Cilt (Deri) Kanseri nedir? Belirtileri, Tedavisi

Tüm kanserler içinde en yaygın görülen kanser türü olan Cilt (Deri) Kanseri; hücrelerin kanserli gelişmesinden kaynaklanır. Cilt (Deri) Kanseri, cilt hücrelerinin anormal büyümesidir. Cilt kanserinde yaşam kaybı oranı ise her 100 hastada 1 olarak tahmin edilmektedir.

Tüm kanser çeşitlerinde olduğu gibi cilt kanserinin tedavisi için de erken tanı büyük önem taşır, dolayısıyla ciltte meydana gelen kanser belirtilerinin erken fark edilmesi ve doğru değerlendirilmesi son derece önemlidir.

Cilt kanseri türleri;

  • Bazal hücreli karsinom
  • Skuamöz hücreli karsinom
  • Melanoma
  • Kaposi sarkomu
  • Merkel hücreli karsinom
  • Yağ bezi karsinom

Bazal hücreli karsinomun türü cilt kanseri bulguları ve belirtileri;

Bazal hücreli karsinom, en sık görülen cil kanseridir. Çoğunlukla boyun veya yüz gibi vücudun güneşe maruz kalan alanlarında meydana gelir. Bazal hücreli karsinom türü cilt kanseri belirtileri aşağıda açıklanan şekilde görülebilir:

  • İnciye benzer, sedefimsi veya mumsu kabarıklık
  • Düz, et renginde veya kahverengi nedbeye benzer lezyon

Skuamöz hücreli karsinom türü cilt kanseri belirtileri ve bulguları;

Skuamöz hücreli karsinom en sık yüz, kulaklar ve eller gibi vücudunuzun güneşe maruz kalan alanlarında ortaya çıkar. Cilt rengi koyu olan insanlarda, skuamöz hücreli karsinomun güneşe sık maruz kalmayan cilt alanlarında gelişmesi daha fazla görülen cilt kanseri türüdür. Skuamöz hücreli karsinom türü cilt kanseri aşağıda açıklanan şekilde görülebilir:

  • Sert, kırmızı nodül
  • Yüzeyi pullu veya kabuklu düz lezyon

Melanoma türü cilt kanseri belirtileri ve bulguları;

Melanoma, vücudunuzun herhangi bir yerinde, başka bir belirti gözlenmeyen ciltte veya kansere dönüşen bir cilt beninde ortaya çıkabilir. Melanoma, en sık etkilenen erkeklerin yüzünde veya gövdesinde görülür. Kadınlarda, bu kanser türü en sık baldırlarda ortaya çıkar. Melanoma hem erkeklerde hem de kadınlarda güneşe maruz kalmamış ciltte meydana gelebilmektedir.

Melanoma, cilt rengi dikkate alınmaksızın tüm insanlarda görülebilir. Cilt rengi koyu olan kişilerde, melanoma el ayası veya ayak tabanı veya el ve ayak tırnaklarının altında ortaya çıkma eğilimindedir. Melanoma türü cil kanseri bulguları aşağıdakileri içerir:

  • Koyu beneklerin gözlendiği büyük kahverengimsi leke
  • Renk, büyüklük veya his değişikliği gösteren veya kanamanın gözlendiği cilt ben
  • Düzensiz sınırlı ve kırmızı, beyaz, mavi veya mavi-siyah gözüken bölümlerinin bulunduğu küçük lezyon
  • El ayası, ayak tabanı, parmak uçları veya ayak parmaklarında veya ağız, burun, vajen veya anüsü döşeyen muköz zarlardaki koyu renkli lezyonlar

Daha az sıklıkta görülen cilt kanserleri belirtileri ve bulguları:

Kaposi sarkomu türü cilt kanseri; Bu nadir görülen cilt kanseri türü cildin kan damarlarında ortaya çıkar ve ciltte veya mukoza zarlarında kırmızı veya mor renkli yamalara neden olurlar. Kaposi sarkomu temelde AIDS hastaları ve organ nakli yapılan hastalar gibi doğal bağışıklık sistemini baskılayan ilaçları alan kişiler örnek olmak üzere bağışıklık sistemi zayıflamış insanlarda genellikle ortaya çıkmaktadır. Kaposi sarkomu riski artmış diğer kişiler içerisinde Afrika’da yaşayan genç erkekler veya İtalyan veya doğu Avrupalı Yahudi kalıtımına sahip yaşlı erkekler yer almaktadır.

Merkel hücreli karsinom; Merkel hücreli karsinom cilt üzerinde veya cildin hemen altında ve saç köklerinde meydana gelen sert, parlak nodüllere neden olur. Merkel hücreli karsinom en sık baş, boyun ve gövdede bulunur.

Yağ bezi karsinomu; Bu nadir ve agresif kanser ciltteki yağ bezlerinden köken alır. Çoğunlukla sert, ağrısız nodül şeklinde görülen yağ bezi karsinomu herhangi bir yerde ortaya çıkabilir, ancak çoğunlukla göz kapağında meydana gelir ve sıklıkla diğer göz kapağı sorunlarıyla karıştırılır.

Nedenleri;

Cilt kanseri, cilt hücrelerinin DNA’sında bir hata (mutasyon) meydana geldiğinde ortaya çıkar. Bu mutasyonlar hücrelerin kontrol edilemez şekilde büyümelerine neden olurlar ve kanserli hücrelerden meydana gelen bir kitle oluştururlar.

Cilt kanserinde görülen hücreler; Cilt kanseri, cildinizin en üstteki katmanı olan epidermiste başlar. Epidermis, vücuttan sürekli dökülen cilt hücrelerinden oluşan koruyucu kılıfı sağlayan ince bir katmandır. Epidermis üç ana hücre türünü barındırır;

  • Skuamöz hücreler en dıştaki yüzeyin hemen altında yer alırlar ve cildin iç hücre döşemesi görevini üstlenirler.
  • Bazal hücreler yeni cilt hücrelerini üretirler ve skuamöz hücrelerin hemen altında bulunurlar.
  • Melanositler cilde normal rengini veren pigment olan melanini üretirler ve epidermisin en alt bölümünde bulunurlar. Melanositler cildin derin katmanlarının korunmasına yardımcı olmak için güneşe maruz kaldığınızda daha fazla melanin üretirler.

Kanserinizin başladığı yerin bilinmesi, kanser türünün ve tedavi seçeneklerinin belirlenmesine imkan tanır.

Ultraviyole (kızıl ötesi) ışık ve diğer potansiyel nedenler; Cilt hücrelerindeki DNA hasarının büyük bölümü güneş ışığında ve solaryumlarda kullanılan ışıklarda bulunan ultraviyole (UV-mor ötesi ışık) radyasyondan ileri gelir. Ancak güneşe maruz kalmak normal koşullarda güneş ışınlarına maruz kalmayan ciltte ortaya çıkan cilt kanserlerini açıklayamamaktadır. Bu bulgu, toksik maddelere maruz kalmak veya bağışıklık sistemini zayıflatan bir rahatsızlığınızın bulunması gibi kanser riskinize katkıda bulunan diğer faktörlerin de olabileceğini göstermektedir.

Tanısı;

Cilt kanseri belirtilerini gösteren ve taşıyan lezyonlar önce fiziksel muayene ile detaylı şekilde değerlendirilir. Daha sonra doktor tarafından tercih edilen tarama yöntemine göre dermoskopik veya histopatolojik inceleme yapılır.

  • Dermoskopik inceleme, lezyonun özel ışık sistemine sahip dermoskop adlı bir cihaz ile görüntülenmesi işlemidir. Gelişmiş aydınlatma sistemi ile lezyonun üst tabakaları detaylı bir şekilde görüntülenebilir. Bu yöntem erken tanı imkânı sunması ve hiçbir yan etkiye neden olmamasından dolayı sıklıkla tercih edilen bir tanılama yöntemidir.
  • Histopatolojik inceleme yapılabilmesi için tümörlü lezyonun tamamen çıkarılması ve laboratuvar ortamında patoloji uzmanları tarafından incelenmesi gerekir. Öncelikle lezyonun çıkarılacağı bölgeye lokal anestezi uygulanır ve ardından şüpheli doku doğru sınırlar çizilerek ciltten çıkarılır. Bu yöntem melanom teşhisini kesinleştirebilmek için son derece önemli bir tanılama yöntemidir.

Tedavisi;

Cilt kanseri tedavisi için en temel tedavi yöntemi cerrahidir. Ancak bununla birlikte tek başına ya da bir arada uygulanabilen kemoterapi, immunoterapi ve radyoterapi uygulamaları da tercih edilebilir. Tedavi yöntemi kanser evresine, tümörlü lezyonun özelliklerine ve hastanın taşıdığı risk unsurlarına göre belirlenir.

  • Evre 0 durumundaki cilt kanserleri için uygulanabilecek tek tedavi yöntemi tümörlü lezyonun cerrahi operasyonla çıkarılmasıdır. Hastaya lokal anestezi uygulanır ve ardından tümörlü doku hem etrafından hem de altından 1/2 cm genişliğinde normal doku ile birlikte çıkartılır.
  • Evre I – II melanomda kanser lenf bezlerine yayılım göstermemiştir. Bu durumda cerrahi girişim ile tümörlü melanom dokusu tamamen çıkarılır ve yayılımın gözlenmediğinden emin olabilmek adına lenf bezlerinden biyopsi alınır.
  • Evre III cilt kanseri lenf bezlerine yayılım göstermiş olan ileri derece kanser çeşididir. Bu durumda etkili tedavinin sağlanabilmesi için hem kanserli cilt lezyonunun hem de lenf bezlerinin cerrahi operasyonla tamamen çıkarılması gerekir.

