Anksiete (Kaygı Bozukluğu) Nedir? Belirtileri, Nedenleri, Tedavisi

Evham hastalığı olarak da bilinen Anksiete (Kaygı Bozukluğu), kaygı üzerinden gelecekteki olaylar hakkında bir endişe ve korku güncel olaylara bir tepkidir. Anksiete (Kaygı Bozukluğu), tehlikeli durumlarda, “vücuda meydan okumaya hazır olması gerektiğini haber veren” sinyaldir.

Doğal ve gerekli olan kaygı hissedilmeye başlandığında nefes alış verişi ve kalp atışı hızlanarak kaslara daha fazla oksijen gitmesi sağlanmaktadır. Böylece vücut, tehlikeli durumlara kendini hazırlamış olmaktadır. Tehlikeli durumların farkına varmak gerektiğinde kişi bu dürtüyle tetikte beklemektedir.

Doğal anksiyete olarak adlandırılan bu dürtü sayesinde, trafikte yaşanacak herhangi bir tehlikeli durumda direksiyona ani müdahale etme, sınavda daha iyi performans sergileme gibi durumlara yardımcı olmaktadır. Aslında kaygılanmak, günlük hayatta sorunlarla baş edebilmek ve hayati durumlarla karşılaşıldığında hızlı karar verebilmek için gereklidir.

Anksiyete bozukluğu ise kaygı duygusunun bir tehlike yokken kendini göstermesi, uzun süre devam etmesi ve çok güçlü hissedilmesidir ki böyle bir durum söz konusuysa tedavi gereklidir. İleri derecede anksiyete bozukluğu kişileri fazlasıyla rahatsız edebilmekte ve günlük hayattaki işlevlerini yerine getirmesini zorlaştırabilmektedir. Kaygı bozukluğu yaşayan kişinin, sosyal yaşamında başka kişilerle olan ilişkileri de olumsuz etkilenmektedir.

Anksiyetesi olan kişiler çoğu zaman endişeyi yoğun bir şekilde hissettiklerinin farkındadır. Ancak kendilerini kontrol edemez ve sakinleşemez. Durum bu seviyeye ulaştığında kişilerin sağlıklı bir hayat sürebilmesi için tedavi olması gerekmektedir.

Anksiyete kimlerde sık görülür?

Kadınlarda erkeklere göre iki kat daha sık görülmektedir. Hastalar “ben bildiğim bileli böyleyim” şeklinde ifade etmekteyse de ortalama başlangıç 30’lu yaşlardadır. Orta yaş dönemi en sık görülen yaş grubudur, sonrası giderek azalmaktadır.

Çocukluklarından itibaren davranışsal olarak çok fazla müdahale edilen, aşırı korumacı yaklaşım sergileyen ebeveynlerce büyütülen kişilerde, olaylara ve çevreye olumsuz bakan, olumsuz değerlendirmeler ve tepkiler gösteren kişilerde, sürekli zarar görme şeklinde beklentilerin olduğu kişilik yapılarında daha fazla görülmektedir. Çocukluk çağında olumsuz yaşantıların fazla olduğu kişilerde risk artabilmektedir.  Hastalıkta genetik geçiş de söz konusudur.

Anksiyete türleri nelerdir?

Çocuk ve ergenlik yaşlarında okul ya da sportif oyunlar hakkında evhamlar sıkken; daha yaşlılarda kendi ya da yakınlarının sağlıkları ile ilgili evhamlar fazladır. Yaşlılara göre daha genç yaştakilerde belirtiler hastayı daha fazla etkilemektedir. Çocuklarda bir şeylerin zamanında olması ile ilgili aşırı önem verme olabilir. Felaket senaryoları şeklinde (doğal afetler ya da savaş) ile ilgili evhamlar da çocuklarda sıktır.

Anksiyete belirtileri nelerdir?

Özgüvensiz ve değersiz olduğunu düşünmek,
Başkaları ile konuşmanın zor olduğuna inanmak,
Toplum içinde konuşmaktan ve yemek yemekten çekinmek,
Gergin, kaygılı, sıkıntılı ve tanımlanamayacak şekilde tuhaf hissetmek,
İnsanların sözleri ile zihnini meşgul etmek,
Çevreden kopmak, kaçmak istemek,
Kas ağrısı çekmek,
Hızlı nefes alıp vermek,

Çabuk gerilmek,
Titremeye, sallanmaya başlamak,
Umutsuz hissetmek,
Devamlı ağlamak istemek,
Konsantre olamamak,
Çabuk yorulmak,
Uykusuzluk çekmek,
Hatırlamakta zorlanmak,
Üzüntülü durumlara yoğunlaşmak.

Anksiyete hangi hastalıklara sebep olur?

Çocukluk çağlarından itibaren başladığı takdirde kişide özgüven kaybı yaşanabilmektedir. Bireyler fazla endişelendikleri için konsantrasyonları olumsuz etkilenebilir. İşte ya da evde bir şeyleri hızlı ve etkin bir şekilde yapabilme kapasiteleri bozulabilmektedir.

