RSV (Respiratuar Sinsityal Virus) nedir? Teşhisi, Tedavisi

Tüm yaş gruplarında özellikle bebekler ve yaşlılarda yaşamı tehdit eden solunum yolu enfeksiyonlarına neden olan RSV (Respiratuar Sinsityal Virus); Grip ve soğuk algınlığına benzer şikayetlere neden olurken, tedavisinde gecikildiğinde akciğerleri tehdit ediyor.

Çocukların tümü 2 yaşına kadar en az bir kez RSV ile hastalanmakta ve hayat boyu bu enfeksiyonun tekrarı sık olarak görülmektedir. Büyük çocuk ve erişkinlerde RSV genellikle üst solunum yolu enfeksiyonu; bebek ve küçük çocuklar ile prematüre doğanlarda, bağışıklık yetmezliği olanlarda ve yaşlılarda ciddi alt solunum yolu enfeksiyonları geliştirebilmektedir.

Belirtileri;

RSV tıpkı grip ve nezle bulgularına benzer şikayetlere neden olurken prematüre doğanlarda veya bebeklerde huzursuzluk, beslenmeme, sık nefes alma ya da solunum düzensizliklerine neden olmakla birlikte virüsün tek kaynağının insanlardır. Çevreden yada yakınlarındaki bu bulguları sergileyenlerden bireye çabucak bulaşır. RSV virüsünün bulaşması enfekte salgılar ile doğrudan ve yakın temasla oluşurken, virüs çevre yüzeylerce saatlerce, ellerde ise yarım saatten fazla canlı kalabiliyor.

RSV enfeksiyonunun tanısı solunum yolu sekresyonlarında RSV antijenine bakılarak konulur. Bu yaygın olarak kullanılan, hızlı sonuç veren ve % 90 oranında doğru sonuç veren bir yöntemdir. RSV virüsü genellikle kış ve erken ilkbahar aylarında yıllık salgınlar şeklinde görülmektedir. Hastalık genellikle Kasım- Aralık aylarında başlamakta, Ocak ve Şubat ayında zirveye ulaşmakta, Nisan ayı sonunda da sona ermektedir.

Tedavisi;

RSV enfeskiyonlar özellikle hassas yaş gurupları olan bebekler ve yaşlılar ile özellikli altta yatan hastalığı olanlarda ağır seyirlidir. Bu hastalarda oral alım bozulacağından hastalıkta ilk tedaviyi destek tedavisi oluşturur.  Sıvı kaybının yerine konması, solunumun dikkatle değerlendirilmesi ve oksijen desteği, üst solunum yolu aspirasyonu ve gerekirse solunum cihazına bağlanma uygulanması gerekebilir. RSV bronşiti sonrasında kulak iltihabı veya bakteriyel akciğer enfeksiyonu gelişirse antibiyotik kullanılır, bubnun dışında antibiotik etkisi söz konusu değildir. Ağır seyirli vakalarda hastane yatışı ile takip sıkça uygulanan bir durumdur. Özellikle 6 aylıktan küçük bebeklere tanı durumunda hastane yatışı önerilmektedir.

RSV’den korunmak münkün mü?

Anne sütünün desteklenmesi, sigara maruziyetinin engellenmesi, standart enfeksiyon kontrol önlemleri, risk gruplarının belirlenmesi, kalabalık ortamlardan uzak durulması, rutin aşılama programına uyulması, hastanede yeni olguların hızla saptanması ve temas izolasyonu RSV’den korunma esastır. Hastalığın bulaşması hasta kişinin solunum sekresyonlarıyla kontamine olmuş yüzeylere dokunmakla veya öksürdüğü havadaki damlacıklar yoluyla olur. Hasta kişiyle kontağın sınırlandırılması, maske kullanımı ve el yıkama yayılımı azaltabilir.

RSV için kullanılabilir rutin bir aşı bulunmamaktadır; ancak 29 haftadan küçük doğan yüksek riskli prematürelerde, doğumsal kalp hastalığı ya da kronik akciğer hastalığı olan çocuklarda alt solunum yolu enfeksiyonunu önlemek için pasif immünizasyon yani RSV antikoru içeren Palivizumab(RSV monoklonal antikor)isminde yalnızca uzman hekim önerisiyle ve rapor çıkartılarak kullanılan bir ilaç mevcuttur.

RSV virüsünden korunmak için yüksek riskli bebeklere pasif immunizasyon yani ayda bir antikor verilmesi(palivizumab) önerilmektedir. Pasif immunizasyon uygulanması gereken hastalar şunlardır:

  • Gebelik haftası 29 haftadan küçük ve 1 yaşından küçük bebekler
  • Kronik akciğer hastalığı olan ve 2 yaşından küçük bebekler
  • Tedavi gerektiren kalp hastalığı olan 2 yaşından küçük bebekler

İlaç uygulaması RSV sezonu denilen Ekim-Mart ayları arasında ayda bir kez yapılmaktadır. Bu uygulamanın sezonda tam ve düzenli olarak yapılması ile ağır hastalık gelişimi ve hastaneye yatışlar azalmaktadır.

(Kaynak: medicalpark.com.tr)

Paylaşın

Kol ağrısı nedir? Nedenleri, Tedavisi

Çık rastlanan bir şikayet olan ‘Kol Ağrısı’nın ana kaynağı çok farklı nedenler olabilir. Boyun omurları, disk, boyun kasları, kola giden sinirlere ve omuriliğe bası ‘ağrının’ kaynağı olabilir. Kollara vuran ağrının diğer nedenleri ise sinirlere bası yapan durumlardır.

