Erdoğan, NATO’daki Tartışmadan Ne Kazanım Elde Edebilir?

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Finlandiya ve İsveç’in NATO’ya tam üyelik başvurularına karşı çıkarak, Yunanistan ile diyaloğu sertleştirerek ve Türkiye’nin Suriye’ye yönelik yeni bir kara operasyonu düzenleyebileceği mesajı vererek, uluslararası arenada son iki haftadır tartışmaların odak noktası oldu.

Rusya’nın Ukrayna’yı işgaliyle başlayan savaşta Türkiye’nin arabulucu rolü oynama şansının artması ve iki yeni aday ülkenin üyeliğini veto etme hakkını elinde tutması sayesinde Ankara, Batılı müttefikleri PKK’yı dışlaması için artık daha fazla baskı yapmaya zorladığı izlenimini ortaya çıkarıyor.

Euronews Türkçe’nin Associated Press’den aktardığı haber analize göre, gelecek sene düzenlenecek seçimler öncesi Erdoğan, yurt dışındaki sorunların çözümünde oynamak istediği “güçlü adam” rolüyle iç politikada da seçmenlere bir anlamda mesaj göndermek istiyor.

Türkiye ne istiyor?

NATO’nun ikinci büyük ordusuna sahip Türkiye, Finlandiya ve İsveç’ten PKK ile birlikte bu örgütle bağlantılı PYD, YPG gibi oluşumlarla daha etkili mücadele etmesini istiyor.

Ankara yine bu örgütlerin İsveç ve Finlandiya’daki üyelerinin iadesi istiyor. Türkiye ayrıca, İsveç ve Finlandiya ile birlikte kendisine silah ambargosu uygulayan müttefiklerinden bu kararlarını gözden geçirmesini talep ediyor.

Orta Doğu Demokrasi Projesi koordinatörü Merve Tahiroğlu AP’ye yaptığı açıklamada, Erdoğan’ın NATO’nun Türkiye’ye ihtiyacı olduğu ve bunun da kendisini pazarlıkta güçlü kıldığı inancında olduğu görüşünü dile getirdi.

Tahiroğlu, “NATO müttefikleri, Rusya’ya ittifakın daha önce hiç olmadığı kadar dayanışma ve birlik içinde olduğunu ve Erdoğan’ın Türkiye’sinin bile bunu bozamayacağını göstermek istiyor. Erdoğan da bu yüzden kazanımlar elde edeceğini biliyor.” dedi.

Suriye’ye yönelik operasyon tehdidi neden şimdi geldi?

Türkiye, 2016 yılından bu yana Suriye topraklarında üç sınır ötesi operasyon düzenlerken Suriye’deki Kürt grupları müttefik gören Washington ile Ankara arasındaki ilişkiler gerginleşti.

Erdoğan son olarak Türkiye’nin Suriye’nin kuzeyinde sınırları boyunca 30 kilometre derinlikte bir güvenlik bölgesi oluşturabileceği mesajını verdi.

Bu girişimin esas amacının, bölgedeki PYD unsurlarını Türkiye sınırından uzaklaştırmak olduğu biliniyor.

Bu girişimin ayrıca milliyetçi oyların desteğini almanın dışında Ankara’nın yeni NATO üyeleri için veto hakkı ve arabuluculuk rolünde güçlü bir konumda olduğu bir sırada dışarıdan gelebilecek tepkilerin aşılmasında önemli bir zamanlama taktiği olduğu belirtiliyor.

Avusturya’daki Avrupa ve Güvenlik Politikalı Enstitüsü’nde görevli Michael Tanchum, Türkiye’nin NATO müttefiklerinin PKK ve yan unsurlarının tehdidini yeteri kadar ciddiye almadığı inancında olduğunu belirtti.

Türkiye’nin hem Moskova hem de Kiev ile yakın ilişkiler içinde olduğunu kaydeden Tanchum, konumunun kendisi için büyük endişe yaratan bu meseleleri ele alma girişiminde bulunmak için Ankara’ya önemli ölçüde koz sağladığı görüşünü dile getirdi. .

Orta Doğu Demokrasi Projesi koordinatörü Merve Tahiroglu’na göre, Türkiye’nin yeni adayları veto etme tehdidi dışında yeniden Suriye topraklarına girmesi, Ukrayna krizinde arabuluculuk rolü üstlenmek için Erdoğan’ın inşa etmek istediği “iyi niyet” imajına zarar verebilir.

Tahiroğlu, “Pek çok NATO üyesi Türkiye’nin Erdoğan yönetiminde sorunlu bir müttefik olduğu fikrini kesinlikle pekiştirdi.” diyerek görüşlerini özetledi.

Yunanistan’ın yaklaşımı ne?

NATO müttefiki Türkiye ve Yunanistan arasında yıllardır süren, başta Kıbrıs, karasuları, hava sahası, azınlıklar gibi konularda ciddi görüş ayrılıkları bulunuyor.

Son olarak Akdeniz’de petrol ve gaz sondaj arama çalışmaları Ankara ve Atina arasındaki gerginliği tırmandıran önemli bir sorun olarak ortaya çıktı.

Yunanistan Başbakanı Miçotakis’in ABD’ye yaptığı ziyaret sırasında Türkiye’ye yönelik silah ambargosunun devam etmesini istemesi, Atina’nın Washington’dan yeni savaş uçakları alma girişimi ve Türkiye’yi NATO tatbikatından dışlamasına Erdoğan sert tepki gösterdi ve iki ülke hükümetleri arasında yapılacak stratejik konsey toplantısını iptal etti.

Erdoğan buna ilave olarak Türkiye’nin 1980 yılında Yunanistan’ın NATO’ya girişini veto etmeyerek büyük bir hata yaptığını dile getirdi.

Türkiye’de seçim politikalarının rolü ne?

Türkiye’de gelecek yıl hem cumhurbaşkanlığı hem de parlamento seçimleri düzenlenecek. Daha önce Suriye’ye yönelik operasyonlar Erdoğan’ın seçimlerde popülaritesini yükseltmişti.

Türkiye’de ekonominin kötüye gittiği ve enflasyon oranının yüzde 70’e çıktığı bir dönemde Erdoğan’ın milliyetçi oyları alabilmek için dış politikada sertleştiği tahmin ediliyor.

Tahiroğlu, Ukrayna savaşından bu yana Batı ve ABD’nin desteğini alan Erdoğan’ın seçmen tabanını pekiştirebilmek için seçim öncesi dış politika kartlarını oynamaya devam etme eğiliminde olacağını ifade etti.

Paylaşın

Türkiye – Kuzey Kutbu İlişkilerine NATO Gölgesi

Rusya’nın Ukrayna’yı işgali, iklim değişimine bağlı olarak son yıllarda önemi giderek artan ve kısaca Arktik olarak adlandırılan Kuzey Kutbu havzasındaki işbirliğini de etkilemeye başladı. Ukrayna’daki savaş, daimî üyelerini bölgeye doğrudan veya dolaylı biçimde sınır sekiz ülkenin (Rusya, ABD, Danimarka, Kanada, Norveç, İsveç, Finlandiya, İzlanda) oluşturduğu Arktik Konseyi bünyesindeki işbirliğini asgari düzeye çekmiş durumda. 

Konsey’deki işbirliği gerilerken Türkiye ise Arktik’te aktör olmak isteyen ülkeler arasında. Bölgede aktör olabilmek için ya merkezi Norveç’in kuzeyindeki Tromso kentinde bulunan Arktik Konseyi’nde gözlemci statüsü elde etmek ya da bilimsel katılımla yol almak gerekiyor. Türkiye de gözlemci statüsü elde etmek için Konsey’e başvuruda bulunmuş, ancak bu başvuru 2015 yılında reddedilmişti.

Ankara’nın Arktik bölgesine ilgisini DW Türkçe’den Kayhan Karaca’ya değerlendiren Arktik uzmanı Eda Ayaydın, Türkiye’nin başvurusunun reddedilmesinin salt siyasal gerekçelerden kaynaklanmadığı görüşünde. Tromsø kentindeki Arktik Üniversitesi’nde misafir araştırmacı olarak görev yapan Ayaydın, “Bu politik bir karar mıydı? Bunu söylemek kolaya kaçmak olur. Konsey, iklim değişikliğini ve sürdürülebilir kalkınmayı gündeminin ilk sıralarına koyuyor. Aynı zamanda yerel halkların haklarını geliştirmede önemli rol oynuyor. Bunun için de bilimi araç olarak kullanıyor. Arktik’te aktör olmanın birinci yolu çevre ve iklim değişikliği konularında tutarlı politikalar üretmekten geçiyor” diye konuştu.

