Ağız Kokusu Nedir? Nedenleri, Belirtileri, Teşhisi, Tedavisi

Ağız Kokusu (Halitosis), nefes verme ile birlikte dışarıya salınan kötü kokulu bir şikayettir. Bireyler için utanç verici hatta bazen kaygıya neden olabilen bir sorundur. 

Genel olarak ağız kokusu yapan nedenlere bakıldığında, yetersiz ağız hijyeni, tedavi edilmeyen diş çürükleri, diş eti hastalıkları ile sigara kullanımının ön planda olduğu görülüyor.

Ağız Kokusu nedenleri:

Gıdalar: Dişlerin arasındaki veya çevresindeki biriken yiyecek parçacıklarının parçalanması bakterileri artırabilir ve kötü kokuya neden olabilir. Soğan, sarımsak ve baharat gibi bazı yiyeceklerin tüketilmesi de ağız kokusuna neden olabilir.

Tütün ürünleri: Sigara içmek hoş olmayan ağız kokusuna neden olur. Sigara içenlerin ve diğer tütün ürünleri kullanıcılarının, bir başka ağız kokusu kaynağı olan diş eti hastalığına sahip olma olasılıkları daha yüksektir.

Yetersiz diş bakımı: Düzenli diş fırçalamayan ve diş ipi kullanmayan bireylerde, yiyecek parçacıkları ağızda kalıp ağız kokusuna neden olur. Bu gibi durumlarda, dişlerde renksiz ve yapışkan bir bakteri plağı oluşur. Bakteri plağı temizlenmediği takdirde, diş etlerini tahriş edebilir ve sonunda diş ve diş etlerinin arasında plak dolgulu cepler oluşturabilir (periodontitis). Dil ayrıca koku üreten bakterileri de hapsedebilir. Düzenli olarak temizlenmeyen veya uygun şekilde takılmayan protezler, kokuya neden olan bakteri ve yiyecek parçacıklarını barındırabilir.

Ağız kuruluğu: Tükürük, kötü kokulara neden olan partikülleri temizleyerek, ağzı temizlemeye yardımcı olur. Tıp dilinde kserostomi denilen ağız kuruluğunda, tükürük üretimi azaldığı için ağız kokusu artabilir. Ağız kuruluğu uyku sırasında doğal olarak oluşur, sabahları insanlarda normal olarak gözlenen kötü ağız kokusuna yol açar. Bu durum ağzı açık uyuyanlarda kötüleşerek daha fazla fark edilir. Kronik kuru ağız, bazı hastalıklardan ya da tükürük bezlerindeki problemlerden kaynaklanabilir.

İlaçlar: Bazı ilaçlar ağız kuruluğuna katkıda bulunup dolaylı olarak ağız kokusuna neden olur. Bazı ilaçlar ise vücutta metabolize olup parçalandıktan sonra birtakım kimyasallar oluştururlar. Bu kimyasallar kan dolaşımına katılıp ciğerlere ilerler ve kötü kokuya neden olur.

Ağızdaki enfeksiyonlar: Diş çekilmesi gibi ağız ve çene cerrahisi sonrasında ağızda oluşan yaralar, kötü kokuya neden olabilir. Bunun haricinde diş çürümeleri ve diş eti hastalıkları da kötü kokulara neden olur.

Burun ve boğaz hastalıkları: Sinüs enfeksiyonları, geniz akıntıları ve boğaz enfeksiyonları ağız kokularına neden olur.

Diğer tıbbi sebepler: Gastroözofageal reflü hastalığı gibi mide ile ilgili problemler ağız kokusuna neden olabilir. Bunun haricinde diyabet gibi metabolik bozukluklar veya kanserler belirgin bir ağız kokusuna neden olur. Küçük çocuklarda ağız kokusu, bir burun deliğine gizli bir şekilde yerleşen bir yiyecek parçasından ya da yabancı bir cisimden kaynaklanabilir.

Ağız Kokusu nasıl giderilir?

Ağız içinde kokuya yol açabilecek bir sorun saptanırsa, tedavisi kolaylıkla yapılıyor. Çinkolu, karbonatlı sakız çiğnemek, ağız hijyenine önem vermek, diş ipi ve özel içerikli gargaralar kullanmak, sigara ve alkol tüketimini sınırlamak ve bol sıvı alımına özen göstermek ağız kokusunu kabus olmaktan çıkaracak önlemler arasında.

Ancak sorun akciğer, sinüsler ve burun kaynaklıysa ayrıntılı bir incelemenin ardından altta yatan neden tespit edilir ve tedavi planlanır. Genellikle alt solunum yolları enfeksiyonları ve kan gazlarındaki değişimler nedeniyle ortaya çıkan ağız kokusu ise öncelikle sorunun tüketilen herhangi bir yiyecekten kaynaklanıp kaynaklanmadığına bakılıyor. Böyle bir neden saptanırsa da kokuya neden olan yiyecek ya da içecekleri tüketmemek ağız kokusunu gidermede yeterli oluyor.

