hem sanayici mutsuz hem çalışanlar. Hem büyük işletmeler zorlanıyor hem KOBİ’ler. Hem Batıdaki girişimciler yakınıyor hem Doğudakiler. Peki kimin yüzü gülüyor?

Özdemir Asaf ‘Her şeyi zamana bıraktık, zamanımız var mı bilmeden…’ demişti. Artık zamanımızın kalmadığını biliyoruz. Yıllardan beri iklim değişikliğine hazırlanalım diyoruz. Teknolojik dönüşümü kaçırmayalım diyoruz.

Jeostratejik risklere karşı önlem alalım diyoruz. İşgücümüzü ve gençlerimizi çağın ihtiyaçlarına göre yetiştirelim diyoruz. İşgücü açığını kapatmak için önce kadınlarımızı işgücüne katalım diyoruz. Ticaret savaşlarına hazırlanalım, ithalatın değil, ihracatın cazip olduğu bir ekosistem oluşturalım diyoruz. Tarım ve hayvancılığın stratejik önemini hatırlayalım diyoruz.

Dünyada büyük bir değişim yaşanıyorken, önümüzde bir sıçrama fırsatı olduğunu görüyoruz. Bundan yararlanalım diyoruz. Ama enerjimiz boşa gidiyor. Dünyadaki değişimi yakalayamıyoruz. Artık hiçbir şeyi zamana bırakamayız. Bunun için zamanımız kalmadı. Bir an önce enflasyonla mücadelede kalıcı başarıyı sağlayalım. Para politikasını maliye politikasıyla ve yapısal reformlarla destekleyelim.

Sanayiye mutlaka nefes aldırılması lazım. Yatırım, üretim ve ihracat desteklenmeli. Dediğim gibi, neler yapılması gerektiğini defalarca söyledik; ayrıca bugün paylaştığımız bir kitapçık haline getirdik. Çünkü ‘sussak gönlümüz razı değil’.”

Paylaşın

Patronlar Kulübü TÜSİAD’dan İktidara Destek: Pek Çok Başarı Elde Edildi

TÜSİAD Yönetim Kurulu Başkanı Orhan Turan, “Geride bıraktığımız neredeyse bir buçuk yılda Ülke Risk Primi, Merkez Bankası rezervleri ve cari açık anlamında pek çok başarı elde edildi. Enflasyonu düşürmenin ilk aşamasında ilerleme sağladığımızı görüyoruz” dedi.

Haber Merkezi / Türk Sanayicileri ve İş İnsanları Derneği (TÜSİAD) ve Koç Üniversitesi ortaklığı ile oluşturulan Ekonomik Araştırma Forumu (EAF) tarafından her yıl düzenlenen “Türkiye Ekonomisi” konferansı bu yıl, 17 Ocak Cuma günü gerçekleşti. Etkinlikte alanında uzman konuşmacılar 2025 yılı Türkiye ekonomisine dair öngörü ve beklentilerini paylaştılar.

Toplantının açılış konuşmasını yapan TÜSİAD Yönetim Kurulu Başkanı Orhan Turan konuşmasında şu ifadelere yer verdi:

“Geride bıraktığımız neredeyse bir buçuk yılda Ülke Risk Primi, Merkez Bankası rezervleri ve cari açık anlamında pek çok başarı elde edildi. Enflasyonu düşürmenin ilk aşamasında ilerleme sağladığımızı görüyoruz. Ancak şimdi daha zorlu bir süreç başlıyor. Dezenflasyon süreci 2025’te de devam edecek, ancak hedeflenen seviyelere ulaşabilmemiz için bütüncül bir bakış açısıyla hareket ederek para politikasını daha uyumlu bir mali politika ve yapısal reformlarla desteklememiz gerekiyor.

Geçtiğimiz yılda Merkez Bankası’nın başarılı politikası devam ederken, maliye politikası tarafında özellikle kamuda tasarruf ve kayıt dışı ile mücadelede daha güçlü adımlara ihtiyaç duyuyoruz. Benzer şekilde harcama kompozisyonunun çok daha verimli olması gerektiğine inanıyoruz.

Önümüzdeki dönemde otomasyona, insan kaynağına, markaya yatırım yapmazsak verimliliğimizi arttıramayacağız ve rekabetçilik avantajımızı kaybedeceğiz. Kalıcı, sürdürülebilir, doğru bölüşülmüş refahın ve ekonomik kalkınmanın sağlanması için hem çok daha köklü reformlar hem de sanayinin bakış açısının değişmesi gerekiyor.

Buradan yola çıkarak, rekabetçilik ve verimlilik konularını daha doğru analiz edebilmek ve somut veriler üzerinden tartışabilmek için, Türkiye’nin rekabet gücüne dair bir veri seti üzerinde çalışıyoruz. Bu çalışmanın ilk sonuçlarını Mart ayında kamuoyu ile paylaşacağız. Mart ayının ardından da oluşturduğumuz endeksi her çeyrekte yayınlamaya devam edeceğiz.

Önümüzdeki dönemde beklentimiz; hukuk devletinin, yargı sisteminin ve demokrasinin güçlendirilmesi, hukuki öngörülebilirliğin sağlanması ve piyasa ekonomisi ilkeleri ile uyumlu politikalar geliştirilmesi, kurumsal kapasite ve bağımsızlığın artması, çağımıza uygun bir eğitim reformunun yapılması, verimlilik ve rekabetçiliğin artması için teknolojik dönüşümün desteklenmesi, sanayide yeşil dönüşümün esas alınması, kayıt dışı ekonomi ile daha etkin bir mücadele.”

“Sadece para politikası üzerine oturan…”

Açılışın ardından konferans Hande Demirel’in moderatörlüğünde gerçekleşen “2025 Yılında Türkiye Ekonomisi” paneli ile devam etti. Oturumda TÜSİAD Baş Ekonomisti Gizem Öztok Altınsaç, Koç Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Selva Demiralp, Bilkent Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Hakan Kara ve Emekli Hazine Müsteşar Yardımcısı Hakan Özyıldız konuşmacı olarak yer aldı.

Konuşmasına 2024’ün enflasyonla mücadelede aşama kaydedilen bir yıl olduğu halde enflasyondaki düşüşün yavaş olduğunu ifade ederek başlayan TÜSİAD Baş Ekonomisti Gizem Öztok Altınsaç şunları söyledi: “Sadece para politikası üzerine oturan bir programdan ziyade çok daha kapsamlı, uzun soluklu ve içinde reform adımları barındıran bir yapılanmaya ihtiyacımız var.

Enflasyonla mücadelenin maliyetli olduğunu zaten biliyorduk. Özellikle reel kesim bilançolarında belirgin baskı görüyoruz. Elbette uzun yıllar boyu düşük finansmanla dönen bir sistem ve verimlilik, katma değer konularından uzaklaşmış bir reel kesim mevcut. Bu da ülkemizin rekabet gücünü tamamen azaltmış durumda. TÜSİAD olarak bu konu üzerine bir süredir çalışıyoruz.

Her ne kadar reel kesim kur ve faiz tartışsa da aslında maliyet yapısını topyekûn ele alan, küresel piyasalarda rekabet gücümüzü ölçen bir bilimsel çalışmaya, endekse ihtiyaç vardı. Mart ayıyla beraber TÜSİAD Rekabet Gücü Endeksi’ni yayınlamaya başlıyoruz. Umuyorum ki hem politika önerileri açısından hem de süreci doğru analiz edebilmede veri sağlama açısından önemli bir açığı kapatıyor olacağız.”

Koç Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Selva Demiralp ise şu değerlendirmelerde bulundu: “2024 yılında Koç Üniversitesi bünyesinde yapmaya başladığımız hane halkı enflasyon beklenti anketi, enflasyonun ineceğine hane halkının pek ikna olmadığını gösteriyor. Veriyi incelediğimizde enflasyon beklentilerini oluşturan temel faktörün kişisel tecrübeler, yani çarşı pazarda takip edilen fiyatlardaki artışlar olduğunu gözlemliyoruz. Buradan yola çıkarak enflasyon beklentilerini düşürmenin temel şartının enflasyonu düşürmek olduğunu görüyoruz.

Kişisel tecrübeler enflasyon beklentilerine bir baz oluştururken siyasi tercihlerle ve takip edilen medya kanalları da bu beklentileri etkiliyor. Siyasi tercihini iktidar yanlısı kullanan katılımcıların ileriye yönelik enflasyon beklentileri daha düşük olmakla birlikte, bu grubun beklentileri bile %70 alt sınırının çok altına düşmüyor.”

Bilkent Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Hakan Kara konuşmasında uygulanan ekonomi politikalarının bir ödemeler dengesi krizi riskini önemli ölçüde azalttığını ancak enflasyonla mücadelede yeterince başarılı olamadığını kaydetti. Hakan Kara sözlerine şöyle devam etti: “Bunun en temel nedenleri parasal sıkılaştırmaya geç başlanması ve bütçe harcamalarının kısılamaması. 2025 yılında da maliye politikasında önemli bir sıkılaşma beklenmiyor. Yönetilen fiyat artışları da muhtemelen enflasyon hedefinin üzerinde gerçekleşecek. Dolayısıyla, önümüzdeki dönemde enflasyon düşmeye devam etse de iyileşme resmi tahminlerden daha sınırlı olacak gibi görünüyor.”

Emekli Hazine Müsteşar Yardımcısı Hakan Özyıldız konuşmasında enflasyonla mücadelenin önemli araçlarından birinin de kamu harcamalarını kısıtlamak olduğunu belirterek şunları ifade etti: “Ancak yapısal değişikliklere gidilmediği sürece, bütçede harcamaları hızlıca ayarlayabilecek esneklik bulunmuyor. 2024’te bütçe disiplini bir miktar sağlanmış gibi gözüküyor, ancak kamu borç stoku sebebiyle faiz yükü yüksek. Bundan sonraki süreçte faiz ödemeleri, bütçe açığı incelenirken daha da önemli hale gelecek.”

Paylaşın

Patronlardan İktidara Tam Destek!

TÜSİAD Yönetim Kurulu Başkanı Orhan Turan, “Ülkemizin yeniden şekillenmekte olan küresel değer zincirlerindeki konumunun güçlenmesi mümkün. Fakat bunun bazı koşulları olacak. Bu koşulların en başında ekonomik istikrar geliyor. Enflasyonla mücadele sürecini destekliyoruz. Bu konudaki çalışmaların, doğru yönde atılmış önemli adımlar olduğunu düşünüyoruz” dedi ve ekledi:

“Para politikasının mali disiplin ile de desteklenmesi gerektiğini düşünüyoruz. Bu çerçevede geçtiğimiz günlerde açıklanan kamuda tasarruf ve verimlilik paketini kamu harcamalarının denetlenmesi ve kısıtlanması doğrultusunda atılmış bir adım olarak görüyoruz. Bu adımın önümüzdeki dönemde kamu ihale reformu, vergide adalet ve etkinlik, kayıt dışılıkla mücadele gibi alanlardaki çalışmalarla desteklenmesini bekliyoruz.”

Orhan Turan, “Enflasyonla mücadelenin başarılı olabilmesi için, toplumun tüm kesimlerinde bu konuda bir mutabakat olması gerekiyor. Bu süreç reel kesim üzerinde de maliyetler oluşturacaktır. İş dünyası da Türkiye ekonomisinin bir süredir devam eden sorunlarını çözmesi ve daha dengeli, sürdürülebilir bir büyüme patikasına girmesi için, oluşacak maliyetin kendi üzerine düşen kısmını üstlenmelidir. Bu noktada kuruluşundan bu yana TÜSİAD’ın ülke çıkarlarını, hep en öne koymuş olduğunu hatırlatmak isterim. Biz, enflasyonla mücadelenin yükünü üstlenmeyelim; başkaları üstlensin demeyiz” ifadelerini kullandı.

Türk Sanayicileri ve İş İnsanları Derneği (TÜSİAD) Yüksek İstişare Konseyi toplantısı, Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in de katılımıyla gerçekleşti. Açılış konuşması yapan TÜSİAD Yönetim Kurulu Başkanı Orhan Turan, “Yerel bilgi ve tecrübeyi harekete geçirmek Türkiye’yi bölmez. Aşırı merkezi ve hiyerarşik bir yönetim anlayışı, iyi ve yenilikçi fikirlerin ortaya çıkışını zorlaştırır. Milletin oyuyla seçilmesi gereken pozisyonlara atama yoluyla görevlendirme yapılması, ya da seçilmiş vekillerin Meclis’te yer almaması ile milli irade korunmaz” dedi.

Orhan Turan’ın açıklamalarından bazı başlıklar şöyle: “Son yılların arka arkaya gelen zor gündemi, hepimizi yormuş, moralimizi bozmuştu. Pandemi, savaşlar, depremler, gibi felaketler arka arkaya gelmişti. Ekonomide de, çok zor bir dönem geçirmiştik. Siyasi kamplaşma ve gerilimler geçirmiş olduğumuz seçimlere damgasını vurmuştu. Yeni normallerimiz bunlar olmuştu. Oysa, Cumhuriyetimizin ikinci yüzyılına girerken bu durum bize hiç yakışmazdı.

Nihayet bu günleri geride bırakma ihtimali belirdi. Tabi ki temkinliyiz, tabi ki adımlarımızı atarken kılı kırk yarıyoruz, her ihtimali ölçüp biçiyoruz.

Hepimiz iş dünyasının içindeyiz. TÜSİAD üyelerinin temsil ettiği şirketlerin, ekonomik, finansal ve ticari alanlarda dünya ile yakın işbirlikleri mevcut. Bu şirketler, yaptıkları ihracat, yarattıkları katma değer, istihdam ettikleri insan kaynakları, ödedikleri vergi itibariyle, Türkiye ekonomisinde önemli bir ağırlığa sahip. Ekonomiyi doğrudan, ya da dolaylı olarak etkileyen her konu bu nedenle TÜSİAD’ın ilgi alanına giriyor.