Aynı zamanda Bordeaux Siyasal Bilimler Enstitüsü (Sciences Po) öğretim üyesi olan Ayaydın’a göre Türkiye’nin iklim değişimi ve çevre politikaları konusundaki bilimsel çalışmaları da yeterli değil. “Devam eden çalışmalar var ama bu çalışmaların bölgede görünürlüğü az” diyen Ayaydın, Türkiye’de bu çalışmaları yapan bilim insanlarını toplayan bir fon programı olması gerektiğine işaret etti. Böyle bir programdan Türkiye’nin herhangi bir yerinde Arktik bölgesi üzerine uzmanlaşan araştırmacıların yararlanması gerektiğini ifade eden Ayaydın, “Türkiye’nin Arktik bölgesine taahhüdü bilimsel olmalı. Yoksa hazırlıksız ve stratejisiz yapılan bir başvuru Türkiye’yi kuzeye taşımaz” şeklinde konuştu.

İsveç ve Finlandiya’nın NATO üyelikleri 

Ayaydın, Türkiye’nin Konsey üyeleri İsveç ve Finlandiya’nın NATO üyeliklerine karşı çıkışının da Konsey’de şaşkınlık yarattığına dikkat çekti. Arktik Konseyi’nin günümüz konjonktüründe siyasallaşmakta olduğunu kaydeden Ayaydın, “Savaş ve politik etik nedeniyle bölgede bilimsel işbirliği durmuşken, Türkiye’nin İsveç ve Finlandiya’nın NATO üyeliklerine karşı çıkışı Arktik bölgesi ile zaten yok denebilecek ilişkisini zedeler. Dahası, şu anda bölgede ambargo uygulanan Rusya’nın yanında yer alması da politikleşen Konsey’de yakın gelecekte geri kalan yedi devletten onay alıp kendine yer bulmasını zorlaştırır” görüşünü dile getirdi.

Ayaydın, sözlerini “Türkiye bir gün Arktik bölgesi ile ilgilenir ve Konsey ile ilişkilerini arttırmak isterse, 2022’nin savaş ortamındaki söylemiyle birlikte, çevre politikaları ve iklim değişimi etrafında bilime yaptığı yatırım belirleyici olacak” şeklinde sürdürdü.

İsveç ve Finlandiya’nın NATO üyelik başvurularının kabul edilmesi halinde, Arktik Konseyi’nin Rusya dışındaki daimî üyelerinin tamamı Kuzey Atlantik İttifakı ailesine katılmış olacak. Rusya gibi bölgeyi ticari ve siyasal çıkarları açısından olağanüstü önemli gören Çin de bu olasılığa kaygıyla yaklaşıyor.

Arktik denklemi değişiyor

Moskova ise Ukrayna’da başlattığı savaş yüzünden bölgenin diyalog ve işbirliği platformu konumundaki Arktik Konseyi’nde de yalnızlaşmaya başladı. Uzmanlar, buna rağmen, yaklaşık 21 milyon kilometrekarelik bir yüzeye sahip Arktik havzasında Rusya olmaksızın işbirliğinin manasız olacağı görüşünde.

Arktik Konseyi 1996’da imzalanan Ottawa Bildirisi ile kurulmuştu. Yüksek düzey bir forum niteliğindeki Konsey, Arktik devletleri arasında iklim değişikliği, çevrenin korunması ve sürdürülebilir kalkınma alanlarında iş birliği platformu olarak gösteriliyor. Konsey bünyesinde Arktik havzasındaki yerli halklar daimî katılımcı olarak temsil ediliyor. Aralarında Çin, Hindistan, Japonya, Singapur, Birleşik Krallık, Almanya, Fransa’nın da olduğu 13 ülke ise “gözlemci” statüsüne sahip.

Daimî üyeler dışında birçok ülkenin Arktik havzasına giderek artan ilgisi, iklim değişikliğine bağlı olarak buzulların erimesiyle bu bölgede yakın gelecekte ortaya çıkacak yeni hidrokarbon ve maden rezervleri, deniz taşımacılığı rotaları ve balıkçılık potansiyelinden kaynaklanıyor. Çin ve ABD’nin Grönland’a yönelik ilgileri, örneğin, buradan gelirken aynı zamanda ABD için Rusya’yı çevreleme bakımından jeostratejik önem de taşıyor. Bölge için “yeni bir jeopolitik ağırlık merkezi” tanımlaması yapılmakta.

Arktik’te güvenlik de gündem

Eda Ayaydın, Arktik Konseyi’nin başlıca özelliğini “bölgedeki iklim değişikliğini ve sürdürülebilir kalkınmayı ele almak” şeklinde özetlemekle birlikte, Ukrayna krizinin dengeleri değiştirmekte olduğunu vurguladı:

“Konseyin bir diğer önemi de güvenlik konularını dışarıda bırakmaktı. Şubat 2022’ye kadar askeri güvenlik ve yüksek güvenlik endişeleri gündeme gelmedi. Ta ki Rusya’nın Ukrayna’yı işgaline kadar. Savaşın başlamasından yedi gün sonra Konsey, çalışmalarını ve bilimsel olanlar da dahil bütün işbirliklerini askıya aldığını beyan etti.”

Ayaydın, geçtiğimiz günlerde Tromso’de bir araya gelen uzman politikacı, diplomat ve bilim insanlarının genel olarak bölgede Rusya olmaksızın işbirliğinin faydalı ve anlamlı olmadığı görüşüne sahip olduklarını da söyledi. Ayaydın, sözlerini “Kimi İskandinav ülkelerinden araştırmacılar Rusya’yı dışarıda bırakma görüşünü savundu, ancak Arktik’te hegemonyası oldukça hissedilen ABD, Arktik Konseyi dışında bir yapılanmaya karşı olduğunu ifade etti” şeklinde sürdürdü.

Paylaşın

Rusya, Finlandiya Ve İsveç’e Nasıl Karşılık Verebilir?

Rusya’nın Ukrayna’yı işgali sonrası Finlandiya ve İsveç, NATO’ya üyelik için süreci başlattı. Bu iki ülke geçtiğimiz hafta resmi olarak üyelik başvurusunu yaptı. Her iki İskandinav ülkesinin NATO’ya girmelerine karşı olan Rusya’nın nasıl bir misillemede bulunacağı merak konusu.

Rusya, Finlandiya ve İsveç’in NATO üyeliği konusunun gündeme geldiği tarihten itibaren bu ülkelere ve NATO’ya uyarılarda bulunuyor.

Rus Dışişleri Bakanlığı, Finlandiya’nın NATO’ya katılımı halinde “ulusal güvenliğine yönelik tehditleri durdurmak için hem askeri hem de diğer nitelikte bir dizi adım atmak zorunda kalacağını” duyurmuştu.

Rus Dışişleri sürekli olarak İsveç ve Finlandiya’nın olası NATO üyeliğinin bu ülkelerin ve Avrupa’nın güvenliği için sonuçları olacağını söylüyor.

Resmi başvuru sonrası Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Maria Zakharova, Finlandiya’nın NATO’ya üyelik başvurusuna verecekleri yanıtın ‘sürpriz’ olacağını bildirdi.

Rusya önceki gün Finlandiya’ya doğal gaz akışını durdururken Finlandiya bu adımın tüketicileri etkileyemeyeceğini belirtti. Peki Rusya’nın Finlandiya ve İsveç’e vereceği diğer yanıtlar ne olabilir?

Bu ülkelerdeki bazı grupları finanse edebilir

Rusya’ya bağlı ajanların, 2016 Amerika Birleşik Devletleri seçimleri öncesi protesto gruplarını finanse ettiği iddia edilmişti. Rusya’nın İsveç’te de toplumu istikrarsızlaştırmak için aşırı sağcı grupları finanse edebileceği düşünülüyor.

Avrupa Birliği Rusya’ya olan petrol ve doğal gaz bağımlılığına son vermeye çalışırken Rusya örneği rüzgar santrallerine karşı gruplara destek verebilir.

Rusya’nın, Fransa’da Le Pen’in liderliğini yaptığı siyasi parti benzeri bazı oluşumlara mali destek verdiği biliniyor. Len Pen son seçimde, Macron ile ikinci tura kalmıştı.

NATO üyeliğine kabul sürecine müdahil olabilir

NATO’ya yeni üye alımı da dahil kararların ittifaktaki tüm ülkeler arasında oy birliği ile alınması gerekiyor. Öte yandan NATO üyesi ülkeler arasında Rusya ile iyi ilişkiler içerisinde olanlar da var.

NATO üyesi Hırvatistan’ın Cumhurbaşkanı Zoran Milanovic, Bosna Hersek’te etnik Hırvatlara karşı ayrımcı olduğunu öne sürdüğü seçim yasasının değilmemesi halinde İsveç ve Finlandiya’nın NATO üyeliğine karşı çıkabileceğini söylemişti.

