Çocuklarda Apandisit nedir? Teşhisi, Tedavisi

Apandisit, Apendiksin enfeksiyonuna verilen isimdir. Apendiks, ince barsak ile kalın barsağın birleştikleri bölgede, kalın barsağın uzantısı olan ve bir eldiven parmağı şeklinde bir organdır. Ortalama 10 santimetre boyundadır.

Apendiksin işlevi henüz kesin olarak bilinmese bile son yıllarda gerçekleştirilen araştırmalar bu kesenin yararlı sindirim florası tarafından hastalık dönemlerinde kullanılan bir nevi sığınak işlevi gördüğüne işaret etmektedir. Ancak Apendiksin alınmasının vücuda doğrudan bir zarar verdiğine dair herhangi bir kanıt bugüne kadar bulunmamıştır.

Apandisit çocuklarda yaygın olarak görülen bir hastalıktır. Sebebi apandis adı verilen kolona bağlı küçük boru biçimindeki yapının iltihaplanmasıdır. İki yaşın altındaki çocuklarda nadiren rastlansa da her yaştan insanda görülebilir. Yaygın rastlanan belirtiler yaşa göre değişiklik gösterir ancak herhangi bir doktor doğru tanıyı koyacaktır ve ameliyat gerekip gerekmediğine karar verecektir.

Nedenleri;

  • Dışkı taşı olarak bilinen sertleşmiş maddenin varlığı;
  • Bağırsaklardaki lenf bezlerinin iltihaplanması;
  • Parazitlerin varlığı
  • Apandisiniz tıkandığında, iltihaplanır ve ilk belirti kendini gösterir: ağrı. Bu durum ortaya çıktığında bakteri hızla çoğalmaya başlar. Apandis iltihaplanır ve hızla çıkarılmazsa çatlayabilir. Bu da bir çocuğun sağlığını – hatta hayatını- tehdit edebilir.

Belirtileri;

Bir kişiden diğerine, apandisin boyutunun ve yerinin değişiklik göstermesi gibi, çocuklarda apandisitin de çeşitli pek çok sebebi vardır. Bu belirtiler oldukça yaygındır. Belirtiler başka bir hastalığın, basit bir sindirim probleminin veya daha karmaşık bir sorunun göstergesi de olabilirler.

Aşağıda bahsedeceğimiz belirtilerin hepsi ortaya çıkmayabilir. Bu nedenle, yalnızca birkaçının ortaya çıktığını fark eder etmez bir doktora görünün. Onlar hastalığa doğru tanıyı koyabilecek deneyime sahiptirler. Apandisit belirtilerin başlangıcından itibaren 24 – 72 saat aralığında patlayabilir. Bu yüzden apandisit hastalığı çok ciddiye alınmalıdır.

En yaygın belirtileri;

Karın ağrısı; Bu en yaygın görülen belirtidir. Ağrı göbek çevresine yerleşir ve sonra karnın sağ alt kısmına doğru hareket eder. Derin nefes alma veya hareket etme durumunda kötüleşir. Karın kaslarında sertleşme, idrar yaparken ağrı veya bağırsak hareketliliği görülebilir.

Kusma ve iştah kaybı; Bir çocukta apandisit hastalığı görüldüğünde, baş dönmesi, mide bulantısı, kusma ve iştah kaybı genellikle birlikte ortaya çıkar. Bu belirtiler başka hastalıkları da işaret ediyor olabilir. Bu yüzden, eğer karın ağrısı da bu belirtilere eşlik ediyorsa, belirtilerin kaynağı apandisit olabilir.

Lökositoz; İltihaplanma ve enfeksiyon oluştuğunda, vücut daha fazla beyaz kan hücresi üreterek savunmaya geçer. Laboratuar ortamında sonuçları değerlendirilecek testlerle kandaki lökosit miktarının artıp artmadığı net bir şekilde anlaşılabilir.

Daha az rastlanan belirtileri;

Ateş; Çok yaygın olmasa da, özellikle çocuklarda, hastalığın ilk saatlerinde ateş ortaya çıkabilir. Ayrıca iltihabın ilerlemesiyle apandisit patladığında da yüksek ateş görülebilir. Bu noktada organın içindeki kalıntılar karın boşluğuna geçer.

İshal veya kabızlık; Bu belirtiler yaygın değildir ancak görülebilir. Aşırı bir ishal yaşanmaz. Dışkı çok sulu olmayacaktır. Küçük miktarlarda ishal görülür ve dışkıda mukus bulunur. Kabızlık da ortaya çıkabilir.

Karında şişlik; Hastanın küçük bir çocuk veya bebek olması durumunda, semptom olarak şiş ya da kabarık bir karın oluşması görülebilir.

Belirtiler yaşa göre nasıl farklılık gösterir?

5 ile 12 yaşları arasındaki çocuklarla, ergenlerde ve yetişkinlerde ortaya çıkan apandisit belirtileri benzerdir: karın ağrısı, kusma ve iştah kaybı.

1 yaşından küçük çocuklarda apandisite çok nadir rastlanır. Bu yaşta ana belirti karın şişliğidir. Diğer yaygın belirtiler kusma ve iştah kaybıdır. Ancak bebek kendini ifade edemediği için ağrı olup olmadığına karar vermek zordur.

Bebeklerde apandisin boyutu çok küçük olduğu için iltihaplanmanın ve patlamanın meydana gelmesi zordur. Benzer şekilde, 1-5 yaş aralığındaki çocuklarda da apandisite nadir olarak rastlanır.

Eğer bu yaşta apandisit ortaya çıkarsa, belirtileri, ağrı, ateş ve kusmadır. Ayrıca karının baskı altında hissedeceğinin de altını çizmeliyiz. Çocuk yoğun ağrıdan şikayet edebilir.

5 ve 12 yaş arasındaki çocuklarda, ağrı karnın merkezinden, karnın sağ alt bölgesine geçiş yapmayabilir. Bu yaş aralığındaki bazı hastalarda ateş görülür. Pek azında ise ishal oluşur.

Teşhisi;

Çocuklarda apandisit tanısı muayene ile konulur. Akyuvarların (lökosit) yüksekliği, boğaz iltihabı ya da idrar yolu iltihabı varlığında da olabildiğinden dikkatle değerlendirilmelidir. Ultrasonografi ve gereken durumlarda bilgisayarlı tomografiden de yararlanılabilmektedir.

Tedavisi;

Apandisit, sadece ameliyatla apandis çıkarılarak (appendektomi) tedavi edilebilir. Çok az komplikasyonun görüldüğü bir prosedürdür. Apandisit iltihaplanmasını azaltmak veya tedavi etmek için başvurabileceğiniz ev yapımı veya doğal bir çözüm yoktur.

İltihaplı apandis çıkarılmazsa patlayabilir ve bakteriler vücuda yayılabilir. Apandisitin patlaması sonucu oluşan enfeksiyon çok ciddidir: Apse yapabilir (içi cerahat dolu enfeksiyon) veya karnın içine yayılabilir (karın zarı iltihabı olarak bilinen durum).

Doktorlar, çocuk belirtileri iyi tarif edebildiği ve anormal bir ağrı modeli görülmediği sürece genellikle çocuklarda apandisit teşhisini doğru bir şekilde koyabilirler. Appendektomi yaygın olarak başvurulan bir yöntemdir. Hasta iki veya üç gün hastanede kaldıktan sonra evine dönebilir.

Paylaşın

Çocuklarda ülser nedir? Belirtileri, Tedavisi

Mide ya da onikiparmak bağırsağının, mide asidi ve pepsin gibi sıvılar tarafından tahrip edilip, doku kaybının oluşması olarak tanımlanabilecek olan Ülser, yalnız yetişkinlende değil çocuklarda da görülebilen önemli bir sağlık sorunu. Ülsere neden olan helicobacter pylori adı verilen bakteri, çocuklarda da yaygın olarak bulunuyor.

Bu bakterinin bulaşmasının engellenmesi için çocukların ağızlarına yakın bölgeden öpülmemesini ve aynı kaşıktan tadarak yemek yedirilmemesini öneriliyor.

Peptik ülser hastalığı olarak adlandırılan; mide, ince bağırsağın başlangıç kısmı olan oniki parmak bağırsağının iç yüzeyinde yara şeklinde ortaya çıkan sorunlar her 100 kişiden 10’ununda görülebiliyor. Helicobacter Pylori adı verilen bir bakteri peptik ülsere neden olan etkenlerin başında geliyor.

Ancak bu bakterinin dışındaki faktörler de ülsere yol açabiliyor. Aspirin, ibuprofen ve naproxen gibi ağrı kesici ilaçların yanısıra kafa travması, yanıklar, ağır enfeksiyonlar ve fiziksel strese bağlı faktörler de ülser oluşumuna yol açabiliyor.

Ülser yeni doğan döneminde bile görülebiliyor. Yenidoğan dönemindeki ülserler sekonder karakterdedir, yani enfeksiyon, travma gibi nedenlere bağlı ortaya çıkar. 1 ay ile 6 yaş arasında da mide ülserleri oniki parmak bağırsağı ülserlerinden daha sıktır. Ergenlikle birlikte oniki parmak bağırsağındaki ülserler daha fazla sıklıkta görülmeye başlar.

Peptik ülser hastalığının belirtileri aslında son derece tipik. Ancak çocuklarda bu belirtilerin kolayca tanınması mümkün olmuyor. Bunun nedeninin çocukların sorunlarını tam olarak anlatamamasından kaynaklanıyor. Örneğin çocuklar sorulduğunda ağrının karakterini söyleyemeyebilirler ve çoğu kez göbek çevresini işaret ederler. Küçük çocuklarda ve bebeklerde huzursuzluk, yemekten sonra ağlama nöbetleri ve demir eksikliğine bağlı kansızlık peptik ülser hastalığı belirtileri olabilir.

Bu yüzden ailelerin son derece dikkatli olması gerekiyor. Karın ağrısı, peptik ülser hastalığının en sık görülen belirtisi. Yanma şeklinde olan karın ağrısının genellikle yemeklerden 2-3 saat sonra ortaya çıktığını, yemek yedikten sonra azaldığı belirtiliyor, ağrının şiddetiyle bazen çocuklar gece uykudan uyanabilirler. Kusma, kanama, iştahsızlık, kilo kaybı diğer belirtiler arasındadır.

Teşhisi;

Günümüzde peptik ülserin tanısının konulmasında en fazla kullanılan yöntemlerin başında endoskopi var. Bu yöntemle ülser direkt olarak görüldüğü gibi, doku biyopsisi alınarak bakterinin üreyi parçalaması esasına dayanan hızlı üreaz testiyle hasta girişim odasından çıkmadan Helicobacter Pylori tanısı konulabiliyor. Bakterinin mikroskopta görülmesi ve kültür yoluyla üretilmesi sayesinde kesin tanının konulduğu belirtiliyor. Diğer tanı yöntemleri kanda bakteriye karşı oluşan antikorların bulunması ve nefes testidir. Bu testte hastaya içinde özel bir karbon atomuna bağlı üre olan bir sıvı içirilir. Helicobacter Pylori’nin üreyi parçalaması sonucu karbon atomu akciğerlerden solunumla birlikte atılır.

