James Webb, İlk Gezegenini Buldu: Dünya’ya Çok Benziyor

Şimdiye kadar uzaya gönderilmiş en güçlü teleskop olan NASA’nın James Webb Uzay Teleskobu (JWST) ilk gezegenini buldu. Bilim insanlarına göre gezegen kendi dünyamızla neredeyse aynı büyüklükte ve JWST’nin hassasiyeti onlara gözlemlerinden son derece emin olabilme imkanı sunuyor.

Independent Türkçe‘de yer alan habere göre, bunun NASA’nın yeni uzay teleskobu tarafından bulunan bir dizi gezegenin sadece ilki olması bekleniyor. Dahası JWST, uzak gezegenlerin atmosfer özelliklerini tespit edebilen tek teleskop olarak bu gezegenleri hiç olmadığı kadar çok ayrıntılı görebilecek.

Fakat şimdilik bilim insanları sadece gezegenin atmosferinde neyin bulunmadığını söyleyebiliyor. Örneğin bu gezegen, Satürn’ün uydusu Titan’daki gibi metan ağırlıklı yoğun bir atmosfere sahip olamaz.

Araştırmacılar, bu uzak gezegenin atmosferinin özelliklerini zamanla daha iyi saptayabilmeyi umuyor. Fakat bulgular JWST’nin diğer gezegenleri incelemedeki kullanımını da ortaya koyuyor. Gelecek haftalarda ve aylarda çok daha fazla keşif yapılması bekleniyor.

NASA’nın Washington’daki genel merkezinden Astrofizik Bölümü Direktörü Mark Clampin, bu konuda hemfikir olarak “Dünya büyüklüğünde, kayalık bir gezegenden elde edilen bu ilk gözlemsel sonuçlar, Webb’le kayalık gezegen atmosferlerini incelemek için gelecekteki birçok olasılığın kapısını açıyor” diyor.

Webb bizi Güneş Sistemi dışındaki Dünya benzeri gezegenlere dair yeni bir anlayışa giderek daha çok yaklaştırıyor ve görev henüz daha yeni başlıyor.

LHS 475 b adı verilen gezegen Octans takımyıldızında, 41 ışık yılı uzaklıkta bulunuyor. Gezegene dair bir ipucu ilk olarak NASA’nın Geçiş Halindeki Ötegezegen Araştırma Uydusu (TESS) verilerinde tespit edildi fakat JWST bunu kısa sürede görüntüleyebilip doğrulayabildi.

Bu gezegen hakkında hâlâ pek çok şey bilinmiyor. Fakat ilk gözlemler gezegenle ilgili bazı detayları doğruladı: Çapı, Dünya çapının yüzde 99’u kadar ve gezegenimizden birkaç yüz derece daha sıcak.

Böyle küçük ve kayalık gezegenler, küçük boyutları görülmesi için güçlü araçlar gerektiğinden zor bulunuyor. Bununla birlikte yeni bulgular, JWST’nin artan gücünün yeni teknolojiyi kullanarak bu gezegenlerin nispeten kolay görülmelerini sağlayacağına işaret ediyor.

Johns Hopkins Üniversitesi’nden çalışmanın yürütülmesine katkıda bulunan Kevin Stevenson, “Bu kayalık gezegenin doğrulanması, görev araçlarının hassasiyetini vurguluyor” dedi.

Ve bu, Webb’in yapacağı birçok keşfin sadece ilki.

Teleskobun kızılötesi gözleri evrenin derinliklerine bakıyor

25 Aralık 2021’de ESA’nın Ariane 5 adlı kargo roketiyle fırlatılan teleskobun kaydettiği görüntüler, yıldızların ve galaksilerin evriminin daha iyi anlaşılmasını sağlayacak.

Gözlem aracının MIRI ve diğer kızılötesi kameraları, bir zaman makinesi görevi görüyor.

Güçlü teleskopları kullanarak çok uzaktaki gök cisimlerini inceleyen bilim insanları, ilgili gök cisminden gelen ışığın Dünya’ya ulaşma süresi uzadığı için “zamanda geriye bakma” imkanı yakalıyor.

James Webb Uzay Teleskobu ise 13,5 milyar yıl öncesini, yani evrenin yeni oluştuğu zamanı gözlemleyebilecek kadar güçlü bir cihaz.

Evrendeki en eski galaksiler, Büyük Patlama’ya o kadar yakın bir dönemde oluştu ki bunların ışığı Dünya yörüngesine ulaştığında son derece soluk oluyor.

Bu ışık evrende ilerlerken genişleyip dağılarak spektrumun kızılötesi ucuna doğru kayıyor. Gözlemlenebilmesi içinse son derece güçlü bir teleskop gerekiyor.