Kol ağrısı sık rastlanan bir şikayettir ve genellikle kazaya uğrama, düşme, çarpma gibi incinmeler sonucunda meydana gelir. Ancak kimi zaman da kol ağrısının altta yatan başka bir nedeni vardır. Boyun bölgesinde başlayan ve buradan kollara doğru inen ağrı birçok kişinin başına gelebilen bir durumdur.

Boyunda meydana gelen bazı rahatsızlıklar kollarda da ağrı hissedilmesine sebep olabilmektedir. Özellikle;

  • Boyun fıtığı,
  • Disk kayması,
  • Boyun düzleşmesi ve
  • Boyun kireçlenmesi boyunda görülen ve sıklıkla kollara vuran ağrıların temelini oluşturmaktadır.

Bazı kol ağrıları acil bir duruma işaret edebilir ve geçiştirilmemeleri gerekir. Kol ağrısı nedeniyle acilen doktora görünmenizi gerektirecek durumlardan biri kırık şüphesidir. Düşme ya da benzeri bir kaza sonrası kolunuzdaki şiddetli ağrının kırığa işaret ettiğini düşünüyorsanız hemen doktora başvurmalısınız. Bir diğer acil durum ise fiziksel aktivite ve efor sarf etme sonrası oluşan ve kol hareketsizken dinen ağrılardır. Bu ağrılar angina (göğüs ağrısı) habercisi olabilir.

Göğüste sıkışma hissiyle birlikte kola aniden ağrı girdiyse bu durumda kalp krizinden şüphelenilir ve yine mutlaka hemen en yakın hastaneye başvurmak gerekir.

Boyun kaynaklı kol ağrıları haricinde, ağrıya neden olan diğer durumlar şunlar olabilir:

  • Omurga kanalında daralma (servikal dar kanal, servikal spondilitik myelopati)
  • Omurga kırıkları, omur kayması
  • Kol ve el sinirlerinin tuzaklanması (sıkışması): Boyunda omurilikten çıkan sinirler ele doğru giderken yol üzerinde bağ dokusu tarafından sıkıştırılır. Buradaki sıkışma sonucu el ve kollarda kuvvetsizlik, uyuşma ve ağrı oluşur.
  • Omuz patolojileri
  • Kalp rahatsızlıklarında (göğüs, omuz ve kola vuran ağrılar olabilir)
  • Kalpten çıkıp kola giden damarların yolda sıkışıklığa uğramasına neden olan hastalıklar (kolda ağrı ve buna eşlik eden uyuşma, soğuma, renk değişiklikleri olabilir.)

Teşhisi;

Tüm tıbbi patolojilerde olduğu gibi anamnez, kol ağrısının tanısına götürecek en önemli parametredir. Öncelikli olarak ağrının şekline, tipine, süresine göre kol ağrısının olası nedenlerinden şüphelenilir ve olası tanılar ortaya konur. Muayene bulgularına göre doktorunuz tarafından gerekli testler istenir.

Eğer ağrı; düşme, vurma gibi bir travma sonrasında aniden ortaya çıktıysa, dokunmakla ağrı şiddetinde ağrı oluyorsa öncelikli olarak direk grafilerle (Röntgen) kolda herhangi bir kırık olup olmadığına bakılır. Tüm kola, parmaklara kadar yayılan, boyun ağrısının, parmaklarda uyuşma ya da kolda kuvvet kaybının eşlik ettiği durumlarda boyun fıtığından şüphelenilerek servikal MRG (manyetik rezonans) istenir.

Omuz ve kol ağrısı mevcutsa, genellikle istirahat halinde geçiyor ve omuz hareketleriyle ortaya çıkıyor ya da şiddeti artıyorsa, omuz patolojilerinden şüphelenilip omuz MRG çekilir. Sinir sıkışmasına bağlı gelişen ulnar oluk sendromu, karpal tünel sendromu gibi hastalıkların tanısı EMG ile konulur. Gerek sağ kol ağrısı, gerek sol kol ağrısı yapan hastalıkların tanısı öncelikli olarak doktorunuzun o hastalıktan şüphelenmesiyle konulabileceği için ilgili uzmandan randevu almayı ihmal etmeyiniz.

Tedavisi;

Kol ağrısı tedavisi sebebe göre yapılır. Kol ağrısı nasıl geçer sorusunun cevabı öncelikle kol ağrısının sebebi bulunarak verilebilir. Travmaya bağlı bir kırık ya da kas incinmesi mevcutsa tedavide kolu sabitlemeye yarayacak alçı ya da atel uygulanır ve ağrı kesicilerle tedavi edilir.

Boyun fıtığına bağlı bir kol ağrısı mevcutsa ve hastada belirgin bir kuvvet kabı yoksa öncelikli olarak 2-3 hafta süreyle ağrı kesici, kas gevşetici tedaviler uygulanıp ağrının takibi yapılır. Bu süre zarfında ağrının şiddeti azalıyor ya da geçiyorsa boyun fıtığı açısından cerrahi tedaviye gerek kalmaz, fakat hastanın ağrısı geçmiyorsa cerrahi tedavi düşünülebilir. Bazı durumlarda hastalarda boyun fıtığına bağlı olarak gece uyutmayacak şekilde dayanılmaz, analjezik (ağrı kesici) tedaviye cevap vermeyen çok şiddetli ağrılar mevcuttur.