Tedavisi;

Çocuklarda görülen ülserin tedavisinde de erişkinlerin tedavisinde izlenen yol izleniyor. Sindirim sistemindeki helicobacter pylori’yi öldürmek için uygun antibiyotikler, mide asidini azaltan ve mide iç yüzeyini koruyan ilaçlar kullanılıyor. Ancak bu ilaçların tek başlarına kullanıldığında etkili olmadıklarını hatırlatılıyor. En etkili tedavi iki antibiyotik ve bir anti-asit ilacının 2 hafta süre ile birlikte kullanılmasıdır. Hasta ilaç tedavisine yanıt vermediğinde ve kanama, delinme ya da mide çıkışında darlık gibi komplikasyonlar oluştuğunda ameliyat gerekir.

Çocukların bu tip hastalıklardan korunmasında ailelere büyük rol düşüyor. Helicobacter Pylori’nin nasıl bulaştığı kesin olarak bilinmiyor. Ancak ağızdan ağıza ya da Helicobacter Pylori ile enfekte olan dışkının eller, yiyecek ve su ile bulaşması sonucu geçtiği ileri sürülüyor. Bu nedenle her banyodan sonra ve yemekten önce ellerin iyice yıkanmasına özen gösterilmesi gerekiyor. Çocukları ağız bölgesine yakın öpmemeye dikkat edilmesini ve aynı kaşıktan tadarak yedirme alışkanlıklarından vazgeçilmesinin de ülsere neden olan bu bakterinin bulaşmasını engelleyebileceği hatırlatılıyor.

Korunma önerileri;

  • Temizliğe özen gösterin
  • Çocuklarınıza aynı kaşıktan tadarak yemek yedirme alışkanlığından vazgeçin
  • Çocuklarınıza tuvaleti her kullanıştan sonra ve yemekten önce el yıkama alışkanlığı kazandırın

Genel anlamda ülserin nedenleri;

Mide kendi görevlerini yerine getirirken kendisini de korumaya alır. Mukozal defans sistemleri, midenin düzenli hareketleri, hücre yenileme sistemler, işlevini yerine getirirken midenin zarar görmesini de engeller. Bu mekanizmalar son derece karmaşık bir şekilde hücre içi yollar, hücresel düzeyde hormon ve elektriksel uyarılar kullanılırken, diğer organ ve sistemlerle uyumlu bir şekilde çalışırlar.

Ancak midenin koruyucu mekanizmaları ve midede sorun yaratacak mekanizmalar arasında bir dengesizlik ortaya çıkar ise kişide mide şikayetleri başlar. Aslında bu durum tek başına mide problemi değil, tüm sindirim sistemini etkileyen bir sorun haline gelir. Tüm bu dengesizlikler kendini reflü, gastrit, peptik ülser ve fonksiyonel dispepsi olabileceği gibi mide kanserine kadar uzanan çeşitli mide hastalıkları ile ifade eder.

Ülserin ortaya çıkmasını kolaylaştıran bazı faktörler vardır. İnsan vücudunda mekanik ve fizyolojik etkileri olan “helicobakter pylori” adı verilen bir bakteri, sigara ve alkol tüketimi ile ve bazı ilaçlar ülsere neden olan en önemli etkenlerdir. Bunun yanı sıra ülser nedenleri olarak;

  • Dengesiz ve sağlıksız beslenme düzeni
  • Aşırı tuz tüketimi
  • Besinleri az çiğnemek
  • Uzun süre aç kalmak
  • Mideyi fazla doldurmak
  • Uykusuzluk
  • Yorgunluk
  • Besinlerde hijyene dikkat etmemek
  • Genetik faktörler
  • Stres

Yapılan toplumsal çalışmalarda, savaş ve deprem gibi afet benzeri durumlarda toplumda peptik ülser ve mide kanaması sıklığının arttığı ortaya konmuştur. Ekonomik buhran dönemlerinde de aynı bulgular dikkati çekerken, özellikle “fonksiyonel dispepsi” olarak adlandırılan rahatsızlığın, stresin yoğun olduğu dönemlerde daha fazla belirti verdiği de gözlenmiştir.

Genel anlamda ülserin belirtileri;

Mide ülseri belirtileri oldukça belirgin ve kimi zaman rahatsız edici olabilir. En sık rastlanan ülser belirtisi, karnın üst kısmında kemirme ve yanma şeklinde hissedilen ağrıdır. Özellikle öğün aralarında kendini daha çok gösteren ülser, özellikle onikiparmak ülseri olan kişileri gecenin herhangi bir saatinde uyandırabilir. Genel olarak bakıldığında mide ülseri belirtileri şu şekildedir,

  • Midede yanma ve ağrı
  • Bulantı
  • Kusma ile gelen rahatlama
  • İştahsızlık
  • Kilo kaybı
  • Şişkinlik ve gaz
  • Sık acıkma
  • Yemek yedikten sonra mide ağrısı
  • Hazımsızlık

Ülser bazı hastalarda hiçbir ön belirti vermeden kanama ve delinme gibi durumlara neden olabilir. Özellikle sonbahar ve bahar aylarında sıklığı artan ülser belirtileri fark edilir fark edilmez uzman bir sağlık kuruluğuna başvurulmalıdır.

Ülserden korunmak için neler yapılmalı?

  • Sağlıklı ve düzenli bir beslenme programını uygulayın.
  • Kahvaltı etmeyi ve öğünlerinizi ihmal etmeyin.
  • Kızartma, aşırı şekerli, tuzlu ve yağlı tatlılardan uzak durun.
  • Yeterli sıvı almaya özen gösterin.
  • Çay ve kahveyi sınırlayın.
  • Akşamları buharda pişmiş yemekleri tercih edin.
  • Küçük porsiyonlar tüketin
  • Mideniz uzun süre boş kalmasın.
  • Tatlı olarak taze ve kuru meyveler, meyveli yoğurtlar veya sütlü tatlıları tercih edin.
Paylaşın

Çiçek hastalığı nedir? Belirtileri, Tedavisi

İsim benzerliği nedeni ile genelde Suçiçeği Hastalığı ile karıştırılan Çiçek Hastalığı, variola virüsünün neden olduğu bir hastalık çeşididir. Akut, enfeksiyöz bir hastalıktır. Her yaşta ve her cinsiyetten kişiler bu hastalığa yakalanabilir.

Bu hastalık, suçiçeğinden çok daha ciddi seyreder. Vücutta irin dolu kabarcıklar oluşturur ve bu kabarcıklar suçiçeği hastalığının oluşturduğu kabarcıklara göre daha spesifik olduğu için doktorlar tarafından rahatça tespit edilir. Suçiçeği hastalığının oluşturduğu kabarcıklar daha yüzeyseldir ve genel olarak gövdede bulunur. Ancak çiçek hastalığının oluşturduğu irin dolu kabarcıklar daha derindir ve başta yüz olmak üzere göğüs, sırt ve kollarda derin irinli kabuklu kabarcıklar oluşmuştur. Renkleri hastalığın durumuna göre değişir.

Kimlerde görülür?

Çiçek hastalığı insanlarda ve evcil hayvanlarda görülebilir. Çiçek hastalığı her yaş ve cinsiyette görülebilir. Bu hastalığın inkübasyon süresi 7-107 gün arasında değişir ve bu süreçte hastada bir belirti gözükmemekle birlikte bulaşıcı değildir. Hastalık belirtileri ortaya çıktığından itibaren yani vücutta kabarcıklar oluşmaya başladığında veya ateş gibi belirtiler gözüktüğünden itibaren hastalık bulaşıcıdır. Hastanın vücudunda bulunan kabarcıklardaki virüs, hastanın eşyalarıyla, sineklerle ve virüslü hava yolu ile bulaşabilir. Hastalarda 30-40 derece ateş görülür ve kırmızı izler oluşmaya başlar. Başta yüz, baş olmak üzere göğüs, sırt, kol ve bacaklarda kabarcıklar oluşur. Çiçek hastalığını su çiçeğinden ayıran en önemli fark su çiçeği lezyonunun daha yüzeysel olması ve oluşan kabarcıkların daha çok gövdede bulunmasıdır.

Nasıl bulaşır?

Ateş ve döküntülerin çıkmasıyla birlikte hava yolu ile bulaş olur. Ciltteki döküntüler kaybolana kadar bulaşıcılık miktarı giderek azalır. Hasta kişilerin kıyafetlerinden ve yatak takımlarından da hastalık bulaşabilmektedir. Çiçek hastalığı olan kişilerin bulunduğu binalardaki havalandırma sistemleri ile bulaş olabilir ve bu nedenle ilk vakadan 2-3 hafta sonra salgın ortaya çıkabilir. Toplumlarda ortaya çıkan salgınlar ile çiçek hastası olan bir kişinin 5-12 kişiye çiçek hastalığı bulaştırabildiği bulunmuştur. Aşısız toplumlarda bütün bireyler hastalığa karşı duyarlıdır. Bu nedenle hızlı bulaş olur. Bu hızda bir hasta için 10 kişi olarak hesaplanmıştır.

Belirtileri;

Çiçek hastalığı olan birini doktorlar çok kolay teşhis edebilir. Çünkü bu hastalık özel bir döküntü ile birlikte ortaya çıkar. Su çiçeğinde görülen kabarcıklara benzeyen daha derin ve kabuklu içi irin dolu olan kabarcıklar ilk belirtilerden biri olarak çıkar. Bu kabarcıklar su çiçeğine göre daha büyük ve derin olduğu için hastalık bittikten sonra da büyük izler bırakır. Bu kabarcıklar başta baş olmak üzere genel olarak tüm vücutta bulunur. Kabarcıklar hastalığın seyrine ve şiddetine göre farklı renklerde oluşabilir. Bu kabartılar hastalığın ilerleyen günlerinde kurur ve dökülür. Deride içe göçük yaralar oluşmasına neden olur. Ağız, burun ve kulak içlerine kadar oluşan bu yaralar hastanın yaşamsal fonksiyonlarını büyük ölçüde etkiler. Hastaların ölüm sebebi büyük oranda hipotansiyon, kılcal damarlarda pıhtılaşma ve dolaşım sisteminde oluşan komplikasyonlardan (dokulara besin ve oksijen taşınamaması, karbondioksit ve metabolitlerin dokulardan uzaklaştırılamaması) kaynaklanır. Çiçek hastalığının başlıca belirtileri şunlardır:

  • Yüksek ateş
  • Titreme
  • Baş ağrısı
  • Karın ağrısı
  •  Kusma
  • Şiddetli sırt ağrısı

Tedavisi;

Çiçek hastalığı virüsü için herhangi bir tedavi bulunmamakla birlikte yakalanma olasılığını azaltmak için korunma yöntemleri bulunur. Yapılan aşılama programları sayesinde variola virüsü yani çiçek hastalığı tamamen ortadan kaldırılmıştır. Sadece laboratuvar ortamında çalışan bireyler risk altında olabilir. Çiçek virüsüne temasta bulunduğu düşünülen kişilerin veya çiçek hastası olan bir kişi ile teması olan kişilerin teması takiben 4 gün içinde aşı olması, hastalığı geçirmesini önleyebilir veya hafif atlatmasını sağlayabilir. Ayrıca yapılan çalışmalar Cidovir’in kemoproflakside etkin olarak kullanılabileceğini ortaya çıkarmıştır.