Hubble şimdiye dek geçmişe dair birçok gizemi aydınlatmayı başardı. Ancak gücü bu türden gözlemlere yetmiyordu. Ayrıca Hubble çoğunlukla ultraviyole ve görünür ışıkta gözlem yapmıştı.

Öte yandan James Webb Uzay Teleskobu, kızılötesinde rahatça gözlem yapabilmek için gereken tüm kriterleri karşılıyor.

Paylaşın

‘Pırlanta’ Gibi Parlayan Yeni Bir Galaksi Keşfedildi

Şimdiye kadar uzaya gönderilmiş en güçlü teleskop olan James Webb, uzayda daha önce hiç görülmemiş bir galaksiyi görüntüledi. Görüntüye ilişkin araştırma, 14 Aralık’ta The Astronomical Journal adlı akademik dergide yayımlandı.

Teleskobun yeni görüntüsü, Yeniden İyonlaşma ve Mercekleme Bilimi için Samanyolu Dışı Alanlar (PEARLS) adlı gözlem programının bir parçası olarak çekildi.

PEARLS kapsamında James Webb’den çekilen fotoğrafla, ‘pırlanta’ gibi parlayan yeni bir galaksi görüntülendi.
Fotoğrafın, evrenin ilk ‘görülebilen en sönük gök cisminin’ ve ‘en geniş alanının’ yakalandığı görüntülerinden biri olduğu belirtildi.

Uzayın Kuzey Ekliptik Kutbu isimli bir kısmına odaklanan James Webb teleskobu, çıplak gözle görülebilenden 1 milyar kat daha sönük olan gök cisimlerini görüntülemek için sekiz farklı yakın kızılötesi ışık rengi kullandı.
Araştırmacılar, görüntüyü netleştirmek için James Webb verilerini Hubble Uzay Teleskobu tarafından yakalanan üç renk ultraviyole ve görünür ışıkla birleştirdi.

Görüntünün, program tamamlandığında, halihazırda çekilen kısmına göre 4 kat daha büyük olması bekleniyor.
PEARLS programının baş araştırmacısı ve çalışmanın yazarı Rogier Windhorst, açıklamasında, “Keşfedilen alan James Webb ile yılda 365 gün gözlemlenebilir olacak şekilde tasarlandı, bu nedenle zaman alanı, kapsanan bölge ve ulaşılan derinlik ancak zamanla daha iyi hale gelecektir” ifadesini kullandı.

Teleskobun kızılötesi gözleri evrenin derinliklerine bakıyor

25 Aralık 2021’de ESA’nın Ariane 5 adlı kargo roketiyle fırlatılan teleskobun kaydettiği görüntüler, yıldızların ve galaksilerin evriminin daha iyi anlaşılmasını sağlayacak. Gözlem aracının MIRI ve diğer kızılötesi kameraları, bir zaman makinesi görevi görüyor.

Güçlü teleskopları kullanarak çok uzaktaki gök cisimlerini inceleyen bilim insanları, ilgili gök cisminden gelen ışığın Dünya’ya ulaşma süresi uzadığı için “zamanda geriye bakma” imkanı yakalıyor. James Webb Uzay Teleskobu ise 13,5 milyar yıl öncesini, yani evrenin yeni oluştuğu zamanı gözlemleyebilecek kadar güçlü bir cihaz.

Evrendeki en eski galaksiler, Büyük Patlama’ya o kadar yakın bir dönemde oluştu ki bunların ışığı Dünya yörüngesine ulaştığında son derece soluk oluyor. Bu ışık evrende ilerlerken genişleyip dağılarak spektrumun kızılötesi ucuna doğru kayıyor. Gözlemlenebilmesi içinse son derece güçlü bir teleskop gerekiyor.

Hubble şimdiye dek geçmişe dair birçok gizemi aydınlatmayı başardı. Ancak gücü bu türden gözlemlere yetmiyordu. Ayrıca Hubble çoğunlukla ultraviyole ve görünür ışıkta gözlem yapmıştı. Öte yandan James Webb Uzay Teleskobu, kızılötesinde rahatça gözlem yapabilmek için gereken tüm kriterleri karşılıyor.

Paylaşın

NASA, ‘Yaratılış Sütunları’nın Yeni Fotoğrafını Paylaştı

Şimdiye kadar uzaya gönderilmiş en güçlü teleskop olan James Webb Uzay Teleskobu, nefes kesici görüntüler kaydetmeye devam ediyor. James Webb, Yaratılış Sütunları’nı bir kez daha görüntüledi.

Haber Merkezi / James Webb’in Orta Kızılötesi (Enstrüman Mid-Infrared Instrument/MIRI) adlı kamerasıyla çekilen görsel, ABD Ulusal Havacılık ve Uzay Dairesi NASA, tarafından dün paylaşıldı.

