Şırnak: Meryem Ana Kilisesi

Meryem Ana Kilisesi; Şırnak’ın İdil İlçesi yerleşim sınırları içerisinde yer almaktadır. Şehir içi ulaşım araçları ile ulaşım mümkündür.

Tarihi M.S. 57. Seneye dayanan idil Meryem Ana Kilisesinin ilk isimi Mor Yuhan olarak geçmektedir. Bölgeye ilk gelen havarilerden Mor Yuhan ve Maria Magdalena gibi havarilerin bölgeye gelip Hristyanlığı müjdelemeleri ile Halk Hristyanlığı kabule geçtikten sonra bugünkü Meryem Ana Kilisesi Mor Yuhan ismi ile kuruluyor.

Meryem Ana Kilisesi M.S. 57, yılda Antakya da bulunan ve Hıristiyanlığı kabul eden ilk kilise olarak bilinen Mor Petrus Kilisesinden sonra, Hıristiyanlığı kabul eden ikinci en eski kilise olarak bilinmektedir. Meryem Ana Kilisesi ismini ise 1710 da almıştır. 3 bölüm olarak yapılmasına karşın bugün 2 bölümü mevcut olup 1 bölümü gerek yıkımlar gerek tarihte yapılan savaşlardan veya doğa olaylarından dolayı yıkılmıştır.

Avlunun kuzey batısına yerleştirilmiş olan kilise, doğu –batı ekseninde dikdörtgen planlı bir yapıdır. Dıştan 9.85 x 20.40 m ölçülerinde, bazilikal planlı ve iki neflidir. Doğusunda iki bölümlü mezbah (sunak) bulunmaktadır. Güneyden basit bir kapıyla iç mekana girilmektedir. Ortada iki serbest ayakla ayrılan nefler, dört bölüm halinde çapraz tonozlarla örtülmüştür.

Kuzey nef daha dar yapılmıştır. Mezbah, naostan yüksekte ve iki çapraz tonoz örtülüdür. Birinci nefe bakan kduşkudşin dikdörtgen görünüşlü ve planlı bir niş şeklindedir. Yüzeyinde ikonografik, bitkisel ve geometrik bezemeler vardır. Ayrıca tüm iç mekan sıvalı ve boyalıdır. Dış cepheler sağır tutulmuş, kaba yonu taşlarla örülmüştür. Sonradan bir çan kulesi eklenmiştir. Tescilli olan kilise sağlam ve bakımlıdır.

Paylaşın

Batman: Meryem Ana Kilisesi

Meryem Ana Kilisesi; Batman’ın Kozluk İlçesi, Akçalı (Küsket) Köyünün kuzeydoğusunda kalan dağın yamacındaki düzlükte yer almaktadır. Şehir içi ulaşım araçlarıyla ulaşım mümkündür.

Meryem Ana Kilisesi Doğu-batı doğrultulu dikdörtgen planlı ve eğimli bir araziye oturtulmuş, tek nefli olarak inşa edilmiştir. Kilisenin batısında Atrium bulunmaktadır. Atrium bölümü büyük oranda yıkılmış, girişin nerden sağlandığı bilinmemektedir.

Günümüze kalan temel izlerinden yola çıkarak bu bölümün dikdörtgen planlı olduğu görülmektedir. Kilise Atriumun hemen doğusunda yer almaktadır. Kilisenin Narteksi batıda bulunmaktadır. Naos alanı dikdörtgen planlıdır. Naos alanının kuzeyinde bir adet kare planlı ve bir adet yuvarlak kemerli olmak üzere iki adet niş bulunmaktadır.

Naos’un güney duvarında 3 adet yuvarlak kemerli niş bulunmaktadır. Naosun doğu duvarında 1 adet mazgal pencere açıklığı da bulunmaktadır. Naosun duvarlarında ve cephelerinde kazıma tekniğiyle yapılmış haç motifleri bulunmaktadır.