Bireyler yakınlarının sağlıkları konusunda da aşırı evhamlı olduklarından sık sık telefonla arar, onların da hayatlarını kısıtlamaya çalışabilirler. Kapı ya da telefon çalışında kötü haber alacakları kaygıları yaşarlar, bu görevleri başkalarına bırakabilirler. Trafik kazası geçirebilecekleri vb sebebiyle evden dışarıya çıkamayıp, eve bağımlı hale gelebilirler. Yaşanan evhamlar kişide diğer kaygı bozuklukları (panik bozukluk ve fobiler gibi) ya da depresyona yol açabilmektedir.

Anksiyete tedavisi

Anksiyete belirtileri varsa kişide anksiyete bozukluğu tedavisi görmesi gerekmektedir. Reçetesiz veya bitkisel ilaç kullanmanda önce mutlaka doktora danışılmalıdır. Çünkü bu tarz ilaçların birçoğunda anksiyete semptomlarını daha da arttıracak kimyasallar olabilir. Bu yüzden mutlala bir uzmandan yardım almak gereklidir. Anskiyete belirtileriniz varsa bir uzmana başvurmalısınız.

Kaygı, bedenin korkuya vermiş olduğu fiziksel bir tepkidir. Kalbin hızlı atması, hızlı nefes alma, avuçların terlemesi, midede kelebekler uçuşması ve artan enerji seviyesi bu durumun belirtileridir.

Anksiyete belirtileri eğer bir insanın yaşamını ciddi şekilde etkilemeye başladıysa anksiyete bozukluğu ortaya çıkar. Anksiyete belirtileri olan ve anksiyete bozukluğu teşhisi konulan kişi gerçek bir tehlike olmadan, sanki tehlike varmış gibi aynı semptomları yaşar.

Anksiyete ile başa çıkma yöntemleri nelerdir?

Nefes egzersizleri:Doğru nefes almak, sakinleşme konusunda son derece etkilidir. Nefes egzersizlerini öğrenerek sakinleşmeyi ve yeniden odaklanmayı gerçekleştirebilirsiniz.

Ayağa kalkma ve vücudu dik tutma: Korku veya tehlike hissedildiğinde bilinçaltından gelen bir dürtüyle öne eğilerek kalbi ve akciğerleri koruma durumu oluşmaktadır. Ayağa kalkmak ve dik durmak, vücuda her şeyin normal olduğu mesajını vererek sakinleşmenize yardımcı olacaktır.

3-3-3 kuralını uygulama:Anksiyete krizinin başladığını hissettiğinizde 3-3-3 kuralını uygulayarak sakinleşebilirsiniz.

Etrafınızdaki üç şeyin ismini söyleyin.
Duyduğunuz üç sesi söyleyin.
Vücudunuzu üç bölümünü; parmaklarınızı, bileklerinizi ve kolunuzu oynatın.

Kaygı randevusu oluşturma: Sizi kaygılandıran tüm detayları bir yere not edin ve bunları düşünmek için kendinize bir zaman dilimi belirleyin. Böylece tüm gün aynı korkuları yaşamak yerine günün belli zamanını bunun için ayırabilirsiniz.

İçinde bulunduğunuz ana konsantre olma: Gelecek zamanda olacakları düşünmek yerine şimdi bulunduğunuz zamana odaklanın. Kaygılanmanıza neden olacak bir şeyin olmadığını kendinize hatırlatın.

Kendinizi meşgul edin: Anksiyete krizinin geldiğini fark ettiğiniz anda kendinize meşgul olabileceğiniz şeyler bulmaya çalışın. Yürüyüş yapmak, kitap okumak, film/video izlemek, kaygılı düşünce kalıplarından uzaklaşmanızı ve kontrolü elinize almanızı sağlamaya yardımcı olabilir.

Şekerden uzak durma: Fazla şeker tüketimi anksiyeteyi tetiklediği için anksiyete krizinin geldiğini fark ettiğiniz anda şekerli gıdalardan uzak durun. Onun yerine proteinli gıdalar yemeyi ve su içmeyi tercih edin.

Paylaşın

Anüri Nedir? Nedenleri, Belirtileri, Tedavisi

Böbreklerde ciddi bir hasar sonucunda ortaya çıkan Anüri, idrar çıkışının tümüyle kesilmesi durumudur. Anüri belirtileri gösteren bir kişi, birinci basamak sağlık hizmeti sağlayıcısı olan aile hekimine veya genel pratisyen bir doktora başvurmalıdır.

Anüri’nin çoğunlukla nedeni idrar çıkışının prostat bezinin büyümesi, mesane tümörü, mesane ya da böbrek taşları sonucunda da meydana gelebilir.

Böbreklerdeki idrar üretmedeki yetersizlik şokta olduğu gibi azalmış kan akımı sonucunda oksijen eksikliğine ya da glomerülonefrit gibi bir hastalık nedeni ile ortaya çıkan ciddi bir böbrek hasarına bağlı olarak da görülebilen bir durumdur.