Paylaşın

Apandisit Nedir, Neden Patlar? Tedavisi

Apendiks; karın boşluğunun sağ alt kısmında bulunur. İnce bağırsağın bittiği, kalın bağırsağın başladığı ve halk arasında kör bağırsak olarak bilinen bölgede yer alır. Solucan şeklinde bir bağırsak uzantısı olan Apendiks, her insanda farklı uzunluklara sahip olmasına rağmen ortalama 10 santimetre boyundadır.

Vücut içinde görevi tam olarak henüz belirlenmemiş olsa da Apendiks, sindirim sisteminin başlangıç noktası olan ağız, mikropların en yoğun olduğu bölgedir. Apendiks de kalın bağırsaktaki mikroplara karşı vücudu uyarır.

Apendiks bölümünde meydana gelen iltihaplanma sonucunda Apandisit denilen rahatsızlık ortaya çıkar. Şiddetli ağrı ile kendini gösteren apandisit mutlaka tedavi edilmesi gereken ciddi bir enfeksiyondur. İltihaplanan bölgedeki apse kana karışırsa vücutta hayati tehlikeye yol açan tablo ile karşılaşılır. Genellikle bakteriyel kaynaklı olan apendiksin patlamadan alınması oldukça önemlidir.

Apandisit neden patlar?

Meyve çekirdekleri, zararlı parazitler ve dışkı atıklarının vücuttan atılmaması,
Sindirim sisteminin enfeksiyon kapması sonucu apandis duvarındaki lenf dokusunun şişmesi,
İltihaplı bağırsak hastalıkları ve karın bölgesinin şiddetli darbe alması gibi durumlar apandis organının patlamasına neden olur.

Apandisitin belirtileri nelerdir?

Apandisit genellikle 3 yasından sonra görülmeye baslar. Tüm yas guruplarında rastlanmasına rağmen, 35 yasından sonra görülme sıklığı azalmaktadır.

Hastalığın belirtileri; kişiden kişiye değişmekle birlikte, karin ağrısı, bulantı, kusma, iştahsızlık, büyük tuvalet yapma isteği ve ateş olarak sıralanabilir. Ağrı genellikle müphem bir karin ağrısı ve mide ağrısı olarak başlayabilir, sırt, bel, kasık ve bacağa vurabilir ve sonuçta, ağrı, karin bölgesinin sag alt kadranında toplanır.

Hasta genellikle hareketler ve sarsılmalarla ağrısının arttığını ifade eder. Bu şikayetlerin hepsinin ayni zamanda veya tek bir hastada varolması şart değildir. Bu aşamada hastanın tedavi edilmemesi durumunda iltihap ile dolmuş apendix sonunda delinir ve iltihap karin boşluğunun içine yayılır. Hasta bunu ağrının geçmesi ve genel durumunda rahatlama olarak algılar ancak yaklaşık 6 saat sonra karin zarlarına yerleşen iltihaba bağlı ateş ve karin ağrısı tekrar ortaya çıkar ve artık bu asamadan sonra hayati tehlike gündeme gelir.

Apandisit tedavisi nasıl olur? 

Apandisit teşhisi için doktor tarafından fizik muayene yapılır. Karın bölgesinde hassasiyet ve ağrı söz konusu ise bakteriyel enfeksiyonu olup olmadığına dair bilgi için kan sayımı testi istenebilir. Apandisit teşhisini doğrudan tespit edebilecek kesin bir kan tahlili yoktur. Hastalığın tedavisi kişiden kişiye değişebilir ancak genellikle ameliyat ile tedavi edilir. Ameliyatın tipi hastanın durumuna göre değişiklik gösterir.

Eğer apendiks bölgesindeki apse patlamamış ya da yırtılmamış ise doktor tarafından öncelikli olarak antibiyotik tedavisi uygulanır. Daha sonra ciltte geçirilen bir tüp yardımıyla organ içindeki apse boşaltılır ve bu işlemden sonra gerek görülürse apendiks alınabilir. Eğer apendikste yırtılma ya da sızma söz konusu ise acilen ameliyat yapılmalıdır. Apendektomi olarak adlandırılan apandiksin alınması açık ameliyat ya da laparoskopik cerrahi şeklinde olabilir. Çok nadir vakalarda apandisit ameliyat olmadan iyileşebilir.

Paylaşın

Alerji Nedir? Çeşitleri, Belirtileri, Tedavisi

Her yaş gurubunda görülebilen, çoğunlukla genetik olduğu düşünülen ve çevresel faktörlerin etkisi ile değişik yaşlarda ortaya çıkan Alerji, vücudumuzda bulunan antikorların, başkaları için zararsız olabilecek maddelere karşı savaş açması ve reaksiyon oluşturmasıdır.

Alerjiye yatkın insanlar ‘atopik’ olarak adlandırılır. Atopi bir hastalık olarak değerlendirilmez fakat kalıtsal bir özelliktir. Açık tenliler ile deniz kenarı ya da nemli ortamlarda yaşayan insanlarda daha fazla görülür.