Beşik tonozlu alanın kilisenin üst örtüsü büyük oranda yıkılmıştır. Naos alanının içi cas ile sıvanmış sıvalar da büyük oranda dökülmüştür. Kilisenin yapımında kesme taş, moloz taş ve cas harcı kullanılmıştır. Doğal ve beşeri tahribata maruz kalan kilisenin etrafında yöredeki taşlarla yapılmış mezarlarda tespit edilmiştir.

Paylaşın

Gaziantep: Kurtuluş Camii (Meryem Ana Kilisesi)

Kurtuluş Camii (Meryem Ana Kilisesi); Gaziantep’in Şahinbey İlçesi, Tepebaşı Mahallesi, Cami Sokak üzerinde yer almaktadır. Şehir içi ulaşım araçları ile ulaşım mümkündür.

Kurtuluş Camii 1892 yılında Valide Meryem Kilisesi (St. Mary) olarak yaptırılmıştır. Önceleri kilise ve hapishane olarak kullanılan bu yapı, sonradan camiye dönüştürülmüştür. Bu tarih hazinesi, eski ihtişamından hiçbir şey kaybetmemiştir. Gaziantep’in en büyük camilerindendir.

Dikdörtgen planlı, Haç biçimindeki camiinin içerisi mihraba dik sütunlarla üç sahna ayrılmıştır. Haçın kolları dıştan alınlık şeklinde, içten de çapraz tonozlarla örtülmüştür. Ana mekânın ortası yuvarlak kasnaklı, oldukça yüksek kubbelidir. Kesme taştan yapılan duvarlar üzerinde ilk iki sırada sivri kemerli, üst sırada da yuvarlak pencereler bulunmaktadır.

Yapının üzeri kırma bir çatı ile örtülmüştür. Mihrap, dikdörtgen bir niş şeklinde dışarıya çıkıntılıdır. Mihrap duvarına üç sıra halinde pencere dizisi yerleştirilmiştir. Alınlığın ortasında da yuvarlak bir pencere bulunmaktadır. Yapı, ana hatları itibari ile gotik üslubu yansıtmaktadır. Kilisenin çanı Londra’da yaşayan Hirant Köşkeryan adındaki bir Ermeni tarafından Brezilya’da yaptırılmıştır.

Ağırlığı bir ton olan bu çan, Gaziantep Müzers’nde korunmaktadır.Sonradan eklenen minare, kare kaide üzeride yuvarlak gövdeli ve tek şerefelidir. Caminin 5 kapısı bulunmaktadır. İki kapısı kuzeye, iki kapısı güneye, ana kapısı ise batıya açılmaktadır. Cami olarak kullanılan yapının çan kulesi minare olarak düzenlenmiştir.

Paylaşın

Elazığ: Meryem Ana Kilisesi

Meryem Ana Kilisesi; Elazığ’ın Merkez İlçesi, Harput Mahallesi sınırları içerisinde yer almaktadır. Harput Kalesi’nin doğusundadır. Şehir içi ulaşım araçlarıyla ulaşım mümkündür.

Anadolu’nun en eski kiliselerinden biri olan Meryem Ana Kilisesi, Kızıl Kilise, Süryani Kilisesi ve Yakubi Kilisesi adlarıyla da anılmaktadır. M.S 179 yıllarında inşa edildiği sanılan binanın, ilk olarak kaledeki putperestler tarafından  tapınak olarak kullanıldığı, Süryanilerin  daha sonra burayı kiliseye çevirmiş oldukları düşünülüyor.

Meryem Ana Kilisesi, günümüze kadar ayakta kalmayı başarabilmiş en önemli antik kiliselerimizden biridir.Yaklaşık 20m x 8m boyutlarındaki kilise, Harput’un doğusunda ve kalenin kuzeydoğu köşesine yakın yüksek bir kayanın üzerinde bulunmaktadır. Kilisenin batı duvarını kalenin kaya kütleleri teşkil ettiğinden kilise kalenin kayalıkları içine gömülmüş gibidir.