Hırvatistan Başbakanı Andrej Plenkovic, Milanovic’i Rusya yanlısı olmakla suçlarken Rusya’nın Ukrayna’yı işgali öncesinde Ukrayna’yı hedef alan söylemlerini gündeme getirdi.

Ukrayna’nın işgali sonrası Moskova’dan büyük ölçüde uzaklaşmaya çalışan Macaristan Başbakanı Victor Orban da Rusya’nın NATO içerisinde yakın ilişkilere sahip olduğu isimler arasında.

Ekonomik engeller oluşturulabilir

Çoğu İsveç ve Finlandiya şirketi halihazırda Rusya ile bağlarını kesti ancak Rusya uzun vadede bu ülkelerin Rus pazarına erişimini engelleyerek ya da ham madde ve enerji tedariğini durdurarak zarar vermeye çalışabilir.

Nitekim önceki gün Finlandiya’ya Rus doğal gazı akışı kesildi. Ancak İsveç ve Finlandiya, enerji çeşitliliği nedeniyle doğal gaz ve petrole en az bağımlı Avrupa ülkelerinden ikisi. Dolayısıyla Rusya’nın ambargosunun etkili olması beklenmiyor.

Finlandiya’nın Rusya’dan aldığı gaz, toplam gaz ithalatının yüzde 5’ini oluşturuyor.

Siber saldırılar yapılabilir

14 Ocak’ta Ukrayna hükümetine ait birçok internet sitesine saatlerce erişim engeli getirildi ve yaklaşık 70 siteye saldırı düzenlendi.

15 Şubat’ta yapılan bir diğer siber saldırı sonrası İngiltere ve ABD, saldırıların Rusya’nın Ana İstihbarat Müdürlüğü ile bağlantılı olduğunu öne sürdü.

İsveç ve Finlandiya’nın hükümet web sitelerine ya da çevrimiçi hizmetlerine yönelik benzer siber saldırılar düzenlenebilir.

Sınırı askeri yığınak haline getirebilir

Rusya, Finlandiya ve İsveç’in NATO üyeliği durumunda, NATO-Rusya sınırlarının iki katına çıkacağını ve Rusya’nın buna yanıt vermek zorunda kalacağını söylemişti.

Rusya Savunma Bakanı Sergey Şoygu cuma günü, NATO’nun genişlemesine karşı Rusya’nın Finlandiya sınırına yakın “batı bölgesinde” on iki yeni askeri birlik kurulacağını söyledi.

İki Baltık ülkesinin NATO içerisinde yer alması halinde Rusya’nın kara sınırı bulunmayan Kaliningrad bölgesi tamamen NATO ülkeleriyle çevrili olacak.

Bu da Rusya’yı bölgeye daha çok asker, gemi, füze ve diğer askeri altyapı teçhizatı yerleştirmeye sevk edebilir.

Hava ve deniz sahaları ihlal edilebilir

İsveç’in Nato’ya girme isteğiyle birlikte Rus uçakları İsveç hava sahasını iki kez ihlal etti. İlkinde mart ayı başında, üç Rus jeti İsveç’in Gotland adası üzerinde uçmaya başladı.

İkincisinde ise nisan ayı sonunda bir Rus keşif uçağı İsveç’in güney hava sahasına girdi.

Uzmanlara göre İsveç ve Finlandiya NATO’ya katılırsa, Rusya Baltık bölgesinde kendini göstermeye çalışırken bu tür ihlaller çok daha yaygın hale gelebilir.

Askeri saldırılar başlayabilir

İsveç’e bağlı Gotland adası Baltık Denizi’nin kontrolü için önemli bir stratejik nokta olarak görülüyor.

Rusya’nın İsveç’in NATO’ya başvurusu ile üyeliği arasındaki geçici dönemi adayı ele geçirmek için son şansı olarak görebileceği düşünülüyor.

Bu nedenle ABD, İngiltere, Almanya, Fransa ve Kuzey ülkeleri İsveç’e adayı koruma güvencesi verdi. Danimarka ve Norveç, İsveç’e saldırılması halinde birlikte savaşma sözü verdi.

(Kaynak: Euronews Türkçe)

Paylaşın

‘NATO Üyeliği Krizi’nde Konu İsveç Değil Türkiye – ABD Meselesi

İsveç Uluslararası İlişkiler Enstitüsü kıdemli uzmanı Bitte Hammargren, NATO’daki genişleme krizinin Türkiye ile İsveç arasında değil, daha üst düzeyde Türkiye ile ABD arasında bir mesele olduğuna inandığını söyledi.

Türkiye ve güvenlik politikaları konularındaki araştırmalarıyla tanınan, aynı zamanda gazeteci olan Bitte Hammargren, krizin aşılması için ABD’nin atacağı adımların etkili olabileceğini belirterek Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın beklentilerinden birinin de “Beyaz Saray’a davet edilmek” olduğu görüşünü dile getirdi.

ABD Başkanı Joe Biden’ın, Türkiye’nin İsveç ve Finlandiya’nın üyeliğine yönelik sert itirazlarına rağmen iki ülke liderlerini Beyaz Saray’da ağırlamış olmasının “Erdoğan’a verilmiş çok önemli ve güçlü bir mesaj” olduğunu belirten Hammargren, Erdoğan’ın “terör yuvası” suçlamasının İsveç’te nasıl yankı bulduğunu, Türkiye’nin YPG’nin terör örgütü olarak tanınması, iadeler, yaptırımların kaldırılması gibi taleplerinin başarı şansını DW Türkçe‘ye değerlendirdi.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, Finlandiya ve İsveç’in NATO üyeliklerine onay vermeyeceklerini duyurması, NATO’da “tarihi” olarak nitelendirilen genişleme stratejisini alt üst etmiş görünüyor. Peki İsveç’te, Erdoğan’ın “tam bir terör yuvası” olarak gerekçelendirdiği itirazı nasıl yankı buldu? Öngörülen bir hamle miydi, yoksa sürpriz mi oldu?

Bitte Hammargren: Bizim gibi, Türkiye’yi yakından takip edenler için Türkiye’nin bu hamlesi çok da sürpriz olmadı. Çünkü Türkiye’nin, meseleleri sert müzakere süreçlerine sürüklemesine çok sık tanıklık ettik. Ama Türkiye’yi çok da yakından takip etmeyenler için kötü bir sürpriz oldu diyebiliriz. Ankara’nın, ittifakın güvenliği ve savunması için hayati öneme sahip, özellikle de Avrupa’nın kuzeyi ve doğusu için büyük bir önem taşıyan NATO genişlemesini bloke etmesini, beklemiyorlardı. Çünkü İsveçliler, Türkiye’nin AB üyeliğine çok güçlü destek vermişlerdi…

Resmi açıklamalardan anlayabildiğimiz kadarıyla Türk tarafının başlıca üç beklentisi var. Bunlar, PKK’nın Suriye’deki uzantısı YPG’ye desteğin kesilmesi, Türkiye’de hakkında “terör” suçlaması bulunan 21 kişinin İsveç tarafından iadesi ve silah satışlarına uygulanan kısıtlamaların kaldırılması. İsveç, Ankara’nın bu beklentilerine yanıt verecek adımlar atar mı?

Öncelikle “terör yuvası” suçlaması ile başlayalım. İsveç, diğer AB üyesi ülkeler gibi PKK’yı terör örgütü olarak tanıyor. İsveç iltica kanunlarını, aralarında Kürt olanların da bulunduğu pek çok Türk vatandaşına uyguladı. Bunlar arasında PKK sempatizanlarının olduğu da doğrudur. Ancak meselenin daha iyi anlaşılabilmesi için şunları gözardı etmemek gerekiyor: İsveç kanunlarında sırf ‘terör örgütü üyeliği’ diye bir suç bulunmamakta. Hükümet bu konuda bir yasa değişikliği önermeyi denedi ama bu öneri, anayasal konularda uzmanlaşmış hukukçular tarafından geri çevrildi. Terör saldırısının planlandığı, desteklendiği ya da gerçekleştirildiğinin hukuken ispatlanabilir olması gerekiyor. Ayrıca İsveç’teki gösterilerde PKK bayraklarının açıldığı, bu yolla da teröre destek verildiği iddiası da gündeme getiriliyor. Ancak bu da ifade özgürlüğünün kapsamının çok geniş olduğu İsveç’te bir suç teşkil etmiyor. Yakın tarihin gösterdiği gibi, bugünün küresel dünyasında, İsveç’in kendi ülkesindeki geniş ifade özgürlüğünü dışarıya anlatması artık çok zorlaşıyor.

Peki, Ankara’nın iade talepleri ve silah satışlarına uygulanan yaptırımların kaldırılması şeklindeki diğer iki beklentisinin karşılanması mümkün mü?