Çiçek hastalığı salgınında ne yapılmalıdır?

Salgın olduğunda en önemli şey daha fazla yayılmasını durdurmaktır. Bu nedenle hastalığa sahip olan bireylere hemen tanı konulmalıdır. Salgın durumlarında yapılası gereken vakaları yani hastaları bulmak ve bu hastaların temas ettiklerini belirleyerek aşılamak gerekir. Döküntüsü olan bireylerin kimlerle temas ettiği iyi bir şekilde araştırılmalı ve aşı yapılamıyorsa 18 gün boyunca bireyin ateşi ve belirtileri  takip edilmelidir. Hastalık belirtisi gösteren bireyler izole edilmeli ve bu hastalardan örnek alınmalıdır. Geniş alana yayıldıysa kalabalık yerlerden uzak durulması gerekir. Sağlık örgütü tarafından verilen korunma önlemleri uygulanmalıdır.

Çiçek Aşısı nedir, koruyuculuk süresi ne kadardır?

İlk çiçek aşısı inek çiçeği aşısıdır ve bu aşı ile hasta olmayan bireyler aşılanarak bireylerin hasta olması engellenmiştir. Daha sonra bu aşı geliştirilmeye devam etmiştir. Bu aşı aynı zamanda tarihteki ilk aşıdır ve hatta aşı anlamına gelen vaccine, ‘vacca’ kelimesinden gelir. Vacca, Latince’de inek anlamına gelmektedir. Bu aşı sayesinde günümüzde çiçek hastalığı tamamen yok olmuştur. Ayrıca bu aşılama sayesinde başka hastalıklara da çareler bulunmaya başlanmıştır. Çiçek aşısının içeriğine bakacak olursak çiçek aşısı aslında canlı bir virüs aşısıdır. Orthopox virüs ailesinden olan Variola virüsüne çok benzer.

Aşının koruyucu etkisi yüksektir fakat 1999’da üretim ve depolanması Dünya Sağlık Örgütü Variola Virüs Danışma Komitesi tarafından kısıtlanmış bir aşıdır. Pek çok ülke aşı stoklarını artırma çabasında olmasına rağmen aşının bağışıklık yapabilme özelliği olabileceği düşünüldüğü için buna bakılması önerilir. Aşı üretim çalışmaları devam etmekle birlikte stoklardaki çiçek aşılarının kontrolleri de yapılır. Stoklarda bulunan aşıların yıllardır bağışıklık yaratma özelliğini (potens) kaybetmediği belirlenmiştir. Aşının koruyuculuk süresine bakacak olur isek yapılan kişiyi en az on (10) yıl süresince koruduğu tespit edilmiş. Aşılı bireylerde semptomlar daha hafif seyretmekte olup bu kişilerden daha az bulaş olduğu biliniyor.

Çiçek Aşısının yan etkileri nelerdir? 

Aşının yan etkileri yani komplikasyonları sıktır. fakat, hastalık riski olan kişilere, hastalığın komplikasyonları göz önünde bulundurulduğunda yapılması tercih edilir. Aşının en önemli yan etkileri aşıya bağlı oluşan egzama, generalize vaccinia infeksiyonu, prograsif vaccinia infeksiyonu ve aşı sonrası ensefalittir. Ayrıca günümüzde aşılar üzerindeki çalışmalar devam ediyor. Hassas olan gruplarında aşıları kullanabilmesi için aşı ile birlikte immünoglobilinler geliştiriliyor.

Çiçek Aşısının kontraendikasyonları nelerdir?

Çiçek aşısı bazı gruplara yapılmamalıdır. Bu grupta bulunanları şu şekilde sıralayabiliriz:

  • Gebeler
  • İmmün yetmezliği olan bireyler
  • Tedavileri sırasında immün baskılayıcı ilaç kullanan hastalar
  • HIV(+) olanlar
  • Özgeçmişinde egzaması olan bireyler

Eğer bir salgın durumu varsa, bu kişilere de aşı yapılmalıdır fakat aşı ile birlikte immünoglobülin de verilmelidir. Eğer çiçek hastalığına neden olan variola virüsüne maruz kaldıysanız veya çiçek hastalığı olan biriyle temas ettiyseniz en kısa sürede sizlere en yakın sağlık kuruluşuna başvurarak durumu bildiriniz.

(Kaynak: medicalpark.com.tr)

Paylaşın

Çıban nedir? Belirtileri, Nedenleri, Tedavisi

Derideki kıl keseciğine veya yağ bezi kanalına stafilokok denilen bakterinin girmesi ile oluşan irinli, ağrılı şişliklere çıban (fronkül) denir. Küçük bir sivilce gibi oluşmaya başlayan çıban, giderek irileşerek büyük bir kitleye dönüşür.

Yağlı cilt tipi, aşırı terleme, kaşıntılı hastalıklar, alkol tüketimi gibi etkenler, kişide çıban oluşumunu artıran faktörler arasında yer alır. Çıban, genellikle ense, boyun, göz kapağı, kafa derisi, kulaklar, kalça, kol ve bacaklarda yaygın olarak görülse de vücudun tüm bölgelerinde de oluşabilir. Kendiliğinden iyileşebilen bu enfeksiyon, bağışıklık sistemi zayıf kişilerde kana karışarak daha ciddi sağlık problemlerine yol açabilir.

Nedenleri;

  • Kronik Deri Rahatsızlığı: Birçok deri hastalığında bakterinin vücudun içerisine girmesi kolaylaşır.
  • Şeker hastalığı (Diyabet): Deride oluşan hasarların iyileşmesi zorlaştığı ve savunma sistemi zayıfladığı için gelişebilir.
  • Bağışıklık sistemi sorunları: Böbrek yetmezliği, kemoterapi, steroid (kortizon) tedavisi, kalıtsal olarak bağışıklık sisteminin çalışmaması gibi durumlarda sık gelişir.
  • Fazla kilo: Obez kişilerde vücutta katlar oluşması ve bunların birbirine sürtünmesi sonucu cilt tahriş olur. Ayrıca bu bölgelerin fazla terlemesi de çıbana neden olabilir.
  • Sık sık terleme: Bazı tiroit hastalıklarında terlemenin çok olması çıbana neden olabilir. Ayrıca, vücutta nemin fazla olduğu kasık, koltuk altı gibi bölgelerde daha sık görülür.

Belirtileri;

  • Deride sert, ağrılı, bezelye veya nohut büyüklüğünde şişlik
  • Şişliğin ortası bazen beyaz veya sarı renkte olabilir.
  • Çıban etrafında sıcaklık artışı ve kızarıklık olabilir.

Türleri;

Pek çok çıban türü bulunmakla beraber sıklıkla karşılaşılan çıban türleri şunlardır:

  • Şark Çıbanı: Halep çıbanı, Bağdat çıbanı ve güzellik yarası olarak da bilinen şark çıbanı, kutanöz leishmaniasis adlı paraziti taşıyan kum sineklerinin ısırması ile insana bulaşır. El, ayak ve yüz bölgesinde sivilce şeklinde başlayan ve 1-2 cm çapında yaralara yol açan bu enfeksiyon, tedavi edilmediğinde kalıcı ize yol açar.
  • Kara Çıban: Şarbon olarak da bilinen kara çıban, halk arasında çoban çıbanı gibi farklı isimlerle de anılır. Bacillus anthracis bakterisinin yol açtığı hastalık, inek, koyun ve keçi gibi hayvanlardan ya da bakterinin bulunduğu eşyalara temas sonucu insana bulaşabilir. Bulaştığında deride kabarıklık ve kaşıntıya yol açan içi su dolu kabarcık şeklinde görünen çıbanın orta kısmı zamanla kararır ve ağrısız bir yara hâlini alır.
  • Şirpençe Çıbanı: Aslan pençesi olarak da bilinen çıbanın tıptaki adı karbonküldür. Staphylococcus aureus bakterisinin yol açtığı bu çıban türü diğer çıban türlerine göre çok daha ağır seyirlidir. Deride çıban oluşumunun yanı sıra ateş, titreme ve üşüme gibi belirtilere yol açar.

Ne yapmalı?

  • Yara yeri sabunlu su ile yıkanarak temizlenmelidir.
  • Sıcak su ile temiz bir bezle pansuman yapılmalıdır.
  • Çok sayıda ve büyük boyutta çıban oluştuysa ve altta yatan herhangi bir hastalık varsa doktora başvurulmalıdır.
  • Merhem olarak veya ağızdan verilen ilaçlar düzenli bir şekilde kullanılmalıdır.

Nelere dikkat etmeli?

  • Yara yerine dokunmamak gerekir. Dokunulursa, enfeksiyon bulaşmaması için ellerin çok iyi yıkanması gerekir.
  • Yara yeri temiz gazlı bezle kapalı tutulmalıdır.
  • Halk arasında uygulanan birçok çıban tedavi yöntemi vardır. Ancak bunların hiçbirini doktorunuza danışmadan uygulamayın.

Ne zaman doktora gidilmeli?

  • Çıban yüzde ve kulak etrafındaysa
  • Çok sayıdaysa
  • Çok sık tekrarlıyorsa
  • Çıban giderek büyüyorsa
  • Ateş, halsizlik ve titreme şikayetleri varsa
  • Çıbanın iyileşme süresi 2 haftayı geçti ise mutlaka doktora başvurulmalıdır.

Tedavisi;

Kızarıklık ve kaşıntı hissi ile oluşmaya başlayan çıban, bir süre sonra ağrılı bir şişlik hâlini alır. Genelde iyice olgunlaşmasının ardından kendiliğinden patlayarak iyileşir. Bu gibi durumlarda çıban, tedaviye gerek kalmaksızın iyileşebilir. Çıbanın patlamasından sonra yeni bir enfeksiyona açık hâle gelen bölgeye çıplak elle dokunulmamalı ve bölge iyice temizlenmelidir.

Çıban oluşumu, erken dönemde fark edilirse günde birkaç kez çıbanın üzerine sıcak pamuk koymak, fazla bastırmadan bölgeyi temizlemek, çıbanın büyümeden iyileşmesini sağlayabilir. Ancak çıban sayısı fazlaysa, çıban oluşumu sürekli tekrar ediyorsa ve bağışıklık sisteminin zayıf olduğunu gösteren diğer belirtiler varsa kişi, mutlaka hekime başvurmalıdır.

