21.01.1933’te Ankara’da dünyaya gelen Ahmet Oktay, 3.3.2016’da 83 yaşında vefat etmiştir. 1950’lerden beri edebiyat hayatının içerisinde olan Ahmet Oktay, başta şiir olmak üzere inceleme, eleştiri, deneme, edebiyat tarihi, hatıra, tiyatro oyunu türlerinde örnekler vermiş bir sanatçıdır. Asıl adı Ahmet Oktay Börtecene’dir.
Haber Merkezi / Soyadını kullanmama sebebi hem şiire başladığı dönemde iki sözcüklü adların tercih edilmesi hem de soyadını bir şair için uzun bulmasıdır. İlkokulu 1941-1945 yılları arasında Ankara Mimar Kemal İlkokulu’nda ortaokulu ise Cebeci Üçüncü Ortaokulu ve Cebeci Dördüncü Ortaokulu’nda okumuştur. Ardından Ankara Atatürk Lisesi’nde eğitimine başlamıştır. Bu yıllarda Yılmaz Gruda, Ahmet Arif, Enver Gökçe, Şevki Akşit gibi isimlerde oluşan bir çevresi olmuştur. Atatürk Lisesi’nde iken Nazım Hikmet’in kitaplarını okula getirdiği için okul disiplin kuruluna verilmiş ve okulda bir soruşturma geçirmiştir. Atatürk Lisesi’nde başlayan lise eğitimini Bursa Lisesi’nde devam etmiş ancak lise eğitimini siyasal sebeplerden tamamlayamamış ve 1952’de Ankara’ya dönmüştür.
Ankara’ya dönünce de iş hayatına atılmıştır. İlk olarak Malul Gaziler Derneği’nde ardından da İstatistik Genel Müdürlüğü’nde çalışmıştır. 1957’de ailesiyle birlikte İstanbul’a gelmiş ve kısa bir süre Oğuz Haluk’un açtığı dil kurslarına yazılı metinler hazırlamıştır. 1957-1958 yıllarında İsmet Ay, Sevim Burak, Ömer Uluç, Fikret Hakan, Demir Özlü, Özdemir Asaf, Metin Erksan, Asaf Çiğiltepe, Selahattin Hilav gibi isimlerle arkadaşlık etmiştir. 1958’de askerliğini yapmak üzere Sivas’a gitmiştir. 1960’ta askerden dönmüş ve bir süre Mustafa Nevzat İlaç Laboratuvarı’nda muhasebecilik yapmıştır. Kısa bir süre içerisinde buradan istifa edip gazeteciliğe adım atmış ve Yeni İstanbul gazetesinin Ankara muhabiri olmuştur. Yeni İstanbul’daki işinden sonra Ankara Ekspres gazetesinde parlamento muhabirliği ve fıkra yazarlığı yapmıştır. Buradaki işi de uzun sürmemiş ve 1962’de buradan ayrılmıştır. Bu evrede ileride eşi olacak Tülay Tura ile tanışmıştır. İşsizliğe daha fazla dayanamayarak 1962’de İstanbul’a dönmüştür. Ankara’da çıkartılacak olan İktisat ve Piyasa adlı yayın organından iş teklifi alınca tekrar Ankara’ya gitmiştir. 1964’te Tülay Tura ile evlenmiştir. İktisat ve Piyasa’nın kapanması üzerine bir başka gazete olan Vatan’da çalışmaya başlamıştır.
1965’te ise TRT Ankara Haber Merkezi’ne geçmiş ve buradaki görevini 1976’ya kadar sürdürmüştür. 1976’da TRT’den ayrıldıktan sonra Ak Ajans ve Dünya gazetesinde görev almıştır. 1978’de tekrar TRT’ye geri dönmüş ve İstanbul Radyosu Haber Şubesi Müdürü olmuştur. 1982’de emekli olana kadar da bu görevini sürdürmüştür. Emekli olduktan sonra Milliyet gazetesinde yazı işleri müdürlüğü yapmış ve bu görevini de 1993’e kadar yürütmüştür. 1993’te çalışma hayatına veda etmiş ve zamanının bütününü yazıya, edebiyata ayırmaya başlamıştır. Bir çocuk sahibi olan sanatçı 03.03.2016’da, 83 yaşında vefat etmiştir.
