CHP Lideri Kılıçdaroğlu: İstanbul sözleşmesi geri gelecek

Partisinin TBMM Grup Toplantısı’nda konuşan CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, İstanbul Sözleşmesi’nin feshedilmesine değinerek, “İstanbul Sözleşmesi ne oldu? Ben feshettim diyor. Meclis Başkanı’ndan haber var mı? TBMM’nin iradesini ipotek altına alamazsın deniyor mu? diyemiyor. O zorba gidecek, İstanbul Sözleşmesi geri gelecek, hiç kimse endişe etmesin.” dedi.

Haber Merkezi / Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, partisinin grup toplantısında konuştu.

Konuşmasında, uyuşturucu kullanırken görüntüleri ortaya çıkan ve ticari faaliyetleriyle gündeme oturan Kürşat Ayvatoğlu’yla ilgili açıklama yapan Kılıçdaroğlu, “AK Partinin yarattığı gençler var. Her türlü yolsuzluğu, vurgunu görüyorlar. Benim neyim eksik diyor. Hırsızı büyükelçi yapıyorlarsa beni de yükseltirler diyor. Ortaya çıkan tablo tepeden tırnağa bir vurgun tablosudur.” dedi.

Konuşmasının devamında, AK Parti iktidarına israf ve haksız kazanç üzerinden yüklenen CHP Lideri Kılıçdaroğlu, “Bu kadar açlık, fukaralık varken kimse 50 bin avroluk çantayla gezemez” ifadelerini kullandı.

Kılıçdaroğlu, İstanbul Sözleşmesi’nin feshedilmesine değinerek, “İstanbul Sözleşmesi ne oldu? Ben feshettim diyor. Meclis Başkanı’ndan haber var mı? TBMM’nin iradesini ipotek altına alamazsın deniyor mu? diyemiyor. O zorba gidecek, İstanbul Sözleşmesi geri gelecek, hiç kimse endişe etmesin.” dedi.

CHP Lideri Kılıçdaroğlu’nun Grup Konuşması şöyle;

SMA hastalığını gayet iyi biliyorum. Aileleri ile defalarca görüştüm. Sosyal devletin varlık nedeni, bu tür ailelere her türlü yardımı yapmaktır, her türlü tedaviyi gerçekleştirmektir. Tedavinin pahalı olduğunu da biliyorum. Bu pahalılık içinde ailelerin çocuklarını tedavi ettirmek için ellerinde yeterli imkanların olmadığını da gayet iyi biliyorum. Ama bütün kardeşlerimin şundan emin olmalarını isterim: Her yerde, her koşulda sizin yanınızdayız ve sizin haklarınızı sonuna kadar savunacağız. Çünkü çocuklarınız bu ülkenin evlatları; onların sağlıklı olması, iyi bir eğitim almaları, anneleri ve babaları için gurur vesilesi olmaları hepimizin ortak arzusudur. Tekrar hoş geldiniz diyorum. Sizlere selamlarımı, saygılarımı iletiyorum.

Değerli arkadaşlarım; devletten söz ettik. Sosyal devletten söz ettik. Devlet aslında bir tüzel kişiliktir. Devletin organları vardır ve devlet, organları eliyle yönetilir. Yönetim mekanizmasının başında ise seçimle gelen iktidar vardır ve iktidar devleti yönetir ama istediği gibi değil; her devletin bir anayasası vardır, kuralları vardır, o kurallar çerçevesinde devleti yönetir, kuralların dışına çıkmamaya, hukukun üstünlüğüne özen gösterir. Bu, aynı zamanda devlete saygınlık kazandırır. Dolayısıyla o nedenle sık sık tekrar ederim: Devlet, bilgiyle yönetilir. Devlet, gelenekleri ile yönetilir. Devlet, ilimle, irfanla yönetilir. Devlet, kinle ve öfkeyle yönetilmez. Devlet, ahlakla ve adaletle yönetilir. Hazreti Ali’nin söylediği gibi, devletin dini adalettir. Dolayısıyla biz devletimizi böyle biliyoruz, devletimizi böyle kabul ediyoruz. Türkiye Cumhuriyeti Devleti sıradan bir devlet değildir. Kuruluşu bütün mazlum milletlere örnek olmuştur. Her karış toprağında şehit kanları vardır. Dolayısıyla devletimizi, yani vatanımızı, yani bayrağımızı her şeyin üstünde tutarız; canımızın, malımızın üstünde tutarız. Ama isteriz ki, devleti yönetenler aynı duyguyu yönetirken de hissetsinler. Dolayısıyla devlete böyle bakmamız gerekiyor değerli arkadaşlarım.

“Para halk için kullanılır, cep için kullanılmaz”

Devleti yönetenler aynı zamanda eleştirilere tahammül etmek zorundadırlar. Aslında devleti yönetenlerin ilham alacakları en büyük kaynak, kendilerine yönelik eleştirilerdir. Çünkü eleştirilen bir yönetim, bir iktidar, en azından eksiğinin ne olduğunu, hatasının ne olduğunu eleştirilerden öğrenmiş olacaktır. Eleştirdi diye insanı hapse atmak, insanı tutuklamak çağdaş devletlerde söz konusu değildir ve yine devleti yönetenler, devletin kaynaklarını özel çıkarları için, ailelerinin çıkarları için veya yandaşlarının çıkarları için kullanmazlar. Çünkü devleti yönetenler bilirler ki, ahlaklı olan yöneticiler bilirler ki, o paraların tamamı millete, yani halka aittir. Dolayısıyla para halk için kullanılır, cep için kullanılmaz. Bunun da altını özellikle çizmek isterim.

Devleti yönetenler, harcadıkları her kuruşun hesabını yine bu millete vermek zorundadırlar. Bu zorunluluğu hisseden bir yönetim, Türkiye’ye ya da yönettiği ülkeye büyük katkılar yapan yönetimdir. Her kuruşun hesabını vermek demek, millete saygı duymak demektir. Her kuruşun hesabını vermek demek, demokrasiye inanmak demektir. Her kuruşun hesabını vermek demek, insana saygı duymak demektir. Dolayısıyla devleti yöneten siyasi iktidarın, toplanan her kuruşun hesabını millete vermesi lazım.

“Devleti yönetenler kinle, öfkeyle devleti yönetmezler intikam duygusuyla devlet yönetilmez”

Değerli arkadaşlarım; yine çağdaş devletlerde devleti yöneten siyasal iktidar, israftan olabildiğince kaçınır. İsraf, inancımıza göre de haramdır. Mademki haramdır, mademki israftan kaçınacağız, o zaman devleti yönetenler görkemli, şatafatlı işlerden özenle kaçınırlar. Çünkü devleti yönetenler eğer israf batağında yüzenlerse, bütün dünyada alay konusu olurlar. O nedenle en saygın devletlerde, devleti yöneten, iktidarın başındaki, en tepedeki kişinin -dünyada hiçbir örneği yoktur- 13 uçağa olmaz. 13 uçak demek, milyonlarca kişinin hakkını gasp etmek demektir. O nedenle devleti yönetenler israftan kaçınırlar. Tam tersine devleti yönetenler, kendileri, aileleri ve yakınları ile beraber topluma örnek olurlar. Mütevazı bir yaşamları olur ve toplum onları gördüğü zaman gururlanır. “Evet, bizim seçtiğimiz kişiler bize örnek oluyorlar. İsraftan kaçınıyorlar. Har vurup, harman savurmuyorlar, kaynakları yandaşlara aktarmıyorlar, toplum için kullanıyorlar” denir. Dolayısıyla bizim temel felsefemiz de budur.

Yine söyleyeyim: Devleti yönetenler kinle, öfkeyle devleti yönetmezler intikam duygusuyla devlet yönetilmez. Cumartesi Anneleri var değil mi? Cumartesi Anneleri… Nedir Cumartesi Anneleri veya Diyarbakır’daki anneler; nedir bu annelerin dertleri? Kimisi eşini arıyor, kimisi çocuğunu arıyor. Peki, devletin görevi nedir? Bu annelerin taleplerini karşılamaktır. Cumartesi Anneleri diyorlar ki: “Eşim yok, oğlum yok. Kayıp, mezarını bilmiyorum, bari mezarın yerini gösterin” diyor. Cumartesi Annelerini yani hak arayan anneleri topluyorsunuz, yargılıyorsunuz, toplantı ve gösteri yürüyüş kanununa muhalefet etti diye. Hangi devlet anlayışında bu vardır? Hakkı teslim etmesi gereken devlet, kişinin elinden hakkı alıyor. Hakkını talep eden anneyi zorla, baskıyla mahkemeye çıkarıyorsun, “neden hakkını talep ettin?” diye. Hangi vicdan bunu kabul eder, hangi ahlak bunu kabul eder, hangi insanlık bunu kabul eder? Bunları niye anlatıyorum biliyor musunuz? Geçmişte Ak Parti’ye oy veren bütün kardeşlerime, geçmişte Milliyetçi Hareket Partisi’ne oy veren bütün kardeşlerime anlatıyorum: Böyle bir devlet yönetimi olmaz. Böyle bir devlet yönetimi kaos getirir. Böyle bir devlet yönetimi şiddet getirir. Biz şiddetten ve kaostan uzak, huzurlu bir toplum istiyoruz. Devleti yönetenler, adaletle devleti yönetmek zorundadırlar.

Değerli arkadaşlarım; devleti yönetenler, hukukun üstünlüğüne inanmak zorundadırlar. Yargı bağımsızlığına, medya özgürlüğüne inanmak zorundadırlar. Yargıya müdahale etmemek zorundadırlar. Yargıya müdahale ettiğimiz andan itibaren, devlette çürüme başlar. Devletin en temel organında çürüme başlar. Nedir çürümenin özü? Çürümenin özü, vatandaş mahkemeye, yani hakka hukuka inanmamaya başlar. “Bu mahkeme adalet dağıtmıyor” der. “Bu mahkeme siyasi otoritenin emrindedir” der. “Bu mahkemenin başkanı, falan partilidir” der. O zaman adalet çürüyorsa, devlet de çürümeye başlar. O nedenle yargı bağımsızlığına devleti yönetenlerin dikkat etmesi gerekir. O nedenle defalarca söylüyorum. Ak Partili kardeşlerim defalarca söylüyorum. Bir siyasi partinin genel başkanı mahkemelere hakim tayin edemez, etmemelidir. Aksi halde devlette çürüme başlar. Bunu söylüyorum.

Devleti yönetenler adalete gerekli önem verdikleri zaman, huzurlu bir toplum inşa etmiş olurlar. Ne demek huzurlu bir toplum? Kendi içinde barışık olan, farklılıkları zenginlik olarak gören bir toplumu inşa etmiş olurlar. Kimse kimsenin kimliğiyle, kimse kimsenin inancıyla, kimse kimsenin yaşam tarzıyla ilgilenmez. Her evde huzur, her evde bereket olur. Devleti yöneten iktidarların temel felsefesinin, temel amacının bu olması gerekiyor. Yine devleti yönetenler işsizliğin nasıl bir felaket olduğunu bilmek zorundadırlar. İşsizlik, en büyük kötülüktür. Bütün kötülüklerin anası, işsizliktir. İşsiz insandan bir şey bekleyemezsiniz, bir moral bekleyemezsiniz. İşsiz insan, kendisini toplumdan koparmış insan demektir. İç dünyasında alevlerin yandığı bir kişi demektir. Kendi iç hesaplaşmasını bile doğru dürüst yapamayan insan demektir. Hele hele üniversiteyi bitirir, hele hele aylardır, yıllardır iş arayıp da bulamayan bir kişinin derdini acaba kim bilebilir? Peki, devleti yönetenler ne yapmak zorunda? Eğer işsizlik bütün kötülüklerin anası ise, işsizlere iş bulmak zorundadır. Bunu yapmak zorundadır. Bu olmadığı takdirde ciddi sorunlar çıkar ortaya, toplumsal sorunlar çıkar ortaya.

Bakın daha bugün gazetelerde haber var. “ÇAYKUR mevsimlik işçi alacak”. Belli bir ay çalışacaklar, bir yıl bile değil. 210 kadroya, 23 bin kişi başvurmuş. Peki, Ak Partili kardeşlerime seslenmek isterim. Ak Parti’ye oy veren kardeşlerime de seslenmek isterim: “Bu tablodan memnun musunuz?” Memnun olmadığınızı gayet iyi biliyorum. Sizin içinizden bazılarının çocuklarının çok iyi yerlerde olduğunu da biliyorum. Bir değil, birden fazla maaş aldıklarını da biliyorum ama bu ülkenin evlatları hepimizin evlatlarıdır. Bu ülkenin evlatlarından bir kişi işsizse hepimizin oturup düşünmesi lazım, özellikle bu parlamento çatısı altında görev yapan bütün milletvekillerinin oturup düşünmesi lazım. Neden çocuklarımız işsiz? Hangi gerekçeyle işsiz? Ve yine geçmişte AK Parti’ye oy veren bütün kardeşlerime sormak isterim: 19 yıl devleti yönetecek, 10 milyonun üstünde işsiz yaratacak, 10 milyonun üstünde… 10 milyonu işsiz, 10 milyon hanede huzursuzluk var demektir, 10 milyon hanede sorun var demektir, 10 milyon hanede alev var demektir; alev, alev… Sarayda oturanlar farkında mı? Allah aşkına bir daha soruyorum: Sarayda oturanlar farkında mı? Bu tablonun acaba farkındalar mı? Benim içim yanıyor ama onların içi yanmıyor. Zaten temel sorunumuz da bu değerli arkadaşlarım.

Devleti yönetenler, Türkiye’nin ekonomik ve siyasal bağımsızlığına özen göstermek zorundadırlar. Ne demek bu? Devleti yöneten siyasi kadro, Türkiye’nin siyasi ve ekonomik bağımsızlığını korumak ve devleti ve o devlette yaşayan yurttaşları bir avuç kişiye muhtaç etmemek zorundadırlar. Yabancı kişiye… Niye söylüyorum ben, “83 milyon kişiyi Londra’daki bir avuç tefeciye hizmet eder hale getirdiniz” diye. Neden söylüyorum ben, “Türkiye’nin ekonomik bağımsızlığı ciddi yara alıyor” diye. Londra’daki tefecilere yüz milyarlarca lira faiz ödeyeceğinize, iyi bir politikayla o faizin tamamını Türkiye’de yatırıma dönüştürseydiniz ne olurdu? Yeri geldiğinde söylüyorlar: “Borç alan, emir alır.” Evet, borç alan emir alıyor. Emir aldıkları için bu hale geliyor Türkiye. Düyun-u Umumiye’yi de biliyoruz, Borçlar Genel Müdürlüğü’nü de biliyoruz. Birisi Osmanlı’ya ait, birisi bu iktidara ait. Sözüm sözdür: Allah’ın izniyle iktidar olduğumuzda, ilk yapacağımız işlerden birisi Borçlar Genel Müdürlüğü’nü kapatmaktır. Yeter artık ya, yeter artık!
Devleti yönetenler, dış politikada Türkiye’nin çıkarlarını korumak zorundadırlar. Devleti yönetenler, kendi özel çıkarları için, kendi özel gündemleri için Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni feda edemezler, feda edemezler! Kalkıyorsunuz, Mısır’la kavga ediyorsunuz. Suriye ile kavga ettiniz. Ne oldu? Ne oldu? 40 milyar dolar Suriyeliler için harcadınız, ne oldu? Türkiye’nin ne çıkarı oldu, ne kazandı Türkiye? İdlib’de şehitlerimiz oldu, hesabını bile sormaktan korktular, hesabını bile… Vuran Rusya, apar topar Rusya’ya koştular, Putin’in kapısında dakikalarca beklediler. Bu mudur devletin itibarını korumak? AK Partili kardeşlerime özellikle sesleniyorum: Türkiye Cumhuriyeti’nin Cumhurbaşkanı… 33 şehidimiz var, vuran Rusya ve sen gidiyorsun Rusya’ya, Putin’in kapısında dakikalarca bekliyorsun; sonra Türkiye’ye itibar kazandırdım diyorsun. Neyin itibarı?