Bu tip vakalarda hekim, fizik muayene yaptıktan ve hastanın öyküsünü dinledikten sonra gerekli gördüğünde ek laboratuvar tetkikleri isteyebilir. Doktor, tedaviyi kişinin genel durumuna ve çıbanın türüne göre düzenler. Genelikle kişiye antibiyotikli krem ya da antiseptik solüsyon reçete edilir. Ağrı düzeyi fazlaysa hekim, lokal olarak kullanılacak ağrı kesici krem de verebilir.

Bazı durumlarda çıban ameliyatı olarak da bilinen yöntemle steril ortamda uygun araçlarla çıbanın içinde bulunan irinin boşaltılması da sağlanır. Çıbanın, kişinin kendisi tarafından sıkılması ya da içinin boşaltılmaya çalışılması, enfeksiyonun yayılmasına yol açabilir. Özellikle göz altı, burun ve kulak bölgesinde yer alan çıbanlara uygun olmayan yollarla yapılan müdahaleler, enfeksiyonun beyne ulaşmasına ve çok daha ciddi sağlık problemlerine yol açabilir.

Sık sık vücudunuzun belirli bölgelerinde çıban görüyorsanız, yüzünüzde ve kulak etrafında çok sayıda çıban varsa, çıban giderek büyüyor ya da ateş, hâlsizlik ve titreme gibi belirtiler eşlik ediyorsa, iki haftadan uzun süredir iyileşmediyse, çıban oluşumu sürekli tekrarlanıyorsa, sağlık kontrollerinizi yaptırmak üzere sağlık kurumlarına başvurabilirsiniz.

Paylaşın

Çocuklarda üst solunum yolu enfeksiyonu nedir? Belirtileri, Tedavisi

Akut solunum yolu enfeksiyonları; etiyoloji, klinik, tedavi ve prognoz dikkate alındığında, üst solunum yolu enfeksiyonları (ÜSYE) ve alt solunum yolu enfeksiyonları (ASYE) olarak iki gruba ayrılmaktadır. 

Üst solunum yolu, burun deliklerinden vokal kordlara kadar olan hava yollarından (paranazal sinüsler ve orta kulak dahil olmak üzere larinks) oluşur. Alt solunum yolu, solunum yollarının trakea ve bronşlardan bronşiyollere ve alveollere kadar olan kısmını kapsamaktadır. ÜSYE, yalnızca solunum yolu ile sınırlı kalmaz ve enfeksiyon, mikrobiyal toksinler ve enflamasyona bağlı olarak akciğer fonksiyonunun azalması nedeniyle sistemik etkilere yol açabilir.

Çocuklarda üst solunum yolu enfeksiyonları, belirtileri ve tedavisi;

Grip;

Grip “influenza virüs” adı verilen virüslere bağlı olarak ortaya çıkmaktadır. Grip mikropları damlacık yoluyla bulaşmaktadır. Hapşırıkla ve öksürük ile yayılmaktadır. Grip belirtileri virüs çeşidine göre farklılık göstermektedir. Bazı durumlarda seyir biraz daha ağır ilerlemekte ve çocuk kendisini daha da bitkin hissetmektedir.

Belirtileri; Grip virüsünün yol açtığı enfeksiyon sebebiyle çocukta titreme, baş ağrısı, kas ağrıları ve yüksek ateş görülmektedir. Baş ağrısı, çocuğun göz hareketlerine bağlı olarak artış göstermektedir. Vücut ısısı yaklaşık 38.5 derecenin üstünde seyreden ateş üç güne yakın sürebilir. Hatta sekiz güne kadar da uzadığı görülmektedir. Gribe bağlı olarak çocuğun göğüsünde ağrı, mide bulantısı, kusma ve karın ağrısı gibi şikayetlerde ortaya çıkmaktadır.

Tedavisi; Gribin tedavisinde de antibiyotiklere başvurulmuyor. Rahatlatıcı bazı tedavi yöntemleri kullanılıyor. Grip aşısının her yıl grip mevsimi başlamadan önce, Ekim-Kasım aylarında uygulanması öneriliyor. Ancak gecikildiğinde Mart ayına kadar yaptırılmasında fayda oluyor. İlk kez yapılacak ise bir ay ara ile iki doz, daha önceki yıllarda uygulanmış ise bir kez yaptırılıyor. Grip aşısı, altı ay ile üç yaş arası yarım doz, daha büyük çocuklarda ise tam doz uygulanıyor. Tavuk yumurtasından elde edilen aşının, yumurta alerjisi olanlara yapılmaması gerekiyor.

Nezle (Rinit);

Hem nezle hem de soğuk algınlığı adı verilen rinit, çocuklarda üst solunum yollarını hatta daha çok burnu tıkayan bir hastalıktır. Okul çağındaki çocukların senede yaklaşık 4-5 kez bu hastalığa yakalanması normal kabul edilmektedir. Bu hastalığa virüsler neden olmaktadır. Nezle, damlacık yoluyla bulaşmaktadır. Yani hapşırma veya öksürme esnasında ortaya çıkan tükürük damlacıkları sebebiyle meydana gelmektedir. Bu damlacıklar hem bulunduğunuz ortama yayılmakta hem de ellerinize ve eşyalarınızın üzerine bulaşıp, temas edildiği takdirde herkese geçiş yapmaktadır.

Belirtileri; Nezle virüsün vücuda girmesinden yaklaşık bir gün sonra belirtiler ortaya çıkmaktadır. Bu belirtiler burun akıntısı, burun tıkanıklığı, boğazda yanma hissi, sıkça hapşırma, kuru öksürük, baş ve boğaz ağrısı, hafif ateş ve halsizlik olarak sıralanmaktadır. Bunun yanısıra gözlerde yaşarma, yanma ve kızarıklık da görülebilir.

Tedavisi; Hastalığın özel bir tedavisi yok. Belirtilere yönelik ilaçlar veriliyor. Ağrı ve ateş varsa parasetamol içeren şuruplar kullanılıyor Ateş, soğuk algınlığına eşlik ettiğinde küçük çocuklara zarar vermeyen ateş düşürücü ilaçlar verilebiliyor. Burun akıntısı ve tıkanıklığına yönelik serum fizyolojik damla ya da spreyler tercih edilebiliyor. Antibiyotiğin yararsız olduğu bu tip rahatsızlıklarda çocuğun bol sıvı alması ve dinlenmesi gerekiyor.

Orta Kulak İltihabı (Otit);

Üst solunum yolu rahatsızlıkları ile birlikte, burundaki tıkanıklık ileride kulağı da etkilemektedir. Bu nedenle genellikle orta kulakta iltihap oluşmaktadır. Orta kulak iltihabı ağrı ve ateşe neden olmaktadır. Çocukluk döneminde grip ve nezleden sonra en sık görülen hastalık grubudur. Çocukların üç yaşına kadar üçte ikisi en az bir defa orta kulak iltihabı geçirmektedir. 10 yaşından sonra enfeksiyon riski azalmaktadır. Orta kulak iltihabı geçiren bir çocuğun okula devamsızlığının en önemli nedenlerinden biridir. Orta kulak iltihabının işitme kaybına yol açma tehlikesi olduğu için bu rahatsızlığı oldukça önemsemek gerekir. Daha çok grip ve nezle enfeksiyonları sebebiyle meydana gelen orta kulak iltihabı, kişinin geniz etinin büyük olmasından, östaki borusunun daha kısa olmasından, hatta geniş ve düz olmasından da kaynaklanabilmektedir.

Belirtileri; Otit mikrobun neden olduğu ödem, kulakta sıvı birikimine aynı zamanda ağrıya neden olmaktadır. Kulak içinde ağrıya ve akıntıya sebep olduğu gibi ateşle birlikte geçici işitme kaybınada yol açabilmektedir.

Tedavisi; Antibiyotiklerin tedavide etkin olduğu biliniyor. Komplikasyonları çok önemli çünkü kalıcı sağırlık veya komşu organ enfeksiyonlarına sebep olabiliyor. Örneğin, tespit ya da tedavi edilemeyen otitlerde yüzdeki temporal kemiklerin içindeki hava keseciklerinin iltihabı olan mastoidit komplikasyonu çok sık görülüyor.

Sinüzit;

Üst çene kemiği, alın kemiği ve burun çevresindeki kemiklerin içerisindeki hava boşluklarının iltihaba dönüşmesine sinüzit adı verilir. Üç yaşına kadar çocukların yaklaşık yüzde 14’ünün sinüzit geçirdiği bilinmektedir. Çocuklar üst solunum yolu hastalığı geçirip direncinin düşmesiyle bu enfeksiyonlar ağız içindeki havalanmayı sağlayan boşlukların giden kanalcıklarını tıkamaktadır. Burun akıntısı, bademciklerin şişmesi, burun tıkanıklığı, faranjit geçirilmesi sinüslerin havalanmasını engellemektedir. Bu nedenle kapalı olan alanlarda enfeksiyon daha da fazla gelişmektedir.

Belirtileri: Sinüsler bulundukları ortama göre farklı rahatsızlıklara yol açmaktadır. Ancak en temel belirtisi burun kenarlarında, göz üzerinde ve gözlerin altında ağrı hissi oluşturmasıdır. Aynı zamanda baş ağrısına, ses tonunda değişikliğe, öksürüğe, ateşe ve geniz akıntısına yol açmaktadır.

Tedavisi; Belirtiler üç günden uzun sürerse ve şiddetli olursa antibiyotik kullanılıyor. Sinüzitin tedavi edilmemesi, yeterli dozda ilaç alınmaması sonucu orta kulak iltihabında olduğu gibi beyin ya da kafatası içerisindeki organlara komşu olduğu için menenjit riski bulunuyor. Komşu organların iltihaplarına zemin hazırlamaması için tedavi edilmesi gerekiyor.

Faranjit;

Faranjit, kışın en çok görülen enfeksiyonlardan birisidir. Genellikle viral kökenlidir fakat bakteriyel de olabilmektedir. Çocuğun vücudunun direnci soğuk algınlığının üzerinden gelemediğinde ortaya çıkmaktadır.

Belirtileri: Boğaz ağrısı, kuru öksürük, boğazda yanma hissi ve ateş yapmaktadır. Üç günden sonra çocuğun şikayetleri hala devam ediyorsa bir hekime başvurulması gerekmektedir.

Tedavisi; Tedavinin mutlaka hekim kontrolünde ve uygun antibiyotikle yapılması gerekiyor.

Akut Faranjit (Tonsilit);

Akut farenjit bademciklerin iltihaplanması demektir ve damlacık yoluyla bulaşmaktadır. Burun akıntısı, öksürük, yüksek ateş ve halsizlik ile başlamaktadır. Şikayetler artarak ilerler ve çocuğun genel durumu bozmaktadır.  Doğru ve zamanında tedavi edilmez ise bademciğe bağlı orta kulak iltihabına yol açmaktadır. Bunun yanında bulaşıcı ve bademcikte bulunan mikrop türü olan streptekoklara bağlı olan kalp romatizmasına neden olmaktadır.

