NASA’dan Bir İlk: 4.5 Milyar Yıllık Asteroit Örnekleri Dünya’ya Getirildi

4,5 milyar yıllık asteroit örnekleri taşıyan NASA’nın insansız uzay aracı Osiris-Rex, yıllar süren yolculuğun ardından Dünya’ya indi. Uzay aracında asteroitten alınan en az 250 gram moloz olduğu belirtiliyor.

Numune kutusu NASA’nın Houston’daki Johnson Uzay Merkezi’ne götürülecek ve burada özel olarak tasarlanmış yeni bir laboratuvarda açılacak. NASA’nın gezegen bilimi bölümü yöneticisi Lori Glaze, “Bunlar yıllar ve yıllar boyunca bilimsel analizler için bir hazine olacak.” diye konuştu.

Osiris-Rex uzay aracı, 2016 yılında 1 milyar dolarlık görev için roketle yola çıktı. İki yıl sonra asteroite ulaştı ve uzun bir çubuk vakum kullanarak 2020’de küçük uzay kayasından molozları aldı. Uzay aracı toplamda 6,2 milyar kilometre yol kat etmiş oldu.

ABD Ulusal Havacılık ve Uzay Dairesi NASA’nın Osiris-Rex uzay aracı, bir asteroitten aldığı toz örnekleriyle Pazar günü mermiden 15 kat daha hızlı bir şekilde Dünya atmosferine girerek güvenli bir şekilde iniş yaptı.

Bir araba lastiği büyüklüğündeki uzay aracı, saniyede 12 kilometrelik hızıyla gökyüzünde bir ateş topu oluşturdu. Uzay aracının hızı, ısı kalkanı ve paraşütlerle yavaşlatıldı ve ABD’nin Utah eyaletinde Batı Çölü’ne yumuşak iniş yaptı.

Uzay aracının getirdiği yaklaşık 250 gram ağırlığındaki örnekler, analiz edilmek üzere Teksas’taki Johnson Uzay Merkezi’ne götürüldü.

Dağ büyüklüğündeki asteroit Bennu’dan aldığı bir avuç tozu getirecek uzay aracı, en derin sorulara yanıt vermesi bekleniyor: Nereden geliyoruz?

Misyonun baş araştırmacısı Profesör Dante Lauretta, “Asteroit Bennu’dan 250 gramlık numuneyi Dünya’ya getirdiğimizde, gezegenimizden önce var olan malzemeye, hatta belki de Güneş Sistemimizden önce var olan bazı taneciklere bakıyor olacağız” diyor.

“Başlangıcımızla ilgili ipuçlarını bir araya getirmeye çalışıyoruz. Dünya nasıl oluştu ve neden yaşanabilir bir dünya haline geldi? Okyanuslar suyunu nereden aldı; atmosferimizdeki hava nereden geldi; ve en önemlisi, Dünya’daki tüm yaşamı oluşturan organik moleküllerin kaynağı nedir?”

Bilim insanlarının genel kanısı, önemli bileşenlerin birçoğunun aslında gezegenimize erken dönemlerinde çarpan asteroitlerle taşındığı yönünde. Güneş Sistemi’nin yaklaşık 4,6 milyar yıl önce oluştuğu hesaplanıyor.

Osiris-Rex ekibinin bir üyesi uzay aracının inişi sırasında İngiltere’de bir konser turnesi için prova yapıyordu. Aynı zamanda bir astrofizikçi olan Queen’in baş gitaristi Brian May, paylaştığı mesajda, “Bu değerli örnek kurtarılırken kalbim sizinle birlikte. Örnek Dönüş Gününüz kutlu olsun.” dedi.

Görevde yer almayan İngiliz gökbilimci Daniel Brown, NASA’nın yarım yüzyıldan uzun bir süre önce Apollo’nun aya inişinden bu yana yapılan görevden “harika şeyler” beklediğini söyledi.

Nottingham Trent Üniversitesi’nden Brown, bu asteroit örnekleriyle “erken kimyasal bileşimini, suyun oluşumunu ve yaşamın dayandığı molekülleri anlamaya yaklaşıyoruz” diye konuştu.

NASA’dan Nicole Lunning, kesin bir ölçüm elde etmenin birkaç hafta alacağını söyledi. Dünya’dan 81 milyon kilometre uzaklıkta Güneş’in yörüngesinde dönen Bennu, 500 metre genişliğinde.

Osiris-Rex, iki yıllık bir araştırma sırasında Bennu’yu kayalar ve kraterlerle dolu moloz yığını olarak bulmuştu.

Japonya da örnek getirdi

Uzaydan örnek getiren diğer ülke olan Japonya, iki asteroit görevi sırasında yaklaşık bir çay kaşığı büyüklüğünde malzeme toplamıştı.

Paylaşın

James Webb, Dünya’daki Yaşamı 40 Işık Yılı Uzaklıkta Buldu

“Uzayda yaşam var mı?” sorusu artan bir ilgiyle gündemdeki yerini korumaya devam ediyor. NASA’nın James Webb Uzay Teleskobu, Dünya’dan 40 ışıkyılı uzaklıktaki bir gezegende dinamik bir atmosfer ortaya çıkardı.