Mevsimsel alerjiler üst solunum yollarındaki yer alan alerjilerdir ve allerjik rinitin en sık rastlanan formlarındandır. Diğer grupların yaptığı araştırmalar ABD’de her yıl 20 ila 40 milyon kişinin alerjiye bağlı semptomlardan etkilendiğini işaret etmektedir. Burun ve geniz (Nazal) alerjileri tipik olarak çocukluk çağında başlar, bu yaş ortalama olarak 10’dur. Olguların % 80’inde yakınmaların 20 yaşından önce ortaya çıktığı düşünülmektedir. Sıklık yetişkinliğe geçişle artar, ilerleyen yaşla birlikte azalır.

Alerji belirtileri;

Alerji belirtileri kişiden kişiye farklılık gösterir. Alerjinin şiddeti de belirtiler üzerinde etkilidir. Kaşıntı, burun tıkanıklığı, sık hapşırma, kronik öksürük, nefes darlığı veya hırıltı, vücutta döküntü veya şişlik belirtiler arasında sayılabilir.

En sık rastlanan alerjenler;

Ot ve ağaç polenleri
Evcil hayvanların deri veya tüyleri
Çeşitli gıdalar (süt, yumurta, soya, deniz ürünleri, meyve ve kuruyemişler)
Ev ve toz akarları
Mantar veya küf sporları
Arı sokmaları
Birtakım ilaçlar
Kimyasal reçineler, lastik, nikel
Lastik, kauçuk tarzı maddeler
Kolye, küpe tarzı takılar

Alerjik hastalıklar;

Alerjik nezle veya alerjik rinit
Göz nezlesi ya da alerjik konjiktivit
Alerjik astım
Ürtiker (Kurdeşen)
İlaç alerjisi
Böcek alerjisi
Arı alerjisi
Gıda alerjisi
Egzama
Atopik Dermatit

Bebeklerde alerji olur mu?

Alerji her yaş gurubunda olduğu gibi bebeklerde de görülebilir. Alerjinin çoğunlukla genetik olduğuna inanılır. Ancak alerjinin şiddetini artıran sebepler vardır. Örneğin; annenin gebelikte veya doğumdan sonra sigara kullanması bulguların ortaya çıkmasını ve şiddetlenmesini kolaylaştırır.

Alerji testleri kime yapılmalıdır?

Alerji belirtileri sürekli olan hastalara tedavinin planlanması ve korunma sağlanması için alerji testi yapılır. Alerji testi bebeklikten itibaren tüm hastalara uygulanabilir. Bu testler, kandan veya cilt üzerine yapılarak değerlendirilir. Testlerin kesinlikle bir alerji uzmanı tarafından uygulanması gerekir. Test esnasında da ani bulgular oluşabilir.

Alerji ilaçları nelerdir?

Antihistaminikler (alerji ilacı), kortizon içeren burun spreyleri ve solunum yolu ile verilen türleri, nefes açıcılar ve alerji aşıları tedavide kullanılan başlıca ilaçlardır. Çocuğunuzda veya kendinizde alerji ile ilgili belirtiler görüyorsanız en yakın sağlık kuruluşuna başvurunuz.

Paylaşın

Akupunktur Nedir, Nasıl Yapılır?

Vücutta oluşan hastalıkları veya fonksiyon bozukluklarını ortadan kaldırmak amacıyla yapılan Akupunktur, belirli vücut bölgelerine ince iğnelerin batırılmasını içeren geleneksel bir şifa tekniğidir.

Bütünsel bir şifa yöntemi olan Akupunktur, bundan yaklaşık 3000 yıl önce Çin’de geliştirilmiştir. Günümüzde tıbbi tedaviye ek olarak sıklıkla kullanılmaktadır.

Doktor tarafından yapılmasına dikkat edin

Akupunktur işlemine başlanmadan, hastanın akupunkturist doktor tarafından öyküsü alınır. Hasta muayene edilir, gerekli laboratuvar ve görüntüleme tetkikleri yapılır. Hastanın yaşı, yaşam stili, beslenme durumu, uyku düzeni, genel durumu, hastalıkları, belirtileri, aldığı tedaviler, tedavilere bağlı yan etkiler gibi birçok faktör göz önünde bulundurularak bir tedavi planı hazırlanır. Seansların sayısı, süresi ve uygulanacak yöntem belirlenir.

Akupunktur tedavisi nasıl yapılır?

Akupunktur tedavisinde iğneler tedavisi planlanan hastalığa bağlı olarak seçilen noktalara batırılır. Tedavide steril ve tek kullanımlık son derece ince iğneler kullanılır. Hasta genellikle sadece iğnelerin ilk girişinde çok hafif bir ağrı hisseder. Bir süre sonra, tedavi edilen bölgelerde hafif bir sıcaklık hissi gelişebilir. İğneler ciltte yaklaşık 20 ila 30 dakika kalır. Belirli etkilerin elde edilmesi için özel stimülasyon teknikleri kullanılır. Bunun için iğneler ilave olarak ısıtılabilir, bilinçaltı uyarma akımıyla uyarılabilir veya yukarı ve aşağı hareket ettirilebilir.

Akupunktur noktalarını kullanarak uygulanan başka tedavi prosedürleri de vardır. Akupresör yöntemi, akupunktur noktalarına parmaklarla masaj yapılarak bölgede toplanan enerji yoğunluğunun dağıtılması ve ilgili noktalarla bağlantılı olduğu düşünülen organların bu şekilde rahatlatılması esasına dayanır.