Anüri, hastalarda birçok komplikasyonun gelişmesine yol açan ve mortalite riskini artıran önemli bir sorundur. Bu nedenle yoğun bakım hemşireleri Anuri’ye neden olan faktörleri bilmeli ve yönetebilme beceri ve bilgisine sahip olmalıdır.

Belirtileri:

İdrar yapamama: Temel belirti, kişinin idrar yapamaması veya çok az idrar yapmasıdır. İdrar yapma çabası, ancak idrarın gelmemesi durumu söz konusu olabilir.

Karın şişkinliği ve ağrı: İdrarın vücuttan atılamaması, vücutta biriken sıvının neden olduğu karın şişkinliği ve ağrıya yol açabilir.

Sırt ağrısı: Böbreklerdeki sorunlar veya idrar yollarındaki tıkanıklıklar, sırt ağrısına neden olabilir.

Bulantı ve kusma: Vücutta biriken atık maddelerin sistemden uzaklaştırılamaması, genellikle bulantı ve kusma gibi sindirim sistemi sorunlarına neden olabilir.

Genel halsizlik ve yorgunluk: Böbreklerin düzgün çalışmaması, vücuttaki toksinlerin birikmesine ve genel halsizliğe neden olabilir.

Ağız kuruluğu ve susuzluk: İdrar yapamama durumu, vücutta su dengesinin bozulmasına yol açabilir, bu da ağız kuruluğu ve susuzluğa neden olabilir.

Tedavisi

Anürinin temel nedeni tespit edildikten sonra, tedavi planı bu temel nedene yönelik olacaktır.

Dehidrasyonun düzeltilmesi: Anüri bazen dehidrasyonla ilişkilidir. Dehidrasyon, vücuttaki sıvı miktarının azalmasıdır. Bu durum, intravenöz (damar içi) sıvı tedavisi ile düzeltilebilir.

İdrar yolu tıkanıklığının giderilmesi: İdrar yollarında tıkanıklık varsa, bu tıkanıklığı açmak veya hafifletmek için cerrahi müdahale gerekebilir.

İlaç tedavisi: Anüriye neden olan duruma bağlı olarak, doktorlar bazen belirli ilaçları reçete edebilir. Örneğin, idrar yolu enfeksiyonları için antibiyotikler veya idrar yollarındaki tıkanıklığı hafifletmek için belirli ilaçlar kullanılabilir.

Diğer tedavi seçenekleri: Bazı durumlarda, diyaliz veya böbrek nakli gibi daha kapsamlı tedaviler gerekebilir, özellikle böbrek yetmezliği gibi durumlarda.

Paylaşın

Anoreksiya Nervosa Nedir? Nedenleri, Belirtileri, Teşhisi, Tedavisi

İnce kalmak konusunda aşırı takıntıya sahip olan kişilerde görülen Anoreksiya Nervosa, psikolojik bir hastalıktır. Anormal vücut ağırlığı ile tanımlanan ve hayati tehlikeye sahip bir yeme bozukluğu olan Anoreksiya Nervosa, genellikle 12-20 yaş arası gen kızlarda yaygın olarak görülür.

Haber Merkezi / Ayrıca sporcular, dansçılar ve aktörler gibi az vücut ağırlığıyla daha iyi performans göstermek isteyen kişilerde de görülebilir.

Anoreksiya Nervosa belirtileri nelerdir?

Fiziksel belirtiler:

Aşırı kilo kaybı
Kansızlık
Düzensiz kalp ritmi
Yorgunluk
Uyku bozukluğu (İnsomnia)
Erkeklerde testis oranında düşüş
Kadınlarda adet düzensizliği ya da adet görememe
Baş dönmesi ve bayılma
Tırnaklarda mavimsi renk değişikliği

Saçlarda incelme ve azalma
Kabızlık
Kuru ya da sarımsı cilt
Kemik erimesi
Kol ya da bacakların şişmesi
Böbrek sorunları

Duygusal ve davranışsal belirtiler:

Sürekli besinlerle ilgilenme,
Açlık hissini reddetme,
Kilo alma korkusu,
Sosyal hayattan geri çekilme,
Sinirli olmak,
Depresif ruh hali ve depresyona girme.

Anoreksiya Nervosa nedenleri?

Anoreksiya nervosanın kendine özgü bir nedeni yoktur. Ergenlik döneminde görülen bir hastalık olan anoreksiyanın gençlerin ergenlik değişimlerine uyum sağlamada karşılaştığı gülüklerden dolayı ortaya çıktığı söylenebilir. Çevresel, psikolojik ve biyolojik faktörlerin bir araya gelmesi sonucu ilerleyen hastalık tedavi edilmediğinde hastanın hayatını kaybetmesine neden olabilir.

Biyolojik nedenler; Anoreksiya nervosa hastaları genellikle duyarlı, azimli ve mükemmeliyetçi kişiliğe sahiptir. Genetik yatkınlığı olduğuna dair kesinleşmiş çalışmalar olmamasına rağmen ailesinde anoreksiya hikâyesi olanlarda hastalığın görülme riski yüksek olabilir.

