Mersin: Titiopolis Antik Kenti

Titiopolis Antik Kenti: Mersin’in Anamur İlçesi sınırları içerisinde yer alır. Bugünkü Kalınören Köyü’dür. George Evart Bean ve Terence Bruce Mitford 1964-1968 yılları arasında Kilikya’da yaptıkları incelemeleri sonucunda hazırladıkları Batı Kilikya’da bulunan antik yerleri gösteren haritaların da bugünkü Kalınören köyünün yerini TİTİOPOLİS olarak işaretlemişlerdir.

Ören yerinde Hellenistik, Roma ve Bizans dönemlerini içine alan kalıntılar yer alır.Titiopolis antik çağlarda Anemurium’a bağlı olmayan bir site konumunda idi. Antik kentte bugün görülmeyen bouleuterion, ninfeum, odeon, tiyatro gibi yapılar büyük bir olasılıkla köy yerleşmesinin altında kalmıştır.

Kenti düzenli olarak çeviren sur duvarları kabaca yontulmuş irili ufaklı çok köşeli taşlardan yapılmıştır. Köy girişinde solda bahçeler içerisinde sert gri renkli taştan burmalı sütun çok önemli bir yapıya ait olması gerekir. Bahçeler içerisindeki mozaik tabanlı mekanların işlevlerinin ne olduğu dahi anlaşılmamaktadır.

Tepelere doğru çıkıldıkça ilk önümüze çıkan hamam yapısı büyük bir olasılıkla bir gimnazyum yapısı olmalıdır. Hamamın batısında narteksi belirgin üç sahınlı bazilika yer alır. Yapıda sintronon basamakları vardır. Apsisin sağında ve solunda diakonion odaları yer alır.

Bu odalar apsisin arkasında revakla desteklenmiş çok amaçlı bazilika tipini gösterir. Köy yerleşmesinin kuzeyinde, surlarla çevrili akropol kalıntıları içerisinde bazilika, hamam ve nekropol sahalarının bulunuşu buranın bir şehir gereksinimine yanıt verecek biçimde ele alındığını gösterir. Yukarı şehirde bulunan batı ve doğu bazilikaları tamamen tahrip olmuştur.

Yapıların zeminleri gri ve beyaz renkli mozaiklerle geobitkisel süslü olarak dekore edilmiştir. Dini yapıların doğusunda görkemli mezarların bulunduğu nekropol alanı yer alır. Buradaki kesme taştan, iki katlı tonozlu mezarlar yüceltilmiş birkaç ayrıcalıklı kişinin anıtsal mezarlarıdır.

Akropol’ün doğu yamacında kapakları templum in antis tarzında gri renkli sert taştan dikdörtgen formunda oyularak yapılmış sarkofaj’ın cephesinde; kanatlarını açmış kartal figürü, yanlarda girlandları taşıyan bukranion ve medusa başları görülür.

Bu lahitin hemen yanında ön yüzünde elinde asa tutan sehpa üzerinde oturan erkek figürü lahtin ön yüzüne işlenmiştir. Kalınören’deki ilginç yapılardan biri de akropolün kuzey ucunda yer alan tonoz örtülü üç ayrı mekanlı tylos tipli hamamdır. Hamamın su gereksinimi 20 m. ilerdeki ninfeumdan sağlanıyordu.

Mersin’in kısa tarihi

Klasik devirde Klikya olarak adlandırılmış olan Mersin; sırası ile Hititler, Frigler, Asurlular, Persler, Makedonyalılar, Romalılar ve Bizanslıların, XI. yüzyılda Selçukluların, XIV. yüzyılda Karamanoğulları ve Ramazanoğullarının XV. yüzyılda da Osmanlı İmparatorluğunun hâkimiyetine geçmiştir.

Yumuktepe ve Gözlükulede yapılan kazılarda Mersin’in tarihten önceki devirlerden beri önemli bir yerleşme merkezi olduğu anlaşılmaktadır. İl Merkezi Mersin’de bulunan Yumuktepe’de, 1937’de Liverpool Üniversitesi Arkeologlarınca başlatılan kazıda; en alt tabaka olarak “Neolitik Devri” tespit edilmiştir.

Kazı çalışmalarının devamı bu yörenin Neolitik dönemden sonra Maden Devri ve Tunç Devri arasına bir geçiş yaptığını göstermiştir. Yumuktepe’deki kalıntılar hemen hemen aynı şekilde Tarsus’taki Gözlükule’de de yer almaktadır.

Bir süre yörede Etilerin hüküm sürdüğü görülür. Eti Kralı Hattuşil yöreyi imar ve ıslah etmiştir. Daha sonra Asur kralı III. Salomossa’ın ele geçirdiği Mersin yöresi, M.Ö.528 tarihinde İran Hükümdarlığına geçer, M.Ö.527 de yöreyi ve Kıbrıs’ı Yunanlılar ele geçirirler.

M.Ö.334 senesinde yöre Büyük İskender’le Makedonyalıların eline geçer. M.Ö.261-246 da yöreyi Mısır Hükümdarı Batlenios Ogustos zapt eder. M.Ö.70’li yıllarda Romalıların eline geçen Mersin Roma İmparatorluğunun ikiye ayrılmasından sonra Doğu Roma toprakları içerisinde kalır.

İslamiyet’in yayılmasından sonra Halife Osman zamanında Mersin ve civarı Arapların eline geçer. Daha sonra bölge 718 yılında halifeliğin Abbasilere geçmesiyle 853 yılında Sultan Mehdi, yöreyi Abbasi’lere katar. Daha sonra Selçukluların eline geçen yöre bu dönemde kısmi “Haçlı İstilası”na uğrar ve Selçukluların zayıflamasından sonra Karamanoğulları’na geçer.

Osmanlı Padişahı Yıldırım Beyazıt zamanında yöre Osmanlı idaresi altına girer. I. Dünya Harbinde İtilaf Devletlerinin istilasına uğrayan Mersin, Milli Mücadele ile 3 Ocak 1922’de tekrar Türk hakimiyetine girmiştir. 1924 yılında Mersin Adıyla Vilayet olmuş, 1933 yılında da Mersin İçel ile birleştirilerek İçel adını almıştır. 28 Haziran 2002 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanan 4764 sayılı Kanunla da İl’in ismi yeniden Mersin olmuştur.

XII. yüzyılda Göksu ırmağının iki yanındaki bölgeye Türkler “İçel” demişlerdir. Dağlar arasından girilmesi ve görülmesi güç bir yer olduğu için Selçukluların bölgeyi böyle isimlendirdiği düşünülmektedir.

Mersin adının kökeni konusunda iki değişik görüş yaygın olarak kabul edilir. Bunlardan birincisi, civarda yetişen ve Akdeniz ikliminin tanıtıcı bir bitkisi olan Arapların da Hambales dedikleri Myrtus-Mersin ağacı nedeniyle bölgeye Mersin adı verildiğidir.

İkincisi ise Mersin adının bu bölgede yaşayan “Mersinoğulları veya Mersinoğlu” adındaki bir Türkmen ailesinden geldiğini kabul eden görüştür. Evliya Çelebi’de seyahatnamesinde bölgede yetmiş evli bir Türkmen ailesinin bulunduğunu ve bu ailenin adının da Mersinoğlu olduğunu belirtmiştir.

Bir başka görüşe göre ise, Mersin adı bir bitkiden değil, yörede yaşayan Mersinoğlu adındaki aşiretten kaynaklanmaktadır. Mersin adına Anadolu’nun çeşitli yörelerinde rastlamak mümkündür. Örneğin; İzmir, Ordu ve Trabzon’da Mersin, Mersinlik adında köyler bunlardan birkaçıdır.

Paylaşın

Mersin: Nagidos Örenyeri

Nagidos Örenyeri; Mersin’in Bozyazı İlçesi, Yolu Paşa Caddesi üzerinde yer alır.Hekataios’a göre “Nagis Kubernetes” adında semitik kökenli birisi tarafından kurulmuştur. Ancak bu durum kesin değildir.

İ.Ö. 2. binyılda Luvi halkının oluşturduğu Tarhundaşşa Krallığı’nın sınırları içinde bulunduğu bilinmektedir. Asurlular ile olan bağlantıları ise kesinleştirilememektedir. Nagidos’un İ.Ö. 7.yüzyılda bir Samos Kolonisi olduğu ve böylelikle ticarete açılmış bir liman kenti kimliği kazandığı bilinmektedir.

Ionialılar ve Grekler, Kilikia’nın dağlık kısmında kendileri için üsler kurarak Fenikeliler ile doğu ticaretini sürdürmüşlerdir. Bölge hakkındaki kesin bilgiler İ.Ö. 6.yüzyılda “Yeni Babil “ metinlerinde geçen Pirindu kralı Appuaşu ile ortaya çıkmaktadır.

İ.Ö. 557/556 yıllarında Pirindu kralı Appuaşu’ya karşı bir sefer düzenleyen Babil kralı Nergilissar’ın bu seferiyle ilgili metinlerde, kralın ordularının, “atalarının başkenti” olan bugünkü Meydancıkkale ile bağdaştırılan Kirşu’ya kadar geldiği bildirilmektedir. Pers Dönemi’nde (İ.Ö. 6.yüzyıl-4.yüzyıl) Meydancıkkale’nin bir Pers garnizonu olduğu bilinmektedir.

Nagidos’da Pharnabazus’a ait gümüş sikkeler bulunmuştur. Bu da antik şehrin İ.Ö. 5.yüzyıl sonu ve 4.yüzyılda ekonomik açıdan güçlü olduğunu göstermektedir. Paşabeleni Tepesi’nin üzerinde yer alan akropolü çeşitli dönemlere ait olduğu sanılan sur, duvarları çevrelemektedir.