Akupunktur noktaları ciltte değişik bölgelere göre değişen derinin 2 mm ila 4 cm’ye kadar derinliğinde bulunur. Lazer akupunkturunda ilgili noktalara lazer iğne denilen, aslında gerçek bir iğne olmayan, bir lazer ışığı darbesiyle ulaşılarak uyarım sağlanır. Lazer akupunkturu iğnelerden rahatsız olanlar ve çocuklar arasında popüler olan hafif ve ağrısız bir yöntemdir.

Akupunktur tedavisinin etkili olduğu alanlar;

Kilo verme
Menopozal şikayetler
Baş ağrıları
Sigara bırakma
Çocuklarda idrar kaçırma
Kas, eklem ve bel ağrıları
Sebebi belli olmayan hipertansiyon
Böbrek ağrısı

Yüz felci
Stres, panik atak ve depresyon gibi duygu durum bozuklukları
Uykusuzluk
Doğum ağrısının azaltılması
Adet ağrıları
Spastik kolon
Sınav korkusu ve uçak korkusu

Akupunkturun yan etkileri nelerdir? 

Akupunktur ülkemizde sadece sertifikalı doktorlar tarafından uygulanmaktadır. Bu alanda yetkin bir hekim tarafından yapıldığı takdirde ciddi yan etkilerle karşılaşılma olasılığı oldukça düşüktür. Genellikle iğne batırılan noktalarda hafif ağrı ve kanama, hafif düzeyde çarpıntı gibi basit yan etkiler görülür. Nadiren ciltteki sinirlerde yaralanma sonucu 4 haftaya kadar süren ağrılar görülebilir. Fakat ehil olmayan kişilerce hijyenik olmayan şartlarda uygulanırsa tehlikeli enfeksiyonlar ve başka ciddi komplikasyonlar görülecektir.

Akupunktur ile zayıflama 

Kilo kaybı için akupunktur tedavisinin çeşitli mekanizmalar ile etkili olduğu düşünülmektedir. Akupunkturun, vücudun enerji akışını etkileyerek aşağıdaki mekanizmalarla zayıflamaya yardım ettiği düşünülmektedir;

Metabolizmayı hızlandırmak
İştahı azaltmak
Beyindeki açlık merkezini baskılamak
Stresi azaltmak

Geleneksel Çin tıbbına göre kilo alımı, vücuttaki dengesizlikten kaynaklanır. Eski öğretilere göre bu dengesizlik karaciğer, dalak, böbrek, tiroid bezi ya da hormonal bir işlev bozukluğundan kaynaklanır. Bu nedenle, kilo kaybı için, akupunktur tedavileri genellikle vücudun bu alanlarını hedef alır.

Diyet ve egzersiz olmadan tek başına akupunktur ile kilo vermek mümkün değildir. Bu nedenle spor ve diyetle birlikte kullanılır. Kilo vermek için en önemli akupunktur noktaları kulakta bulunur. Kulakta insan vücudundaki tüm organlar uyaran noktalar bulunur. Ayrıca kulakla beyin arasındaki mesafe kısa olduğu için kulaktaki akupunktur noktaları oldukça etkilidir.

Kulaktaki akupunktur noktaları vücutta yağ birikimlerinin bulunduğu bölgelere göre uyarılır. Olası eşlik eden belirtiler, örneğin diz eklemi osteoartriti, sırt ağrısı veya gastrointestinal problemler göz önünde bulundurulur ve tedavi konseptine dahil edilir. Amaç her zaman kalıcı bir sonuç elde etmektir. Bulgulara bağlı olarak iğneler 10 güne kadar kulakta kalır. Kulaktaki akupunktur noktalarına batırılan iğnelerin etkiler;

Daha hızlı tokluk hissedilir.
Açlık hissinde azalma olur.
Aşırı yeme ortadan kalkar
Metabolizma ve yağ yakımı hızlanır.
Toksinler vücuttan atılır.
Hastalar kendilerini daha sakin, daha dengeli ve aynı zamanda daha aktif hissederler.

İnsanların kilo almasının temel nedeni beslenme alışkanlıklarındaki hatalardır.  Beslenme alışkanlıklarının değiştirmesi hiç kolay olmaz. Diyet yaparken oluşan ve sonunda diyeti bırakmaya neden olan halsizlik, mide problemleri, baş ağrısı, baş dönmesi, stres ve sinirlilik gibi şikâyetler akupunktur tedavisi ile kontrol altına alınır.

Akupunktur diyete uyum sağlama konusunda hastaya büyük kolaylıklar sağlar. Beyinde noradrenalin seviyesini düşürüp, serotonin ve endorfin adı verilen mutluluk hormonunu seviyelerini artırarak yemek yemeden de mutlu olmayı sağlar. Metabolizmayı hızlandırdığı için normalden daha fazla kalori yakılır ve böylece daha hızlı kilo verilir.