Yaratılış Sütunları, yıldızlar arası toz ile gazın etkileyici şekilde bir araya gelmesinden oluşuyor. Sütunlardan yansıyan ışığın Dünya’ya ulaşması 6 bin 500 ışık yılı sürdüğü için hala sütunların 6 bin 500 yıl önceki halini görebiliyoruz.

Üç boyutlu sütunlar, görkemli kaya oluşumlarına benziyor, ancak çok daha geçirgen. Bu sütunlar, yakın kızılötesi ışıkta bazen yarı saydam görünen soğuk yıldızlararası gaz ve tozdan oluşuyor.

Yeni görüntü, gaz miktarlarıyla birlikte yeni oluşan yıldızların çok daha kesin sayılarını belirleyerek araştırmacıların yıldız oluşum modellerini yenilemelerine yardımcı olacak.

Araştırmacılar zamanla, yıldızların nasıl oluştuğunu ve milyonlarca yıl boyunca bu tozlu bulutlardan nasıl çıktığını daha net bir şekilde anlamaya başlayabilirler.

Gaz ve toz sütunları içinde yeterli kütleye sahip düğümler oluştuğunda, kendi yerçekimi altında çökmeye, yavaş yavaş ısınmaya ve sonunda yeni yıldızlar oluşturmaya başlarlar.

Bazı sütunların kenarlarında lav gibi görünen dalgalı çizgiler ne anlama geliyor?

Bunlar, gaz ve toz içinde hala oluşmaya devam eden yıldızlardan kalıntıları temsil ediyor.

Genç yıldızlar periyodik olarak bu kalın sütunlar gibi malzeme bulutlarıyla çarpışan süpersonik jetler fırlatır. Bu bazen, suda hareket eden bir tekne gibi dalgalı desenler oluşturabilen pruva şoklarına da neden olur. Kızıl parıltı, jetler ve şoklardan kaynaklanan enerjik hidrojen moleküllerinden gelir.

Sütunlar Kartal Nebulası’nda yer alıyor. Burası, yıldızların oluşmaya devam ettiği aktif bir bölge.

Avrupa Uzay Ajansı Kıdemli Bilim Danışmanı Prof. Mark McCaughrean “Kartal Nebulası’nı 1990 ortasından beri inceliyorum, Hubble’ın gösterdiği o ışık yılları uzunluğundaki sütunların içindeki genç yıldızları görmeye çalışıyorum” diyor ve ekliyor: James Webb’ten gelecek fotoğrafların büyüleyici olacağını biliyordum. Öyle de oldu.

Kartal Nebulası’ndaki bu sütunlar, etraftaki dev yıldızların yoğun morötesi ışıklarıyla şekil alıyor ve aydınlanıyor. Fakat bu radyasyon aynı zamanda sütunları dağıtıcı bir etkiye sahip.

Teleskobun kızılötesi gözleri evrenin derinliklerine bakıyor

25 Aralık 2021’de ESA’nın Ariane 5 adlı kargo roketiyle fırlatılan James Webb Uzay Teleskobu’nun kaydettiği görüntüler, yıldızların ve galaksilerin evriminin daha iyi anlaşılmasını sağlayacak.

Gözlem aracının kızılötesi kameraları, bir zaman makinesi görevi görüyor.

Güçlü teleskopları kullanarak çok uzaktaki gök cisimlerini inceleyen bilim insanları, ilgili gök cisminden gelen ışığın Dünya’ya ulaşma süresi uzadığı için “zamanda geriye bakma” imkanı yakalıyor.

James Webb Uzay Teleskobu ise 13,5 milyar yıl öncesini, yani evrenin yeni oluştuğu zamanı gözlemleyebilecek kadar güçlü bir cihaz.

Evrendeki en eski galaksiler, Büyük Patlama’ya o kadar yakın bir dönemde oluştu ki bunların ışığı Dünya yörüngesine ulaştığında son derece soluk oluyor.

Bu ışık evrende ilerlerken genişleyip dağılarak spektrumun kızılötesi ucuna doğru kayıyor. Gözlemlenebilmesi içinse son derece güçlü bir teleskop gerekiyor.

Hubble Uzay Teleskobu şimdiye dek geçmişe dair birçok gizemi aydınlatmayı başardı. Ancak gücü bu türden gözlemlere yetmiyordu. Ayrıca Hubble çoğunlukla ultraviyole ve görünür ışıkta gözlem yapmıştı.

Öte yandan James Webb Uzay Teleskobu, rahatça kızılötesi gözlem yapabiliyor.

Paylaşın

NASA, Güneş’i ‘Gülerken’ Yakaladı

2010 yılından beri Güneş’i gözlemleyen NASA’nın Güneş Dinamikleri Gözlemevi, Güneş’in yüzeyinde ‘gülümseme’ye benzeyen görüntüyü yakaladı. Güneş üzerindeki koyu lekeler, koronal delikler olarak bilinir ve hızlı güneş rüzgarının uzaya taştığı bölgelerdir.