Ahmet Oktay, 1965 yılında Her Yüz Bir Öykü Yazar ile Yeditepe Şiir Ödülü’nü; 1987 yılında Yol Üstündeki Semender ile Behçet Necatigil Şiir Ödülü’nü; 1991 yılında Ağıtlar ve Övgüler ile Türkiye Yazarlar Birliği tarafından verilen Yılın Şairi Ödülü’nü; 2002 yılında Hayalete Övgü ile Akdeniz Altın Portakal Şiir Ödülü’nü; aynı yıl Yalova Belediyesi tarafından düzenlenen 4. Uluslararası Şiir Akşamları’nda Türk şiiri ve edebiyatına katkılarından dolayı Onur Ödülü’nü ve TÜYAP 12. İstanbul Sanat Fuarı’nda Türk plastik sanatına katkılarından dolayı yine Onur Ödülü’nü; 2006 yılında şiirin gelişimini önceleyen şiir çalışmaları sebebiyle Homeros Şiir Ödülü’nü; 2008 yılında PEN Şiir Büyük Ödülü’nü; 2010 yılında çağdaş poetikanın gelişimine katkılarından dolayı 12. Nüzhet Erman Şiir Ödülü’nü; 2012 yılında ise edebiyat çalışmaları dikkate alınarak 6. Mersin Kenti Edebiyat Ödülü’nü almaya hak kazanmıştır.
Şair, deneme yazarı, edebiyat tarihçisi, eleştirmen, gazeteci Ahmet Oktay, kendini öncelikli olarak şair görmüştür. Şiire olan ilgisi ortaokul yıllarında başlamıştır. Bu dönemde yazdığı ilk şiirleri hece ölçüsüyledir. Lise yıllarında edebiyat öğretmeni sayesinde Nazım Hikmet’in şiiriyle tanışmış ve Marksist şairlere yakınlık duymuştur. İlk şiiri 1952’de Aziz Nesin yönetiminde çıkan ve Türkiye Sosyalist Partisi’nin yayın organı niteliğindeki Gerçek dergisinde yayımlanmıştır (Cengiz 2004: 25). Şiir ve yazıları Kaynak, Mavi, Şairler Yaprağı, Dünya, Pazar Postası, Yeditepe, Papirüs, Cumhuriyet, Birikim, Gösteri, Milliyet Sanat, Cogito, Kitap-lık gibi gazete ve dergilerde çıkmıştır.
1952’de çıkmaya başlayan Mavi dergisinde yazmış, Attila İlhan’ın dergide toplumcu gerçekçi yazılar yazmasını sağlayarak derginin toplumcu çizgiye kaymasını sağlamıştır. 1956’da yayın hayatı son bulan Mavi dergisi, İkinci Yeni şiirinin ve 1950 sonrası hikâye ve romanının ortaya çıkışında etkili olmuştur. Sanatçı, anlamın bütünüyle şiirden uzaklaşmasına karşı olmakla birlikte İkinci Yeni’nin imgeyi ve farklı anlatım tekniklerini öne çıkaran tutumunu olumlu karşılamış, kendi şiirlerinde uygulamıştır.