Yerleşim sur içinde gelişirken tepenin güney yamaçları tarımsal amaçlı kullanılmıştır. Paşabeleni Tepesi’nin doğusunda bir yerleşim daha bulunmaktadır. 4 km. batısında ise antik liman vardır. Tepenin eteklerinde ve bugünkü şehir yerleşmesinin altında kalan yerlerde nekropol sahasına aittir.

Nagidos antik kentinin tarihini aydınlatan en önemli buluntu Mersin Müzesi’nde sergilenmekte olan yazıttır. Bu yazıt Nagidos ve komşu kent Arsinoe’nin kuruluşu hakkında bigiler içerirken, aynı zamanda her iki kentteki sınırlar ve düzenlemelerde yer almaktadır.

Bunun ötesinde kutsal alanlar ve dönemin Ptolemaios soyundan olan yöneticileri ve Nagidos ile olan ilişkilerinin aydınlatıldığı bu yazıt, İ.Ö. 238 yılına tarihlenmektedir. Burada Mersin Üniversitesi, Arkeoloji Bölümü Başkanı Prof.Dr. Serra Durugönül tarafından yapılan bilimsel kazı çalışmaları tamamlanmıştır.

Mersin’in kısa tarihi

Klasik devirde Klikya olarak adlandırılmış olan Mersin; sırası ile Hititler, Frigler, Asurlular, Persler, Makedonyalılar, Romalılar ve Bizanslıların, XI. yüzyılda Selçukluların, XIV. yüzyılda Karamanoğulları ve Ramazanoğullarının XV. yüzyılda da Osmanlı İmparatorluğunun hâkimiyetine geçmiştir.

Yumuktepe ve Gözlükulede yapılan kazılarda Mersin’in tarihten önceki devirlerden beri önemli bir yerleşme merkezi olduğu anlaşılmaktadır. İl Merkezi Mersin’de bulunan Yumuktepe’de, 1937’de Liverpool Üniversitesi Arkeologlarınca başlatılan kazıda; en alt tabaka olarak “Neolitik Devri” tespit edilmiştir.

Kazı çalışmalarının devamı bu yörenin Neolitik dönemden sonra Maden Devri ve Tunç Devri arasına bir geçiş yaptığını göstermiştir. Yumuktepe’deki kalıntılar hemen hemen aynı şekilde Tarsus’taki Gözlükule’de de yer almaktadır.

Bir süre yörede Etilerin hüküm sürdüğü görülür. Eti Kralı Hattuşil yöreyi imar ve ıslah etmiştir. Daha sonra Asur kralı III. Salomossa’ın ele geçirdiği Mersin yöresi, M.Ö.528 tarihinde İran Hükümdarlığına geçer, M.Ö.527 de yöreyi ve Kıbrıs’ı Yunanlılar ele geçirirler.

M.Ö.334 senesinde yöre Büyük İskender’le Makedonyalıların eline geçer. M.Ö.261-246 da yöreyi Mısır Hükümdarı Batlenios Ogustos zapt eder. M.Ö.70’li yıllarda Romalıların eline geçen Mersin Roma İmparatorluğunun ikiye ayrılmasından sonra Doğu Roma toprakları içerisinde kalır.

İslamiyet’in yayılmasından sonra Halife Osman zamanında Mersin ve civarı Arapların eline geçer. Daha sonra bölge 718 yılında halifeliğin Abbasilere geçmesiyle 853 yılında Sultan Mehdi, yöreyi Abbasi’lere katar. Daha sonra Selçukluların eline geçen yöre bu dönemde kısmi “Haçlı İstilası”na uğrar ve Selçukluların zayıflamasından sonra Karamanoğulları’na geçer.

Osmanlı Padişahı Yıldırım Beyazıt zamanında yöre Osmanlı idaresi altına girer. I. Dünya Harbinde İtilaf Devletlerinin istilasına uğrayan Mersin, Milli Mücadele ile 3 Ocak 1922’de tekrar Türk hakimiyetine girmiştir. 1924 yılında Mersin Adıyla Vilayet olmuş, 1933 yılında da Mersin İçel ile birleştirilerek İçel adını almıştır. 28 Haziran 2002 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanan 4764 sayılı Kanunla da İl’in ismi yeniden Mersin olmuştur.

XII. yüzyılda Göksu ırmağının iki yanındaki bölgeye Türkler “İçel” demişlerdir. Dağlar arasından girilmesi ve görülmesi güç bir yer olduğu için Selçukluların bölgeyi böyle isimlendirdiği düşünülmektedir.

Mersin adının kökeni konusunda iki değişik görüş yaygın olarak kabul edilir. Bunlardan birincisi, civarda yetişen ve Akdeniz ikliminin tanıtıcı bir bitkisi olan Arapların da Hambales dedikleri Myrtus-Mersin ağacı nedeniyle bölgeye Mersin adı verildiğidir.

İkincisi ise Mersin adının bu bölgede yaşayan “Mersinoğulları veya Mersinoğlu” adındaki bir Türkmen ailesinden geldiğini kabul eden görüştür. Evliya Çelebi’de seyahatnamesinde bölgede yetmiş evli bir Türkmen ailesinin bulunduğunu ve bu ailenin adının da Mersinoğlu olduğunu belirtmiştir.

Bir başka görüşe göre ise, Mersin adı bir bitkiden değil, yörede yaşayan Mersinoğlu adındaki aşiretten kaynaklanmaktadır. Mersin adına Anadolu’nun çeşitli yörelerinde rastlamak mümkündür. Örneğin; İzmir, Ordu ve Trabzon’da Mersin, Mersinlik adında köyler bunlardan birkaçıdır.

Paylaşın

Mersin: Kelenderis

Kelenderis; Mersin’in Aydıncık İlçesi yerleşim sınırları içerisinde yer alır. Antik yazarlardan Apollodoros, Kelenderis’in Suriye’den gelen Sandokos tarafından kurulduğunu belirtir.

Bu metinde adı geçen Sandokos’un İ.Ö. 2. bin Luvi-Hitit tanrılarından Şanta ile özdeş olduğu kabul edilir ki bu kült İ.Ö. 1. binyılda da sürmüştür. Sandon /Sandan aynı zamanda Tarsus’un da kurucusu ve baş tanrılarından biri olup, bu kentin Hellenistik ve Roma Dönemi sikkelerinin bazılarında tasvir edilmiştir. P. Mela, kentin Samoslular (Sisam) tarafından kolonize edidiğini belirtmektedir.

1986 yılından beri Konya Selçuk Üniversitesi’nden Prof.Dr. Levent Zoroğlu başkanlığında sürdürülen arkeolojik kazılarda İ.Ö. 6. yüzyıla kadar giden buluntular ele geçmiştir. Bu buluntular Silifke ve Anamur Müzelerinde sergilenmektedir. Yüzyılın sonlarında Batı Anadolu ve yakın adalardan gelen Ionialılar, Nagidos ile birlikte Kelenderis’te de ticarete yönelik ilişkileri yönlendirecek ticari iskeleler kurmuşlardır.

Kelenderis ilk parlak dönemini İ.Ö. 5. ve 4. yüzyıllarda yaşamıştır. Atinalılar’ın öncülüğünde Persler’e karşı kurulan Attik-Delos Deniz Birliği’nin en doğudaki üyesi olmuştur. Kazılar sırasında bulunan zengin mezarlar, bir yandan kentin batı dünyası ile ilişkilerini belgelerken, aynı zamanda, doğu kültüründen de kopmadığını ortaya koymuştur.

Hellenistik Çağ’da Mısır’da kurulan Ptolamaios Krallığı ile siyasi ittifak içinde olan Kelenderis, İ.Ö. 1. yüzyıldaki korsan baskınları yüzünden çok zor duruma düşmüştür. Romalılar’ın korsanlara karşı hazırladıkları askeri harekâta da katılan Kelenderisliler, Romalılar’ın Akdeniz ticaret yolunu güvenlik altına almasından sonra ikinci parlak dönemlerini yaşamışlardır.

Orta Çağ’da, önce Bizans, daha sonra da Selçuklu egemenliğine giren Kelenderis; Osmanlılar Dönemi’nden 20. Yüzyıl başlarına kadar, Anadolu ile Kıbrıs arasındaki deniz ulaşımında önemli bir liman konumunda olmuştur. Kelenderis, İstanbul’un Konya üzerinden Kıbrıs ile bağlantı kurduğu önemli bir Osmanlı limanıyken, 19. yüzyıl ortalarından itibaren, Mersin limanının ortaya çıkması gibi çeşitli sebeplerden dolayı liman işlevini yitirmeye başlamıştır.

Liman Hamamı: Liman girişinde bulunan hamam, kentin kısmen ayakta kalabilen antik yapılarıdan birisidir. Üç ana mekanı günümüze kadar ulaşmıştır. Büyük bir kompleks olduğu anlaşılan hamamın bütününe ait görsel bilgi kaynağı, 6. yüzyıl başına tarihlenebilen zemin mozaiğidir. Duvarlarının inşaasında moloz taşlar kullanılmıştır.

Yapının dış yüzeyi sıvasızdır. İç yüzey ise yer yer tuğla kaplamadır ve bunun üzerinde de sıva vardır. Bazı bölümlerde mermer plakalar kaplama malzemesi olarak kullanılmıştır. Çatı örtüsündeki yalıtım ise, kum kireç karışımı sıvanın içine tuğla parçaları karıştırılarak sağlanmıştır.