Akupunkturun aynı zamanda sindirimi düzenlediği, mide asidini azalttığı, insülin ve diğer hormonları dengelediği düşünülmektedir. Kilo verme, bölgesel zayıflama gibi konularda ancak iyi bir egzersiz planı ve sağlıklı bir diyet programı ile birlikte akupunktur tedavisi uygulanırsa daha hızlı ve kalıcı sonuçlar elde edilebileceği akıldan çıkarılmamalıdır. Bu şekilde uygulanan bir programla 2 ay gibi bir sürede kilonuzun yaklaşık %10 – 15’ini verebilirsiniz.

Paylaşın

Ensefalit (Beyin İltihabı) Nedir? Nedenleri, Belirtileri, Teşhisi, Tedavisi

Ensefalit (Beyin İltihabı), beynin virüsler tarafından enfeksiyonu anlamına gelmektedir. Virüsler bakteriler gibi mikroptur ve bulaşıcıdır. Bakterilerden farklı bir yapıya sahip olan virüsler antibiyotiklerle yok olmazlar.

Ensefalit etkenlerinin başında herpes virüsler gelmektedir. Bunlar içinde en çok korkulanı herpes simlpex tip I’dir. Herpes dışında başka pek çok virüs’da ensefalit yapabilir.

Ensefalit (Beyin İltihabı) belirtileri nelerdir?

Baş ağrısı
Yüksek ateş
Yorgunluk hissi
Güçsüzlük
Kas ve eklem ağrıları

Bebek ve çocuklarda görülen belirtiler

Vücutta sertlik
Bulantı ve kusma
Bebek kafatasının yumuşak bölgelerinde şişkinlik
Sürekli ağlama
İştahsızlık
Çocuğu kucağa aldığında daha çok ağlama

Acil müdahale gerektiren belirtiler

Şiddetli baş ağrısı
Çift görme
Nöbet geçirme
Kişilik değişikliği
Bilinç kaybı
Yüksek ateş
Kötü koku algısı
Konuşma ve duyma ile ilgili sorunlar
Kas zayıflığı
Vücudun belirli bölgelerinde his kaybı

Ensefalit (Beyin İltihabı) tanısı ve teşhisi

Başlangıç laboratuvar tetkikleri (tam kan sayımı, serum elektrolitleri, glukoz, üre, kreatinin, karaciğer enzimleri ve koagulasyon paneli) sonrasında kesin tanı için lumbal ponksiyon yapılmalıdır. Çoğu kez berrak olan beyin omurilik sıvısı analizinde hafif düzeyde pleositoz, normal veya orta derecede artmış protein düzeyi ve genellikle normal glukoz tespit edilir.

Beyin omurilik sıvısında sebep olan viral etken moleküler yöntem (polimeraz zincir reaksiyonu) veya seroloji ile gösterilebilir. Hemen lumbal ponksiyon yapılmasında klinik kontrendikasyon varsa acil kranial bilgisaraylı tomografi veya manyetik rezonans görüntüleme (MRG) yapılmalıdır. MRG en duyarlı ve tercih edilen beyin görüntüleme yöntemidir.

Beynin tutulan bölümlerinin saptanması sebep olan etken hakkında da bilgi verebilir. Örneğin herpessimpleks virüs ensefalitinde beyin tutulumu genellikle fokaldir. Hemen hemen her zaman temporal lob etkilenir. Elektro ensefalografide anormal değişiklikler saptanabilir ancak bulgular özgün değildir.

Ensefalit nasıl tedavi edilir?

Ensefalit tedavisinde temel hedef etken herpes virüs ise bunun tedavisidir. Bunun nedeninin elimizde diğer virüslere karşı yeterli etkinlikte antivirallerin olmaması olduğu kadar, herpes dışındaki diğer virüslerin de sıklıkla kalıcı nörolojik kayıplara neden olmamasıdır. Herpes virus enfeksiyonu varlığında veya şüphesinde damar içine uygulanan asiklovir isimli tedavi verilmelidir.

 

Paylaşın

Aglütinasyon Nedir, Neden Yapılır?

Aglütinasyon, uygun bir sıvı ortamda, ufak cisimciklerin bir araya gelip birbirlerine yapışmasıdır. Laboratuar şartlarında, aglütinasyon iki amaca yönelik olarak yapılmaktadır.

Bunlardan ilki, antijen olarak kullandığımız, bilinen bir bakteri veya hücre süspansiyonunu ayıraç olarak kullanarak, serumda buna karşı oluşmuş antikorları saptayarak hastalığın tanısını koymaktır.

Diğeri ise elde bilinen antikorların bulunduğu bağışık serumları ayıraç olarak kullanarak bir ortamdan soyutlanmış bir bakterinin antijenik yapısını ortaya koyarak onu identifiye etmektir.

Paylaşın

Annüloplasti / Idet Nedir?

Annüloplasti / Idet; Diskojenik bel ağrılarında kullanılmaktadır. Anulusun termal ısıtılmasına bağlı olarak anuler yırtıkların tamiri ve posterior anuler sinirlerin denerve edilmesi esasını içerir.

Bu floroskopi rehberliğinde posterolateral anulusun etrafına yuvarlak dirençli bir ısıtıcı eleman yerleştirilmesi yoluyla sağlanır. Posterolateral anulusun ısıtılmasıyla kollajen lifleri denatüre olur ve anulusun kontraksiyonuna yol açarak anuler yırtıkları tamir eder. Posterolateral anulusun 45 0C’nin üzerinde ısıtılmasıyla gerçekleştirilen anuloplasti posterior C liflerini de denerve eder.