Belirtileri: Sıklıkla yüksek ateş, vücudun üşümesi, titremesi, boğaz ağrısı, kulak ağrısı ve yutkunmada zorlanma görülmektedir. Bunların yanında halsizlik, vücutta eklem ağrıları, iştahsızlık, seste değişiklik, mide bulantısı, kusma ve karın ağrısı da eşlik etmektedir.

Tedavisi; Tedavinin mutlaka hekim kontrolünde ve uygun antibiyotikle yapılması gerekiyor.

Larenjit;

Çocuklarda üst solunum enfeksiyonlarından biriside larenjittir. Halk arasında daha çok kuşpalazı hastalığı olarak bilinmektedir.

Belirtileri: Çocukta aniden ortaya çıkan boğuk ve çatallı öksürük, seste kısıklık ve kalın ses en belirgin belirtisidir.

Tedavisi; Soğuk buhar tedavisinden yararlanılıyor. Ses teli iltihapları nefes alma zorluğu yaptığı için mutlaka hekime başvurmak gerekiyor. Orta ve ileri aşamada kortizonlu ilaç tedavisi uygulanabiliyor. Nadiren antibiyotik tedavisi gerekebiliyor.

Bronşit;

Üst solunum yolu enfeksiyonuna sebep olan ve çocuklarda sıkça görülen bu hastalık virüslerin ana bronşlara yer etmesiyle ortaya çıkmaktadır. Bu nedenle basit solunum yolu enfeksiyonu bile olsa bu durum ilerledikçe bronşite dönüşebilmektedir.

Belirtileri: 6-7 yaş ve üzeri çocuklarda koyu balgam, sık solunum ve öksürük nöbetlerine yol açmaktadır. Tanı ise çocuğun röntgen filmi sonucu ortaya çıkmaktadır.

Tedavisi; Özgül bir tedavi bulunmuyor. Çoğunlukla kendiliğinden düzeliyor. Balgam sökmeye yardımcı ilaçlar, nefes açıcılar kullanılabiliyor. Mutlaka doktor kontrolü gerekiyor. Klinik seyirde genel durumu bozulan veya iyileşme belirtileri geciken çocuklarda ise (zatürre şüphesi varsa) antibiyotik desteğine başvuruluyor.

Bronşiyolit;

Bronşit enfeksiyonu çeşidinden birisi de bronşiyolittir. Genellikle 6 ay ve 2 yaş arası çocuklarda görülmektedir.

Belirtileri: Solunumda daralma ve solunum esnasında hırıltılı ses çıkarılması, öksürüğün giderek artması ve burun tıkanıklığı belirtiler arasındadır.

Tedavisi; Kış aylarında özellikle RSV virüsünün yol açtığı bu enfeksiyon 4-5 gün içinde iyileşiyor. Ancak küçük çocuklar bağışıklık sistemlerinin zayıf olması nedeniyle bu tür durumlarda bakteriyel enfeksiyonlara da açık hale geliyor. Hasta çocukların iyi takip edilmesi gerekiyor.

Zatürre (Pnömoni);

Zatürre, akciğerdeki hava keseciklerinin iltihaplı sıvıyla dolmasıdır. Genellikle kalp hastalığı olan, daha önceden akciğer hastalığı geçiren çocuklarda ve erken doğum ile meydana gelen çocuklarda görülmektedir. Virüs ya da bakteri yoluyla bulaşan bir hastalıktır. Pnömoni geçiren bir çocuk ciddi derecede solunum sıkıntısı çekmektedir. Bu hastalığa bakteriler neden olsa da doktor gözetiminde antibiyotik kullanımı gerekmektedir.

Belirtileri: Yüksek ateş, baş ağrısı, öksürük, titreme, halsizlik ve karın ağrısı sıkça görülmektedir.

Tedavisi; Solunum yetmezliği bulguları varsa tedavi mutlaka hastanede yapılıyor. Ancak hastanın genel durumu ve klinik bulguları uygunsa yakın aralıklarla kontrole çağırılmak üzere tedavisi evde yapılıp, takip edilebiliyor.

Dikkat Edilmesi Gerekenler;

  • Çocuğun taze meyve suları ve bitki çayları gibi seçeneklerle bol sıvı tüketmesi, ılık banyolarla rahatlatılması gerekiyor. Bu dönemde iştahı olmayan çocuğun yemeye zorlanmaması tavsiye ediliyor.
  • Mümkün oldukça bulunulan ortamın havalandırılması, serin tutulması ve çocuğun açık havaya çıkartılması da iyileşme sürecini hızlandırıyor.
  • Hasta çocuk okula gönderilmemeli. Bu konuda okul yönetimi ve aileler gerekli hassasiyeti göstermeli.
  • Evde hiçbir şekilde sigara içilmemeli. Ebeveynler dışarıda içse bile üzerlerine sinen koku çocuğu rahatsız edebilir.
  • Viral enfeksiyonlar 3-5 gün içinde iyileşmeye başlıyor.
  • İyileşme görülmezse mutlaka bir doktora başvurmak gerekiyor.
Paylaşın

Çocuklarda kasık fıtığı nedir? Belirtileri, Tedavisi

Fıtık, karın içindeki (bağırsaklar gibi) bir organın, karın duvarından dışarı çıkmasıdır. Fıtığın bulunduğu yerde yumuşak bir kitle ele gelir. Kasık bölgesinde ortaya çıkan fıtığa kasık fıtığı denir. Çocuklardaki kasık fıtığı hem oluşumu hem tipi hem de onarım tekniği olarak yetişkinlerden farklılık gösterir. 

Yetişkinlerde bel ve boyun fıtıkları yaşam kalitesini düşürüp ağrılara yol açarken, çocuklarda en sık rastlanan türleri ise göbekte ve kasıkta olur. Çocukluk çağı fıtıklarının en sık rastlananları ise kasık fıtığı (inguinal herniler), göbek fıtığı (umblikal herniler) ve göbeğin biraz üst tarafında, karnın orta hattında görülen epigastrik fıtıklar olarak sıralanır. Tüm sağlıklı çocukların yaklaşık yüzde 1-3’ünde kasık fıtığı görülür. Bu oran prematüre bebeklerde yaklaşık 10 kat daha fazla oluyor. Aynı şekilde erkeklerde de kızlara oranla 10 kat daha sık rastlanır.

Belirtileri;

  • Fıtıklar genellikle genetik yatkınlıkla ilişkilendirilse de, tıp dilinde processus vaginalis diye bilinen yapının kapanmamasına bağlı olarak da ortaya çıkabilir.
  • Özellikle kasık fıtığında muayene edilen çocuğun ağlaması, gülmesi veya öksürmesiyle birlikte kasık bölgesindeki şişlik veya çıkıklık ile fıtık kendini fark ettirir.
  • Kasık fıtığı genellikle anne tarafından bebeğin altını değiştirirken fark edilebiliyor. Daha küçük fıtıklar ise hekim muayenesi sonrasında veya ultrasonla yapılan çekim sonrasında kendini gösteriyor. Çocuklarda kasık fıtıklarını anlamak için hekim muayenesi yeterli olur.
  • Fıtıklar genellikle elle yapılan muayene sonrasında kolaylıkla anlaşılır.
  • Göbek fıtıklarında ise, karın ön duvarının tam kapanmaması sonucunda ortaya çıkıyor. Karın duvarının gelişimiyle birlikte, bu kapanma kendi kendine gerçekleşir.
  • Ağlama esnasında veya ıkınmayla birlikte meydana gelen şişlik çocuğun sakinleşmesiyle birlikte normal haline dönüyor. Fıtığa bağlı çocuklarda meydana gelen bağırsak sıkışmalarına “fıtığın boğulması” deniliyor. Göbek fıtıkları çocuğun gelişimiyle birlikte kendiliğinden düzelebilir.

Teşhisi;

Kasık fıtığı genellikle anne tarafından bebeğin altını değiştirirken fark edilebiliyor. Daha küçük fıtıklar ise hekim muayenesi sonrasında veya ultrasonla yapılan çekim sonrasında kendini gösteriyor. Çocuklarda kasık fıtıklarını anlamak için hekim muayenesi yeterli oluyor. Fıtıklar genellikle elle yapılan muayene sonrasında kolaylıkla anlaşılıyor.

Çocukların kasık kısmındaki şişlik açıkça kendini belli ediyorsa organları karnın içine iterek fıtık olup olmadığı kolaylıkla teşhis edilebiliyor. Eğer sıkışma veya boğulma gibi durumlardan şüpheleniliyorsa bunun için de ultrasonografiden faydalanıla biliniyor.

Fıtıklarda bağırsak fıtık kesesinin içine giriyor. Bu durum kızlarda ise yumurtalığın fıtık kesesine girmesiyle de oluşabiliyor. Kız çocuklarında fıtık tedavisinin yapılabilmesi için çoğu zaman cerrahi müdahale gerekebiliyor.

Tedavisi;

Kasık fıtığı, karın içi organlarının sıkışarak boğulması riskini engellemek için, mümkün olan en kısa sürede ameliyat ile onarılmalıdır. Prematüre bebeklerde anestezinin risk taşıma olasılığı nedeniyle bir iki ay beklenebilir. Ameliyat genel anestezi altında yapılır. Kasık bölgesinde çok küçük bir kesi yapılır, fıtık kesesi onarıldıktan sonra cilt kesisi eriyen dikişlerle kapatılır. Kesinin üstü küçük bir pansumanla kapatılır. İşlem sırasında ameliyat bölgesine uzun etkili uyuşturucular kullanıldığı için ameliyat sonrası ağrı kontrol altındadır.

Ameliyattan sonra izlem gerekli;

Prematüre ve yenidoğan bebekler dışında ameliyattan kısa süre sonra çocuklara sulu gıda başlanır ve evlerine gönderilir. Genellikle aktivite kısıtlamasına gerek yoktur. Daha büyük çocuklarda ağır spor aktivitelerinden kaçınma önerilir. Ameliyat bölgesinde ve torbada işleme bağlı şişlikler olabilir, normalde bu şişlikler 1-2 ay içinde yavaşça kaybolur. Uzun süreli takipte fıtığın tekrarlaması çok nadirdir. Ancak bazı bağ dokusu gibi hastalık gruplarında ve prematürelerde tekrarlama görülebilir. Tek taraflı kasık fıtığında karşı tarafta sonradan fıtık çıkabilir. Özellikle sol tarafta kasık fıtığı varsa sağ tarafta çok yüksek oranda fıtık ortaya çıkabilir. Bu durumda yeniden ameliyat zorunludur. Uzun süre izlemde hem görsel hem de işlevsel olarak herhangi bir sorun ortaya çıkmamaktadır.

Fıtık ameliyatı zor mudur?