Psikolojik nedenler; Bebeklik ve çocukluk dönemindeki yanlış beslenme davranışları ilerleyen dönemlerde anoreksiya gelişimi için risk yaratabilir. Utangaç, depresif, boyun eğen, obsesif kompülsif kişilik bozukluğuna sahip gençlerde hastalık daha sık görülür.  Ebeveynleri ile arasında sevgi bağı düşük olanlarda ve geçmişte cinsel istismara uğramış kadınlarda anoreksiya nervosa görülme riski yüksektir.

Çevresel faktörler; Moda dünyasında zayıf vücudun popüler olması özelikle ergenlik dönemindeki gençleri olumsuz etkiler. Zayıf bir bedene sahip olmak amacıyla gençler diyet yapmaya başlar ve ince görünmek konusunda takıntılı bir ruh haline bürünür. Dansçılar, balerinler, mankenler, jokeyler iş yaşamlarındaki rekabetten ve beklentilerden dolayı sürekli kilolarını korumak zorundadır. Bu meslek grubundakilerde yeme bozuklukları görülme riski yüksektir.

Anoreksiya için ne zaman doktora başvurmak gerekir?

Anoreksiya, diğer yeme bozuklukları gibi ömür boyu sürebilen bir hastalıktır. Anoreksiyalı kişiler hastalığın en başından itibaren tedavi olmayı reddeder. Kişide fiziksel ve duygusal belirtilere ek olarak aşağıdaki durumlarda varsa anoreksiyadan şüphelenerek doktora başvurmak gerekir:

Öğün atlamak,
Yemek porsiyonlarını küçültmek,
Yemek yememek için bahaneler üretmek,
Besinlerin yağ ve kalorilerini sürekli hesaplamak ve bu değerlere göre beslenmek,
Lezzetli yemeklerden kaçmak,
Sürekli kaç kilo olduğunu tartmak,
Toplum içinde yemek yemeyi reddetmek,

Ayna karşısında kendini çok sık kontrol etmek,
Ne kadar ince olursa olsun kilolu olduğunu savunarak şikayet etmek,
Bol kıyafetler giyerek vücudu saklamak,
Kimsenin kendileri hakkındaki görüşüne önem vermemek.

Anoreksiya nervoza tedavi yöntemleri

Anoreksiya nervosanın tedavisi uzman bir psikiyatrist, diyetisyen, psikolog, ortopedi, endokrinoloji, fizyoterapist, hemşire gibi sağlık personelinin katkısıyla oluşturulan ekip çalışması gerektirir. Hastanın ve ailesinin tedaviye katılımı tedavinin başarısı açısından oldukça önemlidir.  Hastanın uygun bir beden ağırlığa gelmesinin fiziken ve ruhen etkileri açıkça anlatılabilmelidir. Hastanın ikna edilmesi ve hastalığının etkilerini fark etmesi sağlanmalıdır.

Hasta olması gereken vücut ağırlığının %30’unu kaybetmişse genellikle tedavi için hastaneye yatırılır ve kilo alımı kontrol altında tutulur. Bireyin kimlik duygusunu ve öz saygısını geri kazanmasını sağlamak amacıyla psikoterapi seansları ailesi ile birlikte düzenlenebilir. Hasta istenilen ağırlığa geldiğinde hastaneden taburcu edilebilir ancak hastalığın nüksedebilme oranının yüksek olması nedeniyle sürekli kontrol altında tutulması önemlidir.

Paylaşın

Angelman Sendromu Nedir? Belirtileri, Tedavisi

10 bin ile 40 bin doğumda bir görülen ve genetik bir hastalık olan Angelman Sendromu, bebek ve çocuklarda görülmektedir. Angelman Sendromlu çocuklar genelde ailelerine kıyasla daha açık tenli, sarışın ve renkli gözlü olabilir.

Derin yerleşimli olan gözlerin bu durumu yaş ilerledikçe daha da belirginleşir. Aynı zamanda çeneleri öne doğru belirgin, dişleri ise aralıklı olabilir. Bu kişilerin ağızlarında zaman zamana çiğneme hareketi, tükürük ve salya akması görülebilir.

Angelman Sendromu belirtileri nelerdir?

Emeklemede sorunlar
Gelişim bozuklukları
Zihinsel gerilik
Konuşma zorluğu
Dengede durma sorunu

Kollarda titreme
Bacaklarda titreme
Sürekli gülümseme
Sürekli kahkaha atma
Mutlu olma hali

Heyecanlı kişilik
Nöbetler
Sert hareketler
Kafanın arka kısmında düzlük
Kafatası küçüklüğü

Şaşılık
Açık saç rengi
Açık göz rengi
Açık cilt rengi
Kollar havada yürümek

Angelman Sendromu tedavisi

Angelman sendromunun kesin bir tedavisi bulunmamaktadır. Yaşam boyu devam eden bir hastalıktır. Kesin bir tedavisi olmayan bu hastalık, zamanla ilerlememektedir. Angelman sendromunda kazanılan beceriler kaybedilmemektedir. İyi bir eğitim verilirse uyum yetenekleri ve beceriler geliştirilebilir. Bu sendrom için bazı vakalarda ilaç tedavisi uygulanmaktadır.