“Böyle bir devlet anlayışını, böyle bir devlet yönetimini dünyanın hiçbir ülkesi görmemiştir”

Ağırıma gidiyor, ağırıma gidiyor… Gerçekten ağrıma gidiyor. Bunlar saraylarda oturuyorlar. Sizde hiç vicdan yok mu? Hiç karakter yok mu sizde? İnsanın bir karakteri olur. Hesap sorulacak yerde, hesap vermeye gidiyorsun. Karaktersiz insanlar, bir devleti yönetemezler, hele dış politikada. Ne işin var senin Mısır’la kavga ettin kardeşim? Doğu Akdeniz’deki haklarımızı kazanmak için senin Mısır’la beraber olman lazım. Tarih birliğimiz var, kültür birliğimiz var, inanç birliğimiz var. İhvancı dış politika, senin ne işine arkadaş ya ihvancı dış politika? Ne işine? İslam dünyasının terörist kabul ettiği insanları, getirip İstanbul’da ağırlıyorsun, neden? Neden? Kaybeden kim? Türkiye. Kaybeden kim? Biziz. Saraydakiler oturuyorlar? Emin olun, Allah inandırsın yüzleri bile kızarmaz bunların. Böyle bir devlet anlayışını, böyle bir devlet yönetimini dünyanın hiçbir ülkesi görmemiştir.

Değerli arkadaşlarım; devleti yönetenler işi ehline teslim ederler. İşi ehline verirsin. Bakarsın yapıyor mu, yapmıyor mu? Adamın dünyadan haberi bile yok, o işi hiç bilmiyor ama yandaş… O da malı götürüyor, o da malı götürüyor. “Bunu getirelim. Benim açığım dolayısıyla kimseye bir şey söylemez.” Ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti -açıkça söylüyorum- soyuluyor, soyuluyor. Bu zengin ülke soyuluyor, bir avuç insan tarafından soyuluyor. Değerli arkadaşlarım; işi ehline vermek, aynı zamanda bir işin en sağlıklı ve en tutarlı şekilde yapılması ve bitirilmesi demektir. Siyasi otoriteden talimat alır, onu en mükemmel şekilde yapar, getirir siyasi otoriteye teslim eder. Kanun çıkarmışlar, kanun teklifini milletvekilleri verecek. Artık eskisi gibi bakanlar olmadığı için, Bakanlar Kurulu da olmadığı için, tek kişilik hükümet… Onlar da kanun teklifi veremiyorlar. Dünyanın her tarafında, dünyanın bütün saygın ülkelerinde, kanun teklifleri, kanun tasarıları bürokrasi tarafından hazırlanır, siyasi otoritenin talepleri doğrultusunda. Diğer yasalarla ilişkileri kurulur. Biz ne yapıyoruz? Gene hazırlanıyor bürokrasiden, veriliyor Ak Parti milletvekillerine: “Basın altına imzayı, kanun teklifini verin.” Kendi kendimizi kandırıyoruz. Komisyonlarda görüşülüyor, milletvekiline soruyorlar, nedir bu? O da bilmiyor. Altına basmış imzayı, nereden bilecek? Bilmemesi ayıp değildir. Bakın altını özenle çizeyim: Bilmemesi ayıp değildir, ayıp olan bu rejimin dayatılmasıdır, bu anlayışın dayatılmasıdır. Devleti yönetenler değerli arkadaşlarım, bütün yetkilileri kendi üstlerinde toplamazlar. Bir kişiye devletin bütün yetkilerini verdiğiniz zaman, o devlet için felaket hazır demektir. Bir kişi her şeyi bilir mi? Ameliyathaneye de o kişi girecek, kaynak ustası da o kişi olacak, efendim aynı zamanda mühendislik yapacak, aynı zamanda doktorluk yapacak… Böyle bir anlayış yoktur. Özellikle Ak Partili kardeşlerime seslenmek isterim: Gelişmiş ülke tanımı nedir? Öyle ya, “ülke gelişmiş” diyoruz. Neresi? Kanada. Neresi? Norveç. Neresi? Japonya. Neresi? Güney Kore… Ne demek gelişmiş ülke tanımı? Eskiden kişi başına milli gelir diyorlardı, baktılar bu değil. Eskiden tüketilen gazete ve okutulan, okunan kitap falan deniyordu, bu da değil. Gelişmiş ülke, küçük ayrıntılarda iş bölümüne giden ülkedir, nokta. Bir daha ifade edeyim: Gelişmiş ülke, küçük ayrıntılarda iş bölümüne giden ülkedir. Ne kadar çok toplum alt ayrıntılarda yeni kadrolar oluşturursa, o ülke gelişmiştir. Eskiden “doktordur” derdik değil mi? Şimdi, “hangi doktor” diyoruz? Kadın doğum mu, kulak-burun-boğaz mı, kalp cerrahı mı, çocuk cerrahı mı, sinir mi, bevliye mi? Neyse… Demek ki küçük ayrıntılarda iş bölümüne giden ülke, gelişmiş ülkedir. Bir kişiye bütün yetkilerin verildiği ülke de felaket ülkesidir. Kendi ülkesine, kendi halkına yardım yapmayan ülke demektir. Türkiye’yi felakete sürükleyen ülke demektir.

Değerli arkadaşlarım; devleti yöneten kadroların asgari düzeyde kendi tarihlerini bilmesi lazım. Kendi tarihini bilmeyen insan, sağlıklı bir yönetimi gerçekleştiremez, bürokrasiye sağlıklı bir talimat da veremez. Eğer Türkiye’de, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı, Montrö Sözleşmesi’nin ne anlama geldiğini, Türkiye Cumhuriyeti Devleti için ne kadar önemli olduğunu bilmiyorsa, o koltukta oturamaz, oturmamalıdır.

“Sarayın vekilleriyle, milletin vekilleri ayrıdır. Biz milletin vekiliyiz”

Şimdi, “efendim ben öyle söylemedim.” Bırakın onları, bırakın onları. Bir gece yarısı, bir kararla, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin iradesine ipotek kondu mu, konmadı mı? Kondu. İstanbul Sözleşmesi ne oldu? “Ben iptal, feshettim” diyor. Meclisi Başkanı’ndan bir haber var mı? “Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin iradesini ipotek altına alamazsın” deniyor mu? Diyemiyor, cesaret edemiyor. Neden? Koltuğunu ona borçlu da ondan. Bir kişiye borçlu koltuğunu, bir kişiye hizmet ediyor, devlete değil. Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne değil, bir kişiye hizmet edenler 83 milyona hizmet edemezler. Ak Parti milletvekilleri ve MHP milletvekilleri, parlamentodaki, tamamı ama tamamı Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nde bir kişiye hizmet ediyorlar, 83 milyona değil. Bir kişiden talimat alıyorlar. “Beyler elleri kaldırın”, hep beraber kalkıyor. “Beyler elleri indirin”, hep beraber iniyor. Ne için el kalktı, ne için indi? Haberleri var mı? Haberleri yok. İradesini bir kişiye teslim edenler, milletin vekili olamazlar. Sarayın vekilleriyle, milletin vekilleri ayrıdır. Biz milletin vekiliyiz.

Yine ifade edeyim: O zorba gidecek, İstanbul Sözleşmesi geri gelecek. Hiç kimse endişe etmesin.
Dedik ki: Kendi içinde barışık bir toplum olması lazım. Devleti yöneten kadronun, kendi içinde barışık bir toplum yaratması lazım ve dolayısıyla sosyal devleti güçlendirmesi lazım. “Emeklilere Ramazan ve Kurban Bayramı’nda birer maaş ikramiye” demiştik. Noterden taahhüt etmiştim, noterden “yapacağım” diye. Dönemin bakanı demişti ki: “Buyurun yapın bakalım. Eğer yaparsanız ben de gidip CHP’ye oy vereceğim.” Yaptılar mı, yaptılar. 2018, 2019, 2020, 2021; niye zam yok? Emeklilere niye zam verilmiyor? Enflasyon sıfır mı? Enflasyon sıfırsa, vermeyin zam, tamam biner lira verin. Hesabını yaptık değerli arkadaşlarım; 2018’den bugüne kadar eğer zam uygulansaydı, enflasyon uygulansaydı, emeklinin alacağı aylık ikramiye normalde 1658 lira olacaktı. Hadi bunu yapmıyorsun diyelim, hadi “imkanım yok diyorsun” diyelim, hadi “bütçede para yok” diyorsun. O zaman 1500 lira yap. “Ramazan ve Kurban Bayramı’nda emeklilere 1500 lira emekli ikramiyesi veriyorum” diyeceksin. “Bu toplumun huzuru için, barışı için veriyorum” diyeceksin. Verir mi? Vermesini isterim. Vermezse biz vereceğiz arkadaşlar, biz vereceğiz, biz vereceğiz.

Çiftçilerin durumu da sıkıntılı, bakın rakamları çıkardık. Kamu ve özel bankalara çiftçilerin borcu 134 milyar lira. Kamu ve özelden kredi almışlar 134 milyar lira. Tarım Kredi Kooperatiflerinden aldıkları kredi de, borç da 8 milyar 260 milyon lira. Yani toplam 142 milyar lira çiftçinin borcu var bankalara ve Tarım Kredi’ye, 142 milyar lira… Ayrıca hani mazot, ilaç, gübre, bayilere borç, su, elektrik borçları hariç bankalardan aldıkları krediler bunlar. Kanun geldi buraya, “çiftçilerle ilgili yeniden yapılandırma yapalım” dedik. Teklifler yapıldı, parlamentoda söylendi. “Hayır, yapmayacağız” dediler ve yapmadılar. Ama Bankalar Birliği şöyle bir açıklama yaptı: “173 firmanın, 35 milyar liralık borcu yeniden yapılandırıldı.” Yüzbinlerce çiftçinin borcu yapılandırılmıyor, 173 firmanın borcu yeniden yapılandırıldı. Niçin? Bunlar iktidara yakın, seçim zamanında para veriyorlar, yardım yapıyorlar, adamları destekliyorlar. Hatta biliyorsunuz Katarlı bir firma sözleşmeye bile uymadı. “Ben ödeyemiyorum borcumu” dedi. Firma, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne rest çekti, resti saray gördü. “Tamam” dedi, “sesimi çıkarmıyorum” ve indirdi. 90 milyon dolar bir seferde indirdi. Çiftçiye gelince yeniden yapılandırma yok. Çiftçilere sözüm var, bütün çiftçilere sözüm var. Pandemi döneminde Tarım Kredi’den veya bankalardan aldığınız kredilerin faizlerini sıfırlayacağız ve anaparayı da makul takside bağlayacağız. Sözümdür bu.

Efendim, “devleti yönetenlerin adaletli olması lazım” dedik ve devleti yönetenlerin devletin kurumlarına saygı göstermesi gerekir. O kurumların içinde bulunduğu sorunları da çözmesi gerekir. Muhtarlıktan söz ediyorum ve muhtarlardan söz ediyorum. Değerli arkadaşlarım; Sayın Bahçeli, 13. Olağan Büyük Kurultayı’nda açıklama yapıyor: “Kılıçdaroğlu; her muhtarlığa bir özel kalem müdürü atanırsa, işsizliğin sona ereceğini cahilce müjdelemiş.” Birazdan geleceğim… Erdoğan’da -fırsat yakalamışlar ya; Kılıçdaroğlu bir şey söyledi, nasıl eleştiririz diye- yine kendi kongrelerinde, büyük kongrelerinde: “Bay Kemal kalkmış muhtarlara özel kalem müdürleri atayacağız diyor. Eğer gelirsen atarsın.” Geleceğim ve atayacağım, geleceğim ve atayacağım.

“Haklı mıyım? Haklıyım sonuna kadar”

Az önce söyledim, az önce söyledim. Devleti yönetenlerin en azından kendi ülkelerinin tarihini bilmesi lazım. Kizir ne demektir bilirler mi acaba? Kiziroğlu Mustafa’yı da bilirler mi acaba? Kiziroğlu’nun ne olduğunu biliyorlar mı acaba? Muhtar yardımcısı demek. Ben muhtara yardımcı personel vereceğim. Niye itiraz ediyorsun? Hangi gerekçeyle itiraz ediyorsun? Muhtarı küçümsüyor, muhtarı aşağılıyor. Kardeşim belediye başkanını seçen halk, muhtarı da seçiyor mu? Evet. Milletvekilini seçiyor mu? Evet. Cumhurbaşkanını seçiyor mu? Evet. Peki, neden muhtara bir yardımcı personel vermiyorsun? Muhtar bir yere gittiğinde kapatıyor muhtarlığı. Yardımcı personel olsa kapatmayacak. Haklı mıyım? Haklıyım sonuna kadar. Kesinlikle bütün muhtar kardeşlerime sesleniyorum: Sizin hakkınızı sonuna kadar savunacağım. Onlar duymadı, bir daha söyleyeyim: Hem yardımcı personel vereceğim, hem size, her birinize özel bütçe vereceğim.

Tarihi bilmeyenler, benimle yarışmaya kalkıyorlar. Sen tarihi bil, tarihi. Tarih cahilleri bana ders vermeye kalkıyorlar. Sen ne Milli Kurtuluş tarihini bilirsin, Ne Osmanlı tarihini Bilirsin. “Beş tane Osmanlı tarihini yazan insanı say” desem, sayamazlar. Devleti yönetmek farklı bir şeydir. Devlet bilgiyle, birikimle yönetilir. Kendi ülkenin tarihini bilmeyeceksin, kalkıp bana laf edeceksin. Değerli arkadaşlarım, her kesimin sorunu var, her kesimin. Devleti yöneten insanlar -az önce söyledim- topluma örnek olmak zorundadırlar. Söylemleri ve eylemleri, yani tavırları, yani hareketleri arasında tutarlılık olması lazım, tutarlılık. Efendim pandemi var, sosyal mesafeyi koruyalım, sokağa mümkünse az çıkalım. Güzel, kim söylüyor? En tepedeki adam koro halinde söylüyorlar. Peki Türkiye niye kıpkırmızı oldu? Lebâleb doldurdunuz salonları, bir de onunla övündün, bir de doktorluğa soyundun: “Efendim, kar yağdı, mikroplar öldü.” Akla bakın Allah aşkına, akla bakın ya ve bunlar devleti yönetiyorlar.

İşin garip tarafı, bunlar devleti yönetiyorlar. Şimdi yeniden kapanma başladı. Fatura kime? Esnafa çıkacak fatura, kime çıkacak fatura? Sarayda oturanlara fatura mı çıkar? Bir elleri yağda, bir elleri balda zaten. Esnaf kardeşim, sana sesleniyorum: Beni biliyorsun, ailemi de biliyorsun, çoluk çocuğumu da biliyorsun. Nasıl yaşadığımı da biliyorsun. Saraydakileri de biliyorsun. Ben bütün bu tabloyu senin vicdanına havale ediyorum. Her kuruşun hesabını vereceğim, sana destek olacağım. Sen Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin orta direğisin. Orta direği güçlendireceğiz.
Halı saha işletmecileri perişan vaziyetteler, perişan vaziyettedir. Son 12 ayda sadece 3 ay çalışmışlar. 500 bin kişilik bir aile bunlar. Dertleriyle ilgilenen var mı? Sorunlarıyla ilgilenen var mı? “Ya arkadaş hangi derdiniz var?” diye soran var mı? İcrayla karşı karşıyalar. Yerler söküldü, ellerinden alındı ama saraydakilerin hiç haberi yok. Değerli arkadaşlarım; ne dedik? Devleti yönetenlerin topluma örnek olması lazım; davranışıyla, hareketleriyle, karakterleriyle, ahlaklarıyla topluma örnek olmaları lazım. Ailesi ile topluma örnek olması lazım. 50 bin avroluk çantayla gezemezsiniz. Bu kadar açlık, yoksulluk, fakirlik, fukaralık varken, 50 bin avroluk çantayla kimse gezemez arkadaş. Gezmemelidir, ahlaklı olan gezemez, gezemez.