Risk faktörleri;

  • Açık cilt rengi. Ten rengi ne olursa olsun, herkes cilt kanseri olabilir. Bununla birlikte, cildinizde pigment (melanin) miktarının az olması zararlı ultraviyole radyasyonu karşısında daha az korunma sağlar. Eğer sarı veya kızıl renkli saçlara ve renkli gözlere sahip iseniz ve kolayca çil ya da güneş yanığı oluşuyorsa, daha koyu ten rengine sahip birine göre sizde cilt kanseri gelişme olasılığı daha yüksektir.
  • Güneş yanığı geçmişi. Çocukluk veya gençlik döneminde bir ya da birden çok kez kabarıklıkların eşlik ettiği güneş yanığı geçirmiş olmanız yetişkinlikte kanseri geliştirme riskinizi arttırıyor. Erişkinlikteki güneş yanıkları da bir risk faktörüdür.
  • Aşırı güneş maruziyeti. Özellikle cilt güneş kremi veya losyonu veya bir kıyafet ile korunmuyorsa, güneş altında hatırı sayılır vakit geçiren herkeste cilt kanseri oluşabilir. Solaryum cihazlarına maruz kalmak dahil olmak üzere, bronzlaşmak da sizi riske atabilir. Bronzluk, cildinizin aşırı UV radyasyonuna karşı verdiği yaralanma yanıtıdır.
  • Güneşli veya yüksek-irtifa iklimleri. Güneşli, sıcak iklimli bölgelerde yaşayan insanlar daha soğuk iklimlerde yaşayan insanlara göre daha fazla güneş ışığına maruz kalmaktadırlar. Güneş ışığının en güçlü olduğu yüksek rakımlarda yaşamak da sizi daha fazla radyasyona maruz bırakır.
  • Cilt benleri. Çok sayıda cilt benlerine veya displastik nevüs diye adlandırılan anormal cilt benlerine sahip kişilerde kanser riski artar. Düzensiz görünüme sahip ve genellikle normal cilt benlerine göre daha büyük olan bu anormal cilt benlerinin kansere dönüşmesi diğerlerine göre daha olasıdır. Eğer anormal cilt benleri öykünüz varsa, değişiklik olup olmadığını görmek için benlerinizi düzenli olarak izleyin.
  • Prekanseröz cilt lezyonları. Aktinik keratozlar olarak bilinen cilt lezyonlarına sahip olmanız cilt kanseri oluşması riskinizi arttırabilir. Bu prekanseröz cilt büyümeleri genel olarak kahverenginden koyu pembe rengine kadar değişen sert, pullu yamalar şeklinde görünürler. Bunlar yaygın olarak ciltte güneş hasarı oluşmuş açık tenli kişilerin yüzünde, kafalarında ve ellerinde görülür.
  • Ailede cilt kanseri öyküsü. Eğer anne veya babanız ya da kardeşiniz geçmişte cilt kanserine yakalanmışsa, sizde de bu hastalık riski artabilir.
  • Kişisel cilt kanseri öyküsü. Eğer bir kez cilt kanserine yakalandıysanız, yeniden olma riskini taşırsınız.
  • Zayıflamış bağışıklık sistemi. Bağışıklık sistemi zayıflamış kişiler cilt kanseri açısından daha yüksek risk altındadırlar. Bu, HIV/AIDS’li kişileri ve organ nakli sonrası bağışıklık sistemini baskılayan ilaçları kullanan hastaları içerir.
  • Radyasyon maruziyeti. Egzema ve akne gibi cilt hastalıkları için radyasyon tedavisi alan kişilerde, bazal hücreli karsinom başta olmak üzere cilt kanseri riski artmış olabilir.
  • Belirli maddelere maruziyet. Arsenik gibi bazı maddelere maruz kalmak kanser riskinizi artırabilir.
Paylaşın

Serumen (Kulak Kiri, Buşon) nedir, neden olur?

Dış kulak olarak tanımlanan ve kulak kepçesi ile kulak zarı arasında yer alan bölgede oluşan Serumen (Kulak Kiri, Buşon), sanılanın aksine kir değil, vücudun doğal bir salgısıdır. Bu salgı, dışarıdan gelen toz ve diğer partikülleri tutarak dış kulak yolundaki cildi enfeksiyonlardan korumak için üretilir. 

Bu salgının temizlenmesi kulak zarını enfeksiyonlara karşı savunmasız bırakır. Serumen, zaman içinde kulağın iç kısmına doğru giren partikülleri yakalayarak katılaşır. Buşon olarak adlandırılan katılaşmış ya da sıkışmış serumen, görevini tamamladığında kulak tarafından dışa doğru atılır. Tozlu ortamlarda uzun süre ile bulunmak, buşon miktarının artmasına yol açan faktörlerden biridir.

Belirtileri;

  • Kulak ağrısı, kulakta dolgunluk ve kulakta tıkanıklık hissi
  • Kısmi veya giderek artan işitme azlığı
  • Çınlama, kulakta zil veya gürültü sesi
  • Kulak kaşıntısı, kulaktan kötü koku gelmesi ve koyu renkli kulak akıntısı
  • Kuru öksürük

Nedenleri;

Kulak kiri olarak adlandırılan buşon, normalde kulak tarafından düzenli olarak kulak kepçesine atılan, işlevini tamamlamış vücut salgısıdır. Bu yüzden kulak kiri olarak adlandırılması yanlıştır. Serumen, sürekli olarak üretilerek kulak zarını korur. Havayı sürekli olarak filtreleyen serumenin partikülleri yakalayarak kuruması, buşon olarak adlandırılan yarı katı cisimlerin oluşmasına yol açar. Farklı bir deyişle buşonun oluşmasının sebebi, havada bulunan partiküllerin kulak ile temasından kaynaklanır. Kulak kiri olarak bilinen kulak salgısının kulakta birikmesinin sebepleri aşağıda sıralanmıştır:

  • Tozlu ve kirli ortamlarda çalışmak ya da uzun süre bulunmak
  • Denize girdikten ya da banyo yaptıktan sonra buşonun şişmesi
  • Dış kulak yolunda var olan yapısal darlık nedeniyle buşonun kulak dışına atılamaması
  • İşitme cihazı, kulaklık ve tıkaç gibi cihazların kullanılması
  • Kulağın sürekli olarak yabancı cisimlerle temizlenmeye çalışılması

Neler yapılmalı?

İlk olarak bir Kulak Burun Boğaz uzmanının fizik muayenesi sonrasında tıkanıklığın gerçekten kulak kirine bağlı olup olmadığı belirlenmelidir. Kulak kiri belirlendikten sonra yapılacak tek şey kiri çıkarmaktır. Bunun için en sık kullanılan üç yöntem:

  • Küret ile temizleme
  • Aspiratör ile vakumlama
  • Su ile yıkama

Bu metotlardan hangisinin kullanılacağı, dış kulak yolunun ve kirin durumuna göre Kulak Burun Boğaz uzmanı tarafından seçilir. Su ile yıkamanın tek dezavantajı kulak zarının delik olduğu durumlarda orta kulağa zarar vermesi ve dış kulak yolu iltihaplarında da uygulanmasının sakıncalı olmasıdır.

Kulak temizliği nasıl yapılmalı?

Kulaklar, hiçbir zaman herhangi bir aletle temizlemeye çalışılmamalıdır. Dış kulak yolunun en derin kısmında kulak zarı bulunduğundan dolayı; kulağı temizlemek için sokulacak herhangi bir cisim kulak salgısını zara doğru itebileceği gibi kulak zarına da zarar verebilir. Pamuklu kulak temizleme çubuğu kullanan kişiler, pamuğun ucuna sıvanan salgıyı gördüklerinde kulağı temizlediklerini düşünürler fakat salgının çoğunu zara doğru itmektedirler.

Kulak zarı delinmesi, kulak zarı çökmesi, kulak zarına tüp uygulanmış hastalar, kontrolsüz diyabet ve bağışıklık yetmezliği olan hastaların kulak kiri temizliğine özellikle özen gösterilmeli ve mutlaka Kulak Burun Boğaz hastalıkları uzmanı tarafından yapılmalıdır. Kulak kiri temizlenmesi sonrasında zaman zaman bir dakika kadar süren dengesizlik görülebilmekte olup bu durum normaldir.

Hekim, kulak temizliğini nasıl yapar?