Eğer fıtık acil şartlar olmadan tespit edildikten hemen sonra uygun şartlarda ameliyat edilirse zor bir ameliyat değildir. Bu ameliyat “günübirlik cerrahi” olarak uygulanır. Hastaların önemli bir bölümü ameliyattan 2–3 saat kadar sonra evlerine gidebilir ve hastanede yatmaları gerekmez. Ayrıca bu ameliyat hem açık ameliyat biçiminde hem de laparoskopik yani kapalı ameliyat biçiminde gerçekleştirilebilir. Bu ameliyattaki temel prensip, açık kalan kanalın kapatılarak karın içi ile olan iştirakin ortadan kaldırılmasıdır. Hastanemizde çocuk ameliyatlarında uzman çocuk anestezistlerinin gözetiminde alınan özel ağrı önlemleri sayesinde ameliyat sonrası ağrı sorunu çok daha hafif olabilmektedir.

Paylaşın

Çocuklarda hipertansiyon nedir? Belirtileri, Tedavisi

Hipertansiyon erişkinlerde olduğu gibi çocuklarda da önemli bir sorundur. Tanımı, nedenleri ve tedavisi bazı temel yönleriyle erişkinlerden farklıdır. Doğumdan itibaren her yaşta hipertansiyon görülebilirken; çocuklardaki hipertansiyonun doğumsal olan bazı durumlar dışında aynı erişkinlerde olduğu gibi birçok sebebi olabiliyor.

Çocuklarda hipertansiyon sıklığı yetişkinlere göre daha düşük olmasına rağmen, çocukluk çağında da önemli bir klinik sorundur. Hipertansiyonun tanımı, nedenleri ve yönetimi yetişkinlere göre kısmen farklıdır. Çocuklarda kan basıncının doğru belirlenmesi, uygun teknik ve cihazların kullanılmasını gerektirir. Bazı durumlarda, hipertansiyonun nedenlerini belirlemek için kapsamlı araştırmalar gerekir.

Tanısal çalışmalar bireyselleştirilmeli ve klinik ipuçları iyi değerlendirilmelidir. Hipertansif çocukların tedavisi, hasta ve aile eğitimi, farmakolojik olmayan önlemler ve antihipertansif ilaçları içeren kapsamlı bir yaklaşım gerektirir. Bu makalede çocuk ve ergenlerde yüksek kan basıncı tespiti, değerlendirilmesi ve yönetimi gözden geçirilmiştir.

Nedenleri;

  • Böbrek hastalıklarında, böbreğin kendi dokusu ile ilgili doğuştan ya da sonradan olan hastalıklarda ya da böbreğin atardamarı veya toplardamarı ile ilgili sorunlarda
  • Kalp ve damar sistemiyle ilgili en çok ana atardamarın doğumsal ya da sonradan olan darlıklarında
  • Kalp ve damar sistemiyle ilgili en çok ana atardamarın doğumsal ya da sonradan olan darlıklarında
  • Böbrek üstü bezi, tiroit ve paratiroit bezinin çalışması ile ilgili olan hormonal rahatsızlıklarda
  • Böbrek üstü bezi, tiroit ve paratiroit bezinin çalışması ile ilgili olan hormonal rahatsızlıklarda
  • Beyin kanaması, beyin tümörü, enfeksiyonu veya travması gibi nörolojik sorunlarda
  • Beyin kanaması, beyin tümörü, enfeksiyonu veya travması gibi nörolojik sorunlarda,

Steroid gibi bazı ilaçların kullanımı sırasında;

  • Total kan volümünün arttığı, kandaki sodyum miktarının arttığı durumlarda çocuklarda tansiyon yüksekliği görülebilir.
  • Total kan volümünün arttığı, kandaki sodyum miktarının arttığı durumlarda çocuklarda tansiyon yüksekliği görülebilir.

Belirtileri;

Şikayetlerini ifade edemeyecek küçük bebeklerde hipertansiyon belirtileri huzursuzluk, sebepsiz aşırı ağlama, terleme, sık nefes alma ve beslenme güçlüğü şeklinde olabilmektedir. Daha büyük çocuklarda ise baş ağrısı, yüz kızarıklığı, görme keskinliğinde azalma, çabuk yorulma, çarpıntı, egzersizle bacaklarda ağrı, nefes nefese kalma gibi şikayetler görülebiliyor. Çocukluk çağında hipertansiyonun hiçbir belirti göstermeden de gelişebileceği unutulmamalıdır.

Televizyon obeziteye, obezite hipertansiyona neden oluyor

Hareketsizlik ve televizyon karşısında sürekli yemek yeme alışkanlığı günümüzde giderek artan bir sıklıkla erken yaşlarda obeziteye sebep oluyor. Bunun sonuçlarından biri olarak hipertansiyonun aşırı kilolu hareketsiz çocuklarda artık daha sıklıkla görüldüğünü söyleyebiliriz.

Sınav stresi ve tansiyon

Sınav stresi ya da  günlük hayatta gelişen başka stresler, ani korku, heyecan, sevinç gibi  duygusal durum değişikliklerinde de kan basıncında değişiklikler olabilmektedir. Bunlar kişiye zarar vermeyen günlük normal dalgalanmalardır. Ancak bir çocuğun daha önceden fark edilmemiş bir hipertansiyonu varsa böyle bir durumda çok daha fazla tansiyon yükselmeleri olup, ani gelişen üzücü komplikasyonlar ortaya çıkabilir.

Hipertansiyon nasıl doğru ölçülür?

Çocukluk çağında erişkinlerde olduğu gibi hipertansiyon sınırı olarak tek bir değer söylemek mümkün değil. Örneğin,  5 yaşında bir çocukta 115 / 70 mmHg’nın üzeri hipertansiyon kabul edilirken; bir günlük bebekte 80/50 mmHg ölçülen değer hipertansiyona işaret etmektedir. Bu nedenle  bir bebek ya da çocukta ölçülen kan basıncının mutlaka bir uzman doktor tarafından her yaşa göre olan normal kan basıncı eğrilerine göre değerlendirilmesi önemlidir.

Her çocuğun kol ölçüsüne uygun manşon ile bebeklerin ağlamadığı sakin bir anda, büyük çocukların da mümkün olduğunca rahat oldukları bir sırada kan basıncı ölçümü deneyimli hemşire ya da doktor tarafından yapılmalıdır. Yüksek ölçülmekte ise farklı zamanlarda birkaç kez daha ölçüm yapılmalıdır.

 

Paylaşın

Çocukluk çağında diyabet (şeker hastalığı) nedir?

Çocuklarda diyabet (şeker hastalığı), görece seyrek görülen bir hastalık olmasına karşın en önemli özelliği kronik (yaşam boyu süren) bir hastalık olmasından kaynaklanıyor. Diyabet çocukluk çağında görülen kronik hastalıkların başında geliyor.

Çocuklarda diyabetin kontrol edilememesi durumunda, erken yaşlarda böbrek yetmezliği, görme kaybı, sinir hücrelerinde zedelenme, erken kalp ve damar hastalıkları görülüyor.

Eğer çocuğunuzda diyabet varsa , diyabetin ne olduğunu bilmeli ve çocuğunuza bu yaşam biçiminde destek olmalıyız.Diyabet bakımından sorumlu olan ebeveynlerdir, ama çocuğunda yardımcı olmasına olanak tanınmalıdır.

Okul öncesi dönemde çocuklar hastalığı kötü davranışlarından dolayı kendilerine verilmiş bir ceza olarak algılar.Çocuklara kuralları ve yasakları koyarken çok dikkatli davranmak gerekir.Sürekli diyabetli olduğunu hissettirmek hastalığından nefret etmesini sağlar.

Diyabette sık görülen davranışsal sorunlar;

  • Sinirlilik
  • İçe kapanıklık
  • Diyete uymama,saatleri kaçırma
  • Tedaviye uymamak
  • Hastalığı reddetmek
  • Kan şekerini gizlemek
  • Hastalığın ardına gizlenmek
  • Spor, gezi, doğum günü, yemek davetleri gibi sosyal aktivitelere katılmamak vb.

0-5 yaş arasında; ailenin diyabeti ve insülinleri bilmesi gerekir.

6-7 yaş arasında;

Diyabetli olduklarını, vücutlarının bacak ya da karından enjekte edilmesi gereken insüline gereksinim duyduğunu, insülin aldıkları ve düzenli olarak yemek yedikleri zaman, kan şekerlerinin iyi olduğunu, kendilerini iyi hissettiklerini ve tıpkı diğer çocuklar gibi yaşayabileceklerini söyleyebilmelidir ler. Diyabet hastalığının sürekli devam edeceği, diyabet olmalarının ne kendi ne de başkalarının hatası olmadığını, neden bazı insanların diyabete yakalandığını kimsenin bilmediğini, diyabetin bulaşıcı olmadığını bilmelidirler.

İnsülin: İnsülin enjeksiyonları ebeveynlerin sorumluluğundadır. Bu yaştaki çocuklar kendilerine enjeksiyon yapabilir, ancak eğer çocuk kendisi de yapmayı isterse daima bir büyüğünün gözetiminde olmalıdır.

Yiyecekler: Çocuk okulda ya da günlük bakım merkezinde ne zaman yemek yiyeceğini bilmelidir. Yemek molaları, örneğin; teneffüste ya da çocuğun saatindeki alarm çaldığında verilebilir. Şeker ikram edildiğinde çocuk diyabeti olduğunu açıklayabilmelidir.

Egzersiz: Eğer çocuk spor yapıyorsa, ekstra yiyecek sağlamak ve/veya insülin dozunu ayarlamak ebeveynlerin sorumluluğundadır.

Kan şekeri ölçümü: Çocuk kan şekeri ölçümüne yardım edebilir, ama bu ancak bir büyüğünün gözetimi altında olmalıdır. Düşük kan şekeri olan bir çocuk yaşadığı belirtileri tarif edebilmelidir. Kan şekerleri düşük ise, 2-3 glikoz tableti yemeleri ya da bir bardak meyve suyu içmeleri gerektiğini bilmelidirler.

8-9 yaş arasında;

6-7 yaş arasındaki çocukların bilmesi gereken her şeyi 8-9 yaş arası çocuklar da bilmelidir.

İnsülin: Tedavi hala ebeveynlerin sorumluluğundadır.

Yiyecekler: Ara ve ana öğünlerin vakitlerine ve içeriğine dikkat edilmeli, öğretmenleride bu konuda bilgilenmeli ve çocuğu desteklemelidir.

Egzersiz: Çocuklar egzersiz ya da spor yapmanın daha fazla yiyecek ve belki de daha az insülin gerektirdiğini bilmelidir. Ebeveynler hala diyabet bakımının sorumluluğu taşır, ama çocuğun yardımıyla.

Kan Şekeri Ölçümü: Çocuklar kan şekeri ölçümlerini kendileri yapabilmelidir, ama sonucu bir ebeveynin değerlendirmesi gerekir. Çocuk kan şekeri değerinin ne zaman çok yüksek ve düşük olduğunu bilmeli ve bir büyüğüne haber vermelidir.

