NASA, Mars’ta Gizemli “Yeşil Noktalar” Keşfetti

NASA’nın Perseverance keşif aracı, Mars’ta “Serpentine Rapids” adı verilen bölgede “yeşil noktalar” keşfetti. Dünya’da bu lekeler mikropların faaliyetinin bir işareti olabiliyor.

ABD Ulusal Havacılık ve Uzay Dairesi NASA, Mars’ta da aynı şeyin olduğunu gösteren hiçbir şey bulunmadığı uyarısını yaptı. Ancak bunun kayadaki ilginç ve beklenmedik bir özellik olduğunu ve gezegende önemli bir bulguya işaret edebileceğini belirtti.

Sözkonusu keşif, Perseverance aracının Mars yüzeyindeki bir kaya parçasını kazımasıyla yapıldı. Açtığı 5 santimetrelik kısım, kayada beyaz, siyah ve yeşil lekelerden oluşan, NASA’nın deyimiyle “çarpıcı bir renk dizisi” olduğunu gösterdi.

En büyük sürprizlerden biri de bu kısımda bulunan koyu yeşil renkli lekelerdi. Bu lekeler, etraflarında bulanık ve açık yeşil kenarları olan koyu tonlu kısımlardan meydana geliyor.

Dünya’da pas rengi ya da kanımızdaki kırmızı renk olan oksitlenmiş iyondan oluşan kırmızı kayalar var. Mars’takilere benzer kayalarda bu türden yeşil lekeler görülebiliyor ve bunlar suyun kayaya dönüşmeden önce tortudan akmasıyla oluşuyor. Bu da kimyasal reaksiyonu değiştiriyor ve geride farklı, yeşil renkli bir kimyasal bırakıyor.

Mikroplar bazen Dünya’da bu sürece dahil oluyor. Ancak mikrobik yaşam gerektirmeyen sülfür ve demir arasındaki etkileşimler de dahil başka nedenlerle de meydana gelebiliyor.

NASA’nın Perseverance’ın diğer araçlarını yeşil lekelerin üzerine yerleştirerek bileşimlerini daha iyi anlamak için yeterli alanı yoktu. NASA, bunun bir “gizem” olarak kaldığını belirtti. Ancak uzay ajansı, Mars kayalarında benzer ve beklenmedik özellikler aramaya devam edecek ve bunları keşfedip belki de uzaylı yaşamın ipuçlarını bulmayı umacak.

(Kaynak: Independent Türkçe)

Paylaşın

NASA Duyurdu: Güneş “Solar Maksimum”a Girdi

ABD Ulusal Havacılık ve Uzay Dairesi NASA, Güneş’in resmi olarak güneş maksimumuna ulaştığını ve önümüzdeki aylarda aurora ve güneş parlamalarının daha sık görülmesinin beklendiğini duyurdu.

Güneş, minimum ve maksimum arasında dalgalanan 11 yıllık aktivite döngülerinden geçer. Söz konusu döngülerden daha sakin olanına, yani yıldızdaki patlamaların ve lekelerin minimum seviyeye indiği dönemlere “solar minimum” deniyor. Güneş lekelerinin arttığı ve patlamaların da sıklaştığı evrelere ise “solar maksimum” adı veriliyor.

ABD Uzay Ajansı (NASA) ve Ulusal Atmosfer İdaresi (NOAA), Güneş’in resmen “solar maksimum” evresine girdiğini açıkladı. Güneş böylece 11 yıllık aktivite döngüsünün zirvesine yaklaşmış oldu.

Bu da yakın zamanda yıldızda daha fazla lekenin ortaya çıkıp, daha çok patlamanın meydana gelebileceği ve Güneş fırtınalarının sayısının artabileceği anlamına geliyor. Bu süreçte, aurora diye de bilinen kuzey ışıkları, Dünya’nın daha alçak enlemlerinden de görülebilir hale gelebilir.

Solar maksimum nedir?

Güneş her 11 yılda bir, sakin veya fırtınalı geçen bir döngüsünü tamamlıyor ve yenisini başlatıyor. Yıldız, 2019’da 25. döngüsüne girdi. Bu 11 yıllık döngüler sırasında yıldızın manyetik kutupları düzenli olarak yer değiştiriyor.

Söz konusu döngülerden daha sakin olanına, yani yıldızdaki patlamaların ve lekelerin minimum seviyeye indiği dönemlere “solar minimum” deniyor. Güneş lekelerinin arttığı ve patlamaların da sıklaştığı evrelere ise “solar maksimum” adı veriliyor.

Güneş’te manyetik kuvvetin çok yoğun olduğu ve bir miktar ısının yıldızın yüzeyine ulaşmasının engellendiği bölgelere Güneş lekesi deniyor. Bu lekeler, çevresine kıyasla daha soğuk olduğu için daha koyu renkte görülüyor ve bu yüzden “leke”lere benzetiliyor.