James Webb Uzay Teleskobu, Samanyolu Galaksisi’ndeki başka bir yıldız sisteminden bakarak Dünya’daki insan uygarlığını tespit edebilecek seviyeye geldi.

Bu da son teknolojiye sahip uzay aracının galaksideki uzak gezegenleri gözlemlerken olası uzaylı uygarlıklarını bulabileceği yönündeki umutları artırıyor.

Gelmiş geçmiş en güçlü uzay teleskobu diye bilinen cihaz, 2021’in sonlarında fırlatıldığından beri evrenin nasıl oluştuğunu bulmak için eski galaksi ve yıldızları tarıyor.

Ancak teleskobun ikincil hedeflerinden biri, yakındaki ötegezegenlerin atmosferlerini analiz ederek biyolojik imza diye anılan yaşam belirtilerini aramak.

Bu imzalar genellikle canlılar tarafından üretilmiş olabilecek gazları veya yapay moleküller gibi teknolojik izleri kapsıyor.

Yine de James Webb Teleskobu’nun olası zeki uygarlıkların işaretlerini ne kadar iyi tespit edebileceği belirsizdi. Bu soruyu yanıtlamak isteyen araştırmacılar da teleskobu insanlar üzerinde denemeye karar verdi.

Böylece teleskop, halihazırda yaşama ev sahipliği yaptığı bilinen tek gezegen olan Dünya’ya çevrildi.

28 Ağustos’ta bilimsel makale arşivi arXiv’e yüklenen ve henüz hakem değerlendirmesinden geçmeyen yeni araştırmada bilim insanları, Dünya atmosferinin spektrumunu çıkardı ve bunun onlarca ışık yılı uzaklıktaki bir gözlemciye nasıl görüneceğini düşünerek verilerin kalitesini kasten düşürdü.

Teleskobun sensörlerinin yeteneklerini taklit eden bir bilgisayar modeli üreten araştırma ekibi, uzay aracının yaşama işaret eden metan, oksijen, azot dioksit ve kloroflorokarbonlar gibi biyolojik ve teknolojik imzaları saptayıp saptayamadığını kontrol etti.

Sonuçlar, James Webb’in Dünya atmosferindeki biyolojik ve teknolojik tüm önemli işaretleri tespit edebileceğini gösterdi.

Araştırmacılar, değiştirilen veri kümesinin kalitesinin, Dünya’dan yaklaşık 40 ışık yılı uzaklıktaki bir kırmızı cüce yıldızın yörüngesinde dönen 7 gezegeni içeren TRAPPIST-1 sisteminin gözlemlerine denk olduğunu belirtiyor.

Bu da teleskobun Dünya’dan yaklaşık 40 ila 50 ışık yılı uzaklıktaki ötegezegenlerde olası yaşamın işaretlerini yakalayabileceği anlamına geliyor.

Öte yandan Dünya’dan 50 ışık yılı uzaklıkta yalnızca 20 ötegezegen resmen keşfedilebildi. Ancak uzayın bu bölgelerinde varlığı henüz doğrulanamamış yıldız adaylarının sayısı çok fazla.

Bu yüzden bilim insanları, James Webb’in menzilinde aslında 4 bin kadar ötegezegen olabileceğini düşünüyor.

(Kaynak: Independent Türkçe)

Paylaşın

James Webb, ‘Yaşam’ Molekülünü Başka Bir Gezegende Bulmuş Olabilir

NASA’nın James Webb Uzay Teleskobu (JWST), okyanus olduğundan şüphelenilen bir gezegenin atmosferinde karbon bazlı moleküllerin kanıtlarını keşfetmiş olabilir: Dimetil Sülfür. Bu molekül sadece Dünya’daki canlılar tarafından üretiliyor.

Bilim insanlarının henüz doğrulamadığı bu gözlemin daha fazla teyide ihtiyacı var. Dimetil sülfür yani DMS’nin uzak bir gezegende gerçekten önemli miktarlarda bulunup bulunmadığının ilave araştırmalarla doğrulanması gerekiyor.

Ancak maddenin tespit edildiği K2-18 b gezegeni, başka nedenlerle de kesinlikle heyecan verici olduğunu gösterdi. Bilim insanları, gezegenin metan ve karbondioksit gibi karbon içeren moleküllere sahip olduğunu doğruladı ki bu da yaşam arayışı için önemli bir bulgu.

Cambridge Üniversitesi’nden gökbilimci Nikku Madhusudhan, “Bulgularımız, başka yerlerde yaşam arayışında çeşitli yaşanabilir ortamların dikkate alınmasının önemini vurguluyor” dedi ve ekledi:

“Geleneksel olarak, ötegezegenlerde yaşam arayışı öncelikle daha küçük kayalık gezegenlere odaklanıyor fakat daha büyük Hiyanus gezegenleri atmosferik gözlemler için önemli ölçüde daha elverişli.”