İlaç tedavisinde belirtiler ortadan kalkmamaktadır. Genellikle şiddetli vakalarda ilaç tedavisi uygulanmaktadır. Çocuklarda görülen aşırı hareketlilik, uyku sorunları, yeme sorunları ve epilepsi gibi durumlarda ilaçlardan yararlanılmaktadır. Kullanılan ilaçlar doktor kontrolünde olmalıdır. Doktorun önerdiği şekilde düzenli olarak kullanılmaktadır.

Uyum ve becerileri arttırmak ve bazı şikayetleri ortadan kaldırmak amacıyla eğitsel terapi uygulanmaktadır. Bazı durumlarda da davranışçı terapi uygulanabilir. Motor, dil ve sosyal becerileri geliştirmek için fizyoterapi, uğraş terapisi, konuşma terapisi, hidroterapi, müzik terapisi gibi eğitsel yaklaşımlar çocuğun gelişimini desteklemektedir. Uzman kişi tarafından vakanın tam olarak sorunu tespit edilerek gerekli tedavi uygulanmalıdır. Uygulanan tedaviler gelişimin ilerlemesini sağlamaktadır.

Paylaşın

Antiviral Nedir, Antiviral İlaçlar Nelerdir?

Antiviral, virüslerin zararlı etkilerini önleyen anlamına gelir. Başka bir deyişle, Antiviral, virüs enfeksiyonlarına karşı kullanılan farmakolojik ajanlardır. Viral enfeksiyonun kontrol altına alınması ya da yok edilmesi amacıyla kullanılırlar.

Bu ilaçlar ‘Nöraminidaz İnhibitörleri’ olarak bilinir. Nöraminidaz grip virüslerinin yüzeyinde bulunan ve kısaca N harfi ile gösterilen enzimlerdir. Bu enzim, virüs partiküllerinin enfekte olmuş hücrelerden salınımı ve bulaşıcı virüsün vücutta daha fazla yayılmasında rol oynar.

Bu enzimin bloke edilmesi ile virüsün çoğalması ve solunum yollarında yayılması durdurulmuş olur. Bu sayede hem hastalık süresi ve belirtilerin şiddetinde hem de bulaştırıcılık azalmış olur.

Hangi hastalara verilmelidir?

Domuz gribi birçok hastada hiçbir ilaca gerek kalmadan düzelmektedir. Bu ilaçların sağlıklı olan ve ağır hastalık belirtisi göstermeyen kişilere verilmesi doğru değildir. CDC’ ye göre antiviral ilaçlar şu kişilere verilmelidir:

Ağır grip tablosu gösterenler (kanıtlanmış veya muhtemel grip teşhisiyle hastaneye yatırılan hastalar)

Komplikasyon ihtimali yüksek olan 2 yaşından küçük çocuklar, 65 yaşın üzerinde olanlar, gebeler, kronik veya bağışıklığı baskılayan hastalığı olanlar,

19 yaşından küçük olan ve sürekli aspirin tedavisi görenler,

2-4 yaş arasında olan ve yüksek riskli hastalıkları veya ağır hastalık tablosu olmayan çocuklar için antiviral tedavi gerekmez. Buna karşılık zatürree ile uyumlu şikayet ve muayene bulguları olan gripli çocuk veya erişkinlere ise gecikmeden antiviral tedavi başlanmalıdır.

Anitiviral ilaçlara ne zaman başlanmalıdır?

Antiviral ilaçlardan beklenen faydanın ortaya çıkması için tedavi, hastalık belirtilerinin başlamasından sonraki ilk 48 saat içinde verilmelidir. Antiviral ilaçlar, herhangi bir sebeple tedaviye geç başlanan hastalarda da hastanede yatış süresini ve ölüm oranını azalttığı için ağır hastalarda geç de olsa verilmelidir.

Tedaviye başlamak için hastaların test sonuçları beklenmemelidir. Çünkü çeşitli sebeplerle birçok hasta grip olduğu halde testler negatif çıkabilir. Hızlı antijen testlerinin H1N1 virüsü için duyarlılığının yüzde 10-70 arasında olduğu unutulmamalıdır.

Tedavi süreci ne kadardır?

Tamiflu veya Relenza tedavi süresi 5 gündür ancak ağır hastalık tablosu sebeiyle hastaneye yatması gereken hastalarda bu süre daha uzunn olabilir..

Paylaşın

Anne Sütü Nedir, Faydaları Nelerdir?

Anne Sütü, doğumdan sonraki ilk 4 ayda bebeğin hızla büyümesi için gerekli olan enerji ve besin ögelerini yeterince sağlayan bir besindir. Dünya Sağlık Örgütü tarafından bebeklerin ilk 6 ay boyunca yalnızca anne sütü ile beslenmesi önerilmektedir.

Altı aydan sonra da ek gıdalarla desteklenerek, bebek en az 2 yaşa kadar devam etmelidir.