Halk arasında kulak kiri olarak adlandırılan buşon, kesinlikle kulak çubuğu, kulak temizleme mumu gibi temizlik aletleriyle temizlenmemelidir. Kulakta tıkanma, dolgunluk, tıkanıklık hissi, çınlama, uğultu, işitme şiddetinde azalma ve kulaktan akıntı ya da koku gelmesi gibi semptomların varlığında mutlaka kulak burun boğaz hekimine başvurulmalıdır. Hekim, kulakta biriken ve kişiye rahatsızlık veren buşonu şu yollarla temizleyebilir:

  • Lavaj: Kulağın yıkanması olarak da bilinen lavaj işlemi, en sık kullanılan kulak temizleme işlemleri arasında yer alır. Hekim, hastanın kulağına özel bir solüsyon sıkarak kulak içindeki tüm yabancı yapıların ve buşonun yumuşamasını sağlar. Temizlenecek olan kulağın zemine bakacak şekilde konumlandığı işlem sırasında bu solüsyon sürekli olarak kulak içine püskürtülür. Solüsyon berrak bir görünüm alana kadar işleme devam edilir. İşlem sonrasında kişi, hemen gündelik hayatına dönebilir.
  • Aspirasyon: Vakumlama işlemi olarak da bilinen bu yöntemde kullanılan aspiratör cihazıyla kulak içinde yer alan sertleşmiş buşon, dışarı çıkarılır. İşlem öncesinde özel solüsyon kullanılarak buşonun yumuşaması sağlanır.
  • Küret: Hekim, özel solüsyonla yumuşatılan buşonu küret aleti kullanarak dışarı çıkarır.

Kulak temizletmek alışkanlık yapar mı?

Kulak temizletmenin ve özellikle kulak yıkatmanın alışkanlık yarattığına dair yaygın bir inanış olsa da bu doğru değildir. Kulağın temizlendikçe daha fazla buşon üretmesi, daha sık tıkanması mümkün değildir. Kulağın sıklıkla buşon yüzünden tıkanması, çoğunlukla kişinin kirli havaya maruz kalmasıyla alakalı bir durumdur. Dış kulak yolunda var olan yapısal darlık da buşonun kulak dışına atılmasını zorlaştıran etkenlerden biridir.

Bu gibi durumların varlığında kişi, kulaklarını daha sık temizletme ihtiyacı hisseder. Ancak kulak temizletme ihtiyacının kulağın yıkanması ya da temizletilmesi ile direkt bir ilişkisi bulunmaz. Siz de işitme ile ilgili problem yaşıyorsanız, gerekli taramaların yapılması ve gerekiyorsa kulağınızın temizlenmesi için uzman bir hekime başvurmayı unutmayın.

Paylaşın

Coğrafik (Harita) Dil nedir? Belirtileri, Tedavisi

Sık karşılaşılan bir durum olan Coğrafik (Harita) Dil, dilin üstünde, yanlarında, bazen de altında görülür. Dilin üzeri halı gibi bir örtü ile kaplıdır. Bazı yerleri biraz daha çökük bazı yerleri ise tümsekli olabilir. Yapısal bir değişiklik, farklılıktır. Bazı durumlarda şekil değiştirebilir.

Dilin eski yüzeyinin kendini yenilemesi nedeniyle ortaya çıkar. Bazen bu yenilenme sırasında dilin derisinin üst tabakası eşit bir şekilde çıkmaz. Bazı kısımlarda yeni yüzey çok erken ortaya çıkar ve çizik gibi kırmızı ve ağrıyan bir alan oluşur. Kırmızı alanlar ince olduğa için enfekte olarak pamukçuk ortaya çıkabilir. Bu yüzden ağrı hissedilebilir. Pamukçuk çok sık rastlanan bir rahatsızlıktır.

Belirtileri;

Coğrafik dilin belirtilerini şöyle sıralayabiliriz; birden fazla alanda yamalar, çeşitli şekillerde ve boyutlarda yamalar, beyaz renkte görülen yükseltilmiş kenarlık, belirli zaman içerisinde dilin farklı kısımlarında gelişen, iyileşen ve giden yamalar ve yine belirli zaman içerisinde boy olarak değişen yamalar görülebilir. Bunların dışında genel olarak tüketilen gıdalar ya da diğer maddeler ile temas sırasında olur.

Coğrafik dili oluşumunu; sigara içmek, baharatlı ya da asitli tüketilen gıdalar, sıcak yemek yenilmesi, diş macunu, gargara ve tütün çiğnemek tetikleyebilir.

Tedavisi;

Coğrafik dil tedavisi olarak anestezik ve gargara önerilmektedir. Tedavi edilmediği takdirde, çoğu coğrafik dil durumu tıbbi müdahale olmaksızın kendi kendine temizlenir. Sahip olduklarını anlamayan insanlar asla tedavi görmeyebilirler ve hiçbir hastalığa yakalanmayabilirler.

Tedavi edildikten sonra bile, coğrafik dilin belirtileri bir süre sonra geri dönebilir. Coğrafik dillere yönelik tedaviler şunlardır:

  • Anestezik ve gargara
  • Oral ağrı kesiciler
  • Ağız suyu
  • B vitamini ve çinko takviyeleri

Tedaviler iyi araştırılmamıştır. Coğrafik dil zaten müdahale olmaksızın ortadan kalkma eğiliminde olduğu için, kişiler bu durumun gidişatı üzerinde bir etkisi olup olmadığını anlayamayabilirler. Coğrafik dil ile ilişkili önemli bir komplikasyon yoktur. Yukarıda belirtildiği gibi, coğrafik dilden kaynaklandığı bilinen hiçbir hastalık veya kanser yoktur. Görünüşü nedeniyle, coğrafik dil bazı insanların kaygı veya diğer psikolojik komplikasyonları yaşamalarına neden olabilir. Kaygı, başkalarının olumsuz karar verme korkusundan kaynaklanabilir.

Kişi dilde pürüzsüz, kırmızı lekeler fark ederse, doktor ya da diş hekiminden teşhis almalıdır. Coğrafik dil, ilişkili hiçbir komplikasyon olmaksızın iyi huylu olsa da bazı ciddi durumlar olabilir. Doktor veya diş hekimi coğrafik dil hastalığını teşhis edebilir. Örneğin;

  • Şişmiş bezler, ateş veya diğer semptomlar gibi hastalık belirtilerin kontrol edilmesi
  • Işık altında dile bakılması
  • Hassasiyet olup olmadığının kontrol edilmesi
  • Dilin hareket ettirilmesini istemek

Bazı durumlarda, doktorlar ek testler isteyebilir. Coğrafik dil ile, kişi normal sosyal hayatını yaşayabilir. Dilin ve hafif rahatsızlığın ortaya çıkması çoğu zaman kişinin sahip olabileceği en büyük sorunlardır. Çoğu durumda, yamalar müdahaleye gerek kalmadan netleşir. Kişinin yapması gereken herhangi bir yaşam tarzı değişikliği yoktur, çünkü durumun gelecekte tekrar ortaya çıkmasını engellemeye yardımcı olacak hiçbir şey yoktur. Ancak, asidik veya baharatlı yiyeceklerden kaçınmak gerekmektedir.

 

Paylaşın

Candıda nedir? Belirtileri, Nedenleri, Tedavisi

Cildinizde enfeksiyona neden olabilen bir mantar türü olan Candida (Candida Albicans), ağızda, bağırsak sisteminde ve vajinada (vajinal / genital kandidiyaz) bulunan en yaygın maya enfeksiyonu türüdür. Candida (Candida Albicans) cildi ve diğer mukoza zarlarını etkileyebilir.

Candida kontrolden çıkmadığı zaman vücudumuzda tehlikeli olmaz. Ancak mantarın kontrolsüzce çoğalması çeşitli hastalıkların ortaya çıkmasına neden olur. Candida tedavisi bu aşamada oldukça önemlidir. Mantarın çoğalmasına engel olmak ve çoğalan mantarları yok etmek için mutlaka tedavi uygulanmalıdır. Etkin bir tedavi için antifungal ilaçlar ve beslenme ön plana çıkmaktadır.

Türleri;

  • Ayak parmağı
  • Oral pamukçuk
  • Vajinal mantar enfeksiyonu
  • Tırnak mantarı
  • Kasık mantarı

Nedenleri;

  • Zayıflamış bağışıklık sistemi
  • Şeker hastalığı
  • Kanser tedavileri
  • Oral kortikosteroidler
  • Doğum kontrol hapları
  • Geniş spektrumlu antibiyotikler

Belirtileri;

  • Kronik yorgunluk
  • Duygu düzensizlikleri
  • Yineleyen vajinal ve idrar yolu enfeksiyonları
  • Ağız pamukçuğu
  • Sinüzit enfeksiyonları
  • Bağırsak sıkıntıları
  • Bilinç bulanıklığı
  • Deri ve tırnakta mantar enfeksiyonları
  • Hormonal dengesizlik

Teşhis;

Candida enfeksiyonunun teşhisi öncelikle görünüme ve cilt örneklerine dayanır. Doktorunuz, ciltten parça kazıyacak, tırnak parçası ya da etkilenen bölgeden tüyler alıp inceleme yapacaktır. Candida enfeksiyonu tanısı konduğunda, ilk adım alttaki nedenleri araştırmaktır. Genellikle bir enfeksiyon geçirdiğinizde doktorunuzdan randevu almanız önerilir. Bu, doktorun uygun şekilde teşhis koymasına ve size en iyi tedavi seçeneklerini sunmasına izin verir. Candida sıklıkla tekrar eder.

Tedavisi;

Candidanın tedavisi genellikle basittir. Bağışıklık sisteminizle ilgili problemleriniz olmadıkça veya kandida kan dolaşımına yayılmadıkça hastaneye yatırılmanıza gerek yoktur. Doktorunuz, cildinize uygulanan antifungal kremler, merhemler veya losyonlar gibi ilaçlar reçete edebilir.