“Bu mudur devleti yönetmek? Bu mudur ahlak, bu mudur adalet?”

Asgari ücretli, 2 bin 825 lira net varılıyor. 2 bin 825 lira… Brütü 3 bin 577 lira. Her ay devlete 752 lira gelir vergisi ödüyor. Zam yapın dedik, 2 bin 825 lira yaptılar. Biz bütün belediyelerimizde 3 bin 100 lira yaptık. Bizim yaptığımızı, devleti yöneten kadro yapamadı. Bizim verdiğimiz parayı, onlar veremediler. Bizim belediyelerimiz ödüyor, Gaziantep Büyükşehir ödeyemiyor ama Karkamış Belediyemiz ödüyor. En küçük belediyemizden, en büyük belediyemize kadar işin hakkını vermeye çalışıyoruz. Diyeceksiniz ki, bunu niye anlattınız? Şunun için: Bir Borsa İstanbul var malum. Onun da bir yönetim kurulu var. Onlar da maaşlarına zam yapmışlar ama asgari ücret gibi değil. Yüzde 33. Niçin? Enflasyon yüzde 33 de onun için. Yüzde 33 oranında hadi zam yaptılar, net kaç lira alıyorlar 24 bin lira alıyorlar, net 24 bin lira. Her ay tıkır tıkır 24 bin lira para alacaklar. Asgari ücretli 2 bin 825 lira. Ama bir şey var. Asgari ücretli 752 lira vergi öderken, Borsa İstanbul’un yönetim kurulu üyeleri 5 kuruş vergi ödemiyorlar. “Vergiyi Borsa İstanbul ödeyecek” diyorlar. Bu mudur devleti yönetmek? Bu mudur ahlak, bu mudur adalet?

Daha garip bir şey: Birden fazla işverenden ücret alırsa -olur ya, bir yerden, iki yerden, üç yerden, ücret almaları dolayısıyla gelir vergisi beyannameleri vermesi gereken durumlarda -çünkü birden fazla aldığı zaman gelir vergisi beyannamesi verecek- ortaya çıkacak ilave vergiyi de Borsa İstanbul ödeyecek. Kaymaklı kadayıf… Şimdi ben bütün asgari ücretlilere sesleniyorum: Sana 2 bin 825 lira veriyorlar ama kendi yandaşlarına net 24 bin lira. Ayrıca vergilerin tamamını da onlar değil başkaları ödüyor. Borsa İstanbul ödüyor, neden? Sağlıklı ve tutarlı bir devlet yönetimiyle bunun bir ilgisi var mı? Ahlakta ilgisi var mı? Adaletle ilgisi var mı? Vicdan sahibi olan herkese soruyorum, vicdan sahibi: Ne oluyor bu? Yağma Hasan’ın böreği mi orası? Bu kadar büyük uçurum neden yaratılıyor? Bir avuç kişiye neden dünyanın parası, milyonlarca kişiye neden 2 bin 825 lira? Bunu soracağız değerli arkadaşlar, sormak zorundayız. Sarayın beslemelerinden soracağız… Net şunu söylüyorum: Hesabını soracağız. Her birisinin burnundan fitil fitil getireceğiz, fitil fitil getireceğiz.

Kin ve öfkeyle devlet yönetilmez dedik. Kin ve öfkeyle devlet yönetilirse, kin ve öfke sokağa taşar. Antalya’da çöplerden kağıt toplayıp satmaya çalışan bir Suriyeli 3 kişi tarafından önce darp ediliyor. Motosikleti eziliyor, sonra yakılıyor. Sonra bu kişiyi darp edenler gözaltına alınıyor ve hepsi serbest bırakılıyor. Değerli arkadaşlarım; Ak Parti’nin Suriye politikasını en sert şekilde eleştiren benim ama asla ırkçılık yapmam, asla. Çöpte kağıt toplayan Suriyeli, kendisinin ve ailesinin geçimini sağlamak için yapıyor onu. Suriye politikasını eleştirmek ayrı, ırkçılığa kapı aralamak ayrı. Biz ona karşıyız. Herkesin kimliğine ve inancına saygılıyız.

Darp eden 3 kardeşime de seslenmek istiyorum. Kabahat o Suriyelide değil. O Suriyeliyi Türkiye’ye gelmeye mecbur edende kardeşim; sarayda oturuyor o adam. Onun adı Erdoğan; sen bilmiyor musun hâlâ? Göçmen politikası ayrı, ırkçılık ayrı; ırkçılığa karşıyız. Her insana, coğrafyanın neresinde yaşarsa yaşasın her insana saygı duyacağız.
Devlet bilgiyle yönetiliyor dedik, ehliyetle yönetilir dedik, akılla yönetilir dedik; tecrübeyle yönetilir devlet dedik. Neredeyse her hafta bir Merkez Bankası başkanı değişiyor. Ne oluyor? Ne oluyor Allah aşkına? Şimdi bir vurgunun hikayesini anlatacağım. Bir haftalık… 20 Mart’la, 27 Mart arası; 20 Mart-27 Mart ve bütün rakamlar devletin rakamları; hazineden, borsadan alınan rakamlar. Örnek vereyim size. Önce şunu söyleyeyim: Neden sık sık Merkez Bankası Başkanı değişti ve en son Merkez Bankası Başkanı neden değişti? Cumhurbaşkanı’nın başdanışmanı Cemil Ertem şu açıklamayı yapıyor: “Belki ekonomi dışı bir beyin jimnastiği olabilir.” “Belki ekonomi dışı bir beyin jimnastiği olabilir. O gerekçeyle Merkez Bankası Başkanı alınmıştır.” Ne demek beyin jimnastiği ya? Devlet bilgiyle yönetilir dedik. Devlet ahlakla yönetilir, erdemle yönetir dedik. Bakın değerli arkadaşlar; merkezi yönetimin dış borcu: 20 Mart’ta dolar kuru 7,28’di o ara, 765 milyar 800 milyon lira merkezi yönetimin dış borcu var, Türk Lirası olarak. 27 Mart’ta, o süre içinde, 7 günlük süre içinde 765 milyar, 841 milyar 600 milyon liraya çıktı. Dolar kurunu 8 liradan aldık, bugün 8 lirayı da aşmış. Şimdi bu 800 değil, belki de bugünün kuruyla çarparsak 900 milyarı falan bulacak. Merkezi yönetimin dış borcu, sadece 7 günde 75 milyar 800 milyon lira arttı. 7 günde bu milletin sırtına yüklenen yük, 75 milyar 800 milyon lira artı. Kim ödeyecek? Saraydakiler mi ödeyecek? Hayır efendim, onlar ha bire ceplerini dolduruyorlar. İşte o çöpten kağıt toplayanlar, işte o asgari ücretler, işte çiftçiler, işte esnaf, işte sanayici, KOBİ’ci, manav, bakkal, kasap… Bunlar ödeyecek bu parayı.

“Ortaya çıkan tablo, bir vurgun tablosudur. Tepeden tırnağa bir vurgun tablosudur”

Bu merkezi hükümet… Reel sektörün dış borcu bir haftada yaklaşık 126 milyar Türk Lirası arttı. Bir haftada reel sektörün dış borcu 126 milyar lira arttı, 126 milyarlık ek yük geldi. Borsa İstanbul’un değeri ise 30 milyar dolar düştü arkadaşlar. İşlem gören 100 büyük şirketin değeri 30 milyar dolar düştü. Bir haftada Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne tam bir felaket yaşattılar, tam bir felaket. Manava soruyorum, kasaba da soruyorum, çöpten kağıt toplayan adama da soruyorum, sanayiciye de soruyorum, üreten herkese soruyorum, muhtar kardeşime de soruyorum: Böyle bir felaketin faturası sana çıkacak. Ak Partili ve MHP’li kardeşlerime de soruyorum. Az önce dedim ki, devleti yöneten kadronun Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni ekonomik olarak dışa bağımlı hale getirmemesi lazım. Bir haftada milyarlarca liralık yükü bu milletin sırtına yıktılar. Hesabını ben soracağım. Az önce söyledim, burunlarından fitil fitil getireceğim. Burunlarından fitil fitil getireceğim. Bu millet sahipsiz değildir. Bu millet sahipsiz değildir.
Değerli arkadaşlarım; bir tarafta bunlar yaşanırken, bir tarafta da zevki sefa içinde olan AK Partili gençler var. Dünyadan habersiz bu gençler. Yukarıya bakıyorlar. Herkesin keyfi yerinde, bohem hayatı yaşıyorlar. Altlarında lüks arabalar, her türlü imkan, vurgun deseniz, yolsuzluk deseniz gırla gidiyor. “Ben de yapayım” diyor. “Ne kadar çok çalarsan, itibarın o kadar artıyor. Eee.. siz hırsızdan büyükelçi yaptığınıza göre, o zaman ben de malı götürürsem, ben de yükselirim” diyor. Malı götürüyor ve yükseliyor. Burada hani kokain, şeker falan; bunlardan söz etmek istemiyorum. Allah şifalar versin, inşallah sağlığına kavuşur. Ama ortaya çıkan tablo, bizim değerlerimizle barışık bir tablo değildir. Ortaya çıkan tablo, bir vurgun tablosudur. Tepeden tırnağa bir vurgun tablosudur. Daha önce de AK Parti Gençlik Kolları Başkanı vardı Şanlıurfa’dan jakuzi eğlenirken ne diyordu: “Lan fakirler; oğlum beni rahatsız etmeyin tamam mı? Biraz keyif ediyorum” diye. Düşünceye bakın arkadaşlar. Vatan sevgisi var mı burada. İnsan sevgisi var mı burada? Kul hakkını korumak var mı burada? “Lan fakirler; beni rahatsız etmeyin, keyif çatıyorum burada” diyor. Kimin isteği üzerine? Sarayın isteği üzerine yapıyor. Kimi örnek alıyor? Sarayı örnek alıyor. Efendim AK Parti’de büro görevlisi olarak çalışıyormuş. Kastamonu’dan geliyor. Bütün Kastamonulular tabloyu çok iyi biliyorlar. Bütün Kastamonuluların benim başımın üstünde yeri var. Milli Kurtuluş Savaşı’nda Kastamonu ne yaptığını çok iyi biliyorum. Orada verilen mücadeleyi de biliyorum. Kuvayı Milliye silahlarının nasıl geldiğini, nasıl yönlendirildiğini de gayet iyi biliyorum. Dolayısıyla Kastamonu’yu tümüyle bunun dışında tutuyoruz. Bir kişi kalkıp lüks arabalar, debdebe şaşaa içinde yaşıyor ve bir büro personeli; kimse görmüyor mu bunu ya bu yaşam nereden geliyor böyle? Görmüyor, çünkü herkes aynı durumda, herkes aynı pozisyonda. Değerlerden söz ediyorlar. Hangi değerler? Bizim tarihimizde böyle bir değer var mı arkadaşlar? “Balık baştan kokar” demişler. Baştan da kokuyor zaten. Rüşvetçiyi büyükelçi yaptığınız andan itibaren, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin itibarını sıfırlıyorsunuz, sıfırlıyorsunuz. Bu da ortaya çıkmasaydı, bu da öyle gidecekti. Ne olacak; bunu da bir ara büyükelçi tayin ederlerdi. Yetkileri var, bir gecede parlamentonun iradesinin sıfırlıyorsun. E ne olacak? Onu da büyükelçi, üstelik Washington’a büyükelçi de atasınlar.

Değerli arkadaşlarım; ülke açlıktan kırılıyor, açlıktan, yoksulluktan kırılıyor. Binlerce çocuk yatağa aç giriyor. Bu lüks nedir? Bu şatafat nedir? Bütün gençlere sesleniyorum: Sizler hem Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin bugünü, hem de yarınısınız. Bütün gençlerle gurur ve onur duyuyoruz; ahlaklı gençlerle, ülkesini seven gençlerle… Öyle bir tablo inşa ettiler ki, gençler geleceklerini Türkiye’de değil neredeyse yurt dışında arayacaklar. Bunun hesabını soracağız değerli arkadaşlar, sormak zorundayız. Sormak zorundayız. Bu çocuğu bu hale kim getirdi, kimler getirdi, kimler görmedi? Hesabını sormak zorundayız. Dolayısıyla bütün gençlere şunu söylemek isterim: Sizden çalınan her şeyi size iade edeceğim. Sizden çalınan her şeyi, onlardan alıp, size iade edeceğim. Telafi edeceğim, bu rezaleti telafi edeceğim. Hakkınızı teslim edeceğim size.

Değerli arkadaşlarım; ülke bu durumda, ülke perişan ama kendisine milliyetçiyim diyen bir partinin genel başkanı, onun da tek gündem konusu benim. Allah aşkına ben bütün ülkücülere seslenmek isterim. Esnafa, çiftçiye, emekli, herkese seslenmek isterim. Ya Allah rızası için, bir gün ama bir gün ya Sayın Bahçeli’nin: “Ya bu esnafın derdi nedir?” diye sorduğunu duydunuz mu? Bir daha söylüyorum: Ya bir gün “bu esnafın derdi nedir?” diye sorduğunu duydunuz mu? Duymadınız, duyamazsınız. Onun derdi biziz. Peki, hadi esnafı unuttu diyelim. Bir güne bir gün Sayın Bahçeli’nin, “ya bu çiftçilerin derdi nedir?” diye bir soru sorduğunu duydunuz mu? Duyamazsınız. Onun için esnaf, çiftçi, hepsi hikaye. Onun tek bir arzusu var. Muhterem beyefendi orada nasıl kalacak? Ben de altına halı olayım. Olmaz. Ve yine Sayın Bahçeli’nin bir güne bir gün, “ben o Tank-Palet Fabrikasını alacağım, şanlı ordumuza geri iade edeceğim” dediğini duydunuz mu?

Ve yine Sayın Bahçeli’nin: “Ben milliyetçi olarak, ülkücü olarak Süleyman Şah Türbesi’nden bayrağın indirilmesine asla içime sindiremiyorum. Türbenin kaçırılmasını içime sindiremiyorum. O bayrağı alacağım, vatan toprağına tekrar dikeceğim” dediğini duydunuz mu? Duyamazsınız. Bunları kimden duyuyorsunuz? Bu kardeşinizden duyuyorsunuz, bu kardeşinizden. Kim gerçek milliyetçi? Biziz. Gerçek milliyetçi, gerçek vatansever, gerçek ülke seven, insanını seven biziz.