Kiliseyle ilgili bir rivayete göre; kaledeki hükümdar bir putperestmiş, kalede bulunan sarayından  gizli bir geçitle burada bulunan puthaneye gelip putlara tapıp ibadet edermiş. Başka bir rivayet ise; 1800’lü yıllarda Harput’taki Süryani cemaati, ayin için Kiliseye geldiğinde, içeride bir köpeğin olduğunu görürler.

Kapılarının ve pencerelerinin kapalı olduğu halde, köpeğin içeriye nasıl ve nereden girdiğini merak ederler. Kilise kapılarını kapatıp köpeğin nereden çıkacağını  izlerler. Takip sonucu, kilisenin içinde bir yeraltı tüneline rastlarlar. Bu tünelin ucunun,  Kale içindeki sarayın avlusuna kadar  uzandığını hayretle görürler.

Paylaşın

Diyarbakır: Ergani, Meryem Ana Kilisesi

Meryem Ana Kilisesi; Diyarbakır’ın Ergani İlçesi, Kavurmaküpü Köyü sınırları içerisinde yer alan Zülküf Dağı’nda yer almaktadır. Şehir içi ulaşım araçlarıyla ulaşım mümkündür.

Zülküf Dağı’nın zirvesinde Dicle’ye bakan büyük kayanın üzerindeki Meryem Ana Kilisesi, Zülküf Peygamber’in Makam’ı gibi Ergani’nin sembollerindendir. Zamanında Ergani’de bulunan büyük manastırın bir parçası olduğu ve rivayetlere göre 360 odasının olduğu söylenmektedir.

1960’lı yıllarda Ermenilerin baharın başlangıcında şenlikler düzenledikleri ve bölgenin kutsal yeri olduğu için Meryem Ana Kilisesi’ne gidip gece kilisede kaldıkları ve ibadet ettikleri söylenmektedir.

Tarihi ve mimari açıdan büyük önem taşıyan kilise bir manastır şeklinde tasarlanmıştır. Kilisenin haricinde yatakhane, su deposu, fırın, yemekhane ve ahırlar bulunmaktadır. Kilise harap olmuş fakat; duvarları hala sağlam durmaktadır.

Paylaşın

Diyarbakır: Meryem Ana Kilisesi

Meryem Ana Kilisesi; Diyarbakır’ın Sur İlçesi, Lalebey Mahallesi, Uçak Sokak üzerinde yer almaktadır. Şehir içi ulaşım araçlarıyla ulaşım mümkündür.

Günümüzde de kilise görevini sürdüren tarihi değere sahip kilise Lale Bey Mahallesinde yer almaktadır. Mülkiyeti Süryani Kadim Meryem Ana Kilisesi Cemaati Vakfına aittir.

Kilisenin yapım tarihi kesin bilinmemekle birlikte farklı görüşler öne sürülmektedir. Önceleri Şemsilerin tapındığı bir tapınak işlevini görmesi muhtemel olan yapı İ.S. 280 yılında kiliseye çevrilmiştir. Diyarbakır Arkeoloji Müzesi Müdürlüğü’nce hazırlanmış envanter fişlerinde yapı, 3. yy olarak tarihlendirilmiştir.

Yapı birbiriyle bağı olan ve farklı dönemlerde yapılmış değişiklikler ve ihtiyaçtan kaynaklı ek yapılar ile kompleks bir yapı grubu oluşturmaktadır. Kompleksin içinde; Meryem Ana Kilisesi, Mor Yakup kutsal alanı, dört avlu, derslik ve lojman mevcuttur.

Yapı kompleksinde toplam 14 yazıt bulunmakla beraber bunlar yapıların onarım ve eklemelerine ait kitabeleridir. Bu yazıtlardan en eskisi 1533 tarihli olup; bu kitabede yapının yenilendiği yazılmıştır. Yapı İ.S. 1648 ve 1297 de yangın, 1533 yenileme, 1689, 1693, 1850, 1881 ve 1914 yıllarında onarım ve yenilemenin yanında eklemelere uğramıştır.