Türkiye enflasyonla mücadele konusunda, çok tecrübeli bir ülke. Çünkü çok uzun bir enflasyonist geçmişi var. Yıllık enflasyon 1990’lar boyunca yüzde 60’ın altında inmemişti. Ama 2002 yılının başında yüzde 70’lerde olan enflasyonu yıl sonunda yüzde 30’un altına geriletebildik. Enflasyon bir yıl sonra yüzde 20’nin, bir sonraki yıl ise, yüzde 10’un altına indi. 2011 yılında yüzde 4’ün bile altına indiğini görmüştük. Fakat 2016 sonrası dönemde uyguladığımız hatalı politikalar sonucunda, enflasyon performansı kötüleşti. Bu olumsuz süreç, 2021 sonrası dönemde daha da hız kazandı. Son bir yıldır yeniden doğru para politikasına dönmüş olmamızı çok önemsiyoruz. Enflasyonu yıl sonunda yüzde 40’ın altına çekebilmeyi umuyoruz. Enflasyonu, arzu ettiğimiz noktalara düşürene kadar, kararlılıkla bu sürece devam etmeliyiz.

Dış kırılganlıklarımız ise, takip ettiğimiz bir diğer önemli konu. Cari açık yıllardır mücadele ettiğimiz bir süreç. Bu sene bu oranın yüzde 2.5’lara kadar gerileme ihtimali umut veriyor. Yine de düşük cari açık rakamlarını sürdürebilmemiz için, yapısal değişimlere ihtiyacımız var. Fakat bunun ötesinde en önemli dış kırılganlıklarımızdan biri haline gelen ve TÜSİAD olarak son yıllarda özellikle altını çizdiğimiz, zayıf Merkez Bankası döviz rezervlerinin, son dönemde yeniden güçlü seviyelere geliyor olması, çok memnuniyet verici. En önemli dış kırılganlıklarımızdan birini geride bırakıyoruz. Yılın geri kalanında da rezervlerdeki bu olumlu performansın devam edeceği inancındayız.

Son 10 yılda fakirleştik: 2001 yılında merkezi bütçe açığının GSYH’ya oranı yüzde 11.9 idi. 2005’te bu oranı yüzde 1’e indirdik. Bu, 2000’li yıllardaki ekonomik istikrar hikayemizin müthiş bir ayağını oluşturur. İzleyen yıllarda da olağanüstü koşullar haricinde yüzde 1’ler seviyesinde tutabildik. Bu sene OVP’ye göre yüzde 6.4 tahmin ediliyor. Maliye politikasında son dönemde attığımız ve atmayı planladığımız adımlarla, gerçekleşmenin, bunun çok daha altında olma ihtimali var. 2025 yılı hedefi ise yüzde 3.4. Ve tabii kişi başı milli gelir rakamları. 2013’te kişi başı milli gelir 12,582 dolardı. Sonra geriledi. Son 10 yılda fakirleştik. 2023 sonunda yeniden 13,000 dolar seviyesine geldik.

Biliyoruz ki geride bıraktığımız 10 yılı kaybetmemiş olsaydık, bugün çok farklı bir tabloyu konuşabilirdik. Düşük enflasyon, bütçe disiplini, hiç sorunsuz finanse edilebilen bir cari açık ve stabil TL, çok daha yüksek kişi başı gelir anlamına gelecekti. Ne gelir dağılımı böylesine bozulmuş olacaktı, ne emeklinin satın alma gücü bu kadar düşmüş, ne de gençler geleceklerini yurtdışında arar hale gelmiş olacaktı. Vakit kaybettik. Vakit kaybetmenin bedeli ağır oldu. Şimdi ise yeniden doğru adımlar atmaya başladık. Öte yandan, vakit kaybettiğimiz bu süreç, bize, sıkı sıkıya sarılmamız gerekenleri de tekrar hatırlattı:

Kurumlarımızın bağımsızlığını korumanın, hukukun üstünlüğüne gölge düşürmemenin, yönetişim kalitemizin gerilemesine rıza göstermemenin, özgürlüklerden, çoğulculuktan ödün vermemenin ve genel kabul görmüş, veriyle doğrulanmış politikalardan uzaklaşmamanın ne kadar önemli olduğunu bir kez daha gördük. Bütün bu ilkelere sıkı sıkıya bağlı kalarak bugün çok daha iyi bir yerde olmamız mümkündü.

Normalleşme: Kaybettiğimiz vakti geri kazanabilmemiz mümkün. Bunun için öncelikle enerjimizi tüketen kısır çekişmeleri bir kenara bırakmak gerekiyor. Kamplaşmanın, kutuplaşmanın kimseye faydası olmuyor. Siyasette normalleşme adımları hepimizi umutlandırıyor. Zamanımızı ve enerjimizi neyi, hangi önceliklendirme ile nasıl yapmalıyız sorularına ayıralım. Ülkemizi ileri götürmek için tüm fikirlere açık olalım, özgürce tartışalım. Ama siyasette de, ekonomide olduğu gibi bir zamanlar sahip olduğumuz ve sonradan yitirdiğimiz standartları geri kazanmaya çalıştığımızı da unutmayalım. Bunun için, siyasetçiler arasında, toplumda, hatta iş dünyasında bile yaygın olan bazı temelsiz kabulleri artık geride bırakıp, yerine veriye ve bilime dayalı politikaları uygulayalım.

İzninizle birkaç örnek vereyim: Enflasyonla mücadele uzun vadede işsizliğe yol açmaz; büyümeyi düşürmez. Türkiye örneği yeterlidir. Yüksek enflasyondan hiçbir ülke yarar görmedi. Yüksek enflasyon ekonomiyi de siyaseti de, toplumu da yorar, bozar; yozlaştırır. İhracat artışı için TL’nin değer kaybetmesi gerekmez. Düşük verimlilikle, yüksek maliyetle yapılan üretimle rekabet gücü kazanılmaz. Dünya pazarlarında rağbet görmeyen ürünlerle ihracat artırılmaz.

Kayıt dışı ile mücadele etmek KOBİ’lerimizi zora sokmaz. Kayıt dışılık, finansmanı pahalı ve erişilemez hale getirir. Kayıt dışı çalışan bir firmanın modern teknolojilerden yararlanması, yetkin çalışanlar istihdam etmesi zordur. Kayıt dışı haksız rekabet yaratır, vergi tabanını daraltır, kayıtlı işletmeler üzerindeki vergi yükünü artırır.

Yerel bilgi ve tecrübeyi harekete geçirmek Türkiye’yi bölmez. Aşırı merkezi ve hiyerarşik bir yönetim anlayışı, iyi ve yenilikçi fikirlerin ortaya çıkışını zorlaştırır. Milletin oyuyla seçilmesi gereken pozisyonlara atama yoluyla görevlendirme yapılması, ya da seçilmiş vekillerin Meclis’te yer almaması ile milli irade korunmaz.

İfade özgürlüğü siyaseti kaosa sürüklemez. Farklı fikirler ayrılık değil, zenginlik getirir. Türkiye demokratik rüştünü ispat etmiş bir ülkedir. Özellikle son iki seçimin sonuçlarını düşündüğümüzde, halkın siyasi ferasetinden şüphe etmek yersizdir. Sayın Cumhurbaşkanımızın dediği gibi ‘Demokrasi asla ve asla sıfır toplamlı bir oyun değildir. Demokrasinin kazandığı yerde kaybeden olmaz. Sivil siyaseti güçlendiren her sonuç Türk siyaseti açısından eşsiz bir başarıdır.’

Bilimsel bilgi ile ahlak ve değerler arasında bir karşıtlık yoktur. Bilimsel ve teknolojik ilerleme bilginin üzerine kuruludur. Bilginin öğrenilmesi değerleri zedelemez. Bilginin öğretilememesi çağın gerisine düşürür. Listeyi daha da uzatmak mümkün. Ama önümüzdeki yılları esas belirleyecek olan yeşil ve dijital dönüşüm konusunda da doğru adım atılmasını zorlaştıran tereddütler var.

İklim değişikliği ile mücadele ve çevreye duyarlı bir ekonomik büyüme modeli Türkiye’nin rekabet gücünü azaltmaz. TÜSİAD olarak biz yeşil ve dijital dönüşümü iş dünyamız için bir risk ve maliyet kalemi olarak görmüyoruz. Tam tersine, Türkiye’nin rekabet gücünü koruyabilmesi için, bu politikaları benimsemesi gerekiyor. Çünkü birçok ülke kendi ekonomisini bu doğrultuda dönüştürüyor. Dijital dönüşüm Türkiye için bir lüks, uyulması neredeyse imkânsız bir fantezi değildir. Her teknoloji devriminde olduğu gibi, teknolojiye ayak uyduramayanlar silinir gider. Bu bireyler için de, firmalar için de, ülkeler için de geçerlidir. Türkiye’nin dijital dönüşümü kaçırma lüksü yoktur.

Enflasyonla mücadele sürecini destekliyoruz: Geçtiğimiz aylarda yurtiçinde ve yurt dışında bir dizi temaslarımız oldu. Bu temaslarda ülkemizin ne kadar zengin bir potansiyele sahip olduğunu, bir kez daha görme fırsatı buldum. Ülkemizin yeniden şekillenmekte olan küresel değer zincirlerindeki konumunun güçlenmesi mümkün. Fakat bunun bazı koşulları olacak. Bu koşulların en başında ekonomik istikrar geliyor. Enflasyonla mücadele sürecini destekliyoruz.

Bu konudaki çalışmaların, doğru yönde atılmış önemli adımlar olduğunu düşünüyoruz. Para politikasının mali disiplin ile de desteklenmesi gerektiğini düşünüyoruz. Bu çerçevede geçtiğimiz günlerde açıklanan kamuda tasarruf ve verimlilik paketini kamu harcamalarının denetlenmesi ve kısıtlanması doğrultusunda atılmış bir adım olarak görüyoruz. Bu adımın önümüzdeki dönemde kamu ihale reformu, vergide adalet ve etkinlik, kayıt dışılıkla mücadele gibi alanlardaki çalışmalarla desteklenmesini bekliyoruz.

Enflasyonla mücadelenin başarılı olabilmesi için, toplumun tüm kesimlerinde bu konuda bir mutabakat olması gerekiyor. Bu süreç reel kesim üzerinde de maliyetler oluşturacaktır. İş dünyası da Türkiye ekonomisinin bir süredir devam eden sorunlarını çözmesi ve daha dengeli, sürdürülebilir bir büyüme patikasına girmesi için, oluşacak maliyetin kendi üzerine düşen kısmını üstlenmelidir. Bu noktada kuruluşundan bu yana TÜSİAD’ın ülke çıkarlarını, hep en öne koymuş olduğunu hatırlatmak isterim. Biz, enflasyonla mücadelenin yükünü üstlenmeyelim; başkaları üstlensin demeyiz.

Bu çerçevede, gündemdeki vergi düzenlemeleri vergi yükünün mali güce göre adil şekilde dağıtıldığı ve hukuka güvenin korunduğu etkin bir vergi sistemine ulaşma amacına hizmet etmelidir. Bunun için düzenlemelerin vergi tabanını genişletmeyi hedeflemesini, adil, öngörülebilir ve uluslararası standartlara uygun olmasını gerekli görüyoruz.

Ayrıca düzenlemelerin istişare ile, ilgili sivil toplum kuruluşlarının görüş ve değerlendirilmeleri alınarak hazırlanmasının, son derece önemli olduğuna inanıyoruz. Bu alanlarda kapsamlı adımlar atılmaksızın, sadece vergi yükünün önemli bir kısmını yüklenen ‘kayıtlı mükellef grubu’ üzerindeki vergi yükünü daha da arttıracak düzenlemelerle yetinilmesinin, bu sürecin başarısını gölgeleyeceğini düşünüyoruz. Vergi düzenlemelerinin amaçlarına ulaşması için kayıt dışı ile mücadelenin sıkılaştırılması gerektiğine inanıyoruz.

Makroekonomik istikrarın ve öngörülebilirliğin sağlanması ve enflasyonun kalıcı olarak düşürülmesi için, diğer reform alanlarında da, adım atılması gerekiyor. Bu çerçevede; hukuk devletinin tüm kurum ve kurallarıyla etkin işlemesinin sağlanması, düzenleyici kurumların özerkliği, çoğulcu demokrasi, ifade özgürlüğü, eğitim reformu, toplumsal cinsiyet eşitliği, teknoloji ve yenilikçilik gibi başlıklarla güçlendirilmesini önemsiyoruz. Çünkü, kalkınma, ekonomik yapıdaki dönüşüm, bireysel ve bölgesel gelir adaletinin iyileştirilmesi, salt ekonomi politikalarının dışına taşan bir çerçeve gerektiriyor.

Eğitim, TÜSİAD’ın kuruluşundan bu yana en çok üzerinde durduğu alanlardan birisidir. Bu konu derneğimizin kuruluş tüzüğünde de yer bulmuştur. Eğitimin önemini 50 yıldan beri vurgulayan bir kuruluş olarak, müfredatta yakın zamanında yapılmış olan değişiklik hepimizin dikkatini çekti. Bu değişiklik toplumda da önemli tepkilere yol açtı. Daha önce de dile getirmiş olduğumuz gibi, Cumhuriyet değerlerine, bilimselliğe ve çağdaş eğitim normlarına uygunluk konusundaki eleştiriler giderilmeden uygulamaya alınacak bir müfredatın, çocuklarımızın geleceğine ve kalkınma hedeflerimize katkı sağlamayacağına inanıyoruz.

Toplumun tümünü ilgilendiren eğitim konusunda, müfredattan öğretmene kadar her alanda düzenlemeler yapılırken, tarafların desteğini alarak, katılımcı şekilde planlama yapılmalı. Unutmayalım ki ülkemizin rekabet gücü ve refah düzeyinin artmasının arkasında şüphesiz insan kaynaklarınızın sanayileşmeye, sürdürülebilir kalkınmaya ve büyümeye elverişli olarak yetişmeleri zorunluluğu var.