Haber Merkezi / Amerika Birleşik Devletleri (ABD) Uzay ve Havacılık Dairesi’ne (NASA) bağlı Güneş Dinamikleri Gözlemevi, Güneş’in yüzeyinde ‘gülümseme’ye benzeyen görüntüyü yakaladı.

Sosyal medya hesabından yapılan paylaşımda, “Bugün, NASA’nın Güneş Dinamikleri Gözlemevi Güneş’i ‘gülümseyerek’ yakaladı. Ultraviyole ışığında görülen güneş üzerindeki bu koyu lekeler, koronal delikler olarak bilinir ve hızlı güneş rüzgarının uzaya taştığı bölgelerdir.” ifadeleri kullanıldı.

Solar Dynamics Observatory (Güneş Dinamikleri Gözlemevi), 2010 yılından beri Güneş’i gözlemleyen bir NASA misyonudur. Gözlemevi, 11 Şubat 2010 tarihinde uzaya fırlatılan Living With a Star (Bir Yıldız ile Yaşama) programının bir parçasıdır.

Bir Yıldız ile Yaşama programının amacı, Güneş-Dünya sisteminin hayatı ve toplumu doğrudan etkileyen yönlerini etkin bir şekilde ele alarak gerekli bilimsel anlayışı geliştirmektir.

Güneş Dinamikleri Gözlemevi’nin amacı, Güneş atmosferini küçük uzay ve zaman ölçeklerinde ve aynı anda birçok dalga boylarında inceleyerek, Güneş’in yeryüzünde ve Dünya’ya yakın uzayda etkisini anlamaktır.

Güneş Dinamikleri Gözlemevi, Güneş’in manyetik alanının nasıl oluştuğunu ve yapılandığını, bu depolanmış manyetik enerjinin nasıl dönüştürüldüğünü ve güneş rüzgârı şeklinde heliosfere ve jeo-uzaya nasıl salındığını, enerji yüklü parçacıkları ve güneş ışınımı varyasyonlarını araştırmaktadır.

Paylaşın

James Webb Teleskopu, ‘Bulması Güç’ Galaksi Düğümünü Keşfetti

Almanya’daki Heidelberg Üniversitesi’nden bilim insanları, James Webb Uzay Teleskobu’nu son derece uzak ve parlak bir galaksiye doğrulttuğunda, hepsi de son derece yüksek bir hızla orijinal hedef galaksiye yakın daireler çizen en az üç yeni galaksi buldular.

Bunlar, 11,5 milyar yıl önce, yani büyük patlamanın sadece iki milyar yıldan biraz sonrasında var olan bir galaksi kümesinin kökeniydi: Şu anda bilinen çok az galaksi protokümesi var. Onları bulmak zor ve büyük patlamadan sonra çok azı oluşacak zaman buldu.

Bilim insanları, James Webb Uzay Teleskobu’nu son derece uzak ve parlak bir galaksiye doğrulttuğunda, bu parlak galaksinin tuhaf davranışını açıklamak için yanında gizli bir galaksi bulmayı bekliyordu.

Bunun yerine, hepsi de son derece yüksek bir hızla orijinal hedef galaksiye yakın daireler çizen en az üç yeni galaksi buldular. Bunlar, 11,5 milyar yıl önce, yani büyük patlamanın sadece iki milyar yıldan biraz sonrasında var olan bir galaksi kümesinin kökeniydi.

Almanya’daki Heidelberg Üniversitesi’nden, araştırmaya öncülük eden gökbilimci Dominika Wylezalek “Şu anda bilinen çok az galaksi protokümesi var. Onları bulmak zor ve büyük patlamadan sonra çok azı oluşacak zaman buldu” dedi ve ekledi: Bu, nihayetinde yoğun ortamlardaki galaksilerin nasıl evrimleştiğini anlamamızı sağlayabilir. Heyecan verici bir sonuç.

Çalışmanın ilk hedefi, merkezindeki süper kütleli bir kara deliğin beslenmesinden dolayı çok aktif ve parlak bir çekirdeğe sahip olan SDSS J165202.64+172852.3 galaksisiydi. Kuasarlar olarak bilinen bu tür galaksilerin büyük miktarda maddeyi dışarı attığı düşünülüyor ve bilim insanlarının teorisine göre bu çıkışlar diğer yıldızların ve galaksilerin oluşumunu etkileyebilir.

Bilim insanları, SDSS J165202.64+172852.3 galaksisini Hubble Uzay Teleskobu ile gözlemlemişlerdi ancak kuasar o kadar uzaktı ki, ışığı son derece kırmızı dalga boylarına dönüşmüştü. Bu, ışık dalgalarının evreni boydan boya katettiği zaman süresince evrenin genişleyip dalga boylarını kızılötesi olana kadar germesidir. Hubble, kızılötesi ışık spektrumuna karşı biraz hassas olsa da Webb teleskobu sadece bu ışık dalga boylarına karşı hassasiyet için özel olarak üretildi. Bu hassasiyet, Webb’in 6,5 metre çapıyla rekor kıran aynasıyla birleştiğinde, Dr. Wylezalek ve meslektaşlarının Hubble’ın göremediğini görmesini sağladı.