Enfeksiyon tipine ve etkilenen vücut kısmına göre farklı ilaçlar kullanılacaktır;

  • Vajinal maya enfeksiyonları için sıklıkla vajinal jeller veya mikonazol gibi kremler kullanılır.
  • Pamukçuk genellikle pastil, tablet veya sıvı gargara şeklinde antifungal ilaçlarla tedavi edilir.
  • Ayak mantarı çoğu zaman tablet, ayak banyosu ve merhemler ile tedavi edilir.
  • Şiddetli enfeksiyonlar çoğunlukla oral veya hatta intravenöz ilaçlarla tedavi edilir.
  • Çoğu ilaç günde bir veya iki kez kullanılır.
  • Miconazole ve clotrimazol gibi bazı ilaçlar, gebeliğin herhangi bir döneminde candida enfeksiyonunu tedavi etmek için güvenle kullanılabilir. Tüm ilaçların potansiyel yan etkileri vardır.

Antifungal ile ilgili sıklıkla görülen yan etkiler şunlardır:

  • Uygulama yerinde kaşıntı
  • Topikal uygulama alanında kızarıklık veya hafif yanma
  • Baş ağrısı
  • Hazımsızlık ya da mide rahatsızlığı
  • Ciltte döküntüler
  • Karaciğer hasarı olanlar, bir doktorun gözetimi olmaksızın antifungal ilaç kullanmamalıdır. Antifungal ilaçlar, sağlıklı hastalarda karaciğer hasarına yol açabilir, ancak zaten karaciğer hasarı olanlarda şiddeti artırma olasılığı daha yüksektir.

Çocuklarda Candida;

Çocuklar erişkinlere kıyasla candida enfeksiyonlarına daha eğilimli olabilirler. Çocuklar sinüs enfeksiyonları, deri döküntüleri (isilik dahil) ve oral pamukçuk tablolarını daha kolay geliştirmektedir. Bebekler ve küçük çocuklardaki semptomlar şunlar şunlardır:

  • Pişik tablosu
  • Egzamaya benzeyen deri döküntüleri
  • Dil, ağız veya yanakların içinde beyaz veya sarı lezyonlar
  • Tekrarlayan kulak problemleri
  • Nemli ortamlarda veya nemli havalarda kötüleşen belirtiler

Candida önlemek için yapabilecekleriniz:

  • Nefes alan kıyafetler ve ayakkabılar giyin.
  • Koltuk altlarınızı, kasık bölgesini ve enfeksiyona eğilimli diğer bölgeleri temiz ve kuru tutunuz.
  • Terledikten sonra her zaman duş alın ve cildinizi kurutun.
  • Aşırı kiloluysanız, cilt kıvrımlarınızı düzgün bir şekilde kurulayın.
  • Çoraplarınızı ve iç çamaşırlarınızı düzenli olarak değiştirin.
Paylaşın

Bradikardi (Kalp Ritmi) nedir? Teşhisi, Tedavisi

Belki sizde de farkında olmadığınız bir aritmi olabilir. Kalpteki ritim bozukluklarından biri bradikardidir. Bradikardi mutlaka dikkatle takip edilmelidir. Eğer kontrol altına alınmazsa bayılmaya, kalp yetmezliğine ve ani ölümlere yol açabilir.

Kalp atışlarının dakikada 60’tan az olması bradikardi olarak değerlendirilir. Sağlıklı insanlarda dinlenme halinde kalp ritmi 60 ila 100 arasındadır. 100’den fazla olduğu durumlar da yine ritim bozukluğu sınıfına girer. Buna taşikardi denir.

Nedenleri;

  • Yaşlılık:İleri yaşlarda kalbin ileti dokusunun iletkenliğinin azalması sebebiyle olur.
  • Damar tıkanıklığı:Kalp krizi sonrasında ileti sisteminin hasar görmesine bağlı olur.
  • Kalp dokusunun enfeksiyonu.
  • Doğumsal kalp bozuklukları.
  • Tiroid bezinin az çalışması.
  • Potasyum ve kalsiyum gibi elektrolit bozuklukları.
  • Uykuda solunum durması (OSAS).
  • Kalp ameliyatı sonrası oluşabilecek komplikasyonlar.
  • İlaç veya bal zehirlenmesi.

Belirtileri;

Bradikardi olunca kalbin oksijenden zengin kanı yeterli derecede pompalayamamasına bağlı olarak aşağıdaki belirtiler olabilir:

  • Baş dönmesi
  • Aşırı halsizlik
  • Bayılma
  • Nefes darlığı
  • Göğüs ağrısı
  • Erken yorulma
  • Göz kararması
  • Bilinç bulanıklığı

Teşhisi;

Bayılma, sürekli halsizlik gibi şikayetler ile doktora gittiğinizde size ailenizde kalp hastalığı geçiren var mı diye soracaktır. Hastanın aile öyküsünün alınması çok önemlidir çünkü bu tip şikayetlerin çok sayıda sebebi olabilir. Bayılma kardiyolojik kökenli olabileceği gibi nörolojik kökenli de olabilir. Önce hastanın fizik muayenesi yapılır, kullandığı ilaçlar ve şikayetlerin ne zaman başladığı sorulur.

Fizik muayenede doktor kalp ritmini bizzat kendisi ölçer ve atışların düzenini kontrol eder. Doktor hareket etmenizi veya oturmanızı söyleyebilir. Tiroid sorunlarından şüphelenirse tiroid belirtilerine bakacaktır. Örneğin boğazı muayene ederek bezlerin şişkinliğini kontrol eder. Saçların ve cildin ne kadar kuru olduğunu inceler.

İleri tetkiklerde elektrokardiyografi (EKG) çekilerek hastada bradikardi değerlendirmesi yapılır. Belki EKG çektirmişsinizdir. Çok kolay ve hızlı bir görüntüleme yöntemidir. Kalbin atışları bir kağıt üstüne dökülür. Bazı bradikardi türleri EKG’de belli olmayabilir. Böyle durumlarda ambulatuvar EKG çekilir. Bu testte hasta Holter adı verilen giyilebilir bir EKG cihazını üstüne geçirir. Holter genellikle 24 saat boyunca hastanın üzerinde kalır. Eğer bradikardinin belirtileri sık sık olmuyorsa Holterin süresi uzayabilir. Bradikardinin halsizlik, yorgunluk gibi belirtileri ortaya çıktığında Holterin kayıt düğmesine basmalısınız. Bu şekilde en net kalp ritmi elde edilir.

Tedavisi;

Sağlıklı bir atlette bradikardi için çoğu zaman tedaviye ihtiyaç duyulmaz. Bu kişilerin kalp atışları normalden az olsa bile vücut yeterli miktarda kanı alır. Hastaların günlük hayatlarını zorlaştıracak bir belirtileri bulunmuyorsa doktorlar hemen ilaç tedavisine başlamayabilir. Bunun yerine hasta önce takip edilir. Eğer sinüs nodunda veya atriyoventriküler nodda bir bozukluk varsa o zaman tedavi gerekir.

Bradikardiden korunmak için özel bir yöntem yoktur. Genel olarak sağlığınıza dikkat etmelisiniz. Dengeli ve sağlıklı beslenin, düzenli sporunuzu yapın. Kullandığınız ilaçların yan etkisi sonucu oluşan bradikardi vakaları ilacı bıraktığınızda geçecektir. Bazen dozu azaltmak da çare olabilir. Hangi yöntemi denerseniz deneyin bir doktor kontrolünde olduğunuzdan emin olun.

Paylaşın

Böbrek Taşı nedir? Belirtileri, Tedavisi

Böbrek kanalları içerisinde genellikle bilinmeyen nedenlere bağlı olarak bazı minerallerin birleşerek oluşturduğu sert yapılara böbrek taşı adı verilir. Renal lithiasis veya nefrolitiyazis denilen böbrek taşları tek böbrekte oluşabileceği gibi her iki böbrekte de görülebilmektedir.

Erkeklerde kadınlara oranla 3 kat daha yaygın olarak görülen bu hastalık, bir kez oluştuğu takdirde tedavi ile yok edilse bile çoğunlukla tekrarlama eğilimi gösterir. Her yaşta görülebilmekle birlikte 30’lu yaşlardaki bireylerde daha sık gözlenir. Böbrek taşları tedavi edilmemesi durumunda böbrek kanallarının tıkanmasına yol açar ve bu da böbrek içerisinde basınç artışına neden olarak şiddetli ağrı ile birlikte organın fonksiyonlarında bozulmalara sebebiyet verir. Bu nedenle böbrek taşı olan bireyler, ağrıları olmasa bile mutlaka tedavi olmalıdır.

Nedenleri;

Böbrek taşı oluşumunda birden fazla faktör etken rol oynayabilir. Böbrek taşı oluşmasında birkaç faktörün bir araya gelmesi riski artırabilmektedir.