Ürün ve pazar rekabeti dediğimiz zaman özünde ülkeler arası bir eğitim rekabeti, insan kaynakları için rekabet var. İnsanınızı rakip ülkelerden daha iyi eğitmez iseniz, gençlerinize ve ailelerine umutlu bir gelecek sağlayamazsınız, dışa açık piyasa ekonomisinin nimetlerinden de faydalanamazsınız. Dünyanın ilk 10 ekonomisinden birisi olacaksak, eğitim sistemimizin kalitesi de dünyada ilk 10’a girmeli. Oysa PISA sonuçlarına göre, Türkiye’nin okuma, matematik ve fen bilimlerindeki sıralaması 36, 39 ve 34. sıralarda.

TÜSİAD Yönetim Kurulu olarak, bu dönem yoğunlaştığımız başlıklardan birisi de, kadınların yönetimdeki rolünün güçlendirilmesi. TÜSİAD olarak yönetimde kadın oranının artırılmasını ivmelendirmek amacıyla, kendi üyelerimizden başlayarak iş dünyasını harekete geçirmek üzere bir çağrıda bulunduk. Bu çağrımıza çok olumlu bir cevap aldık. Üyelerimizin artan şekilde bu çağrımıza destek olmasını ve daha fazla kadını şirketlerimizin yönetim kademelerinde görmeyi bekliyoruz. Kadının rolünü sadece aile içinde tanımlamıyoruz. Kadınlar ve erkekler hayatın her alanında eşit haklara, fırsatlara ve sorumluluklara sahip olmalı. Bunu hayata geçirebilmek için kadın haklarını her boyutu ile gündemimizde bulunduruyoruz.

Toplumsal gelişmenin düz bir çizgide hareket etmediğini, zikzaklarla ilerlediğini biliyoruz. Bir yandan son yerel seçimlerde, kadın belediye başkanları sayısında dikkati çekecek bir artış oldu. Bunu memnuniyetle karşıladık. Diğer yandan, İstanbul Sözleşmesinden çıkılması kadına yönelik şiddetin önlenmesine hizmet etmedi. Ayrıca 9. Yargı Paketi taslağında “Kadının soyadı” düzenlemesinin, kadınların toplumsal konumunun güçlendirilmesi hedefi ile uyumlu olmadığını düşünüyoruz.

Türk Ceza Kanunu’na eklenmesi önerilen, etki casusluğu gibi muğlak ve güveni azaltıcı özellikler taşıyan düzenlemelerin paketten çıkartılması olumlu olsa da, gündeme gelen her bir mevzuat değişikliğinin algı ve beklentiler üzerinde önemli bir etki yarattığını gözlemliyoruz. Sonradan değiştirilse ve yasalaşmasa bile, bu tür düzenlemelerin gündeme getirilmesinin güven ortamının iyileştirilmesi ve normalleşme beklentilerine hizmet etmediğini düşünüyoruz.

Konuşmamım başında da söylediğim gibi, zor bir dönemden çıktık. Konjonktürün geçmişe oranla daha elverişli olacağı bir döneme giriyoruz. Her ne kadar kapsamı, derinliği, hızı itibariyle tartışmaya açık olsa da, geçmişe oranla daha umutlu bir yerdeyiz. Türkiye’de demokratikleşme ve kalkınma mücadelesini çok uzun bir koşu olarak görüyoruz. Ama bizler bu koşunun 100 metresi için burada değiliz. Bunun bir maraton olduğunu biliyoruz. Hızımızı bazen düşüreceğiz; bazen artıracağız. Ama sonunda hedefimize varacağız.”

Paylaşın

TÜSİAD’dan İktidara Sert Eleştiriler

TÜSİAD olağan Genel Kurul toplantısında konuşan TÜSİAD Yüksek İstişare Konseyi Başkanı Tuncay Özilhan, ekonomide “yüksek enflasyon, istikrarısızlık, düşük katma değerli üretim, orta gelir tuzağı, yeşil ekonomiye uyum ihtiyacı ve orta gelir tuzağı önemli başlıklar olarak duruyor” dedi.

Bu sorunların olduğu gibi devam ettiğini dile getiren Özilhan, sorunları kesin ve kalıcı olarak çözmek yerine sadece palyatif çözümlerin vakit kaybına yol açtığını ve yapısal sorunların ertelendiğini belirtti.

Üretim artışı sağlanmadan makro ekonomik sorunlarda kalıcı iyileşmenin mümkün olmadığının altını çizen Özilhan, refahın adil dağıtılmasına dikkat çekti. Yüksek enflasyon ve refah üretmeyen büyümenin geçim sıkıntısı getirdiğinin altını çizen Özilhan, yıllardır aynı sorunları yaşayan ülkenin 2024 yılında hâlâ gelir adaletsizliğiyle mücadele ettiğini dile getirdi.

TÜSİAD Başkanı Orhan Turan ise TÜSİAD olarak zorlu bir dönemde görev yaptıklarını ifade ederek, “Ortak akılla yan yana durarak, birbirimizden güç alarak ve birbirimize destek vererek doğru bildiklerimizi bu dönemde de söylemeye devam edeceğiz. Atatürk’ün çizdiği yolda, ülkemizin çağdaş uygarlık yolunda ilerlemesini sağlayacağını düşündüğümüz tüm konuları, toplumumuzun en geniş kesimleriyle paylaşmaya özen gösterdik” dedi.

Türk Sanayici ve İşinsanları Derneği (TÜSİAD) olağan Genel Kurul toplantısını düzenledi. TÜSİAD Yüksek İstişare Konseyi Başkanı Tuncay Özilhan ve TÜSİAD Başkanı Orhan Turan, toplantıda bir konuşma gerçekleştirdi.

Tuncay Özilhan, konuşmasında şunları söyledi: Gündemin her zaman çok yoğun olduğu ülkemizde, genel kurullarımıza hep gündeme ilişkin değerlendirmeler damgasını vurur. Fakat gündem ne kadar yakıcı olursa olsun, zaman zaman geri yaslanıp, daha uzun bir perspektiften değerlendirme yapmak gerekir.

Nereye gittiğimizi iyi bilmeliyiz ki menzile ulaşalım. 2015 yılında üstlendiğim Yüksek İstişare Konseyi Başkanlığı görevini bugün devrederken sizlerle beraber geçen dokuz yılın değerlendirmesini yapmak istiyorum. Bunu yaparken dokuz yılda dünyanın ve ülkemizin geçirdiği değişime ve TÜSİAD’ın bu süreçte oynadığı role bakmamız gerekir.

2015 yılında görevi devraldıktan sonra yaptığım ilk konuşmada küresel mimarideki değişim dalgalarına işaret etmiştim. 19. yüzyıl, tarihte uzun 19. yüzyıl olarak bilinir. 1789’da Fransız Devrimi ile başlayan ve 1914’te Birinci Dünya Savaşına kadar devam eden dönem ulus devletlerin kurulduğu ve modern dünyanın temellerinin atıldığı bir dönemdir. Buna karşılık 20.yüzyıl kısadır. Sanıyorum yirmi birinci yüzyılın ikinci on yılı da uzun onyıl terimini hak ediyor. 2008 kriziyle başlayan belirsizlik, karmaşa, bilinmezlik, altüst oluşlar çağı soluksuz devam ediyor.

Neler görmedik ki! Dünya sürekli olarak terör olayları ve toplu cinayetlerle sarsıldı. Küresel ısınma daha önce görülmedik seviyelere ulaştı. Birisi ülkemizde olmak üzere büyük depremler, doğal afetler yaşadık. Küresel sistemde de depremler yaşandı. Bildiğimiz dünya değişti. Dünya ekonomisi bir türlü eski gücüne dönemedi. Liberal küreselleşme anlayışı ile hiç de uyumlu olmayan müdahaleler ve ticaret savaşlarına şahit olduk. Hayatımıza e-ticaret girdi. Artık ekonominin temel parametrelerini, yeşil ekonomi, yeni teknolojiler ve küresel tedarik zincirlerindeki değişimler şekillendiriyor.

Jeopolitik riskler sürekli olarak tırmandı. Demokratik ülkeler topluluğu ile Çin, Rusya, İran, Kuzey Kore gibi ülkeler arasında sürekli bir gerilim yaşandı. Ortadoğu’daki huzursuzluklar hiç dinmediği gibi üzerine yenileri eklendi. Doğumuzda Azerbaycan-Ermenistan, kuzeyimizde Rusya-Ukrayna, güneyimizde İsrail-Filistin savaşlarını gördük. Avrupa Birliği bir yandan yeni aday ülkelerle genişleme sürecini devam ettirdi. Diğer yandan Birleşik Krallık üyelikten ayrıldı.

Covid pandemisi her alanda çok derin etkiler yarattı. Dünyada gelir adaletsizliği azalmakta ve yoksullukla mücadelede mesafe alınmakta idi. Ama 2019 sonrasında 70 milyon insan yeniden aşırı yoksulluğa itildi. Savaşlar, iklim krizi, ekonomik zorluklar gibi nedenler dünya üzerinde göçlere ve mülteci krizlerine neden oldu. Mülteci sayısı 2015 yılında 16 milyondan 2023 yılında 30 milyona ulaştı. Türkiye tüm dünyada İran’la birlikte en fazla sayıda göçmene ev sahipliği yapan ülke oldu.

Bütün bu olumsuz tabloya dünyanın hemen her yerinde tepkiler geldi. Toplumsal olaylar tırmandı. Sorunlara işe yarar çözümler üretemeyen merkez siyasetler cezalandırılırken popülizm tırmanışa geçti. Aşırı sağ popülizmdeki yükselişe, her konuda yetkiyi ve bilgiyi tekelinde tutan otoriterlik; bilimin, teknik becerinin, liyakatin değersizleştirildiği bir siyaset anlayışı eşlik etti.

Öte yandan, kadınların eşitlik ve hak talepleri ve cinsel istismara karşı toplumsal bilinç yükseldi. Etnik ayrımcılık karşıtı güçlü eylemler yapıldı. Teknolojide de büyük ilerlemeler gördük. Özellikle gen ve uzay teknolojileri, otonom cihazlar, yapay zeka ve dijital teknolojilerdeki gelişmeler çığır açtı. Bu gelişmeler doğal olarak bütün konuşmalarımda önemli bir yer kapladı. Çünkü dünya değişiyorken, değişimi iyi takip etmek, yönelimi doğru okumak ve zamanında pozisyon almak gerekir.

Geçtiğimiz dokuz yılda ülkemizde de baş döndürücü bir gündem vardı. Bu derin değişimler dönüşümler karşısında siyasi, ekonomik ve sosyal temellerimizi sağlamlaştırmak gerekiyordu. Dış politikada pazarlıkçı yaklaşımın yerini ilkeler bazında bir politikanın almasından yana olduğumuzu defalarca vurguladım. Batının bir parçası olduğumuzu unutmamamız gerektiğine, Türkiye’nin batı ve doğu arasında bir köprü olduğuna ve AB üyelik sürecinin önemine işaret ettim.

Küresel riskler, bölgesel tehditler, ekonomik çıkarlar dikkate alındığında, AB Türkiye için vazgeçilmez öneme sahiptir. Bunu sürekli ifade ettim. 1999 yılında yönetim kurulu başkanı olduğum yıl Türkiye AB’ye aday ülke statüsü kazanmıştı. 2015 yılında yüksek istişare konseyi başkanı olduğumda AB ile müzakerelere başlayalı 10 yıl olmuştu. 2024 yılında Türkiye hala AB üyelik sürecine devam ediyor. 2016’da bir darbe girişimi yaşadık.

Son dokuz yılda sekiz kez sandık kuruldu. 2 cumhurbaşkanlığı, 4 meclis, 1 halkoylaması, birisi gelecek ay olmak üzere 2 yerel seçim gündemimizi doldurdu. Parlamenter sistemden Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemine geçtik. İktidar yapısı değişmedi ama siyasi gerilim de hiç düşmedi; hatta sürekli olarak tırmandı. Konuşmalarımda kısır siyasi çekişmeleri bir kenara bırakmak gerektiğini vurguladım. 2024 yılında Türkiye hala siyasi istikrar arayışına devam ediyor.
Terör de yakamızı hiç bırakmadı. 2024 yılında Türkiye hala terörle mücadeleye devam ediyor.

Göreve geldiğimde 1999 Gölcük depreminin üzerinden altı yıl geçmişti. Geçen sene ise yaşadığımız korkunç depremin yaralarını hala tam olarak saramadık. 2024 yılında Türkiye hala Marmara depremine nasıl hazır olunacağını tartışmaya devam ediyor. Ekonomik durum tüm konuşmaların temel başlıklarından birisi oldu.

Yüksek enflasyon, TL’nin değerinde istikrarsızlık, düşük tasarruf oranı, cari açık, düşük verimlilik, düşük katma değerli üretim, orta gelir tuzağı, teknolojide geri kalma endişesi, yeşil ekonomiye uyum ihtiyacı nitelikli eleman sorunu ekonomik durumun vaz geçilmez başlıkları idi. Bu sorunlar orta yerde duruyorken palyatif çözümler sadece vakit kaybına yol açar. Konjonktür ne kadar elverişsiz olursa olsun, geleceği kaybetmemek için uzun vadeli düşünmek, yapısal sorunları ertelemeden çözmek gerekir.

2015 yılında enflasyon %9, kişi başı gelir 11 bin dolar, cari açığın GSYH’ya oranı % 3 idi. Son verilere göre enflasyon %65, kişi başı gelir 10 bin 659 dolar, cari açığın GSYH’ya oranı ise % 3,6 oldu. 2024 yılında Türkiye hala makroekonomik istikrar arayışına devam ediyor. 2015 yılında Türkiye ekonomisinin dünya ekonomisindeki payı %1.15, küresel mal ve hizmet ihracatındaki payı ise %4.1 idi. Bu oranlar 2022 yılında da değişmedi.