Kilise günümüzdeki halini 2004-2005 yılları arasında yapılan restorasyon ile almıştır. Son olarak 2005 yılında yurt içi ve yurt dışında yaşayan Diyarbakırlı Süryanilerin ortak girişimiyle kapsamlı restorasyondan geçilerek, tarihi kimliğini tümüyle yansıtan bugünkü görünümüne kavuşturulmuştur.

Diyarbakır’da Ortodoks Süryanilere ait faal durumda olan bu kilise Geç Roma dönemine tarihlenen bir kapısı ve mihrap üzerine kalıntılarını izlenen mimari bezekleri bulunmaktadır. Kilise plan itibariyle dört avlu, divanhane ve din adamlarının yaşadıkları bölümlerden meydana gelmiştir. Ahşap işçiliği, sütunları, sütun başlıkları parmaklıkları, kürsüleri ve ikonaları ile ün yapmıştır.

Paylaşın

Kayseri: Meryem Ana Kilisesi

Meryem Ana Kilisesi; Kayseri’nin Melikgazi İlçesi, Cumhuriyet Mahallesi sınırları içerisinde yer alır.

Kilisenin ne zaman ve kim tarafından yapıldığına dair bir kitabesi bulunmamakla beraber, 19. yüzyılda çok yoğun olarak karşımıza çıkan üçgen alınlıklı düzenlemelerinden dolayı bu yüzyılda inşa edilmiş olduğu düşünülmektedir.

1838-1875 yılları arasında ilave ve onarımlar ile bugünkü şeklini almıştır. Yapı, doğubatı doğrultusunda üç nefli bazilikal bir plana sahiptir.

Bugün sağlam durumdaki kilise, Kayseri Büyükşehir Belediyesince restore ettirilerek kültür-sanat merkezine dönüştürülmüştür. Yapının, dört sütuna oturan üç kemerin oluşturduğu iki katlı giriş mekânı (narteks) dikkat çekmektedir.

Paylaşın

Dünyanın Önemli Kültür Miraslarından “Meryem Ana Kilisesi”

Elazığ gezilecek yerleri ve tarihiyle dikkat çekiyor… Anadolu’nun en eski mabetlerinden biri olan Meryem Ana Kilisesi, Kızıl Kilise, Süryani Kilisesi ve Yakubi Kilisesi adlarıyla da anılmaktadır.

M.S 179 yıllarında inşa edildiği sanılan binanın, ilk olarak kaledeki putperestler tarafından putların saklanması için kullanıldığı, Yakubi Hiristiyanları’nın daha sonra burayı kiliseye çevirmiş oldukları düşünülüyor.

Yaklaşık 20X8 m. boyutlarındaki kilise Harput’un doğusunda ve kalenin kuzeydoğu köşesine yakın, yüksek bir kayanın üzerinde bulunmaktadır. Kilise dört bölümden oluşmaktadır.

Birinci bölümde yer alan lahit ve üzerindeki Süryanice kitabesiyle yekpare taş kapağı, ikinci bölümde;dilek taşı duvarı şeklinde, dilek tutularak üzerine küçük taşların yapıştırıldığı duvar dikkat çekicidir. Ayin bölümü olan üçüncü bölüm ile simetrik iki odadan oluşan dördüncü bölüm kilisenin diğer kısımları mevcuttur.

Batı yönündeki duvarı tümüyle kaya olan Meryem Ana Kilisesi, günümüze kadar ayakta kalmayı başarabilmiş en önemli antik kiliselerimizden ve sadece ülkemizin değil dünyanın önemli kültür miraslarından birisidir. Meryem Ana Kilisesi, M.S. 1135, 1179 ve 1262 yıllarında onarım görmüştür.

Elazığ kısa tarihi

Elazığ, Dogu Anadolu da Tarihi Harput Kalesinin bulundugu tepenin eteginde kurulmus bir sehirdir. Deniz seviyesinden 1067 metre yükseklikte bulunan sehir hafif meyilli bir zemin üzerindedir. Elazığ ın yerlesim yeri olarak tarihi yeni olmakla beraber bölgenin tarihi oldukça eskidir. Bu nedenle Elazığ tarihini, Harput un tarihi ile birlikte ele almamız gerekir.