İade talepleri ile ilgili listeyi görmedim ama söylenen bu listede bulunan 21 kişi arasında aynı zamanda İsveç vatandaşı olanların, sürekli oturum hakkı bulunanların da olduğu. Ayrıca Türkiye’deki basında bu listede yer aldığı iddia edilen bir kişi, 2015’te hayatını kaybetti. İsveç bir mahkeme kararı olmadıkça, ne kendi vatandaşlarını ne de sürekli oturum hakkı olanları iade edebilir. Silah satışlarına uygulanan kısıtlamaların kaldırılması da kolay görünmüyor. Bu kısıtlamalar 2019’da, dönemin ABD Başkanı Donald Trump’ın askerlerini çekmesi ve Türkiye’nin Suriye’nin kuzeyine tek taraflı askeri operasyonunu başlatması sonrasında uygulanmaya başlandı. Ve bu kısıtlamaları uygulayan tek ülke de İsveç değil. İsveç dışında, Almanya ve Hollanda gibi pek çok AB ve NATO üyesi ülke de Türkiye’ye savunma sanayi ihracatına kısıtlama uygulamaya başlamıştı. İsveç’in sadece Türkiye’nin baskısı sonucunda bu yaptırımları kaldırabileceğine ihtimal vermiyorum. Çünkü silah satışlarını ince eleyip sık dokuyan bir hükümet ajansı var ve onlar bu yaptırımları uyguluyor. Ayrıca ben asıl meselenin tek başına İsveç olduğu görüşünde değilim. Bu konunun çözümü, meselelerin daha üst bir seviyede, ABD ile ele alınmasıyla mümkün. Çünkü İsveç’in, barut, patlayıcı, yazılım gibi Türkiye’ye sattığı savunma ürünleri, ABD ve diğer ülkelere kıyasla çok cüzi şeyler… Bence kamuoyu üzerinden İsveç’e yüklenen Türkiye’nin asıl hedefi, bu yolla ABD gibi diğer ülkelerin uyguladıkları yaptırımları kaldırmalarını sağlamak…

Sizce ABD’nin Türkiye’ye CAATSA yaptırımlarını kaldırması, en azından yeni F-16 satışına ve mevcut olanlarının modernizasyonuna yeşil ışık yakması mümkün mü?

Bu son derece zor görünüyor. Çünkü ABD yaptırımları, Kongre kararına dayanıyor. Gayet tabii ki Rus S-400’leri satın aldığı için F-35 programından çıkartılan Türkiye’nin şu anda F-16’lara ihtiyaç duyduğunu, hava savunmasını güçlendirmek zorunda olduğunu anlıyoruz. Ama dikkat çekmek istediğim, meselenin İsveç-Türkiye meselesi olmadığı, konunun daha üst seviyelerde, ABD düzeyinde ele alınması gerektiği. Kim bilir, belki Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Beyaz Saray’a davet edilmesi, açılım sağlayacak bir yöntem olabilir…

Sizce Erdoğan Biden’dan bunu mu istiyor? Türkiye’nin blokajı nedeniyle çıkmaza giren genişleme düğümünü ABD mi çözer?

Beyaz Saray’a davet, Erdoğan’ın beklentilerinden sadece biri. Bu hafta bildiğiniz üzere Yunanistan Başbakanı Miçotakis Beyaz Saray’da ağırlandı,  yabancı liderler için büyük bir onur olarak görülen kongre konuşmasını da yaptı, Türkiye’ye F-16’ların verilmemesi gerektiğini savundu… Gayet tabii ki Erdoğan’ın Beyaz Saray’dan bir davete ihtiyacı var. Gerçi ABD Başkanı Biden bugüne kadar ona karşı soğuk bir tavır takındı ama İsveç ve Finlandiya’nın NATO üyeliği, ittifak için hayati öneme sahip. Bu nedenle düğümün çözümlenmesinde, ABD’nin ne yapacağı büyük önem taşıyor.

ABD Başkanı Biden’ın, Erdoğan’ın “evet diyemeyiz” açıklaması üzerine Fin ve İsveçli liderlerle Beyaz Saray’da görüşmesi ve ittifaka üyeliklerine çok güçlü destek açıklaması aynı zamanda Türkiye’ye verilmiş bir mesaj mıydı?

Gayet tabii ki. Bu Erdoğan’a verilmiş çok güçlü bir mesajdı. Üstelik Biden kendisi özellikle hiç Türkiye’den söz etmedi, bu işi Finlandiya ve İsveç liderlerine bıraktı. Biden aslında bu yolla Türkiye ile ilgili hayal kırıklığını da göstermiş oldu. Çünkü evet Türkiye’nin güvenlik endişeleri var ama Türkiye aynı zamanda çok önemli bir ittifakın üyesi. Ve bu ittifakın da şimdi çok büyük güvenlik endişeleri var. İttifak üyeleri de, böyle kritik dönemlerde bunu gözardı etmemeli.

Avrupa’nın kuzeyinde, Baltık Denizinde, Arktik bölgesinde, savunma yetkinliğinin güçlendirilmesi İttifak için ve gayet tabii ki Türkiye için de devasa bir öneme sahip… Şimdi sakin, aklı selim ve sabırlı hareket edilmesi gerekiyor.

Bu arada İsveç Dışişleri Bakanı Ann Linde Twitter’da yaptığı paylaşımda, ülkesinin PKK’ya ilişkin tutumu ile ilgili “çok yaygın bir dezenformasyon”u gidermek istediğine dikkat çekerek, “Olof Palme hükümeti, daha 1984 yılında, Türkiye’den hemen sonra PKK’yı terör örgütü olarak tanıyan ilk ülke oldu” hatırlatması yaptı ve ülkesinin bu tutumunda bir değişiklik olmadığının altını çizdi… İsveç, PKK’yı terör örgütü olarak tanıyor ama aynı zamanda Kürt meselesinin İsveç iç politikasını da ilgilendiren bir boyutu olduğu belirtiliyor. Bunu açar mısınız?

Evet, İsveç PKK’yı terör örgütü olarak tanıyor. İsveç, aynı zamanda Türkiye’den, askeri darbelerden sonra, aralarında Yaşar Kemal gibi çok ünlü muhalifleri de ağırlamış olan bir ülke. Gelenler arasında Kürtler de yer aldı, yıllar içinde İsveç vatandaşı oldular, İsveçli Kürtler oldular, çok sayıda Kürt kökenli İsveçli var artık. Siyasi partilerdeler, parlamentodalar, hükümet kuruluşlarında, şirketlerde görev alıyorlar, artık kamu hayatının bir parçası oldular. Bu nedenle konu İsveç iç politikasının da bir boyutunu oluşturuyor. Bu nedenle AKP’nin ilk yıllarında Kürt meselesinde çok ilerici adımlar atması, burada da alkışlanmış, çözüm sürecinin başlaması, gelecekle ilgili çok umutlu olunmasına yol açmıştı…

Ama çözüm süreci sonlandırıldı. Üstelik mesele Suriye’deki gelişmelerle birlikte çok farklı bir boyuta evrildi. ABD başta olmak üzere, tüm Batılı ülkeler için büyük bir çelişki oluşturan konu da Suriye’nin kuzeyinde ABD’li yetkililer dahil hemen hemen herkesin  PKK’nın Suriye uzantısı olduğunu kabul ettiği YPG’nin IŞİD ile mücadelede “önemli müttefik” olarak görülmeye başlanması, bir terör örgütüne karşı bir diğer terör örgütünün araçsallaştırılması…Türkiye de bunu, ulusal güvenliğine tehdit olarak gördüğünü söylüyor. Türk uzmanlar, NATO genişlemesine blokajıyla birlikte aslında Türkiye’nin Batılı müttefiklerini bu konuyla ilgili “büyük bir yüzleşmeye” zorladığını söylüyorlar. Bu görüşlere katılıyor musunuz?

Eski ABD Başkanı Obama’nın IŞİD ile mücadelede YPG ile iş birliğine gitme kararından bu yana bunun Türkiye ile NATO müttefikleri arasında büyüyen bir gerilime yol açtığı doğru. Tabii ki hükümetler YPG’nin PKK’nın uzantısı olduğunu, ideolojik olarak da benzeştiğini biliyor. Ama anladığım kadarıyla YPG’nin bir terör örgütü olarak sınıflandırılmasının istenmemesi üç nedene dayanıyor.

Nedir bu nedenler?