2024 yılında Türkiye hala küresel ekonomideki payını artırma arayışına devam ediyor. İlk konuşmamdan son konuşmama kadar hep üretim, üretim, üretim dedim. Rasyonel para ve maliye politikaları tabi ki işin a-b-c si. Ama üretim artışı sağlamadan makroekonomik sorunlarda kalıcı bir iyileşme mümkün değil. Küresel konjonktür durumu daha da önemi hale getirdi. Gelişkin bir üretim kapasitesi, hem sanayide, hem tarımda, stratejik önemde. Bu da öngörülebilirlik, iyi bir planlama ve yatırım ortamının iyileştirilmesini, yani hukuk devletinin, yargı tarafsızlığının hiçbir istisnaya müsamaha göstermeden tam anlamıyla uygulanmasına bağlı.

Konuşmalarda sıklıkla dile getirdiğim bir konu da refahın adil dağılması, yoksulluğun azaltılması gereği idi. Yüksek enflasyon ve refah üretmeyen büyüme geçim sıkıntısını getirir. Büyümenin kaynağını tüketime, kentsel ranta, verimliliğe katkısı sınırlı projelere dayandırmak doğru değildir. Oysa kaynakları verimli kullansak, toplanan vergilerde israfı önleyip, eğitim ve diğer sosyal harcamaların payını artırabilsek, durum farklı olabilirdi. 2024 yılında Türkiye hala gelir adaletsizliği ile mücadeleye devam ediyor.

Refahı artırmak için istihdam yaratmak gerekiyor. 2015 yılında işsizlik oranı %10.3 idi. Geçen yılın Kasım ayında %9 oldu. 2024 yılında Türkiye hala vatandaşlarına iyi işler yaratma mücadelesine devam ediyor.

İşsizlik sorunu yaşanırken bir de nitelikli insan kaynağı sorunu yaşıyoruz. Bunun nedeni eğitim sisteminin yeni mesleklere yönelik yeni becerileri kazandırma konusundaki yetersizliği. Konuşmalarımda beyin göçünü önlemenin, bilime, özgür düşünceye, eleştirel akla, yaratıcılığa dayalı bir eğitim sisteminin ve eğitimde fırsat eşitliğini sağlamanın önemine çok vurgu yaptım. Son 20 yılda eğitimle ilgili 17 kez değişiklik yapılmış.

2024 yılında Türkiye eğitimde nitelik ve fırsat eşitliği sorunlarını çözmek yerine hala afaki tartışmalar yapmaya devam ediyor. TÜSİAD’ın ellinci yılı için yapmış olduğumuz çalışmada, insanın, kalkınmanın hem öznesi hem de hedefi olduğunu belirtmiştik. Kalkınma her şeyden önce insan içindir. Her türlü farklılıklarıyla tüm etnik ve dini inançtan insanımız ülkemizin gücüne güç katar. Bunun için sivil toplumun önünün açılması, ifade özgürlüğü, özgür medya, akademik özgürlükler konuları da sık sık gündemimde oldu.

Kadınlar için ekonomik, toplumsal ve siyasi hayatta fırsat eşitliği sağlanması, kadına şiddetin önüne geçilmesi ve İstanbul Sözleşmesine dönülmesi de dikkat çektiğim hususlardan birisiydi. 2015 yılında mecliste kadınların oranı %15 idi. 2023’te bu oran %17 oldu. 2024 yılında Türkiye’de hala kadınların fırsat eşitliği mücadelesi devam ediyor.

Bu kısa özet karşısında eminim içinizden ülke olarak ne çok vakit kaybetmişiz diye geçiriyorsunuzdur. Gerek benim, gerek başkanların bu kürsüden sık sık dile getirdiği öneriler hayata geçmiş olsaydı, acaba bugün daha farklı bir yerde olur muyduk diye sorduğunuzu da tahmin ediyorum. Dokuz yıl boyunca yapmış olduğum önerilerin kaynağı tüzüğümüz oldu. Tüzüğümüz açık ve nettir. Amacımız insan hakları evrensel ilkelerinin, düşünce, inanç ve girişim özgürlüklerinin, laik hukuk devletinin, katılımcı demokrasi anlayışının, liberal ekonominin, rekabetçi piyasa ekonomisinin kurum ve kurallarının ve sürdürülebilir çevre dengesinin benimsendiği bir toplumsal düzenin oluşması olarak belirtilmiştir. Şimdiye kadar her yönetim bu amaçları gerçekleştirmek için çalıştı. Gün oldu bu amaçlara yaklaştık; gün oldu uzaklaştık.

TÜSİAD Başkanı Orhan Turan ise konuşmasında şu ifadeleri kullandı: TÜSİAD kurumsal yapısı ve yarım asırlık tecrübesiyle, ülkenin tüm sorunları karşısında çözüm üretme misyonuyla çalışır. Sorunların ağırlaştığı dönemlerde, sadece üyelerine değil esas olarak ülkeye karşı yüksek sorumluluk gerektiren bu görevi layıkıyla yerine getirmek daha da meşakkatli hale gelir. Tuncay Bey, bu zorluğun üstesinden en mükemmel biçimde geldi.

Biz de, son yönetim kurulu olarak;

– Küresel mimarinin baş döndürücü bir biçimde değiştiği,
– Pandeminin yaralarının sarılmaya çalışıldığı,
– Ülke tarihimizin en büyük deprem felaketini yaşadığımız, biri kuzeyimizde biri güneyimizde iki
savaşın bölgemizi ateş topuna çevirdiği,
– Cumhuriyetimizin 100. Yılını idrak ettiğimiz bu dönemde,
– Devraldığımız bayrağı layıkıyla ileri taşıma uğraşında olduk.

Geçtiğimiz iki yıla sadece deprem gerçeği damgasını vurmadı;

– Yoğun jeopolitik riskler, savaşlar ve küresel ekonomideki sarsıcı değişimler oldu.
– Küresel ısınmanın etkileri şiddetini artırarak devam etti.
– Teknolojik dönüşüm, yapay zeka alanındaki gelişmelerle yeni bir düzeye ulaştı.
– Aylarca hepimizin gündemini meşgul eden bir seçim süreci yaşadık.
– Ekonomik sorunlar ağırlaştı.
– Yatırım iklimi karakışta takılı kaldı.
– Enflasyonla mücadele için denenen alternatif yöntemler tüm ekonomik parametreleri yerinden
oynattı.
– Kafalarda piyasa modeli nereye gidiyor soruları oluştu.

Bu zor dönemde beraber görev yapmış olduğum, Yönetim Kurulundaki değerli arkadaşlarıma üstlendikleri büyük sorumluluktan dolayı çok teşekkür ederim. Bize duydukları güven ve verdikleri destek için üyelerimize ve TÜSİAD Yüksek İstişare Konseyi divanına müteşekkiriz. Ayrıca, Genel Sekreterliğimize ve temsilciliklerimize de göstermiş oldukları üstün gayret için teşekkürlerimi ifade etmek isterim.

– Ortak akılla,
– Yan yana durarak,
– Birbirimizden güç alarak
– Ve birbirimize destek vererek doğru bildiklerimizi, bu dönemde de söylemeye devam ettik.
– Atatürk’ün çizdiği yolda, ülkemizin çağdaş uygarlık yolunda ilerlemesini sağlayacağını düşündüğümüz tüm konuları, toplumumuzun en geniş kesimleriyle paylaşmaya özen gösterdik.

Geçen sene Cumhuriyetimizin 100’üncü yaşını haklı bir gururla kutladık. TÜSİAD olarak 100 yıllık kazanımlarımızın ve değerlerimizin vazgeçilmez önemini vurgularken, ilk yüzyılımızın tecrübelerini değerlendirmemiz gerektiğini de düşündük. “Cumhuriyetimizin İkinci Yüzyılına Girerken Türkiye” adlı çalıştay dizimizi gerçekleştirdik.

Bu çalıştayların çıktılarını hatırlayacağınız üzere Aralık ayında yayınladık. Bu yayında özetlenen fikir çeşitliliğinin siyasi partiler, yerel yönetimler, sivil toplum örgütleri, akademi ve tüm vatandaşlarımız için kıymetli bir kaynak oluşturmasını ve temel meselelerimiz hakkında istişare etmemiz için bir vesile olmasını umuyoruz.

Kahramanmaraş merkezli depremin üzerinden bir sene geçti. Yüreğimiz hala sızlıyor. Depremin hemen ardından gerek oluşturduğumuz Deprem Destek Ağı, gerekse üyelerimizin şirketlerinin ağlarıyla depremden etkilenen illerimizin öncelikli ihtiyaçlarını karşılamak için, bir seferberlik başladı. İş dünyası olarak depremin yaralarını sarmaya, sosyoekonomik toparlanma çalışmaları ile devam ettik.

TÜSİAD olarak ayrıca, Deprem Görev Gücü’müz ile beklenen Marmara depremi karşısında, özel sektörün hazırlıklı olması için çeşitli çalışmalar yapıyoruz. Afet yönetimi çok ciddi bir planlama, hazırlık ve koordinasyon gerektiriyor. Geçen sene yaşadığımız yıkıcı deprem bu gerçeği en acı biçimde öğretti. Kurumlarımızı ve kurallarımızı güçlendirip, kentlerimizi depreme dirençli hale getirmeliyiz. Bu konularda vakit kaybetmenin vebalini alamayız.

Ülke gündeminin önemli başlıklarından biri yerel seçimler. Umuyorum ki önümüzdeki yerel seçimler genel seçim mantığında ilerlemek yerine kentlerdeki yaşam kalitesinin iyileştirilmesine yönelik somut projeleri tartışacağımız bir zemin oluştursun. Tüm siyasi partilerimizden örneğin akıllı kent projelerini, teknolojiyi kent yaşamına nasıl entegre edeceklerini duymak isteriz.

Yerel yönetimler demokrasinin aşağıdan yukarıya inşa edilmesinde büyük rol sahibi. Yerindenlik ilkesi, merkezî yönetimle yerel yönetimler arasındaki yetki ve görevlerin paylaşımının düzenlenmesi açısından kilit bir kavram. Yurttaş tercihinin dikkate alınması ve yetki ve sorumluluğun halka en yakın birimler tarafından yerine getirilmesi, hizmetlerin etkinliği açısından önem taşır.

Siyaseti yerelleştirerek çoğulculuğu güçlendirmek, Cumhuriyetimizin İkinci Yüzyılı için gerçekleştirdiğimiz çalıştaylarımızda da gündeme gelen bir konu olmuştu. Yerel yönetimlerin güçlenmesi ve halkın karar alma mekanizmalarına aktif katılımının gelişmesi, demokrasiyi ve Cumhuriyet’i aynı anda geliştirmek açısından çok önemli.

Bunun yanında uzun yıllardır kadınların siyasete katılımının önemini vurgulamaya devam ediyoruz. Şimdiye kadar açıklanmış olan adaylara baktığımızda, maalesef bu yerel seçimlerde de seçilebilecek yerlerden gösterilen adaylar arasında, kadınların ağırlığı beklentilerimizi karşılamaktan uzak.

Çok zorlu bir ekonomik dönemden geçtik. Ekonomide yanan ateşi söndürmek için rasyonel politika
çerçevesine bağlı kalmaya devam etmemiz gerekiyor. Enflasyonla mücadelede para politikasının sosyal politikalar ve maliye politikası ile de desteklenmesini önemsiyoruz. Bu süreç sadece enflasyonun düşürülmesi açısından değil, aynı zamanda özellikle sabit gelirliler üzerindeki olumsuz etkilerin hafifletilmesi açısından da son derece önemlidir.

Hiç şüphesiz Türkiye ekonomisinde yaşanan sorunlar sadece para ve maliye politikaları ile aşılabilir
nitelikte değildir. Sorunların etrafından dolaşmak, pansuman önlemlerle çözümü geleceğe ötelemekülkenin çıkarına olmuyor.

– Üretim yapısını son teknolojik devrime uygun biçimde dönüştürmeden,
– Verimlilik artışı sağlamadan,
– Sanayi ve tarımda yüksek katma değerli üretimi artırmadan,
– Beyin göçünün önüne geçmeden,
– Nitelikli eğitim ve nitelikli insan kaynağı sorununu çözmeden ekonomimizin rekabetçiliğini
koruyamayız.
– Enflasyonda kalıcı bir iyileşme elde edemeyiz.
– Geçim sıkıntısını çözemeyiz.
– Cari açık sorununu tarihe havale edemeyiz.
– İstihdam yaratamayız.
– Orta gelir tuzağından kurtulup yüksek gelirli ülkeler arasına katılamayız.

Belirsizlik ve dönüşümlerin giderek daha yoğunlaştığı bir dönemde, bu adımları vakit kaybetmeden
atmamız gerekiyor. Ekonomimizin rekabetçiliğini artırmak için, kayıt dışı ile mücadeleyi daha da güçlendirmeliyiz. Vergisini kuruşuna kadar doğru ödeyen, her türlü mevzuata harfiyen uyan işletmeler kayıt dışı çalışan işletmelerin karşısında rekabette zorlanıyor. Kayıt dışı ekonomi kayıtlı kesimin vergi yükünün ağırlaşmasına yol açıyor.

Üstelik kayıt dışı ekonomi, çevre kirliliği, halk sağlığı, çalışanların sosyal güvenlik hakları, iş sağlığı ve güvenliği, hatta suç ekonomisi gibi bir dizi negatif unsur ile de iç içe geçer. Bu nedenle kayıtlı ekonomiye geçişin özendirilmesini çok önemsiyoruz. Bugün Türkiye’de girişimcilerin de, çalışanların da, emeklilerin de, gençlerin de, kadınların da, esnafın da, çiftçinin de, işsizin de yüzünün gülmesini istiyorsak, izlememiz gereken yol açık ve net. TÜSİAD’ın ellinci yılı vesilesiyle 2021’de yayınlanan Geleceği İnşa raporumuzda bunun üç sütun üzerinde, yani “insan, bilim ve kurumlar” üzerinde inşa edilmesi gerektiğini söylemiştik.