Mevcut tarihi kaynaklara göre Harput’un en eski sakinleri M.Ö. 2000 yıllarından itibaren Doğu Anadolu’ya yerleşen Hurrilerdir. Yine tarihi kayıtlara göre Hurrilerden sonra bölgenin Hitit hakimiyeti altına girdiğini görmekteyiz. Çok uzun sürmeyen Hitit hakimiyetinden sonra M.Ö. 9. Asırdan itibaren Doğu Anadolu’da devlet kuran Urartular Harput’ta uzun süre hüküm sürmüştür.

Bugün bile tarihi heybetiyle ayakta duran Harput Kalesi Urartu devrinin izlerini taşımaktadır. Kale’de kaya içine oyulmuş merdivenler, tünel ve hücrelerle su yolu bulunduğu tespit edilmiştir. M.Ö. 9. Asırdan beri bu kalesiyle müstahkem mevkii olarak bilinen Harput, 4000 yıllık bir maziye sahiptir. Harput isminin ilk hecesi olan Har, taş (kaya) anlamına, son hecesi olan put (berd) ise kale anlamına gelmektedir. Günümüz Türkçe’si ile Taş Kale anlamını taşımaktadır.

Harput’un tarihini derinliğine incelediğimizde, M.S. 1. asırdan 3. asra kadar, zaman zaman Romalıların siyasi ve askeri nüfuzunda kaldığını görmekteyiz. Ancak Romalıları Anadolu’dan çıkarmak için uzun ve çetin mücadeleler yapan Pontus Kralı Mithradates devrinde ve ondan sonraki zamanlarda bir takım eller değiştirdiği de bilinmektedir. Bununla beraber, Miladi 3. asırda, İmparator Dioclatianus zamanından itibaren Harput bölgesi tamamen Roma İmparatorluğuna bağlanmıştır.

Daha sonra Sasanilerle, Bizanslılar arasında devam eden harplerde daima ihtilaf hududu olarak görülen ve zaman zaman Sasanilerin, zaman zaman Bizanslıların hakimiyetine girerek el değiştiren Harput’ta Bizans hakimiyetinin ilk devresi 7. asrin ortalarına rastlar. Ancak Hz. Ömer zamanında Suriye ve Irak’ı ele geçiren Arapların 7. asrin ortalarına doğru Harput ve çevresini de zapt ettiklerini görüyoruz. Bu şekilde başlayan Arap hakimiyeti, 10. asrin ortalarına kadar devam etmiştir. Romalılar devrinde olduğu gibi, Araplar devrinde de Harput’ta etkin bir ize rastlanmamıştır. Bölge, daha çok Bizans ve Arap siyasi ve askeri gücünün gövde gösterilerine sahne olmuştur.

Harput’un Bizanslıların hakimiyetine ikinci defa geçişi 10. asra rastlar. Bizanslıların İslam alemine karsı giriştikleri büyük seferlerin ilk hedefi daima Harput olmuştur. Nitekim, ilk taarruzda Bizanslılar Harput’u ele geçirmişler ve burada bir vilayet teşkilatı kurarak kaleleri tahkim etmişlerdir. Bizans tarihinde Harput, bugünkü söyleyişe çok yakın olarak “Harpote” diye geçmektedir. Aslında Harput bölgesi de “Mesopotamia” olarak adlandırılmaktadır. Harput’ta Bizans hakimiyeti aşağı yukarı 11. asrin sonuna kadar devam etmiştir.