Zaman zaman hastalar doktora “Kolumu kesin alın” cümlesiyle başvururlar. Böylesi bir durum mevcutsa ya da hastada belirgin bir kuvvet kaybı varsa bu 2-3 haftalık süre beklenmeden de direkt cerrahi tedavi uygulanabilir. Eklemlerden kaynaklı kol ağrılarında mesela omuz patolojilerinde yine öncelikli olarak analjezik tedavi uygulanır. Analjezik tedaviyle geçmeyen olgular fizik tedaviden fayda görebilirler. Tüm bunlara rağmen geçmeyen ağrılarda eklem içi enjeksiyonları, artroskopik ya da açık cerrahi tedaviler uygulanabilir.

Lateral epikondilite bağlı kol ağrısı tedavisinde öncelikli olarak aktivite kısıtlaması yapılır ve analjezik tedavi uygulanır. Dirsek bandı denilen brace uygulamasında dirsek etrafına takılan ve dirseği sabitleyen bir aletle ekleme hareket kısıtlaması uygulanır ve dirsek üzerindeki gerilim azaltılarak tedavi planlanır. Buna rağmen geçmeyen ağrılar varlığında tendonların yapışma yerine steroid enjeksiyonu ya da cerrahi tedavi uygulaması gündeme gelebilir.

Ulnar Oluk ya da Karpal Tünel Sendromu gibi hastalıklara bağlı uyuşmanın eşlik ettiği kol ağrısı durumlarında öncelikli olarak dirseği ya da el bileğini sabitleyen atel uygulaması yapılır. B12 vitamini takviyesi özellikle uyuşmanın giderilmesinde oldukça faydalıdır. Parafin, TENS ya da Ultrasound uygulamalarını kapsayan fizik tedavi özellikle karpal tünel sendromunda oldukça başarılı sonuçlar vemektedir. Tüm bu tedavilere hastanın şikayetleri geçmiyor ya da sık sık tekrarlıyorsa, cerrahi tedavi açısından Beyin ve Sinir Cerrahisi görüşü alınmalıdır.

Siz de kol ağrısı çekiyor ve kol ağrısı neden olur sorusuna cevap arıyorsanız Nöroşirurji, Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon ya da Ortopedi Bölümleri’nden randevu almayı ihmal etmeyiniz.

Paylaşın

Besin İntoleransı nedir? Belirtileri, Tedavisi

Gıda intoleransı, tüketilen bir gıdanın içinde yer alan bir maddeye karşı sindirim sisteminin reaksiyonu olarak tanımlanır.

Besindeki bir madde kişinin sindirim sistemi tarafından doğru bir biçimde sindirilemez ya da parçalanamaz. Bu durum sindirim sistemini tahriş eder ve hasarlara yol açar.

Gıda intoleransının nedeni, enzim eksikliği ya da gıdanın içindeki maddenin sindirilememesidir. Örneğin laktoz intoleransı, sütte yer alan laktoz karbonhidratının sindirilmesini sağlayan laktaz enzimi eksikliği sonucu oluşur.

Günlük beslenmede tüketilen her türlü besine intolerans, zamanla gelişebilir. Besin intoleransı görülme oranı, gıda allerjilerinden daha yaygındır.

Gıda intoleransı belirtileri;

  • Mide ağrısı, mide kasılmaları, midede yanma hissi,
  • Bulantı ve kusma,
  • Mide ve bağırsaklarda gaz, kramp ve şişkinlikler,
  • Baş ağrısı, sinirlilik, halsizlik, yorgunluk,
  • İshal,

Gıda intoleransı tedavisi;

Gıda intoleransının tek tedavisi intoleransa yol açan besinin diyetten çıkarılması veya vücudun tolere edebileceği miktarlarda tüketilmesidir.

İntoleransa neden olan besin vücudun mutlaka alması gereken elzem bir gıda ise yerine aynı özellikte başka bir besinin tüketilmesi oldukça önemlidir.

Gluten intoleransı nedeniyle buğday tüketiminin olmaması B vitamini alımında yetersizliğe neden olabilir. Bu durumda kişi buğday yerine gluten içermeyen; mısır unu, darı, esmer pirinç, karabuğday ve kinoa tüketebilir.

Paylaşın

Çocuklarda Ateşli Havale Nedir, Neden Olur?

Ateş nedeniyle oluşan havale, 6 ay – 6 yaş arası çocuklarda kasılmalarla görülen bir nöbet durumudur; herhangi bir ateşli hastalık sonucu vücut sıcaklığının 38 derecenin üstüne çıkmasıyla meydana gelir.

Özellikle ateşi çıkmaya duyarlı ve ailesel yatkınlığı olan çocuklarda meydana gelir. Anne babalar için ateşli havale endişe verici bir sorundur ancak her zaman tehlikeli değildir. 0-3 aylık bebeklerde yüksek ateşte mutlaka doktora görünülmesi gerekir.

Ateşli havale neden olur?

Ateşe genellikle çocuğun geçirdiği viral ya da bakteriyel enfeksiyonlar neden olur. Bademcik ve orta kulak iltihapları, bağırsak ve idrar yolu enfeksiyonları, tüberküloz, menenjit, zatürre de ateşe yol açar. Ayrıca lösemi, lenfoma ve bağışıklık sistemi hastalıkları da ateşin sorgulanması gereken durumlardır.

Çocuklarda ateşi havale belirtileri;

Yüksek ateş
Bilinç kaybı
Vücudun kilitlenmesi
Kasılmalar
Göz kayması
Solgunluk
Nöbet sonrası baygınlık hali

Ateşli havale nasıl tedavi edilir?