Cumhuriyetimizin ikinci yüzyılında müreffeh, adil, çevreci ve saygın bir Türkiye hedefi doğrultusunda doğru ve iyi çalışan kurumların, insanın ve bilimin önemini tüm faaliyetlerimizde vurguluyoruz. Konuşmalarımızda çok sık gündeme getiriyoruz. Dünya çoklu krizler çağında yaşıyor. Jeopolitik, ekonomik, teknolojik, toplumsal, siyasi, demografik, ekolojik çok sayıda dinamik iş başında.

Bu değişim ve dönüşümlerin savaşlar, göçler, terör eylemleri, toplumsal huzursuzluklar, ekonomik ve mali krizler, olağandışı hava olayları gibi, bir dizi riski barındırdığını biliyoruz. Bu değişim sürecinin iyi yönetilememesi halinde, bu olumsuzluklardan birinin gerçekleşmesinin diğerlerini de tetikleyebileceğinin farkındayız. Bu mutlaka kötü bir ihtimal ama, hafife alınabilecek bir ihtimal değil.

Şu anda dünyada birçok siyasi lider ve düşünce insanı bu ürkütücü senaryonun nasıl önlenebileceği üzerinde çalışıyor. Biliyoruz ki insanlığın elinde bütün bu olumsuz gelişmeleri önlemek ve tersine çevirmek için gerekli ve yeterli araçlar var. Bu araçların zamanında ve etkili biçimde kullanılması için gereken ise, demokratik siyaset ve kural bazlı uluslararası sistemin kurumlarının etkin çalışması.

Bu açıdan 2024 yılı dünya demokrasisi için tarihi bir yıl olacak. Bu yıl dünya nüfusunun yarısından fazlasının yaşadığı 76 ülkede sandıklara gidilecek. Seçimlerin sonuçları, dünyanın geleceğinin şekillenmesi açısından önemli olacak. Küresel jeopolitiğin yeniden tanımlandığı, küreselleşmenin beklentileri yerine getiremediği, liberal demokratik değerlerde gerileme tartışmalarının yoğunlaştığı ve kurumların alt üst olduğu bir dönemdeyiz.

Tedarik zincirleri, enerji yolları, güç dengeleri de değişiyor. Görüyoruz ki pek çok sorunumuz aslında çağdaş dünyanın sorunları ile ortak. Tam da bu nedenle ortak sorunlarımıza ortak çözümler üretme iradesinin bir parçası olmak için çok doğru bir zaman. Küresel sistemin reforme edilmesi için, genelde Batı ile özelde AB ile birlikte, bu ilişkilerimizi yeniden ilerleme çıpası haline getirebiliriz.

Gençlerimizin geleceklerini ülkemizde değil de, yurt dışında aramaya başlamış olmalarını uzun vadeli etkisi bakımından ülkemizin önündeki tehditlerin en ciddisi olarak görüyoruz. En iyi liselerimizden mezun gençlerimizin üniversite eğitiminde ağırlıklı olarak yurtdışını tercih etmelerinin nedenleri ve sonuçları üzerinde uzun uzun durmak gerektiğini düşünüyoruz. Üniversite çağına kadar bin bir emek ile yetiştirdiğimiz gençlerimizi, parlak beyinler olarak başka ülkelere kaptırıyoruz. Artık neredeyse tüm kentlerimizde üniversite var. Fakat görüyoruz ki üniversite mezunları arasında işgücüne katılma oranı düşüyor; işsizlik oranı ise artıyor.

Eğitim masrafları artıyor, eğitimin getirisi ise geriliyor. Oysa yapay zeka ve robotikteki gelişmeler nitelikli eğitimi her zamankinden önemli kılıyor. Otomasyona tabi olabilecek işler risk altında. Rekabet gücünü korumak ve verimliliği artırmak isteyen işletmeler yeni teknolojilere yatırım yapıyor. Firmalar, yeni teknolojilerin gerektirdiği becerilere sahip çalışanları istihdam etmek konusunda yurtdışı rakipleri karşısında zorlanıyor. Beceri uyumsuzluğu nedeniyle bir yandan işsizlik artarken bir yandan da işletmelerimiz insan kaynağı sıkıntısı yaşıyor.

– Eğitimin niteliğini yükseltemezsek,
– Nitelikli eğitimde fırsat eşitliği sağlayamazsak,
– Gençlerimizi yeni çağın becerileriyle donatamazsak,
– İşimiz zor.
– Ne rekabet gücümüzün asli unsuru olan işgücünü yetiştirebiliriz ne de gençlerimizi mutlu edip
beyin göçünü önleyebiliriz.

Daha önce de vurgulamış olduğumuz gibi, çağı yakalamamızı sağlayacak olan eğitim sistemi, ezberciliği değil, eleştirel ve yaratıcı düşünceyi önceliklendirmekten geçer. Bilimin yol göstericiliğine sıkı sıkı sarılmalıyız. Bu sistemde cemaat ve tarikatlara da, siyasetle ilişkilendirilen yapılara da yer olmaması gerekir.

Unutmayalım ki, geleceğimizi üzerine inşa edeceğimiz en önemli sütunlarından biri insan. Belki de en önemlisi. Bu temeli tahkim etmeliyiz. Eğitimde laiklik ve bilimsellik ilkelerinden ve fırsat eşitliğinden uzaklaşılırsa insani kalkınma, bilimsel gelişme ve nitelikli kurum ve kurallar hedeflerimizden de uzaklaşırız.

Bir ülkenin en önemli performans göstergesi, her etnik köken ve inançtan insanının, genciyle-yaşlısıyla, kadınıyla-erkeğiyle hepsinin mutluluğu, sağlığı, refahı, geleceğe güvenle bakmasıdır. Oysa veriler bunu doğrulamıyor. Geçen hafta TÜİK gelir dağılımı verilerini açıkladı. Veriler 2007’den
sonraki en bozuk tabloya işaret ediyor.

Gelir dağılımında adalet, refah artışından toplumun farklı kesimlerinin hak ettikleri payı alması, kapsayıcı büyüme, kimseyi dışarıda bırakmamak, TÜSİAD’ın araştırmalarında ve söylemlerinde uzun zamandır hep ön planda oldu. Gerek TÜSİAD’ın 50. Yılı vesilesiyle yapılan “Geleceği İnşa” çalışmasında, gerekse geçen yıl yaptığımız “Cumhuriyet’in İkinci Yüzyılına Girerken Türkiye” çalışmamızda, temel önceliklerden birisi adil bölüşüm oldu. Toplumsal barışın yolu, adil bölüşümden geçiyor.

Biliyoruz ki, yaşam mücadelesi ağırlaşırken, her alanda adil rekabet şartlarından uzaklaşılması toplumsal yapıda korozyona neden oluyor. Günlük yaşamda gerginlikler de daha önce hiç şahit olmadığımız kadar yükseldi. Eski gerilimlerin üzerine yenileri ekleniyor. Günlük yaşamın hemen her alanında gördüğümüz gerginlik, kutuplaşma ve şiddet eğilimi birbirimize güvenimizi zedeliyor. Bu durum siyasetteki gerilimin tırmanmasına yol açıyor. Siyasetteki gerilim de toplumsal kutuplaşmaları derinleştiriyor. Bu negatif döngüyü kırmak zorundayız.

Siyasetteki gerilimi ve toplumsal kutuplaşmayı önlemenin bildiğimiz en etkili yolu, demokratik süreçlerin daha iyi işlemesinden geçiyor. Cumhuriyet’in İkinci Yüzyıla Girerken Türkiye çalışmamızdaki başlıklardan biri Cumhuriyeti ve demokrasiyi nasıl güçlendireceğiz? tartışmasına ayrılmıştı. Bu tartışmalarda vurgulanan noktalardan birisi de Cumhuriyetimizin çok önemli kazanımları olmasına rağmen, istikrarlı bir demokrasi ve demokratik standartların yükseltilmesi yolunda daha alınması gereken mesafe olduğu idi.

– Haklar ve özgürlükler,
– Eşit yurttaşlık,
– Denge ve denetleme mekanizmaları,
– Siyasal hayata katılım gibi başlıklarda ilerleme sağlamak gerekiyor.

Özellikle de hukukun üstünlüğü başlığında.

– Adalete güven duygusunun güçlü olması için mahkeme kararlarında çelişki olmaması, yargı organları arasında uyumun sağlanması, kararların herkes için bağlayıcı olması,
– Adil yargılanma hakkının mutlaka Avrupa İnsan Hakları Sözleşme standartlarında uygulanması,
– Her düzeydeki mahkeme kararının parçası olduğumuz uluslararası normlara ve sözleşmelere de
uygun olması gerekiyor.

Ancak tarif ettiğim standart ve referanslara uygun bir adalet anlayışı ile siyasi ve toplumsal gerilimlerin düşürülmesi yönünde ilerleyebilir; yargının hakemliği konusundaki tereddütleri ortadan kaldırabiliriz. Cumhuriyetimizin yüz yıllık kazanımlarından biri olarak, siyasi ve toplumsal olgunluğumuz en ağır sorunları bile meşru zeminde tartışarak çözüm üretebilecek düzeyde. Milli iradenin tam olarak tecelli etmesi, milletin oyuyla seçilmiş vekillerin ve yerel yöneticilerin görevlerini yapmalarını gerektiriyor.

Son bir yılı nice acıyla geçirdik. Şehitlerimizin acısı hala yüreğimizde. Kahramanmaraş depremlerinde 50 binden fazla vatandaşımız hayatını kaybetti. Filistin’de ölen çocukların sayısı 11 bini aştı. 2024’te acılarımızı dindirebilmeyi temenni ediyorum. Ülkemizin karşı karşıya olduğu tüm güçlükleri aşabileceğimiz konusunda kafamda hiçbir şüphe yok.

– Yetişmiş insan potansiyelimiz,
– Bilim insanlarımız,
– Her alandan uzmanlarımız,
– Yetkin sivil toplumumuz,
– Yüreği ülkesi için çarpan 85 milyon vatandaşımız var.
– Her türlü ekonomik ve siyasi sorunu nasıl olsa bir şekilde çözebiliriz. Ama yiten giden canları
yerine getiremeyiz. Katledilen doğayı, bozulan ekolojik sistemi geri döndüremeyiz. Fırsat eşitliği
sağlayamadığımız gençlerimize iyi bir gelecek sunamayız.

Vakit geçirmeden ülkemizin geleceği için yaşamsal olan konulara odaklanalım;

– Kayıkçı kavgasını bir kenara bırakalım.
– Kısa vadeli kısır çekişmelere rağbet etmeyelim.
– Şahsi ikbal peşinde koşmak yerine ülkenin geleceği için rekabet edelim.”

Paylaşın

TÜSİAD’dan Ekonomiye İlişkin Dikkat Çeken Mesajlar

TÜSİAD, Yüksek İstişare Konseyi toplantısı Ankara’da gerçekleştirdi. Toplantıda konuşan TÜSİAD Yüksek İstişare Konseyi Başkanı Tuncay Özilhan ve TÜSİAD Yönetim Kurulu Başkanı Orhan Turan, ekonomiye ilişkin dikkat çeken mesajlar verdi.

Haber Merkezi / “Yüksek enflasyon geçmiş dönemde büyümenin yapısını bozdu. Aşırı tüketime dayanan büyüme modeli sürdürülebilir değil” diyen Tuncay Özilhan, “Dengelenme sürecinin başladığı dikkat çekiyor. Yeni ekonomi yönetimiyle piyasaların politikaya güveni yükseldi” ifadelerini kullandı.

Özilhan, “Enflasyonla mücadelede mutlaka başarılı olmak zorundayız. Önümüzdeki yıl fiyat istikrarında önemli bir aşamaya geleceğimizi düşünüyoruz” dedi.

TÜSİAD Yüksek İstişare Konseyi Başkanı Tuncay Özilhan’ın konuşması şöyle: “Zor bir yılı daha geride bırakıyoruz. Bu seneye hepimizi derin bir acıya gark eden depremlerle başlamıştık. Seneyi bitirirken bu kez de İsrail’in Filistin halkına dönük insanlık dışı saldırıları hepimizin içini yaktı. Oysa bu sene cumhuriyetimizin yüzüncü yılı. Yaşadığımız üzüntüler coşku ve neşeyle kutlamayı umduğumuz yüzüncü yılda hepimizi ister istemez buruklaştırdı.

Biliyorsunuz TÜSİAD cumhuriyetimizin yüzüncü yılı vesilesiyle bu sene özel bir proje gerçekleştirdi. Az sonra takip edeceğimiz panelde yıl boyunca düzenlenen “Cumhuriyetin İkinci Yüzyılına Girerken” ana temalı çalıştay dizisinin çıktıları aktarılacak.

Ben bugünkü konuşmamda cumhuriyetimizin ikinci yüzyılına girerken Atatürk’ün koymuş olduğu çağdaş uygarlık hedefine ulaşmak için yapmamız gerekenlere odaklanmak istiyorum. İkinci yüzyılımıza girerken, ilk yüz yılının kazanımlarını değerlendirmeye, eksikliklerimizi tespit etmeye, toplumumuzda kabul gören ve görmeyen ekonomik, sosyal ve siyasi yapıların bilançosunu çıkartmaya ihtiyacımız var. İkinci yüzyılımızın politikalarına bu değerlendirmeler ışık tutmalı.

Eksik bırakılan, tam gerçekleştirilemeyen, başka türlü olsa daha iyi olacak uygulamaları da açık yüreklilikle ortaya koymalıyız. Çünkü cumhuriyetimiz rüştünü ispatladı. Son yüz yıla baktığımızda, özellikle yakın coğrafyamızda, devletler yıkılırken, biçim değiştirirken, yerine yenileri kurulurken bizim cumhuriyetimiz dimdik ayakta durdu. Bu da cumhuriyetimizin kuruluşunun ne kadar sağlam temeller üzerine oturduğunu gösteriyor. Gurur duymalıyız. Şimdi vazifemiz, korkmadan, sağlam zeminler üzerine kurulmuş olan bu yapıyı tahkim etmek…

Artık ekonomimizin temel önceliği ne pahasına olursa olsun yüksek büyüme sağlamak olmamalı. Hedefimiz insanlarımızın mutluluğu, özgürlüğü, refah içinde, özgüveni yüksek biçimde yaşaması olmalı. Bu ise kısa vadeli ekonomik kazanımlara değil uzun vadeli olarak bilimde, teknolojide, kültürde, sanatta ve sporda ilerlemeye, sürdürülebilirliğe, kapsayıcılığa, iyi yaşam koşulları sağlayacak istihdam olanaklarını geliştirmeye bağlı. Bu yolda nasıl ilerleyeceğimizi konuşurken günümüzün gelişmiş ve demokratik toplumlarının tecrübelerinden yararlanmakta fayda var.