Bilim insanları, diğer gezegenlerdeki canlıların araştırılmasında büyük bir ilerleme kaydederek, Dünya’da sadece canlıların ürettiği bir molekül tespit etmiş olabilir.

Araştırmacılar, NASA’nın Webb teleskobunun olası bir dimetil sülfür, yani DMS tespiti gerçekleştirdiğini söyledi. Dünya’da sadece canlıların ürettiği bu maddenin çoğu deniz ortamlarındaki fitoplanktonlardan geliyor.

Bilim insanlarının henüz doğrulamadığı bu gözlemin daha fazla teyide ihtiyacı var. DMS’nin uzak bir gezegende gerçekten önemli miktarlarda bulunup bulunmadığının ilave araştırmalarla doğrulanması gerekiyor.

Ancak maddenin tespit edildiği K2-18 b gezegeni, başka nedenlerle de kesinlikle heyecan verici olduğunu gösterdi. Bilim insanları, gezegenin metan ve karbondioksit gibi karbon içeren moleküllere sahip olduğunu doğruladı ki bu da yaşam arayışı için önemli bir bulgu.

Bu keşif K2-18 b’nin, araştırmacıların Hiyanus ötegezegeni diye adlandırdığı şey olabilir: Hidrojen bakımından zengin atmosfere ve suyla kaplı yüzeye sahip bir gezegen. Her iki koşulun da olası bir uzaylı yaşamı için elverişli olduğu düşünülüyor.

K2-18 b, K2-18 diye bilinen soğuk bir cüce yıldızın yörüngesinde dönüyor. Her iki gök cismi de Dünya’dan yaklaşık 120 ışık yılı uzaklıkta bulunuyor. Gezegen, Dünya’dan 8,6 kat daha büyük: Araştırmacılar bu gezegenleri “alt-Neptünler” diye adlandırıyor. Güneş Sistemimizde bunlara benzer hiçbir şeyin olmaması, bilim insanlarının alt-Neptünleri tam olarak anlayamaması anlamına geliyor.

Örneğin araştırmacılar bu tür gezegenlerin atmosferlerinin neye benzeyebileceğini bilmiyor. Ancak yeni bulgular, uzaylı yaşamını aramak için verimli bir yer olabileceklerine işaret ediyor.

Sonuçları açıklayan yeni makalenin başyazarı olan, Cambridge Üniversitesi’nden gökbilimci Nikku Madhusudhan, “Bulgularımız, başka yerlerde yaşam arayışında çeşitli yaşanabilir ortamların dikkate alınmasının önemini vurguluyor” dedi ve ekledi:

“Geleneksel olarak, ötegezegenlerde yaşam arayışı öncelikle daha küçük kayalık gezegenlere odaklanıyor fakat daha büyük Hiyanus gezegenleri atmosferik gözlemler için önemli ölçüde daha elverişli.”

Yine de K2-18 b’yi yaşam için zorlaştıran koşullar olabilir. Bir okyanus yüzeyine sahip olduğuna inanılıyor fakat bu okyanus yaşanamayacak kadar sıcak olabilir ve hatta hiç sıvı bile olmayabilir.

Bilim insanları daha fazla gözlemle gezegen ve diğer alt-Neptünler hakkında daha fazla bilgi edinmeyi umuyor. Ancak galakside bilinen en yaygın gezegen türü olmalarına rağmen zor görülebilirler çünkü genellikle yıldızlarından gelen parıltılarla örtülürler.

Bunun yerine, K2-18 b ilk olarak bu parıltı kullanılarak ve gezegen, yıldızının önünde hareket ederken meydana gelen ışık düşüşünü izleyerek tespit edildi. Yeni bulgularda da aynı süreç kullanıldı: Webb teleskobuyla yıldız ışığını incelemek ve atmosferdeki kimyasalların geride bıraktığı izleri aramak.

Cambridge Üniversitesi’nden ekip üyesi Savvas Constantinou, “Bu sonuçlar, K2-18 b’ye yönelik sadece iki gözleminin ürünü ve çok daha fazlası yolda” dedi: Bu, buradaki çalışmamızın Webb’in yaşanabilir bölge ötegezegenlerinde gözlemleyebileceklerinin yalnızca ilk göstergelerinden biri olduğu anlamına geliyor.

Daha fazla çalışma, bu kimyasalların daha iyi bir resmini verecek ve DMS’nin olası varlığını doğrulamayı sağlayacaktır.

Profesör Madhusudhan, “Nihai hedefimiz, yaşanabilir bir ötegezegende yaşamı tespit etmek, bu da Evren’deki yerimize dair anlayışımızı dönüştürecektir” dedi: Bulgularımız, bu arayışta Hiyanus gezegenlerin daha iyi anlaşılmasına yönelik umut verici bir adım.

Çalışma, The Astrophysical Journal Letters’ta yayımlanacak “Carbon-bearing Molecules in a Possible Hycean Atmosphere” (Olası Hiyanus Atmosferde Karbonlu Moleküller) başlıklı makalede anlatılıyor.