Ancak yoğun manyetik alanları nedeniyle Güneş lekeleri çok aktif bölgeler. Yani buralarda sıklıkla patlamalar meydana gelebiliyor. Bu patlamalar sonucunda koronal kütle atımı (CME) adı verilen plazma fışkırmaları oluşuyor.

Söz konusu radyoaktif plazma parçacıkları uzayda yol alarak Dünya’ya ulaşıyor ve gezegeni koruyucu bir kalkan gibi saran manyetik alanla etkileşime giriyor. Bu durumda olay Güneş fırtınası adını alıyor ve manyetik alanla girilen etkileşim sonucu görkemli kuzey ışıkları meydana geliyor.

Ancak Güneş fırtınaları aynı zamanda GPS sistemlerini ve radyo dalgalarını kesintiye uğratarak yeryüzünde iletişimin felç olmasına ve hatta elektrik kesintilerine sebebiyet verebiliyor.

Bilim insanları aslında yıldızın solar maksimum evresinin zirve noktasına 2025’te ulaşacağını ve bu esnada yıldızdaki leke sayısının da 115’e çıkabileceğini belirtiyordu.

Verilere göre Güneş sadece geçen yılın haziran ayında bile 160’tan fazla leke üretti. Bu 20 yılı aşkın süredir en yüksek sayı oldu. Son olarak da NASA, Güneş’in resmen solar maksimum evresine girdiğini duyurdu.

Güneş son döngüsünü bitirmeye yaklaşırken manyetik kutupları da yeniden yer değiştirecek ve yıldızdaki patlamaların giderek azalacağı solar minimum evresine doğru ilerleyecek. Ancak bundan önce solar maksimumun en zirve noktasında kaç patlama ve fırtınanın görüleceği henüz bilinmiyor.

NOAA’dan meteorolog Elsayed Talaat, “Güneş döngüsünde göreceğimiz aktivitenin tepe noktasına henüz gelmemiş olabiliriz,” dedi ve ekledi: “Güneş solar maksimum dönemine ulaşmış olsa da aktivitenin hangi aralıkta zirveye ulaşacağı aylar veya yıllar boyunca belirlenemeyecek.”

(Kaynak: Euronews Türkçe)

Paylaşın

Plüton’un En Büyük Uydusu Charon’da Beklenmedik Keşif

NASA’nın James Webb Uzay Teleskobu, Plüton’un en büyük uydusu Charon’da şaşırtıcı kimyasal izler tespit ederek, bir kez daha oyun değiştirici özelliğini kanıtladı.

Haber Merkezi / Güneş’ten 4,83 milyar kilometre uzakta yer alan Charon’un buzlu yüzeyinde karbondioksit (CO₂) ve hidrojen peroksit (H₂O₂) izleri ilk kez tespit edildi, bu uzak uyduya dair yeni bakış açıları sunuyor.

Plüton’un yaklaşık yarısı büyüklüğünde olan Charon, Kuiper Kuşağı’nda yörüngede olan birçok buzlu cisimden biri. Charon, 2015 yılında NASA’nın New Horizons uzay aracı, yanından geçtiğinde bilim insanlarının ilgisini çekmişti.

New Horizons, belirli kızılötesi dalga boylarında karbondioksit veya hidrojen peroksit gibi kimyasalları tespit edememişti. Bilim insanları, James Webb’in güçlü kızılötesi özellikleri sayesinde, bu boşluğu doldurdular.

Keşif, yalnızca Charon’un karmaşık yüzey bileşimine ışık tutmakla kalmıyor, aynı zamanda güneş sisteminde yer alan benzer buzlu uyduları şekillendiren süreçlere de işaret ediyor.

Bilim insanları, daha önce Charon’un yüzeyinde su buzu, amonyak ve organik maddelerin izlerini bulmuşlardı, ancak yeni tespit edilen karbondioksit ve hidrojen peroksit, uyduya ilişkin başka bir karmaşık durumu daha ortaya koyuyor.

Bilim insanları, hidrojen peroksitin, Charon’un yüzeyindeki su molekülleriyle etkileşime girmesiyle oluşabileceğine, karbondioksitin ise geçmişteki çarpışmaların sonucu olabileceğine inanıyor. Bu bulgular, uzak uyduların ve hatta Plüton’un ötesinde yer alan gezegenlerin oluşumuna ilişin önemli ipuçları sunuyor.

Gezegen bilimci Carly Howett, “Bu keşif, bu uzak uyduların nasıl oluştuğunu ve zorlu ortamlarıyla nasıl etkileşime girdiğini daha iyi anlamamıza yardımcı olabilir” dedi.

NASA’nın Jemes Webb Teleskobu, Charon gibi uyduların nasıl oluştuğu ve çevreleriyle nasıl etkileşime girdiği konusunda daha net bir anlayış sunarak dış güneş sistemini inceleme şeklinde devrim yaratmaya devam ediyor.