İlk şiirlerinde Nazım Hikmet, “okulum” dediği Enver Gökçe ve Ahmet Arif’in etkisi görülen şair, 1960’ların başında bu etkiden sıyrılmıştır. Esas itibarıyla Marksist-toplumcu gerçekçi damardan vazgeçmeyen şair, varoluşçuluktan etkilenerek bireyi şiirine dahil etmiştir. Sürgün, sosyal adaletsizlik, yoksulluk, intihar, ölüm, yaşam, varoluş, hüzün gibi temaları toplumcu bir anlayışla bireye odaklanarak irdelemiştir. Şiirlerinde toplumcu tavırla hayatın farklı yönlerini kapsamlı bir şekilde gözlemlemiş ve bunu şiirine yansıtırken bireyi, yazınsallığı, imgeselliği ön planda tutmuş, yaşananların birey üzerindeki etkilerini işlemiştir. Ahmet Oktay anlamı dışlamamış ama şiirde anlamın kendini kolayca ortaya koymasınada sıcak bakmamış ve imgesel anlatımı tercih etmiştir. Ahmet Oktay temaları ağır bir dil yerine arı bir Türkçeyle işlemiştir. Şiirinin dili bir taraftan konuşma dilinden diğer taraftan belirli bir kültür düzeyinin anlayabileceği dilden beslenmiştir. Şair, arı bir dil kullansa da kolay anlaşılabilen şairlerden değildir. Biçim açısından kendini tekrar etmek istememiş, şiirlerinde çeşitli biçimleri kullanmıştır. Bu yönleriyle şair, toplumcu anlayışla İkinci Yeni anlayışını birleştirmiştir. Bu özellikler Ahmet Oktay’ı toplumcu duyarlılığı olan modern bir şair kılmaktadır.
Ahmet Oktay, edebiyatın farklı meseleleri hakkında yazılar yazan bir sanatçıdır. Şiiriyle beraber ilerleyen yazı hayatının ilk örneğini 1950’de Güney dergisinde yayımlamıştır. Yazılarında, incelemelerinde edebiyatın çeşitli hususları üzerine tespitler, eleştiriler, çözümler sunmuştur. Eleştiri yazılarında Marksist anlayış ekseninde değerlendirmeler yapmakla birlikte farklı eleştiri yöntemlerinden yararlanmıştır. 1980’lere kadar Marksist estetik ve sanat algısıyla inceleme ve eleştiriler kaleme alan sanatçı 1980’lerden sonra Marksist estetik anlayışını korumakla birlikte Frankfurt Okulu’nun estetik anlayışındanda etkilenmiştir. Kültür endüstrisi ve popüler kültür kavramlarını öne çıkaran yazılarında Marksist estetik anlayışının eksikliklerini ifade etmekten geri kalmamıştır. Eleştiride her zaman ideolojik bir tutumun gerekliliğini savunan sanatçı, ideolojiye körü körüne bağlanmaya, gelişmelerden uzak kalmaya karşıdır.
Denemelerinde popüler kültür, modernizm, postmodernizm, medya, siyaset, ideoloji, küreselleşme konularını Marksist anlayıştan hareketle inceleyer. Tplumsal hayatı, gelişmeleri takip eden yazar, tespitlerini, düşüncelerini denemelerinde sunmuştur. Bununla birlikte sanatçının denemelerini şiirinden ayrı tutmak mümkün değildir. Ahmet Oktay’a göre her ikisi de yazma işidir; aralarındaki fark sadece biçimdir.
Edebiyat tarihi alanında da çalışan Ahmet Oktay, 1923-1950 yıllarını kapsayan Cumhuriyet Dönemi Türk Edebiyatı adlı bir edebiyat tarihi kitabı kaleme almıştır. Sanatçının şiir dışında ortaya koyduğu tek edebî eser örneği Kurt Dişi adlı bir tiyatro oyunudur. Kitap halinde yayımlanmayan bu eser 1971-1973 yıllarında Devlet Tiyatroları’nda sahnelenmiştir.
1950’lerden beri edebiyat hayatının içerisinde olan Ahmet Oktay, başta şiir olmak üzere inceleme, eleştiri, deneme, edebiyat tarihi, hatıra, tiyatro oyunu türlerinde örnekler vermiş bir sanatçıdır. Edebî hayatı boyunca, eser ürettiği her alanda değişime, gelişime açık olmuş, dönemindeki gelişmeleri takip etmiş ve konumunu buna göre belirlemiştir. Hayatının her evresinde Marksist estetik anlayışına bağlı kalmış ama bu anlayışın eksik yönlerini tespit edip eleştirdiği de görülmüştür. 1950’li yıllarda Türk kültür ve edebî hayatında etkili olan varoluşçuluk akımından, 1980’lerde Frankfurt Okulu’nun düşüncelerinden etkilenmiştir. (Kaynak: teis.yesevi.edu.tr)