Tiyatro: Yüzey araştırmaları ve sondaj çalışmaları dışında henüz gün ışığına çıkarılmamış olan yapının Anemurium’da olduğu gibi, bir meclis binası olabileceği de sanılmaktadır.

Nekropol Alanı: Nekropol alanında yapılan kazılarla çok çeşitli mezar tipleri açığa çıkarılmıştır. Bu nedenle Kelenderis antik kenti mezar çeşitlilikleriyle dikkat çekmektedir. Bu özellik Elaiussa-Sebaste, Anemurium, Uzuncaburç gibi yerlerde de vardır.

Ancak Kelenderis’tekiler zamana göre farklı tipteki mezarların bir arada bulunmasıyla ayrıcalık göstermektedir. Bu mezar tipleri arasında bugüne kadar tespit edilenler arasında çukur mezarlar, dromoslu yer altı oda mezarlar, beşik tonozlu mezarlar, baldahinli mezar anıtı(Dört Ayak) , lahitler, mezar taşları bulunmaktadır.

Bu mezar tiplerinin yanı sıra kazı buluntuları ile bugüne kadar kesinleştirilemese de Silifke Müzesi’nde bulunan Hydria örneğinden yola çıkarak Erken Hellenistik Çağ’dan itibaren cesetlerin yakılıp, küllerinin urnalara, yani hydrialara konulduğunu gösteren veriler de elde edilmiştir. Kentin yakın çevresinde, Aydıncık-Gülnar yolu üzerinde 15. kilometrede orman içindeki kaynaktan kente su getiren kemerler ve kanallar günümüze kadar ulaşabilen alt yapılardır.

Mersin’in kısa tarihi

Klasik devirde Klikya olarak adlandırılmış olan Mersin; sırası ile Hititler, Frigler, Asurlular, Persler, Makedonyalılar, Romalılar ve Bizanslıların, XI. yüzyılda Selçukluların, XIV. yüzyılda Karamanoğulları ve Ramazanoğullarının XV. yüzyılda da Osmanlı İmparatorluğunun hâkimiyetine geçmiştir.

Yumuktepe ve Gözlükulede yapılan kazılarda Mersin’in tarihten önceki devirlerden beri önemli bir yerleşme merkezi olduğu anlaşılmaktadır. İl Merkezi Mersin’de bulunan Yumuktepe’de, 1937’de Liverpool Üniversitesi Arkeologlarınca başlatılan kazıda; en alt tabaka olarak “Neolitik Devri” tespit edilmiştir.

Kazı çalışmalarının devamı bu yörenin Neolitik dönemden sonra Maden Devri ve Tunç Devri arasına bir geçiş yaptığını göstermiştir. Yumuktepe’deki kalıntılar hemen hemen aynı şekilde Tarsus’taki Gözlükule’de de yer almaktadır.

Bir süre yörede Etilerin hüküm sürdüğü görülür. Eti Kralı Hattuşil yöreyi imar ve ıslah etmiştir. Daha sonra Asur kralı III. Salomossa’ın ele geçirdiği Mersin yöresi, M.Ö.528 tarihinde İran Hükümdarlığına geçer, M.Ö.527 de yöreyi ve Kıbrıs’ı Yunanlılar ele geçirirler.

M.Ö.334 senesinde yöre Büyük İskender’le Makedonyalıların eline geçer. M.Ö.261-246 da yöreyi Mısır Hükümdarı Batlenios Ogustos zapt eder. M.Ö.70’li yıllarda Romalıların eline geçen Mersin Roma İmparatorluğunun ikiye ayrılmasından sonra Doğu Roma toprakları içerisinde kalır.

İslamiyet’in yayılmasından sonra Halife Osman zamanında Mersin ve civarı Arapların eline geçer. Daha sonra bölge 718 yılında halifeliğin Abbasilere geçmesiyle 853 yılında Sultan Mehdi, yöreyi Abbasi’lere katar. Daha sonra Selçukluların eline geçen yöre bu dönemde kısmi “Haçlı İstilası”na uğrar ve Selçukluların zayıflamasından sonra Karamanoğulları’na geçer.

Osmanlı Padişahı Yıldırım Beyazıt zamanında yöre Osmanlı idaresi altına girer. I. Dünya Harbinde İtilaf Devletlerinin istilasına uğrayan Mersin, Milli Mücadele ile 3 Ocak 1922’de tekrar Türk hakimiyetine girmiştir. 1924 yılında Mersin Adıyla Vilayet olmuş, 1933 yılında da Mersin İçel ile birleştirilerek İçel adını almıştır. 28 Haziran 2002 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanan 4764 sayılı Kanunla da İl’in ismi yeniden Mersin olmuştur.

XII. yüzyılda Göksu ırmağının iki yanındaki bölgeye Türkler “İçel” demişlerdir. Dağlar arasından girilmesi ve görülmesi güç bir yer olduğu için Selçukluların bölgeyi böyle isimlendirdiği düşünülmektedir.

Mersin adının kökeni konusunda iki değişik görüş yaygın olarak kabul edilir. Bunlardan birincisi, civarda yetişen ve Akdeniz ikliminin tanıtıcı bir bitkisi olan Arapların da Hambales dedikleri Myrtus-Mersin ağacı nedeniyle bölgeye Mersin adı verildiğidir.

İkincisi ise Mersin adının bu bölgede yaşayan “Mersinoğulları veya Mersinoğlu” adındaki bir Türkmen ailesinden geldiğini kabul eden görüştür. Evliya Çelebi’de seyahatnamesinde bölgede yetmiş evli bir Türkmen ailesinin bulunduğunu ve bu ailenin adının da Mersinoğlu olduğunu belirtmiştir.

Bir başka görüşe göre ise, Mersin adı bir bitkiden değil, yörede yaşayan Mersinoğlu adındaki aşiretten kaynaklanmaktadır. Mersin adına Anadolu’nun çeşitli yörelerinde rastlamak mümkündür. Örneğin; İzmir, Ordu ve Trabzon’da Mersin, Mersinlik adında köyler bunlardan birkaçıdır.

Paylaşın

Mersin: Piramidal Çatılı Mezar (Dört Ayak)

Mersin, gezilecek yerleri ve tarihi yapılarıyla dikkat çekiyor. Piramidal Çatılı Mezar (Dört Ayak); Mersin’in Aydıncık İlçesi, S. Çakmakoğlu Caddesi, Dörtayak Sokak üzerinde yer alır.

Kelenderis’te tek örnekle temsil edilen baldahinli ve piramidal çatılı anıt mezar, antik kentin kuzeydoğusundadır. Mersin-Antalya karayoluna 50 m. kadar uzaklıkta yer almaktadır.

Halk arasında “Dört Ayak” olarak anılmaktadır. Kare planlı anıt, dört köşe kule biçimindeki bir alt oda, bunun üzerinde dört yanı kemerli bir orta kat ve piramit biçimli çatıdan oluşmaktadır.

Yapının yüksekliğinin 13 m. den fazla olduğu sanılmaktadır. Kireç taşından yapılmıştır. Kentin ileri gelenlerinden birine ait olduğu düşünülen yapı İ.S. 2.yüzyıla veya İ.S. 3.yüzyıl başına tarihlenmektedir.

Mersin’in kısa tarihi

Klasik devirde Klikya olarak adlandırılmış olan Mersin; sırası ile Hititler, Frigler, Asurlular, Persler, Makedonyalılar, Romalılar ve Bizanslıların, XI. yüzyılda Selçukluların, XIV. yüzyılda Karamanoğulları ve Ramazanoğullarının XV. yüzyılda da Osmanlı İmparatorluğunun hâkimiyetine geçmiştir.

Yumuktepe ve Gözlükulede yapılan kazılarda Mersin’in tarihten önceki devirlerden beri önemli bir yerleşme merkezi olduğu anlaşılmaktadır. İl Merkezi Mersin’de bulunan Yumuktepe’de, 1937’de Liverpool Üniversitesi Arkeologlarınca başlatılan kazıda; en alt tabaka olarak “Neolitik Devri” tespit edilmiştir.

Kazı çalışmalarının devamı bu yörenin Neolitik dönemden sonra Maden Devri ve Tunç Devri arasına bir geçiş yaptığını göstermiştir. Yumuktepe’deki kalıntılar hemen hemen aynı şekilde Tarsus’taki Gözlükule’de de yer almaktadır.

Bir süre yörede Etilerin hüküm sürdüğü görülür. Eti Kralı Hattuşil yöreyi imar ve ıslah etmiştir. Daha sonra Asur kralı III. Salomossa’ın ele geçirdiği Mersin yöresi, M.Ö.528 tarihinde İran Hükümdarlığına geçer, M.Ö.527 de yöreyi ve Kıbrıs’ı Yunanlılar ele geçirirler.

M.Ö.334 senesinde yöre Büyük İskender’le Makedonyalıların eline geçer. M.Ö.261-246 da yöreyi Mısır Hükümdarı Batlenios Ogustos zapt eder. M.Ö.70’li yıllarda Romalıların eline geçen Mersin Roma İmparatorluğunun ikiye ayrılmasından sonra Doğu Roma toprakları içerisinde kalır.

İslamiyet’in yayılmasından sonra Halife Osman zamanında Mersin ve civarı Arapların eline geçer. Daha sonra bölge 718 yılında halifeliğin Abbasilere geçmesiyle 853 yılında Sultan Mehdi, yöreyi Abbasi’lere katar. Daha sonra Selçukluların eline geçen yöre bu dönemde kısmi “Haçlı İstilası”na uğrar ve Selçukluların zayıflamasından sonra Karamanoğulları’na geçer.