Araştırmacılar, kuasarı çevreleyen galaksilerin hareketlerinin yanı sıra kuasardan materyal çıkışlarını haritalamak için Webb’in yakın kızılötesi spektrometre aletini kullandı.

Araştırmacılar, galaksilerin yakından etkileşime girdiğini tespit etti ve bu, hâlâ görünmeyen çok sayıda kütleçekimi üreten kütlenin varlığına işaret ediyor. Burasının erken evrendeki en büyük galaksi oluşum bölgelerinden biri olduğu ortaya çıkabilir.

Böylesine gizli bir devasa etkinin adayları, büyük ölçüde, yerçekimsel etkisi dışında, görünmez ve normal maddeyle reaksiyona girmeyen gizemli madde formu olan büyük miktarlarda karanlık maddeyle sınırlı. Karanlık madde halelerinin galaksileri ve galaksi kümelerini çevrelediğine ve bu nesnelerin erken evrendeki ilkel gaz bulutlarından yoğunlaşmasında rol oynadığına inanılıyor.

Dr. Wylezalek, “Yoğun bir karanlık madde düğümü bile bunu açıklamak için yeterli değil” dedi ve ekledi: İki devasa karanlık madde halkasının birleştiği bir bölge görebileceğimizi düşünüyoruz.

Ekibi, kuasarı, protogalaksi kümesini ve karanlık maddeyle ilişkilerini daha iyi anlamak için takip gözlemleri planlıyor.

(Kaynak: Independent Türkçe)

Paylaşın

James Webb Teleskobu’ndan Gözleri Kamaştıran Fotoğraf

Şimdiye kadar uzaya gönderilmiş en güçlü teleskop olan James Webb, nefes kesici görüntüler kaydetmeye devam ediyor. James Webb, son olarak Yaratılış Sütunları’nı (Pillars of Creation) görüntüledi. 

Haber Merkezi / Yaratılış Sütunları, yıldızlar arası toz ile gazın etkileyici şekilde bir araya gelmesinden oluşuyor. Sütunlardan yansıyan ışığın Dünya’ya ulaşması 6 bin 500 ışık yılı sürdüğü için hala sütunların 6 bin 500 yıl önceki halini görebiliyoruz.

Üç boyutlu sütunlar, görkemli kaya oluşumlarına benziyor, ancak çok daha geçirgen. Bu sütunlar, yakın kızılötesi ışıkta bazen yarı saydam görünen soğuk yıldızlararası gaz ve tozdan oluşuyor.

Yeni görüntü, gaz miktarlarıyla birlikte yeni oluşan yıldızların çok daha kesin sayılarını belirleyerek araştırmacıların yıldız oluşum modellerini yenilemelerine yardımcı olacak.

Araştırmacılar zamanla, yıldızların nasıl oluştuğunu ve milyonlarca yıl boyunca bu tozlu bulutlardan nasıl çıktığını daha net bir şekilde anlamaya başlayabilirler.

Gaz ve toz sütunları içinde yeterli kütleye sahip düğümler oluştuğunda, kendi yerçekimi altında çökmeye, yavaş yavaş ısınmaya ve sonunda yeni yıldızlar oluşturmaya başlarlar.

Bazı sütunların kenarlarında lav gibi görünen dalgalı çizgiler ne anlama geliyor?

Bunlar, gaz ve toz içinde hala oluşmaya devam eden yıldızlardan kalıntıları temsil ediyor.

Genç yıldızlar periyodik olarak bu kalın sütunlar gibi malzeme bulutlarıyla çarpışan süpersonik jetler fırlatır. Bu bazen, suda hareket eden bir tekne gibi dalgalı desenler oluşturabilen pruva şoklarına da neden olur. Kızıl parıltı, jetler ve şoklardan kaynaklanan enerjik hidrojen moleküllerinden gelir.

Sütunlar Kartal Nebulası’nda yer alıyor. Burası, yıldızların oluşmaya devam ettiği aktif bir bölge.

Avrupa Uzay Ajansı Kıdemli Bilim Danışmanı Prof. Mark McCaughrean “Kartal Nebulası’nı 1990 ortasından beri inceliyorum, Hubble’ın gösterdiği o ışık yılları uzunluğundaki sütunların içindeki genç yıldızları görmeye çalışıyorum” diyor ve ekliyor: James Webb’ten gelecek fotoğrafların büyüleyici olacağını biliyordum. Öyle de oldu.