Yaşamı destekleme ihtimali

Bir gezegenin yaşamı destekleme ihtimali sıcaklığına, karbonun ve muhtemelen sıvı suyun varlığına bağlı. Yapılan gözlemler, K2-18b’nin tüm bu kutuları işaretlediğini gösteriyor gibi görünüyor.

Ancak bir gezegenin yaşamı destekleme potansiyeline sahip olması, öyle olduğu anlamına gelmiyor. DMS’nin olası varlığının bu kadar heyecan verici olmasının nedeni de bu.

Gezegeni daha da ilgi çekici kılan ise, uzak yıldızların yörüngesinde keşfedilen ve yaşama aday olan kayalık gezegenler olarak adlandırılan Dünya benzeri gezegenler gibi olmaması. K2-18b, Dünya’nın neredeyse dokuz katı büyüklüğünde.

Boyutları Dünya ve Neptün arasında olan, diğer yıldızların yörüngesinde dönen gezegenler olan dış gezegenler, güneş sistemimizdeki diğer hiçbir şeye benzemiyor.

Analiz ekibinin bir diğer üyesi olan Cardiff Üniversitesi’nden Dr. Subhajit Sarkar’a göre bu ‘alt Neptünlerin’ ve atmosferlerinin doğası yeterince anlaşılmıyor.

Sarkar, “Her ne kadar güneş sistemimizde bu tür bir gezegen bulunmasa da alt Neptünler, galakside şu ana kadar bilinen en yaygın gezegen türü” diyor ve devam ediyor:

“Bugüne kadar yaşanabilir bir alt Neptün’ün en ayrıntılı spektrumunu elde ettik ve bu, onun atmosferinde var olan moleküller üzerinde çalışmamıza olanak sağladı.”

(Kaynak: Independent Türkçe, BBC Türkçe)

Paylaşın

James Webb’den Göz Kamaştıran Satürn Fotoğrafları

Amerika Birleşik Devletleri (ABD) Ulusal Havacılık ve Uzay Dairesi’nin (NASA) James Webb Uzay Teleskobu’nun Satürn’ü ve halkalarını yakaladığı görüntüler gözleri kamaştırdı. 

Satürn, ilk fotoğrafta kullanılan filtreler sebebiyle siyah görünüyor. Diğer görüntüdeyse gezegenin bulut bantları dikkat çekiyor.

Fotoğraflar, teleskobun bütün verilerini halka açık hale getirmeyi amaçlayan James Webb Space Telescope Feed adlı internet sitesinde iki gün önce paylaşıldı.

Görüntüler, teleskoptaki Yakın Kızılötesi Spektrograf (Near Infrared Spectrograph/NIRSpec) adlı cihazla yakalandı. Bilim haberleri sitesi ScienceAlert, görüntülerin ham olduğuna dikkat çekti. Bu, görüntülerin renklendirileceği ve parazitlerin temizleneceği anlamına geliyor.

Satürn, ilk fotoğrafta kullanılan filtreler sebebiyle siyah görünüyor. Satürn ve halkaları farklı dalga boyu aralıklarında parlıyor. Satürn’ün halkası güneş ışığını 2 mikronda yansıtsa da 3 ve 5 mikronda bunu yapamıyor. Satürn’ün yüksek irtifadaki pus katmanı, güneş ışığını hem 2 hem de 3 mikronda yanıstıyor.

Diğer görüntüdeyse gezegenin bulut bantları dikkat çekiyor. Kısa dalga boyu filtresi kullanılan fotoğraflarda halka bir florasan gibi parlıyor.

Gözlemler, Birleşik Krallık’taki Leicester Üniversitesi’nde görev yapan gezegenbilimci Leigh Fletcher liderliğindeki bir ekibin isteğiyle yapıldı. Araştırmacılar, Satürn’ün uyduları ve halkaları hakkında daha fazla bilgi elde edebilmek için NIRSpec verilerini kullanmayı planlıyor.

Araştırma ekibi, NIRSPec’in gezegenin etrafındaki yeni ayları keşfedebileceğini söyledi.

James Webb, 1990’dan beri uzayın derinliklerini gözlemleyen Hubble Uzay Teleskobu’nun yerini alması için tasarlandı.

Dünya’dan 1,5 milyon kilometre uzaktaki L2 noktasına konuşlandırılan yenilikçi teleskobun üretim sürecinde 10 binden fazla kişi çalışmış ve bütçe yaklaşık 10 milyar dolara ulaşmıştı.

Teleskop, “Dünya benzersiz mi?”, “Ona benzer başka gezegen sistemleri var mı?” ve “Evrende yalnız mıyız?” gibi çok temel sayılan ama henüz tam olarak yanıtlanamamış soruların peşinden gidiyor.