Ev dışında yemek yemek ya da uyumak : Çocuklar artık kendi kendilerine iğne yapabilse de, insülin dozu ve ne zaman enjekte edileceği hala yetişkinin sorumluluğunda olmalıdır.

12-13 arasında;

Çocuklar önemli iç organlarını tanımalıdır. Sindirim sistemi ve pankreasın işlevi konusunda bilgi sahibi olmalıdırlar.

İnsülin; Çocuklar günlük insülinlerini kimseye bağlı olmadan almalıdır. Çocuklar yavaş yavaş kan şekeri değerleri (ve kan şekeri profiline) ile beslenme, insülin ve egzersiz arasındaki ilişkiyi gitgide daha çok öğrenmelerine dayanarak insülin dozlarını değiştirme sorumluluğunu üstlenmeye başlamalıdır. Doğum günü gibi özel durumlarda ya da kan şekerleri çok yükseldiğinde almaları gereken kısa etki süreli insülin (ya da hızlı-etkili insülin analogu) miktarını bilmelidir.

Egzersiz; Yiyecek ve insülin dozunu egzersiz düzeylerine göre ayarlayabilmelidir.

Kan şekeri ölçüm; Kendi kan şekeri değerlerini yorumlayabilmeli ve bunu kan şekeri düzeylerini kontrol etmek için kullanabilmelidir. Y üksek ve düşük kan şekerinin nedenleri ve semptomlarını ve bundan kaçınmak için alınması gereken tedbirleri bilmelidir.

14-15 arasında;

Çocuklar pankreasın işlevi ve insülinin vücut üzerindeki etkisini tam anlamıyla anlamalıdır.

Yiyecekler; Buluğ çağındakiler hangi yiyeceklerin onlar için en iyi olduğunu bilmelidir.

İnsülin; Buluğ çağındakiler kan şekeri değerlerine (kan şekeri profiline) bağlı olarak kendi insülin dozlarını ayarlamayı öğrenmelidir.

Kan şekeri ölçümü; Kendi kan şekeri ölçümlerinden sorumludur. Düşük ve yüksek kan şekerinin nedenleri ve semptomlarını, bundan kaçınmak için alınması gereken tedbirleri ve ortaya çıktığında uygulanması gereken tedaviyi bilmelidir.

Hastalık; Hastalık sırasında diyabeti idare etmek hala bir yetişkinin sorumluluğundadır. Buluğ çağındakiler hasta olduklarında kendi ateşini ve kan şekerini kontrol etmek ve keton olup olmadığını görmek için idrar testi yaptırmak zorunda olduklarını bilmelidir.

Ev dışında yemek yemek ya da uyumak; Diyabet bakımlarını kendileri halledebilmelidir. Önlem olarak öğretmeni ya da başka yetişkinlerin gencin diyabeti olduğunu bilmesi gerekir.

Alkol; Bu dönemde eğer alkol alıyorlarsa , tercihen ekmek yemek zorunda olduklarını ve uyumadan önce kan şekerlerini ölçüp, bir şeyler yemeleri gerektiğini bilmelidir. İçtikleri gecenin ertesi sabahında, hipoglisemi olabileceğini bilmelidir.

Uzun dönem komplikasyonlar; Çocuklar iyi şeker kontrolünün neden bu kadar önemli olduğunu anlayabilmek için kan şekeri seviyeleri ile uzun dönem komplikasyonlar arasındaki bağlantıyı anlamalıdır.

16-17 yaş arasında;

Yiyecekler; Ergenlik çağındakiler gıdalar ve genelde yiyecekler konusunda ayrıntılı bilgi edinmelidir. Beslenme prensiplerini spor yapmak, “fast food” yemekleri her gün almaması gerektiği bilmelidir.

İnsülin; Ergenlik çağındakiler ne kadar yedikleri ve ne kadar egzersiz yaptıklarına bağlı olarak kan şekeri değerlerini (ve kan şekeri profilini) kendi başlarına bütün insülin çeşitlerinin dozlarını değişiklik göstereceğini bilmelidir.

Egzersiz; Hafif koşu, uzun yürüyüşler gibi günlük bir egzersiz rutini ile ilgili bütün egzersiz önlemlerini uygulayabilmelidir.

Kan şekeri ölçüm; Kendi kan şekeri ölçümlerinden sorumludur. Düşük ve yüksek kan şekerinin nedenleri ve semptomlarını, bundan kaçınmak için alınması gereken tedbirleri ve ortaya çıktığında uygulanması gereken tedaviyi bilmelidir.

Hastalık; Hastalık sırasında diyabeti idare etmek hala bir yetişkinin sorumluluğundadır. Ergenlik çağındakiler hasta olduklarında kendi ateşini ve kan şekerini kontrol etmek ve keton olup olmadığını görmek için idrar testi yaptırmak zorunda olduklarını bilmelidir.

Ev dışında yemek yemek ya da uyumak; Diyabet bakımlarını kendileri halledebilmelidir. Önlem olarak öğretmeni ya da başka yetişkinlerin gencin diyabeti olduğunu bilmesi gerekir.

Uzun dönem komplikasyonlar; Çocuklar iyi şeker kontrolünün neden bu kadar önemli olduğunu anlayabilmek için kan şekeri seviyeleri ile uzun dönem komplikasyonlar arasındaki bağlantıyı anlamalıdır.

Cinsellik ve hamilelik; Ergenlik çağındakiler güvenli seks yapmanın önemini bilmelidir.

HbA1c

HbA1c (A1c) son üç aylık ortalama kan şekeri düzeyini veren bir kan testidir.

Kan şekeri testi

Kan şekeri günde iki ila dört kez ölçülmelidir. Ölçümlerden biri gece kan şekeri düzeyinde düşmelerden kaçınmak için mutlaka yatmadan önce yapılmalıdır. Kan şekerini hastalık, partiler ya da spor müsabakaları gibi olağandışı durumlarda daha sık ölçmek şarttır. Kan şekeri değerlerini bir yere kaydetmek önem taşır.

Eğitim ve diyabet kliniklerine yapılan takip ziyaretleri

Eğitim ve diyabet kliniklerine yapılan takip ziyaretleri iyi bir kan şekeri kontrolünün temelidir. Diyabeti olanların kan şekerini iyi kontrol altında tutmak için ellerinden geleni yapması önem taşır. Diyabetli bir çocuğun, etrafındaki insanlardan destek görmesi şarttır.

Evdeki iyi diyabet bakımına ek olarak, diyabetli kişiler tedavi planına değişik yollarla da katılır:

  • Bütün klinik randevularına uyarak
  • Diyabet bakım ekibine karşı dürüst olarak
  • Gerektiğinde soru sorup, tavsiye alarak
  • Kurs, kitap ve broşür gibi eğitim materyallerinden faydalanarak

Albumin için idrar testi (mikroalbuminüri)

Zaman içerisinde diyabet böbreklere zarar verebilir. Ancak, kan şekeri ve kan basıncı iyi kontrol altında tutulduğunda, diyabetik böbrek rahatsızlığı (nefropati) gelişme riski çok düşüktür. Böbrek rahatsızlığının ilk dönemlerinde idrara az miktarlarda albumin sızar. Buna mikroalbuminüri denir.

Göz muayenesi

Ergenlikten başlayarak yıllık göz muayenelerine gidilmesi önemlidir. Erken tedavi, gözlerin daha fazla zarar görmesini önleyebilir.

Hipoglisemi (kan şekeri düşüklüğü)

Hafif şiddette hipoglisemi

  • Açlık ve terlemedir. Çocuğun elleri ve ayakları titrer. Solgun ve biraz da ağır hareket ediyor gözükür. Genellikle kötü bir ruh hali veya sersemlik gibi davranış değişiklikleri ortaya çıkar. Ayrıca baş ağrısı, baş dönmesi ve görme bozuklukları yaşayabilir.

Orta şiddette hipoglisemi

  • Çocuk yavaş ya da ağır hareket ediyor görünür ve aptalca ya da “sarhoş” gibi hareket edebilir. Orta şiddette hipoglisemi tehlikelidir çünkü diğer insanlar her zaman durumun ciddiyetinin farkına varmaz. Bunun yanı sıra, çocuk tedaviyi başlatmaya kalkışanlara agresif tepkiler verebilir.

Ağır hipoglisemi

  • Ağır hipoglisemi vakalarında çocuk bilincini yitirecektir, havale geçirebilir.

Tedavi; Hafif ve orta şiddette hipoglisemi vakalarında,

Bir kaç kesme şeker veya 1 bardak meyve suyu ya da şekerli limonata verilmelidir. Eğer semptomlar devam ederse, bu tedavi 5-10 dakika sonra tekrar edilmelidir. Ağır hipoglisemi durumunda, çocuğun ağzına hiçbir şey koymayın. Bunun yerine glukagon enjekte edin. Küçük çocuklar için sadece yarım doz glukagon kullanın. Kan şekeri enjeksiyondan yaklaşık 5 dakika sonra yükselecektir ve çocuk yavaş yavaş kendine gelecektir. Bütün hipoglisemi vakalarında kan şekerini bir veya 2 dilim ekmek yiyerek dengelemek önemlidir.

Herhangi bir hipoglisemi nöbeti sonrasında kan şekerinin sık sık ölçülmesi gerekir. Ağır bir hipoglisemi nöbetinden sonra, çocuk şiddetli bir mide bulantısı hissedebilir ve bunun da hastanede tedavi edilmesi gerekebilir.

Egzersiz;

Egzersizin kalp, dolaşım sistemi ve genel sağlık üzerinde olumlu bir etkisi vardır. Ayrıca, diyabetli insanlarda, vücudun insüline karşı duyarlılığını artırır ve kan şekeri seviyesini düşürür.

Düşük kan şekerinin genellikle egzersizden bir kaç saat sonra ortaya çıktığını unutmayınız.

250 mg/dl’nin üzerinde bir kan şekeri seviyesi ile egzersiz yapmayın. Vücudunuzda insülin eksiği bulunmaktadır ve keton oluşma olasılığı ile birlikte kan şekeri seviyenizde daha fazla artış riskine girersiniz.

İnsülin; İnsülin dozlarınızı egzersiz tipinize göre doktorunuzla görüşün.

Çocukların, diyabeti kendi başlarına yönetmeleri mümkün değildir. Birkaç önemli püf nokta, ebeveynlere bu konuda yol gösterebilir.

  • Ebeveynler; çocuğun yaşı kaç olursa olsun, diyabetin yönetiminde etkin olarak rol almalıdır.
  • Pediatrik diyabet konusunda uzman bir ekibin desteği alınmalıdır.
  • Çocuğun tıbbi sağlık kontrolleri düzenli olarak yapılmalıdır.
  • Ebeveynler, sağlık ekiplerine karşı dürüst olmalı ve gerek çocuğun gerekse kendilerinin hangi konuda zorlandığını paylaşmaktan korkmamalıdırlar.
  • Ebeveynler, çocuklarına karşı pozitif olmalı ve çocuklarının yapamadığı şeylere değil yapabildiklerine odaklanmalıdır.
  • Ebeveynler, çocuklarına nasıl davrandıklarına ve ne söylediklerine dikkat etmelidir. Özellikle de, kan şekeri ölçümünde yüksek bir sonuç çıktıysa.
  • Diyabetli çocuğa, diğer çocuklara davranıldığı gibi davranmak ve okuldan gelir gelmez kan şekerinin kaç olduğunu sormak yerine ona okulda neler yaptığını sormak; çocuğun motivasyonu için çok önemlidir.
  • Ailenin tüm bireyleri için aynı yemeklerin pişirilmesine ve bu yemeklerin sağlıklı olmasına özen gösterilmelidir.