Osmanlı Padişahı Yıldırım Beyazıt zamanında yöre Osmanlı idaresi altına girer. I. Dünya Harbinde İtilaf Devletlerinin istilasına uğrayan Mersin, Milli Mücadele ile 3 Ocak 1922’de tekrar Türk hakimiyetine girmiştir. 1924 yılında Mersin Adıyla Vilayet olmuş, 1933 yılında da Mersin İçel ile birleştirilerek İçel adını almıştır. 28 Haziran 2002 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanan 4764 sayılı Kanunla da İl’in ismi yeniden Mersin olmuştur.

XII. yüzyılda Göksu ırmağının iki yanındaki bölgeye Türkler “İçel” demişlerdir. Dağlar arasından girilmesi ve görülmesi güç bir yer olduğu için Selçukluların bölgeyi böyle isimlendirdiği düşünülmektedir.

Mersin adının kökeni konusunda iki değişik görüş yaygın olarak kabul edilir. Bunlardan birincisi, civarda yetişen ve Akdeniz ikliminin tanıtıcı bir bitkisi olan Arapların da Hambales dedikleri Myrtus-Mersin ağacı nedeniyle bölgeye Mersin adı verildiğidir.

İkincisi ise Mersin adının bu bölgede yaşayan “Mersinoğulları veya Mersinoğlu” adındaki bir Türkmen ailesinden geldiğini kabul eden görüştür. Evliya Çelebi’de seyahatnamesinde bölgede yetmiş evli bir Türkmen ailesinin bulunduğunu ve bu ailenin adının da Mersinoğlu olduğunu belirtmiştir.

Bir başka görüşe göre ise, Mersin adı bir bitkiden değil, yörede yaşayan Mersinoğlu adındaki aşiretten kaynaklanmaktadır. Mersin adına Anadolu’nun çeşitli yörelerinde rastlamak mümkündür. Örneğin; İzmir, Ordu ve Trabzon’da Mersin, Mersinlik adında köyler bunlardan birkaçıdır.

Paylaşın

Mersin: Balabolu (Adrassus)

Balabolu (Adrassus); Mersin’in Mut İlçesi’nin 42 km batısında yer alan Yalnızcabağ Köyü’nün 9 km kuzeybatısındadır. Üzerinde yer aldığı tepenin adı Balapoğlu-Balabolu olarak geçmektedir.

Roma Dönemi’nde iskan gördüğü anlaşılan kent coğrafi ve stratejik önemi nedeniyle müstakil bir şehir olmuştur. Daha sonra Bizans İmparatorluğu’nun ve zaman zaman Isauria’nın himayesine girmiştir.

Kentin kilise yapısına ait kalıntısı tepenin zirvesinde yer almaktadır. Kilisenin sadece apsisinin temel izleri kalmıştır. Eteklerde yuvarlanmış bir de sütunce bulunmaktadır. Tepenin çevresindeki kayalıkların yükseklikleri, girinti ve çıkıntıları düzeltilerek küçüklü büyüklü bir çok oda meydana getirilmiştir. Bunların bazılarının içleri sıvalıdır.

Yine aynı şekilde yerindeki ana kayanın oyulması ile oluşturulan sütunlar da vardır. Bu mekanların birbirine geçişi ana kayaların şekillendrilmesi ile yapılan merdivenlerle sağlanmıştır. Yer yer duvar ve temel izleri görülebilmektedir. Bunlardan bir kısmı düzgün yüzeyli kesme blok taşlardan yapılmışken, bazı yerlerde kabaca işlenmiş, arkası düzeltilmiş, ön yüzü kabaca işlenmiş poligonal formda örülmüş duvar parçaları da vardır.

Yine sarnıçlar tepede yer almaktadır. Ancak yolun sağında kayaların arasında kumlu-kireçli sıva ile oluşturulmuş bir kanalın varlığı göze çarpmaktadır. Nekropol alanı, akropolün hemen eteklerinden başlamaktadır. Mezar şekilleri çok çeşitlilik göstermektedir. Lahitler işlemelidir. Motiflerin içerisinde çelenk, halka içerisinde ise rozet veya yoncaya daha sık rastlanmaktadır. Lahit kapaklarında yaprak, çoğunlukla da aslan betimlenmiştir.

Aslanın yeleleri su dalgası şeklindedir. Oldukça iyi işlenmiş gerçekçi örnekler varken, bazılarında pençeler abartılmış , tırnaklar belirgin gösterilmiştir. Genelde ön pençelerin altında sığır cinsinden bir hayvan bulunmaktadır. Bu hayvanında ön cephesi işlenmişken arkada kalan yan yüzü işlenmemiştir.

Bu kapakların dar olan yüzünde, aslanın arka tarafına düşen konumda kanatlarını iki yana açmış kartal motifi bulunmaktadır. Bir kapak kenarında asma dallı üzüm salkımları ve altında rozet motiflerinin sıralandığı iki sıra bant üst üste işlenmiştir. Bir diğer lahitin üzerinde bir pano tasvir edilmiştir.

Ortada iki sütun arasında oturan bir insan ve iki yanında ellerinde farklı objeler tutan iki insan vardır. Bir çoğunda da haç motifi ve yazıtlar bulunmaktadır. Lahit mezarların bir çoğu devrilmiş durumdadır. Bezemesiz olan lahitlerin yüksekliği 1.70-1.80 cm. civarındayken genişlikleri 1 m. kadardır.

Derinlikleri de normal lahitlerden daha fazladır. Bunlar bir kaide üzerinde durmaktadırlar ve üzerinde kapakları duran örnekler azdır. Yüzey buluntuları arasında kiremit parçaları, boyalı oval formlu kiremitler, boyalı seramikler, üzeri yivli iri amphora kulpları, amphora tıpası, unguentarium kaidesi, ince cidarlı seramikler göze çarpan örneklerdir.

Mersin’in kısa tarihi

Klasik devirde Klikya olarak adlandırılmış olan Mersin; sırası ile Hititler, Frigler, Asurlular, Persler, Makedonyalılar, Romalılar ve Bizanslıların, XI. yüzyılda Selçukluların, XIV. yüzyılda Karamanoğulları ve Ramazanoğullarının XV. yüzyılda da Osmanlı İmparatorluğunun hâkimiyetine geçmiştir.

Yumuktepe ve Gözlükulede yapılan kazılarda Mersin’in tarihten önceki devirlerden beri önemli bir yerleşme merkezi olduğu anlaşılmaktadır. İl Merkezi Mersin’de bulunan Yumuktepe’de, 1937’de Liverpool Üniversitesi Arkeologlarınca başlatılan kazıda; en alt tabaka olarak “Neolitik Devri” tespit edilmiştir.

Kazı çalışmalarının devamı bu yörenin Neolitik dönemden sonra Maden Devri ve Tunç Devri arasına bir geçiş yaptığını göstermiştir. Yumuktepe’deki kalıntılar hemen hemen aynı şekilde Tarsus’taki Gözlükule’de de yer almaktadır.

Bir süre yörede Etilerin hüküm sürdüğü görülür. Eti Kralı Hattuşil yöreyi imar ve ıslah etmiştir. Daha sonra Asur kralı III. Salomossa’ın ele geçirdiği Mersin yöresi, M.Ö.528 tarihinde İran Hükümdarlığına geçer, M.Ö.527 de yöreyi ve Kıbrıs’ı Yunanlılar ele geçirirler.

M.Ö.334 senesinde yöre Büyük İskender’le Makedonyalıların eline geçer. M.Ö.261-246 da yöreyi Mısır Hükümdarı Batlenios Ogustos zapt eder. M.Ö.70’li yıllarda Romalıların eline geçen Mersin Roma İmparatorluğunun ikiye ayrılmasından sonra Doğu Roma toprakları içerisinde kalır.

İslamiyet’in yayılmasından sonra Halife Osman zamanında Mersin ve civarı Arapların eline geçer. Daha sonra bölge 718 yılında halifeliğin Abbasilere geçmesiyle 853 yılında Sultan Mehdi, yöreyi Abbasi’lere katar. Daha sonra Selçukluların eline geçen yöre bu dönemde kısmi “Haçlı İstilası”na uğrar ve Selçukluların zayıflamasından sonra Karamanoğulları’na geçer.

Osmanlı Padişahı Yıldırım Beyazıt zamanında yöre Osmanlı idaresi altına girer. I. Dünya Harbinde İtilaf Devletlerinin istilasına uğrayan Mersin, Milli Mücadele ile 3 Ocak 1922’de tekrar Türk hakimiyetine girmiştir. 1924 yılında Mersin Adıyla Vilayet olmuş, 1933 yılında da Mersin İçel ile birleştirilerek İçel adını almıştır. 28 Haziran 2002 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanan 4764 sayılı Kanunla da İl’in ismi yeniden Mersin olmuştur.

XII. yüzyılda Göksu ırmağının iki yanındaki bölgeye Türkler “İçel” demişlerdir. Dağlar arasından girilmesi ve görülmesi güç bir yer olduğu için Selçukluların bölgeyi böyle isimlendirdiği düşünülmektedir.

Mersin adının kökeni konusunda iki değişik görüş yaygın olarak kabul edilir. Bunlardan birincisi, civarda yetişen ve Akdeniz ikliminin tanıtıcı bir bitkisi olan Arapların da Hambales dedikleri Myrtus-Mersin ağacı nedeniyle bölgeye Mersin adı verildiğidir.

İkincisi ise Mersin adının bu bölgede yaşayan “Mersinoğulları veya Mersinoğlu” adındaki bir Türkmen ailesinden geldiğini kabul eden görüştür. Evliya Çelebi’de seyahatnamesinde bölgede yetmiş evli bir Türkmen ailesinin bulunduğunu ve bu ailenin adının da Mersinoğlu olduğunu belirtmiştir.