Güçlü bir piyasa ekonomisinin temel özelliği güçlü bir kurumsal yapı ve sağlam bir hukuk sistemidir. Modern bir hukuk devletinde herkesin can ve mal güvenliği garanti altındadır. Sözleşmeler hukuk sistemi içinde uygulanır. Yargılama adildir; herkes adalet önünde eşittir. Yasalar açık ve nettir; herkese eşit uygulanır. Mahkeme kararlarında çelişki olmaz ve herkes için bağlayıcıdır. Uluslararası normlara ve sözleşmelere riayet edilir. Mevzuat değişikliğinde en iyi uygulamalara bakılır; ilgili tarafların görüşü alınır; etki analizi yapılır.

Güçlü piyasa ekonomilerinde yönetim sisteminde ve kararlarda öngörülebilirlik esastır. Şeffaflık ve hesapverebilirlik güvence altındadır. Güçler ayrılığı ve denge ve denetleme mekanizmaları etkin çalışır. Çoğunlukçuluğa değil çoğulculuğa önem verilir. Düzenleyici kurumlar özerktir. Atamalarda sadece liyakat etkili olur. Böyle bir ortamda girişimler ekonomik kararlarını alırken geleceğe güven içinde bakarlar.

Güçlü piyasa ekonomilerinde ekonomik kararlarda kliantalizme yer olmaz, sadece ekonomik değişkenlere göre karar alınır. Bu koşulların sağlanamadığı durumda ülkenin risk primi yükselir; yatırımların maliyeti artar; yolsuzluklar ve haksız uygulamalar yaygınlaşır. Modern bir hukuk devletinin tüm kurum ve kurallarıyla etkin işlemediği bir ülkeye yabancı yatırımcılar ilgi duymaz. Yabancı yatırımlar doğrudan sermaye yatırımları yerine sıcak para biçimini alır.

Gelişmenin koşullarından birisi de makroekonomik istikrarın korunmasına verilen önemdir. Makroekonomik istikrarı sağlamak için genel kabul gören para ve maliye politikaları izlenir. Makroekonomik istikrar ve hukukun üstünlüğü, uzun vadede öngörülebilirlik sağlayarak yatırım kararlarının alınmasını kolaylaştırır. Bu da bilime ve eğitime verilen önemle birleştiğinde teknolojik ilerlemenin önünü açar. Teknolojik ilerleme, verimlilik ve toplumsal refah artışının esas kaynağıdır. Teknolojik ilerlemeye dayanmayan büyüme süreçleri cılızdır, dengesizdir ve devamlı değildir.

Verilere baktığımızda, en iyi eğitim kurumlarının, en yaratıcı beyinlerin, en iyi araştırma laboratuvarlarının, milli gelirden Ar-Ge’ye ayrılan en yüksek payın genellikle güçlü piyasa ekonomilerinde olduğunu görürüz. Biliyoruz ki yeni fikirler ve çağı etkileyen buluşlar, baskıcı toplumlardan çıkmaz. Yaratıcılığın önünü açan ve besleyen güçlü hukuk devleti, demokratik teamüllerin yerleşikliği, en aykırı fikirlerin bile ifade edilmesine gösterilen hoşgörü, basın özgürlüğü, kültür ve sanata verilen önemdir.

Ayrıca güçlü piyasa ekonomilerinde gelir dağılımı adaletsizliklerini hafifletmek ve kapsayıcılığı artırmak üzere sosyal güvenlik ağlarının ve sosyal refah programlarının güçlü olduğu da dikkati çeker. Geniş istihdam olanakları, daha dengeli gelir dağılımı, dezavantajlı kesimlerinin desteklenmesi, kapsayıcılığın gözetilmesi ülkedeki mutluluk ve refah düzeyini artırır, toplumsal barışı destekler. Hepimizin aslında gayet iyi bildiği bu çerçeve, Cumhuriyetimizin ilk yüzyılında sağladığımız başarıyı nasıl ileri taşıyacağımızı hatırlamamıza vesile oluyor.

Bundan 100 yıl önce cumhuriyetimiz tam bağımsızlık, laiklik, demokrasi, bilimsel ve ekonomik ilerleme, yurtta ve dünyada barış hedefleri şiar edilerek kurulmuştu. Tam bağımsızlığın siyasi bağımsızlık kadar iktisadi bağımsızlığı da gerektirdiği daha kurtuluş ve kuruluş mücadelesi verilirken idrak edilmişti.

Savaşlarda harap olmuş, yokluk ve yoksunluktan bitap düşmüş, her tarafı şehit kanlarıyla sulanmış, memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş, iktisadi olarak bir çöl olan yurdumuzda kısa zamanda modern bir piyasa ekonomisi vücut buldu. Bu kadar olumsuz koşullarda, siyasi ve iktisadi konularda karar alma bağımsızlığımızı koruyarak bir kalkınma modeli uyguladık. Bu kadar kısa süre içinde elde etmiş olduğumuz başarı ile ne kadar övünsek azdır. Ancak bugün bu başarının üstüne çıkmak, bir süredir hapsolduğumuz orta gelir tuzağından kurtulmak ve artık yüksek gelirli ülkeler arasında yer almak zorundayız.

Bugün, bu hedeflere ulaşmak konusunda altı ay önceye oranla daha umutlu bir noktadayız. Yeni ekonomi yönetimiyle birlikte, piyasaların ekonomi politikalarına güveninin yükseldiği bir döneme girdik. Ekonomi politikalarında son 10 yılda öngörülebilirliğin azaldığı ve oynaklığın yüksek olduğu bir dönemin ardından Mayıs ayından bu yana, geleneksel politikalara dönüldü. Teoride ve uygulamada

performansını iyi değerlendirebildiğimiz bu politikalar yatırımcılar için yatırım ufkunun uzamasını sağlıyor. Seçimlerin öncesinde 900 baz puana dayanmış olan Ülke Risk Priminin 350 baz puana kadar gerilemesi uzun vadeli yatırımların finansman imkanlarını genişletiyor.

Ekonomimizdeki bu gelişmeler geçen hafta açıklanmış olan büyüme verileri ışığında daha da dikkat çekiyor. Yüksek enflasyon geçmiş dönemde büyümenin yapısını bozmuştu. Ekonomimiz, ihracat ve yatırıma değil yüksek tüketime dayalı bir patikaya oturmuştu. Şimdi bir dengelenme sürecinin başladığı dikkati çekiyor. Aşırı tüketime dayanan bir büyüme modelinin sürdürülebilir olmadığını hepimiz biliyoruz.

Bu nedenle geçmiş dönemin ekonomik sorunlarının arkasındaki neden olan enflasyonla mücadelede mutlaka başarılı olmamız gerekiyor. Merkez Bankamızın para politikasında sıkılaşma yönünde doğru adımlar atmaya başlaması enflasyon sorununun çözüleceğine duyduğumuz umudu pekiştiriyor. Kademeli şekilde ilerleyen bu süreçle birlikte önümüzdeki yıl fiyat istikrarının sağlanmasında önemli bir aşamaya geleceğimizi umuyoruz.

Ancak uzun vadeli ekonomik performansın artırılmasında para politikasının etkisi hiç şüphesiz sınırlı. Ekonomi yönetiminin başarısı için belki de en belirleyici konu hukuk sistemine duyulan güven. Bu yüzden, hukuk sistemine duyulan güveni sarsacak girişimlerden uzak durulmasını, ekonomik performansımız açısından çok önemli buluyoruz.

Umuyorum ki gelecek seneden itibaren makroekonomik istikrarın sağlanması konusunda bir mesafe kat ederiz ve esas gündemimizi yapısal reformlara, sanayi politikalarına, sektörel politikalara, çevre ve iklim politikalarına, istihdam ve eğitim politikalarına ve sosyal yardım politikalarına ayırabiliriz.

TÜSİAD olarak içinden geçmekte olduğumuz dönemin çoklu krizler çağı olduğunu hep vurguluyoruz. Bir süredir ivmesi hızlanan teknolojik dönüşüm, artık hepimizin gündelik yaşamlarımızda bile sonuçlarını fark ettiğimiz küresel ısınma ve ekolojik kriz, iki kutuplu küresel sistemin çökmesinden sonra şiddetlenerek devam eden güç mücadeleleri, artan eşitsizliklerin yol açtığı toplumsal gerilimler, merkez siyasetçilerin bu sorunlar karşısında işe yarayan çözümler üretememesi ve birçok ülkede aşırı radikal siyasetçilerin popüleritesinde gözlemlenen artış, göçler, mülteci akınları ve tırmanan kültürler arası çatışma… bu sorunlar yumağı yoğun bir istikrarsızlık ve belirsizlik yaratıyor.

Tüm dünyada, tüm ülkeleri sarsan böylesi bir krizler çağında ülkemizi hep özlemini duyduğumuz muasır medeniyetler seviyesine nasıl taşıyacağız sorusuna cevap verirken iki konunun çok kritik olduğunu düşünüyorum:

1. Bunlardan ilki bu kadar çok ve girift sorunun içinden sadece el birliği ile çıkabileceğimiz gerçeği. Yalnızca, bilgi ve tecrübelerimizi bir araya getirerek ve birbirimize inanarak ve güvenerek daha güzel bir geleceğin kapısını açabiliriz. Birbirimizi dinleyerek ve anlayarak, diyalog kanallarını açık tutarak, kendi önceliklerimizi başkalarına empoze etmeyerek, eleştirilerimizde yapıcı davranarak, karşılıklı fedakârlık yaparak bu çalkantılı denizde gemimizi sakin sulara ulaştırabiliriz. Unutmayalım ki mutluluğu kavgada değil, barışta; çatışmada değil huzurda buluruz.

2. İkinci konu ise bilim ve eğitime artık daha fazla oyalanmadan hak ettiği önemi vermemiz gerektiği.

Cumhuriyetin belki de en büyük başarısı eğitimde fırsat eşitliği sağlamış olmasıydı. Eminim ki bu salonu dolduranlarımız dahil olmak üzere bugün iş dünyasında, bürokraside ve siyasette birçok kişi, Cumhuriyetin, ya kendilerine ya da ebeveynlerine sağlamış olduğu fırsat eşitliği sayesinde bugünkü koltuklarını dolduruyorlar. Tabi eğitimde fırsat eşitliği derken herkesin okula gitmesini değil herkesin kaliteli eğitime erişimde engellerle karşılaşmamasını kastediyorum.

Bugün özel sektörde ve kamuda karar verici konumda olanların ezici çoğunluğu eğitim hayatının en az bir aşamasında kamu kurumlarında okumuştur. Ama bugünün çocukları daha önceki kuşaklar kadar şanslı değil. Kaliteli eğitim için aileler bütçelerinden giderek daha fazla pay ayırmaya başladı. Eğitim harcamalarında özel kaynakların payı açısından Türkiye, tüm OECD ülkeleri arasında e yüksek orana sahip. Bu veri, eğitimde fırsat eşitliği konusundaki dezavantajımıza işaret ediyor. Nitelikli eğitim olanağı olmayan nice parlak çocuk maalesef heba oluyor, vasat bir işe ve vasat bir gelire mahkûm kalıyor. Birçok araştırma, önümüzdeki dönemde mevcut işlerin neredeyse yarısının otomasyona tabi olacağını söylüyor.

Özellikle belli bir rutinde tekrara dayanan görevlerin giderek insanlar yerine makineler veya yapay zekâ tarafından yapılacağı bir süreçteyiz. Başta yapay zekâ uygulamaları olmak üzere teknolojinin gelişim hızı hepimizi şaşırtıyor. Bu koşullar altında çalışanların geçmişten çok farklı becerilere sahip olması gerektiği aşikâr. Aşikâr olan bir başka nokta da bunun ancak eğitim sisteminde merakı, araştırmacılığı, analitik ve yaratıcı düşünceyi ön plana alan köklü bir reformla gerçekleştirilebilir olması. Son 20 yılda eğitimle ilgili 17 kez değişiklik yapılmış. Gündemde yeni bir değişiklik daha var. Hazırlıkları devam etmekte olan müfredat değişikliği çalışmalarında 21. Yüzyılın gerektirdiği yetkinlikler konusunda bir ilerleme görmeyi tüm iş dünyası olarak heyecanla bekliyoruz…

Gençlerimizi yeni teknolojilerin gerektirdiği becerilerle donatırken mevcut çalışanlarımızın da becerilerini geliştirecek eğitim programlarına önem vermeliyiz.

Teknolojinin gelişmesiyle birlikte ortaya çıkan yeni becerilere sahip eleman ihtiyacı, zaten halihazırda sıkıntı yaşanan nitelikli eleman sorununu daha da ağırlaştıracak. Uzunca bir süredir bin-bir emekle okutup yetiştirdiğimiz nitelikli insan gücümüzü daha cazip ekonomik fırsatlar, sosyal haklar ve yüksek yaşam standartları sunan gelişmiş ülkelere kaybetmeye başlamıştık. Nitelikli insan gücünde görülen sıkıntı son zamanlarda insan kaynaklarının tümüne yayıldı. Geniş işsizlik oranı diyebileceğimiz atıl işgücü oranı %22’ler bandında dolaşıyor. Ortalama ücret ile asgari ücret arasındaki makas giderek kapanıyor.