Değerli arkadaşlarım; iyi ki Cumhuriyet Halk Partisi var. Bir daha söyleyeyim: İyi ki bu ülkede Cumhuriyet Halk Partisi var. Bakın pandemi döneminde, 11 Mart 2020’den, 29 Mart 2021’e kadar 9 milyon 600 bin vatandaşa ayni yardım yapıldı. 9 milyon 600 bin vatandaşa belediyelerimiz ayni yardım yaptılar. 1 milyon 700 bin vatandaşımıza da nakdi para yardımı yaptılar. Sokağa çıkma yasakları sürerken, 42 milyon 500 bin öğün ihtiyaç sahiplerine yemek götürdüler. 42 milyon 500 bin öğün, evden çıkamayan insanlar aç kalmasınlar diye, imkanları yok diye onlara öğün yemek götürdüler. 42 milyon 500 bin… 78 milyondan fazla maske ve dezenfektan dağıttılar, üstelik bedava. Parayla değil, 78 milyondan fazla… Pandemi süreci boyunca 1 milyon 200 bin kişinin borcu olduğu halde suyu kesilmedi. Değerli arkadaşlarım; ayrıca 483 bin 189 fatura, askıda fatura uygulamasıyla ödendi. Toplamı 48 milyon Türk Lirası. Bu ülkeye yaptığımız hizmeti Mısır’daki sağır sultan biliyor, saraydakiler bilmiyor. Aynı şekilde bütün belediye başkanlarımız, bütün engellemelere rağmen görevlerini yapıyorlar. “Yardım yapmayacaksın” diyorlar. Yardım yapıyorlar. “Para vermeyeceksin,” veriyorlar. Efendim yapılan bağışları bankalardan el koydular, koysunlar. Fakirlere yemek yapan yere bile müdahale ettiler Eskişehir’de. Ama yaptık kararlılıkla, hiçbir belediye başkanımız şikayet etmedi. Çünkü söyledim: Şikayet yasak, göreve devam. Bütün engelleri aşacaksınız ve aştılar.

“Milletin cebini düşündük, millet için çalıştık”

AK Parti ve MHP’den devraldığımız Ankara, Adana, Antalya, İstanbul, Mersin. Bu 5 Büyükşehir Belediye Başkanımız 2018 yılında, AK Parti döneminde ve MHP döneminde 492 milyon 724 bin lira tutarında sosyal yardım yapmışlardı. Yaklaşık diyelim 500 milyon yaptıkları sosyal yardım. Biz belediyeleri devraldıktan sonra, 2020 yılında, 500 milyon değil, 959 milyon 527 bin liralık sosyal yardım yaptık. Tam iki katı. Ne diyorlardı? CHP gelirse sosyal yardımlar kesilir. Hiç kimse cebi için kavga vermedi, cebini düşünmedi. Milletin cebini düşündük, millet için çalıştık. Kısa çalışma ödeneği bitecek. Bunun sürmesi lazım. Esnaf ve çiftçinin borçlarının yeniden yapılandırılması, pandemi döneminde alınan faizlerin silinmesi lazım.

Bakın değerli arkadaşlar; AK Parti kongrelerini yaptı, Türkiye’yi bu hale getirdi. Pandemi sürecinde sokağa çıkma yasağının yeniden gelmesinin tek sorumlusu var, o da sarayda oturan zattır. Dışarıdakine ceza kesiyor. Bakın son 3 ayda 254 bin 317 kişiye para cezası kestiler. Neden? Kurallara uymadın diye. E sen hiç uymadın, hiç uymadın. Sen de uymadın. Milleti döktün sokağa, onlar da uymadılar. İnsanlar Covid-19 Türkiye haritasını kırmızıya çekti. Ceza yazıyorsun. Söyledim, bu cezaların tamamını faizleriyle beraber iade edeceğiz. Ceza yazılacaksa, bunlara yazılacak; vatandaşın ne günahı var?

Biraz da gülelim değerli arkadaşlar: Su Şura’sını açtılar, “Suyu korumak, vatanı korumak zor” diyor Sayın Erdoğan, doğrudur; su kutsaldır, kutsalımızdır. Suyu korumak, vatanı korumaktır. Şimdi Ergene ile ilgili Meclis’te bir araştırma önergesi verilmişti. Ergene Nehri, kaynakla suyun denize döküldüğü yer; bir tarafta pırıl pırıl çok güzel bir su var, öbür tarafta simsiyah bir su var ve canlı bile yaşamıyor içinde. Gereği yapıldı, yapılmadı; o tartışmayı bir tarafa bırakıyorum. 3 Kasım 2020’de Erdoğan bir açıklama yapıyor. Gene tabii dayanamamış. Artık Ergene nehrinden atık su akmadığını, Ergene Nehri’nden atık su akmadığını, tamamen arıtılmış ve içme suyu kalitesinde su olduğunu aktarıyor ve devam ediyor: “Bu durarak yapılmadı. Bu Bay Kemal’in mantığıyla olmaz. Bu emek ister, emek; bu çalışma ister, çalışma.” İşte netice ortada. O zaman bir çağrım var: Ergene Nehri’nin saraya bağla suyunu. O suyu iç bakalım, içebiliyor musun?

 

 

Paylaşın

Kılıçdaroğlu: Devlet kinle, intikam duygusuyla, cehalet içinde yönetilmez

Partisinin TBMM’deki grup toplantısında açıklamalarda bulunan CHP Lideri Kılıçdaroğlu, “Öyle bir noktaya geldik ki akşam yatarken yarın sabaha ne olacağını bilmiyoruz. Sabah kalktığımızda hangi kabusa uyanacağımızı da bilmiyoruz. Çünkü devlet yönetilmiyor. Devlet kinle, intikam duygusuyla, cehalet içinde yönetilmez. Birilerinin egemen güçlerinin talimatıyla Türkiye Cumhuriyeti devleti yönetilemez. Geldiğimiz nokta budur. ” dedi.

Haber Merkezi / Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, partisinin grup toplantısında açıklamalarda bulundu. Türkiye’nin çok sorunlarının olduğunu, herkesin Türkiye’nin bir buhran içinde olduğunu gördüğünü ve bildiğini belirten Kılıçdaroğlu, devletin iyi yönetilmediğini artık Mısır’daki sağır sultanın da duyduğunu söyledi.

Konuşmasında, “Yandaşlarına milyar dolarları kazandırdığını da biliyoruz. İşi olanı işinden ettiğini de biliyoruz. Ama 42 milyon kadına ihanet edeni de artık şimdi biliyoruz ve öğreniyoruz” diyen Kılıçdaroğlu’nun grup konuşmasındaki açıklamaları şöyle;

Değerli arkadaşlarım; Türkiye’nin birçok sorunu var. Artık Türkiye’de yaşayan ve aklı baliğ olan herkes Türkiye’nin bir buhran içinde olduğunu biliyor, görüyor ve yaşıyor; hayatı öyle zaten. Devletin iyi yönetilmediğini artık Mısır’daki sağır sultan da duydu, o da görüyor. Ciddi bir karamsarlık hakim, ama buradan 83 milyon vatandaşımıza açık ve net çağrıda bulunuyorum, hiçbirimizin umutsuzluğa kapılma hakkı yoktur. Beraber, birlikte, 83 milyon olarak Türkiye’yi aydınlığa çıkarmak hepimizin namus borcudur. Bunu yapacağız, birlikte yapacağız, dostlarımızla beraber yapacağız. İşçiyle yapacağız, sanayiciyle yapacağız, köylüyle yapacağız, emekliyle yapacağız, emeklilikte yaşa takılanlarla yapacağız; bütün dostlarımızla, apartman görevlileriyle yapacağız, herkesle bir araya geleceğiz. Toplumun her kesimine ulaşmak, her kesimine moral vermek bizim görevimizdir. Bunu yapacağız, kararlıyız. Ne yaparlarsa yapsınlar, inandığımız yoldan hiçbir güç bizi geri döndüremeyecektir. Dolayısıyla bu mücadele, bir hak mücadelesidir, bunu böyle bilelim.

18 Mart’ta Tekirdağ’a gittim. Oradan Çanakkale’ye geçtik, esnafımızla buluştuk, çiftçilerimizle buluştuk. Şehit yakınlarıyla, gazilerimize bir akşam yemeği yedik. Çanakkale Şehitler Abidesine çelengimizi, mezar başlarına da birer karanfil bıraktık. Aynı zamanda büyük bir şair, düşünür Namık Kemal’in de mezarını ziyaret ederek oraya da bir deste karanfillimizi bıraktık. Hem geçmişten, hem bugünden hepimizin alacağı ciddi dersler vardır. Her karış toprağında şehitlerimizin olduğu bir bölgede, “Çanakkale geçilmez” destanı yazıldı. Milletin iradesi, Çanakkale geçilmez demekti. Bir kişinin iradesi o düşmanların Çanakkale’yi geçmesine yol açtı, bir kişinin iradesi… Milletin iradesi geçilmez kıldı, padişahın iradesi “geçebilirsiniz” dedi. Neden tek adam rejimine karşıyız? Neden tek adamın her söylediği geçerli olsun diyen bir düşünceye karşıyız? Milliyeti bir kişiye, Türkiye Cumhuriyeti Devletini bir kişiye emanet edemeyiz. 83 milyon, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin sahibidir. Böyle düşünüyoruz.

19 Mart’ta da Balkan Ülkeleri Yerel Yönetimler İşbirliği Çalıştayı’nı yaptık. Arnavutluk, Bosna-Hersek, Bulgaristan, Gagavuz Yeri, Karadağ, Kosova, Kuzey Makedonya, Romanya, Sırbistan ve Yunanistan’dan gelen belediye başkanlarımızla -bir kısmı çevrimiçi katılım yaptılar- güzel bir toplantı gerçekleştirdik. Bizim belediye başkanlarımız ile bu saydığım yerlerdeki belediye başkanları arasında dostluk ilişkilerimizi pekiştireceğiz ve büyüteceğiz.

Ben, Tekirdağ ve Çanakkale’deyken, bir grup arkadaşımız Artvin, Kars ve Ardahan’daydı. Bir başka milletvekili grubu arkadaşımız da Van, Hakkari, Şırnak, Mardin ve Batman’daydı. Dolayısıyla Türkiye’nin her coğrafyasına gidiyoruz, vatandaşla konuşuyoruz, onlara umut veriyoruz, “umutsuzluğa kapılmayın” diyoruz. Sorun çözülür, Türkiye’nin çözülemeyecek hiçbir sorunu yoktur, bütün sorunları aşacağız, önce Allah’a güveneceksiniz diyoruz, sonra kendinize güveneceksiniz, sonra bize güven vereceksiniz, bize güveneceksiniz. Türkiye’yi aydınlığa beraber çıkaracağız, birlikte yapacağız.

Bir grup milletvekili arkadaşımız da Şanlıurfa’ya da gitti. Şanlıurfa, büyükşehir aynı zamanda. Bir süredir çiftçiye elektrik ve su verilmiyordu. CHP milletvekilleri gidince, elektrik ve su vermeye başladılar, bu güzel bir şey, umarım bir daha kesmezler. Sulama birliklerinin fiyatları çok yüksek. Çiftçi bundan büyük şikayet ediyor. Çiftçilere yapılan destekleme ödemelerine, sulama birlikleri ve elektrik şirketleri el koyuyor. Sözde devlet teşvik veriyor ama onlar gelip bu teşviki alıyorlar. Çiftçilerin tamamı şikayetçi. “Gübre alıyoruz dolarla, fide alıyoruz dolarla, tohum alıyoruz dolarla, ilaç alıyoruz dolarla; sürekli zam…” Niye? “Efendim dolar yükseldi, biz de fiyatı yükseltmek zorundayız.” Ama çiftçi diyor ki; “Benim sattığım Türk lirasıyla, onda da alıcı bulamıyorum, zarar ediyorum.”

Şanlıurfalı çiftçi de beni dinlesin, Şanlıurfalı kardeşlerim de beni dinlesin: Uzun yıllardır bir partiye koşulsuz oy verdiniz, AK Parti’ye oy verdiniz. Nasıl şimdi Şanlıurfa? Sahipsiz değil mi? Şanlıurfa sahipsizse, Türkiye sahipsiz demektir. Şanlıurfa’da sorun varsa, Türkiye’de sorun var demektir. Harran oradadır, Harran hepimizin iftiharıdır. Dolayısıyla ne Şanlıurfa sahipsizdir ne de Türkiye sahipsizdir.

Esnaf diyor ki bana; “Yaptıkları kira yardımı, elektrik faturasını bile karşılamıyor.” Hastanelerinde Uzman doktor yok. Uzman doktor eksiği var. 21’inci yüzyılda, bir büyük şehirde devlet hastanesinde uzman doktor yok. Şehir hastanesinin de 5 kez temeli atılmış, hâlâ inşaat devam ediyor. 530 bin öğrenciden, 450 bini EBA’ya ulaşamamış, eğitim alamamış ve Şanlıurfa Büyükşehir Belediyesi 8 aydır toplu sözleşme yapmıyor.

Arkadaşlarım notu ilettiler, Şanlıurfalı bir esnafımız aynen şunu söylüyor: “Paran yoksa, karın yüzüne bakmaz. Paran yoksa, çocuğun yüzüne bakmaz. Paran yoksa, komşun yüzüne bakmaz. Ama en acısı hem paran, yok hem Urfalıysan devlet yüzüne bakmaz, insan yerine koymaz seni.” Devlet yüzüne bakmaz değil, sarayda oturanlar senin yüzüne bakmaz. Devlet olarak, herkesin yanında olacağız. Millet olarak, herkesin yanında olacağız. Cumhuriyet Halk Partisi olarak herkesin yanında olacağız. Herkes bunu bilsin.

Değerli arkadaşlarım; öyle bir noktaya geldik ki, akşam yatarken yarın sabaha ne olacağını bilmiyoruz, sabah kalktığımızda hangi kabusa uyanacağımızı da bilmiyoruz. Çünkü devlet yönetilmiyor. Devlet, -defalarca söyledim- bilgiyle yönetilir, erdemle yönetilir, tecrübeyle yönetilir, ahlakla yönetilir, istişareyle yönetilir. İşin özü, adaletle yönetilir bir devlet. Devlet kinle yönetilmez, intikam duygusuyla yönetilmez, öfkeyle yönetilmez, cehalet içinde yönetilmez; birilerinin, egemen güçlerin talimatıyla Türkiye Cumhuriyeti Devleti yönetilemez. Geldiğimiz nokta budur. İsrafla devlet yönetilmez. Savurganlıkla devlet yönetilmez. Bütün bunları biliyoruz. Atalarımız demiş ki: “Taç giyen baş akıllanır.” Yani artık tacı giydiğine göre, adaletle devleti yöneten lazım. Ama bunlar olmuyor değerli arkadaşlarım. Kini ve öfkeyi öyle noktalara taşıdı ki, gazetede okuduğumda gerçekten içim cız etti. Süleyman Demirel; cumhurbaşkanlığı yapmış, başbakanlık yapmış, Barajlar Kralı olarak milletin gönlünde yer almış bir kişiyi, Konya Selçuk Üniversitesi’nde onun adını taşıyan kültür merkezinden adını siliyorsunuz. Hangi ahlaka sığar? Bu devletin, bizim ecdatlarımızın hangi geleneğine, hangi töresine sığar? Bu kadar kin, bu kadar öfke nasıl oluyor? Nasıl oluyor da bu kin ve öfke saraydan, ta üniversitelere kadar yansıyor? Ahlak denen bir şey yok mu ya? Vefa denen bir şey yok mu? Vefayı, ahlakı, adaleti unutturmaya çalışıyorlar ama biz unutmayacağız. Kimsenin de unutulmasını istemem.