Birincisi, IŞİD’in yenilgiye uğratılmasında rol oynadılar ve o dönem müttefiklerinde Türkiye’nin IŞİD ile mücadelede yeterli kararlılığı sergilemediği görüşü hakimdi. İkinci önemli neden de YPG’nin, binlerce IŞİD tutsağının tutulduğu kampları koruyor olması. Bu da aslında Türkiye dahil bölge için, Avrupa hükümetleri için hayati bir güvenlik meselesi. Batı, YPG’den desteğini çekerse onlar da yönlerini değiştirecek ve büyük bir ihtimalle de Esad rejimine yaklaşacaklar. Tutsaklar Esad rejiminin eline geçerse ne olur? Geçmiş bize neler olabileceğini gösterdi. İç savaş başladığında cihatçıları hapislerden çıkaran Esad rejimi değil miydi? Ayrıca 2003 yılında ABD Irak’ı işgal ettiğinde Suriye, Amerikalılara karşı savaşmak için cihatçılara alan tanımadı mı? Daha sonra bunlar Irak’ta El Kaide’ye ve IŞİD’e dönüşmedi mi? Ayırca Esad rejiminin korkunç insan hakları ihlallerini de unutmamak lazım. Dolayısıyla kampların Esad rejiminin eline geçmesi bir opsiyon değil. YPG’nin terör örgütü olarak tanınmaması için öne sürülen bir diğer argüman da, bunun aslında ne Türkiye ne de bölgede meselenin çözüme kavuşmasını sağlamış olması. PKK sorunu, ilk terör saldırılarına başladığı 80’lerden beri var…

YPG’nin terör örgütü olarak ilan edilmesinin Türkiye’nin güvenlik sorununa bir çözüm olmadığını mı söylüyorsunuz?

Çok korkunç trajediler yaşandı ve bir noktada bu soruna siyasi bir çözüm gerekecek. Erdoğan, kendisi denedi. Özal da denemişti… Bir daha denenir mi? Seçimleri beklemek gerekecek. Ama sonuç itibarıyla Kürt meselesi Türkiye için bir güvenlik sorunudur. Bugüne kadar askeri yöntemin tek başına bunu sağlamadığı ortada. Ve bir noktada bu sorunu geride bırakmak üzere bir çıkış stratejisi izlemesi gerekecek.

Paylaşın

İsveç Hükümetinde ‘YPG Krizi’: Bağımsız Vekil Desteğini Çekti

İsveç’te Başbakan Magdalena Andersson hükümetine, Suriye’deki Kürt yapılanmasına destek karşılığında dışarıdan destek veren bağımsız milletvekili Amineh Kakabaveh, kendisine verilen sözlerin tutulmadığı gerekçesiyle artık iktidarın arkasında olmayacağını bildirdi.

Kakabaveh’in tek oy olsa bile verdiği destek, 29 Kasım 2021’de parlamentodaki oylamada Sosyal Demokrat Parti’ye İsveç’te iktidar yolu açmıştı.

Parlamentoda yapılan oylamada, Sosyal Demokrat Parti ile Yeşiller Partisinin oluşturduğu koalisyon hükümeti için 174 milletvekili karşı, 117 milletvekili de lehte oy kullandı.

“Hayır” oyu 175’in altında kaldığı için Andersson başkanlığındaki koalisyon hükümeti, parlamentodan güvenoyu aldı.

Kakabaveh, Andersson’un Başbakan seçilmesine vereceği destek karşılığında “İsveç’in Suriye’deki Kürt yönetimiyle ilişkileri geliştirmesi” ve “ülkedeki YPG/PYD militanlarının terörist olarak görmemesi” şartını koşmuştu.

Kakabeveh, basına yaptığı açıklamada partinin kendine verdiği sözleri tutmadığını belirterek, YPG yandaşlarına yönelik İsveç’te yapılan muameleden mutlu olmadığını bildirdi.

Kakabaveh, “Eğer anlaşmaya uymazlarsa, ben de önemli oylamalarda desteğimi geri çekeceğim.” dedi.

Bu açıklama Türkiye’nin geçen hafta İsveç’in NATO üyeliğini PKK ile ilişkiler yüzünden veto edeceği açıklamasının ardından gelmesi dikkat çekti.

Amineh Kakabaveh

Bu arada Sosyal Demokrat Parti Dışişleri Komitesi üyesi Kenneth Forslund ise bağımsız milletvekiliyle yapılan anlaşmanın gereğinin yapıldığını belirterek, Suriye’deki muhaliflerle ilgili konferanslar, seminerler ve toplantılar düzenlendiğini söyledi.

PYD ve YPG’nin terörist olarak nitelendirilmemesi konusundaki görüşlerini değişmediğini kaydeden Forslund, “Biz bunu yapmadık, AB’deki listeye uygun olarak hareket ettik.” dedi.

Forslund, Amineh Kakabaveh ile ilgili yaşanan sorunun çözüleceğine inandığını söyledi.

Türkiye geçen hafta, Finlandiya ile birlikte İsveç’in PKK ve YPG’ye verdiği destek yüzünden NATO üyeliğine veto edebileceği mesajını vermişti.

İsveç Dışişleri Bakanı Linde’den “PKK’yla ilgili duruşumuz değişmedi” paylaşımı

Bu arada İsveç Dışişleri Bakanı Ann Linde, ülkesinin PKK’yı Türkiye’den sonra terör örgütü listesine alan ilk ülke olduğunu, bu duruşun değişmediğini belirtti.

Linde, Twitter hesabından yaptığı paylaşımda “yaygın dezenformasyon nedeniyle” İsveç’in PKK’yı terör örgütü olarak tanıyan ilk ülke olduğunu hatırlatmak istediğini bildirdi.

Kararın Olof Palme hükümeti döneminde alındığını anımsatan Linde, Avrupa Birliği’nin (AB) onu 2002’de takip ettiğini belirtti. Linde, “Bu pozisyon değişmedi.” ifadesini kullandı.

(Kaynak: Euronews Türkçe)

Paylaşın

İsveç Ve Finlandiya: Türkiye’nin Endişelerini Gidermeye Hazırız

ABD Başkanı Joe Biden, Beyaz Saray’da Finlandiya ve İsveç liderleriyle düzenlediği ortak basın toplantısında, Washington’ın iki ülkenin Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü (NATO) üyeliğini kuvvetle desteklediğini söyledi.

Biden, İsveç ve Finlandiya’nın NATO’nun tüm şartlarını karşıladığını belirtti. Finlandiya Cumhurbaşkanı Sauli Niinisto, Türkiye’nin vetosu bağlamında “NATO müttefiki olarak Türkiye’nin güvenliğine bağlı olacağız. Terörizmi çok ciddiye alıyoruz. Terörü her şekilde lanetliyoruz. Türkiye’nin tüm endişelerini açık ve yapıcı şekilde görüşmeye ve gidermeye hazırız” dedi.

Beyaz Saray’da İsveç Başbakanı Magdalena Andersson ve Finlandiya Cumhurbaşkanı Sauli Niinistö ile bir araya gelen ABD Başkanı Joe Biden ortak basın toplantısında “Bugün, dünya tarihindeki en güçlü savunma ittifakına katılmak için, iki büyük demokrasinin son derece yetenekli iki ortağının başvuruları konusunda ABD’nin güçlü desteğini sunmaktan gurur duyuyorum” dedi.

“Finlandiya ve İsveç NATO’yu güçlendirecek”

Finlandiya ve İsveç’in NATO’ya katılmasının NATO’yu güçlendireceğini belirten Biden, “Kuzey Avrupa’da iki yeni NATO üyesine sahip olmak ittifakın güvenliğini artıracak” ifadelerini kullanarak, “Finlandiya ve İsveç’in NATO’ya üyelik talebinde bulunma kararıyla NATO daha da güçlendi, daha da birleşti” dedi.

Biden, Finlandiya ve İsveç’in ittifaka katılma başvurularıyla ilgili olarak, “NATO’ya katılan yeni üyeler hiçbir ulus için bir tehdit değildir. NATO’nun amacı hiçbir zaman saldırganlık olmamıştır. Amacı savunmadır” dedi.

Niinisto: Türkiye’nin tüm endişelerini görüşmeye hazırız

Finlandiya Cumhurbaşkanı ise yaptığı konuşmada, Finlandiya’nın güçlü bir NATO müttefiki olacağına dair söz vererek, “Birlikte Kuzey Atlantik organizasyonuna katılmaya çalışarak tarihi bir adım atıyoruz. Güvenliğimizi ciddiye alıyoruz ve yeteneklerimizi sürekli geliştirmeye yönelik yatırım yapıyoruz. NATO’nun gerektirdiği her sorumluluğu yerine getirmeye hazırız” dedi.

ABD’nin yanı sıra tüm NATO müttefiklerinden güçlü destek almayı umduğunu söyleyen Niinistö, “Türkiye yakın zamanda üyelik başvurumuzla ilgili endişelerini dile getirdi. Bugün bu endişelere değinmek istiyorum.” dedi.