(Kaynak: Independent Türkçe)

Paylaşın

NASA, Uzayda Yaşamın Yapıtaşlarından Birini İlk Kez Tespit Etti

Yaşamın en önemli yapıtaşlarından karbon molekülü uzayda ilk kez keşfedildi. Karbon bileşikleri bilinen tüm yaşam formlarının temelini oluşturur. Uzaylı yaşamın izini arayan biyologlar evrenin diğer bölgelerinde bu türden molekülleri tespit etme yollarını araştırıyor.

Amerika Birleşik Devletleri (ABD) Ulusal Havacılık ve Uzay Dairesi’nin (NASA) James Webb Uzay Teleskobu, yaşamın en önemli yapıtaşlarından karbon molekülünün uzayda ilk kez keşfedilmesini sağladı.

NASA’nın ABD’deki Goddard Uzay Merkezi’den bilim insanları dahil araştırmacılar, metil katyonun (CH3+) keşfinin, yaşam için kilit öneme sahip karbon bazlı daha karmaşık moleküllerin oluşumuna katkı sunması sebebiyle önem taşıdığını belirtiyor.

Metil katyon Orion Nebulası’nda, Dünya’dan yaklaşık 1350 ışık yılı uzaklıktaki d203-506 adlı, etrafında gaz diski bulunan genç bir yıldız sisteminde tespit edildi.

Karbon bileşikleri bilinen tüm yaşam formlarının temelini oluşturur ve uzaylı yaşamın izini arayan biyologlar evrenin diğer bölgelerinde bu türden molekülleri tespit etme yollarını araştırıyor.

Bilim insanları, olağanüstü çözünürlüğü ve hassasiyetinin, evrende karbon bazlı molekül aramak için Webb teleskobunu ideal bir gözlemevi kıldığını belirtiyor.

Araştırmacılar, özellikle metil katyon kaynaklı bir dizi ana salım çizgisi tespitinin, pazartesi günü Nature adlı bilimsel dergide yayımlanan son keşfi pekiştirdiğini söylüyor.

Paris-Saclay Üniversitesi’nden çalışmanın ortak yazarı Marie-Aline Martin-Drumel, “Bu tespit yalnızca Webb’in inanılmaz hassasiyetini doğrulamakla kalmıyor, aynı zamanda CH3+’ün yıldızlararası kimyada kabul gören merkezi önemini de teyit ediyor” diyor.

Araştırmacılar bu kozmik sistemin ayrıca yakındaki sıcak, genç ve devasa yıldızlardan gelen güçlü morötesi (UV) ışık bombardımanına maruz kaldığını da gözlemledi.

Gezegen oluşturan gaz disklerinin çoğu bu gibi yoğun UV radyasyonu döneminden geçtiği için bunun genelde karmaşık organik molekülleri yok etmesi beklenir. Dolayısıyla metil katyon keşfi bir sürpriz gibi görünebilir.

Ancak bilim insanları UV radyasyonunun esasen en başta CH3+ oluşumu için gerekli enerji kaynağını sağlıyor olabileceğini söylüyor.

Araştırmacılar, CH3+ oluştuktan sonra yaşamın yapıtaşları olan daha karmaşık organik molekülleri inşa edebilmek için gereken ilave kimyasal reaksiyonları tetikleyebileceğini belirtiyor.

Herhangi bir su belirtisi tespit edilememiş olsa da bilim insanları, d203-506’da bulunan moleküllerin tipik ön gezegen disklerinden epey farklı olduğunu ifade ediyor.

Toulouse’taki Fransız Ulusal Bilimsel Araştırma Merkezi’nden, çalışmanın baş yazarı Olivier Berné, “Bu, ultraviyole radyasyonun ön gezegen diskinin kimyasını tamamen değiştirebileceğini açıkça gösteriyor. Yaşamın kökeninin başlangıcındaki kimyasal dönemlerinde gerçekten de kritik bir rol oynayabilir” diyor.

(Kaynak: Independent Türkçe)

Paylaşın

Curiosity, Mars’ın Gözalıcı Bir Görüntüsünü Yakaladı

Amerika Birleşik Devletleri (ABD) Ulusal Havacılık ve Uzay Dairesi NASA’nın uzay aracı Curiosity, Mars’ın gözalıcı bir görüntüsünü yakaladı. Uzay ajansı bu nefes kesen panoramayı 13 Haziran’da paylaştı.

Curiosity 2014’ten bu yana Gale Krateri’nin merkezindeki 5 kilometrelik Sarp Dağ’a ya da resmi ismiyle Aeolis Mons dağına tırmanıyor.

Uzay ajansının 2011’de Mars’a varmak üzere fırlattığı Curiosity, Kızıl Gezegen’in yaşanabilirlik potansiyelini ortaya çıkarmayı hedefliyor.

Curiosity, iki fotoğrafı 8 Nisan’da Marker Band Vadisi’nde siyah beyaz navigasyon kameralarıyla çekti. Panoramalardan biri sabah, diğeri öğleden sonra yakalandı.

NASA görevlileri, kaya oluşumlarına ve sabahla öğleden sonra gökyüzünün farkına dikkat çekmek için renk ekledi.

Panoramadaki mavi ışık sabahı, sarı şık öğleden sonrayı gösteriyor.