Kartal Nebulası’ndaki bu sütunlar, etraftaki dev yıldızların yoğun morötesi ışıklarıyla şekil alıyor ve aydınlanıyor. Fakat bu radyasyon aynı zamanda sütunları dağıtıcı bir etkiye sahip.

Paylaşın

NASA, Dimorphos Adlı Asteroidin Yönünü Değiştirmeyi Başardı

NASA, 160 metre genişliğinde yörüngesi olan Dimorphos adlı astroidin yönünün değiştiğini, uzay ve Dünya’da yer alan teleskoplar aracılığıyla yaptıkları ölçümlemeler sayesinde tespit edildiğini duyurdu.

NASA Başkanı Bill Nelson, “Bu görev, evrenin bize fırlatacağı herhangi bir şeye karşı NASA’nın hazır olmaya çalıştığını gösteriyor. NASA, gezegeni savunmakta ciddi” açıklamasında bulundu.

Amerikan Havacılık ve Uzay Dairesi (NASA) bir asteroidin yönünü değiştirme girişiminin başarılı olduğunu duyurdu.

NASA’nın geçen ay Dart misyonu kapsamında fırlattığı uzay aracı, Dimorphos adlı bir asteroide tam isabetle çarpmıştı. Misyonun amacı büyük ölçekli bir asteroidin Dünya’ya çarpmasını engellemek için yönünün nasıl değiştirilebileceğini tespit etmeyi amaçlıyordu.

Kasım 2021’de fırlatılan uzay aracı, yolculuğunu tamamladığında asteroide çarptı ve hızıyla yörüngesini değiştirmeye çalıştı. NASA, dün yaptığı açıklamada bu denemenin başarılı olduğunu duyurdu.

Bilim insanları, 160 metre genişliğinde bir yörüngesi olan Dimorphos adlı astroidin yönünün değiştiğini, uzay ve Dünya’da yer alan teleskoplar aracılığıyla yaptıkları ölçümlemeler sayesinde tespit etti.

Bir futbol stadyumu büyüklüğünde olan Dimorphos, kendisinden beş kat daha büyük olan Didymos asteroidinin her 11 saat 55 dakikada yörüngesine giriyordu.

Yapılan deney sonucu Dimorphos, Didymos’a yaklaştı ve bu süre 11 saat 23 dakikaya indi.

 Dart’ın misyonunun başarısı, hedefin çok büyük olmaması ve önceden planlanlama yapılması halinde Dünya’ya yönelik tehditlerin savurulabileceğini gösterdi.

NASA Başkanı Bill Nelson, “Bu görev, evrenin bize fırlatacağı herhangi bir şeye karşı NASA’nın hazır olmaya çalıştığını gösteriyor. NASA, gezegeni savunmakta ciddi” açıklamasında bulundu.

“Bir film senaryosu gibiydi, ancak bu Hollywood değil” diyen Nelson, “Eğer yarın öbür gün, bir asteroidin Dünya’yı tehdit ettiğini öğrenirsek ve bu Dünya’ya zarar verecek bir büyüklükte olursa, Tanrı’ya şükürler olsun ki bu denemeyi başarıyla gerçekleştirdik” dedi.

NASA’nın bu misyonu, Netflix’in çok ses getiren “Don’t Look Up” ve 1998 yapımı “Armageddon” filmlerinin senaryosundaki gibi Dünya’ya tehlike arz edebilecek gök cisimlerine karşı kurumun hazırlandığının da bir kanıtı.

 Don’t Look Up adlı komedi filminde Leonardo DiCaprio ve Jennifer Lawrence’ın canlandırdığı iki astronom, Dünya’yı yok edecek bir kuyruklu yıldızın yaklaşmakta olduğu konusunda insanlığı uyarmak için basının ilgisini çekmeye çalışıyordu, ancak kimse tarafından umursanmıyorlardı.

İki astronumun kuyruklu yıldızın yönünün değiştirilmesi için kurguladığı planın hayata geçmesinde sürekli engeller ortaya çıkıyordu.

Projenin gelişmesi yedi yıl sürdü

330 milyon dolarlık proje yedi yılda geliştirildi.

NASA’nın Dart programından bilim insanı Dr. Tom Statler ise bir asteroidin davranışının bir diğerinden farklılaşabileceğini vurgulayarak bu deneyden çok fazla sonuç çıkarılmaması uyarısında bulundu.

Deneme Dünya’dan 11 milyon kilometre uzaklıktaki Dimorphos asteroidi üzerinde yapıldı.

Dart’ın navigasyon sistemi Dart, yolculuğunun son 50 dakikasında küçük astroit Dimorphos’u, büyük astreoit Didymos’tan ayırt edebildi.

NASA, Dimorphos’un Dünya için herhangi bir tehlike oluşturmadığını ve bu denemenin de asteroidi Dünya’ya doğru yönlendirmeyeceğini belirtmişti.

