İbrahim Paşa Tabyaları, oldukça sağlam ve Osmanlı Dönemi yapılarındandır. Yaklaşık 1830’lu yıllarda, doğudan gelecek saldırılara karşı koymak için İbrahim Paşa tarafından yaptırılmıştır.
Tarsus Pozantı istikametinde otobanda ilerlerken Adana’ya bağlı Tekir (Akçatekir) Yaylası mevkiine gelmeden yolun solundaki yüksek tepe üzerinde bir yapı görülmektedir. Bu yapı Kızıl Tabya (Büyük veya Fenerli Tabya) olarak adlandırılmaktadır.. Burada yer alan diğer tabyalar Yer Tabyaları , Armutlu Tabya ve Ak Tabya (Beyaz- Küçük Tabya) ‘dır. Bunlardan Kızıl Tabya , Ak Tabya ile karşılıklı olarak iki yüksek tepeye yapılmışlardır ve birbirlerini görmektedirler.
Mısır valisi Mehmet Ali Paşa’nın oğlu İbrahim Paşa, İstanbul’da öğrenim gördü. 1805’ten beri Mısır valisi olan babasının yanına gitti (1806). Babası tarafından güçlü bir ordunun başında Hicaz’a gönderildi.
Kızıl Tabya
Yapının üç katlı olduğu tahmin edilmektedir. Alt katlarda havalandırma açıklıkları bulunurken üst katta ince uzun mazgal pencereleri vardır. Bütün odalar birbirleri ile bağlantılı değildir. Genelde kapıdan içeri girildiğinde solda iç içe geçen iki oda ve diğer tarafta ayrı bir oda şeklinde mekanlar sıralanmıştır. Malzeme olarak yörenin taşı kullanılmıştır. Az kalker ve konglomera kayalıkların kabaca düzeltilerek aralarına küçük ve iri taşların kireçle karıştırılması sonucunda oluşturulan harçla yapılan duvar örgüsü kullanılmıştır. Yapılar tonozludur. Pencere kemerlerinde bazı yerlerde tuğla, bazı yerlerde taş kullanılmıştır. Kalenin temelleri düşey pozisyonda ve daha iri, yüzeyi çentikli taşlarla örülmüştür. Bu tabya Adana il sınırları içerisinde kalıyor olsa da diğerleriyle bütün oluşturduğu için kitaba dahil edilmiştir.
Yer Tabyaları
Kızıl Tabya’nın önünden geçen Elmalı Deresi’nin altındadır. Eski Tarsus-Adana karayolunun kenarlarında sağlı sollu ve karşılıklı olarak yapılmışlardır. Oldukça sağlam olan bu yapıların orman alanının altında kalmış olmalarından planları tam olarak anlaşılamamaktadır. Yine tonozlu ve birbirine geçişli mekanlardan oluşmaktadırlar.
Armutlu Tabya
Tarsus’tan Pozantı’ya doğru giderken Tekir Yaylası’na gelmeden sağa ayrılan eski yola dönülür. Gülek Yazıtı’na giderken biraz ilerleyince yolda Beylik Han, Deve Damı, Arkasıdelik Han gibi isimlerle adlandırılan küçük bir hana ulaşılır. Bu hanın kuzeydoğusunda orman arzisi içerisinde, rahatlıkla görülemeyen toprak altında kalmış yapı kalıntılarına verilen isimdir. Bu nedenle plan olarak tam izlenememektedir. Ancak büyük kısmı sağlamdır.
Beyaz Tabya
Hacın Dağı eteklerindedir. Kızıl Tabya ve Yer Tabyaları ile birbirini bütünleyen aynı aks üzerinde yer alan bir güzergahtadır ve bu güzergahın yer altı tüneli ile bağlantılı olduğu da söylenmektedir. Buruyu ulaşmak için yine Gülek Yazıtı’na giden eski yolun kenarında bulunan Aspava Yaylası’nın arkasında yer alan orman arazisine girilir ve devamında tırmanarak bu tabyalara ulaşılır. Girişi güneyde olan bu tabya yuvarlak planlı ve üç katlıdır. Bu yapıda yörenin taşından, meyilli temeller üzerinde yapılmış ve etrafına hendek açılmıştır.Mekanın ortasında bulunan yapı tamamen yıkılmıştır. Alt katta havalandırma pencereleri, üst katta gözetleme pencereleri ve seyirdim alanı bulunmaktadır. Ancak bu pencereler her yerde aynı seviyede değildir.
İbrahim Paşa Kimdir (Kavala 1789-Kahire 1848) ?
(1816) Mekke ve Medine’yi alarak burada dirlik ve düzeni yeniden kurunca, padişah tarafından kendisine paşa ünvanı verildi(1817). 1832 yılında Adana’yı, 1833 yılında da Kütahya’yı aldı ve ordugahını burada kurdu. Bu yıllarda meydana gelen Mısır ayaklanmasının uluslararası bir kimlik kazanması üzerine yerli ve yabancı heyetler Kütahya ile İstanbul arasında mekik dokumaya başladılar.
Sonuçta imzalanan Kütahya Antlaşması’yla (1833) İbrahim Paşa Adana eyaleti dışında Anadolu’yu boşaltmayı kabul etti. Mısır ,Sudan, Hicaz, Filistin, Lübnan, Suriye eyaletleri babasına bırakıldı. Osmanlı Devleti’nin tarihinde yedi eyalet ilk kez bir tek valinin yönetimine verildi.