Harput ve çevresi, 26 Ağustos 1071 Malazgirt muharebesinden sonra kesin olmamakla beraber 1085 yılında Türklerin eline geçmiştir. Bu ise Selçuklular devrine rastlamaktadır. Harput’un ilk Türk hakimi Çubuk Bey’dir. Çubuk Bey, burada diğer Selçuk ümerası gibi Selçuklu Sultanına bağlı olmak şartıyla bir Hükümet kurmuştur. Kendisine oğlu Mehmet Bey, halef olduğu içindir ki, Harput tarihinde bu devire “Çubukoğulları Devri” denir. Çubukoğulları ve onlarla birlikte gelen Türkmenlerin Harput halkının ecdadını teşkil ettiğine şüphe kalmamıştır.

Harput’un Türkler tarafından alınmasına kadar sadece müstahkem bir kale hüviyetinde kalan bu yer, Türklerle beraber büyüyen bir şehir haline gelmiştir. Çubukogulları devrinden sonra Harput’ta “Artukoğulları Devri” baslar. 12. asrin ilk yıllarında başlayan bu devir, 1234 yılına kadar devam etmiştir. Artukoğullarının, Türkmenleriyle beraber Doğu Anadolu’ya gelip yerleşmelerinden sonradır ki bir kolda Harput’a gelmiştir. Bunlara bu sebeple “Harput Artukluları” denmektedir.

Artukoğulları devrinde; adı hala Harput ve Elazığ’da anılan Belek (Balak) Gazi’nin Harput’un yetiştirdiği en ünlü Türk Fatihi olduğu bilinmektedir. (1965 yılında Harput Turizm Derneği tarafından Belek Gazi’nin, at üstünde güzel bir heykeli yaptırılmıştır.) Onun en önemli hizmeti, Haçlı seferleri sırasında görülmüştür. Selahattin Eyyubi ile mukayese edenler bile olmuştur. (Tarihçiler son araştırmalar ışığında Balak Gazi’nin asil isminin “Belek Gazi” olduğunu ifade etmektedirler.)

Balakgazi’den sonra 1185 yılına kadar Harput’ta yine Artukoğullarından gelen Prensler, hüküm sürmüşlerdir. Bunlardan Fahrettin Karaaslan’ında Harput tarihinde unutulmaz yeri ve eserleri vardır. Karaaslan 1148-1174 yılları arasında Harput’ta hüküm sürmüş ve burada bulunan Ulu Camiyi yaptırmıştır.

1234 yılında Harput’ta Artık Hanedanının hakimiyeti son bulur ve Harput Selçuklu Hanedanına ilhak olunur. Selçuklular devrinde Harput, bir Subaşı tarafından idare edilmiş ve bu devirde ” Arap Baba Camii “ve bitişiğindeki türbe hariç önemli bir eser bırakılmamıştır.

Anadolu Selçuklularının bölgedeki hakimiyeti sona erince, 14. asırda Harput’ta bir müddet İlhanlıların daha sonra da Dulkadiroğulları’nın hüküm sürdüklerini görüyoruz. Uzun sürmeyen Dulkadiroğluları devrinden sonra da Harput, 1465 de Uzun Hasan tarafından raptedilmiş ve 40 yil kadar Akkoyunlular’ın idaresinde kalmıştır. Akkoyunlular’dan sonra 1507 yılında Harput, Sah İsmail’in idaresine geçmiştir. 1516 yılında Çaldıran muharebesi’nden sonra Osmanlı ordusu tarafından fethedilmiştir.

Osmanlı İdaresine geçen Harput, başlangıçta Diyarbakır Eyaletine bağlı bir sancak halinde teşkilatlandırılmıştır. 1530 tarihli bir kayda göre Harput’ta o zaman 14 Müslüman, 4 ermeni mahallesi vardı. Kamus-ül-a’lam’a göre ise 19. Asrin sonlarında Harput’ta 2670 ev, 843 dükkan, 10 cami, 10 medrese, 8 kütüphane ve kilise, 12 han ve 90 hamam bulunmakta idi.

Yukarıda tarihi devirlerinden kısaca bahsettiğimiz Harput, birbirine benzeyen sebeplerle tarihe karışan birçok eski Türk şehirleri gibi nihayet terkedilmiş ve yerini bugünkü Elazığ’a bırakmıştır. Bugünkü Elazığ, II. Mahmut zamanında, 1834 yılında sark vilayetlerinde ıslahata ve devlet otoritesini yeniden kurmaya memur edilen Reşit Mehmet Pasa zamanında halk arasında ” Mezra ” denilen şimdiki yerine kurulmaya başlanmıştır.