Bir başka görüşe göre ise, Mersin adı bir bitkiden değil, yörede yaşayan Mersinoğlu adındaki aşiretten kaynaklanmaktadır. Mersin adına Anadolu’nun çeşitli yörelerinde rastlamak mümkündür. Örneğin; İzmir, Ordu ve Trabzon’da Mersin, Mersinlik adında köyler bunlardan birkaçıdır.

Paylaşın

Mersin: Al Oda Kilisesi

Al Oda Kilisesi; Mersin’in Mut İlçesi, Geçimli Mahallesi sınırları içerisindedir. Alahan Manastırı’nın 3 km kuzeybatısındadır. Al Oda olarak adlandırılan kısım bir kaya kilisesidir ancak burada bir de manastır kompleksi yer almaktadır.

Manastır olacak bölüm ile kilise bölümü derin bir uçurum ile ikiye ayrılmıştır. Ayrıca Geçimli Köyü’ne giden yol da bu uçurumun eteklerinden geçmektedir.

Kilise büyük bir mağaranın şekillendirilmesi sonucu yapılmıştır. Kilisenin girişi kuzeydoğudadır. Yarım yuvarlak planlıdır. Mekan içerisinde duvarlara oyulmuş nişler ve khamasorion tipte lahit vardır. Bu lahit önemli bir din adamına ait olmalıdır. Mağaranın doğusunda apsis vardır.

Bu kısım mağaranın uçurum kenarında olan güney bölümüne yapılmıştır. Burada bir duvar olduğu izlerden anlaşılmaktadır. Mağaranın batısında da bir oda bulunmaktadır. Bu odanın güneyinde pencere ve duvarlarda küçük nişler yer almaktadır. Mağaranın ana mekanı beşik tonoz, batıdaki bu odanınki ise düz tavandır.

Al Oda Kilisesi’nin en dikkat çekici yanı, içerisinde bulunan resimler ve mozaiklerdir. Buradaki motifler içerisinde boğa ve güvercin, çeşitli haç kompozisyonları, saç örgüsü motifleri, geometrik şekiller, bitkiler bulunmaktadır. Saman ve alçı ile oluşturulan sıva ile kaya yüzeyleri düzleştirilmiş ve resimler bu yüzeylere yapılmıştır.

Resimlerde siyah, sarı, turuncu, yeşil, mavi, kırmızı, eflatun ve kahverengi kullanılmıştır. Batıdaki odanın solunda bir yazı vardır. Grekçe yazılmış olan bu yazıda Hz. Meryem’in Tanrı anası olduğu iki kez tekrarlanarak ondan yardım istemektedir. Burada daha geç dönemde üzerine figürlü kompozisyonlar ve iki dikdörtgen pano ilave edilmiştir.

Bunlar ise fresko tekniğinde yapılmışlardır. Bu freskolarda “İsa’nın Çarmıhtan İndirilmesi”, “Mezarda Melek ve Kadınlar” ile “İsa’nın Cehenneme İnmesi “konuları gibi İsa’nın yaşamı ile ilgili konular tasvir edilmiştir.

Mozaikler ise mağara tabanında yer almaktadır. Ancak o kadar tahrip olmuştur ki motifler anlaşılamamaktadır. Burada M. Gough kazı yapmıştır ve tabanda yan yana sıralanan iki büyük dairenin varlığından bahsetmektedir.

Daire ortasındaki yuvarlaklar içerisinde aslan yelesine benzer motif, dairelerin dört tarafında ise karşılıklı yerleştirilmiş balta motifleri bulunmaktadır. Yine dairenin birinin köşesinde haç ve nar olabilecek bir motif ve bu kompozisyonların etrafında ikili örgüden oluşan bordür mevcuttur.

Al Oda resimleri ve mozaikleri değişik dönemlerde geçirdiği yangınların yanısıra diğer doğal tahribatlar sonucunda da çok zarar görmüştür ve 8-10. yüzyıllara tarihlenmektedir.

Mersin’in kısa tarihi

Klasik devirde Klikya olarak adlandırılmış olan Mersin; sırası ile Hititler, Frigler, Asurlular, Persler, Makedonyalılar, Romalılar ve Bizanslıların, XI. yüzyılda Selçukluların, XIV. yüzyılda Karamanoğulları ve Ramazanoğullarının XV. yüzyılda da Osmanlı İmparatorluğunun hâkimiyetine geçmiştir.

Yumuktepe ve Gözlükulede yapılan kazılarda Mersin’in tarihten önceki devirlerden beri önemli bir yerleşme merkezi olduğu anlaşılmaktadır. İl Merkezi Mersin’de bulunan Yumuktepe’de, 1937’de Liverpool Üniversitesi Arkeologlarınca başlatılan kazıda; en alt tabaka olarak “Neolitik Devri” tespit edilmiştir.

Kazı çalışmalarının devamı bu yörenin Neolitik dönemden sonra Maden Devri ve Tunç Devri arasına bir geçiş yaptığını göstermiştir. Yumuktepe’deki kalıntılar hemen hemen aynı şekilde Tarsus’taki Gözlükule’de de yer almaktadır.

Bir süre yörede Etilerin hüküm sürdüğü görülür. Eti Kralı Hattuşil yöreyi imar ve ıslah etmiştir. Daha sonra Asur kralı III. Salomossa’ın ele geçirdiği Mersin yöresi, M.Ö.528 tarihinde İran Hükümdarlığına geçer, M.Ö.527 de yöreyi ve Kıbrıs’ı Yunanlılar ele geçirirler.

M.Ö.334 senesinde yöre Büyük İskender’le Makedonyalıların eline geçer. M.Ö.261-246 da yöreyi Mısır Hükümdarı Batlenios Ogustos zapt eder. M.Ö.70’li yıllarda Romalıların eline geçen Mersin Roma İmparatorluğunun ikiye ayrılmasından sonra Doğu Roma toprakları içerisinde kalır.

İslamiyet’in yayılmasından sonra Halife Osman zamanında Mersin ve civarı Arapların eline geçer. Daha sonra bölge 718 yılında halifeliğin Abbasilere geçmesiyle 853 yılında Sultan Mehdi, yöreyi Abbasi’lere katar. Daha sonra Selçukluların eline geçen yöre bu dönemde kısmi “Haçlı İstilası”na uğrar ve Selçukluların zayıflamasından sonra Karamanoğulları’na geçer.

Osmanlı Padişahı Yıldırım Beyazıt zamanında yöre Osmanlı idaresi altına girer. I. Dünya Harbinde İtilaf Devletlerinin istilasına uğrayan Mersin, Milli Mücadele ile 3 Ocak 1922’de tekrar Türk hakimiyetine girmiştir. 1924 yılında Mersin Adıyla Vilayet olmuş, 1933 yılında da Mersin İçel ile birleştirilerek İçel adını almıştır. 28 Haziran 2002 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanan 4764 sayılı Kanunla da İl’in ismi yeniden Mersin olmuştur.

XII. yüzyılda Göksu ırmağının iki yanındaki bölgeye Türkler “İçel” demişlerdir. Dağlar arasından girilmesi ve görülmesi güç bir yer olduğu için Selçukluların bölgeyi böyle isimlendirdiği düşünülmektedir.

Mersin adının kökeni konusunda iki değişik görüş yaygın olarak kabul edilir. Bunlardan birincisi, civarda yetişen ve Akdeniz ikliminin tanıtıcı bir bitkisi olan Arapların da Hambales dedikleri Myrtus-Mersin ağacı nedeniyle bölgeye Mersin adı verildiğidir.

İkincisi ise Mersin adının bu bölgede yaşayan “Mersinoğulları veya Mersinoğlu” adındaki bir Türkmen ailesinden geldiğini kabul eden görüştür. Evliya Çelebi’de seyahatnamesinde bölgede yetmiş evli bir Türkmen ailesinin bulunduğunu ve bu ailenin adının da Mersinoğlu olduğunu belirtmiştir.

Bir başka görüşe göre ise, Mersin adı bir bitkiden değil, yörede yaşayan Mersinoğlu adındaki aşiretten kaynaklanmaktadır. Mersin adına Anadolu’nun çeşitli yörelerinde rastlamak mümkündür. Örneğin; İzmir, Ordu ve Trabzon’da Mersin, Mersinlik adında köyler bunlardan birkaçıdır.

Paylaşın

Mersin: Olba (Ura)

Olba (Ura); Mersin’in Silifke İlçesi’ne bağlı Uzuncaburç beldesinin 4 km doğusundadır. Hellenistik Dönem’de Olba Krallığı’nın merkezi ve önemli bir ticaret şehridir. Olba aynı zamanda önemli bir dinsel merkez olmuştur.

Özellikle Hıristiyanlık döneminde bu durum yazılı kaynaklar dışında dinsel mimari kalıntılarda da kendini göstermektedir. Bunlar Olba akropolisinin batısında bulunan büyük kilise kalıntısı, akropolis üzerinde yer alan bir çok küçük kilise kalıntıları ve su kemerinin bulunduğu akropolisin doğusundaki vadide geniş bir alana yayılan manastır kalıntıları sayılabilir.

Olba piskoposluk merkezi olarak Erken Hıristiyanlık döneminde önemini sürdürmüştür. Bu dönemde Olba ve hemen yakınındaki Diokaesareia ayrı ayrı piskoposluk merkezleri olmuşlardır. Olba piskoposluğuda, Isauria’nın başpiskoposluk merkezi olan Seleukeia’nın alt birimi olarak diğer Isauria ve Kilikia piskoposlukları Diocaesereia, Kelenderis, Claudiopolis ile öteki piskoposluklar gibi 10. yüzyılın başından 7. yüzyıla kadar Antiokheia patrikhanesine bağlı olmuştur.