“Finlandiya, Türkiye ile her zaman gururlu ve iyi ikili ilişkilere sahip olmuştur. NATO müttefikleri olarak, Türkiye’nin güvenliğimizi taahhüt edeceği gibi, biz de Türkiye’nin güvenliğini taahhüt edeceğiz. Terörü ciddiye alıyoruz. Terörün her türlüsünü kınıyoruz ve onunla aktif olarak mücadele ediyoruz. Türkiye’nin üyeliğimizle ilgili tüm endişelerini açık ve yapıcı bir şekilde görüşmeye açığız. Bu görüşmeler zaten gerçekleşti ve önümüzdeki günlerde devam edecek.”

Andersson: Yeni bir yol seçtik

İsveç Başbakanı Andersson da “Rusya’nın Ukrayna’ya gerçekleştirdiği saldırı bizim için her şeyi değiştiren bir an oldu.” dedi.

“Bugün, Ukrayna’nın durumu bize Avrupa tarihinin en karanlık günlerini hatırlatıyor” diyen İsveç Başbakanı 200 yıllık askeri tarafsızlığın ardından bir dönüm noktasında olduklarını söyledi: “İsveç yeni bir yol seçti. İsveç ve Finlandiya, NATO’ya katılmak için taleplerini sundu.”

Andersson İsveç’in “NATO ile tüm görevler dahil olmak üzere kapsamlı bir askeri işbirliği geleneği” olduğuna değindi. “Şu anda savunma harcamalarımızı artırıyoruz. Türkiye dahil tüm NATO üyesi ülkelerle farklı düzeylerdeki sorunları çözmek için diyalog halindeyiz” dedi.

Hollanda Başbakanı Rutte: Bir yol bulunacak

Almanya Başbakanı Olaf Scholz’la Hollanda’nın Lahey kentinde bir araya gelen Hollanda Başbakanı Mark Rutte, basın toplantısında Türkiye’nin İsveç ve Finlandiya’nın NATO üyeliğini veto edeceğine ilişkin bir soruya, “Türkiye, İsveç ve Finlandiya arasındaki görüşmeler neticesinde olumlu bir yol bulunacağını umuyorum” cevabını verdi.

Hollanda Başbakanı Mark Rutte ile Almanya Başbakanı Olaf Scholz, Lahey’de Rusya saldırıları altında yıkıma uğrayan Ukrayna’nın yeniden inşası için bir araya geldiklerini açıkladılar.

Paylaşın

NATO Genel Sekreteri Stoltenberg’den ‘Türkiye’ açıklaması

Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü (NATO) Genel Sekreteri Jens Stoltenberg, Danimarka Başbakanı Mette Frederiksen ile başkent Kopenhag’da bir araya geldi; ikili, görüşmenin ardından ortak basın toplantısı düzenledi.

Finlandiya ve İsveç’in NATO üyeliği başvuruları ve Türkiye’nin itirazlarına da değinen Stoltenberg, “NATO’da anlaşmazlık olması yeni değil, sorunlar çözülür. Türk yetkililerle diyalog halindeyiz” dedi.

Türkiye için “önemli bir müttefik” ifadesini kullanan Stoltenberg, NATO’nun böyle bir müttefikinin “güvenlik endişelerini dile getirdiğinde bu konuda harekete geçmesi ve endişelerini gidermesi gerektiğini” söyledi:

“Tüm müttefiklerin güvenlik endişeleri dikkate alınmalıdır. İsveç ve Finlandiya’nın NATO katılmaları konusunda ortak bir karara kısa sürede varacağımıza inanıyorum.

“Türkiye’nin ifade ettiği endişeleri ele alıyoruz. Türkiye gibi önemli bir müttefik güvenlik endişelerini gündeme getirdiğinde bunu halletmenin tek yolu ortak bir zemin bulmak için oturup konuşmak.”

Stoltenberg, NATO’nun 30 müttefiki arasında bazen farklılıklar olabildiğini ancak bunların konuşularak aşılabileceğini belirtti.

Stoltenberg, iki ülkenin NATO’ya katılmaları durumunda Avrupa Birliği (AB) nüfusunun yüzde 96’sının NATO içinde olacağını belirterek, NATO ve AB’nin Batı Balkanlar, Ukrayna, siber güvenlik gibi konularda her zamankinden daha yakın iş birliği içinde olduğunu kaydetti:

“AB’nin savunma çabalarını memnuniyetle karşılıyorum. Doğru yönde yapılırsa bunlar hem NATO’yu hem de AB’yi güçlendirecektir.”

Tüm üyelerin onayı gerekiyor

Rusya-Ukrayna savaşının başlamasıyla birlikte NATO’ya üyelik başvurusu yapıp yapmayacakları merak konusu olan Finlandiya ve İsveç, “süreci el ele yürütmeye” karar vererek 18 Mayıs’ta NATO üyeliğine başvurdu.

30 üyeli Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü’nün (NATO) genişlemesiyle ilgili kararların üyelerin oybirliğiyle alınması gerekiyor.

Fakat Cumhurbaşkanı ve Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan, konuyla ilgili ilk defa 13 Mayıs’ta bir açıklama yaparak İsveç ve Finlandiya’nın muhtemel NATO üyelik başvurusu konusunda “olumlu bir düşünce içinde” olmadıklarını açıklamış, iki ülke için “terör örgütlerinin adeta misafirhanesi gibi” ifadelerini kullanmıştı.

Paylaşın

Erdoğan’ın İsveç’e NATO Tepkisi Seçime Hazırlık

Türkiye’nin İsveç ve Finlandiya’nın Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü (NATO) üyeliğine karşı çıkarak ittifakı krize sürüklediğine ilişkin yorumlar İngiltere basınında yer aldı.

The Guardian’ın diplomasi editörü Patrick Wintour imzalı yazıda, Erdoğan’ın İsveç’e PKK üyelerinin iadesinin reddedilmesine yönelik tepkilerle seçim hazırlığı yaptığı ve milliyetçi oyları artırmayı hedeflediği yorumu yapıldı.

Yazıda, “Erdoğan İsveç ve Finlandiya’nın NATO üyeliğini veto etme tehditlerini iki katına çıkardı. Her iki ülkenin de kendisini ikna etmesi için Ankara’ya heyetler göndermesinin anlamsız olduğunu söyledi. 10 talep sunarak İsveç’e şantaj yaptığı iddialarını güçlendirdi. Erdoğan’ın karşı çıkışının NATO’yu aylarca düğümleyebileceğinden kimsenin şüphesi yok” denildi.

İsveç’in Türkiye’nin tepkileri karşısında “yanlış anlaşılmaları gidermek konusunda iyimserlik içinde olduğu ancak verilen tepkilerle Erdoğan’ın bu konudaki ciddiyetine şüpheyle yaklaştığı” belirtilen yazıda, İskandinav ülkelerinin Türkiye’nin taleplerine “boyun eğmesinin zor olacağı” ifade edildi. Türkiye “terör” gerekçesiyle Finlandiya’dan 12, İsveç’ten 21 kişinin iade edilmesini istiyor.

‘Erdoğan uç noktalarda yaşıyor’

Habere göre, İngiliz savunma ve güvenlik düşünce kuruluşu Royal United Services Institute (RUSI) direktör yardımcısı Jonathan Eyal, “Her iki ülke de kendi iç iltica sistemlerini basitçe parçalayamaz” dedi.

Türkiye’nin sürgündeki PKK üyeleriyle ilgili taleplerine aşina olunduğu, Erdoğan’ın halihazırda paramparça bir ekonomi ve partisine desteğin giderek azalmasıyla uğraştığını belirten Eyal, Erdoğan’ın Türkiye’de milliyetçi oyları artırmaya çalıştığı ve “uç noktalarda hareket ettiği ve uçlarda yaşadığı” görüşü verdi.

Yazıda, Erdoğan’ın Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in olası Ankara ziyareti ve ABD’den F-35 satın alma talebinin uygulanması için “ikili oyun” oynadığı analizine de yer verildi.

(Kaynak: Gazete Duvar)

Paylaşın

NATO Hangi Amaçla Kuruldu, Devletler Neden NATO’da Yer Almak İstiyor?

“North Atlantic Treaty Organization” Türkçesi “Kuzey Atlantik Paktı Teşkilatı” bildiğimiz ismiyle NATO. İkinci Dünya Savaşının ardından 12 ile ülke kurulan bugün 30 ülkenin içinde yer aldığı NATO sınırlarını gün geçtikçe genişletiyor.

Rusya’nın Ukrayna’yı işgalinin ardından Finlandiya ve İsveç resmen NATO’ya üyelik başvurusu yaptı. İki ülke, Rusya’nın Ukrayna’yı işgali sonrası ittifaka katılma kararı aldı.

Peki, NATO neden kuruldu, amacı nedir, nasıl finanse ediliyor, devletler neden NATO’da yer almak istiyor?

“Halklara Karşı Bir Örgütlenme NATO” kitabının yazarı Semih Hiçyılmaz Bianet’ten Ruken Tuncel’e anlattı.