Ayni yıl içinde (1834) hastane, kışla ve cephane binaları yapılmış Vilayet Merkezi Harput’tan buraya nakledilmiştir. Bu nakilde Harput’un artık bir hudut şehri olmaktan çıkması, ana yollara sapa kalması, bilhassa kış mevsiminde ulaşım güçlüğü ve mezranın güzel bir şehir kurulmasına elverişli bulunmaması rol oynamıştır.

Yeni kurulan şehir önceleri eyalet ve bilahare vilayet merkezi olmuş, bir ara Diyarbakır vilayetine bağlı bir Sancak haline gelmiştir. 1875’de Müstakil Mutasarrıflık, 1879’da da tekrar vilayet olmuştur. Osmanlı devletinin son yıllarında Malatya ve Dersim Sancakları da buraya bağlanmış 1921’de bu iki sancakta Elazığ’dan ayrılmıştır.

Sultan Addulaziz’in tahta çıkısının 5. yılında Hacı Ahmet İzzet Pasa devrinde buraya tayin edilen Vali İsmail paşanın teklifi ile 1867 yılında “Mamurat ül -Aziz” adı verilmiştir. Fakat telaffuzu güç olduğundan halk arasında kısaca “EL AZİZ” olarak söylenegelmiştir. Atatürk’ün 1937 yılında şehire teşrifleri sırasında “Azık İli” anlamına gelen “ELAZIK” adı verilmiş, bu isim daha sonra “ELAZIĞ”a dönüşmüştür.

Paylaşın

Her Devrin Kenti Diyarbakır’ın ‘Kiliseleri’

Diyarbakır, gezilecek yerler ve tarihiyle dikkat çekiyor… Anadolu ile Mezopotamya, Avrupa ile Asya arasında doğal bir geçiş yolu, bir köprü görevi yapan Diyarbakır, her devirde önemini korumuştur.

Tarih öncesi dönemlerden günümüze kadar birçok uygarlığa evsahipliği yapmış olan Diyarbakır, tarihi yapılarıyla dikkat çekmektedir. Diyarbakır ili sınırları içerisinde yer alan Kiliseler, kültürel mirasın önemli unsurlardandır.

Diyarbakır’ın önemli kiliseleri arasında Mart Thoma, Meryem Ana, Kırklar Kilisesi ve Mart Pityon Kilisesi sayılabilir. Meryem Ana Kilisesi, şehirde kalan az sayıdaki Süryani cemaati tarafından halen kullanılmaktadır.

Meryem Ana Süryani Kadim Kilisesi

Ali Paşa Mahallesi’nde yer almaktadır. Bugün faal durumda olan tek kilisedir. Yapım tarihi kesin olarak bilinmemektedir.

Geç Roma dönemine tarihlenen bir kapısı ve mihrap üzerinde kalıntıları görülebilen mimari bezekler bulunmaktadır. Geçirdiği bir çok onarım sonucu planında değişiklikler olmuştur. En son 18. yüzyılda onarım görmüştür.

Saint Georgi (Kara Papaz) Kilisesi

İç kalenin kuzeydoğu köşesinde yer alır. Yapım tarihi kesin olarak bilinememektedir. Ancak inşa tarzı ve yapıda kullanılan malzemeden dolayı M.S. 2. yüzyıla ait olduğu düşünülen kilise Artuklular döneminde sarayın hamamı olarak kullanılmıştır.

Bazı kaynaklarda Artuklu hükümdarlarının bu hamamda ve sarayda Cizreli bilgin El Ceziri’nin imal ettiği mekanik sistemleri kullandıkları yazılmaktadır.