Anne Sütü’nün bebeğe yararları;

Bebeğin ruh ve vücut sağlığı için en uygun besindir.
Her zaman hazır, temiz, uygun ısıdadır, ekonomiktir.
Sindirimi en kolay besin maddesidir.
Her annenin sütü kendi bebeği için en uygun özelliktedir. Prematüre bebeği olan annenin sütü prematüre bebeğe,1 aylık bebeği olan annenin sütü 1 aylık bebeğe,3 aylık bebeği olan annenin sütü 3 aylık bebeğe göredir.

Organ ve sistemlerin gelişmesini düzenleyen büyüme faktörlerini içerdiğinden bebeğin büyümesini ve gelişmesini hızlandırır.
Anne sütü bebeğin ilk 6 ayda ihtiyacı olan protein, yağ vb. her türlü besin değerine sahiptir. Bu nedenle D vitamini ve flor dışında hiçbir ek besine, ek sıvıya, vitamine gereksinim duymaz.
Aşırı şişmanlama (obesite) riski daha azdır.
Annenin ilk gelen sütü (ağız sütü) bebek için çok önemlidir, bebeğin ilk aşısıdır.
İçerdiği akyuvarlar ve koruyucu maddeler sayesinde bebeğinizi enfeksiyonlara karşı korur.

Anne sütü, ishale yol açan mikroorganizmaların oluşmasını engeller
Anne sütü ile beslenen bebeklerde kansızlık daha az olur.
İleri yaşlarda gelişebilecek hastalıkların olasılığını da azaltır. Örneğin; alerjik hastalıklar, şeker hastalığı, astım, kanser, damar sertliği, diş çürükleri vb. İçerdiği A vitamini ile göz hastalıklarına karşı korur.
Anne sütü alan bebeklerde pişik, karın ağrısı ve kabızlık daha az görülür.

Ani bebek ölümü riskini ( beşik ölümü ) azaltır.
Bebeğiniz için doğal bir sakinleştiricidir.
Anne sütüyle beslenen bebekler daha az ağlarlar, daha iyi uyurlar.
Emzirmeyle anne ile bebek arasında var olan duygusal bağ gelişir
Bebeğinizin zekâ gelişiminin daha iyi olmasını sağlar.

Emzirmenin anneye yararları;

Erken emzirmeyle doğum sonu kanamalar çabuk kesilir, memelerde şişme iltihaplanma olmaz, anne loğusalık dönemini daha rahat / sorunsuz geçirir.
Rahmin daha kısa süre de normale dönmesini sağlar.
Emmeyle anneden salgılanan hormonlar sayesinde kısa süre de dinlenme ihtiyacını karşılar, huzurlu olur.
Emziren annelerde meme, rahim kanserine yakalanma riski daha düşüktür
Doğum sonrasında kemiklerin yeniden mineral kazanmasını sağladığı için, menopoz sonrası kalça kemiği kırığı riskini azaltır.

Anne Sütü almayan bebeklerde görülen sorunlar;

Sindirim sistemi, enfeksiyonlar için koruyucu maddeler içerdiğinden anne sütü almayan bebekler sık sık enfeksiyonlara yakalanır.
Orta kulak iltihabı riskini anne sütü alan bebeklere göre daha fazladır.
Bazı kronik hastalıkların oluşma riski anne sütü almayan bebeklerde daha fazladır.(Tip 1 Diyabet, Çölyak hastalığı, Obezite, Koroner Kalp Hastalıkları gibi)
Bebeğin ruhsal, bedensel ve zihinsel gelişimine yardımcı olan anne sütü alınmadığında, dikkat azlığı sendromu, ilgisizlik gibi sorunlar ile karşılaşılabilir.
Anne sütü almayan bebekler daha sık ağlarlar.

Anne Sütü almayan çocukların beslenmesi;

Anne sütü verilemeyen çocuklara mümkünse formül (hazır) mama, değilse hayvan sütleri verilebilir. Anne sütü almayan bebekler normalde aldıkları süt ya da mamalara devam edilmelidirler. Kusma ve ishalle kaybedilen sıvı ve mineraller, ağızdan alınan sıvılar, bağırsak florasını düzenleyen probiotikiçeren tozlar kullanılarak giderilebilir.

Beslenmenin yeterli olduğu, çocuğun ayına uygun gereken kiloyu almasıyla anlaşılır. Bu nedenle çocuğunuzu düzenli aralıklarla sağlık kontrollerine getiriniz. Sağlık ocaklarımızda büyüme takipleri persentil (büyüme) grafikleriyle yapılmaktadır.

Anne sütü oluşumunu arttırmak için ne yapılmalı?

Bebekler düzenli olarak emzirilmeli, emziren anneler kendi beslenmesine dikkat etmeli, dengeli beslenmeli, dinlenmeli ve stresten ve endişeden uzak kalmalıdır.

Yeterli miktarda su içmek önemlidir. Günlük içilen su miktarı 3 – 3.5 litre olmalıdır. Emzirme döneminde yeterli ve çeşitli beslenen annenin sütü besleyici, bebeğinin gelişimi için ideal olur.