Üniversite eğitiminde nitelik düşüşü ile birlikte üniversite ile lise mezunları arasındaki ücret makası daralıyor. Yani üniversite eğitiminin getirisi düşüyor. Bir tarafta çalışkan ve başarılı gençlerimizin emeği var, diğer tarafta, yasa dışı yollara sapanların gözler önüne serilen yaşantıları… Hep tekrar ettiğim gibi üretmeden olmuyor. Her işin başı üretim ve adil rekabet. Ekonomi kayıtlı ve kural bazlı olmalı. Rekabet ortamı düzgün çalışmalı. Yolsuzluk ve kara parayla etkin biçimde mücadele edilmeli.

Şurası bir gerçek ki Türkiye ne yer altı zenginliklerine ne de büyük sermaye birikimine sahip bir ülke. Aslında zaten günümüzde refahın aslı kaynağının bunlar değil nitelikli insan, bilim-teknoloji ve sağlıklı işleyen kurumlar ve kurallar olduğunu hep söylüyoruz. Ekonomik büyüme için tek dayanağımız çalışanıyla, girişimcisiyle, bilim insanıyla, teknolojik yeniliklere imza atan araştırmacısıyla, erkeğiyle, kadınıyla insanımız. İnsanımızın niteliklerinin çağın gereksinimlerinin gerisine düşmesi ve beyin göçü, orta gelir tuzağını aşmamızın önünde büyük bir engel teşkil ediyor.

Konuşmamı bitirirken başlangıçtaki soruma geri dönmek istiyorum. İkinci yüzyılımıza girerken ülkemizi çağdaş uygarlıklar seviyesine yükseltecek ve insanımızı mutlu ettirecek bir programa ihtiyacımız var. Yirmibirinci yüzyılda çağdaş uygarlığa giden yol hukuk devletinden, demokratik standartların yerleşik hale gelmesinden, laiklik anlayışının içselleştirilmesinden, bilimin yol göstericiliğinden, eğitimde fırsat eşitliğinden, kadınların her alanda eşit katılımından ve sürdürülebilirlikten geçiyor.

Bunu gerçekleştirmek için geleceği geçmişin kazanımlarının üzerine inşa edeceğiz. Birinci yüzyılın eksikliklerini tamamlayacağız. Çözülememiş sorunlarımızın üstüne gideceğiz. İyileştirilmesi ve düzeltilmesi gereken boyutları toplumsal uzlaşmayla düzelteceğiz. Karşı karşıya olduğumuz çetrefil sorunları, cumhuriyet değerlerinin sağlam zeminine basarak, egemenliğin kayıtsız şartsız sahibinin millet olduğu bilinciyle, hep beraber seferber olarak aşacağız.

Birbirimizi dinleyecek, anlayacak, yapıcı davranacak, en önemlisi de birbirimize güveneceğiz. İkinci yüzyılımızı ayrışarak değil anlaşarak, kavgayla değil barışla inşa etme temennisiyle sözlerime son verirken dikkatiniz için teşekkür ediyor hepinizi saygıyla selamlıyorum.”

“Bu süreçler Türkiye için hem fırsatlar, hem de riskler barındırıyor”

TÜSİAD Yönetim Kurulu Başkanı Orhan Turan ise konuşmasında şunları söyledi: “Cumhuriyetimizin 100. Yılında, bu son Yüksek İstişare Konseyi toplantımızda hepinizi TÜSİAD Yönetim Kurulu adına saygı ve sevgiyle selamlıyorum. Mustafa Kemal Atatürk’ün önderliğinde, ulusumuzun eşsiz fedakarlıkları ile kurulan Cumhuriyetimizin 100’üncü yaşını heyecanla, coşkuyla, gururla kutladık.

Atatürk’ün 100 yıl önce Cumhuriyet ile ortaya koyduğu Devrimci Vizyon kısa sürede devasa adımlara dönüştü. Bu vizyona ve ruha sahip çıkmak toplumsal sorumluluğumuz, Cumhuriyet’in fedakar kurucularına manevi borcumuzdur.

Nitekim, bundan tam bir yıl önce, yine Ankara’da Konsey toplantımızda yaptığım konuşmada ikinci yüz yılımızda aklımızdan ve gönlümüzden geçen Türkiye’yi anlatmıştım. Daha gelişmiş, daha zengin, refahın adil dağıldığı, fırsat eşitliğini ve insani kalkınmasını sağlamış, hukukun üstün olduğu, insan haklarına eksiksiz biçimde riayet eden, kadınlara ve toplumun eşitsiz kesimlerine pozitif ayrımcılık yapan, demokrasiyi içine sindirerek yaşam tarzı haline getirmiş, siyasi karar alma mekanizmalarına ve yönetime geniş kitlelerin doğrudan katılımını teşvik eden, üretim ve tüketim standartlarıyla doğaya zarar vermeyen, çevreyle uyumlu, bilimsel bilgi üretiminde evrensel standartları yakalamış, Avrupa Birliği’ne tam üye olmuş güçlü ve saygın bir Türkiye hayalimizi vurgulamıştım.

Bu Türkiye’ye ulaşmak yolunda yüzüncü yılımızda yeni bir proje başlattığımızı belirtmiştim. Bugün sizlerle bu projenin temel çıktılarını paylaşacak olmanın heyecanını yaşıyorum.

Size yukarıda çizmiş olduğum Türkiye hayali 2021’de TÜSİAD’ın 50. yılı çerçevesinde hazırlanan “Yeni Bir Anlayışla Geleceği İnşa” çalışmasına dayanıyor. Bu çalışmada, inşa etmek istediğimiz Türkiye’yi gelişmiş, saygın, adil ve çevreci bir ülke olarak tanımlamıştık. Bu dört sütunun temelini ise insanın, bilimin ve kurumların oluşturduğunu belirtmiştik. Temel bir zihniyet değişimi üzerinden Türkiye’nin geleceğini hep birlikte inşa etme çağrısı yapmıştık.

50. yılımız için yapmış olduğumuz bu çalışmayı cumhuriyetimizin 100. Yılında bir adım öteye taşıdık. İkinci yüzyılımıza girerken, “Şimdi, söyleşme zamanı” dedik, çalıştay dizisi projemizi başlattık. Çalıştay dizimizde farklı görüşlerden, kesimlerden temsilcilerin katılımıyla, dünü bugüne, bugünü de ortak geleceğimize bağlayacak soruların cevabını aradık.

Bunun için 8 çalıştay ve bir yuvarlak masa toplantısı düzenledik. Bu 9 toplantı 5 farklı şehirde proje eş koordinatörlerimiz ve çalıştay moderatörlerimizin yönetiminde gerçekleştirildi. Bu toplantılara farklı siyasal düşüncelerden, tecrübelerden, mesleklerden, uzmanlıklardan bir dizi fikir ve eylem insanını davet ettik. Aralarında sivil toplum üyeleri, akademisyenler, uzmanlar, iş insanları, sendika temsilcileri, çiftçiler, hukukçular, aktivistler, gazeteciler, sanatçılar ve geçmişte görev yapmış siyaset, kamu ve diplomasi temsilcilerinin bulunduğu toplam 224 katılımcı görüşlerini paylaştı.

Burada amacımız Türkiye’deki tüm pozisyonların aritmetik temsilini çalıştaylara taşımak değildi. Niyetimiz ülkemizin meseleleri üzerine düşünen, yazan, konuşan düşünce ve eylem insanlarıyla söyleşmekti. Bu süreçte emeği geçen, başta proje koordinatörlerine, moderatörlere ve çalıştay katılımcılarına, çok teşekkür ediyoruz. Ben de bu toplantıların tamamına izleyici ve ev sahibi konumuyla katıldım, bazılarına Yönetim Kurulu üyelerimizden de katılım oldu. Farklı uzmanlık ve bakış açılarını bir araya getiren bu çalıştaylar çok derinlikli ve verimliydi.

Asıl amacı söyleşmek olan bu projede ülkemizin önündeki temel ikilemler dört temel soru altında ele alındı. İkinci yüzyılımıza girerken, Cumhuriyeti ve demokrasiyi birlikte nasıl güçlendireceğiz?, Küresel dönüşümlerde ulusal stratejimizi nasıl konumlandıracağız?, Refahı artırırken adil bölüşümü nasıl yapacağız?, Kalkınmayı sağlarken çevreyi nasıl koruyacağız?

Türkiye’nin yeni dönemde bu ikilemleri birbiriyle nasıl uyumlaştıracağı üzerine farklı kesimlerin beraber düşünmesi için bir zemin oluşturduk. Farklı çalıştaylarda ele alsak da aslında konuların birbirinden çok da ayrılamadığını gördük. Ekolojik krizin demokrasi krizinden, ekonomik krizin toplumsal krizden bağımsız düşünülemeyeceği berrak şekilde ortaya çıktı.

Sorunların çözümünün kural bazlı ve veriye dayalı yönetim sisteminden, katılımcılıktan, karar süreçlerine yerinden katılımın öneminden, kurumlar arasında iş birliği ve koordinasyonun güçlendirilmesinden geçtiğini gördük. Farklı boyutlarıyla da olsa, her bir toplantıda eşitlik, adalet, demokrasi ve kadın kavramlarının öne çıktığını, ele alınan tüm meselelerle ilişkilendirildiğini duyduk.

Zaten bildiğimiz bir noktayı bir kez daha hatırlayarak gururlandık. Her alanda, her düşünce yapısından, çok tecrübeli ve kıymetli, en önemlisi bilgisini iyi bir ortak gelecek için seferber etmeye hazır insanımız var. İkinci yüzyılımız için ihtiyaç duyacağımız politikaları en iyi şekilde tasarlayabiliriz. Bu konuda içimiz rahat olabilir.

Müsaadenizle dört konu başlığı altında konuşulanlardan en dikkat çekici bulduklarımızı sizlerle paylaşayım. Değerlendirmeye Refah ve Bölüşüm konusu ile başlayacağım. Refah ve Bölüşüm başlığında büyüme hızı, büyüyen pastadan kimin ne kadar pay aldığı, yoksulluğun derinliği ve gelir dağılımının adaletsizliği enine boyuna tartışıldı. Bu tartışmalar kalkınma yaklaşımımızda yeni bir bakış açısına ihtiyacımız olduğunu güçlü şekilde gösterdi.

Büyümenin nimetleri bütün topluma yayılmadığı sürece, salt yüksek büyüme hızları bizi hayalimizdeki Türkiye’ye taşımayacak. Sorun sadece gelir, tüketim ve servet eşitsizliklerinin yüksek olması değil. Birçok eşitsizlik iç içe geçiyor. Hayalimizdeki Türkiye’ye ulaşmak için bütün eşitsizlikleri; yani “Eğitim, toplumsal cinsiyet, dijital imkanlara erişim, özgürlüklerden faydalanma, ekolojik ve çevresel maliyetleri üstlenme, siyasi karar süreçlerine katılım, yargı ve hak arama” gibi çok çeşitli alanlardaki eşitsizliklerin hepsini çözmemiz gerekiyor.

Üstelik mevcut eğilimler eşitsizlik sorununun ileride daha derinleşebileceğinin işaretlerini veriyor. Bu riski azaltmak, bunun için de özellikle dijital ve yeşil dönüşüm konularında şimdiden hazırlık yapmak gerekiyor. Eşitsizliklerle mücadele etme sürecinde sorunları doğru teşhis etmeliyiz. Bunun için veriye ihtiyacımız var. Oysa çeşitli toplum kesimlerini içeren birçok alt alanda yeterli veri olmadığı çokça konuşuldu.

Veriye erişim olmayınca aslında yakıcı olan birçok mesele görünmez oluyor. Benim çok sevdiğim bir söz vardır Bilmediğiniz bir şeyi yönetemezsiniz. Sorunun adı konulamayınca, haliyle çözümü de olmuyor.

Çalıştaylar dizisindeki bir diğer başlık Çevre ve Kalkınma idi. Bu başlığın en önemli çıktısı Türkiye’nin yaklaşımını değiştirmesi, iklim değişikliğiyle mücadele konusundaki gayretlerini artırması gerektiği. Çevre hakkının insan hakları çerçevesinde ele alınması gerektiği de vurgulandı. Doğru çevre ve iklim politikalarının geliştirilmesi ve uygulanması için insan haklarına saygılı bir kamu idaresi ve toplumsal yaşamın önemli olduğunu, ayrıca, yeşil dönüşüm konusunda iş dünyasına yönelik beklentileri duyduk.

Türkiye’de iklim krizi ile mücadelenin gelir kaybına neden olacağı ve kalkınma hedefleriyle çelişeceği kanısı yaygın. Oysa geleceğe baktığımızda yüksek enerji ve karbon yoğunluklu üretim yapısı rekabet gücümüz açısından sorun yaratacak. Yatırım kararları ve sektörel politikalarda karbona kilitlenmeyecek şekilde planlamaya öncelik vermek
gerekiyor.

Araştırmalar Türkiye’nin yenilenebilir enerji kaynaklarına geçmesi, enerji verimliliğini değer zincirinde artırması ve yeşil dönüşüme yönelmesiyle enerji güvenliğinin iyileşmesinin yanısıra, ekonomimiz açısından da büyük fırsatlar olduğunu gösteriyor. Yirmi birinci yüzyıla yeşil dönüşüm damga vuracak. Bu yüzden iklim değişikliğiyle mücadele yeni bir kalkınma modeli için olduğu kadar, Türkiye’nin dış politikadaki konumunun güçlenmesi açısından da önemli.

Cumhuriyet ve Demokrasi çalıştaylarında eşitliğin ve adaletin altını çizen, yeni bir gelecek inşa etme ihtiyacı güçlü biçimde ifade edildi. Türkiye’nin cumhuriyet ve demokrasi tecrübesinin muhasebesi yapıldı. Kazanımların yanı sıra eksiklikler de dile getirildi. Cumhuriyetimizin; egemenliğin ulusa devri, eşit vatandaşlık, eğitim ve fırsat eşitliği, kurumsallaşma, laiklik, kadın hakları gibi çok önemli kazanımları var.