Özellikle okul çağındaki diyabetli çocuklar için en önemli noktalar:

  • Çocuğun okulda rutin olarak insülin ve şeker ölçümü yapması,
  • Çocuğa, kendi şekerini takip etmesi için gerekli bilgilerin verilmesi,
  • Çocuğa düşük ve yüksek şekerin belirtilerinin öğretilmesi,
  • Çocuğun ana öğünlerini ve atıştırmalıklarını yanında taşıması,
  • Fiziksel aktivite yapması için teşvik edilmesi,
  • Acil durumlarda bağlantıya geçilecek kişilerin iletişim adreslerinin, diyabetli çocuğun üzerinde bulundurulması gerekir.
Paylaşın

Çıkık nedir, ilk yardım nasıl yapılır?

Eklem yüzeylerinin kalıcı olarak ayrılmasına çıkık denir. Çıkıklar kendiliğinden iyileşmezler. Çıkık olan eklemde deformite ve eklem hareket kaybı görülürken, ağrı kaçınılmazdır.

Çıkığın olma şekline bağlı olarak sinirlere bası ile sinir kaynaklı problemler de ortaya çıkabilir (uyuşukluk, hissizlik vs). Ortopedinin acil durumlarından birisidir. Küçük veya büyük hangi eklemde olursa olsun çıkık eklem biran önce redükte edilmelidir.

Çıkık çeşitleri;

Doğuştan çıkıklar; Çıkıklar gruplar halinde incelenir. Annenin gebelik sırasında kullanmış olduğu ilaçlar, genetik etkenler doğuştan gelerek bebeğede yansıması olasıdır. Annenin zayıf olması, bebeğin ters yönde olması gibi faktörlerde doğumsal çıkıklar arasında yer almaktadır.

Darbeye bağlı çıkıklar; Doğumsal çıkıklar dışında sportif yaralanma, trafik kazası, düşme gibi darbeye bağlı çıkıklar söz konusudur. Gelen kuvvetin etkisiyle eklemi yani iki kemiği bir arada tutan bağ ve kapsül yırtılır. İki kemik birbirinden ayrılarak ağrılı çıkık meydana gelir.

Kronik çıkıklar; Kemiklerin biribirini en küçük bir kuvvet karşısında bile terk etme halidir. Öyleki hapşırma, öksürme ve hatta elbise giyer yada çıkarırken bile ani çıkıklar meydana gelebilir. Kronik çıkıklar, akut çıkığın iyi onarılmamasından kaynaklanır. Bu durum kişinin yaşam kalitesini oldukça düşürür. Kronik çıkıklar tedavisinde cerrahi tedavi yöntemi kullanılır.

Belirtileri;

  • Yoğun ağrı
  • Şişlik ve kızarıklık
  • İşlev kaybı
  • Eklem Bozukluğu,

İlkyardım;

  • Eklem aynen bulunduğu şekilde tespit edilir
  • Çıkık yerine oturtulmaya çalışılmaz
  • Hasta / yaralıya ağızdan hiçbir şey verilmez
  • Bölgede nabız, deri rengi ve ısısı kontrol edilir
  • Tıbbi yardım istenir (112)

Komplikasyonları;

  • Kompartman sendromu; Çok ciddi bir komplikasyondur ve acil cerrahi gerektirir. Çıkık olan eklemin aşağı kısmında şişme, ağrı, hissizlik ile gider. Özellikle dirsek kırıklı çıkıklarında sık olarak karşılaşılan bir durumdur. Ekstremitenin kesilmesine kadar gidebilen durumlara neden olabilir.
  • Nörolojik (sinire ait) yaralanmalar; Geçici paresteziden (uyuşukluk) kalıcı sinir hasarına kadar geniş spektrumda olabilir. Çıkık olan eklemin yanında seyreden sinir veya sinirler hangileri ise o sinire ait sıkıntılar görülecektir. Örneğin kalça çıkığında siyatik sinire ait ayak bileğinin yukarı kaldırılamaması gibi.

  • Vasküler (damara ait) yaralanmalar; Komşuluk nedeniyle sinir yaralanmaları ile beraberlik sıktır. Hasarlanan damarın aşağısındaki nabızların alınamaması, ekstremitenin soğuk ve soluk olması önemli bulgulardır.  Eklem etrafında geniş bir morarmanın varlığı ve tansiyonun sürekli düşmesi damar hasarını akla getirmelidir.
  • Eklem instabilitesi; Bağ dengesinin bozulduğu durumlarda veya kırıklı çıkıklarda görülür. Tekrarlayan çıkıklara neden olur. Özellikle omuzda ve ayak bileğinde sürekli zorlanmalar neticesinde ameliyata gerek duyulabilir.
  • Eklem hareket kısıtlılığı; Eklem içi kırıkla beraber olan çıkıklarda, redüksiyonun geç yapıldığı durumlarda, redüksiyon sırasında veya çıkık sırasında eklem etrafındaki yapıların hasarının olduğu durumlarda, uzun süre immobilizasyon (hareketsiz bırakma) sonucunda görülebilir.
  • Artroz (eklem yüzeyinin harabiyeti); Çıkık sırasında veya redüksiyon sırasında eklem kıkırdak harabiyetinin derecesine bağlı olarak zaman içerisinde artroz meydana gelebilir.
Paylaşın

Crohn nedir? Belirtileri, Nedenleri, Tedavisi

100 bin kişiden 1-10 kişide görülen Crohn hastalığı, nedeni bilinmeyen, tamamıyla iyileşmeyen, cerrahi müdahale gerektirebilen ciddi bir sindirim sistemi rahatsızlığıdır. Bu hastalık, ağızdan anüse kadar sindirim sisteminin tüm bölümlerinde görülebilse de genellikle ince bağırsağın bitimine yakın kısımlarında kendini gösterir.

Crohn hastalığıyla ilgili değişik teoriler bulunmaktadır. Crohn hastalığında başlatıcı olabilecek mikrobiyal faktörler arasında atipik tüberküloz bakterileri, kızamık; çevresel faktörler arasında sigara olduğu ileri sürülüyor.

Belirtileri;

Karnın sağ alt tarafında hissedilen karın ağrısı hastalığın en tipik belirtisi olarak kabul ediliyor. Sulu ishal, kilo kaybı, halsizlik, iştahsızlık da karın ağrısına eşlik ediyor. Hastalık aktif olduğunda veya karın içi abse gibi bir enfeksiyon geliştiğinde ateş görülüyor. Barsak tıkanıklığı riski de Crohn hastalığının yol açtığı sağlık sorunlarından biri. Bu hastalıkların belirtileri söndüğü sürece kişinin iş yaşamı üzerine de kötü bir etkileri bulunmuyor.

Aktif oldukları dönemde ise, iş gücü kaybına neden oluyorlar. Her ikisi de kronik, takibi gerektiren, pahalı tetkik ve tedavilerin kullanıldığı hastalıklar olduğu için ülseratif kolitli ve Crohn’lu hastaların bir sosyal güvenlik şemsiyesi altında bulunmaları, dolayısı ile iş yaşamlarını sürdürmeleri çok büyük önem taşıyor.

Crohn hastalığı ince barsak kanseri riskini biraz arttırmaktadır. Kolo-rektal kanser riski konusunda birbirine zıt veriler olmakla beraber, kalın barsağın yarısından fazlasının tutulduğu, hastalık yaşının 10’u aştığı ve hastalığın erken başladığı vakalarda riskin arttığına inanılmaktadır.

Nedenleri;

Yukarıda da belirtildiği gibi Chron hastalığının nedeni tam olarak bilinmemektedir. Ancak yapılan araştırmalar sonucunda hastalığa sahip ebeveynlerin çocuklarında bu hastalığın görülme olasılığının normalden 14 ila 15 kat daha fazla olduğu görülmüştür. Bulaşıcı bir hastalık olmayıp hastalıklı bir kişiden sağlıklı bir kişiye herhangi bir şekilde Chron hastalığının bulaşması söz konusu değildir. Birtakım virüs ve bakteri türevi ajanların vücudun savunma sistemini etkileyeren hastalığın oluşumunda rol oynadığı düşünülse de bu konuda henüz yeterli derecede kanıt yoktur. Yine aynı şekilde stresli yaşamın da hastalığın oluşumu üzerindeki etkileri tartışılmaktadır.

Teşhisi;

  • Kan testi
  • Dışkı testi
  • Kolonoskopi ve endoskopi
  • Bilgisayarlı tomografi ve MR
  • Biyopsi

Bazen teşhis için aynı tetkikler birden fazla yapılmak zorunda kalınabilir.

Tedavisi;

Chron hastalığı, hiçbir zaman tam olarak iyileştirilemeyen kalıcı bir hastalıktır. Hasta bireyler, Chron hastalığının alevlendiği ve durgunlaştığı çeşitli periyotlar geçirir. Alevlenme dönemlerinde daha yoğun olmak üzere çeşitli ilaç tedavileri ve tıbbi beslenme tedavisi uygulanan hastalarda hastalık önlenemese de yol açtığı semptomların minimuma indirilmesi mümkündür.

Bunun dışında Chron hastalığının yaklaşık olarak %50 – %70’lik kısmı yaşamları boyunca en az bir kez cerrahi müdahaleye ihtiyaç duyar. Özellikle ilaç tedavisine yanıt vermeyen hastalarda cerrahi müdahale tercih edilmektedir. Chron hastası bireyler, yaşamları boyunca özel bir beslenme planı çerçevesinde hareket etmelidir. Özellikle yüksek posa oranına sahip besinler hastalığı tetiklediğinden mümkün olduğunca az tüketilmeli, özellikle aktif (alevlenme) dönemlerinde diyetten çıkarılmalıdır.

Bireylerin ishal veya kabızlık sorunu yaşadığı dönemlerde de Chron hastalığı diyeti buna göre düzenlenmelidir. Bunun dışında hastalığın aktif dönemlerinde bireyler ağır sporlar ve fiziksel güç gerektiren hareketler yapmaktan kaçınmalı, mümkün olduğunca istirahat etmelidir. Sonuç olarak Chron hastalığına sahip olan bireylerde doktor ve diyetisyen eşliğinde yapılan tedavilere gereken özen gösterilerek hastalığın yol açtığı sorunlar en aza indirilebilir, bu sayede yaşam kalitesi büyük ölçüde artırılabilir.

Paylaşın