Dart’ın üzerindeki kamera, 160 metre genişliğindeki Dimorphos’a çarptığı ana kadar her saniye bir fotoğraf yolladı. Fotoğraflar çarpma anında uzay aracının da yok olmasıyla kesildi.

Uzmanlar gökyüzü araştırmaları ve istatistiksel analizler sayesinde Dünya’ya çarpması durumunda tüm yaşamı yok edebilecek asteroidlerin yüzde 95’inin tespit edildiğini ve bunların herhangi bir tehlike oluşturmadığını söylüyor.

Ancak insanlık üzerinde çok büyük etkileri olabilecek ve henüz tespit edilmemiş daha küçük asteroidler olabilir.

Dimorphos gibi bir asteroidin Dünya’ya çarpması durumunda 1 kilometre çapında ve yüzlerce metre derinliğinde bir krater oluşabilir ve bunun etkisi oldukça büyük olur.

Bundan dört yıl sonra Avrupa Uzay Ajansı’na ait üç uzay aracı, Hera adlı bir misyonla Didymos ve Dimorphos adlı asteroitlerde takip çalışmaları gerçekleştirecek.

(Kaynak: BBC Türkçe)

Paylaşın

NASA’nın Vurduğu Asteroidin Artık Bir Kuyruğu Var

ABD Havacılık ve Uzay Dairesi’nin (NASA) geçen hafta uzay aracıyla “vurduğu” Dimorphos asteroidinin çarpmanın etkisiyle 10 kilometre uzunluğunda bir toz bulutu oluşturduğu kaydedildi.

NASA bu deneyi Dünya’yı tehdit edebilecek asteroitlerin yörüngesinin değiştirilip değiştirilemeyeceğini belirlemek için yapmıştı.

DART (Çift Asteroit Yönlendirme Testi) misyonu kapsamında bir buzdolabı büyüklüğündeki uzay aracı, 306 gün süren yolculuğunun sonunda, Dünya’dan 11 milyon kilometre uzaklıkta bulunan 160 metre çapındaki asteroide saatte 20 bin kilometre hızla çarpmıştı.

SOAR teleskobunun çarpmadan iki gün sonra çektiği fotoğrafta asteroitten yükselen toz bulutu bir kuyruklu yıldızı andırıyor. Gökbilimciler, bu toz bulutunun zamanla daha da büyüyeceğini söylüyor.

NASA Donanma Araştırma Laboratuvarı’ndan Michael Knight, toz bulutunu aylar boyunca izlemeye devam edeceklerini söyledi.

Bilim insanları hâlâ 25 milyon dolara mal olan denemenin başarılı olup olmadığını ve çarpmadan sonra asteroidin yörüngesinin değişip değişmediğini belirlemeye çalışıyor.

Bununla birlikte NASA gezegen bilimi birimi direktörü Dr. Lori Glaze, DART misyonuyla olağanüstü bir iş başardıklarını söyledi.

Dr. Glaze, “İnsanlık tarihinde yeni bir döneme giriyoruz. Kendimizi asteroit çarpmasından koruma kabiliyetimizin olacağı yeni bir dönem bu” dedi.

(Kaynak: BBC Türkçe)

Paylaşın

NASA’nın DART Uzay Aracı, Dimorphos Asteroidine Tam İsabetle Çarptı

ABD Havacılık ve Uzay Ajansı’na (NASA) ait Çift Asteroid Yönlendirme Testi (DART), misyonu kapsamında fırlattığı uzay aracı, Dünyadan yaklaşık 11 milyon kilometre uzaktaki Dimorphos adlı bir asteroide tam isabetle çarptı.

Haber Merkezi / Çarpma anı ile birlikte DART aracının tüm sinyalleri de durdu. Çarpmanın amacı dünyanın potansiyel asteroit veya kuyruklu yıldız tehlikelerine karşı savunma teknolojisini test etmek.

Uzmanlar, bu görevle söz konusu gök cisminin yörüngesinin değişip değişmediğini anlamak için birkaç aylık bir süre gerektiğini belirtiliyor.

NASA, Dimorphos’un Dünya için herhangi bir tehlike oluşturmadığını ve bu denemenin de asteroidi bize doğru yönlendirmeyeceğini belirtti.

Dart’ın üzerindeki kamera, 160 metre genişliğindeki Dimorphos’a çarptığı ana kadar her saniye bir fotoğraf yolladı.

Gelecekteki potansiyel tehdit oluşturabilecek gök cisimlerini ölçümlemek ve önlemek için ilk defa gerçekleştirilen deneme amaçlı çarpışma, DART’ın üzerine yerleştirilen kamera ile Hubble, Webb ve Lucy teleskopları tarafından da kayda alınırken, çarpışmayı canlı takip edenler görüntüleri yaklaşık 45 saniye gecikmeli olarak seyredebildi.