  • Yetersiz sıvı alımı: Vücutta yeterli su olmaması böbrek taşı oluşmasında önemli bir etkendir. Gün içinde yeteri oranda su içilmemesi idrarla atılan taş öncüsü maddelerin yoğunluğunu artırır ve idrarı asidik hale getirebilir. Bu durumda böbrek taşı oluşumuna neden olabilir. Sıcak iklimlerde yaşayanlar ve çok fazla terleyenler de risk altındadır.
  • Cinsiyet: Erkeklerde kadınlara oranla daha fazla böbrek taşı oluştuğu bilinmektedir.
  • Genetik: Ailede böbrek taşı geçmişi olması yani genetik unsunlar böbrek taşı oluşumuna yol açabilir.
  • Daha önce böbrek taşı oluşan kişilerin tekrar böbrek taşı oluşturma ihtimali daha yüksektir. Özellikle 25 yaşından önce böbrek taşı oluşan kişilerde tekrarlayan böbrek taşları görülebilmektedir.
  • Beslenme de böbrek taşı oluşumunda etkili olabilir. Protein, sodyum veya şeker açısından yüksek bir beslenme düzeni böbrek taşına zemin hazırlayabilir. Yüksek protein düşük lif oranı içeren şekilde beslenmekten kaçınmak gerekmektedir. Özellikle yiyeceklerin çok fazla tuzlu tüketilmesi böbreklerden atılan kalsiyum miktarını artırır ve böbrek taşı riskini önemli ölçüde artırır.
  • Sindirim sistemi ameliyatı geçiren kişilerde risk oranı artabilmektedir.
  • Kilolu ve obez kişilerde böbrek taşı oluşabilir.
  • Polikistik böbrek ya da başka bir kistik böbrek hastalığı olan kişilerde böbrek taşı oluşma oranı daha fazladır.
  • Tek böbrekli olmak böbrek taşı oluşma riskini artırabilmektedir.
  • İdrarda sistin, oksalat, ürik asit veya kalsiyum oranlarının artmasına neden olan rahatsızlıklar böbrek taşı oluşumu riskini artırır.
  • Sıvı birikimini azaltmak için kullanılan ilaçlar, kalsiyum bazlı antasitler, bazı antibiyotikler ve ilaçlar böbrek taşı oluşumuna zemin hazırlayabilir.
  • Çok sık idrar yolu enfeksiyonu geçirmek, Crohn hastalığı, renal tübüler asidoz, hiperparatiroidizm, medüller sünger böbrek ve Dent hastalığı gibi rahatsızlıklar böbrek taşı oluşumu riskini artırır.
  • Uzun süre D vitamini ve kalsiyum takviyesi kullanmak böbrek taşlarının oluşumuna katkıda bulunabilmektedir.

Belirtileri;

Çok küçük taşlar, fark edilmeden idrar yolundan geçebilmekteyken, taş boyutları büyüdükçe böbrekte ve mesaneyi birbirine bağlayan tüpte (üreterde) sıkışabilirler.

Böbrek taşı olan hastalarda en sık görülen şikayet ağrıdır. Bazı hastalarda ağrı fark edilmeyecek kadar hafif düzeydeyken, bazılarında son derece şiddetli olabiliyor. Böbrek taşlarından kaynaklanan ağrılar genelde aralıklarla kendini gösterip kaybolan ağrılar şeklinde görülüyor. Hastalar ağrıyı genellikle “yan ağrısı” olarak tarif ediyor. Bu ağrı dışında, böbrek taşlarının  belirtileri şunlardır:

  • İdrar yaparken ağrı
  • İdrarda kan
  • Mide bulantısı ya da kusma
  • Sık idrara çıkma
  • Az miktarlarda idrar yapma veya idrar yapma zorluğu
  • Ateş ve titreme

Kimi hastalarda ise herhangi bir şikayet olmaksızın, başka amaçla yapılan tetkikler sonucunda da tesadüfen böbrek taşları saptanabiliyor.

Çeşitleri;

  • Kalsiyum taşları: Kalsiyum oksalat ve kalsiyum fosfat gibi kalsiyumun çeşitli bileşiklerinin oluşturduğu taşlardır. Tüm böbrek taşı vakalarının yaklaşık %75’i kalsiyum taşlarından oluşmaktadır.
  • Ürik asit taşları : Genellikle yüksek proteinli diyetle beslenen bireylerde görülen böbrek taşı türüdür.
  • Sistin taşları: Nadir görülen bir böbrek taşı türü olmakla birlikte genellikle metabolik bozukluklardan kaynaklıdır.
  • Sitruvit (enfeksiyon) taşları: Genellikle idrar yolu enfeksiyonlarından kaynaklanan bu taş türü, çok hızlı büyümesi nedeniyle kısa sürede ciddi böbrek hasarına yol açabilmektedir.

Teşhisi;

Böbrek taşı hastalığında hastanın öyküsü ve fizik muayene ile birlikte, burada tespit edilen bulguları desteklemek ve tanıyı netleştirmek amacıyla üriner sistem grafisi ve ultrasonografi yapılabiliyor. Bu iki tetkik birlikte kullanıldığında böbrek taşlarının çok büyük bir kısmı tespit edilebiliyor.

Taşa bağlı olarak zaman zaman görülen idrar yolu enfeksiyonları veya idrarda kanamanın tespiti için idrar analizi yapılıyor. Bunun yanı sıra taşların niteliğinin tespit edilmesinde veya nedenlerinin araştırılmasında kan tetiklerine başvurulabiliyor. Çok küçük taşların tespiti veya ameliyat planlanan hastalarda böbrek anatomisinin görülebilmesi amacıyla kontrastsız Bilgisayarlı Tomografi (BT) çekilebiliyor.

Böbrek taşlarının tespiti ve idrar yollarının değerlendirilmesinde kullanılan başka bir yöntem olan intravenöz piyelografide (IVP) hastanın damar yolundan röntgen altında tespit edilebilir bir ilaç veriliyor ve kan böbreklerden süzüldükten sonra ilaç idrar yollarından geçerken röntgen çekiliyor, böylelikle vücuttaki, böbrek taşları, idrar yollarındaki tıkalı alanlar ve böbreklerde kan akışı gözlemlenebiliyor.

Tedavisi;

Böbrek taşı rahatsızlığında tedavi süreci, taşın boyutu ve türü gibi faktörlere göre değişkenlik gösterir. Tedavide kullanılan bazı yöntemler aynı zamanda safra kesesi taşları tedavisinde de uygulanır. Bazı taşlar ameliyat yapılmaksızın birtakım ilaçlar yardımıyla eritilebilir. Özellikle küçük boyutlu taşlarda hekim önerisi doğrultusunda uygulanabilen ilaç tedavilerinin yanı sıra bol su tüketimi ile taşların idrar yolu ile atılımı sağlanabilir. Daha büyük boyuttaki taşlar için önceleri açık ameliyat uygulanmaktaydı. Fakat gelişen teknoloji ve tıbbın ilerlemesi ile zorlu bir iyileşme süreci gerektiren ve hastalığın tekrarlama olasılığını artıran bu yöntem, yerini daha yenilikçi uygulamalara bırakmıştır.

Erimeyen ve boyutu belirli bir düzeyin altındaki taşlarda ESWL (Extracorporeal Schock Wave Lithotripsy) olarak adlandırılan şok dalgaları ile taş kırma tedavisi uygulanabilir. Ayrıca idrar yolundan RIRS tedavisi olarak da bilinen Retrograd İntrarenal Cerrahi yardımıyla üreteroskopi ile taş kırma veya çıkarma işlemleri de uygulanabilir. Bazı durumlarda ise taşın böbrekten doğrudan çıkarıldığı kapalı böbrek taşı ameliyatı olarak da bilinen nefrolitotomi operasyonu tercih edilir. Tüm bu tedavi yöntemlerinden hangisinin tercih edileceği ürolog tarafından yapılan detaylı muayene sonrasında belirlenmelidir.

Hastalığın tedavisi kadar tedavi sonrası süreçte yeni taş oluşumlarının önüne geçilebilmesi adına böbrek taşlarından korunma yöntemlerini bilmek ve uygulamak da önem taşır. Bireyde oluşan taş türünün bilinmesi ve hastanın beslenme planında bu taşın oluşum riskini artıran besinlere yer verilmemesi gerekir. Ayrıca böbrekte taş oluşumlarının önlenmesi için bol su tüketimine özen gösterilmelidir. Eğer sizde de böbrek taşı sorunu var ise, şiddetli ağrıların oluşumunu beklemeden bir sağlık kuruluşuna başvurup tedavi sürecinizi başlatarak hastalığın yol açabileceği daha ciddi boyuttaki sorunların önüne geçebilirsiniz.

Paylaşın

Göz kapağı iltihabı (Blefarit) nedir? Teşhis, Tedavi

Cinsiyet farkı gözetmeksizin her yaş grubunda görülebilen Göz Kapağı İltihabı (Blefarit), göz kapağının iltihaplanması sonucu yaşanan ve kronikleşmeye yatkın bir hastalıktır. Bu hastalık göz kuruluğu ve kirpik batması hastalığı ile birlikte seyredebilir.

Hastalık ön blefarit ve arka blefarit olmak üzere 2’ye ayrılır. Ön blefaritte göz kapağının dış kenarı ve kirpik dipleri etkilenir. Vücuttaki bakterilerin aşırı miktarda çoğalması ve derinin yağlı/ kepekli olmasından dolayı blefarit meydana gelmektedir. Arka blefaritte ise kapağın gözün içine değen kısmı etkilenir, gözyaşı yağ bezlerinin normal çalışmaması ile ilişkilidir.