Ateşli havalede önemli olan, ateşe yol açan nedeni bulmak ve hastalığın tedavi edilmesidir. Havale nöbetini durduracak ilaçlar da kullanılabilir.

Ateşli havale kalıcı sorunlara neden olur mu?

Korkulanın aksine ateşli havale kalıcı hasar yaratmaz. Tekrarlanabilir ve havale geçirme oranı yaş ilerledikçe düşer.

Paylaşın

Asidoz Nedir? Belirtileri, Nedenleri, Tedavisi

Asidoz, kan ve vücut sıvılarının aşırı asitli olması durumudur. Daha geniş bir tanımla, Asidoz, organizmanın asit baz dengesinde asit istikametinde bozulma sonucu ortaya çıkan entoksikasyon tablosu.

Haber Merkezi / Metabolik süreçlerin doğru biçimde çalışması ve dokulara uygun miktarda oksijen sevki için kan pH’sının 7.35 ila 7.45 gibi dar bir aralıkta tutulması gerekmektedir.

Asidoz pH’nın 7.35 altına düşmesine neden olan kanda aşırı miktarda asit, alkaloz ise pH’nın 7.45 üstüne yükselmesine neden olan kanda aşırı miktarda alkali bulunmasıdır. Asidoz, solunum veya metabolik asidoz olarak sınıflandırılır.

Solunum asidozunun nedenleri şunlardır:

Kifoz gibi göğüs deformiteleri
Göğüs yaralanmaları
Göğüs kaslarında güçsüzlük
Uzun süreli (kronik) akciğer hastalığı
Miyastenia gravis, amiyotrofik lateral skleroz veya kas distrofisi gibi nöromüsküler bozukluklar
Sedatif ilaçların aşırı kullanımı solunumun azalmasına neden olur
Şiddetli zatürre veya şiddetli tıbbi hastalıkla ilişkili akut solunum sıkıntısı sendromu gibi akut akciğer hastalığı

Metabolik asidoz, vücutta çok fazla asit üretildiğinde gelişir. Böbrekler vücuttan yeterli asidi çıkaramadığında da ortaya çıkabilir. Metabolik asidozun birkaç türü vardır:

Diyabetik asidoz (diyabetik ketoasidoz ve DKA olarak da bilinir), kontrolsüz diyabet (genellikle tip 1 diyabet) sırasında keton cisimleri adı verilen maddelerin (asidik olan) birikmesiyle gelişir .
Hiperkloremik asidoz, vücuttan çok fazla sodyum bikarbonat kaybı nedeniyle oluşur ve şiddetli ishalle birlikte ortaya çıkabilir.
Böbrek hastalığı (üremi, distal renal tübüler asidoz veya proksimal renal tübüler asidoz ).
Laktik asidoz.
Aspirin, etilen glikol (antifrizde bulunur) veya metanol zehirlenmesi.
Şiddetli susuzluk.

Laktik asidoz, laktik asit birikmesidir . Laktik asit esas olarak kas hücrelerinde ve kırmızı kan hücrelerinde üretilir. Oksijen seviyeleri düşük olduğunda vücut enerji için kullanmak üzere karbonhidratları parçaladığında oluşur.

Belirtileri:

Metabolik asidoz belirtileri altta yatan hastalığa veya duruma bağlıdır. Metabolik asidozun kendisi vücudunuz bunu telafi etmeye çalışırken hızlı ve derin nefes almaya neden olur.

Kafa karışıklığı veya uyuşukluk da oluşabilir. Şiddetli metabolik asidoz şoka veya ölüme yol açabilir. Bazı durumlarda, metabolik asidoz hafif, devam eden (kronik) bir durum olabilir.

Solunum asidozu belirtileri şunları içerebilir:

Bilinç bulanıklığı, konfüzyon
Tükenmişlik
Letarji
Nefes darlığı
Uyku hali

Tedavisi:

Tedavi, asidoza neden olan sağlık sorununa yöneliktir. Bazı durumlarda, kanın asitliğini azaltmak için sodyum bikarbonat (kabartma tozundaki kimyasal) verilebilir.

Paylaşın

Höşmerim, Malzemeleri, Hazırlanışı

Höşmerim; Herkesin mutlaka tatması gereken bir lezzettir. Yapımı o kadar zor olmayan tarifimiz ellerinizle buluştuğunda daha da lezzetlenecektir. Öyleyse hemen verilen adımları takip edin ve bu kolay tarifi sevdikleriniz için yapın!

Haber Merkezi / Ortalama 60 dakikada hazırlayacağınız bu tarifi denedikten sonra yorum bölümüne değerlendirebilirsiniz.

Malzemeleri;

1 lt. Süt
150 gr. tereyağı
2 adet yumurta
1 su bardağı şeker
½ (yarım) çay bardağı sıvıyağ
Aldığı kadar un

Üzeri için:

Ceviz içi, Kayısı içi veya Badem içi
Aldığı kadar şeker

Hazırlanış;

Karıştırma kasesine tuz ve iki yumurta kırılır ve çırpmaya başlanır. Kaseye süt ilave edilir. Kase sürekli karıştırılarak unu dökülür. Bir tavada iki iri top tereyağı eritilir ve çırpılarak sıvı kıvama gelen hamur, eriyen yağa dökülür.