Anne sütünün bebeğe ve anneye olan faydaları açısından doğar doğmaz anne sütüyle tanışan bebeklerin uygun olduğunda tamamlayıcı beslenme ile desteklenmesi( genellikle 6. Ayda ) ve 2 yaşına kadar anne sütüne devam edilmesi önemlidir. Unutmayınız ki; ilk 1000 günde yeterli ve dengeli beslenme sizin bebeğinize tüm hayatı için yapabileceğiniz en büyük iyiliktir.

Paylaşın

Andropoz (Testosteron Yetmezliği) Nedir? Belirtileri, Tedavisi

Latince ‘erkekliğin sonu’ anlamına gelen Andropoz, yaşlanan erkekte geç ortaya çıkan testosteron yetmezliğine verilen durumun adıdır. Halk arasında erkek menopozu olarak adlandırılır.

Andropoz, engellenebilen bir durum değildir. Andropozu engellemekten ziyade andropozun görülmesiyle tedaviye gitmek ve belirtileri ortaya koymak son derece önemlidir.

Andropoz ne zaman ortaya çıkar?

Genellikle ilerleyen yaşlarda görülen andropozun kesin bir yaş düzeyi yoktur. Bazı erkekler 50 yaşında andropoza girerken bazıları 80 yaşında girmektedir.

Ayrıca her erkekte andropoz görülmez. Andropoz erkeklerin yaklaşık %25-30’unda görülen bir durumdur. Ayrıca andropoz aniden ortaya çıkmaz ve yavaş yavaş ilerler.

Andropoz şu belirtilerle ortaya çıkar:

Cinsel dürtünün azalması,
Daha az sertleşme olması,
Günlük yaşam enerjisinde düşüş olması,
Güç ve dayanıklılığın azalması,
Boy kısalması,

Hayattan daha az zevk alınması,
Üzgün ve depresif olunması,
Spor yeteneklerinin azalması,
Yemekten sonra uyuklanması,
İş performansının düşmesi.

Andropoz tedavisi nasıl olur? 

Yapılan incelemeler ve tetkikler sonucunda hormon seviyeleri 350 ng/dL’nin üzerinde ise herhangi bir tedavi gerekmez. Ancak serum total testosteron seviyesinin 230 ng/dL’nin altında, serbest testosteron seviyesinin ise 65 pg/ml’nin altında olması durumunda testosteron tedavisi önerilir.

Andropoz tedavisindekiamaç, eksik olan hormonun yerine konmasıdır. Bunun için ağızdan alınan haplar, cilde uygulanan jeller ve iğneler kullanılır. Uygulanan tedavi ile hormon seviyelerinin ideal orana çıkması amaçlanır. Bu nedenle hormon seviyelerinin normalden yükseğe çıkarılmasından kaçınılmalıdır. Ancak aksi bir durum gözlemlenirse doktor kontrolünde doz ayarlaması yapılmalı veya tedavi kesilmelidir.

Paylaşın

Analjezik (Ağrı Kesici) Nedir?

Analjezikler ağrıyı tolere etmek için kullanılan ilaçlardır. Ağrıyı bütünüyle ortadan kaldırmanın ana yolu ağrıyı meydana getiren ana etkeni ortadan kaldırmaktır. Analjezik ilaçlar, periferik ve merkezi sinir sistemine etkisini göstererek görevlerini yapmaktadırlar.

Akut ve kronik ağrı sendromlarında ağrının semptomatik tedavisini sağlayan Analjezik İlaçlar merkezi sinir sistemine etki ederek ağrıyı önler.

Analjezik ilaçları seçerken ağrının şiddetine dayanarak basamak ilkesine göre karar verilmelidir. Dünya Sağlık Örgütü’nün üç basamak prensibine göre hafif ağrılarda nonsteriodal antiinflamatuar ilaçlar, orta şiddetteki ağrılarda NSAİİ’lere ek olarak zayıf opioidler, şiddetli ağrılarda ise ek olarak güçlü opioidler verilir.

Analjezik ilaçlar kullanılırken öncelikle tercih edilen kullanım şekli ağız yoludur. Her hastaya göre doz farklılıklar gösterebileceği için analjezik ilacın dozu kişiye göre belirlenmelidir. Analjezik ilaçlar için en uygun doz , en az yan tesir ile en iyi etkiyi sağlayan en düşük dozdur.

Hastaya uygulanacak ağrı kesici yöntemlerin amaçları nelerdir?

Hastaların ağrısız uyku süresinin uzatılması, istirahat ve hareket halinde iken ağrının önlenmesidir.

Ağrı kesici kullanımında hangi ilkeler göz önünde bulundurulmalıdır?

Veriliş yolu, doz ve düzeni her hasta için ayrı değerlendirilmeli,
Ağrı başladığında değil, düzenli aralıklarla verilmeli,
Kuvvetli opioidlerin etkileri ve yan etkileri bilinmeli,
Bebek ve çocuklara uygun doz ayarlanmalı,
İlaca başlarken ve değiştirirken dikkatli izlemeli,
İlaç ya da veriliş yolu değiştirilirken eşit doz tablosu kullanılmalı,

Ağrıyı değerlendirirken tesirsiz veya sahte ilaç uygulamasından kaçınılmalı,
Direnç gelişimi gözlenmeli,
Fiziksel bağımlılık ve yoksunluk gibi klinik durumlar izlenmeli,
Fiziksel ve ruhsal bağımlılık ayırt edilmeli,
Hastanın ruhsal durumu izlenmeli,
Yardımcı ağrı kesicilerden yararlanılmalı.