Paylaşın

NASA, Dünya Hakkında “Yerçekimi Kadar Önemli” Bir Keşifte Bulundu

Bilim insanları, Dünya için yerçekimi ve manyetik alanlar kadar önemli olan ve Ambipolar elektrik alanı olarak bilinen elektrik alanını ilk kez başarıyla ölçtü.

Glyn Collinson, “Atmosferi olan herhangi bir gezegenin ambipolar alanı da olmalı” dedi ve ekledi: Artık bunu nihayet ölçebildiğimize göre, bizim gezegenimizi ve diğerlerini zaman içinde nasıl şekillendirdiğini öğrenmeye başlayabiliriz.

Dünya’yı çevreleyen elektriksel alan onlarca yıldır süren aramaların sonunda nihayet tespit edilip ölçüldü. NASA, ambipolar denen alanın yerçekimi ve manyetik alan kadar önemli olduğunu belirtiyor.

Kuzey ve Güney kutuplarındaki elektrik yüklü parçacıklar düzenli olarak uzaya karışıyor. Güneş’ten gelen ışınlar Dünya atmosferindeki parçacıkları ısıtıp uzaya kaçmalarına yol açtığı için kutup rüzgarı denen bu olay aslında pek şaşırtıcı değil.

Ancak yapılan incelemelerde kaçan parçacıkların çoğunun soğuk olduğu gözlemlendi. Bu nedenle bilim insanları sürecin arkasında Güneş dışında başka bir mekanizmanın da olması gerektiğini düşünüyordu.

1960’lardan beri, bir elektriksel alanın bütün gezegeni çevrelediği öne sürülüyor.

Atmosferdeki atomlar, yerden 250 kilometre kadar yükseklikte negatif yüklü elektronlara ve pozitif yüklü iyonlara ayrıştığı için ambipolar denen elektriksel alanın bu yükseklikte başladığı tahmin ediliyordu.

Ancak bugüne kadar böyle alanın varlığı kanıtlanamamıştı. NASA’nın Endurance görevinden araştırmacılar, Kuzey Kutbu yakınlarından bir roket fırlatarak ilk defa ambipolar alanı saptadı ve kuvvetini ölçtü.

Arktik Okyanusu’ndaki Svalbard’dan Mayıs 2022’de fırlatılan roket, 768 kilometre yüksekliğe çıktı ve 19 dakika sonra Grönland Denizi’ne düştü. Yaklaşık 518 kilometre yükseklikte veri toplayan araç, elektrik potansiyelinde 0,55 voltluk bir değişim kaydetti.

Bulgularını önde gelen hakemli dergi Nature’da 28 Ağustos Salı günü yayımlayan ekip, kutup rüzgarının arkasındaki süreci çözmüş oldu.

Makalenin başyazarı Glyn Collinson “Yarım volt neredeyse hiçbir şey değil; sadece bir saat pili kadar güçlü” diyerek ekliyor: Ama kutup rüzgarını açıklayan doğru miktar bu.

Hidrojen iyonları, kutup rüzgarında en çok bulunan parçacık türü. Araştırmacılar bu iyonların, ambipolar alan tarafından yerçekiminden 10,6 kat daha güçlü bir dış kuvvete maruz kaldığını söylüyor.

Collinson, “Atmosferi uzaya doğru kaldıran bir taşıma bandı gibi” diyor.

Çalışmanın ortak yazarı Alex Glocer ise “Bu, yerçekimine karşı koymak, hatta parçacıkları süpersonik hızlarda uzaya fırlatmak için fazlasıyla yeterli” diye açıklıyor.

Bilim insanları bu yarım voltluk alanın aynı zamanda Dünya’nın üst atmosferindeki iyonosfer tabakasını da şekillendirdiğini ortaya koydu.

Araştırmaya göre hidrojenden daha ağır oksijen iyonları da ambipolar alanın etkisiyle yükseliyor ve iyonosferin üst kısımlarındaki yoğunluğu yüzde 271 oranında artırıyor.

Endurance görevinden bilim insanları ambipolar alanın atmosferi henüz bilinmeyen şekillerde de etkiliyor olabileceğini ifade ediyor. Ayrıca böyle bir alanın Mars ve Venüs gibi gezegenlerde de olduğu düşünülüyor.

Collinson, “Atmosferi olan herhangi bir gezegenin ambipolar alanı da olmalı” diyerek ekliyor: Artık bunu nihayet ölçebildiğimize göre, bizim gezegenimizi ve diğerlerini zaman içinde nasıl şekillendirdiğini öğrenmeye başlayabiliriz.

(Kaynak: Independent Türkçe)

Paylaşın

Mars’da Yaşamın Olası İzleri Bulundu

NASA’nın Mars keşif aracı Perseverance, Kızıl Gezegen’deki bir kayada eski dönemlere ait olası yaşam izlerini bulmuş olabilir. Araştırma ekibindeki bilim insanları temkinli olmayı sürdürüyorlar. 