Olba’da bulunan, Septimus Severus zamanında yaptırılmış olan çeşme binasının yanı sıra diğer bir önemli eser ise nekropolün bulunduğu vadi üzerinde kurulmuş, 150 m. uzunluğunda, 25 m. yüksekliğindeki iki katlı su kemeridir. Bu su kemerinin korunması ve çevrenin gözetlenmesi için kuleler inşa edilmiş olması yapının önemini göstermektedir.

İ.S. 199 Septimus Severus dönemine tarihlenen su kemerinin üzerindeki yazıtta “Olbalılar’ın Kenti” yazmaktadır. Antik çeşme ile aynı dönemde yapılmış olan bu kemerler Bizans İmparatoru II. Iustin yönetimi sırasında (566) onarım görmüştür.

Çeşmenin yanında bulunan tiyatro binasından bazı oturma basamakları ile sahnenin bir bölümü günümüze dek kalmıştır. Nekropol alanında ise farklı mezar tipleri yer almaktadır. Bir tepenin üzerinde kurulmuş bulunan antik şehirdeki diğer kalıntılar arasında evlerde bulunmaktadır. Helenistik, Roma ve Erken Bizans Dönemleri’nde iskan görmüştür.

Mersin’in kısa tarihi

Klasik devirde Klikya olarak adlandırılmış olan Mersin; sırası ile Hititler, Frigler, Asurlular, Persler, Makedonyalılar, Romalılar ve Bizanslıların, XI. yüzyılda Selçukluların, XIV. yüzyılda Karamanoğulları ve Ramazanoğullarının XV. yüzyılda da Osmanlı İmparatorluğunun hâkimiyetine geçmiştir.

Yumuktepe ve Gözlükulede yapılan kazılarda Mersin’in tarihten önceki devirlerden beri önemli bir yerleşme merkezi olduğu anlaşılmaktadır. İl Merkezi Mersin’de bulunan Yumuktepe’de, 1937’de Liverpool Üniversitesi Arkeologlarınca başlatılan kazıda; en alt tabaka olarak “Neolitik Devri” tespit edilmiştir.

Kazı çalışmalarının devamı bu yörenin Neolitik dönemden sonra Maden Devri ve Tunç Devri arasına bir geçiş yaptığını göstermiştir. Yumuktepe’deki kalıntılar hemen hemen aynı şekilde Tarsus’taki Gözlükule’de de yer almaktadır.

Bir süre yörede Etilerin hüküm sürdüğü görülür. Eti Kralı Hattuşil yöreyi imar ve ıslah etmiştir. Daha sonra Asur kralı III. Salomossa’ın ele geçirdiği Mersin yöresi, M.Ö.528 tarihinde İran Hükümdarlığına geçer, M.Ö.527 de yöreyi ve Kıbrıs’ı Yunanlılar ele geçirirler.

M.Ö.334 senesinde yöre Büyük İskender’le Makedonyalıların eline geçer. M.Ö.261-246 da yöreyi Mısır Hükümdarı Batlenios Ogustos zapt eder. M.Ö.70’li yıllarda Romalıların eline geçen Mersin Roma İmparatorluğunun ikiye ayrılmasından sonra Doğu Roma toprakları içerisinde kalır.

İslamiyet’in yayılmasından sonra Halife Osman zamanında Mersin ve civarı Arapların eline geçer. Daha sonra bölge 718 yılında halifeliğin Abbasilere geçmesiyle 853 yılında Sultan Mehdi, yöreyi Abbasi’lere katar. Daha sonra Selçukluların eline geçen yöre bu dönemde kısmi “Haçlı İstilası”na uğrar ve Selçukluların zayıflamasından sonra Karamanoğulları’na geçer.

Osmanlı Padişahı Yıldırım Beyazıt zamanında yöre Osmanlı idaresi altına girer. I. Dünya Harbinde İtilaf Devletlerinin istilasına uğrayan Mersin, Milli Mücadele ile 3 Ocak 1922’de tekrar Türk hakimiyetine girmiştir. 1924 yılında Mersin Adıyla Vilayet olmuş, 1933 yılında da Mersin İçel ile birleştirilerek İçel adını almıştır. 28 Haziran 2002 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanan 4764 sayılı Kanunla da İl’in ismi yeniden Mersin olmuştur.

XII. yüzyılda Göksu ırmağının iki yanındaki bölgeye Türkler “İçel” demişlerdir. Dağlar arasından girilmesi ve görülmesi güç bir yer olduğu için Selçukluların bölgeyi böyle isimlendirdiği düşünülmektedir.

Mersin adının kökeni konusunda iki değişik görüş yaygın olarak kabul edilir. Bunlardan birincisi, civarda yetişen ve Akdeniz ikliminin tanıtıcı bir bitkisi olan Arapların da Hambales dedikleri Myrtus-Mersin ağacı nedeniyle bölgeye Mersin adı verildiğidir.

İkincisi ise Mersin adının bu bölgede yaşayan “Mersinoğulları veya Mersinoğlu” adındaki bir Türkmen ailesinden geldiğini kabul eden görüştür. Evliya Çelebi’de seyahatnamesinde bölgede yetmiş evli bir Türkmen ailesinin bulunduğunu ve bu ailenin adının da Mersinoğlu olduğunu belirtmiştir.

Bir başka görüşe göre ise, Mersin adı bir bitkiden değil, yörede yaşayan Mersinoğlu adındaki aşiretten kaynaklanmaktadır. Mersin adına Anadolu’nun çeşitli yörelerinde rastlamak mümkündür. Örneğin; İzmir, Ordu ve Trabzon’da Mersin, Mersinlik adında köyler bunlardan birkaçıdır.

Paylaşın

Mersin: Uzuncaburç

Akdeniz Bölgesi’nin önemli merkezlerinden Mersin, gezilecek yerleri ve tarihi yapılarıyla dikkat çekiyor. Uzuncaburç; Mersin’in Silifke İlçesi, Uzuncaburç Mahallesi sınırları içerisinde yer alır.

Hellenistik Dönem’de merkezi Uzuncaburç’un 4 kilometre doğusundaki Olba Territoriumu’nun ibadet yeri olan bugünkü Uzuncaburç yerleşim yeri, Roma Dönemi’nde, 72 yılında İmparator Vespesianus zamanında Olba’dan ayrılarak Diokaesareia (Tanrı-İmparator Kenti) adıyla özerk, kendi adına para basan kent durumuna gelmiştir.

Bizans Dönemi’nin ardından Türkler buraya şehrin sembolü olan yüksek burcun (Hellenistik Kule’nin) ismini vererek “Uzuncaburç” demişlerdir.

Sütunlu Cadde: Tiyatronun önünden geçen sütunlu cadde, Zeus Tapınağı’nın yanında kent kapısından gelen diğer bir Sütunlu Cadde ile kesişmekte ve Tyche Tapınağı’nda son bulmaktadır. İS 1’inci yüzyıldan kalma Sütunlu Cadde’deki sütunların hepsi yıkılmıştır. Mimari parçalarının çoğu da yok olmuştur.

Tören Kapısı: İS 1’inci yüzyıldan kalma Tören Kapısı her biri 1 metre çapında ve 7 metre yüksekliğinde Korinth başlıklı sütunlarıyla heybetli bir yapıdır. Yarısı yıkılmış olan tören kapısının beş sütunu ayaktadır.

Soli-Pompeiopolis ören yerindeki gibi sütun gövdelerinden çıkan konsolların varlığı bunlar üzerinde heykeller bulunduğunun kanıtlarıdır.

Zeus (Olbios)Tapınağı: Tören kapısından sonra antik çeşmeyi geçince Sütunlu Cadde’nin solunda bir avlu içerisindeki Zeus Tapınağı’na ulaşılır. I. Seleukos Nikator tarafından yaptırılmış olduğu düşünülen Zeus Tapınağı, Anadolu’da dört bir yanı Korinth tarzında tek sıra 36 sütunla çevrili, peripteros planlı, en eski tapınaklarından biri olarak, sanat tarihinde önemli bir yere sahiptir.

Romalılar tarafından da kullanılan tapınak, Hıristiyanlık Dönemi’nde, 5’inci yüzyılda yapılan değişikliklerle kiliseye çevrilmiştir. Cellası yıkılıp sütun araları örülmüş ve buralara kapılar konulmuş, doğusundaki sütunlar kaldırılarak yerlerine apsis eklenmiştir.

Tyche Tapınağı: Sütunlu Cadde’nin bitimindeki tapınak İS 1’inci yüzyılın ikinci yarısında yapılmıştır. Beşi ayakta olan, 6 metre yüksekliğindeki yekpare altı sütunun taşıdığı arşitravdaki yazıt, tapınağın kentin soylularından Oppius ile karısı Kyria tarafından yaptırılıp kente armağan edildiğini bildirmektedir.

Zafer Kapısı: Güney-kuzey istikametindeki ikinci sütunlu yol üzerinde ve Zeus Tapınağı’nın kuzeyinde bulunan kapının ortasında bir büyük, yanlarında ise iki küçük kemerli girişi vardır.

Üzerindeki yazıtta, depremden zarar gören kapının Roma İmparatorları Arcadius (İ.S. 395-408) ile Honorius (İ.S. 395-423)’un birlikte yönetimleri sırasında onarım gördüğü yazılıdır.