NATO neden kuruldu: NATO, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra 1949’da ABD, Kanada, İngiltere, Fransa ve İtalya gibi ülkelerin içinde olduğu 12 ülke tarafından Sovyetlere karşı kuruldu.

İkinci dünya savaşından sonra güçlenen yeni emperyalist güçler “birimize saldırı hepimize saldırıdır” diyerek, Sovyetlere, dünyada yükselen sosyalist mücadeleye ve işçi sınıfına karşı örgütlenmeye gitti. Amaçları dünya çapında sosyalizmin kazandığı prestijin önünü kesmekti.

NATO nasıl finanse ediliyor: Her ülkeden ciddi bir kaynaklar aktarılıyor. Ülkeler sömürdükleri ülkelerden elde ettikleri gelirlerin önemli bir kısmını NATO aktarıyor.

NATO’da yer almak ülkeler için neden önemli: Kapitalist bir yol seçen bir devlet kendini daha güçlü hissetmek için NATO yer almak istiyor. Esas amaç da, pazar paylaşımda yer almak. Bugün Fillandiya bugün pratik tartışmalarda Rusya tehdidine karşı gerekçeler öne sürülüyor. Bugün Ukrayna, Rusya, ABD, NATO ülkeleri arasında bir pazar paylaşımı var. Fillandiya ve İsveç de tıpkı diğer ülkeler gibi bu Pazar paylaşımının içinde olmak istiyor.

NATO denildiğinde neden akla savaş geliyor: Çünkü NATO emperyalist bir savaş örgütü, saldırı amacıyla kurulmuş bir örgüt. Bunun dışında başka bir amacı yok silahlı bir savaş örgütü, kurulduğu günden bugüne kadar NATO’yu nerede gördüysek savaş var, kan var. Gittiği hiçbir yerde halklara zulümden başka bir şey getirmedi.

Türkiye NATO’ya ne zaman katıldı?

Türkiye, NATO üyeliğine resmen ilk başvuruyu 11 Mayıs 1950’de yaptı. Cumhuriyet Halk Partisi tarafından yapılan bu başvurudan herhangi bir sonuç alınamadı. Seçimlerin ardından ise NATO’ya girme çabaları, iktidarı kazanan Demokrat Parti tarafından yürütüldü. Bu doğrultuda 1950 yılında Kore Savaşı’na asker gönderen Türkiye, 1952’de Yunanistan ile birlikte NATO üyeliğine resmen kabul edildi.

NATO operasyonları

NATO, Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla birlikte ortaya çıkan yeni uluslararası atmosferde kendine yeni sorumluluklar atfederek, proaktif bir rol üstlendi.

90’lı yılların başında bazı askeri operasyonlar gerçekleştirdi. Irak’ın Kuveyt’i işgali sonrasında yürütülen “Operasyon Anchor Guard” bu operasyonların ilkiydi.

Bir diğer operasyonu ise; El-Kaide’nin 11 Eylül 2001’de ABD’deki ikiz kulelere saldırısının ardından  Ekim 2001’de başlatılan Etkin Çaba Harekâtı (Operation Active Endeavour) oldu. Bu harekât, “teröre karşı” düzenlenen ve Antlaşmanın 5. maddesinin öngördüğü kolektif savunma prensibine dayanan ilk operasyon olarak biliniyor. Etkin Çaba Harekâtı ile birlikte ittifak tarihinde ilk kez Washington Antlaşması’nın 5. maddesi işletildi.

2004 yılından itibaren NATO üyesi olmayan ülkelerin de içinde yer aldığı harekât, Ekim 2016’da resmi olarak sonlandırılana kadar devam etti.

2000’lerde Afganistan ve Afrika Burnu gibi farklı yerlerde de operasyonlar düzenleyen NATO, bu operasyonları beşinci maddenin ortaya koyduğu “kolektif savunma” ilkesine dayandırmak yerine, kriz yönetimi başlığı altında yürüttü.

2014’de düzenlenen Galler Zirvesi’nde ise kolektif savunma prensibi yeniden ön plana çıkarak bu tarihte ortaya konan “Hazırlık Eylem Planı’nın temelini oluşturdu.

Resmi web sitesinde yer aldığı bilgiye göre; NATO, Akdeniz ve Kosova’da hâlâ aktif olarak bulunuyor.

Akdeniz’de “deniz güvenliği” adına varlığını korumaya devam eden ve Türkiye’de Patriot füzeleri ve Havadan Erken İhbar ve Kontrol uçakları konuşlandıran NATO, Rusya’nın 2014’te Ukrayna’ya düzenlediği askeri operasyonlardan itibaren hava-sahası önlemlerini artırdığını belirtiyor.

NATO Antlaşma Metni

Madde 1 – Taraflar, BM Yasası’nda ortaya konduğu üzere, karışmış olabilecekleri herhangi bir uluslararası anlaşmazlığı, uluslararası barış ve güvenlik ve adaleti tehlikeye sokmadan barışçıl yollarla çözmeyi ve uluslararası ilişkilerinde BM’in amaçlarına aykırı olacak şekilde güç kullanımı ya da tehdidinden sakınmayı taahhüt etmektedirler.

Madde 2 – Taraflar, özgür kurumlarını güçlendirerek, bu kurumların üzerine kurulu olduğu ilkelerin daha iyi anlaşılmasını sağlayarak ve istikrar ile refah koşullarını geliştirerek barışçıl ve dostça uluslararası ilişkilerin daha da geliştirilmesine katkı yapacaklardır. Uluslararası ekonomi politikalarında çatışmayı ortadan kaldırmaya yönelecekler ve taraflardan herhangi biri ya da hepsi ile ekonomik işbirliğini teşvik edeceklerdir.

Madde 3 – Bu Antlaşma’nın amaçlarına daha etkin biçimde ulaşabilmek için Taraflar, tek tek ve ortaklaşa olarak, sürekli ve etkin öz-yardım ve karşılıklı yardımlarla, silahlı bir saldırıya karşı bireysel ve toplu direnme kapasitelerini koruyacaklar ve geliştireceklerdir.

Madde 4 – Taraflardan herhangi biri, Taraflardan birinin toprak bütünlüğü, siyasi bağımsızlığı ya da güvenliğinin tehdit edildiğini düşündüğü zaman, tüm Taraflar birlikte danışmalarda bulunacaklardır.

Madde 5 – Taraflar, Kuzey Amerika’da veya Avrupa’da içlerinden bir veya daha çoğuna yöneltilecek silahlı bir saldırının hepsine yöneltilmiş bir saldırı olarak değerlendirileceği ve eğer böyle bir saldın olursa BM Yasası’nın 51. Maddesinde tanınan bireysel ya da toplu öz savunma hakkını kullanarak, Kuzey Atlantik bölgesinde güvenliği sağlamak ve korumak için bireysel olarak ve diğerleri ile birlikte, silahlı kuvvet kullanımı da dahil olmak üzere gerekli görülen eylemlerde bulunarak saldırıya uğrayan Taraf ya da Taraflara yardımcı olacakları konusunda anlaşmışlardır. Böylesi herhangi bir saldın ve bunun sonucu olarak alınan bütün önlemler derhal Güvenlik Konseyi’ne bildirilecektir. Güvenlik Konseyi, uluslararası barış ve güvenliği sağlamak ve korumak için gerekli önlemleri aldığı zaman, bu önlemlere son verilecektir.

Madde 6 – Madde 5 açısından, Taraflardan bir ya da daha çoğuna karşı silahlı saldın, aşağıdakileri de kapsar: – Tarafların Avrupa ya da Kuzey Amerika’daki topraklarına, Fransa’nın Cezayir Bölgesine (**), Türkiye topraklarına veya Taraflardan herhangi birinin egemenliği altında olan ve Yengeç Dönencesi’nin kuzeyinde yer alan adalara yapılan silahlı saldırı; – Bu topraklarda ya da bu toprakların üzerindeki hava sahasında bulunan, ya da Antlaşma’nın yürürlüğe girdiği tarihte Taraflardan herhangi birinin işgal kuvvetlerinin üslenmiş bulunduğu herhangi bir Avrupa toprağında veya Akdeniz’de, ya da Yengeç Dönencesi’nin kuzeyindeki Kuzey Atlantik bölgesinde bulunan Tarafların herhangi birine ait kuvvetlere, gemilere, ya da uçaklara yapılan silahlı saldın.

Madde 7 – Antlaşma, BM üyesi olan Tarafların BM Yasası uyarınca sahip oldukları hak ve yükümlülüklerini veya Güvenlik Konseyi’nin uluslararası barış ve güvenliğin sağlanması konusundaki temel sorumluluğunu herhangi bir şekilde etkilemez ve etkilediği şeklinde yorumlanamaz.