Paylaşın

Anemi (Kansızlık) Nedir? Nedenleri, Belirtileri, Teşhisi, Tedavisi

Anemi (Kansızlık), Kanda bulunan hemoglobin proteinin normal seviyenin altına düşmesi veya alyuvarların sayısının azalması durumudur. Hemoglobin, kana rengini veren ve oksijenin hücrelere taşınmasını sağlayan proteindir.

Hemoglobin, kanda kırmızı kan hücreleri (alyuvar) tarafından taşınır. Anemi, dünya nüfusunun yaklaşık %24,8’ini etkiler. Okul öncesi çocuklar en fazla risk altındadır ve bu yaş grubunda dünya genelindeki %47 oranında anemi geliştiği tahmin edilmektedir.

Anemi (Kansızlık) nedenleri;

Doğumsal olmayıp, erişkinlik döneminde ortaya çıkan aneminin üç önemli nedeni vardır. Bunlar; demir eksikliği, B12 eksikliği ve folik asit eksikliğidir.

Demir hemoglobin proteininin en önemli bileşenlerinden biridir; demir eksikliği durumunda hemoglobin üretilemez ve anemi meydana gelir. Bu duruma demir eksikliği anemisi adı verilir.

Demir eksikliği anemisi, demir bakımından fakir beslenme ve bir takım mide-bağırsak sorunları neticesinde ortaya çıkabilir. Bunun yanı sıra bazı kadınlarda demir eksikliği regl döneminde gereğinden fazla kan kaybetmelerinden dolayı ortaya çıkmaktadır.

Folik asit ve B12 vitamini de alyuvarların üretiminde önemli rollere sahiptir. Bu nedenle folik asit ve B12 yönünden fakir beslenmek de anemiye yol açabilmektedir. Özellikle kırmızı etin az tüketimi veya hiç tüketilmemesi B12 vitamini ve demir eksikliğine yol açarken, sebze tüketmeyen kişilerde de folik asit eksikliği görülebiliyor. Anemileri engellemek için besinlerin dengeli bir şekilde tüketilmesi gerekiyor.

Travma veya iç kanama gibi nedenlerle yaşanan kan kayıpları da anemilere yol açabilen nedenler arasındadır.

Doğumsal olarak gelişen anemiler genellikle genetik faktörlere bağlıdır. Halk arasında Akdeniz anemisi olarak bilinen talasemiler ve orak hücre hastalıkları bunlara örnektir.

Tüm bunların yanı sıra, kronik hastalıkların da anemiye sebep olabileceği unutulmamalıdır.

Anemi (Kansızlık) belirtileri;

Kansızlık belirtileri aneminin tipine, ciddiyetine ve kanama, mide ülser, adet problemleri veya kanser gibi altta yatan sağlık problemlerine göre değişiklik gösterir. Altta yatan sorunların spesifik belirtileri genellikle kansızlığa bağlı belirtilerden önce fark edilebilir. Vücut aynı zamanda kansızlığa bağlı erken belirtileri telafi etme konusunda olağanüstü bir yeteneğe sahiptir. Kansızlık hafifse veya uzun bir süre içerisinde yavaş bir şekilde gelişirse, herhangi bir semptom fark edilmeyebilir. Birçok anemi tipinde ortak olan semptomlar şunları içerir:

Kolay yorulma ve enerji kaybı
Özellikle egzersizle olan alışılmadık derecede hızlı ya da düzensiz kalp atışı
Nefes darlığı
Göğüs ağrısı
Baş ağrısı
Baş dönmesi
Ciltte solukluk
Bacaklarda kramplar
Uykusuzluk

Anemi (Kansızlık) tedavi yöntemleri;

Anemi tedavisi, aneminin türüne, seyrine ve şiddetine göre değişiklik göstermektedir. Tedavide temel hedef anemiye neden olan durumu ortadan kaldırmaktır. Demir eksikliği ve folik asit nedeniyle oluşan anemi için hekimin tavsiye edeceği yeşil ağırlıklı sebze ve meyvelerin tüketilmesi önerilmektedir.

Ayrıca bunları dışarıdan alınacak bir takım takviyelerle yapmak da mümkündür. B12 eksikliğine bağlı gelişen anemi içinse damla veya enjeksiyon yardımıyla vitamin takviyesi verilebilir.

Eğer anemi ilerlemiş ve tehlikeli bir noktaya gelmişse kan ve ilik kök hücre nakli yapılabilir. Ya da anemiye neden olan ve hayatı tehdit eden ciddi bir kanamanız varsa hekiminiz tarafından cerrahi bir operasyon da tavsiye edilebilir.

Anemi (Kansızlık) ne iyi gelir?

Anemi bağışıklık sistemini zayıflatma eğilimindedir ve bu nedenle kişi enfeksiyonlara ve inflamatuar hastalıklara daha yatkın olabilir. Yeterli C vitamini dozu bağışıklık sistemini güçlendirir ve aynı zamanda demirin emiliminde yardımcı olur. C vitamini ihtiyacını karşılamak için portakal yemek ya da her gün bir bardak limon suyu içmek iyi olur.