Cumhuriyetin en önemli kazanımlarından laiklik konusunda geniş bir sahiplenme olduğunu da gördük. Çalıştaylarımızda farklı görüşlerden katılımcıların laikliği; cinsiyet eşitliği, eğitim, demokrasi ve eşit vatandaşlık ile ilişkilendirmesi dikkatimizi çekti. Öte yandan, Cumhuriyetin tüm siyasal, ekonomik ve kurumsal gelişmelere rağmen, istikrarlı bir demokrasi niteliği kazanamaması sorgulandı.

Siyasal hayata katılım kanallarının açıklığı, haklar ve özgürlükler, hukukun üstünlüğü, denge ve denetleme mekanizmaları gibi başlıklardaki kazanımların kısıtlılığı konusunda çalıştaylarda genel bir kanı olduğunu gördük. Dil, din, ırk, etnik köken, cinsiyet ayrımı olmadan, her yurttaşın eşitliği konusunda yol almamız gerektiğini duyduk. Birey-devlet, toplum-devlet ilişkileri üzerine yeniden düşünmek gerekiyor.

“Farklılıklarla bir arada yaşama farkındalığı”, yani farklı kimlik ve fikir gruplarının varlığı ile ilgili farkındalığın, geçmişe göre daha iyi düzeyde olduğunu gözlemledik. Ortak geleceğimiz için cumhuriyet ve demokrasiyi daha güçlü şekilde bütünleştirmeye ihtiyacımız olduğunu anladık.

Tespitlerde yakalanan mutabakatın konu çözüme gelince hiç de kolay olmadığını gördük. Hayallerimiz ortak; ama hayallere giden yollar çok çeşitli! Fakat zor konuları bile soğukkanlılıkla, karşılıklı saygı içinde konuşma olgunluğunda olduğumuzu görüp umutlandık.

Küresel Dönüşüm ve Ulusal Strateji çalıştaylarında Türkiye’nin ulusal stratejisini, yeni bir bakış açısıyla ele alması gereği ortaya çıktı. Dünyadaki güçler dengesi değişimini, Batının değişen gücünü, ABD-Çin rekabetini, yeni küresel aktörlerin yükselişini, artan bölgeselleşme eğilimini ve kural bazlı uluslararası sistemin yeniden şekillenmesini dikkatle takip etmeliyiz.

Bu süreçler Türkiye için hem fırsatlar, hem de riskler barındırıyor. Çalıştaylarda Türkiye’nin iç bölünmelerinin dış politikasına yansıdığı ve kimlik temelli değerlendirmelerin dış politikayı etkilediği tartışıldı. Dış politikada Türkiye’nin ekonomik refahını artırma hedefinin gözetilmesi konusunda bir uzlaşı olduğunu gördük.

İklim, enerji, teknoloji ve göç önemli küresel gündemler olarak tartışıldı. Tartışılan konulardan birisi Türkiye’nin içinde yer aldığı ittifak sistemiydi. Türkiye’nin ittifaklara dahil olma biçimleri ve stratejik özerkliği ile ilgili katılımcıların görüşleri farklılaşsa da, temel uzlaşı Türkiye’nin mevcut ittifaklarından vazgeçmemesi noktasındaydı.

Dünyadaki çoklu kriz ortamında Avrupa ile ilişkilerin daha da önem kazandığı çalıştaylarımızda değinilen bir diğer konuydu. Nitekim, biz de geçtiğimiz haftalarda Yönetim Kurulu olarak Brüksel ve Berlin’de bir dizi üst düzey temas gerçekleştirdik.

Başta Avrupa Parlamentosu, AB Komisyonu ve Almanya’daki muadil örgütümüz olmak üzere, yaptığımız tüm temaslarda AB-Türkiye Gümrük Birliği’nin güncellenmesini vurguladık. Türkiye’nin AB entegrasyon sürecinin korunması gereğinin altını çizdik.

Geçen hafta açıklanan AB-Türkiye Siyasi, Ekonomik, Ticari İlişkilerin Durumu raporu uzun bir aradan sonra AB’nin yaklaşım değiştirme kararının önemli bir yansıması oldu. Belli ki, giderek karmaşıklaşan, zorlaşan jeopolitik ortam; AB’nin güvenliğini güçlendirme arayışları çerçevesinde, Türkiye-AB ilişkilerinde olumlu bir etki yaratmış durumda.

Küresel gelişmeler Türkiye ve AB’yi birbirine doğru itiyor. İki taraf için de diğerinin vazgeçilmezliği daha iyi ortaya çıkıyor. Bu raporla birlikte AB-Türkiye ilişkilerinin tüm alanlarda güven ve uzlaşı temelinde gelişmesini bekliyoruz. Umuyorum ki, açılan fırsat penceresini karşılıklı olarak iyi değerlendirebiliriz.

Bu vesileyle, İsrail’in Gazze’de sürdürdüğü saldırıların karşısında duyduğumuz derin üzüntüyü tekrar ifade etmek isterim. Sivil kayıpları önlemek için başlatılan girişimlerin bir an önce sonuçlanarak, kalıcı ateşkese ulaşılmasını
temenni ediyoruz.

Konuşmamın sonunda çalıştaylarımızda sorduğumuz dört soruya geri dönmek istiyorum. “Cumhuriyeti ve demokrasiyi birlikte nasıl güçlendireceğiz? Küresel dönüşümlerde ulusal stratejimizi nasıl konumlandıracağız? Refahı artırırken, adil bölüşümü nasıl yapacağız? Kalkınmayı sağlarken, çevreyi nasıl koruyacağız?

Konuşmak gereken çok fazla konu, her konunun çok fazla ayrıntısı, her ayrıntının çok fazla tarafı var. Üstelik hepsi birbirini ilgilendiriyor. Yani işimiz çok zor ve çetrefilli. Bakış açımızda radikal değişim şart. Bakış açışımızı değiştirdiğimizde göreceğiz ki, zor sorunlar kolaylaşacak.

Çünkü birinin çözümü, diğerlerini de çözüme yaklaştıracak. Biz biliyoruz ki, sorunları çözmek için ihtiyaç duyduğumuz akla, bilgiye ve tecrübeye sahibiz. Tecrübeliyiz. Yüz yılın birikimine dayanıyoruz. Bilgeyiz. Kimlik farklılıkları bizi ayrıştırmaz. Farklılıklarımız ortak gelecek hayalimizi zenginleştirir. Ferasetimiz var. Kazanımlarımızı olduğu kadar eksikliklerimizi de biliriz.

Coğrafyamız bir ateş çemberine dönmüşken, dünyada çok çeşitli savrulmalar yaşanıyorken, bir yüz yıl önce yazmıştık, yine destan yazabiliriz Biz ülkemizin potansiyelinin çok yüksek olduğuna inanıyoruz. Bu potansiyeli harekete geçirmek için azimliyiz, kararlıyız.

Bu noktada iktidarıyla, muhalefetiyle, tüm siyasi aktörlere bir çağrı yapmak istiyorum. Bütün kazanımlarımızı üst üste koyalım, kilitleri açalım, çözüm için yeni yollar bulalım. Bunun için gereken tartışma ve uzlaşma zeminini sağlama sorumluluğu siyaset kurumuna düşüyor. Gelin, ikinci yüzyılımızda ihtiyaç duyduğumuz sıçrama için demokratik tartışma ve toplumsal diyalog kapılarını açalım! Sözlerime burada son veriyor, dikkatiniz için hepinize teşekkür ediyorum.”

Paylaşın

TÜSİAD Başkanı Turan: Ucuz İş Gücü Ve Rekabetçi Kur Geçen Yüzyılın Stratejisiydi

Türkiye’nin ihracat gücünü artırması için kendi markasını yaratması gerektiğini vurgulayan TÜSİAD Başkanı Turan, “Bizim emek ve enerjisi yoğun işleri orta ve uzun vadede sorgulamamız gerekiyor. Yoksa aynı sarmaldan kurtulamıyoruz. Türkiye’nin ucuz iş gücü ve rekabetçi kurla ihracatı artırması söz konusu değil” dedi ve ekledi:

“Bu geçen yüzyılın stratejisiydi. Çin’le Hindistan arasına bakın, Türkiye ile rekabet edebilecek bir ülke yok. Bizim marka yaratmamız gerekiyor. Türkiye’nin Cezayirle Bangladeş’le rekabet etmemesi lazım. Türkiye’nin rakibi Avrupa ülkeleri olmalı.”

Yatırım, istihdam, ihracat ve OVP ile ilgili iş dünyasının bakış açılarını paylaşan Turan, OVP’deki büyüme beklentisinin enflasyonu düşürme planlaması ile birlikte iyimser bulduklarını belirterek, yatırım ve ihracat odaklı büyümede rekabetçi olabilmesi Türkiye’nin enerjisini kendisinin üretmesinin önemine de vurgu yaptı. Turan, büyümeden fedakarlık ederek enflasyonun düşürülmesi gerektiğini de belirtti.

Türk Sanayicileri ve İş İnsanları Derneği (TÜSİAD) Başkanı Orhan Turan, Habertürk TV canlı yayınında Ekonomi Müdürü Zeliha Saraç’ın sorularını yanıtladı.

Orhan Turan Türkiye’nin ihracat gücünü artırması için kendi markasını yaratması gerektiğini vurgulayarak, “Bizim emek ve enerjisi yoğun işleri orta ve uzun vadede sorgulamamız gerekiyor. Yoksa aynı sarmaldan kurtulamıyoruz. Türkiye’nin ucuz iş gücü ve rekabetçi kurla ihracatı artırması söz konsu değil. Bu geçen yüzyılın stratejisiydi. Çin’le Hindistan arasına bakın, Türkiye ile rekabet edebilecek bir ülke yok. Bizim marka yaratmamız gerekiyor. Türkiye’nin Cezayirle Bangladeş’le rekabet etmemesi lazım. Türkiye’nin rakibi Avrupa ülkeleri olmalı” ifadelerini kullandı.

Orhan Turan şu anda yapılan planlamaların olumlu ilerlediğini vurgulayarak, “Bizim başkasının tasarrufuna ihtiyacımız var çünkü büyümek isteyen bir ülkeyiz ve cari açığımız var bu sebeple yabancı sermayeye de ihtiyacımız var. Bizim yönümüzü bir miktar Doğu’ya dönmemiz lazım. Çok batıya belki baktık. Asıl üretim ve genç nüfus burada. Aslına bakarsanız bir miktar da geç kaldık.

Çin’de aslında Türk iş dünyası daha etkin ancak Hindistan’da geride kaldık. Suudi Arabistan’daki 5 trilyonluk yatırımın Türk ihracatını pozitif etkileyeceğini düşünüyorum. Yüksek teknoloji gerektiren yatırımlarda iş kapmamız zor olabilir ancak onun dışındaki yatırımlardan yoğun pay alabileceğimizi düşünüyorum. İnşaat sektörü ve müteahhitlikte pek rakip tanımıyoruz. -50’de de +50’de de çalışıyoruz bu alanda biz.

Şu anda müteahhitler birliği de bu konuda ciddi çalışmalar yapıyor. Suudi Arabistan yatırımları ile ilgili Türk şirketlerinin adımlarını şu anda görüyoruz. Son yıllarda Türkiye’ye gelen yabancı sermayenin yüzde 40’ı gayrimenkule geliyor. Bizim sıfırdan yatırım yapan firmalara sermayeyi çekmemiz lazım.” dedi.

“Enerjiyi kendimiz üretmeliyiz”

Yeşil dönüşümün ihracat üzerindeki kritik etkisine de vurgu yapan Turan, “Türkiye için cari açığı fazla ülkeler için enerji korkunç derecede önemli. 2022 fiyatlarıyla bizim enerjiye ödediğimiz para 96 milyar dolar. O sebeple bizim için enerji çok stratejik bir konu. Bu enerjinin yüzde 40’ını sanayide kullanıyoruz. Alman firması bir bardağı 2 birim enerjiyle üretirken ben 4’le üretiyorsam rekabet şansım yok. Enerji verimliliği potansiyelimiz yüzde 40’a varıyor sanayide. Bu ithal ettiğimiz bir şey olduğu için çok kritik bir durum.

Dünyada hala yüzde 13 yenilenebilir enerji halen. Biz de Avrupa ile eş zamanlı olarak tasarrufumuzu artırıyoruz ancak. Enerjiyi çeşitlendirmemiz gerekiyor, özellikle yenilenebilir enerji konusunda. AB’nin rekabet stratejisi bu yeşil dönüşüm aslında. Çin’le rekabet edemediği alanlarda AB daha rekabetçi hale gelmek için enerji tüketimini düşürmeye çalışıyor çünkü onlar da enerji konusunda dışa bağımlı.

Enerjiyi kendimiz üretmemiz ve kaynağını verimli kullanmamız bizi daha rekabetçi hale getirecek. Aksi halde ihracatta rekabet etmemiz daha zor hale gelecek. Enerji verimliliği işi memleket meselesidir. Yaklaşık 130 milyar dolar enerjiye para ödüyoruz biz. Fiyatlandırmanın önümüzdeki süreçte maliyete oranlı olmasını bekliyoruz. Ek vergi olacak ve orada da bir fon oluşacaksa bunun ‘Yeşil Dönüşüm’e harcanması gerekiyor” dedi.

Orhan turan, “Finansmana erişimde henüz rahatlama yok. Erişemiyorduk, şimdi biraz erişim olmasına rağmen maliyetler çok fazla arttı. Bizim şirketlerimizin nakit akışlarını bozmamamız lazım. İhracatın finansmanında dün artış yapıldı bunun daha da önünü açmamız lazım. Bizim önceliğimiz enflasyonla mücadele. Biz OVP’deki büyümeyi iyimser bulduk. Bu büyümeyle enflasyon nasıl düşer bilemiyoruz. Gerekiyorsa büyümeden fedakarlık yaparak enflasyonu düşürmemiz gerekiyor. Türkiye’nin tekrar tek haneyi görmesi için 2-3 yıla ihtiyacı var” açıklamasını yaptı.

Paylaşın