Fotoğrafta Curiosity’nin yeryüzünde bıraktığı izlerin yanı sıra eski bir gölün kanıtlarının keşfedildiği Markez Band Vadisi görülüyor. Şubat 2023’te Curiosity’nin Kızıl Gezegen’de milyonlarca yıl önce var olmuş gölün oluşturduğu ve dalgaların kaya yüzeylerinde bıraktığı izleri anımsatan kanıtlar gönderdiği duyurulmuştu.

Görüntüde, gezginin izlerinin ötesinde, robot kaşifin beklenmedik bir şekilde eski bir gölün kanıtlarını keşfettiği Marker Band Vadisi görülebiliyor.

NASA’nın Jet İtki Laboratuvarı’ndaki Curiosity mühendisi Doug Ellison, “Bir milli parka gitmiş olan herkes, sabahları manzaranın öğleden sonrakinden farklı göründüğünü bilir” dedi:

“Günün iki farklı zamanını yakalamak karanlık gölgeler sağlıyor çünkü ışık tıpkı bir sahnede olduğu gibi sağdan ve soldan geliyor. Fakat burada sahne ışıkları yerine Güneş var.”

Gale Krateri’nde havadaki tozun yüzeye daha yakın olduğu kış aylarında çekildiği için görüntülerde gölgeler daha belirgin. Ellison, “Mars’taki gölgeler toz az olduğunda daha keskin ve derin, toz çok olduğundaysa daha yumuşak oluyor” diye konuştu.

(Kaynak: Independent Türkçe)

Paylaşın

NASA Uyardı: Kıyamet Sadece 30 Dakikada Gelecek!

Birçok kişi gelecekle ilgili öngörülerde bulunurken, dünyanın da nasıl yok olacağına dair bir şeyler söyler: Dev bir göktaşının çarpması, şiddetli bir tsunami veya farklı bir neden.

Haber Merkezi / İnsanlığın veya dünyanın sonunun nasıl geleceğine dair söylentiler mutlaka duymuşsunuzdur.

NASA (ABD Ulusal Havacılık ve Uzay Dairesi) zaman zaman uyarılar yayınlamakta. NASA tarafından yapılan yeni bir uyarının ardından kalp atışları hızlandı.

NASA, kıyamet koptuğunda veya geldiğinde insanların sadece yarım saatlerinin olacağını açıkladı. Yani, önceden yapılacak hiç bir tahmin insanlığı kurtarmaya yardımcı olamayacak.

Kıyamet uzaydan gelecek

NASA’da çalışan bilim insanlarına göre, uzaydan gelecek yıkım dünyanın sonunun nedeni olacak.

NASA’ya göre uzayda dünyayı pençesine alacak bir Güneş fırtınası çıkacak. Bu güneş fırtınası nedeniyle yeryüzü cehenneme dönecek. İnsanlığın bu durumdan kurtulma şansı olmayacak.

Bu fırtınanın dünyaya ulaşması ise sadece yarım saat sürecek. Bu, dünyanın çok kısa bir sürede yok olacağı anlamına gelmekte.

Yapay zeka modeli

NASA, Güneş fırtınalarını önceden öğrenmek için çeşitli teknolojiler üzerinde çalışmakta.

Bunlardan biri de uydu sistemleri. Ancak, şu ana kadar bir fırtınası oluştuğu zaman uyduların sinyal vermeyi bıraktıkları gözlemlenmiştir.

NASA, şimdi yapay zeka yardımıyla bu soruna bir çözüm bulmaya çalışıyor.

Paylaşın

NASA’dan Çarpıcı “Kara Delik” Animasyonu

NASA, kara delikler hakkında bir animasyon yayınladı. Kara delikler çekim alanı her türlü maddesel oluşumun ve ışınımın kendisinden kaçmasına izin vermeyecek derecede güçlü olan, büyük kütleli gök cisimleri şeklinde tanımlanmakta.

Evrende bilinen en büyük kara deliklerden biriyse TON-618 adlı dev cisim. Bilim insanlarının “canavar” diye nitelediği bu cismin kütlesi 2004’te ölçülmüştü. Ölçümler, TON-618’in kütlesinin Güneş’in 66 milyar katı olduğunu göstermişti.

Amerika Birleşik Devletleri (ABD) Ulusal Havacılık ve Uzay Dairesi NASA, süper kütleli kara deliklerin ulaşabildiği korkutucu boyutları gözler önüne seren bir animasyon yayımladı.

Animasyonda Güneş’ten giderek uzaklaştıkça rastlanabilecek devasa kara deliklerin konumları, tahmini görünüşleri ve isimleri yer alıyor.

Evrenin dev cisimleri olan bu kara delikler, Güneş’in kütlesinin yaklaşık 100 bin katından başlıyor ve milyarlarca katı kütleye ulaşabiliyor.

Süper kütleli kara delikler, galaksilerin merkezlerinde yer alıyor. Örneğin Güneş Sistemi’ni ve dolayısıyla Dünya’yı barındıran Samanyolu Galaksisi’nin merkezinde de Sagittarius A* adlı bir süper kütleli kara delik var.