NASA ekibinden Kathryn Stack Morgan, incelenen taştaki biyolojik kökeni olabilecek izlere işaret ederek şöyle diyor: Şunu diyoruz “Mars’taki muhtemel bir biyoimzaya sahibiz.”

NASA’nın Perseverance adlı keşif aracından gelen bulgularla çalışan bilim insanları, Mars’ta hayat izi bulduklarını henüz iddia edemese de heyecanlı.

Zira Cheyava Falls adını verdikleri, 60’a 90 santimetre boyutlarındaki kayada, milyarlarca yıl önce Mars’ta yaşamın var olduğunu gösterebilecek izler gördüler. Bu izleri, gezegenin hâlâ sıcak ve sulara sahip olduğu dönemdeki mikroplar yaratmış olabilir.

Bilim insanları fosilleşmiş organizmaya dair bir emare görmese de NASA ekibinden Kathryn Stack Morgan, incelenen taştaki biyolojik kökeni olabilecek izlere işaret ederek şöyle diyor: Şunu diyoruz “Mars’taki muhtemel bir biyoimzaya sahibiz.”

NASA görevinde çalışan bilim insanlarından Kenneth Farley de şu yorumu yapıyor: Şimdiye kadar topladığımız taşlar arasında en ilgi çekicisi. Eğer Dünya’ya getirilebilirse Mars’ta yaşamın hiç görülüp görülmediğine dair soruyu cevaplandırma potansiyeline sahip.

Perseverance, incelediği kayada organik moleküller saptadı. Ayrıca kalsiyum sülfata rastlandı ki akan suyun belirtisi olarak görülüyor. İkisi de hayatın yapıtaşlarının Kızıl Gezegen’de olabileceğini gösteriyor.

Kayadaki leopar desenine benzeyen bir milimetre çapındaki izlerin etrafındaki siyah halkalar da demir fosfat içeriyor. Bu leopar desenine yol açan kimyasal reaksiyonların, mikropların yaşamasını sağlayacak enerjiyi de vermiş olabileceği düşünülüyor.

Perseverence ekibinden Morgan Cable, “Daha önce bu üç şeyi Mars’ta bir arada hiç görmemiştik” diyor.

Bilim insanları, Mars’ın atmosfer, iklim ve akan sulara sahip olduğu dönemde canlı yaşamının olup olmadığını anlamak için bu gezegendeki kayaları inceliyor.

Kızıl Gezegen’deki bu kayanın gelecek yıllarda Dünya’ya getirilerek daha yakından incelenmesi umuluyor. Zira Mars’taki yaşam ihtimaline dair kesin bir şey söylemek için buna ihtiyaç var.

Dr. Kathryn Stack Morgan, “Bence listenin başında bu örnek var” diyerek son keşfin Dünya’ya getirilmesinin önemini vurguluyor.

Ancak örneklerin Mars’tan taşınmasının önünde engeller var. NASA Yöneticisi Bill Nelson, nisanda konuyla ilgili şöyle konuşmuştu: İşin özü şu ki, 11 milyar dolar çok büyük bir maliyet ve 2040’a kadar örnekleri getirememek de kabul edilemeyecek kadar uzun bir süre anlamına geliyor.

NASA örneklerin daha ucuza ve daha hızlı getirilmesi için özel şirketlere başvursa da henüz kayda değer bir sonuç çıkmadı.

(Kaynak: Independent Türkçe)

Paylaşın

Mars’ta Daha Önce Hiç Görülmemiş ‘Kaya’ Keşfedildi

NASA’nın Perseverance Mars keşif aracı, gezegendeki Jezero Kraterini gezerken benzeri görülmemiş bir keşif yaptı; Keşif, bilim insanlarına, bir zamanlar gezegende var olduğu düşünülen hayata dair öngörüler sağlayabilir.

Perseverance, bir zamanlar Jezero kraterini besleyen eski bir nehir kanalı olan Neretva Vallis’i geçerken, koyu renkli kayaların arasında göze çarpan, açık renkli çarpıcı bir kaya keşfetti.

Perseverance görevinin eş lideri Brad Garczynski yaptığı açıklamada, “Washburn Dağı’ndaki doku ve yapı çeşitliliği ekip için heyecan verici bir keşifti, çünkü bu kayalar krater kenarından ve muhtemelen ötesinden getirilen jeolojik hediye torbasını temsil ediyor” dedi ve ekledi: Ancak tüm bu farklı kayalar arasında bir tanesi gerçekten dikkatimizi çekti.

NASA’nın Perseverance Mars keşif aracı, koyu renk kayalardan oluşan bir alanda daha önce hiç görülmemiş açık tonlu bir kaya keşfetti. Bu, Kızıl Gezegen’in jeolojisine yeni bir ışık tutan bir bulgu. Keşif aracı, milyarlarca yıl önce var olan eski bir nehrin kanıtlarını içerdiği düşünülen Neretva Vallis’i geçerken bu kayayla karşılaştı.