Nedenleri;

Göz kapağı iltihabının oluşumunda her zaman için bir neden olmak zorunda değildir. Bazı durumlarda herhangi bir sebep yokken veya bağışıklık sisteminin zayıflamasına bağlı olarak blefarit oluşumu söz konusu olabilir. Bunun yanı sıra iltihabi bir hastalık olan blefarit oluşumunda risk artırıcı faktörler arasında değerlendirilebilecek hususlar şunlardır:

  • Kirli ve tozlu ortamlarda uzun süre kalmak
  • Gözlerde kuruluk sorununun varlığı
  • Stafilokok ve benzeri bakteri türlerinin neden olduğu enfeksiyonlar
  • Kontakt lens kullanımı
  • Gül hastalığı (akne rozasea – kırmızı yüz hastalığı)
  • Makyaj malzemeleri ve lens solüsyonlarına karşı alerji
  • Göz kapağındaki küçük yağ bezelerinde oluşan tıkanıklıklar
  • Seboreik dermatit
  • Kirpik bitleri ve akarları

Göz kapaklarında oluşan iltihaplanmalar, zamanında tedavi edilmedikleri durumlarda birtakım komplikasyonları da beraberinde getirebilmektedir. Kirpik problemleri, kronikleşmiş konjonktivitler, göz kapağı sorunları, kontakt lens kullanımında güçlük, arpacık, şalazyon ve kornea ülserleri bu komplikasyonlara örnek olarak verilebilir. Bu gibi durumların oluşumunun önlenebilmesi adına göz kapağı iltihabına gereken hassasiyet gösterilerek tedavi süreci aksatılmamalıdır.

Belirtileri;

Göz kapağı iltihabı belirtileri hemen hemen her hastada benzer şekilde görülmesine karşın enfeksiyonun şiddetine bağlı olarak semptomların yoğunluğu da değişkenlik gösterir. Başlangıç aşamasında yalnızca kaşıntı ve gözlerin kapatılması, ovuşturulması esnasında hissedilen hafif ağrılar şeklinde belirti veren blefarit, enfeksiyon ilerledikçe şu belirtilerle kendini göstermeye başlar:

  • Gözlerde yanma
  • Göze kum kaçmış hissi
  • Bulanık görme
  • Göz sulanması
  • Gözlerde kuruma ve şişlik
  • Yağlı görünen göz kapakları ve aşırı çapaklanma
  • Gözlerde ve kirpik diplerinde kızarıklıklar
  • Normalden daha sık göz kırpma isteği
  • Kirpiklerde dökülme
  • Hassasiyet ve parlak ışıkta görüşün azalması
  • Kirpiklerde dökülmeler
  • Kirpik diplerinde su baloncuğu benzeri yapılanmalar

Tanısı;

Göz kapağı iltihaplanması yani arpacık hastalığını teşhis etmek için göz muayenesinin yanı sıra göz kapağı içi muayenesine de ihtiyaç duyulmaktadır. El ve göz yordamı ile yapılacak muayene neticesinde tedavi planlaması yapılır ve ilaç tedavisi ile 1 hafta gibi kısa bir sürede tedavi etkisini gösterir.

Tedavisi;

Göz kapağı iltihabı, kolay tedavi edilebilen fakat tekrarlayabilen inatçı bir hastalıktır ve evde de tedavisi mümkündür. Tedavide her gün düzenli olarak, sıcak, nemli ve temiz bez ya da pamuk ile göz kapağına ve kirpik diplerine yapılan hafif bir masajla kirpik dibinin temizlenmesi önemlidir. Bu işlem 5 dakika boyunca günde 2-3 kere uygulanmalı ve çam ağacı ekstresi içeren özel şampuanlar ile kirpik dibi temizlenmelidir. Hastaların çoğu, bu rahatsızlığın nüksetmemesi için yaşam boyu günlük temizlik rutinini sürdürmek zorundadır. Ayrıca göz hekiminin yazacağı antibiyotikli kremler veya steroidli göz damlaları da komplikasyonları önlemek ve hastayı rahatlatmak için çok önemlidir. Ayrıca göz kuruluğu da varsa gözyaşı damlaları yine hekim tarafından önerilecektir.

Tedavisi sonrası dikkat edilmesi gerekenler;

Hijyen alışkanlıkları, zayıf bağışıklık sistemi  ve çevresel faktörler iltihaplanmaya yol açabilir.  Ve önlemle alınmazsa kronikleşerek sık aralıklarla yaşanarak yaşam kalitenizi düşürebilir.  Korunmak veya hafif atlatmak için nelere dikkat etmelisiniz?

  • Günün her saati ellerinizi yıkayamıyorsanız, gözlerinize, yüzünüze dokunma alışkanlığınızdan kurtulmaya çalışın.
  • Kişisel havlu, yastık kılıfı ve kozmetik ürünlerinizi ikinci kişiler ile paylaşmayın. Göz hastalıkları da nezle, grip gibi bulaşıcı olabilir.
  • Özellikle yağlı bir cildiniz varsa, göz kapaklarınızı ve kirpiklerinizi sabah akşam ılık su ile yıkamak iyidir.
  • Bu hastalığa yatkınlığınız var ise kozmetik ürünler kullanmamaya, sigara içilen yerlerde bulunmamaya özen göstermeniz önerilir.
  • Blefaritin kronikleşen bir hastalık olduğundan uygun bakım ile tekrarlama riskini en aza indirebilirsiniz.

Temiz havada yürüyüş yapın, beslenmenize dikkat edin, uyku düzeninize dikkat edin, ihtiyaç duydukça gözlerinizi dinlendirin.   Bu şekilde bağışıklık sisteminiz güçlenecektir.   Ve zamanla hastalığın tekrarlanma sıklığı azalacaktır.

 

Paylaşın

Bilinç kaybı nedir? Belirtileri, Nedenleri

Bilinç Kaybı veya Bilinç Bozukluğu; Bilincin oluşmasını sağlayan faaliyetlerin aksaması sonrasında çeşitli evrelerde meydana gelen aksama durumudur. Daha geniş bir tanımla, Beynin normal faaliyetlerindeki bir aksama nedeni ile uyku halinden başlayarak (=bilinç bozukluğu): hiçbir uyarıya cevap vermeme haline kadar giden (=bilinç kaybı) bilincin kısmen ya da tamamen kaybolması halidir.

Bilinç kaybı yaşanmasında birçok faktör etki gösterebilir. Kişilerde kalbe bağlı hastalıklar nedeniyle bir bilinç kaybı ortaya çıkabilir. Epilepsi, beyinde geçici dolaşım bozukluğu, kafa travması gibi beyin hastalıklarına bağlı bilinç kaybı gerçekleşmektedir. Refleks senkopu olarak gruplandırabileceğimiz öksürük senkopu, yutma senkopu, miktürisyon senkopu (idrar yaparken oluşan baygınlık), defekasyon senkopu (büyük abdest yaparken oluşan baygınlık) bilinç kaybı oluşmasına yol açar. Kandaki azalan oksijen oksijen seviyesi sonucu ortaya çıkan anoksi – hipoksi ve anemi de aynı sonucu doğurabilir. Hastaların kullandığı bazı ilaçlar da bilinç kaybına neden olabilmektedir. Bu nedenle hastanın hikayesi sorulduğunda bunların atlanmadan anlatılması gerekir. Uygulanacak tedavi bilinç kaybının oluşum nedenine göre farklılık gösterir. Bu durumda bilinç kaybının kısa ya da uzun süreli ortaya çıkması en büyük etkendir.

Bayılma

Kısa süreli bir bilinç kaybı oluşmasına neden olur. Bayılma esnasında geçici süreliğine duruş kaybı ile bilinçte de kaybolma görülür. Bayılma bazı zamanlar çok önemli olmayan nedenler ile gerçekleşir. Bazen ise çok ciddi hastalıkların habercisi olarak meydana gelir. Hastalar başka belirtiler oluşana kadar bir uzmana başvurmayı erteleyebiliyor. Kimi hastalar ise hangi bölüme başvuracağını bilmediğinden ya da işlemlerin uzun süreceği düşüncesiyle bayılmayı dikkate almıyor. Bayılmanın altında yatan sebepleri kardiyoloji uzmanına başvurarak öğrenebilirsiniz.

Bayılma nedeni tilt testi ile kısa sürede tespit edilebilmektedir. Tilt testinin halk arasındaki adı ise eğik masadır. Tıp dilinde senkop olarak geçen bayılma stres, ağrı, aşırı sıcağa maruz kalma, öksürük, yutma, miktürisyon gibi durumlar sonucunda ortaya çıkıyor. Beyindeki kan akımının kısa süreliğine yeterli düzeyde olmamasından ortaya çıkar. Yaş faktörü de hastalığın tespitinde izlenecek yol için önemlidir. Çocuk ve genç bireylerde kalp rahatsızlığına bağlı bayılmalar pek olmadığı için ayrıntılı testlere pek ihtiyaç duyulmaz. Daha ileri yaştaki hastalar için ise EKG ve diğer testler isteyebilmektedir.

Koma

Uzun süreli bir bilinç kaybıdır. Kişi komadayken kendisinden ve çevresinde olup bitenden haberdar değildir. Koma hafif, orta dereceli ve derin olarak üçe ayrılır. Hafif ve orta dereceli komada hastalar çevrelerine tepki ya da refleks olarak yüzlerini buruşturmak gibi eylemler gerçekleştirebilirler. Ancak bu derin komada mümkün değildir. Derin komada hastalar kendinde ve çevresinde oluşan değişikliklere karşı basit düzeyde dahi refleks veremezler. Komadaki bir hasta için acil durum uygulanır. Hasta ve doktoru için zaman çok değerlidir.