Tiyatro: Burada bulunan bir yazıttan Roma İmparatorları Marcus Aurelius (İS 161-180) ile Lucius Verus’un (İS 161-169) birlikte yönetimleri sırasında, yani İS 2’inci yüzyılın ikinci yarısında yapılmış olduğu anlaşılmaktadır.

Hellenistik Anıt Mezar: Beldenin güneyindeki tepe üzerinde yer alan anıt mezarın dor biçimindeki mimarisi yörede tektir. Piramit çatılı, 15 metre yüksekliğindeki mezar anıtı 5.5×5.5 metre ölçülerinde kare planlıdır. Seleukoslar’ın veya Olba Krallığı’nın yöneticilerinden birine ait olduğu tahmin edilmektedir.

Hellenistik Kule: Şehri çevreleyen surların kuzeydoğu kenarında bulunan beş katlı kule 16x13x23 metre ebatlarındadır. Her katı kendi içinde bölümlere ayrılmış olan kule, yöneticilerin yaşadığı bir mekan olduğu kadar tehlike anında bölge halkının sığındığı ve şehir hazinesinin korunduğu güvenli bir yer olarak da kullanılmaktaydı.

Kapı üzerindeki yazıttan İÖ 3’üncü yüzyılın ikinci yarısında Tarkyares tarafından yaptırılmış olduğu anlaşılan kule, geçirdiği yangın sonucu Vali Petronius Faustinus’un emriyle İS 3’üncü yüzyılın sonlarında onarım görmüştür.

Sikkelerin üzerinde tasvir edilen bu gözetleme ve barınma kulesi yüksek oluşu nedeniyle bugünkü beldenin ismine de kaynak olmuştur.

Nekropol Alanı: Kentin kuzeyindeki bir vadinin her iki yamacına yayılmış olan nekropol sahası, Hellenistik, Roma, Bizans  dönemlerinde kullanılmış olup burada kaya mezarları da vardır.

Mersin’in kısa tarihi

Klasik devirde Klikya olarak adlandırılmış olan Mersin; sırası ile Hititler, Frigler, Asurlular, Persler, Makedonyalılar, Romalılar ve Bizanslıların, XI. yüzyılda Selçukluların, XIV. yüzyılda Karamanoğulları ve Ramazanoğullarının XV. yüzyılda da Osmanlı İmparatorluğunun hâkimiyetine geçmiştir.

Yumuktepe ve Gözlükulede yapılan kazılarda Mersin’in tarihten önceki devirlerden beri önemli bir yerleşme merkezi olduğu anlaşılmaktadır. İl Merkezi Mersin’de bulunan Yumuktepe’de, 1937’de Liverpool Üniversitesi Arkeologlarınca başlatılan kazıda; en alt tabaka olarak “Neolitik Devri” tespit edilmiştir.

Kazı çalışmalarının devamı bu yörenin Neolitik dönemden sonra Maden Devri ve Tunç Devri arasına bir geçiş yaptığını göstermiştir. Yumuktepe’deki kalıntılar hemen hemen aynı şekilde Tarsus’taki Gözlükule’de de yer almaktadır.

Bir süre yörede Etilerin hüküm sürdüğü görülür. Eti Kralı Hattuşil yöreyi imar ve ıslah etmiştir. Daha sonra Asur kralı III. Salomossa’ın ele geçirdiği Mersin yöresi, M.Ö.528 tarihinde İran Hükümdarlığına geçer, M.Ö.527 de yöreyi ve Kıbrıs’ı Yunanlılar ele geçirirler.

M.Ö.334 senesinde yöre Büyük İskender’le Makedonyalıların eline geçer. M.Ö.261-246 da yöreyi Mısır Hükümdarı Batlenios Ogustos zapt eder. M.Ö.70’li yıllarda Romalıların eline geçen Mersin Roma İmparatorluğunun ikiye ayrılmasından sonra Doğu Roma toprakları içerisinde kalır.

İslamiyet’in yayılmasından sonra Halife Osman zamanında Mersin ve civarı Arapların eline geçer. Daha sonra bölge 718 yılında halifeliğin Abbasilere geçmesiyle 853 yılında Sultan Mehdi, yöreyi Abbasi’lere katar. Daha sonra Selçukluların eline geçen yöre bu dönemde kısmi “Haçlı İstilası”na uğrar ve Selçukluların zayıflamasından sonra Karamanoğulları’na geçer.

Osmanlı Padişahı Yıldırım Beyazıt zamanında yöre Osmanlı idaresi altına girer. I. Dünya Harbinde İtilaf Devletlerinin istilasına uğrayan Mersin, Milli Mücadele ile 3 Ocak 1922’de tekrar Türk hakimiyetine girmiştir. 1924 yılında Mersin Adıyla Vilayet olmuş, 1933 yılında da Mersin İçel ile birleştirilerek İçel adını almıştır. 28 Haziran 2002 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanan 4764 sayılı Kanunla da İl’in ismi yeniden Mersin olmuştur.

XII. yüzyılda Göksu ırmağının iki yanındaki bölgeye Türkler “İçel” demişlerdir. Dağlar arasından girilmesi ve görülmesi güç bir yer olduğu için Selçukluların bölgeyi böyle isimlendirdiği düşünülmektedir.

Mersin adının kökeni konusunda iki değişik görüş yaygın olarak kabul edilir. Bunlardan birincisi, civarda yetişen ve Akdeniz ikliminin tanıtıcı bir bitkisi olan Arapların da Hambales dedikleri Myrtus-Mersin ağacı nedeniyle bölgeye Mersin adı verildiğidir.

İkincisi ise Mersin adının bu bölgede yaşayan “Mersinoğulları veya Mersinoğlu” adındaki bir Türkmen ailesinden geldiğini kabul eden görüştür. Evliya Çelebi’de seyahatnamesinde bölgede yetmiş evli bir Türkmen ailesinin bulunduğunu ve bu ailenin adının da Mersinoğlu olduğunu belirtmiştir.

Bir başka görüşe göre ise, Mersin adı bir bitkiden değil, yörede yaşayan Mersinoğlu adındaki aşiretten kaynaklanmaktadır. Mersin adına Anadolu’nun çeşitli yörelerinde rastlamak mümkündür. Örneğin; İzmir, Ordu ve Trabzon’da Mersin, Mersinlik adında köyler bunlardan birkaçıdır.

Paylaşın

Mersin: Demircili (İmbriogon) Anıtmezarları

Demircili (İmbriogon) Anıtmezarları; Mersin’in Silifke İlçesi, Demircili Mahallesi sınırları içerisinde yer almaktadır. Çatı örtüsü yıkılmış iki katlı olan yapının cephesinde altta İon, üstte Korinth başlıkları taşıyan dörder sütun vardır. Bu mezarın yanında bir de kaya mezarı bulunmaktadır.

Buranın 300 m. kadar ilerisinde sağda yan yana duran iki anıt mezar en çok dikkati çeken eserlerdir. Bu iki katlı mezar yapıları mimari süslemeleri ve işlenişlerindeki sanat, kitabe, kabartma ve hayvan heykelleri mezarın önemli bir aileye ait olduğunu göstermektedir.

Mezarın üzerinde iki insan büstü, kabartma olarak tasvir edilmiştir. Soldaki tek katlı mezar ise Korinth düzeninin bütün özelliklerini yansıtmaktadır. Bu mezarların ilerisindeki tepede ören yerine ait kalıntılar ve bir kule görülmektedir.

Bu mezarlardan başka, yolun doğu tarafında Sivri Kale olarak bilinen başka bir anıt mezar daha vardır. Mezarın levha şeklindeki taşlarla kapatılmış olan piramit çatısı dikkat çekicidir. Mezar yapısının iç kısmındaki konstruksiyon, yukarıda anlatılan mezarlardan değişiktir.

Daha aşağı inerken köy çıkışına doğru yolun solunda bir anıt mezar daha vardır. Çatısı yine levha şeklindeki kare taş plakalarla örtülüdür. Çörtenler ise aslan başı şeklindedir. Ön ve arka alınlıkta kalkan kabartmaları vardır. Mezar yazıtı yere düşmüştür. Önünde bir de lahit yer almaktadır.

Mersin’in kısa tarihi

Klasik devirde Klikya olarak adlandırılmış olan Mersin; sırası ile Hititler, Frigler, Asurlular, Persler, Makedonyalılar, Romalılar ve Bizanslıların, XI. yüzyılda Selçukluların, XIV. yüzyılda Karamanoğulları ve Ramazanoğullarının XV. yüzyılda da Osmanlı İmparatorluğunun hâkimiyetine geçmiştir.

Yumuktepe ve Gözlükulede yapılan kazılarda Mersin’in tarihten önceki devirlerden beri önemli bir yerleşme merkezi olduğu anlaşılmaktadır. İl Merkezi Mersin’de bulunan Yumuktepe’de, 1937’de Liverpool Üniversitesi Arkeologlarınca başlatılan kazıda; en alt tabaka olarak “Neolitik Devri” tespit edilmiştir.

Kazı çalışmalarının devamı bu yörenin Neolitik dönemden sonra Maden Devri ve Tunç Devri arasına bir geçiş yaptığını göstermiştir. Yumuktepe’deki kalıntılar hemen hemen aynı şekilde Tarsus’taki Gözlükule’de de yer almaktadır.

Bir süre yörede Etilerin hüküm sürdüğü görülür. Eti Kralı Hattuşil yöreyi imar ve ıslah etmiştir. Daha sonra Asur kralı III. Salomossa’ın ele geçirdiği Mersin yöresi, M.Ö.528 tarihinde İran Hükümdarlığına geçer, M.Ö.527 de yöreyi ve Kıbrıs’ı Yunanlılar ele geçirirler.