Antlaşmadan sonra İbrahim Paşa, babası tarafından Suriye valiliğine atandı ve Mehmet Ali Paşa ayaklanmasının ilk evresi böylece sona erdi. 1839’da vergilerin artırılması gibi çeşitli sebeplerle Suriye halkının ayaklanmasıyla bu olayın ikinci evresi başladı.
İbrahim Paşa savaşı kazanmasına rağmen Suriye’deki ayaklanmaları bastıramadı. Avrupa devletlerinin arabuluculuğu sonunda yeni padişah Abdülmecit’in temsilcisi Mustafa Reşit Paşa ile Mehmet Ali Paşa arasında varılan anlaşmaya göre (1840) Mısır –Sudan valiliği onun soyundan gelenlere bırakıldı, buna karşılık olarak İbrahim Paşa Filistin ve Suriye’den çekilmeyi kabul etti.
Daha sonra Kahire’ye dönmesiyle Osmanlı Devleti açısından Mısır bunalımı sona ermiş oldu. 1848 yılında babasının yerine Mısır’ın yönetimini üstlendi. Kısa bir süre sonra da öldü. 1952’de varlığına son verilen Mısır kral hanedanı onun soyundan gelmedir.
Mersin’in kısa tarihi
Klasik devirde Klikya olarak adlandırılmış olan Mersin; sırası ile Hititler, Frigler, Asurlular, Persler, Makedonyalılar, Romalılar ve Bizanslıların, XI. yüzyılda Selçukluların, XIV. yüzyılda Karamanoğulları ve Ramazanoğullarının XV. yüzyılda da Osmanlı İmparatorluğunun hâkimiyetine geçmiştir.
Yumuktepe ve Gözlükulede yapılan kazılarda Mersin’in tarihten önceki devirlerden beri önemli bir yerleşme merkezi olduğu anlaşılmaktadır. İl Merkezi Mersin’de bulunan Yumuktepe’de, 1937’de Liverpool Üniversitesi Arkeologlarınca başlatılan kazıda; en alt tabaka olarak “Neolitik Devri” tespit edilmiştir.
Kazı çalışmalarının devamı bu yörenin Neolitik dönemden sonra Maden Devri ve Tunç Devri arasına bir geçiş yaptığını göstermiştir. Yumuktepe’deki kalıntılar hemen hemen aynı şekilde Tarsus’taki Gözlükule’de de yer almaktadır.
Bir süre yörede Etilerin hüküm sürdüğü görülür. Eti Kralı Hattuşil yöreyi imar ve ıslah etmiştir. Daha sonra Asur kralı III. Salomossa’ın ele geçirdiği Mersin yöresi, M.Ö.528 tarihinde İran Hükümdarlığına geçer, M.Ö.527 de yöreyi ve Kıbrıs’ı Yunanlılar ele geçirirler.
M.Ö.334 senesinde yöre Büyük İskender’le Makedonyalıların eline geçer. M.Ö.261-246 da yöreyi Mısır Hükümdarı Batlenios Ogustos zapt eder. M.Ö.70’li yıllarda Romalıların eline geçen Mersin Roma İmparatorluğunun ikiye ayrılmasından sonra Doğu Roma toprakları içerisinde kalır.
İslamiyet’in yayılmasından sonra Halife Osman zamanında Mersin ve civarı Arapların eline geçer. Daha sonra bölge 718 yılında halifeliğin Abbasilere geçmesiyle 853 yılında Sultan Mehdi, yöreyi Abbasi’lere katar. Daha sonra Selçukluların eline geçen yöre bu dönemde kısmi “Haçlı İstilası”na uğrar ve Selçukluların zayıflamasından sonra Karamanoğulları’na geçer.
Osmanlı Padişahı Yıldırım Beyazıt zamanında yöre Osmanlı idaresi altına girer. I. Dünya Harbinde İtilaf Devletlerinin istilasına uğrayan Mersin, Milli Mücadele ile 3 Ocak 1922’de tekrar Türk hakimiyetine girmiştir. 1924 yılında Mersin Adıyla Vilayet olmuş, 1933 yılında da Mersin İçel ile birleştirilerek İçel adını almıştır. 28 Haziran 2002 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanan 4764 sayılı Kanunla da İl’in ismi yeniden Mersin olmuştur.
XII. yüzyılda Göksu ırmağının iki yanındaki bölgeye Türkler “İçel” demişlerdir. Dağlar arasından girilmesi ve görülmesi güç bir yer olduğu için Selçukluların bölgeyi böyle isimlendirdiği düşünülmektedir.
Mersin adının kökeni konusunda iki değişik görüş yaygın olarak kabul edilir. Bunlardan birincisi, civarda yetişen ve Akdeniz ikliminin tanıtıcı bir bitkisi olan Arapların da Hambales dedikleri Myrtus-Mersin ağacı nedeniyle bölgeye Mersin adı verildiğidir.
İkincisi ise Mersin adının bu bölgede yaşayan “Mersinoğulları veya Mersinoğlu” adındaki bir Türkmen ailesinden geldiğini kabul eden görüştür. Evliya Çelebi’de seyahatnamesinde bölgede yetmiş evli bir Türkmen ailesinin bulunduğunu ve bu ailenin adının da Mersinoğlu olduğunu belirtmiştir.
Bir başka görüşe göre ise, Mersin adı bir bitkiden değil, yörede yaşayan Mersinoğlu adındaki aşiretten kaynaklanmaktadır. Mersin adına Anadolu’nun çeşitli yörelerinde rastlamak mümkündür. Örneğin; İzmir, Ordu ve Trabzon’da Mersin, Mersinlik adında köyler bunlardan birkaçıdır.