Diyarbakır kısa tarihi

Güneydoğu Anadolu Bölgesinin orta bölümünde yer alan Diyarbakır, tarih boyunca jeopolitik önemi açısından; İlk çağlardan bu yana Akdeniz’i Basra körfezine, Karadeniz’i Mezopotamya’ya bağlayan bir konuma sahiptir.

Diyarbakır’ın, doğal bir geçiş yolu olması her dönemde çekiciliğini arttırmış ve medeniyetlerin iz bıraktığı bir şehir olmuştur. Tarihin derinliklerinden gelen sayısız kültürün kucaklaştığı bir kenttir.

Tarih boyunca Amida, Amidi, Amid, Kara-Amid Diyar-Bekr, Diyarbekir ve Diyarbakır adlarını alan kent Güneydoğu Anadolu bölgesinin orta bölümünde El-Cezire denilen bölgede Bereketli hilalin kalbinde yer almaktadır.

Diyarbakır’ın köklü tarihi 12.000 yıl önceye uzanıyor. Son yıllarda kentin Bismil ilçesinde yapılan arkeolojik çalışmalar sonucunda, M.Ö. 10.400-9250 yıllarında “KörtikTepe”de yerleşik hayata geçildiği ortaya çıkmıştır.

Anadolu’nun en eski tarımcı köy topluluklarının en güzel örneğini veren Ergani yakınlarındaki Çayönü Tepesi, günümüzden 10.000 yıl öncesine dayanan tarihiyle sadece bölge tarihimize değil dünya uygarlık tarihine de ışık tutmaktadır.

Paleolitik ve Mezolitik devirde de Diyarbakır ve çevresindeki mağaralarda yaşamın bulunduğu ortaya çıkmıştır. Silvan yakınlarındaki Hassuni Mağaraları, Ergani yakınlarında Hilar Mağaralarında bu çağdan kalma kalıntılar tespit edilmiştir.

M.Ö. 3000’li yıllarda şehrin merkezinde izlerine rastlanan Hurrilerin, bölgeye hâkim olmasıyla Diyarbakır’ı yurt edinme çabaları başlamış, ardından Mitaniler, Abbasiler, Mervaniler, Büyük Selçuklular, İnaloğulları, Nisanoğulları, Artuklular, Eyyubiler, Anadolu Selçukluları, Akkoyunlular ve Osmanlı gibi birçok medeniyete yurt olmuştur. Diyarbakır, medeniyetlerin mekânsal ve mimari özellikleriyle az bulunur kültür ve tarih mirası taşımaktadır.

UNESCO Dünya Kültür Mirası Diyarbakır Surları, kentin sayısız eserlerinin başında gelmektedir. Kuşbakışı kalkan balığını andıran biçimiyle kenti baştanbaşa kuşatmış ve İç Kale ve Dış Kaleolmak üzere iki bölümden oluşmuştur.

Diyarbakır Surları, eskilik ve yükseklik bakımından dünyadaki kaleler arasında birinci sırada yer alır. Tamamına yakın kısmı günümüze ulaşan ve birçok medeniyetin izlerini taşıyan Diyarbakır Kalesi, zamana meydan okuyarak yaklaşık beş bin yıldır ayakta durmaktadır.

3-5 metre kalınlığı ve 11-12 metre yüksekliği ile görülmeye değer bir heybete sahiptir. 5.500 metre uzunluğundaki Diyarbakır Surları, 82 burçla taçlandırılmış ve şehrin boynuna adeta bir gerdanlık gibi sarılmıştır. Milad öncesi ve milad sonrası izleri, 63 ayrı kitabede ve sayısız figürlerinde saklamış, bir yazıtlar ve kabartmalar müzesi niteliğine sahiptir.

Kültürel kimliğiyle; yalnız Türkiye’nin değil, tüm dünyanın da en önemli kentlerinden biri sayılır. Kent tarihsel potansiyeliyle adeta bir Açık Hava Müzesi niteliğindedir. Birçok medeniyete beşiklik eden kent döneminin tanığı olmuş ve gelen her medeniyetin izlerini barındırmaktadır.

Paylaşın