Aynı zamanda Dart aracılığıyla taşınan ve birkaç gün önce uzaya bırakılan 14 kilogram ağırlığında, İtalya yapımı LiciaCube adlı bir nano uydu da uzay aracının Dimorphos’ta oluşturduğu krateri fotoğraflayacak.

LiciaCube’un çektiği fotoğraflar önümüzdeki günlerde dünyaya ulaşacak.

Uzmanlar gökyüzü araştırmaları ve istatistiksel analizler sayesinde Dünya’ya çarpması durumunda tüm yaşamı yok edebilecek asteroidlerin yüzde 95’inin tespit edildiğini ve bunların herhangi bir tehlike oluşturmadığını söylüyor.

Ancak insanlık üzerinde çok büyük etkileri olabilecek ve henüz tespit edilmemiş daha küçük asteroidler olabilir.

Dimorphos gibi bir asteroidin Dünya’ya çarpması durumunda 1 kilometre çapında ve yüzlerce metre derinliğinde bir krater oluşabilir ve bunun etkisi oldukça büyük olur.

Bundan dört yıl sonra Avrupa Uzay Ajansı’na ait üç uzay aracı, Hera adlı bir misyonla Didymos ve Dimorphos’ta takip çalışmaları gerçekleştirecek.

DART’ı geliştiren Maryland’deki Johns Hopkins Uygulamalı Fizik Laboratuvarı’ndan yönetilen planlı çarpışma sonrası, NASA yetkilisinin canlı yayında, “Bu, insanlığın bir gök cisminin rotasını değiştirmek üzere yaptığı ilk girişimdi.” şeklindeki sevinç ifadeleri duyuldu.

Başarılı deneme sonucu bir uzay aracının, yörüngesini yer tabanlı teleskoplar kullanılarak ölçülebilecek şekilde değiştirmek için kasıtlı olarak, hedeflenen bir asteroidle çarpışabileceği ispatlanmış oldu.

Paylaşın

NASA, Mars’ta ‘Organik Madde’ Hazinesi Buldu

ABD Ulusal Havacılık ve Uzay Dairesi NASA’nın Perseverance uzay aracı, Mars’ta organik madde hazinesi buldu. Eski çağlardan kalma bir deltayı inceleyen Perseverance, karbon bazlı moleküllerin yer aldığı iki kaya numunesi topladı.

ABD’deki prestijli Berkeley Üniversitesi’nden David L. Shuster, perşembe günü yaptığı açıklamada “Bunların, mevcut görevde topladığımız en önemli numuneler olduğunu net şekilde söyleyebilirim” dedi.

Numunelerin potansiyel yaşam izleri taşıyabileceğini belirten bilim insanları, bunların bir zamanlar Mars’ta hayat olup olmadığına dair bilgi sağlayabilmesi için incelemelerin artırılması gerektiğini söyledi.

Shuster’la görevde yer alan Kaliforniya Teknoloji Enstitüsü’nden Kenneth A. Farley de organik karbon moleküllerinin, yaşam izi taşımayan bir dizi kimyasal reaksiyon sonucunda oluşmuş olabileceğini ifade etti.

NASA’dan Sunanda Sharma ise numunelere dair “Bunu, başka bir gezegende hayat olup olmadığını dair potansiyel işaretlerin arandığı bir hazine avı gibi düşünürsek, organik madde bir ipucu olurdu. Deltada yaptığımız incelemelerde gittikçe daha sağlam ipuçları elde ediyoruz” dedi.

Bilim insanları, kurumuş bir deltanın yer aldığı 45 kilometre genişliğindeki Jezero kraterinin, Mars’ta 3,5 milyar yıl önce yaşam olup olmadığının araştırılması için en verimli bölge olduğunu düşünüyor.

Farley, “Burası, görev boyunca gerçekleştirilen incelemelerde bilimsel açıdan en büyük öneme sahip bölge. Gölde birikmiş, eski çağlardan kalma tortul kayaçların incelenmesi için en iyi fırsatı sunuyor” dedi.

Öte yandan NASA’daki araştırmacılar, Perseverance’ın taşıdığı cihazların, taşların niteliği hakkında net bilgi sağlayabilecek kapasitede olmadığını söyledi. Dolayısıyla numuneler, Dünya’ya getirildiğinde laboratuvarlarda incelenecek.

Avrupa Uzay Ajansı ve NASA, Mars’tan Numune Getirme Görevi (Mars Sample Return Mission) adı verilen bir proje kapsamında Kızıl Gezegen’e bir araç gönderip, Perseverance’ın bulduğu numuneleri geri getirmeyi hedefliyor. Görevin 2028’de başlaması, numunelerinse 2033’te Dünya’ya ulaşması planlanıyor.

(Kaynak: Independent Türkçe)

Paylaşın