Bu kara delik de Güneş’in yaklaşık 4 milyon katı kütleye sahip ve Dünya’dan sadece 26 bin ışıkyılı uzaklıkta.

Ancak bundan çok daha büyük kara delikler olduğu biliniyor. Örneğin görüntülenen ilk kara delik unvanını taşıyan M87’nin kütlesi Güneş’in 5,37 milyar katı.

NASA’nın Goddard Uzay Uçuş Merkezi’nden teorik astrofizikçi Jeremy Schnittman, “Çoğu Hubble Uzay Teleskobu’nun yardımıyla yapılan doğrudan ölçümler, 100’den fazla süper kütleli kara deliğin varlığını doğruluyor” ifadelerini kullanıyor.

Bilim insanı, “Peki nasıl bu kadar büyüyorlar? Galaksiler çarpıştığında merkezlerindekideki kara delikler de sonunda birleşebiliyor” diye de ekliyor.

Öte yandan evrendeki tüm kara delikler süper kütleli cisimler değil. Zira bilinen en küçük kara delikler, Güneş’in yaklaşık beş katı kütleye sahip.

Yıldız kütleli kara delik adı verilen bu cisimler, yaşamının sonuna gelmiş iri bir yıldızın kendi içine çöken çekirdeğinden oluşuyor.

Yıldız kütleli karadeliklerin üst sınırı da Güneş’in kütlesinin yaklaşık 65 katı kadar.

Evrende bilinen en büyük kara deliklerden biriyse TON-618 adlı dev cisim. Bilim insanlarının “canavar” diye nitelediği bu cismin kütlesi 2004’te ölçülmüştü.

Ölçümler, TON-618’in kütlesinin Güneş’in 66 milyar katı olduğunu göstermişti.

Astrofizikçilerin kara delikler için belirlediği teorik üst kütle sınırı ise Güneş’in yaklaşık 50 milyar katı.

Bu yüzden bilim insanları, evrenin ve kara deliklerin teorik tahminlere meydan okumakta çok iyi olduğunu vurguluyor.

(Kaynak: Independent Türkçe)

Paylaşın

Bilim İnsanları Ay Toprağından Oksijen Çıkarmanın Yolunu Buldular

Amerika Birleşik Devletleri (ABD) Ulusal Havacılık ve Uzay Dairesi NASA’nın Houston’daki Johnson Uzay Merkezi’nde çalışan bilim insanları, simüle edilmiş ay toprağından oksijen çıkarmanın yolunu buldular.

Ay’da kalıcı bir insan varlığı oluşturmak, NASA’nın uzun vadeli hedeflerinden biri ve bu görev, ilk astronotların 2025 gibi erken bir tarihte Ay yüzeyine dönmesini sağlayacak.

Bu son deneyin başarısı, artık oksijen toplama teknolojisinin hazırlık seviyesinin 6’ya ulaştığı, yani uzayda test edilmeye hazır olduğu anlamına geliyor.

ABD uzay ajansının Ay’da insan üsleri inşa etme planlarını ciddi ölçüde ilerletecek bir hamleyle, NASA’daki bilim insanları Ay toprağından nasıl oksijen çıkarılacağını buldu.

NASA’nın Houston’daki Johnson Uzay Merkezi’nden bir ekip, karbotermal reaksiyon yaratmak için yüksek güçlü bir lazer kullanarak ilk kez vakumlu bir ortamda yapay Ay toprağından oksijeni başarıyla çıkardı.

Karbotermal İndirgeme Gösterimi (Carbothermal Reduction Demonstration/CaRD) deneyi, solunum için oksijen üretmenin yanı sıra ulaşımda itici yakıt olarak da hayati önem taşıyabilir.

NASA mühendisi Anastasia Ford, “Ekibimiz CaRD reaktörünün Ay yüzeyinde hayatta kalabileceğini ve başarılı bir şekilde oksijen çıkarabileceğini kanıtladı” diyor.

Bu, diğer gezegenlerde sürdürülebilir insan üsleri inşa etmek üzere mimariyi geliştirme yönünde büyük bir adım.

Ay’da kalıcı bir insan varlığı oluşturmak, NASA’nın Artemis görevinin uzun vadeli hedeflerinden biri ve bu görev, ilk astronotların 2025 gibi erken bir tarihte Ay yüzeyine dönmesini sağlayacak.

Bu son deneyin başarısı, artık oksijen toplama teknolojisinin hazırlık seviyesinin 6’ya ulaştığı, yani uzayda test edilmeye hazır olduğu anlamına geliyor.

NASA’da kıdemli bir mühendis olan Aaron Paz şöyle diyor: Bu teknoloji Ay yüzeyinde her yıl kendi ağırlığının birkaç katı oksijen üretme potansiyeline sahip, bu da insan varlığının ve Ay ekonomisinin sürekliliğini mümkün kılacak.