Değerli arkadaşlar; bir bakıyorsunuz bir milletvekilinin attığı bir Tweet dolayısıyla dokunulmazlığı kaldırılıyor. Yargıtay talimatla hemen toplanıyor, derhal cezayı onaylıyor, yıldırım hızıyla milletvekilliği düşürülüyor. Hangi adalet bu değerli arkadaşlar, hangi adalet! Yukarıdakiler, yani saraydakiler Müslümanlığı kimseye bırakmıyorlar, onların dışında bu memlekete sanki hiç Müslüman yok. Peki, haksızlık karşısında susan dilsiz şeytan ise, bu haksızlığı nasıl sineye çekiyorsunuz siz? Bu haksızlığı, öfkeyle nasıl besliyorsunuz siz? Bunu anlamak mümkün değil.
Hemen yıldırım hızıyla bir partinin kapatılması için Cumhuriyet Savcılığına talimat gidiyor “Bunu kapatın” diyorlar. Demokrasilerde parti kapatmak doğru değildir değerli arkadaşlarım, seçimle gelen seçimle gider. Defalarca söyledim, yine söylüyorum; bir parti milletten destek almazsa zaten tarihin çöp sepetine gider. Hem demokrasi diyeceksiniz, hem milli irade diyeceksiniz, sonra kalkacaksınız adaletsiz pek çok uygulamanın altına imza atacaksınız. Bunlar doğru değil değerli arkadaşlarım.

Bir kişi kalktı dedi ki; “Kadına Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye Dair Avrupa Konseyi Sözleşmesini, ben feshediyorum.” Kararı Resmi Gazetede gördük. Kimsin sen! Kimsin sen! Adaletsizliğin ağababasıysan eyvallah. Biz onu zaten biliyoruz. Kinle, öfkeyle devleti yönetiyorsan, onu da biliyoruz. Siyaseti cep doldurma aracı olarak gördüğünü de çok iyi biliyoruz. Yandaşlarına milyar dolarlar kazandırdığını da biliyoruz. İşi olanı işinden ettiğini de biliyoruz. Biz bunları çok iyi biliyoruz ama 42 milyon kadına ihanet edeni de artık şimdi gayet iyi öğreniyoruz ve biliyoruz! Devleti tek başına yönetirseniz, kinle, öfkeyle yönetirseniz, toplum buraya taşınır değerli arkadaşlarım.

Hakkı, hukuku herkes istiyor. Çek mağdurları aramızda doğrudur, 81 ilden gelmişler, doğrudur. Mağdurlar mı? Evet, doğrudur. Dolandırıcıları affediyorsun, “Devletten alacağım var, alacağımı verin, çekimi ödeyeceğim” diyen adama devlet borcunu ödemiyor, o da çekini ödeyemiyor. “Seni hapse atacağız” diyorlar. Bu mudur adalet? Bu mudur adalet arkadaşlar? Milyar dolarları götürenlerin, devlete ödemesi gereken kiraları bir kalemde siliyorsun. Çek mağdurlarına, “buyurun beyler, hapse gireceksiniz” diyorsunuz. Bu mudur adalet? Çek mağduru bütün kardeşlerime de söylüyorum: Endişeye kapılmayın. Hapishaneler zaten tıka basa dolu, hapishanelerde size yer yok değerli arkadaşlar. Bakın bu da hayatın bir başka gerçeği, bu da hayatın bir başka gerçeği ama sizin hakkınızı savunacağız, sonuna kadar savunacağız.

Değerli arkadaşlarım; 1923 yılında Cumhuriyetimizi kurduk. Cumhuriyet, aslında halkçılık demektir. Neden? Egemenlik, “kayıtsız şartsız milletindir” felsefesinin özü cumhuriyettir. Bir kişinin değil, padişahın değil, milletindir. “Hâkimiyet bilâ kaydü şart milletindir”, 1921 Anayasası, madde bir. Bugünkü anayasamızda da var: “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir.” Hâkimiyet bilâ kaydü şart milletinse, o zaman bir kişi egemenlik hakkını tek başına kullanamaz. Mevcut Anayasamızda da böyle bir şey yok. “Egemenlik hakkını yasama, yargı ve yürütme kullanır” diyor. Yasama ve yargının üzerindeki vesayet dolayısıyla egemenlik hakkını bir kişi kullanıyor ve kalkıyor bir sabah, 42 milyon kadının hakkını elinden alıyor. Bu cumhuriyet kurulurken kadınlara, bu ülkenin kadınlarına büyük önem verilmiştir. Bakın, 1924 yılında Tevhid-i Tedrisat Kanunu çıktı, kadın ve erkeğin eşit koşullarda eğitim almasına imkân sağladı. 1924 arkadaşlar, 1924; cumhuriyetten bir yıl sonra, kız çocukları, erkeklerle birlikte eşit şartlarda eğitim alsınlar diye… 1926 yılında, kadınlara en büyük hakkı veren Medeni Kanun kabul edildi. 1930 yılında, kadınlara yerel seçimlerde seçme ve seçilme hakkı, 1934 yılında genel seçimlere katılma, seçme ve seçilme hakkı verildi. Önemini vurgulamak için şunların altını özellikle çizmek isterim: Yeni bir devlet kurulmuş, adı Türkiye Cumhuriyeti Devleti, yeni bir anayasası var ve o anayasanın birinci maddesi: “Hâkimiyet bilâ kaydü şart milletindir “diyor ve bunu getiriyor.

“Cumhur değil, koltuk ittifakı”

Kadına olağanüstü büyük önem veriyor. Üstelik kendisini gelişmiş sayan ülkelere rağmen veriyor, onlardan çok daha önde bazı haklar getiriyor. Örnek; 1934’te kadınlara milletvekili seçimlerinde seçme ve seçilme hakkı verildi. Bu hak Fransa’da 10 yıl sonra, 1944’te verildi, Japonya’da 11 yıl sonra verildi, 1945’te. İtalya, Arjantin ve Meksika’da 12 yıl sonra verildi 1946’da. Çin’de 1947 yılında yani 13 yıl sonra verildi. Yunanistan’da 1952’de, 18 yıl sonra verildi kadınlara seçme ve seçilme hakkı. Belçika’da 1960 yılında, 26 yıl sonra verildi. İsviçre’de 1971 yılında, Türkiye’den 37 yıl sonra kadınlara seçime girme hakkı verildi. Bunun için, “Mustafa Kemal gibi bir insan yüz yılda bir çıkar” diyorlar. O yüz yıl için de bize nasip oldu, bu topraklara nasip oldu. Bunu kim söylüyor? Bütün dünya söylüyor. Geleceği görüyor; kadının bu toplumun ayrılmaz bir parçası olduğunu ve ikinci sınıf bir yurttaş olmadığını, kadın-erkek toplumsal cinsiyet eşitliğinin olması gerektiğini, onun da erkekler gibi seçimlere girme ve kazanma hakkı, devleti yönetme hakkı olduğunu kabul ediyor ve bu düzenlemeleri pek çok gelişmiş ülkeden çok önce yapıyor.
Sadece bunlar yapılmıyor. Kadınlarla ilgili, kadınların lehine olan bütün uluslararası sözleşmeleri Türkiye Cumhuriyeti Devleti kabul ediyor. Birleşmiş Milletlerin, Avrupa Birliği’nin, Avrupa Sosyal Şartı’nın, Uluslararası Çalışma Örgütü’nün, Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü’nün, Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı’nın yaptığı bütün düzenlemeleri kabul ediyor. Baştan söyledim, yine söyleyeyim: Devlet, önyargıyla yönetilmez, kinle, öfkeyle yönetilmez. Devlet, “bu koltukta kalayım, ne olursa olsun” anlayışıyla da yönetilmez. Koltuğa tapılan, koltuk için toplumun feda edildiği bir ülkede, ne gelişmeyi, ne demokrasiyi, ne kadın-erkek eşitliğini asla bulabilirsiniz.
Kısa adı İstanbul Sözleşmesi. Adı, Kadına Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye Dair Avrupa Konseyi Sözleşmesi, adı bu. Herkes bu uzun ismi kullanmayalım diye, İstanbul Sözleşmesi diyor, bütün dünya öyle diyor. Kadına yönelik şiddet ve aile içi şiddetin önlenmesi, temel norm bu. Şimdi değerli arkadaşlarım, bir sabah kalktık, bu parlamentodan, yani bu Gazi Meclis’ten oybirliğiyle çıkan, kendisinin de imzaladığı, yürürlüğe koyduğu bir sözleşmeyi, “ben feshettim” diyor. Kime danıştın, kime sordun? Hangi kadına sordun sen? Bu ülkenin kadınlarına sordun mu? Bu kadınlar ne düşünüyor diye sordun mu? Bu kadınların nasıl şiddete uğradığını sen biliyor musun? “Ben feshettim” diyor. Değerli arkadaşlarım; çoğu vatandaşımız bu sözleşmenin içeriğini tam bilmiyor, kabul etmek lazım. Oturup, baştan aşağı okumuyor. Ben şimdi bizi dinleyen, özellikle Ak Parti’ye oy veren kadınlara ve Milliyetçi Hareket Partisi’ne oy veren kadınlara seslenmek isterim: Diyorlar ya, Cumhur İttifakı… Aslında Cumhur değil, koltuk ittifakı var orada, orada ilkeler yok.

Koltuğu korumaya yönelik olarak… Bütün mücadele onun üzerine: “Koltuğumu nasıl korurum ben?” Memleket tufan olabilir, yeter ki ben koltukta kalayım. Bakın şimdi, Kadına Yönelik Şiddet ve Aile içi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye Dair Avrupa Konseyi Sözleşmesi11 Mayıs 2011 tarihinde kabul edilmiş. Bu sözleşmenin amacı ne? Yazıyor: Maksatlar, tanımlar, eşitlik ve ayrımcılık yapılmaması, genel yükümlülükler, bölüm bir, madde bir. Sözleşmenin maksatları, yani sözleşmenin amacı nedir? “Bu sözleşmenin amacı şunlardır” diyor.

a) Kadınları her türlü şiddete karşı korumak ve kadına karşı şiddeti ve aile içi şiddeti önlemek, kovuşturmak ve ortadan kaldırmak. Şimdi bütün kadınların huzurunda Erdoğan’a soruyorum: Sen bunun neresine karşısın?

b) Kadına karşı her türlü ayrımcılığın ortadan kaldırılmasına katkıda bulunmak ve kadınları güçlendirmek de dahil olmak üzere, kadınlarla erkekler arasında önemli ölçüde eşitliği yaygınlaştırmak. Yine bütün kadınların huzurunda Erdoğan’a soruyorum: Bunun nesine karşısın? Bu cümlenin neresine karşısın?

c) Kadına karşı şiddet ve aile içi şiddetin tüm mağdurlarının korunması ve bunlara yardım edilmesi için kapsamlı bir çerçeve, politika ve tedbirler tasarlama… Yine bütün kadınların huzurunda Erdoğan’a soruyorum: Bu maddenin nesine karşısın? Neresi seni rahatsız etti?

d) Kadına karşı şiddeti ve aile içi şiddeti ortadan kaldırma amacıyla uluslararası işbirliğini yaygınlaştırmak. Yine bütün kadınların huzurunda Erdoğan’a soruyorum: Bu maddenin neresine karşısın?

e) Kadına karşı şiddet ve aile içi şiddetin ortadan kaldırılması için bütüncül bir yaklaşımın benimsenmesi maksadıyla, kuruluşların ve kolluk kuvvetlerinin birimlerinin, birbirleriyle etkili bir biçimde işbirliği yapmalarına destek ve yardım sağlamak. Yani kadın şiddete uğradığında, aile içi şiddet olduğunda, güvenlik kuvvetleri gelecekler, işbirliği içinde bu şiddeti önleyecekler.

Şimdi yine bütün kadınların huzurun Erdoğan’a soruyorum: Bunun neresine karşısın? Neresine karşısın? Hangi gerekçeyle bunu feshettin? Hangi gerekçeyle? Bir hakkı kadınların elinden almak, zorbalıktır. Zorbalığa asla izin vermeyeceğiz.

Bütün kadın kardeşlerime sesleniyorum: Mağdur olan sizsiniz. Sizin haklarınız sizin elinizden alınmak isteniyor. “Kadın mı? Şiddete uğrayabilir… Kadın mı? Öldürebilir… Kadın mı, çocuk mu? Tecavüz edilebilir…” Böyle bir anlayış olur mu? Böyle bir anlayışın ahlaklı yönü var mıdır? İnsan yahu. Neşet Ertaş diyor ya, “Kadın insandır, ben de insanoğlu” diye. Hâlâ onu anlamış değiller, hâlâ anlamış değiller. İnsanlığın ne olduğunu anlamış değiller. Ki bu sözleşme, parlamentodan alay-ı vâlâ ile geçti. O gün Ak Partililerin, Milliyetçi Hareket Partililerin ağzında güller vardı: “Bunu ilk biz yaptık, ilk biz imzalıyoruz, yaşasın, adı da İstanbul Sözleşmesi, bütün dünya bundan sonra Türkiye’yi, İstanbul’u anacak” diye yere göğe sığdıramıyorlardı. Onların Meclis’te konuşmaları var, vakit almamak için o konuşmaları ifade etmiyorum. Herkes ama herkes; eller kalktı, eller indi, oy birliğiyle kabul edildi.

“Koltuğu zorbalıkla koruyanların sonu kötü olur”

Konuşanların hepsi, “bu başarı Türkiye’ye aittir, kadınların başarısıdır” diye bir sürü güzel laflar ettiler. Ama bir kişi kalktı, bir gece yarısı, “Ben kadınlara verilen hakkı geri alıyorum” dedi. “Sözleşmeyi feshediyorum” dedi. Neye göre feshediyorsun? Anayasa’ya göre mi? Hukuka göre mi? Ahlaka göre mi? Adalete göre mi? Hayır efendim; “Ben zorbayım, ben despotum; ben istediğim kişiye hak veririm, istediğim kişiden hakkı alırım” diyor. Böyle bir anlayış Ortaçağ’da bile yoktur.

Ayrıca şunu da söylemek isterim: En çok itiraz etmesi gereken kişi, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanıdır. Milletin iradesi gasp edilmiştir. Onun için diyorum, “Sen kimsin?” Burada 600 milletvekili var. Her birisinin arkasında da milletin oyu var. Her partiden insan var ve buradan oybirliğiyle geçti. Keyfe keder, koltuğumu nasıl korurum diye; cumhurbaşkanlığı seçimi olursa nasıl ben burada kalabilirim diye arayışı içine girenlerin, bu ülkeye toplu iğne ucu kadar faydası olmaz. Koltuğu zorbalıkla koruyanların sonu kötü olur. Bu millet demokratik yollarla, özellikle de kadınların oylarıyla; o zorbayı oradan aşağıya demokratik yollarla indirecektir, buna inanıyorum.

Öyle bir noktaya geldik ki değerli arkadaşlarım; bakınız bu sözleşmenin 56 ncı maddesinin birinci fıkrası, “Mağdurun en azından kendisinin veya ailesinin tehlikede olabileceği durumlarda, failin kaçması veya geçici veya kesin olarak serbest bırakılması halinde, mağdurun bilgilendirilmesini sağlamak” diyor. Ne oldu? Daha dün hapishaneden çıkan kişi gitti, eski karısını öldürdü. Peki, nedir bu anlayış? Bu düzenleme, kanunlarımızda yok. İstanbul Sözleşmesinde vardı, şimdi bu da uygulanmayacak. O kadının günahı, sarayda oturanın boyundadır.
Hiç kimse endişe etmesin, kadın kardeşlerim de endişe etmesin. Zaten siz mücadelenizi yapacaksınız. Bizim görevimiz, sizin haklı mücadelenize destek vermektir. Adım gibi biliyorum, o zorbayı oradan indireceksiniz. Kimse kadınların önünde takoz olmayacak.