Perseverance, engebeli araziden kaçınmak için rotasını değiştirmişti ve Washburn Dağı adı verilen bir tepeye ulaşmak için bir kumul alanından geçiyordu. Keşif aracının yeni rotasında çektiği fotoğraflar tepenin, NASA’nın bazılarını “Mars’ta daha önce hiç gözlemlenmemiş bir tür” diye tanımladığı kayalarla kaplı olduğunu gösteriyor.

Yaklaşık 45 cm eninde ve 35 cm boyundaki kayalardan biri, daha koyu renkli kayalardan oluşan bir alanda tuhaf bir şekilde açık tonluydu. Araştırmacılar kayanın Mars kayaları arasında “eşsiz” olduğunu söyledi. Keşif aracı yeni konumun tabanında, muhtemelen nehir erozyonuyla açığa çıkan eski kayaları ya da kanalı dolduran tortuları temsil eden kayalık açık tonlu çıkıntıları da tespit etti.

Perseverance görevinin eş lideri Brad Garczynski yaptığı açıklamada, “Washburn Dağı’ndaki doku ve yapı çeşitliliği ekip için heyecan verici bir keşifti, çünkü bu kayalar krater kenarından ve muhtemelen ötesinden getirilen jeolojik hediye torbasını temsil ediyor” dedi ve ekledi: Ancak tüm bu farklı kayalar arasında bir tanesi gerçekten dikkatimizi çekti.

Keşif aracındaki aletler, Atoko Noktası diye adlandırılan tuhaf kayanın piroksen ve feldispat minerallerinden oluştuğunu tespit etti. Bazı bilim insanları bu minerallerin muhtemelen Mars yüzeyinin altındaki magmadan geldiğinden şüpheleniyor.

Diğerleriyse Mars’ın farklı bir bölgesinde oluşmuş ve eski nehir kanalı boyunca bugünkü konumuna gelmiş olabileceğini söylüyor. NASA, “Her iki durumda da, ekip Atoko’nun türünün gördükleri ilk örneği olmasına rağmen, sonuncusu olmayacağına inanıyor” dedi.

Son keşif, Perseverance keşif aracı Mars’ta “Marjin Birimi” diye adlandırılan bir bölgede karbonat ve olivin mineral yatakları ararken yapıldı.

Geçmişin kalıntılarını uzun süreler boyunca sakladığı bilindiğinden, yani bu birikintilerde Mars’taki eski uzaylı yaşamının izlerini bulma şansı çok daha yüksek olduğundan bu mineraller araştırmacıların ilgisini çekiyor. NASA’ya göre keşif aracı halihazırda bu bölgede bir kaya çekirdeği örneği toplanıp toplanmayacağını değerlendiriyor.

(Kaynak: Independent Türkçe)

Paylaşın

Tarihi Keşif: Galaksi Oluşumu İlk Kez ‘Doğrudan’ Gözlemlendi

Bilim insanları, evrenin en eski üç galaksisinin doğuşunu gözlemlediler. Bu üç galaksinin her şeyi başlatan Büyük Patlama’dan yaklaşık 400 ila 600 milyon yıl sonra meydana geldiği tahmin ediyor. 

Büyük Patlama’dan sonra evren, hidrojen atomlarından oluşan opak bir bulut haline geldi. Sonraki birkaç yüz milyon yıl içinde ilk yıldızlar oluştu ve galaksiler halinde birleşti.

NASA’nın James Webb Uzay Teleskobu (JWST), galaksi oluşumunu ilk kez “doğrudan” gözlemledi. Evrenin en eskilerinden olduğu düşünülen üç galaksi, kozmosun ilk dönemlerine ışık tutuyor.

JWST’nin gözlemlerini inceleyen araştırmacılar üç galaksinin evren sadece 400 ila 600 milyon yaşındayken oluştuğunu tahmin ediyor. Evrenin yaklaşık 13,8 milyar yaşında olduğu düşünülürse, bunlar kozmosun ilk galaksileri arasında yer alıyor.

Bilim insanları, görüntülerde soluk kırmızı lekeler gibi görünen galaksilerin yaydığı ışığı farklı dalga boylarında inceledi. Bu analizin sonucunda ışığın, çok büyük miktardaki nötr hidrojen gazı tarafından emildiği tespit edildi.

Bu yoğun gaz kümesi galaksileri beslerken, bu sırada galaksiler ilk yıldızlarını bile henüz oluşturmamıştı. Science adlı hakemli dergide 23 Mayıs’ta yayımlanan araştırmanın ortak yazarı Darach Watson, “Bu gaz çok geniş bir alana yayılmış ve galaksinin çok büyük bir bölümünü kaplıyor olmalı” diyor.

Bu, galaksilerde nötr hidrojen gazının toplanmasını gördüğümüze işaret ediyor. Bu gaz daha sonra soğuyup, kümelenip yeni yıldızları oluşturacak.