Önceki haftalarda NASA, programın ilk mürettebatlı uzay uçuşu olacak Artemis II görevinde Ay’ın etrafında dolaşacak 4 astronotu açıklamıştı.

Astronotlar 10 gün sürecek uçuş denemesinde NASA’nın devasa Uzay Fırlatma Sistemi (Space Launch System/SLS) roketiyle gönderilen Orion uzay aracında seyahat edecek. Bu kişiler, 50 yılı aşkın süredir Ay’ın yakın çevresinde uçan ilk astronotlar olacak.

ABD uzay ajansı, mürettebatsız test uçuşunu çoktan tamamlamış, Orion aracı Ay’ın etrafında uçarak Kasım 2022’de Dünya’ya dönmüştü.

(Kaynak: Independent Türkçe)

Paylaşın

James Webb, Var Olmaması Gereken Galaksiler Bulup Duruyor

Şimdiye kadar uzaya gönderilmiş en güçlü teleskop olan ABD Ulusal Havacılık ve Uzay Dairesi NASA’nın James Webb Uzay Teleskobu (JWST), var olmaması gereken galaksiler bulup duruyor.

James Webb Uzay Teleskobu ise 13,5 milyar yıl öncesini, yani evrenin yeni oluştuğu zamanı gözlemleyebilecek kadar güçlü bir cihaz.

James Webb Uzay Teleskobu, kızılötesinde rahatça gözlem yapabilmek için gereken tüm kriterleri karşılıyor.

Bir bilim insanı, James Webb Uzay Teleskobu’nun (JWST) var olmaması gereken galaksiler bulup durduğu uyarısı yaptı.

Araştırmacılar, NASA’nın çığır açan teleskobunun şimdiye kadar gördüğü en eski ve en büyük galaksilerden 6’sının, evrende bulundukları yer göz önüne alındığında gerektiğinden daha büyük ve daha olgun göründüğü uyarısında bulunuyor.

Yeni bulgular, bu galaksilerin evrenin başlangıcından gelen Samanyolumuz kadar olgun olduğunu bildirdiği önceki bilimsel araştırmaların üzerine ekleme yaparak ilerleme sağladı.

An itibarıyla yeni bir makale, nasıl oluştuklarını daha iyi anlamak için galaksileri “stres testine” tabi tutarak bu bulguları doğrulamış görünüyor.

Bu çalışma, bilim insanları bir hata yapmadıysa, evren hakkındaki bazı temel bilgileri kaçırıyor olabileceğimize işaret ediyor.

Sıradışı galaksileri inceleyen yeni makalenin yazarı, Austin’deki Texas Üniversitesi’nden Mike Boylan-Kolchin “Eğer bu kütleler doğruysa, demek ki keşfedilmemiş bir bölgedeyiz” diyor.

Galaksi oluşumu hakkında çok yeni bir şeye ya da kozmolojide bir değişikliğe ihtiyaç duyacağız. En uç olasılıklardan biri, evrenin Büyük Patlama’dan kısa süre sonra tahmin ettiğimizden daha hızlı genişlemesi ki bu da yeni kuvvetler ve parçacıklar olduğu anlamına gelebilir.

Profesör Boylan-Kolchin’in “Stress testing ΛCDM with high-redshift galaxy candidates” (Yüksek derecede kırmızıya kayma gerçekleşen galaksi adaylarıyla ΛCDM’ye stres testi yapma) başlıklı makalesi bu hafta Nature Astronomy’de yayımlandı.

Bu makale, JWST’den gelen bilgilerin bilim insanlarının karşısına derin bir ikilem koyduğunu öne sürüyor. Veriler, onlarca yıldır kozmolojiye yön veren karanlık enerji ve soğuk karanlık madde paradigmasında, yani ΛCDM’de bazı yanlışlıklar olabileceğine işaret ediyor.

Genellikle galaksiler gazlarının yaklaşık yüzde 10’unu yıldızlara dönüştürür. Fakat yeni keşfedilen galaksiler gazın neredeyse tamamını yıldızlara dönüştürüyor olmalı.

Bu teorik açıdan mümkün. Ancak bilim insanlarının şimdiye kadar beklediğinden farklı bir şey.

Galaksilerin daha fazla gözlemlenmesi, yaşlarını ve kütlelerini daha çok açıklığa kavuşturacaktır. Bu, gözlemlerin yanlış olduğunu; merkezlerindeki süper kütleli kara delikler galaksiyi ısıttığı için olduklarından daha büyük göründüklerini ya da aslında sanıldıklarından daha geç bir dönemden geldiklerini ama görüntüleme sorunları nedeniyle daha yaşlı göründüklerini ortaya koyabilir.

Ancak bu gözlemler doğrulanırsa, gökbilimciler kozmosa ve galaksilerin nasıl büyüdüğüne dair anlayışlarını değiştirerek alışılmadık derecede büyük ve olgun galaksileri hesaba katacak şekilde modellerini ayarlamak zorunda kalabilir.

(Kaynak: Independent Türkçe)

Paylaşın