Zaman iyi değerlendirilmezse aslında tedavisi mümkün olan hasta ağır beyin hasarı yaşar ya da hastanın ölümüne neden olur. Bu nedenle süreçte yapılacaklara hızla karar verilir ve uygulamaya geçilir. Komadaki hastaya öncelikle nörolojik anlayışla yaklaşılır. Hastanın yakınlarından diyabet, kalp hastalığı, böbrek nakli, epilepsi gibi rahatsızlıkları olup olmadığı bilgisinin alınabilmesi de önemlidir. Hastanın bulunduğu andaki pozisyonu ve başını bir yere vurmuş olabileceği ihtimalleri de detaylı bir şekilde aktarılmadır.

Bilinç kaybı nedenleri ve belirtileri nelerdir?

Bayılma nedenleri;

  • Korku, aşırı heyecan
  • Sıcak, yorgunluk
  • Kapalı ortam, kirli hava
  • Aniden ayağa kalkma
  • Kan şekerinin düşmesi
  • Şiddetli enfeksiyonlar

Bayılma ( Senkop) Belirtileri;

  • Baş dönmesi, baygınlık, yere düşme
  • Bacaklarda uyuşma
  • Bilinçte bulanıklık
  • Yüzde solgunluk
  • Üşüme, terleme
  • Hızlı ve zayıf nabız

Koma nedenleri;

  • Düşme veya şiddetli darbe
  • Özellikle kafa travmaları
  • Zehirlenmeler
  • Aşırı alkol, uyuşturucu kullanımı
  • Şeker hastalığı
  • Karaciğer hastalıkları
  • Havale gibi ateşli hastalıklar

Koma belirtileri;

  • Yutkunma, öksürük gibi tepkilerin kaybolması
  • Sesli ve ağrılı dürtülere tepki olmaması
  • İdrar ve gaita kaçırma

Bilinç bozukluğu durumunda ilkyardım nasıl olmalıdır?

Kişi başının döneceğini hissederse;

  • Sırt üstü yatırılır, ayakları 30 cm. kaldırılır
  • Sıkan giysiler gevşetilir
  • Kendini iyi hissedinceye kadar dinlenmesi sağlanır

Eğer kişi bayıldıysa;

  • Sırt üstü yatırılarak ayakları 30 cm kaldırılır
  • Solunum yolu açıklığı kontrol edilir ve açıklığın korunması sağlanır
  • Sıkan giysiler gevşetilir
  • Kusma varsa yan pozisyonda tutulur
  • Solunum kontrol edilir
  • Etraftaki meraklılar uzaklaştırılır

Bilinç kapalı ise:

  • Hasta/yaralının yaşam bulguları değerlendirilir (ABC)
  • Hasta/yaralıya koma pozisyonu verilir
  • Yardım çağrılır (112)
  • Sık sık solunum ve nabız kontrol edilir
  • Yardım gelinceye kadar yanında beklenir

Koma pozisyonu (yarı yüzükoyun-yan pozisyon) nasıl verilir?

  • Sesli veya omzundan hafif sarsarak, uyarı verilerek bilinç kontrol edilir
  • Sıkan giysiler gevşetilir
  • Ağız içinde yabancı cisim olup olmadığı kontrol edilir
  • Bak, dinle, hisset yöntemi ile solunum kontrol edilir
  • Şah damarından nabız kontrol edilir
  • Hasta/yaralının döndürüleceği tarafa diz çökülür
  • Hasta/yaralının karşı tarafta kalan kolu karşı omzunun üzerine konur
  • Karşı taraftaki bacağı dik açı yapacak şekilde kıvrılır
  • İlkyardımcıya yakın kolu baş hizasında omuzdan yukarı uzatılır
  • Karşı taraf omuz ve kalçasından tutularak bir hamlede çevrilir
  • Üstteki bacak kalça ve dizden bükülerek öne doğru destek yapılır
  • Alttaki bacak hafif dizden bükülerek arkaya destek yapılır
  • Başı uzatılan kolun üzerine yan pozisyonda hafif öne eğik konur

Bilinç kaybı tedavi türleri;

Öncelikle hızlı stabilizasyon sonrasında ise ateş ölçümü yapılır. Hastanın ateşi otuz beş dereceden küçük ise özel promlara başvurulur. Travma olabileceği ihtimali göz önünde tutulur. Hasta tamamen soyulup muayene edilmelidir. Sonrasında nörolojik inceleme yapılır. Nörolojik muayene sonrasında duyu, motor ve göz muayenesi yapılır. İlk geliş bulguları incelenir. Bütün bu değerlendirmelerden sonra gerekli olan tetkiklere karar verilir. Hastaya yapılacak tetkikler ve verilecek ilaçlar için tekrar muayene ya da test gerekebilir. Komaya giren hastalar için kan şekeri ölçümü gereklidir. Ancak bilinç kaybı yaşayan hastaların durumuna göre o an testlerin gerekliliğine karar verilir. İdrar, EEG ve MR testlerinin yapılıp yapılmayacağına hastanın durumuna göre bir karar verilir.

Dikkat edilmesi gerekenler;

Hastaların tedavi sonrası stresten uzak durmaları önemlidir. Meydana gelen bayılmalar stres ve kaygının sonucu ortaya çıkabilir. Ani korku, terleme ve hızlı nabız atışına neden olacak ortamlardan uzak durulmalıdır. Yoğun yorgunluk, uyuşukluk ve bulantı gibi şeyler hissedildiği zaman istirahat pozisyonuna geçilmelidir. Kan şekerinin düştüğünü hissettiği an müdahale etmeli ya da yakınında bulunan kişilerden rica istemelidir. Zaman zaman görme bozukluğu, konuşmada zorluk oluyorsa mutlaka tekrar doktoruna başvurmalı ve durumu geçiştirmemelidir. Havasız ortamlarda bulunmamaya çabalamalıdır. Havasız ortamlar bayılmanın tekrar meydana gelmesini tetikleyebilir. Eğer idrar yollarında yaşanan bir rahatsızlık sonrasında bayılma ve bilinç kaybı gerçekleşti ise yeme alışkanlıklarını değiştirmesi istenebilir. Doktorun uyarılarına uymamak hastalığın tekrarlamasına yol açabilir.

Paylaşın

Yetersiz beslenme nedir? Belirtileri, Sebepleri

Yetersiz belenme (Beslenme yetersizliği), bedenin ihtiyaç duyduğu besinlerden herhangi birinin eksikliğinden kaynaklanabilir ve buna kaloriler, protein, temel yağ asitleri, vitaminler ve mineraller dahil. 

Yetersiz beslenmenin pek çok sebebi var ancak en yaygın sebepleri arasında kötü planlanmış bir diyet, yoksulluk, iştah kaybı veya besin emilimini bozan sindirim problemleri bulunuyor.

Belirtileri;

  • Yağ ve kas dokularında azalma
  • Solunum problemleri
  • Depresyon
  • Yorgunluk, kırıklık, isteksizlik
  • Kolay hastalanma ve enfeksiyona yakalanma
  • Olması gerekenden düşük vücut sıcaklığı, üşüme
  • Yaraların ve hastalıkların iyileşmesinde yavaşlık
  • Cinsel dürtülerde azalma, kısırlık
  • İlerleyen seviyelerde derinin incelmesi, kuruması, elastikiyetini yitirmesi, solgunlaşması
  • Yanakların ve gözlerin çökmesi
  • Saçların kuruması, kolaylıkla dökülmesi
  • Bilinç kaybı
  • Uzun süreli kalori eksikliğinde kalp, karaciğer ve solunum yetmezlikleri
  • Hiç kalori tüketilmezse 8-12 hafta içerisinde ölüm
  • Yetişkinliklerinin bir döneminde yetersiz beslenen kişiler tedavi edilebilseler de, çocuklarda gelişmeyle ilgili süreç etkilendiği için kalıcı fiziksel rahatsızlıklar ve hatta zeka geriliği oluşabilir.

En yaygın 10 besin eksikliği;

  • D vitamini
  • Demir
  • Kalsiyum
  • İyot
  • Magnezyum
  • A vitamini
  • B12 vitamini
  • E vitamini
  • Kolin
  • Omega-3 yağ asitleri

Nedenleri;

Yetersiz beslenmenin yaygın olduğu gelişmekte olan ülkelerde bu durum genel olarak insanların yeterli gıdaya erişimlerinin olmaması ile açıklanabilir. Gelişmiş ülkelerde ise nedenler çeşitlilik gösterir:

Eksik beslenme: Eğer bir kişi yeterli gıda tüketmiyorsa veya tükettiği gıdalar yeterli besin öğelerini içermiyorsa yeterli beslenemez. Eksik beslenme çeşitli nedenlerden kaynaklanabilir.

Ruhsal sağlık sorunları: Depresyon gibi ruhsal sağlık problemleri olan kişiler yetersiz beslenmeye sebep olan yeme alışkanlıkları geliştirebilirler.

