1969 yılında Şanlıurfa’nın Bozova İlçesine bağlı Sızan Köyünde dünyaya gelen Müslüm Yücel, ilk ve ortaöğrenimini tamamladıktan sonra gazetecilik yaptı. İlk şiiri 1983’te Tomurcuk adlı okul dergisinde yer aldı.
Haber Merkezi / Müslüm Yücel, sonraki yıllarda ürünleri Anzılha, kendisinin çıkardığı Halay (1991-92, 13 sayı) ile Evrensel Kültür, Anadolu Ekini, Karşı Edebiyat, Ayrım, Yarın, İnsancıl dergilerinde yayımlandı. Suruç adlı öyküsü ödüle değer görüldü.
Eserleri;
Şiir; Kalbimizin Kuyusunda Kardeştir Yaralarımız (1994), İpekyolu (1995), Ölü Evi (2004).
İnceleme; İbrahim ve Harran Gizemi (2000).
“Gazele”
Gazele… hayatıma bir kır ekle
Çöz beni dağların ipiyle, ırmaklara kat
Suskun çay, kanayarak durulansın sende
Kalmanın tadı, gitmenin ağrısıdır. Gazele
Ayrılık geliyor, aşkı öğretiyor bize
Gazele… şiire yakışan, şairi yakan, bakışın
Sunağında kaç kurban. Dönüp durduğum
Cehennemin ağzında köpükten bir ay
Beyaz yakıyor geceyi, sen gelmesen de ayak
Seslerin gelsin yeter diyor Rabia hatun
Gazele toprak tel gibi ses taşıyor, kulağımda nal sesleri
göz kapaklarımı indiriyor uyku, uyu bir yılan biçiminde
Belli değil, bir kalbe dönüp yandığın kimin göğsünde
Sesin kayalara çarpıp dönecek mi geriye?
Metruk bir şarkı, simli bir kovukta yineliyor seni yine
Gazele, sevgilim annesinin yüzünü düşürdü yüzünden
Düze indi. Bir dilim daha olsa neler söylemem.
Hiçliğim bile bir şey anlatmıyor.Ağlıyor, göz yaşları
Kahkahadan öte geçmiyor kalbinde, Kalbi
Toprağa karışımş, kara bir gölgeyi çekiyor üstüne
Nereye dönsem bir sus ku dağı, bir çöl. Kalbimden
Geçen yolları siliyor bir karınca. Hayatım ki dudaklarımın
Arasında. Nereye dönsem bir kaya yüzümü yalayıp
Geçiyor. Sonsuz bir uyku, uyku bir kuyu.
Ne kadar uyusam, o kadar kanatıyor beni su
Anneler çocuklarını asıyor, balkon iki kere yıkanmış
Çamaşır kokuyor. Gazele, desem ki yağmurlar dindi
Desem ki kendini dünya ile örten insan çıplak ve evler
Odalara bölündükçe, bileğe yakın bir el kaldı.
Desem ki korku bitti, anneme benzeyen yüzün yok artık
Gazele, sır çözüldü, perdelerden döküldü sabah
Tanıdın beni, gözlerinle soydun gözlerimi. Gözlerin
Ateşten güller gibi açıldı geceye. Nice kelebek oldum
Döndüm, dudaklarının denizinde. Bir masal gibi
Dinledin beni, bir masal gibi unutuyorsun şimdi
Yüzün kaplan derisi çöl, yüzüm kanın yüzdüğü
Et parçası. İnsan derisinden yüzüme kurduğun çadır
Öldüğüm kulağımdan gitmeyen kahkahayla söküldü
Dallardan boğazıma uzandı bir sürgün, bir sürme dedim
Gazele bütün dünya sensiz yaşayacak, sessizdir kül..
Ruhum gecelerin, kör kuyuların, zamanın Gazele
Esirler sevemez, adım toprakla örtülmüş bir su cesedi
Bir ahu ölüsü, bir avcı diri, bir kök mezarlık,
Bir mezarlık bekçisi, Gazele, dayanamaz, beni de.
Eritir içine sindiğim et ve kemik, terimle mühürlendi derim
“Harran”
Bedevi bir yalnızlıktır beni saran çöl
Kitabelere sığmayan dövmelerdir inimdeki gurbet
Gitsem Kerem’in külü savrulur,akıl esir kalır ruha
Sussam sabahları kararır bütün sokakların
Çamurlu bir ayna gibi yayar kendini zaman
Çokça ayrılık sığar ölüme
Bir canda yüz bin beden çırpınır
Suyun yüreği ateşin sesiyle birleşir
Toprağın kalbi durur
Çığlıklar diken üstünde, sesler gömülmüştür
Gece serilmiştir çöle.Güneşe mayın
ömrümüze buğday ekilir
Harran yeşilinde soyulmuş bir şehirdir şimdi yeraltında
Gölgesinde ruhlarımız ayrılır ve tarih kendini yanıltan
bir bellektir burda.
Tapınakların rahminde tanrıların hücresi
Yere inen krallar, biçim değiştiren yüzler
Ve her karesi insanın yenilgisi olan dua
Sin yüzünü kapatır, acem sırtında taşır kendini,
zerdüşt kovulur yurdundan
Çöl biter…yol başlar
Uygarlık adına demiryolları… çeliğin ihaneti
Savrulan gün…Ay’da şeytanın surat buruşması
harelenen insan… ve artık gülyağı minarelerin harcında
her dilde sussan esrik bir köle çığlığıdır Harran.
Ah okusan… konuşan sesim olsan, dursan
Gölgesi olsan gidenlerin:Harran
Sen yüreğimden çıkmış gibi sırılsıklam.