Teşekkür ederim. Sözleşmenin maddelerini, burada okuduğum maddeleri bütün kadınlara anlatın, bütün kadınlara. Alacaksınız, “Bu haklar bizim elimizden alındı” diyeceksiniz. Hangi kadın olursa olsun, hangi eğitim düzeyinde olursa olsun, hangi bölgede yaşıyorsa yaşasın, her kadın şiddetten mağdur, “Şiddet istemiyorum ben” diyor. “Öldürülmek istemiyorum” diyor. Parlamentodan bir hak alıyorsunuz, bir kişi geliyor gece yarısı, “Ben hakkınızı elinizden aldım” diyor. Destekçisinden de tık yok. Onu da ifade edelim. Tık yok oradan…

Değerli arkadaşlarım, eskiden denirdi ki, bir ay sonra ne olacak? Bir hafta sonra ne olacak? Bir gün sonra ne olacak? Şimdi yatıyoruz, sabah ne olacağını düşünüyoruz. İzlenen ekonomi politikası dünyada alay konusu. Diyorlar ki: “Bir ekonomi var, bir de Erdonomi var.” Erdonomi ne demek? 128 milyar doları birilerine vermek. Erdonomi ne demek? Ekonomiden bihaber olmak. Erdonomi ne demek? İstediği adamı istediği yere getirmek, istediği zaman görevden almak. Erdonomi ne demek? Evlerde tencerenin kaynamaması demek, işi olanın işinden olması demek. Hep birlikte bu sorunu aşacağız. Ne yaparsa yapsın, Devleti bilimin kuralları neyse o kurallara uygun yöneteceğiz. Ekonomiyi de o kurallara göre yöneteceğiz. Herkes yarın sabah ne olacağını, sabah uyandığımızda ne olacağını değil, 20 yıl sonrasını bilecek, 30 yıl sonrasını bilecek. Çiftçi, bu yıl ektiği ürünün seneye kaça satılacağını bilecek. Her şey planlı, programlı olacak. Biz bunu yapacağız. Erdonomi ne demek? Cuma günü 450 milyon dolar satıldı, kime satıldı? Kim vurgunu vurdu? Bu bilinmiyor. Açıklanır mı? Açıklanamaz.

Değerli arkadaşlarım; eskiden bir kişi çalışır, bütün aileye bakardı. Şimdi 83 milyon kişi çalışıyoruz, saraya ve Londra’daki bir avuç tefeciye bakıyoruz. Şanlıurfalı kardeşlerim de duysunlar. Siz de dahil 83 milyon kişi çalışıyoruz, saray, beslemeleri ve Londra’daki bir avuç tefeciye hizmet ediyoruz.

“İktidara güven yok, Erdoğan’a da güven yok”

Şikayet ediyorsun, “verdikleri kira yardımı elektrik masrafını bile karşılamıyor” diye, karşılamaz zaten. Niye karşılasın ki? Ama bütün bunlara rağmen hiç kimse umudunu kaybetmesin, umutsuzluğa kapılmasın. Biz bu ülkeye umudu getireceğiz. Biz bu ülkeye huzuru getireceğiz. Biz bu ülkede barışı sağlayacağız. Biz bu ülkede kadına şiddeti önleyeceğiz. Biz bu ülkede herkesin huzur içinde yaşamasını sağlayacağız, her evde tencerenin kaynamasını sağlayacağız. İşsizlik belasını bu topraklarda bitireceğiz. Bunları yapacağız.

Yine vicdanım el vermedi dedim ki: Ülke bu kadar derin bir buhran içindeyse, o zaman buradan nasıl çıkılacağını benim anlatmam lazım. Cumhuriyet Halk Partisi’nin Genel Başkanı olarak benim böyle bir tarihi sorumluluğum var. Benim bunu anlatmam lazım, vatandaşın da dinlemesi lazım. Sadece eleştiri değil, bu derin buhrandan kısa sürede nasıl çıkarız? Geçen hafta hatırlarsanız buhrandan çıkış demiştim ama şimdi kısa sürede bu felaketi nasıl atlatırız? Dokuz madde halinde bilginize sunacağım değerli arkadaşlarım.

Öncelikle, yaşanan sorun bir güven sorunudur. İktidara güven yok, Erdoğan’a da güven yok. Zaten iktidar dediğimiz bir kişi. Tümüyle güven iflas etmiş vaziyette. Bir söylediği, öbürünü tutmuyor. Öncelikle güvenin inşa edilmesi lazım. Güvenin inşa edilmesi için ne yapılması lazım?

1) Kesinlikle, kesinlikle Erdoğan’ın “ben ciddi bir israfa son paketini açıklayacağım” deyip, milletin önüne çıkması lazım. İsrafa son paketi… Diyecek ki: “13 uçağım var, 2’sini tuttum, diğerlerini satıyorum. Araba saltanatına kesinlikle son veriyorum. Kanal İstanbul gibi ucube, ne olduğu belli olmayan, kaynakların birilerine peşkeş çekildiği projeleri yapmayacağım.”

Değerli arkadaşlarım; zorunlu olmadıkça temsil törenleri, falan filan bunlar da olmayacak. Vatandaşa tasarruf derken, önce kendisinin tasarruf yaparak güveni sağlaması lazım. İsrafa son programı açıklaması lazım.

2) Kamu mali yönetimi ve bütçe birliğini sağlaması lazım. Bunu söyleyecek, taahhüt edecek. Milletin önüne çıkacak, diyecek ki: “İsrafa son; şunu, şunu, şunu, yapacağım, bitireceğim.” Bütçe disiplini sağlayacağım, mali disiplini sağlayacağım. Devletin nerelerde parası var, ben bilmiyorum. Tamamını bütçeye getireceğim. Vatandaş da bilecek, ben de bileceğim, 600 milletvekili de bilecek paraların nerede olduğunu. Bunu yapacak, bütçe disiplini sağlayacak. Bütçe dışı fonların tamamını, bütçe içine alacağım, güçlü bir bütçe olacak, diyecek. Güven sağlamak istiyorsanız, bunu yapacaksınız.

3) “Bağımsız kurumlara asla siyasi müdahalede bulunmayacağım” diye açık ve net açıklama yapması lazım. Bağımsız kurumlara siyasi müdahale yapmayacağım. Bunun için önce Merkez Bankası Başkanını ve Para Politikası Kurulu’nu hemen görevden alınması lazım. Bir daha ifade edeyim: Merkez Bankası Başkanı ve Para Politikası Kurulu’nun görevden alınması lazım. Oraya mümkünse Merkez Bankası’nın içinden, hem içerde, hem dışarda saygınlığı olan bir kişiyi getirip, Merkez Bankası Başkanı yapması lazım ve bütün dünyaya mesaj vermesi lazım. “Ben, Merkez Bankası’nın içinden sizin de bildiğiniz, Türkiye’nin de bildiği, dünyadaki bütün ekonomi çevrelerinin de bildiği saygın bir insanı getirdim, Merkez Bankası Başkanı yaptım.”

Para Politikası Kurulunu o belirleyecek. Bir kişi hariç, onu hükümet belirliyor. Dolayısıyla yeni bir anlayışı, güven anlayışını ihya ediyorum diyecek. Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu; buradaki siyasileri de geri çekecek. Oralar arpalık değil, siyasilerin arpalığı değil. Devlet liyakatle yönetilecekse, layık olan kişileri getireceksiniz. Eğer Merkez Bankası, BDDK, Kamu İhale Kurumu… Buraları arpalığa döndürdüyseniz ne millet size güvenir, ne dışarıdan kimse gelir. Kimse güvenmez. Dışarıdan gelenler, vurgun vurmak için Türkiye’ye geliyorlar. Mali açıdan en büyük vurgunu Türkiye’de elde ediyorsun. Merkez Bankası Başkanı 5 yıl süreyle görevde kalacak. “Kanun getireceğim, kimse ona müdahale etmeyecek; o, fiyat istikrarından sorumlu olacak ve gereğini yapacağım. Ben onun araçlarına siyasi müdahalede bulunmayacağım” diyecek. Bunu açıklayacak, dünyaya açıklayacak.

4) Bir Ekonomik ve Sosyal Konseyimiz vardı, Rahmetli Ecevit kararnameyle kurmuştu. Hemen, derhal Ekonomik ve Sosyal Konseyi toplayacaksın kardeşim. Memlekette buhran var. Sanayici şikayetçi, esnaf şikayetçi, çiftçi şikayetçi, emekli şikayetçi, işçi şikayetçi. Şikayet etmeyen kimse yok. Topla kardeşim, şikayet edenleri topla, sen de bakanları karşısına diz, memleketin sorunlarını anlatsınlar, oturun çözümü beraber üretin. Akıl akıldan üstündür. Bunu yapman lazım. Defalarca söylüyorum, bunları yapmazsanız, dünyaya güven vermezseniz, bizim sanayiciye güven vermezseniz, kimse gelip Türkiye’de yatırım yapmaz. Bizim işadamı da zaten yatırım yapmıyor. “Efendim benim 5’li çetem var.” Senin 5’li çeten de Türkiye’deki vurgunu yaptıktan sonra paralarını Londra bankalarına yatırıyor. Beyefendi’nin haberi yok mu? Hepsinden haberi var, hepsini biliyor. O kadar biliyor ki, kimin yurtdışı bankalarında ne kadar parası var, hepsini biliyor.

Değerli arkadaşlarım; bakın şimdi son 5 yılda 4 tane Merkez Bankası Başkanı değişti. Birinci başkanı, “niye faizi indirmeden” diye görevden aldılar. Dönem değişti, ikinci başkanını getirdiler. Onu da “niye faizi artırmadın” diye görevden aldılar. Üçüncü başkanı da “sen niye bu kadar faiz artırdın” diye görevden aldılar. Dördüncü başkanı “faizi indireceksin” diye getiriyorlar. Devlet böyle mi yönetilir? Allah akıl fikir versin bunlara. Devleti perişan ettiler, ekonomiyi perişan ettiler.

Değerli arkadaşlarım; yeni gelen Merkez Bankası Başkanı 128 milyar doların kimlere satıldığının araştırmasını yapacak ve kamuoyunu bilgilendirecek. Rivayet olunur ki, görevden alınan Merkez Bankası Başkanı: “Bu 128 milyar doları kimlere peşkeş çektiniz?” diye soru sormuş. Sen misin bunu soran? Görevden alınmış. Fakirin, fukaranın hakkını kim savunacak? Beşikteki yetimin hakkını kim savunacak?

5) Döviz garantili işler var değerli arkadaşlar. Pandemi dönemi yaşıyoruz. Herkese diyoruz ki, “bu pandemi döneminde sorunlar var, ciddi sıkıntılar var, dolayısıyla her birimiz biraz fedakarlığa katlanacağız”. Güzel… İşçisi katlanıyor, memuru katlanıyor, esnafı katlanıyor, sanayicisi katlanıyor. Peki, kardeşim bu dövizle ihale alanlar neden fedakarlık yapmıyor? Güven vermek istiyorsan, millete güven vermek istiyorsan, çıkıp milletin önüne diyeceksin ki: “Esnaf kardeşim fedakarlık yaptı, çiftçi kardeşim fedakarlık yaptı, emekçi kardeşim fedakarlık yaptı, memur kardeşim fedakarlık yaptı, sanayici kardeşim fedakarlık yaptı ama asıl fedakarlık yapması gerekenler, sizden kat be kat çok daha fazla kazanan kamu özel işbirliği veya yap-işlet-devret dolayısıyla döviz bazında gelir elde edenlerdir. Şimdi onlar da fedakarlık yapacaklar. Hakkaniyet ölçüsünde bunların bütün taahhütlerini Türk lirasına çevireceğiz.” Mücbir sebep, Türk lirasına çevireceksin.

Ve millete şunu söyleyeceksin: “Bak kardeşim en büyük fedakarlığı ben bunlardan istedim. Yıllardır biz bunlara bakıyoruz, yıllardır dünyanın parasını ödedik. Şimdi bunlar da fedakarlık yapıyorlar. Dövizden vazgeçtiler, Türk lirasıyla anlaşmalarımızı yaptık.”

Değerli arkadaşlarım; bırakın bunları fedakarlık yapmayı, bunların kira borçlarını sildiler. Devlete ödemeleri gereken kiralarını sildiler. Açıklama yaptı Erdoğan: “Efendim basit usule tabi 850 bin esnafımız, gelir vergisinden muaf olacak.” Esnafımıza da “hayırlı olsun” dedi. Biz de baktık. Gelir İdaresi Başkanlığının kayıtlarına göre basit usule tabi esnaf 808 bin 490 kişi. Bunların ödediği vergi de toplam 228 milyon lira. Yıllık ortalama 281 lira 97 kuruş vergi vermişler, böldüğümüz zaman; aylık 23 lira 49 kuruş. Vergiden muaf olsun mu? Olsun. Hiçbir itirazım yok. Hatta vergiden muaf olsun, zor durumdaysa Devlet, ayrıca sosyal devlet olarak destek versin. Ama ben 803 bin esnafımıza şunu söylemek isterim: Sana ayda 23 lira 49 kuruş bir avantaj sağladılar. İstanbul Havaalanını yapan 4 kişiye kaç lira sağladılar? Bunların 18 milyar liralık kiralarını sildiler. Öbürü, 23 lira 49 kuruş. Esnaf kardeşimin unutmaması lazım. Ben neden ısrar ediyorum? Bunlar da fedakarlık yapsın, asıl fedakarlığı bunların yapması lazım. Ödemesi gereken parayı ödemiyor, kirayı ödemiyor. Kirayı siliyorsunuz, büyük avantaj sağlıyorsunuz. Esnaf çıkıp masasını, sandalyesini yakıyor Konya’da “geçiniyorum” diye. Oraya gelince sesiniz yok, polisleri gönderiyorsunuz.
Değerli arkadaşlarım; şöyle bir hesap yapmış arkadaşlarımız: İstanbul Havalimanı’nın bir yıllık kirası alınsaydı ne olurdu? Yani devlet ne yapabilirdi? 1 milyon 240 bin esnafa verilen yardım, yaklaşık 2,5 kat artabilirdi. Yaklaşık 263 bin asgari ücretlinin bir yıllık maaşı ödenirdi. Yaklaşık 3 milyon 678 bin SSK emeklisinin bir aylık maaşı ödenirdi. Yaklaşık 5 milyon 355 bin BAĞ-KUR emeklisinin bir aylık maaşı demektir. Bu kadar büyük bir para değerli arkadaşlarım. Bunun sağlanması lazım ve bunların da dediğim gibi her halükarda fedakarlıkta bulunmaları lazım.

6) Tahsili gecikmiş alacaklar var. Devlete ödemesi gereken parayı ödemiyor. Döviz bazında veya Türk Lirası bazında dünyanın kredisini çekmiş. Bunlar para babaları, bunların fabrikaları var, bunların gazeteleri var. Dünyanın parasını çekmişler kamu bankalarından; zamanı geliyor, öde! “Ödemem” diyor. Niçin? Koşa koşa gidiyorlar Erdoğan’a: “Ya bu banka bizi sıkıştırıyor. Yeniden borçları yapılandıralım” diye yeniden erteliyorlar. Çek mağdurları? Ödemezseniz doğru hapse diyorlar. Peki bunlara, diyorlar mı “Parayı niye ödemiyorsunuz Ödemezseniz hapse…” Diyemiyorlar, söyleyemiyorlar.

7 ) Ve salgının en çok etkilediği kesimler için bir toplumsal dayanışma programını açıklamak zorundadır Erdoğan. Bakın değerli arkadaşlar, bu tasarruflar yapıldıktan sonra, söylediğim israf önlendikten sonra, o bazı varlıklıların devlet bankalarından aldıkları krediler geri ödendikten sonra, yap-işlet-devret, kamu-özel işbirliği dolayısıyla olan döviz yükümlülükleri Türk lirasına dönüşüp oradan da devlet ciddi bir tasarruf elde ettikten sonra, elde edilen tasarruflar mutlaka ve mutlaka üretim ve istihdam yaratacak toplumsal alanlara aktarılmalıdır. Bir toplumsal dayanışmayı sağlamak zorundayız. Bunu sağladığımız zaman, istihdama da büyük ölçüde katkı olacaktır ve esnafımız da rahatlayacaktır, üretici de rahatlayacaktır, çiftçi de rahatlayacaktır.