Araştırmacılar bu galaksileri çevreleyen gazın, evrenin en eski elementlerinden olan hidrojen ve helyum dışında başka bir şey içermediği sonucuna vardı.

Standart modelde evreni oluşturduğu kabul edilen Büyük Patlama’dan sonraki birkaç yüz milyon yıl boyunca gazlar çoğunlukla opaktı. Galaksilerdeki yıldızların, çevrelerindeki gazın ısınıp iyonlaşmasını sağlamasıyla patlamadan yaklaşık 1 milyar yıl sonra evrendeki gazın tamamen şeffaf hale geldiği düşünülüyor.

Opak gazların hüküm sürdüğü bu dönemde meydana gelen galaksi ve yıldızların oluşumunu gözlemlemek pek sık gerçekleşmediğinden yeni çalışma önem arz ediyor.

Çalışmanın başyazarı Kasper Elm Heintz, “Bunların galaksi oluşumunun bugüne kadar gördüğümüz ilk ‘doğrudan’ görüntüleri olduğu söylenebilir” diyor.

James Webb bize daha önce erken galaksileri evrimlerinin sonraki aşamalarında gösterirken, burada onların doğumuna ve dolayısıyla evrendeki ilk yıldız sistemlerinin oluşumuna tanıklık ediyoruz.

Araştırmacılar ayrıca bu galaksilerde genç yıldızlar olduğunu da gözlemledi. Watson bu bulguyu “Büyük gaz rezervi görmemiz, galaksilerin henüz yıldızlarının çoğunu oluşturacak kadar zamanları olmadığını da gösteriyor” sözleriyle açıklıyor.

Bilim insanları yoğun gazın galaksilerin merkezine nasıl dağıldığını anlamak adına daha fazla araştırma yapmayı planlıyor.

(Kaynak: Independent Türkçe)

Paylaşın

ABD, Yarım Asır Sonra Odysseus Uzay Aracıyla Ay’da

ABD’li özel bir şirket tarafından uzaya gönderilen Odysseus keşif aracı, Ay’ın güney kutbunda yer alan Malapert A isimli kraterin yakınına indi. Odysseus, 1972’deki Apollo 17 misyonundan beri Ay’a inen ilk Amerikan uzay aracı oldu.

Finansmanı ABD Havacılık ve Uzay Ajansı (NASA) tarafından sağlanan bu yolculuk, özel sektörden bir şirketin Ay’a gerçekleştirdiği ilk “yumuşak iniş” olarak tarihe geçti.

Odysseus, NASA’nın Ay’a yeniden astronot göndermeye yönelik planının bir parçası olarak gerçekleştirilen misyon kapsamında uzay havasının Ay yüzeyiyle etkileşimi ve radyo astronomi hakkında veri toplayacak. NASA’nın Artemis adlı Ay programı kapsamında gerçekleştirilen bu yolculukta Odysseus, ABD’nin gelecekte indirmeyi planladığı astronotlar için Ay ortamının diğer özelliklerini de inceleyecek.

Çin’den önce yeniden Ay’a insan indirmeyi amaçlayan ABD, ilk astronotlu Artemis misyonunu 2026 yılı sonlarında gerçekleştirmeyi planlıyor. Şu ana dek ABD dışında sadece Sovyetler Birliği, Çin, Hindistan ve son olarak da geçen ay Japonya Ay’a uzay aracı indirmeyi başardı. Ay’a insan indiren tek ülke ise ABD.

ABD’li Intuitive Machines şirketi tarafından üretilip uçurulan uzay aracı Odysseus, adlı uzay aracı Ay’ın yüzeyine başarılı şekilde iniş yaptı. Uzay aracı özel bir şirket tarafından aya gönderilen ilk araç olma özelliğini taşırken ABD’nin de 50 yıl sonra Ay’a yeniden dönüş yapmasını sağladı.

Intuitive Machines isimli şirketin geliştirdiği Odysseus isimli uzay aracı 6 ayaklı bir robot olmaz özelliği taşıyor. Söz konusu araç 6 farklı bilimsel deneme için ekipmanlar taşıyor. Uzay aracı ayın güney kutbunda Malapert A isimli kraterin yakınına indi.

Uzay aracının Ay yüzeyine iniş yapmasından sonra uzunca bir süre sinyal alınmakta zorluk çekildi. İniş, yapılması beklenenden yaklaşık 15 dakika sonra uzay aracından alınan zayıf bir sinyalle doğrulandı. Yetkililer, aracın durumuna ilişkin bilgilerin değerlendirilmeye devam edeceğini ve detaylı bilgilerin daha sonra paylaşılacağı belirtildi.

Uzay aracı, ABD Uzay Araştırmaları Dairesi NASA’nın Ay’ın yüzeyiyle uzay havası etkileşimleri, radyo astronomi ve gelecekteki iniş araçları ve NASA’nın on yıl içinde planlanan astronotlu seyahati için Ay ortamının diğer yönleri hakkında veri toplamaya odaklanacak.