Ispanak, kereviz, hardal yeşili ve brokoli gibi yeşil sebzelerde bulunan yüksek miktarda klorofil iyi bir demir kaynağıdır.  Ispanakları çiğ olarak tüketmekten ziyade pişirilmesi daha doğrudur. Çünkü çiğ ıspanağın içeriğindeki oksalik asit vücutta demir emilimini engelleyebilir. Taze pancar veya nar suyu, harika kan yapıcı ve kan temizleyi olarak işlev görür. Pancar folik asit bakımından da zengindir. Susam tohumu, özellikle de siyah susam tohumu demir alımını arttırmanın iyi bir yoludur.

 

Paylaşın

Ankilozan Spondilit Nedir? Belirtileri, Nedenleri, Teşhisi, Tedavisi

Ankilozan Spondilit (AS), omurga ve leğen kemiğini birleştiren eklemleri etkileyen ağrılı, iltihaplı bir romatizma türüdür. Ankilozan Spondilit (AS), öncelikli olarak omuriliği etkileyen bir artrit türüdür.

Omurga eklemlerinin iltihaplanması sonucunda şiddetli, kronik ağrı ve rahatsızlığa neden olur. Daha ileri vakalarda, bu iltihaplanma, ankiloz denilen ve omurgayı sabitleyip hareketsiz bırakan yeni kemik oluşumuna yol açabilir.

Ankilozan Spondilit kimlerde görülür?

Kronik bir hastalık olan Ankilozan Spondilit genellikle erkeklerde kadınlara oranla 2-3 kat daha fazla görülür. Genetik faktörün oldukça belirleyici olduğu Ankilozan Spondilit erkeklerde daha sık görüldüğü gibi hastalığın seyri de daha hızlı ilerler. Mikrobik olmayan iltihaplı romatizma hastalığı ülkemizde her 200 erkek ve 500 kadından birinde görülür. Çocuklarda 10 yaşından sonra kalça ve diz bölgesinde iltihaplanma ile görülen bu hastalık genellikle 20 yaşından sonra başlasa da belirtileri hemen ortaya çıkmaz.

Ankilozan Spondilit nedenleri

Omurganın öne doğru eğilmesi ve eklemlerin kemikler ile bütünleşmesi sonucu hareket kısıtlılığı yaratarak hayat kalitesini düşünen Ankilozan Spondilit hastalığının sebebi tam olarak bilinmese de kalıtsal faktörlerin önemli bir rol oynadığı bilinmektedir. HLA-B27 adlı geni taşıyan kişilerin bu hastalığa yakalanma riski bir hayli fazladır. Ancak tek başına bu genin varlığı hastalığın görüleceği anlamına gelmez.

Ankilozan Spondilit belirtileri

Özellikle sabahları bel ve kalçalarınızda ağrı ve sertlik
Boyun ağrısı
Yorgunluk
3 aydan fazla devam eden ağrı
Ağrının fiziksel aktivite ve egzersiz ile rahatlaması

Ankilozan Spondilit teşhisi;

Fizik muayene

Uzman doktor, öncelikle belirtileri değerlendirecektir. Daha sonra fizik muayenede omurganızdaki hareket aralığını test etmek için farklı yönlerde omurganızı bükmenizi isteyebilir. Pelvisinizin belirli kısımlarına bası uygulayarak veya bacaklarınızı belirli bir pozisyona getirerek ağrınızı yeniden üretmeye çalışabilir. Ayrıca, göğsünüzü genişletmekte zorlandığınızı görmek için derin bir nefes almanızı isteyebilir.

Görüntüleme testleri

X-ışınları, eklemleriniz ve kemiklerinizdeki değişikliklerin belirlenmesini sağlar, ancak ankilozan spondilitin belirtileri hastalığın erken dönemlerinde belirgin olmayabilir. MRG, kemiklerin ve yumuşak dokuların daha ayrıntılı görüntülerini sağlamak için radyo dalgaları ve güçlü bir manyetik alan kullanır. MRG taramaları, hastalık sürecindeki ankilozan spondilitin kanıtlarını ortaya çıkarabilir, ancak çok daha pahalıdır.

Laboratuvar testleri

Ankilozan spondiliti tanımlamak için spesifik laboratuar testleri yoktur. Bazı kan testleri, iltihaplanmayı ortaya çıkarabilir, ancak birçok farklı sağlık problemi de iltihaplanmaya neden olabilir. Kanınız HLA-B27 geni için test edilebilir, ancak bu geni taşıyan kişilerin çoğunda ankilozan spondilit yoktur.

Ankilozan Spondilit tedavisi

Ankilozan Spondilit sebebi bilinmeyen, dünya nüfusunun %0.9’unda görülen, bel ağrısı şikayeti ile karakterize kronik romatizmal bir hastalıktır. Tedavi öncelikle hastanın bel ağrısı, tutukluk durumu gibi klinik özelliklerine yönelik olarak uzman hekim tarafından düzenlenir. Öncelikle Ankilozan Spondilit hastalığının ilerlemesini azaltmak ve geriletmek için farklı türde ilaç tedavisi uygulanır. Böylece hastanın hareket kabiliyetini yitirmemesi ya da geri kazanması sağlanmaya çalışılır. Ayrıca omurga ve eklemlerdeki iltihaplanma ve ağrıların azaltılmasına yönelik tedavi uygulanır.