M.Ö.334 senesinde yöre Büyük İskender’le Makedonyalıların eline geçer. M.Ö.261-246 da yöreyi Mısır Hükümdarı Batlenios Ogustos zapt eder. M.Ö.70’li yıllarda Romalıların eline geçen Mersin Roma İmparatorluğunun ikiye ayrılmasından sonra Doğu Roma toprakları içerisinde kalır.

İslamiyet’in yayılmasından sonra Halife Osman zamanında Mersin ve civarı Arapların eline geçer. Daha sonra bölge 718 yılında halifeliğin Abbasilere geçmesiyle 853 yılında Sultan Mehdi, yöreyi Abbasi’lere katar. Daha sonra Selçukluların eline geçen yöre bu dönemde kısmi “Haçlı İstilası”na uğrar ve Selçukluların zayıflamasından sonra Karamanoğulları’na geçer.

Osmanlı Padişahı Yıldırım Beyazıt zamanında yöre Osmanlı idaresi altına girer. I. Dünya Harbinde İtilaf Devletlerinin istilasına uğrayan Mersin, Milli Mücadele ile 3 Ocak 1922’de tekrar Türk hakimiyetine girmiştir. 1924 yılında Mersin Adıyla Vilayet olmuş, 1933 yılında da Mersin İçel ile birleştirilerek İçel adını almıştır. 28 Haziran 2002 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanan 4764 sayılı Kanunla da İl’in ismi yeniden Mersin olmuştur.

XII. yüzyılda Göksu ırmağının iki yanındaki bölgeye Türkler “İçel” demişlerdir. Dağlar arasından girilmesi ve görülmesi güç bir yer olduğu için Selçukluların bölgeyi böyle isimlendirdiği düşünülmektedir.

Mersin adının kökeni konusunda iki değişik görüş yaygın olarak kabul edilir. Bunlardan birincisi, civarda yetişen ve Akdeniz ikliminin tanıtıcı bir bitkisi olan Arapların da Hambales dedikleri Myrtus-Mersin ağacı nedeniyle bölgeye Mersin adı verildiğidir.

İkincisi ise Mersin adının bu bölgede yaşayan “Mersinoğulları veya Mersinoğlu” adındaki bir Türkmen ailesinden geldiğini kabul eden görüştür. Evliya Çelebi’de seyahatnamesinde bölgede yetmiş evli bir Türkmen ailesinin bulunduğunu ve bu ailenin adının da Mersinoğlu olduğunu belirtmiştir.

Bir başka görüşe göre ise, Mersin adı bir bitkiden değil, yörede yaşayan Mersinoğlu adındaki aşiretten kaynaklanmaktadır. Mersin adına Anadolu’nun çeşitli yörelerinde rastlamak mümkündür. Örneğin; İzmir, Ordu ve Trabzon’da Mersin, Mersinlik adında köyler bunlardan birkaçıdır.

Paylaşın

Mersin: Narlıkuyu Mozaik Müzesi

Narlıkuyu Mozaik Müzesi; Mersin’in Silifke İlçesi, Narlıkuyu Mahallesi yerleşim sınırları içerisinde yer almaktadır. 1975-1976 yıllarında Roma Dönemi hamam yapısına ait mozaik taban bir bina içine alınarak müze oluşturulmuştur.

Narlıkuyu Koyu, Antik Çağ ve Bizans Dönemi’nde Cennet-Cehennem’e tapınma ve geziye gelenler için bir deniz kapısı olmuştur. Ortaçağ’da ismi Porto Calamie diye bilinen bu yerleşim yeri görkemli bir hamama sahipti.

MS 4’üncü yüzyıla ait bu hamam yapısından bugün sadece su yalağı ile yıkanma bölümündeki taban mozaiği günümüze kadar gelebilmiştir. Bu mozaik müze binası olan yapı içinde korunmaktadır.

Doğu Roma İmparatorluk yönetiminde yüksek bir görev sahibi olduğu anlaşılan Poimenios, cennet obruğunun derinliklerinden geçerek Narlıkuyu’daki doğa harikası küçük körfezde denize karışan tatlı su kaynağından yararlanarak bir yunak yaptırmış, tabanını da mozaikle bezetmiştir.

Siyah, beyaz ve sarı renkli taşlarla oluşturulmuş mozaikte geometrik, yöresel kuş ve çiçek motifleri ile antik dönemin baş tanrısı Zeus’un üç kızı Aglaia, Thalia ve Euphrosine resmedilmiştir. Zeus’un bu kızları, güzelliği ile ünlü uyum tanrıçası Eurynome’den doğmuştur. Üç kızkardeş Kharites olarak anılır.

Bu isim antik Yunanca’da parlaklık, ışıltı ve güzellik anlamına gelen kharis sözcüğünden türetilmiştir. Sanatın her dalının koruyucusu ve insanlarla tanrıların esin kaynağıdırlar. Ayrıca tanrıçaların üzerinde bir yazıt bulunmaktadır.

Bu yazıtta; “Ey, dost, bu güzel hamamın suyunun saklı olan kaynağını kimin bulduğunu sorarsan, bil ki o kişi, kutsal adaları dürüst yöneten ve imparatorların da dostu olan Poimenios’ tur ” ifadeleri bulunmakta ve hamamı yaptıran kişinin adını vermektedir.

Mersin’in kısa tarihi

Klasik devirde Klikya olarak adlandırılmış olan Mersin; sırası ile Hititler, Frigler, Asurlular, Persler, Makedonyalılar, Romalılar ve Bizanslıların, XI. yüzyılda Selçukluların, XIV. yüzyılda Karamanoğulları ve Ramazanoğullarının XV. yüzyılda da Osmanlı İmparatorluğunun hâkimiyetine geçmiştir.

Yumuktepe ve Gözlükulede yapılan kazılarda Mersin’in tarihten önceki devirlerden beri önemli bir yerleşme merkezi olduğu anlaşılmaktadır. İl Merkezi Mersin’de bulunan Yumuktepe’de, 1937’de Liverpool Üniversitesi Arkeologlarınca başlatılan kazıda; en alt tabaka olarak “Neolitik Devri” tespit edilmiştir.

Kazı çalışmalarının devamı bu yörenin Neolitik dönemden sonra Maden Devri ve Tunç Devri arasına bir geçiş yaptığını göstermiştir. Yumuktepe’deki kalıntılar hemen hemen aynı şekilde Tarsus’taki Gözlükule’de de yer almaktadır.

Bir süre yörede Etilerin hüküm sürdüğü görülür. Eti Kralı Hattuşil yöreyi imar ve ıslah etmiştir. Daha sonra Asur kralı III. Salomossa’ın ele geçirdiği Mersin yöresi, M.Ö.528 tarihinde İran Hükümdarlığına geçer, M.Ö.527 de yöreyi ve Kıbrıs’ı Yunanlılar ele geçirirler.

M.Ö.334 senesinde yöre Büyük İskender’le Makedonyalıların eline geçer. M.Ö.261-246 da yöreyi Mısır Hükümdarı Batlenios Ogustos zapt eder. M.Ö.70’li yıllarda Romalıların eline geçen Mersin Roma İmparatorluğunun ikiye ayrılmasından sonra Doğu Roma toprakları içerisinde kalır.

İslamiyet’in yayılmasından sonra Halife Osman zamanında Mersin ve civarı Arapların eline geçer. Daha sonra bölge 718 yılında halifeliğin Abbasilere geçmesiyle 853 yılında Sultan Mehdi, yöreyi Abbasi’lere katar. Daha sonra Selçukluların eline geçen yöre bu dönemde kısmi “Haçlı İstilası”na uğrar ve Selçukluların zayıflamasından sonra Karamanoğulları’na geçer.

Osmanlı Padişahı Yıldırım Beyazıt zamanında yöre Osmanlı idaresi altına girer. I. Dünya Harbinde İtilaf Devletlerinin istilasına uğrayan Mersin, Milli Mücadele ile 3 Ocak 1922’de tekrar Türk hakimiyetine girmiştir. 1924 yılında Mersin Adıyla Vilayet olmuş, 1933 yılında da Mersin İçel ile birleştirilerek İçel adını almıştır. 28 Haziran 2002 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanan 4764 sayılı Kanunla da İl’in ismi yeniden Mersin olmuştur.

XII. yüzyılda Göksu ırmağının iki yanındaki bölgeye Türkler “İçel” demişlerdir. Dağlar arasından girilmesi ve görülmesi güç bir yer olduğu için Selçukluların bölgeyi böyle isimlendirdiği düşünülmektedir.

Mersin adının kökeni konusunda iki değişik görüş yaygın olarak kabul edilir. Bunlardan birincisi, civarda yetişen ve Akdeniz ikliminin tanıtıcı bir bitkisi olan Arapların da Hambales dedikleri Myrtus-Mersin ağacı nedeniyle bölgeye Mersin adı verildiğidir.

İkincisi ise Mersin adının bu bölgede yaşayan “Mersinoğulları veya Mersinoğlu” adındaki bir Türkmen ailesinden geldiğini kabul eden görüştür. Evliya Çelebi’de seyahatnamesinde bölgede yetmiş evli bir Türkmen ailesinin bulunduğunu ve bu ailenin adının da Mersinoğlu olduğunu belirtmiştir.

Bir başka görüşe göre ise, Mersin adı bir bitkiden değil, yörede yaşayan Mersinoğlu adındaki aşiretten kaynaklanmaktadır. Mersin adına Anadolu’nun çeşitli yörelerinde rastlamak mümkündür. Örneğin; İzmir, Ordu ve Trabzon’da Mersin, Mersinlik adında köyler bunlardan birkaçıdır.

Paylaşın