Mürettebatsız uzay aracı, NASA’nın Florida’daki Cape Canaveral, Kennedy Uzay Merkezi’nden bir SpaceX Falcon 9 roketiyle fırlatıldıktan altı gün sonra, Çarşamba günü yörüngeye ulaştığından bu yana Ay’ın yüzeyinden yaklaşık 57 mil (92 km) yukarıda daireler çiziyor.

Şirket son olarak Çarşamba günü yaptığı açıklamada, Odysseus’un Dünya’dan yaklaşık 384.000 km uzaklıktaki Ay’ın yörüngesinde dönmeye devam ederken “mükemmel durumda” olduğunu, uçuş verilerini ve Ay görüntülerini Intuitive Machines’in Houston’daki görev kontrol merkezine ilettiğini duyurmuştu.

Söz konusu görev IM-1 olarak isimlendiriliyor. Bu göre 1972 yılında Apollo 17 ekibinin Ay yüzeyine inişinden bu yana ABD’nin ilk Ay görevi olarak da tarihe geçiyor.

ABD dışında son dönemde, Çin, Hindistan ve Japonya gibi ülkeler de Ay yüzeyine uzay araçları göndermişlerdi. Intuitive Machines şirketi dışında ABD’de farklı özel şirketlerin de NASA’yla işbirliği içerisinde Ay’a uzay aracı yollamak için çalışmalar yaptığı biliniyor.

Intuitive Machines isimli şirket, 2013 yılında NASA’nın Houston’daki Johnson Uzay Merkezi’nin eski Direktör Yardımcısı Stephen Altemus tarafından kurulmuş bir firma.

Geçtiğimiz ay da yine bir başka özel şirket Astrobotic Technology, aya uzay aracı göndermiş ancak görev başarısız olmuştu. Söz konusu şirketin Peregrine 1 adlı uzay aracı Ay’a inmeyi başaramayınca dünyaya geri dönmüş ve atmosfere girdikten sonra yandığı açıklanmıştı. Aracın ay yörüngesindeyken yakıt sızıntısı sorunu yaşadığı duyurulmuştu.

Paylaşın

Samanyolu Galaksisi’nin Artık Bir İkizi Var!

NASA’nın James Webb Uzay Teleskobu (JWST), Samanyolu Galaksisi’ne şaşırtıcı derecede benzeyen Ceers-2112 galaksisini keşfetti. Araştırmacılar, Samanyolu ikizinin keşfinin galaksilerin zaman içinde nasıl oluştuğuna ve değiştiğine dair yeni soruları gündeme getirdiğini belirtiyor.

Araştırmacılar ayrıca, bu galaksinin karanlık maddenin Evrendeki rolünü yeniden düşünmeye zorlayabileceğini de belirtiyorlar.

Karanlık madde görünmez olsa da, kütleçekimsel etkisini galaksilerin şekli ve davranışı üzerinde görebiliriz. Karanlık maddenin erken evrendeki galaksilerin oluşumundan ve evriminden sorumlu olduğu düşünülüyor.

NASA’nın öncülüğünde işletilen James Webb Uzay Teleskobu’nun verileri, Güneş Sistemi ve dolayısıyla Dünya’ya ev sahipliği yapan Samanyolu Galaksisi’nin “uzaklardaki ikizini” ortaya çıkardı.

Teleskobun Yakın Kızılötesi Kamerası’yla çekilen görüntüleri analiz eden bir araştırma ekibi, Samanyolu’na tıpatıp benzeyen Ceers-2112 adlı bu galaksinin evren daha birkaç yıl milyar yaşındayken oluştuğunu gözlemledi. Ceers-2112, tıpkı Samanyolu gibi karmaşık ve çubuklu sarmal bir yapıya sahip. Ama ondan biraz daha küçük.

Galaksilerin şekillerini uzaydaki büyük çarpışmalardan kozmik çevresindeki “kalabalığa” kadar bir dizi faktör belirliyor. Yine de bilim insanları, Samanyolu gibi karmaşık şekillerin oluşmasının epey zaman alacağını düşünüyordu.

Samanyolu’nun doğumunun ortalama 12,5 milyar yıl önce gerçekleştiği düşünülüyor. Evreni var ettiği varsayılan Büyük Patlama ise 13,7 milyar yıl önce meydana geldi.

Yeni veriler, Ceers-2112’nin Büyük Patlama’dan sadece iki milyar yıl sonra bile epey gösterişli göründüğünü ortaya koyuyor. Galaksi, sarmal kollarının ayrıntılarını gözlemleyemeyeceğimiz kadar uzakta. Ancak merkezindeki kalın çubuğun tespiti Ceers-2112’nin evrenin erken zamanlarında bile yeterince gelişmiş olduğunu gözler önüne seriyor.