Bir bardak şeker, pişen höşmerimin üzerine yavaş yavaş gezdirilerek karıştırmaya devam edilir. Bardakta az bir miktar şeker bırakılır. Höşmerim karıştırılıp kıvam verilirken kalan şeker de ilave edilir.

Helva kıvamına gelen höşmerim servis tepsisine güzelce yayılır. Tepsinin üzerine şekeri ve ceviz içi (badem içi, kayısı içi de olabilir) gezdirilir. Höşmerim sunulmaya hazırdır.

Paylaşın

Akondroplazi Nedir? Teşhisi Ve Tedavisi

Yaklaşık 15 bin ile 40 bin doğumda 1 görülen Akondroplazi,  sebebi bilinmeyen kalıtsal bir cücelik tipidir. Tanısı anne karnında iken veya bebeklikte kan testi ile genetik uzmanları tarafından rahatlıkla koyulabilir.

Doğum sırasında boy normaldir. Çocuk büyüdükçe yaşıtlarından boy olarak geri kalmaya başlar ve iskelet sistemindeki anormallikler belirginleşir.

Enkondral ossifikasyon dediğimiz kollar ve bacaklar gibi uzun kemiklerin büyümesini sağlayan kemikleşme şekli etkilenmiştir. Enkondral kemikleşme bozukluğu özellikle büyüme plaklarının orta kısımlarını etkiler. Böylece enkondral kemikleşme ile gelişen kemiklerden büyüme plağı geniş olanlar (humerus, tibia) en fazla etkilenirler. Gövde yüksekliği normaldir.

Diğer kemiklerden leğen kemiği ve kafatası normal gelişim gösterir. Bu durum kol ve bacaklarda kısalık oluşturmakla beraber gövdeye yakın kemiklerin daha da kısa olmasına yol açar, orantısız ve ‘rizomelik mikromelik’ kısalık olarak adlandırılır.

Maksimum boy erkeklerde 131 cm, kadınlarda 124 cm olur. Alın çıkıntılı, elmacık kemikleri ve çene kemiği küçük olur. Eller kısa ve geniş, orta parmak normalden daha kısadır. Sıklıkla ‘O’ bacak görülür. Dirsek eklemi tam olarak açılmaz (fleksiyon kontraktürü). Zekaları normaldir, şişmanlık birçok hastada önemli bir sorundur. Omurga kemiklerindeki gelişmeye bağlı olarak 20’li yaşlarda omurga problemleri ortaya çıkabilir.

Akondroplazinin nedenleri;

İnsan vücudunda FGFR3 adı verilen bir gen vardır. Bu gen, kemiklerin büyümesi ve korunması için çalışır. Bu genlerdeki mutasyonlar kemik kıkırdak değişiklikleri rahatsızlığına neden olur. Bozulmuş kemik büyümesi, hastanın cüceliklendirilmesine neden olur.

Akondroplazi Kimlerde Görülür?

Normal bir ebeveynin çocuğu bu tip bir hastalığa sahipse, diğer çocuklarda tekrarlama olasılığı oldukça düşüktür. Ancak ebeveynlerden biri otomozal dominant olması nedeniyle bu hastalığa sahip ise çocuğunda bu hastalığın olması ihtimali yarı yarıyadır. Her iki ebeveynde de bu hastalık aynı şekilde bulunuyorsa yine çocuklarda bu hastalığın olma ihtimali yarı yarıyadır. Ancak normal boya sahip olma durumu ise %25 şeklinde seyretmektedir. Bu durumda kişiler gebelik esnasında testler yaptırarak bu durumu öğrenebilirler.

Akondroplazi nasıl tedavi edilir?

Tedavide amaç deformiteleri düzelterek kişinin boyunu toplumdaki normal boyun alt sınırına kadar uzatmaktır. Kolların uzatılması ve düzeltilmesi ayrı bir tek seans ile yapılır.

İlk uzatma 5 – 7 yaşlarında

5 yaşından sonraki bu ilk 1-2 yıl çok önemlidir. Bu dönemde kemiklerin iyileşme potansiyeli çok iyidir. En fazla uzatma bu dönemde gerçekleştirilebilir. Bu seansta eksternal fiksatör ile uzatma ameliyatları gerçekleştirilir. Bu ilk seans iki ameliyattan oluşur.

Hastanın sorunlarına göre değişmekle beraber her iki femur (uyluk kemiği) veya her iki tibia (kaval kemiği) uzatılır. Bu iki seans ile 20-25 cm boy uzaması elde edilir. Kemik eğrilikleri bu seansta düzeltilmelidir ve kemikler olması gereken oranlara getirilir.

İkinci seans uzatma ameliyatları 10 -11 yaşında uygulanır. Bu aşamada uzayabilen manyetik uzatma rodları ile iki aşamada 14 cm kadar femur (uyluk kemiği) uzatması sağlanabilir. Üçüncü seans uzatmalar ise 14-16 yaşlarında gerçekleştirilir. Bu aşamada ise her iki tibia (kaval kemiği) 5-7 cm uzatılarak femur ve tibia boyları oranlı hale getirilir. Ayrıca kol kısalığı ameliyatıda bu yaş grubunda uzatılır.

Paylaşın

Alkolizm Ve Alkol Bağımlılığı Nedir? Tedavisi

Beynin ön bölgesindeki irade alanlarının işlevinin bozulmasıyla oluşan Alkolizm, alkolün fazla miktarda kronik olarak alınması sonucu karaciğer, sindirim sistemi, pankreas ve sinirlerde geri dönüşü olmayan bozuklukların ortaya çıkmasıdır.