Hareketlilik sorunları: Hareket kabiliyeti kısıtlı kişiler yeterli çeşitlilikte yiyecek alamadıkları veya yemek hazırlamayı zahmetli buldukları için yetersiz beslenebilirler.

Sindirim ve mide sorunları: Bazı kişiler yeterli miktarda gıda alabilirler, ancak vücutları bunlardaki besin öğelerini ememez. Buna neden olan rahatsızlıklar arasında Crohn ve çölyak hastalıkları sayılabilir. Şiddetli kusma ve ishal de yetersiz beslenme ile sonuçlanabilir.

Alkol bağımlılığı: Gastrit ve pankreas hasarına yol açabilen bu durum vücudun yiyecekleri sindirme, bazı vitaminleri emme ve metabolizmayı düzenleyen hormonları salgılama yetilerini sekteye uğratabilir. Alkol kalori içerdiği için doygunluk hissi verebilir, bu da kişinin gıda tüketimini, dolayısıyla gerekli besin maddelerini alımını etkileyebilir.

Yetersiz beslenmeye bağlı komplikasyonlar ve hastalıklar;

Besin eksiklikleri pek çok hastalık ve bozukluğa sebep olabilirler. Pek çok negatif yetersiz beslenme belirtisine ve sağlık problemine de yol açabilirler. Aşağıdaki yaygın yetersiz beslenme rahatsızlıkları bir veya birden fazla besinin eksikliğinden kaynaklanabilir:

  • Demir eksikliği anemisi
  • Osteoporoz
  • Hipotiroid
  • Megaloblastik anemi
  • Guatr
  • İskorbüt
  • Raşitizm
  • Beriberi
  • Pellagra
  • Protein enerji yetersizliği
  • Göz kuruluğu

Tedavisi;

Ciddi oranda yetersiz beslenme görülen durumlarda tıbbi müdahale gerekebilir. Bunun olmaması için önlem almak kalıcı hasarları engellemek adına çok önemlidir. Basitçe şekliyle yetersiz beslenme, İngiliz Ulusal Sağlık Hizmetleri’nin “temel gıda gruplarının dengeli şekilde tüketilmesi” tavsiyesi ile engellenebilir.

Bu gıda grupları aşağıdaki gibidir:

  • Karbonhidratlar (nişastalı gıdalar)
  • Meyve ve sebzeler
  • Protein (kırmızı ve beyaz et, balık, yumurta, baklagiller)
  • Süt ve süt ürünleri
  • Yağlar
  • Bunun yanında ortalama bir insanın günde en az 1,2 litre sıvı tüketmesi önerilmektedir.
Paylaşın

Bel Soğukluğu nedir? Belirtileri, Tedavisi

Cinsel yolla bulaşan yaygın hastalıklardan biri olan Bel Soğukluğu (Gonorea), hem kadın, hem de erkeklerle görülmekte birlikte, erkeklerde görülme saklığı daha fazladır. Özellikle 15-24 yaş arası gençlerde görülür.

‘Bel Soğukluğu’nun etkeni Neisseria gonorrhoeae olup özellikle üreme sisteminin serviks (rahim ağzı), rahim, tüpler ve üretra (idrar yolları) gibi sıcak ve nemli bölgelerinde kolayca çoğalabilmektedir. Ayrıca ağız, boğaz, göz ve anüs bölgelerinde de saptanabilmektedir.

Belirtileri;

Etken vücuda girdikten sonra 4-6 gün arasında belirtiler ortaya çıkar. Ancak bel soğukluğu kimi zaman belirti vermez. Belirti verdiğinde ise çoğunlukla cinsel organlarda gözle görülen bulgular vardır. Bunlar;

Erkeklerde;

  • İdrar yaparken ağrı ve yanma,
  • Penisten beyaz, sarı ya da yeşil renkte akıntı
  • Penis ucunda kızarıklık
  • Testislerde ağrı ya da şişlik (daha nadir)

Erkeklerin yüzde 10’unda hiçbir belirti görülmez. Kadınların ise çoğunda herhangi bir belirti görülmez ya da belirtiler vajina ya da idrar yolları enfeksiyonlarla karıştırılabilir. Belirtiler olmasa da enfeksiyonun ciddi sağlık sorunlarına yol açma riski vardır.

Kadınlarda;

  • Vajinal akıntı
  • İdrar yaparken ağrı ve yanma hissi
  • Dış genital bölgede kaşıntı
  • Adet dönemi dışında vajinal kanama, özellikle cinsel ilişki sonrasında kanama
  • Cinsel ilişki sırasında acı hissetme
  • Alt karın ya da pelvik bölgede ağrı
  • Vücudun diğer bölgelerinde bu enfeksiyonun yol açabileceği belirtiler şunlardır:

Rektum;

Anal kaşıntı, rektumdan akıntı, tuvalet kâğıdında görülebilen kırmızı lekeler (kanama), dışkılama sırasında ağrı.

Gözler;

Gonore virüsü gözleri etkilediğinde gözlerde ağrı, ışığa hassasiyet ve gözlerin biri ya da ikisinden iltihaplı akıntı görülür.

Boğaz;

Boğaz ağrısı ve boyundaki lenf bezlerinde şişlik görülebilir.

Eklemler;

Eklemlerden biri ya da birkaçı bu bakteri nedeniyle iltihaplanmışsa (septik artrit), enfekte olan eklemler kırmızı, şişmiş ve ağrılı olur.

Gonore, tedavi edilmediği takdirde kadın ve erkekte ciddi sağlık problemlerine yol açabilir.

Kadınlarda pelvik inflamatur hastalık (PID) oluşabilir ve bu nedenle tüplerde yapışıklık ve tıkanıklık, kısırlık, uzun dönemli kasık ve karın ağrılarına neden olabilir.

Erkeklerde testislerin bağlı olduğu tüplerde ağrı ve nadiren kısırlık ile sonuçlanabilir. Tedavi edilmeyen gonore kan ve eklemlere yayılabilir. Bu, hayati tehlike arz eden bir durumdur. Gonore geçiren kişi korunmasız ilişkiyle tekrar hastalığa yakalanabilir.

Tedavisi;

Çeşitli antibiyotikler ile gonore başarıyla tedavi edilir. Fakat ilaçlara dirençli bakteri tiplerinin ortaya çıkışıyla tedaviler güçleşmiştir. Birçok hastada gonore ile klamidya enfeksiyonu birlikte bulunur. Tedavide her ikisine yönelik antibiyotikler birlikte verilir. Gonoresi olan kişilerin diğer cinsel yolla bulaşan enfeksiyonlar yönünden de araştırılması gerekir. Verilen tedavinin sonuna kadar kullanılması önemlidir. İlaç tedavisi ile enfeksiyon sona erse de oluşan kalıcı hasarlar geçmez.

Gonoresi tedavi edilmiş kişiler enfekte kişilerle temas sonrası  tekrar hastalanabilirler. Tedaviye rağmen belirtiler devam ediyorsa kişinin tekrar hekimine başvurması gerekir.

Çocuklarda gonore çeşitli antibiyotikler ile başarıyla tedavi edilir. Fakat ilaçlara dirençli bakteri tiplerinin ortaya çıkışıyla tedaviler güçleşmiştir. Tedavi edilmeyen gonore, kadınlarda ve erkeklerde çok ciddi sağlık problemlerine yol açabilmektedir.

Kadınlarda genellikle pelvik inflamatuar hastalığa (PID) yol açmaktadır. PID; tüplere zarar veren, infertiliteye (kısırlık) veya dış gebeliğe neden olan bir hastalıktır. PID; çok hafif seyredebileceği gibi ateş ve karın ağrısı gibi ciddi semptomlara da neden olabilmektedir. PID rahim ağzından başlayarak, kadın genital organlarında enfeksiyona neden olmakta ve uzun dönemde kronik pelvik ağrıya dönüşmektedir.

Erkeklerde ise gonore epididimitise neden olmaktadır. Epididimitis; spermleri testislerden üretraya (idrar kanalı) taşıyan epididimis adı verilen organın enfeksiyonu olup tedavi edilmediğinde kısırlığa yol açabilmektedir.

Gonore kan veya eklemlere yayılabilmekte ve hayatı tehdit eden bir hastalık haline gelebilmektedir. Ayrıca gonore hastalığı, hastanın HIV ile enfekte olma olasılığını arttırmaktadır.

Korunma yolları;

Cinsel yolla bulaşan hastalıklardan korunmakta en önemli unsur, korunmasız cinsel ilişkiden kaçınmaktır. Ayrıca tek eşlilik önerilmektedir.

Latex kondomlar her seferinde ve doğru olarak kullanıldığında hastalık bulaşma riskini azaltırlar. Akıntı, idrar yaparken yanma, ağrı veya kızarıklık halinde hemen hekime başvurmalıdır.

Gonore tanı ve tedavisi olan kişinin yakın dönemde cinsel ilişkiye girdiği partnerlerinin de muayene, test ve gerekirse tedavilerinin yapılması gerekir. Böylece bu kişilerde gelişebilecek olası komplikasyonlar engellenebilir ve bunların enfeksiyonu tekrar tekrar bulaştırmaları önlenir.

Hastaların tedavi sonuçlanana kadar cinsel ilişkide bulunmamaları gerekir. Ayrıca yılda bir kez herhangi bir yakınma olmasa bile kontrole gitmek ve test yaptırmak önerilmektedir.

Paylaşın