Kaliforniya Üniversitesi Riverside kampüsünden gökbilimci Alexander de la Vega, “Ceers-2112’deki çubuk, galaksilerin daha önce düşündüğümüzden çok daha hızlı olgunlaştığını ve düzenli hale geldiğini gösteriyor” ifadelerini kullandı: Bu da galaksi oluşumu ve evrimine dair teorilerimizin bazı yönlerinin revizyona ihtiyacı olduğu anlamına geliyor.

Saygın bilimsel dergi Nature’da yayımlanan makalenin de yazarlarından biri olan bilim insanı, sözlerini şöyle sürdürdü: Geçmişte, evren çok gençken, galaksiler kararsız ve kaotikti. Evrenin erken dönemlerinde galaksilerde bu çubukların oluşamayacağı veya uzun süre dayanamayacağı düşünülüyordu.

James Webb Uzay Teleskobu’ndan daha önce gelen veriler, benzer bir durumun kara delikler için de geçerli olduğunu göstermişti. Evrenin erken döneminde beklenmedik derecede gelişmiş kara delikler bulunmuştu.

10 milyar dolarlık uzay teleskobu, 25 Aralık 2021’de Ariane 5 adlı kargo roketiyle fırlatılmıştı. İlk verilerini 12 Temmuz 2022’de yayımlayan teleskop, şimdiye kadar kullanılmış en büyük ve en karmaşık gözlemevi diye niteleniyor.

(Kaynak: Independent Türkçe)

Paylaşın

NASA, Bennu Asteroidinde ‘Yaşamın Yapı Taşlarının’ İşaretlerini Buldu

ABD uzay ajansı NASA, Bennu asteroidinden alınan numunelerde su ve karbon izlerinin bulunduğunu açıkladı. NASA Başkanı Bill Nelson, “Karbon ve su molekülleri tam olarak bulmak istediğimiz türden malzemelerdi” dedi ve ekledi:

“Bu unsurlar gezegenimizin oluşumunda çok önemli. Ve yaşama yol açabilecek unsurların kökenini belirlememize yardımcı olacaklar.”

Bennu asteroidi, yaklaşık 4,5 milyar yaşında ve yaklaşık 500 metre çapında. Dünya’dan 330 milyon kilometre uzakta yer alan Bennu asteroidi 1999 yılında keşfedilmişti.

Amerikan Havacılık ve Uzay Dairesi’nin (NASA), Osiris-Rex misyonu çerçevesinde geçen ay özel bir kapsülle Bennu asteroidinden alınan parçaların analiz sonuçları kamuoyuyla paylaşıldı. NASA Başkanı Bill Nelson, asteroidden alınan numunelerin su ve karbon molekülleri içerdiğini açıklayarak “Bunlar tam da bulmak istediğimiz maddelerdi” dedi.

Su ve karbonun Dünya gezegeninin oluşumunda kilit önem taşıyan maddeler olduğuna işaret eden Nelson, “Bu bulgular bize, yaşama temel oluşturmuş olabilecek elementlerin kökenini bulmamıza yardımcı olacak” diye konuştu.

Asteroidden alınan numunedeki suyun kil minerallerinde, karbonun da mineral ve organik moleküller şeklinde bulunduğu bildirildi. NASA’nın son bulguları, Dünya’da yaşamın yapı taşlarının uzaydan geldiği teorisini güçlendirdi.

Osiris-Rex uzay aracı, 2016 yılı Eylül ayında 4,5 milyar yaşındaki Bennu asteroidine doğru yola çıkmış, dört yıllık yolculuğun ardından 2020 yılı Ekim ayında birkaç saniyeliğine asteroide iniş yaparak taş ve toz numuneleri toplamıştı.

Osiris-Rex’e ait yaklaşık 250 gramlık kapsül, uzayda geçirdiği yedi yılın ardından 24 Eylül tarihinde ABD’nin (amerika Birleşik Devletleri) Utah eyaletinde Dünya’ya paraşütle indirilmişti.

Kapsül, Texas eyaletindeki Johnson Uzay Merkezi’nde hava geçirmez bir bölmede açılarak incelemeye alınmış ve NASA ilk açıklamasında kapsülden “siyah toz ve küçük taş parçacıkları” çıktığını bildirmişti. Bugünkü açıklamayla numunelere dair ilk analiz sonuçları kamuoyuyla paylaşılmış oldu.

Dünya’dan 330 milyon kilometre uzaklıkta bulunan 500 metre çapındaki Bennu asteroidi 1999 yılında keşfedilmişti.

Alınan numunelerden çıkacak sonuçların, Güneş Sistemi’nin ortaya çıkışı ve Bennu gibi Dünya’ya yakınlığı nedeniyle potansiyel tehlike oluşturan asteroidlerin özelliklerinin daha iyi anlaşılmasında bilim insanlarına yardımcı olması umuluyor.

Kaynak: DW Türkçe)

Paylaşın