Çok miktarda ve sıklıkla alkol tüketen, bedensel, ruhsal ve toplumsal sağlığının bozulmasına rağmen alkol almak isteyen, tedavi edilmesi gereken kişiye Alkolik denir.

Alkol kullanımının bir kişide problem haline geldiğini ne zaman söyleyebiliriz?

Alkol kullanmanın problem haline dönüşmesi için kişinin sürekli alkol alıyor olması bile gerekmez. Kişi, zaman zaman kullansa da, alkol almaya bağlı olarak aşağıdaki problemlerden birisini dahi zaman zaman yaşıyorsa profesyonel yardımı gerektirecek düzeyde alkol kullanma problemi var demektir:

İşte, okulda ya da evde üstüne düşen görevleri tekrarlayıcı bir biçimde aksatma: Kişi alkol nedeniyle zaman zaman işini ya da okulu aksatır.
Fiziksel olarak tehlikeli durumlarda yineleyici biçimde alkol kullanımı: örneğin alkol etkisinde iken araba kullanmak.
Alkol ile ilişkili ortaya çıkan yasal sorunlar: örneğin alkollü iken kavgaya karışıp göz altına alınma.
Alkolün neden olduğu ya da alevlendirdiği sürekli ya da tekrarlayıcı insanlar arası sorunlar: örneğin alkol nedeniyle eşle tartışmalara girmek.

Alkol bağımlılığı belirtileri;

Kişi tarafından alışkın olduğu etkinin sağlanabilmesi için kullanılan alkol miktarının giderek arttırılıyor olması; eskiden kullanılan, alışkın olunan alkol miktarı ile aynı hissin ve etkinin sağlanamaması (tolerans)
Kişinin kullandığı alkolün miktarını azaltması ya da alkolü bırakması sonucunda yoksunluk belirtisi dediğimiz bir takım ruhsal ve bedensel sıkıntılar içerisine girmesi ve yoksunluk belirtisi hisseden kullanıcının alkol alması ile rahatlama hissetmesi
Kullanılan alkolün kişi tarafından almayı tasarladığı miktardan fazla miktarda ve sürede kullanılması
Alkol sağlamak, alkol kullanmak ya da alkolün etkilerinden kurtulmak için çok fazla zaman harcanması
Alkol kullanımı yüzünden önemli toplumsal, mesleki etkinliklerin ya da boş zamanları değerlendirme etkinliklerinin azaltılması ya da bırakılması
Alkol kullanımını bırakmak ya da denetim altına almak için başarısız girişimlerin varlığı
Alkolden zarar gördüğü bilinmesine rağmen alkol alımına devam etmek

Yol açtığı sorunlar;

Yemek borusu, gırtlak, mide ve pankreas kanserleri
Doğru düşünme, karar verme ve hareket etme gibi beynin işlevlerini bozması
Uyku bozuklukları, baş ağrısı, göz tahribatı
Kalp ve kan dolaşımı hastalıkları
Kan pıhtılaşmasını engelleme
Karaciğerde ağır hasar

Alkol bağımlılığının tipleri;

Ruhsal ya da bedensel bir sıkıntıyı gidermek için olağandışı, aşırı alkol alma durumudur. Daha çok bir psikolojik bağımlılık söz konusudur. Bırakıldığı zaman kesilme belirtisi görülmez,
Olağandışı aşırı alkol alma sonucu gastrit, polinevrit, karaciğer yağlanması gibi bedensel bozukluklar çıkmasına karşın fiziksel bir bağımlılık ortaya çıkmamıştır.
Alkole ruhsal ve fiziksel yönden bağımlılık oluşur. İstemli denetim kalkar, içme isteği durdurulamaz. Bedensel bozukluklar gelişir. Alkol bırakıldığı zaman kesilme belirtileri ortaya çıkar.
Daha ağır bedensel ve ruhsal bozukluklar çıkmıştır. Alkole karşı direnç artımı oluşmuştur. Alkol azaltıldığında ya da kesildiğinde kesilme belirtileri oluşur.

Zaman zaman zorlantılı içme dönemleri görülür. Kişi alkole susamış gibidir. Aşırı bir istek ve tutku ile alkol arar, bulunca su gibi içer. Günler, haftalar bazen de aylarca süren bu dönemleri daha sonra anımsamayabilir. Alışılmışın çok üstünde içmelerine karşın alkole karşı dayanıklıdırlar.

Alkolizmin çeşitleri;

Psikolojik bağımlılık safhasında kişi ruhsal ya da bedensel bir sıkıntıyı gidermek için olağandışı, aşırı alkol alma durumundadır. Bırakıldığı zaman kesilme belirtisi görülmez. Bunun bir ileri aşamasında kişide aşırı alkol alma sonucu gastrit, polinevrit, karaciğer yağlanması gibi bedensel bozukluklar çıkmaya başlar ve bunlar fiziksel bir bağımlılığın ortaya çıktığının belirtileridir. Daha ileri aşamada istemli denetim ortadan kalkar, içme isteği durdurulamaz bir hal alır.

Bedensel bozukluklar gelişir ve alkol bırakıldığı zaman kesilme belirtileri ortaya çıkar. Bu alkole ruhsal ve fiziksel yönden bağımlılık oluştuğunun bir delilidir. Artık en ileri safhada kişi alkole susamış gibidir. Aşırı bir istek ve tutku ile alkol aramaya başlar ve bulunca su gibi içer. Günler, haftalar bazen de aylarca süren bu dönemleri daha sonra hatırlamayabilirler. Bu son safha kişinin psikososyal yıkımının en üst düzeyde olduğu ve alkolün kişiyi adeta esir ettiği safhadır. Şiddetle tedaviye ihtiyacı olduğu bir dönemdir. Çünkü alkole bağlı ölümler, zehirlenmeler ve kalıcı bozukluklar bu safhada oluşur.