8) Kısa vadeli istihdam olanağının mutlaka sağlanması lazım. Atama bekleyen öğretmenler var. Sayıştay’a göre 138 bin öğretmen açığı var, atanması lazım. Sağlık kadrolarında boşluk var, sağlık kadrolarının atanması lazım. Engelli kadroları boş, engelli kadrolarının atanması lazım. Güvenlik kadroları boş, güvenlik kadrolarının atanması lazım. Bunları atadığınız zaman, en azından 300-400 bin kişi kamuda görev alacak. En azından, “ya evet, galiba bir gelişme var, bir şeyler var, bir şeyler olacak” algısı oluşacaktır. Erdoğan’ın izlediği politikadaysa, işi olanlar işinden oldu, çalışanlar işinden oldu. Son iki yılda işi olup da işinden olan 1 milyon 926 bin kişi var.

9) Bu İhvan politikasından vazgeçecek. Şimdi ağır ağır adımlar atıyor, inşallah devam eder ve yurtta barış, dünyada barış eksenli bir dış politikayı oturtmak zorunda. Bu yanlış politika, Türkiye’ye büyük maliyetler yükledi. Bunları aşmak zorundayız.

Efendim her toplantının sonunda biraz da gülelim diyorum, yine gülelim, size bir şeyler anlatayım: Erdoğan bundan bir süre önce, bu Covid-19’da yaşanan aksaklıklardan sorumlu ben değilim, başkalarıdır demek için “Ben tıp mensubu değilim, benim alanım ekonomi” diyor. “Ben ekonomistim” diyor. Ekonominin geldiği yer malum. İyi ki yani Allah yüzümüze bakmış da doktor değil, doktor olsa memlekette yaşayacak kişi kalmayacak.

Paylaşın

CHP lideri Kılıçdaroğlu’ndan ‘erken seçim’ çağrısı

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, “Ülke olarak tek kişiye neyin teslim edildiğini konuşuyor olmalıyız. Cumhurbaşkanı’nın bakanlarıyla birlikte ülkeyi yönetemediği çok aşikâr. Türkiye’yi bir an önce erken seçime götürmesi gerekiyor.” dedi.

Haber Merkezi / MYK’de, ‘Cumhurbaşkanı’nın bir kararnameye dayanarak uluslararası bir sözleşmeyi feshetmesi, yasal ve hukuki olmayan bir süreci başlatmıştır’ görüşünde birleşilirken, Cumhurbaşkanlığı kararının iptali için ‘idari karar’ olduğu gerekçesiyle Danıştay’a gidecek.

Cumhuriyet gazetesinden Erdem Sevgi’nin aktardığı habere göre; CHP Merkez Yönetim Kurulu ve Parti Meclisi, CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu başkanlığında basına kapalı olarak toplandı.

CHP, Cumhurbaşkanlığı kararının iptali için ‘idari karar’ olduğu gerekçesiyle Danıştay’a gidecek. İhtiyaç duyulan ‘taraf olma’ şartı ise partinin kadın kolları ve Türkiye’deki tüm kadın sivil toplum örgütleri ile birlikte sağlanacak.

MYK’ye bilgi veren hukukçu kurmaylar da toplantıda, yayımlanan kararın ‘Milletlerarası antlaşmalar kanun hükmündedir’ ifadesinin yer aldığı anayasanın 90/5. maddesine aykırı olduğunu anlattı. İdari hukuktaki ‘usulde paralellik’ ilkesine göre, ‘yasalar Cumhurbaşkanlığı kararı ile değiştirilemiyor’.

CHP’nin hukukçu MYK üyeleri de Erdoğan’ın kararında sözleşmeyle ilgili aldığı kararı dayandırdığı, 9 numaralı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi’nin üçüncü maddesinde yer alan ifadenin de anayasaya aykırı olduğu yönünde görüş bildirdi.

Buna göre, MYK’de, ‘Cumhurbaşkanı’nın bir kararnameye dayanarak uluslararası bir sözleşmeyi feshetmesi, yasal ve hukuki olmayan bir süreci başlatmıştır’ görüşünde birleşildi.

Karar yok hükmünde

CHP liderinin ayrıca şu ifadeleri kullandığı bildirildi:

“Bundan sonra Türkiye’de şiddete maruz kalan, istismara uğrayan ve öldürülen tüm kadın ve çocukların birinci derecede sorumlusu Erdoğan’dır. Millet iradesini yok saymıştır, anayasa ve kanunlara aykırı davranmıştır. Bu kararı yok hükmündedir.

Cumhurbaşkanlığı bu yetkide ısrar ederse, örneğin Lozan Antlaşması’nı da iptal edebilir. Ülke olarak tek kişiye neyin teslim edildiğini konuşuyor olmalıyız. Cumhurbaşkanı’nın bakanlarıyla birlikte ülkeyi yönetemediği çok aşikâr. Türkiye’yi bir an önce erken seçime götürmesi gerekiyor.”

Paylaşın

CHP Lideri Kılıçdaroğlu’dan ‘İstanbul Sözleşmesi’ tepkisi: Geri gelecek

Cumhurbaşkanı Kararı ile Türkiye’nin İstanbul Sözleşmesi’nden ayrılmasına sosyal medya hesabı üzerinden tepki gösteren CHP Lideri Kılıçdaroğlu, “Bir devlet gece yarısı kararnameleri ile yönetilemez. Bir gece yarısı kararnamesi ile 42 milyon kadının hakkı, hukuku, onların ellerinden alınamaz” dedi.

Haber Merkezi / CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, Cumhurbaşkanı Kararı ile Türkiye’nin İstanbul Sözleşmesi’nden ayrılmasını değerlendirdi. CHP Lideri Kılıçdaroğlu, açıklamasında “İktidardaki zorbaya kadınlar dersini verecek. İstanbul sözleşmesi geri gelecek” dedi.

Bir devletin gece yarısı kararnameleri ile yönetilemeyeceğini belirten Kılıçdaroğlu, “Bir gece yarısı kararnamesi ile 42 milyon kadının hakkı, hukuku, onların ellerinden alınamaz.” görüşünü aktardı. Videosunu izleyen bütün kadınlara seslendiğini dile getiren Kılıçdaroğlu, şunları kaydetti:

“Haklarınıza, hukukunuza sahip çıkınız. Sizin hayatınızı cehenneme döndürenlerin kimler olduğunu iyi öğreniniz. Çocuklarınızın, kız çocuklarınızın hakkına, hukukuna sahip çıkınız. Ben söz veriyorum, her zaman, her yerde, her ortamda bütün kadınların hakkına, hukukuna sahip çıkacağım. Adalet neredeyse orayı arayacağım. Adaletten yana olacağım. Sizden yana olacağım. Sizin hakkınızdan, hukukunuzdan yana olacağım. Sizin hakkınızı, hukukunuzu her yerde, her platformda sonuna kadar savunacağım, söz veriyorum.”

Resmi Gazete’de yayımlanan Cumhurbaşkanı Kararı ile Türkiye, İstanbul Sözleşmesi’nden ayrıldı. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın imzasını taşıyan kararda şu ifadeler yer aldı:

“Türkiye Cumhuriyeti adına 11/5/2011 tarihinde imzalanan ve 10/2/2012 tarihli ve 2012/2816 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ile onaylanan Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi’nin Türkiye Cumhuriyeti bakımından feshedilmesine, 9 sayılı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesinin 3’üncü maddesi gereğince karar verilmiştir.”

İstanbul Sözleşmesi

Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi ya da bilinen adıyla İstanbul Sözleşmesi, 45 ülke ve Avrupa Birliği tarafından imzalanan, kadına yönelik şiddet ve aile içi şiddeti önleme ve bununla mücadelede temel standartları ve devletlerin bu konudaki yükümlülüklerini belirleyen Avrupa Konseyi tarafından hazırlanan uluslararası insan hakları sözleşmesidir.

Sözleşme, Avrupa Konseyi tarafından desteklenmektedir ve taraf devletleri hukukî olarak bağlar. Sözleşmenin dört temel ilkesi; kadına yönelik her türlü şiddetin ve ev içi şiddetin önlenmesi, şiddet mağdurlarının korunması, suçların kovuşturulması, suçluların cezalandırılması ve kadına karşı şiddet ile mücadele alanında bütüncül, eş güdümlü ve etkili işbirliği içeren politikaların hayata geçirilmesidir. Kadına karşı şiddeti bir insan hakkı ihlali ve ayrımcılık türü olarak tanımlayan, bağlayıcı nitelikte ilk uluslararası düzenlemedir. Tarafların sözleşme kapsamında vermiş oldukları taahhütler, bağımsız uzmanlar grubu GREVIO tarafından izlenmektedir.

Paylaşın

CHP Lideri Kılıçdaroğlu: Üreten ülke güçlüdür

Uşak’ta Kanaat Önderleri ve Muhtarlar Toplantısına katılan CHP Lideri Kılıçdaroğlu, burada yaptığı konuşmada, “Türkiye’nin her anlamda üretmesi lazım. Üniversite bilgi üretecek, tarlada, sokakta üreteceğiz. Lokantada, otelde hizmet üreteceğiz. Sanatçı sanat üretecek. Üreten ülke güçlüdür. ” dedi.

Haber Merkezi / Konuşmasının devamında siyasi iktidarların başarısının yarattıkları istihdamla ölçülebileceğini de aktaran CHP Lideri Kılıçdaroğlu, “19 yılın sonunda siz 10 milyonu aşkın işsiz yaratmışsanız hangi başarıdan söz ediyorsunuz.” ifadelerini kullandı.

Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, Uşak’ta Sivaslı Belediyesi’ni ziyaret etti. Ziyaretin ardından CHP lideri Kılıçdaroğlu, Muharremşah Köyü’nde besiciler ve çiftçiler ile buluştu. Geçtiğimiz ay Uşak’ta, maddi sıkıntılar nedeniyle yaşamına son veren esnaf Reşat Keskin’in ailesine taziye ziyaretinde bulunan CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, İsmetpaşa Caddesi üzerinde bulunan esnaf ile de bir araya geldi.

“Çok çalışmamız gerekiyor”

CHP lideri Kılıçdaroğlu esnaf ziyareti sonrası, Atatürk Kültür Merkezi’nde partiye yeni katılan üyelere CHP rozeti taktı. Daha sonra partililere seslenen Kılıçdaroğlu, CHP rozetinin sıradan bir rozet olmadığını ifade ederek, herkesin çok çalışması gerektiğini dile getirdi. Vatan, bayrak ve insanların huzuru için mücadele edeceklerini vurgulayan Kılıçdaroğlu, şöyle konuştu:

“Devraldığımız miras içinde hiç kimse kimliğinden ötürü, yaşam tarzından veya inancından ötürü ötekileştirilmemelidir. Herkese insan olarak saygı duymalıyız. Bu rozeti taktığımız andan itibaren kendimiz için değil ülkemiz, bayrağımız ve insanlarımız için çalışacağız. Bugün insanlarımız rahatsızsa, evlerine ekmek götüremiyorlarsa, binlerce çocuk yatağa aç giriyorsa, binlerce kadın çöplerden yiyecek topluyorlarsa bu 21. yüzyılın Türkiye’sinde kabul edebileceğimiz bir olay değildir. O nedenle bize düşen bir görev var.”

CHP lideri Kılıçdaroğlu Uşak programı kapsamında son olarak, Kanaat Önderleri ve Muhtarlar Toplantısına katıldı. Katılımcıların sorunları ve taleplerini dinleyen Genel Başkan Kılıçdaroğlu, konuşmasında Türkiye’de bir ekonomik sıkıntı yaşandığını ve bu anlamda kanaat önderlerinin de üzerine görev düştüğünü ifade etti.

Bu dönemde muhtarların hak ettiği değeri görmediğini belirten Kılıçdaroğlu, muhtarlardan iktidara karşı tepkilerini dile getirmelerini istedi. Tarım Kanunuyla her yıl milli gelirin yüzde 1’i oranında çiftçiye destek verilmesi gerektiğini kaydeden Kılıçdaroğlu, çiftçinin devletten alacaklı olduğunu aktardı.

Türkiye’nin 1940’lı yıllarda dünyada uçak ihraç eden birkaç ülkeden birisi olduğunu belirten Kılıçdaroğlu, şöyle devam etti:

“Uçak fabrikasının temeli 1925’de Kayseri’de atıldı. 8 yıl sonra Kayseri’den kalkan uçak Ankara’ya indi. Etimesgut’ta uçak motoru fabrikaları vardı. Var mı öyle bir fabrika ? Eskişehir’de ayrıca uçak fabrikamız vardı. Ne oldu ? Kendi gemimizi yapıyorduk. 1940’lardan bahsediyorum. Ne oldu bunlara ? Ne oldu bize ? Hiç kimseye minnet etmeyen, başı dik bir devlet düşünün. Onurlu bir devlet düşünün. Daha da önemlisi bütün mazlum milletlere örnek olan bir devlet düşünün. Bütün İslam devletlerine örnek olan bir devlet düşünün. Mustafa Kemal’in kurduğu Türkiye budur. Okuduğu Kur’an-ı anlasın diye Türkçe mealini de hazırlayan Mustafa Kemal’dir. Kaçımız tarihimizi gerçek anlamda biliyoruz. Kaçımız bu tarihimizi çocuklarımıza öğretiyor. Bu açıdan ciddi sorunlar var.”

Türkiye’de halen birleştirilmiş sınıflar olduğunu, 1, 2 ve 3’üncü sınıf öğrencilerinin aynı sınıfta ders gördüklerini hatırlatan Kılıçdaroğlu, “Aynı öğretmenden ders görüyorlar. Derslik yok. 21’inci yüzyıldan bahsediyorum ve Türkiye’den bahsediyorum.” dedi.

“Siyasi partiler devlet olmak için iktidar olmazlar”

Kemal Kılıçdaroğlu, 18’inci yüzyıl kavramlarıyla 21’inci yüzyılın sorunlarının çözülemeyeceğini belirterek, “21’inci yüzyılın en temel ayrışma noktası demokrasiyle, otoriter rejimdir. Demokrasiyi savunuyorsak beraber olmak zorundayız. Bizim oturup yeniden düşünmemiz lazım. Bir takım tutar gibi parti tutulmaz. Bir parti yanlış yapıyorsa vatandaş diyecek ki ‘kusura bakma yanlış yaptın, sana oy vermiyorum.’ 4 yılda bir seçim yapılmasının nedeni de o. Siyasi partiler devlet olmak için iktidar olmazlar. Devleti yönetmek için iktidar olurlar. Arada fark var.” değerlendirmesinde bulundu.

Türkiye’nin her anlamda kalkınması için kendisinin 4 ayaklı bir strateji öngördüğünü vurgulayan Kılıçdaroğlu, şunları söyledi:

“Can ve mal güvenliğini sağlayan sihirli sözcüğün adı nedir, demokrasi. Türkiye’de yargı bağımsızlığı var mı, yok. Yabancı geliyor mu, gelmiyor. Bizim iş adamlarımız yatırım yapıyorlar mı ? Bu tabloyu ortaya çıkaran siyasi atmosferin hepimizin sorunu olması lazım. Yargı bağımsızlığı olacak. Düşünce özgürlüğü olacak.