Madde 8 – Her bir Taraf, kendisi ile diğer Taraflar ya da üçüncü bir devlet arasında şu an yürürlükte olan uluslararası sözleşmelerin, bu Antlaşma’nın hükümleri ile çelişmediğini beyan eder ve Antlaşma ile çelişen uluslararası sözleşmelere girmemeyi taahhüt eder.

Madde 9 – Taraflar, bu Antlaşma’nın uygulanması ile ilgili konulan ele almak üzere hepsinin temsil edileceği bir Konsey oluştururlar. Konsey, herhangi bir zamanda acil olarak toplanabilecek şekilde düzenlenecektir. Konsey, gerekli gördüğü ikincil organları oluşturacaktır. Özellikle Madde 3 ve Madde 5’in uygulanmasına ilişkin önlemleri önerecek bir savunma komitesi derhal oluşturulacaktır.

Madde 10 – Taraflar, bu Antlaşma’nın ilkelerini geliştirebilecek ve Kuzey Atlantik Bölgesinin güvenliğine katkı yapacak durumda olan herhangi bir Avrupa devletini bu Antlaşma’ya katılmaya oy birliği ile davet edebilirler. Davet edilen Devlet katılım belgesini Amerika Birleşik Devletleri Hükümeti’ne vererek bu Antlaşma’ya taraf olabilir. Amerika Birleşik Devletleri Hükümeti aldığı her bir katılma belgesinden tüm Tarafları haberdar edecektir.

Madde 11 – Bu Antlaşma Taraflarca kendi anayasal süreçleri uyarınca onaylanacak ve hükümleri uygulanacaktır. Onay belgeleri en kısa zamanda Amerika Birleşik Devletleri Hükümetine teslim edilecek, bu Hükümet de aldığı her belgeden tüm Tarafları haberdar edecektir. Antlaşma, Belçika, Kanada, Fransa, Lüksemburg, Hollanda, Birleşik Krallık ve Amerika Birleşik Devletleri dahil olmak üzere imzacıların çoğunluğu tarafından onaylanır onaylanmaz, onaylayan Devletler arasında yürürlüğe girecektir; diğer Devletler açısından ise onaylarının verildiği tarihte yürürlüğe girecektir. (***)

Madde 12 – Antlaşma 10 yıl boyunca yürürlükte kaldıktan sonra, ya da daha sonra herhangi bir tarihte, Taraflar, içlerinden herhangi birinden talep geldiği takdirde, Kuzey Atlantik Bölgesinde barış ve güvenliği etkileyen faktörleri ve BM Yasası uyarınca uluslararası barış ve güvenliği korumak amacıyla yapılan evrensel ve bölgesel düzenlemeleri göz önüne alarak, Antlaşmanın gözden geçirilmesi amacıyla görüşmelerde bulunacaklardır.

Madde 13 – Antlaşma 20 yıl boyunca yürürlükte kaldıktan sonra herhangi bir Taraf, ayrılma bildirimini Amerika Birleşik Devletleri Hükümeti’ne vermesinden bir yıl sonra Taraf olmaktan çıkabilir. ABD Hükümeti aldığı her ayrılma bildiriminden tüm Tarafları haberdar edecektir.

Madde 14 – İngilizce ve Fransızca metinleri aynı derecede otantik olan bu Antlaşma, Amerika Birleşik Devletleri Hükümeti’nin arşivlerinde saklanacaktır. Onaylı kopyalar, bu hükümet tarafından imzacı diğer hükümetlere iletilecektir.

* Yunanistan ve Türkiye’nin katılımı üzerine Kuzey Atlantik Antlaşması Protokolü’nün 2. Maddesi doğrultusunda değiştirilmiş haliyle.

** 16 Ocak 1963 tarihinde Konsey, Fransa’nın Cezayir Bölgesi söz konusu olduğunda, bu Antlaşmanın ilgili hükümlerinin 3 Temmuz 1962 tarihinden itibaren uygulanamaz hale geldiğini kaydetti.

*** Antlaşma, bütün imzacı devletlerin onaylan verildikten sonra 24 Ağustos 1949’da yürürlüğe girdi.

Paylaşın

Türkiye, Finlandiya Ve İsveç’in NATO Üyeliği İçin Ne Talep Ediyor?

Rusya’nın 24 Şubat’tan beri Ukrayna’yı işgal etmesiyle birlikte İskandinav ülkeleri Finlandiya ve İsveç’in NATO’ya yaklaşması, ittifak içerisinde dikkat çekici bir gerilime sebep oldu.

Geçen hafta Cumhurbaşkanı Erdoğan, Finlandiya ve İsveç’in NATO üyeliklerine sıcak bakmadığını açıklayarak bu iki ülkenin NATO’ya girmesini engelleyebileceklerinin sinyalini vermesi batı dünyasında şok etkisi yarattı.

Hafta sonu Berlin’de yapılan zirvede taraflar görüşürken, bu hafta da Cumhurbaşkanı Erdoğan, “İsveç terör örgütlerinin kuluçka merkezi. Teröristler onların parlamentosunda konuşuyor. Pazartesi geleceklermiş bizi ikna etmeye geleceklerse gelmesinler. Kusura bakmasınlar, yorulmasınlar. Türkiye’ye yaptırım uygulayanların bu süreç içerisinde NATO’ya girmelerine biz ‘evet’ demeyiz. NATO teröristlerin temsilcilerinin yoğunlaştığı bir yer olur” demişti.

Konuyla ilgili görüşmeler ve başvuru süreçleri devam ederken ABD’nin önde gelen medya kuruluşlarından Bloomberg, üst düzey 3 Türk yetkili ile görüştü. Konunun hassas olması ve konuşma yetkileri olmadığı için isimlerini açıklamayan üç Türk yetkili, Ankara’nın NATO’dan ve İsveç ve Finlandiya’dan taleplerini sıraladı.

PKK ve uzantıları

Bloomberg’e konuşan kaynaklar, Türkiye’nin PKK ve uzantıları YPG/PYD’ye karşı aday adayı ülkelerin daha çok harekete geçmesi gerektiğini söyledi. NATO içinde de bu konunun gerilim yarattığı bilinirken Türkiye’nin İsveç ve Finlandiya’dan sadece PKK’yı değil, PKK’nın uzantılarını da terör örgütü olarak tanınmasını istediği kaydedildi.

Yetkililer, “PKK’nın terör örgütü olarak tanınması yetmez. Kuzey ülkeleri ülkelerinde aktif olan PKK sempatizanlarına daha çok müdahale etmeli” yorumunu yaptı.

Silah ambargosu

Üst düzey yetkililer, Türkiye, İsveç ve Finlandiya ile birlikte bazı AB üyesi ülkelerin uyguladığı silah ambargosunun kaldırılmasının talep ettiğini de söyledi. Türkiye’nin 2019’da Suriye’de terör örgütlerine karşı düzenlediği askeri operasyon sonrasında bazı ülkeler silah satışını durdurmuştu.

Yetkililer, bu ülkelerden alınan silahın büyük boyutta olmadığına dikkat çekerken, “Büyük savunma sistemleri satın almayı planlamıyoruz fakat prensipte Ankara, silah anlaşmalarını engelleyen daha fazla ülkenin NATO’da olmasını istemiyor” dedi. Bir süre önce Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu da yaptığı açıklamada silah kısıtlamalarının NATO ruhuna uymadığını söylemişti.

Eski hatalar

1980’lerde Yunanistan’ın NATO’ya dönüşüne Türkiye’nin izin vermesini bir hata olarak yorumlayan yetkililer Atina ve Kıbrıs Rum Kesimi’nin Türkiye’nin AB üyeliğini engellediğini de hatırlattı.

Yetkililer, “Bu hatalardan ders çıkararak, Türkiye öncelikle bu iki ülkenin terör örgütleriyle ilgili duruşunu değiştirmesini istiyor” dedi.

Diğer talepler

Öte yandan Türk yetkililer, bu taleplerin yanı sıra başka taleplerin de gündemde olduğuna dikkat çekti. Türkiye’nin Rusya’dan S-400 satın aldıktan sonra satışı durdurulan F-35’leri almak istediği belirtilirken, F-16 ve kitler de satın almak istediği kaydedildi.

Ankara’nın ayrıca S-400’ler sebebiyle ABD’nin uyguladığı yaptırımların da kaldırılmasını istediği belirtildi.

2023 seçimlerine hazırlık mı?

Türk yetkililer Erdoğan’ın bu iki ülkenin üyeliğini engellemesinin Erdoğan’ın Putin ile yakınlığıyla bağı olmadığını söyledi.

Yetkililer ayrıca, Erdoğan’ın NATO çıkışının gelecek yıl yapılacak seçimlere bir hazırlık olmadığını da dile getirdi. Yetkililer, “Türkiye, kendi ulusal çıkarlarına uyumlu bir dış siyaset izliyor” dedi.

(Kaynak: Bloomberg)

Paylaşın