Alkolizmin tedavisi;

Alkol sosyal kullanımı da olan bir psikoaktif madde olduğu için alkolün kötüye kullanımını veya alkol bağımlılığının geliştiğini kabul etmek zaman alabilir. Alkol kullanan birçok kişi sosyal kullanım düzeyinde devam ederken alkol bağımlılığı gelişmektedir. Alkol kullanan ve tedavi olmak isteyen, bu konudaki problemlerine çözüm arayan kişi ve yakınları hastanelere bağlı Alkol ve Madde Bağımlılığı Tedavi Merkezleri (AMATEM) ile psikiyatri kliniklerine başvurarak tedavi olabilirler.

Tedavi hastanın ihtiyaçlarına göre seçilmelidir.
Hedef ayıklıktır (sobriety). Eşlik eden psikiyatrik bozuklukların ayırıcı tanısı ve tedavisi için bu önemlidir.
Tedaviden sonra uzun süreli izleme gereklidir. Kişi uzun süre hastanede kalsa bile daha sonra izlenmezse tekrar alkol almaya başlaması muhtemeldir. Düzenli aralıklarla psikolojik danışma almak veya yardım gruplarına katılmak tekrar başlama riskini azaltır.
Nüksler (tekrarlamalar) ilk 6 ayda sıklıkla görülür.
Alkoliğin ailesi alkolizm tedavisinde önemli bir faktördür. İçmeyi sürdürdüğü sürece onunla kalamayacağını belirten eşi alkoliğin alkolü bırakma denemesine girmesi için tek başına yeterli bir sebep oluşturabilir.
Alkol bağımlısı birey alkolizm için orijinal bir tedavi programını görmeyi reddediyorsa, hekim alkolik ilişkisini kesmemeli, tedaviyi kabul edeceği bir psikososyal krizi beklemelidir.

Paylaşın

Akne Nedir, Neden Olur, Nasıl Tedavi Edilir?

Akne, halk arasındaki adıyla sivilce; hayatın neredeyse tüm evrelerinde erkek, kadın, ergen, genç, orta yaşlı herkesi etkileyebilecek tıbbi bir hastalığın adıdır.

Çoğunlukla ergenlik ile başlayan ergenlik dönemi sonrasında yatışan fakat dönem dönem tekrarlayabilen orta yaşlarda yetişkin aknesi olarak tekrar karşımıza çıkabilen bir sorun.

Akne nasıl oluşur?

Ciltteki yağ bezlerinin iltihaplanması sonucu, fazla sebum (yağ bezlerinin meydana getirdiği salgı) üretilir. Oluşan bu sebum cilt gözeneklerinin kapatır. Oksijensiz bu ortam bakterilerin gelişmesine neden olur ve sonunda cilt yüzeyinde enfeksiyonlu kırmızı şişlikler oluşur.

Akne; kıl köküne yerleşmiş kabarıklıklar, komedonlar (siyah nokta) şeklinde olabildiği gibi bazen de yangıya neden olan içi iltihaplı lezyonlar, nodüller ve kistler şeklinde de olabilir.

Akne en çok yüz, gövde üst bölümü sırt gibi deride yağ bezlerinin yoğun olduğu yerlerde ortaya çıkmaktadır.

Akne neden oluşur, hangi hastalıkların belirtisi olabilir?

Aknenin nedeni (yağ bezlerinin neden iltihaplandığı) kesin olarak bilinmemektedir. Ancak bazı durumlarda ve hastalıklar da akne oluşumunun arttığı bilinmektedir:

Akne; hormonal değişikliklere, strese, yanlış beslenmeye, sindirim sistemindeki bazı hastalıklara, böbrek sorunlarına, hijyen sorunlarına ve yine bazı cilt rahatsızlıklarına bağlı olarak gelişebilmektedir.

Akne tedavisi nasıl yapılır?

Unutmayınız ki akne bir tıbbi hastalıktır ve tedavisi bir uzman hekim tarafından planlanmalı ve takip edilmelidir. Öncelikle dermokozmetik, kozmetik ya da takviye edici gıdaların tedavi amacı ile önerilemeyeceklerini ve tıbbi hastalıkların tedavisinin ancak doktor kontrolünde yapılabileceğini hatırlatalım. Akne sorunu yaşayanlara her zaman ilaç tedavisi gerekli olmayabilir. Doktorunuz size ilaç kullanmanız gerekip gerekmediği konusunda karar verebilecek tek yetkili kişidir.

Akneler ( Sivilceler ) sıkılmalı mı?

Kesinlikle sivilceleriniz sıkmayın, ya da üstlerini kopartmayın. Akne sıkıldığı zaman cilt dışına bulaşan iltihap ve bakteri kadar cilt altında da yayılma olur. İyileşme süreci gecikir. Ayrıca kendiliğinden patlayan ya da iyileşme aşamasındaki akneler üzerinde oluşan kabukları kopartmayın. Bu gibi yanlış uygulamalar cildinizde kalıcı yara izleri (Scar) oluşmasına ve lekelere sebep olabilir. Doktorlar bazen özel yöntemler ve cihazlar kullanarak kistik akneleri boşaltabilirler. Ancak bu tıbbi tedavinin parçası olrak uzmanlarca yapılması gereken bir işlemdir.