Paylaşın

Antioksidan Nedir, Faydaları Nelerdir?

Hastalıklardan korunmak ve yaşlanmayla gelen olumsuz etkileri geciktirmek konusunda önemli bir rol oynayan Antioksidan (Antioxidant), oksidasyonu engelleyen, yavaşlatan madde anlamına gelir.

Oksidasyon ise, oksijeni bünyesine alma, yanma ve ya yükseltgeme olayıdır. Vücudumuz tarafından üretilen ve en çok bilinen Antioksidanlar; Tokoferol ve Trienoller, Karotenoidler, Askorbik Asit, Propil Galat, Bütillenmiş Hidroksianizol (BHA), Bütillenmiş Hidroksitoluen (BTH) dir.

Antioksidanlar vücudumuz tarafından sentezlenebilmesine rağmen, dışarıdan besinler yoluyla da alınabilmektedir.

Dışarıdan beslenme yolu ile alınan antioksidanların başlıcaları; A, C, E vitaminleri, selenyum, çinko ve flavonoidlerdir. Havuç, domates, ıspanak, şeftali, lahana, brokoli gibi sebze ve meyveler ile balık zengin A vitamini içerikleriyle iyi bir antioksidan kaynağıdır. Limon, mandalina ve portakal gibi turunçgiller ile çilek, kiraz, vişne ve yeşil yaprakları sebzeler ise C vitaminince zengin antioksidan kaynaklarıdır.

Kuru baklagiller, zeytinyağı ve özellikle ceviz, fındık ve badem gibi kuruyemişler ise E vitamini içeren antioksidan gıdalardır. Et ürünleri, yumurta ve ayçekirdeği tüketimi ile de selenyumlu antioksidan gıdalar alınabilir. Çinko içeren antioksidanlar için süt ve peynir ürünleri ile tahıllı ürünler tüketmek gerekmektedir. Bir diğer antioksidan deposu olan flavonoidler için ise patates, soğan, pırasa, elma, üzüm ve çay tüketimi oldukça önemlidir.

Antioksidan’ın faydaları nelerdir?

Antioksidanların en önemli faydası, insan sağlığını tehdit eden serbest radikallerin neden olabileceği tüm rahatsızlıklara karşı vücudumuzu korumasından geliyor. Özellikle kalp ve şeker hastalıkları, makula dejenerasyonu, kanser ve bulaşıcı özellikte hastalıkların önlenmesinde etkilidir. Antioksidanları bir tedavi aracı olmaktan ziyade bu tarz rahatsızlıklara yakalanmamak için bir önlem niteliğinde düşünmek gerekir.

Serbest radikaller, daha geç yaşlarda karşılaşılması beklenen hastalıkların kimi durumlarda daha erken yaşlarda ortaya çıkmasına sebep olabiliyor, bu anlamda serbest radikal oluşumunu engelleyen antioksidanların yaşlanma belirtilerini de geciktirdiği gözlemlenebilir.

Paylaşın

Aflatoksin (Aflatoxin) Nedir, Nasıl Oluşur?

Aflatoksin (Aflatoxin) kelimesinin anlamı, Aspergillus Flavus (Küf) ve zehir anlamına gelen “Toksin” kelimesinden türetilmiştir. Sıklıkla sözü edilen aflatoksin, günlük yaşantımızda her yerde karşılaştığımız küflerden bazılarının, ürettikleri birçok kimyasal maddelerden biridir. 

Bu kimyasal maddeler arasında bazıları insanlarda ve hayvanlarda hastalığa neden olduğu için bir tür zehir özelliği taşımaktadır ve Aflatoksin de bunlardan biridir.

Aflatoksin insanlarda başta karaciğer kanseri olmak üzere, hepatit, siroz, bağışıklık sisteminin baskılanması gibi birçok ciddi sağlık sorunlarına sebep olduğundan dolayı hem üreticinin hem de tüketicinin bilgilendirilmesi gerçekten yaşamsal bir önem taşımakta.

Aflatoksin nasıl oluşur?

Bir gıda maddesinde aflatoksinin oluşması için ilk koşul, bu toksini yapan küfün sporlarının gıda maddesine bulaşması; daha önemli ikinci koşul ise, gıdanın kendisinin ve bulunduğu ortamın, bu küf sporlarının çimlenerek çoğalmasını sağlayacak şartlara sahip olmasıdır.

Aflatoksin yapan küflerin gelişmesi için 25-35 °C sıcaklığa ve %70’in üzerinde nispi neme (veya gıda maddesine 0,70’in üzerinde su aktivitesine)  ihtiyaç vardır.

 

Paylaşın