Ankilozan Spondilit ömür boyu devam eden ve kesin olarak tedavisi olmayan bir hastalık olduğundan hekimlerin tedavi ile amaçladıkları şikayet ve yakınmaların azaltılması ve yaşam kalitesinin artırılmasıdır. İlaç tedavisinde kullanılan ağrı kesicilerin fayda etmediği bir kısım hastalarda, biyolojik ilaç olarak isimlendirilen anti-TNF ve spesifik ajanlar romatoloji uzmanının gerekli gördüğü durumlarda kullanılabilir. Ayrıca ilaç tedavilerine ek olarak hekiminizin yönlendireceği fizyoterapist tarafından Ankilozan Spondilit hastasının kişisel durumuna özel olarak egzersiz ve spor önerilir. Amaç hastanın hareket kabiliyetini, kuvvet ve dayanıklılığını artırmaktır. Destekleyici tedavi olarak egzersizin hastalığın ilerleyişini durdurmada yardımcıdır. Bu egzersizler; solunum, omuz, kalça ve boyun egzersizleri ve kişiye özel diğer antrenmanlar olarak sınıflandırılabilir.

Kas esnekliğini, hareket kabiliyetini geliştirmek, postürün iyileşmesi ve devamlılığın sağlanması için eklem egzersizlerinin yanı sıra fizik tedavi yöntemleri de ağrı ve tutukluğu gidermede yardımcıdır. Ankilozan Spondilit tedavisinde verilen ilaç tedavisinin düzenli kullanılmasının yanı sıra egzersiz de devamlı ve düzenli olarak yapılmalıdır. Yapılacak olan egzersiz programında şunlara dikkat edilmelidir:

Akut atak sırasında egzersiz yapılmamalı.
Egzersiz esnasında ağrılar artıyorsa program değiştirilmeli.
Yapılan egzersiz programında amaç eklem hareket açıklığının korunması ve kasların güçlendirilmesi olmalı.
Egzersiz programı kas ve eklemlere zarar vermeyecek şekilde olmalı.
Önerilenden daha uzun süre egzersiz yapılmamalı.
Ani ve sert hareketlerden kaçınılmalı.

Aktif yaşamın yoğun olduğu genç yaşlarda ortaya çıkan Ankilozan Spondilit, yaşam boyu süren ve ilerleyici bir hastalık olması nedeniyle, düzenli bir hekim muayenesi ve sürekli bir egzersiz programı gerektirir. Bu noktada dikkat edilmesi en önemli unsur aktif bir yaşam tarzını benimsemektir. Hastalığın bütüncül bir tedavi yaklaşımı ile tedavi edilmesinin, hastalıkta başarıyı sağlayan en önemli unsur olduğu unutulmamalıdır. Erken tanı ve tedavinin son derece önemli olduğu bu hastalıktan korunmak için düzenli olarak kontrollerinizi yaptırmayı ihmal etmeyin.

Paylaşın

Afoni Nedir? Teşhisi Ve Tedavisi

Afoni, sinirsel bir hastalık veya ses tellerini hareket ettiren kaslardaki hastalık sonucunda görülebilen tam ses kaybıdır. Afoninin belli bir tedavisi yoktur; ancak geçici durumlarda, hastanın sesi genellikle kaybolduğu gibi aniden geri gelebilir.

Afoni sebepleri, genellikle konuşma kaslarını kontrol eden sinirlerin hastalığı veya zedelenmesi, boğaz, gırtlak hastalıkları veya nörozdur. Histerik afoninin nedeni, şuuraltı, hiç konuşamamak veya özel bir durumda konuşamamak arzusudur.

Ses kaybının farklı nedenlerden kaynaklanabilir. Bazı hastalar sadece sesinde sorun yaşarken bazı hastalarda hem seste hem de yutmada zorluk yaşanır. Yaygın görülen nedenlerden biri, çeşitli faktörlerle meydana gelen ses tellerinin şişmesidir.

Sesin aşırı ya da yanlış kullanılması bu şişliğin oluşmasına neden olabilir. Reflü de ses bozukluklarının sebepleri arasında yer alır. Asit, boğazda ve gırtlakta tahriş yarattığı için aralıklı ya da sürekli ses kısıklığı oluşabilir.Ses tellerini hareket ettiren kasların anormallikleri sonucunda da ses kısıklığı ortaya çıkabilir.

Bazı hastalarda ses tellerini kontrol eden kaslar çok kuvvetli kasılarak spastik disfoni olarak bilinen rahatsızlıklara neden olabilir. Kronik kas gerginliği de ses kısıklığının bir nedeni olabilir. İyi huylu veya kanserli büyümelerin neden olduğu ses teli işlevindeki bir değişiklik, seste değişikliklere neden olabilir.

Paylaşın