Yağlı yemek sivilceye sebep olur mu?

Beslenme ile akne-sivilce oluşumu arasında kesin bir bağ gösterilememekle birlikte, son zamanlardaki araştırmalar, düzensiz beslenmenin ve özellikle fast food gıdaların, insülin direncinin ve erken Tip 2 diyabete yatkınlığın akneye sebep olan süreçleri şiddetlendirdiğini göstermekte. Bu nedenle dengeli beslenme cilt sağlığı için olduğu kadar akne karşıtı mücadelenin de vazgeçilmez bir parçası.

Akneye eğilimli ciltler için nasıl bir bakım gerekir?

Akneye eğilimli ciltler için kullanılacak bakım ürünleri ve makyaj malzemeleri özenle seçilmelidir. Aksi durumda akneye yol açan etkenleri şiddetlendirmek riski söz konusu olabilir. Bu durumda uygun bir dermokozmetik cilt temizleme ürünü ile beraber yağlı ve akneye eğilimli ciltler için özel formüle edilmiş bir sebum dengeleyici nemlendirici, eğer gerek duyuluyorsa belirli sıklıklarla kullanılabilecek peelingler, maskeler ve yağlı ciltler için özel tonikler ve özel güneş kremleri kullanılabilir. Bunun için akneye eğilimli ciltler için özel dermokozmetikler kategorimizi inceleyebilirsiniz.

Paylaşın

Ajite (Ajitasyon) Nedir? Belirtileri Tedavisi

Ajite (Ajitasyon), toplumda oldukça yaygın görülen bir rahatsızlıktır; fakat tek başına bir hastalık olmaktan daha çok, psikiyatrik hastalıklarda baş gösteren bir rahatsızlık durumudur.

Ajite (Ajitasyon), aniden veya yavaş yavaş görünebilir ve birkaç dakika veya daha uzun sürebilir. Ajitasyon sırasında kişi, heyecanlı, sinirli, alaycı olabilir. Ajitasyon yükselirse, kişi etrafa saldırabilecek kadar ileri gidebilir.

Ajitenin (Ajitasyon) belirtileri;

Saç çekme
Aralıksız gezinme
El sıkma
Bilinçsiz hareketler
Patlamalar
Ayak karıştırma
Yumruklarını sıkılaştırma

Ajite (Ajitasyon) tedavisi;

Ajitasyonun tedavisi ise altında yatan esas psikiyatrik hastalığın tedavisi ile mümkündür. Dolayısıyla hasta ve hastanın doktoru, ilk olarak bu hastalığa yoğunlaşmalıdır. Bu tür depresif hastalıklar, oğunlukla ECT veya trisiklik ilaçlara cevap vermekte; ajitasyonun belirgin olduğu zamanlardaysa amitriptilin’in imipramin’den daha etkili olduğu düşünülmektedir.

Tedavi süresince baş gösterecek şiddetli ajitasyonları kontrol altına almak için fenotiazin’ler etkili olabilmekte, daha az şiddetli depresyonlarda ise bu ajitasyonları kontrol altına alabilmek için çoğunlukla benzodiazepin’ler ya da klordiazepoksid ve medazepam kullanılır. Fakat sayılan bu ilaçlardan bazıları da ajitasyona yol açabilmektedir. Dolayısıyla ajitasyon durumlarında tedavi çok hassas bir konudur.

İlaçların doz ayarları çok büyük bir titizlikle ve doğru şekilde yapılmalıdır. Birçok acil durum görevlileri, ajitasyon durumundaki hastaya telaşla yanlış dozlarda ilaç yüklemesi yapmakta, bunun sonucunda da hastada farklı sonuçlar baş göstermektedir. Bazense ajitasyonu tetiklediği gerekçesiyle anti-depresan ilaçları tamamen kesmek bile gerekli olabilmektedir.

Huzursuzluk ve ajitasyon için verilebilecek bazı bitkisel reçeteler de mevcuttur ve hastanın durumu çok ağır değilse, uyku getirecek ve algıları yavaşlatıp rahatlamayı sağlayacak olan bu reçeteler, hastanın kullanımı sonucu olumlu değişimler yapacaktır. Fakat şu da akıldan çıkarılmamalıdır ki; hasta araç ya da makine kullanacağı saatlerde değil de, akşamları (yani mesai saatleri dışında), araç ya da makine kullanımının olmayacağı saatlerde bu bitkisel ilaçları kullanmalıdır.

Bitkisel reçete de ise şunlar yer almaktadır: Kediotu kökü, şerbetçiotu çiçeği ve oğulotu yaprağı. Bu üç malzemenin de bir arada olacağı bir karışım hazırlanabileceği gibi, üçünden sadece ikisinin – Örneğin; kediotu kökü ile oğulotu yaprağı – karıştırılarak kullanımı da mümkündür.

Kullanımı ise şöyledir: 2 çay kaşığı karışım bir fincana konur. Üzerine kaynar su eklenir. Fincanının ağzı kapanır ve 10 dk. demlenmeye bırakılır. Ardından da süzülerek içilir. Taze hazırlanacak şekilde bu karışım, günde 2-4 defaya kadar içilebilir. Fakat çayın akşamları içilmesi, hem dikkat eksikliğinin yol açacağı sonuçlar bakımından, hem de uyku getirici özelliklerinden daha iyi olacaktır.

Paylaşın