Stratejinin ikinci ayağı, üreten Türkiye. Türkiye’nin her anlamda üretmesi lazım. Üniversite bilgi üretecek, tarlada, sokakta üreteceğiz. Lokantada, otelde hizmet üreteceğiz. Sanatçı sanat üretecek. Üreten ülke güçlüdür. Üçüncü ayak güçlü bir sosyal devlet. Hiç kimsenin aç ve açıkta kalmadığı güçlü bir sosyal devlet. O zaman ürettiğimizi hakça bölüşeceğiz. Devlet dediğimiz kurum hiç kimseyi gelecek endişesiyle karşı karşıya getirmeyecek.

Stratejinin dördüncü ayağı sürdürülebilirlik. Yaptığınız yatırımları sürekli büyüteceksiniz. Demokrasi kültürünüzü sürekli büyüteceksiniz. Eski kavgaları bir tarafa bırakmak zorundayız ve artık helalleşmemiz lazım. Geleceğe bakmamız lazım. Haklı haksızı bırakalım.”

Siyasi iktidarların başarısının yarattıkları istihdamla ölçülebileceğini de aktaran Kılıçdaroğlu, “19 yılın sonunda siz 10 milyonu aşkın işsiz yaratmışsanız hangi başarıdan söz ediyorsunuz.” diye konuştu.

Paylaşın

Kılıçdaroğlu: CHP, Türkiye’nin ana direklerinden, temel taşlarından biridir

Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun Cumhuriyet Gazetesi’nden İpek Özbey’e verdiği röportajda, “CHP, Türkiye’nin ana direklerinden, temel taşlarından biridir. Ulu önder Mustafa Kemal Atatürk’ün kurduğu Cumhuriyetimizin siyasi kadrolarının evi CHP’dir. ” ifadelerini kullandı.

CHP’nin sağa kaydığı eleştirilerinin de sorulduğu CHP Lideri Kılıçdaroğlu, konuya ilişkin “Bu eleştirileri yapanların pek çoğunun solculuğu “sözde” solculuktur, gardrop Atatürkçülüğü gibi, gardrop solculuğu, kantin solculuğudur.” dedi.

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun Cumhuriyet Gazetesi’nden İpek Özbey’e verdiği röportajı şöyle:

Sizinle yine çok tartışmalı bir dönemin ardından buluşuyoruz. Önce kurultay, Millet İttifakı polemikleri ve tabii ki Muharrem İnce faktörü… Bir açıklama yaptınız ve iddiaları parti yönetimi olarak yanıtladınız. Muharrem İnce’yi disipline vermeyi düşünüyor musunuz?

Bu aşamada hayır.

Peki hangi aşamada?

Partiye zarar veren hiç kimseyi partide tutmak istemeyiz.

Muharrem İnce CHP’ye zarar veriyor mu, kime yarıyor bu kargaşa?

Bunun takdirini kamuoyuna bırakıyorum.

İnce, sizi muhalefetin tek adamı olmakla itham etti. Kurultay döneminde de bu yönde eleştiriler aldınız. Doğru mu, tek adam mısınız?

Öncelikle şunu söylemek isterim, kurultay, gerçekten de çok güzel bir atmosferde gerçekleşti. Pandemi döneminin tüm koşullarına uyuldu. Hiçbir yerden, medya mensupları dahil şikâyet gelmedi. Kurallara uyarak gereği yapıldı. Söylem olarak da son derece başarılı bir kurultaydı. “Kurultayı neden şimdi yapıyorsunuz?” diye eleştiriler geldi. “Partiler kongrelerini yapabilir” diye açıklama gelince, yaptık. Çünkü sonbaharda tablonun ağırlaşabileceğini görüyorduk, ki zaman bizi haklı gösterdi. Önümüzdeki dönemde, Covid-19’la ilgili olarak çok daha kötü bir tabloyla karşı karşıya kalabilir Türkiye.

Fotoğrafın geneline baktığımızda hiçbir siyasi partide genel başkana karşı bu kadar direnç gösterilmiyor. Niye CHP’de hep bir parti içi muhalefet, bir hareket var?

Demokrasinin gereğidir bu durum, olması gerekendir. Kişisel çıkar, kişisel ikbal amacı taşımadıkça her türlü eleştiriyi, her türlü muhalefeti anlayışla karşılamak tarihsel sorumluluğumuzdur. Çünkü Cumhuriyet Halk Partisi, Türkiye’nin ana direklerinden, temel taşlarından biridir. Ulu önder Mustafa Kemal Atatürk’ün kurduğu Cumhuriyetimizin siyasi kadrolarının evi CHP’dir. Ülkemizi çok partili siyasi hayata taşıyan parti, CHP’dir. Şimdi yeni bir devrime doğru yürüyoruz. Cumhuriyetimizi, kuruluşunun yüzüncü yılında demokrasiyle taçlandıracağız. Dolayısıyla demokrasiyi savunuyorsak önce parti içinde demokrat olacağız. Eğer bir yanlışlık varsa yanıtını veririz, yoksa gelen eleştirilerden ders çıkarırız. Bunu yapmazsak kuruluş felsefemize aykırı davranmış oluruz. Ana felsefemiz, ülkenin bağımsızlığı, ekonomik büyümeyi sağlamak, çok partili hayata geçmek, Cumhuriyeti demokrasiyle taçlandırmak. Dolayısıyla bu eksenden sapamayız. Bu eksen, milyonların benimsediği, içselleştirdiği eksendir. Bu ekseni belirleyen Mustafa Kemal Atatürk, çağdaş uygarlığı yakalamaktan, aşmaktan söz ediyor. Çağdaş uygarlığı, bilgiyle, bilimle aşarsınız. Üniversiteleriniz, insan kaynağınızla, güçlü bir ekonomiyle aşarsınız. Dünyada saygınlığı olan ülkeyi böyle inşa edersiniz. Türk Lirası’nın değer kazanmasını isterseniz bunun yolu da üretimden geçiyor. Üretimin bir ülkenin bağımsızlığı açısından ne kadar değerli olduğunu bilen de yine Mustafa Kemal ve arkadaşlarıydı. Osmanlı’nın bütün borçlarının sırtında olduğu en zor dönemlerde savunma sanayiinden tutun, şeker, kâğıt, demir çelik fabrikalarına kadar, savaş meydanlarında kazanılan zaferleri ekonomik zaferlerle taçlandırmışlardır. Bu ekonomik zaferler, Türkiye’ye dünya ölçeğinde saygınlık kazandırmıştır. Özetle ben parti içi eleştirilere, muhalefete demokrasi penceresinden bakıyorum. Dediğim gibi olması gereken budur. Pek çok partide böyle bir yaklaşım olmadığı, lidere bağlılık korkuyla ilişkili olduğu, liderin bizzat kendisi eleştiriden hoşlanmadığı için CHP’de kökleştirmeye çalıştığım eleştirel bakış açısı yadırganıyor haliyle. Ama Türkiye tüm bunları aşacaktır.

Partinizdeki muhaliflerden konu açılmışken… Selin Sayek Böke sizi eleştiren, size karşı hareket başlatan ekipte yer alıyordu. Genel sekreter seçilmesi de hayli şaşırttı. Burada hangi motivasyonla hareket ettiniz?

Özel bir motivasyana gerek yok. Selin Hanım, partili bir arkadaşımız. Avrupa Konseyi’nde ülkemizi ve partimizi başarıyla temsil ediyor. Sadece Selin Hanım’la ilgili değil, diğer pek çok arkadaşımızla geçmişte ve hatta bugün bile bazı konularda farklı düşünüyor olmamız, birlikte çalışamayacağımız anlamına gelmez. Eğer siz, az önce sıraladığım hedefleri gerçekleştirmek istiyorsanız ortaklaşmak zorundasınız. Birlikte çalışmak zorundasınız. Sizi eleştirdi diye eleştirenleri partinin dışına atarsanız, “Artık senin burada yerin yoktur” diye bir kin, öfke, önyargıyla yaklaşırsanız bunun adı zaten “siyaset” olmaz. Siyaset, kin ve öfkeyle yönetilecek bir alan değil. Tam tersine siyaset, gelen eleştirilerden ders almasını bilen bir yönetim anlayışıdır. Böyle yaparsanız başarılı olursunuz. Geçmişte bana muhalefet eden, kurultayda benim değil başka bir adayın kazanması yönünde imza veren, oy veren arkadaşlarım arasında hâlâ milletvekili olan, belediye başkanı olan, partimizin yönetim organlarında görev alan isimler var. Biz birlikteyiz. Demokrasiyi içselleştirmişseniz bunları olağan bulmalısınız.

Olağan buluyor ve hiç öfkelenmiyorsunuz, öyle mi?

Evet, öyle. Hiç öfkelenmiyorum, kimseye kin tutmuyorum. Hatta hiç öfkelenmediğim, en ağır eleştirileri yapmış arkadaşlarımla da çalışabildiğim, çalışmaktan memnuniyet duyduğum için en yakın arkadaşlarımdan zaman zaman eleştiri de alıyorum. (Gülerek)

Kurultayda PM dışında kalıp MYK’ye giremeyen Tuncay Özkan’a başdanışmanlık verdiniz. Sizin için neden vazgeçilmez bir partili Tuncay Özkan?

Hayır, az önce de söyledim, demokrasiyi içselleştirmişseniz, liyakate önem veriyorsanız, hiç kimse vazgeçilmez değildir. Tüm görevler ve görevlendirmeler için geçerlidir bu. Önce onun altını özenle çizeyim. Bugünkü koşullarda medya ve iletişim konularında en iyi görev yapacak arkadaşımız oydu. O çerçevede kendisine bir görev verdik. Yoksa kendisini partinin dışına itmek veya “seçilmedi” diye başka bir arayış içine girmek doğru değildi. Gördüm, çalışıyor. Ona yönelik ciddi eleştiriler yapılıyor ama o hiçbir TV kanalına çıkmıyor. Sadece işini yapıyor. Dolayısıyla arkadaşımız bu görevini sürdürecek.

Bu noktada, kurultay öncesi İstanbul İl Başkanı Canan Kaftancıoğlu’nun yaptığı “Tuncay Özkan’ın girmesini istemedim” açıklamasını hatırlatmam gerekiyor. Sorun mu var?

Doğru bulmadığımı söyledim.

İşinize müdahale olarak mı gördünüz?

Hayır, doğru bulmadığımı söyledim, o kadar.

“Dostlarınız”la ilgili de konuşalım: Sıraladığınız 13 maddede ortaklaşan herkesin dostunuz olduğunu söylediniz. Nerede ortaksınız anladık, peki, CHP olarak nerede ayrışacaksınız? Sonuçta bu bir tek parti değil, bir ittifak…

Sürece en başından bakmak gerekiyor. Eğer illa bir milat olacaksa, 16 Nisan referandumu kampanyasından günümüze, çeşitli nedenlerle CHP’ye uzak olan siyasal, toplumsal ve kültürel kesimlerle bir araya geldik. Öncelikli hedefimiz, önyargılarımızdan karşılıklı olarak kurtulmaktı. Hiçbir siyasi beklenti içinde olmaksızın, birbirimizi tanıma ve hatta bir helalleşme süreciydi bu. Bu, yıkılan önyargıların sonucudur, Millet İttifakı’nın son iki seçimdeki başarısı. İstanbul, Ankara, Adana, Mersin ve Antalya’nın kazanılması. Sonrasında ise Covid-19 sürecinde, “Alçakgönüllü Bir Uygarlığın İnşasına Çağrı” başlığı ile bir yazı kaleme almıştım. O yazıda, hem Türkiye hem dünya için yepyeni bir ekonomik ve siyasal yaklaşımı ortaya koydum. Sonrasında “Buhrandan Çıkış Çağrısı” yaptık. Son olarak da kurultayımızda İkinci Yüzyıla Çağrı Beyannamemizi açıkladık. Bu, sıradan bir 13 madde değildir. Türkiye’nin geleceğini tarif eden ve dostlarımızla birlikte oluşturacağımız iktidarımızda da yol haritamızı anlatan maddelerdir. Kurultayda da söyledim: Bu 13 maddenin altına imza koyan herkes, bizim dostumuzdur. İktidar çevresinden birçok tepki geldi, anlıyorum, telaşlanıyorlar. Çünkü iktidardan gideceklerini onlar da görüyor. Bakın İpek Hanım, en geç 2023’te seçim yapılacak. Dolayısıyla en geç 2023’te, biz, dostlarımız ile birlikte iktidara geleceğiz. Geçmişin kavgalarını, tartışmalarını, ayrışmalarını bir kenara bırakmak, asgari müştereklerde, belirli ilkeler çerçevesinde bir araya gelmek gerekiyor. Nedir o; güçlü bir demokratik parlamenter sistem, kadın-erkek eşitliği, kadına yönelik şiddetin ortadan kaldırılmasının devlet politikası olması, hukuk sistemimizin darbe hukukundan arındırılması, çağdaş ülkelerdeki demokratik kuralların bizim ülkemiz için de geçerli olması, yargının bağımsızlığı, Meclis’in vesayetten kurtulması ve TBMM’ye ilk kurulduğu günkü onur ve şerefinin iade edilmesi… Bunlar bizim ortaklaştığımız alanlar… Bunun sağı solu yok. Demokrasi, sağcısı için de solcusu için de geçerli. Demokrasinin dışına çıkanları diktatör diye adlandırıyoruz zaten. Demokrasiyi savunuyorsak demokratik yaşam benim için de geçerli, benim gibi düşünmeyen için de geçerli olmalı. Böyle düşünüyorsak sorun yok zaten. İttifak dediğimiz, “dostlarımız” dediğimiz şey bu. Yani Türkiye’yi “ikinci yüzyıla” hazırlayacak olan, bölgesinde ve dünyada güçlü kılacak insanların, partilerin birlikteliğidir. Ben böyle bakıyorum.

Bu ittifaklarla CHP’yi sağa kaydırdığınızı düşünenler var, ne diyorsunuz?

Hayatımda duyduğum en saçma şeylerden birisidir bu. Az önce ifade ettiğim parti içi demokrasiyi işletecek, taşeron işçileri gündeminin en baş konusu yapacak, apartman görevlileri için kadınlar için gençler için işçiler için gecenizi gündüzünüze katacaksınız.. Adalet için Ankara’dan İstanbul’a yürüyeceksiniz.. Herkes için ve her alanda adalet için mücadele edeceksiniz, sonra da yok CHP sağa kaymış. Bu eleştirileri yapanların pek çoğunun solculuğu “sözde” solculuktur, gardrop Atatürkçülüğü gibi, gardrop solculuğu, kantin solculuğudur. Biz “Taşeron işçilerine kadro” diyene kadar, kimsenin aklına gelmiyordu o kardeşlerimiz. Kimse “Bu ülkede 100 binlerce taşeron işçi var, onların hakları ne olacak” diye sormuyordu bile. Acaba emekliye iki maaş ikramiye, bu sözü söyleyenlerin aklına geliyor muydu? Toplumun en yoksul kesimi olan orman köylülerini gündeme getirmek, bu sözü söyleyenlerin akıllarına geliyor muydu? Bu sözü söyleyenler acaba kendi oturdukları binalarda apartman görevlilerinin sorunlarını biliyorlar mıydı? Toplumun en duyarlı, bugüne kadar sahip çıkılmamış her kesimine sahip çıktık. Bana söyler misiniz, bunun neresi sağcılık? Rakı masalarında Cumhuriyet Halk Partisi’ni eleştirmeyi asla kabul etmem ve doğru bulmam. Oturup, CHP’yi samimi olarak eleştirenleri dikkatle okurum. Çünkü onlardan öğreneceğim şeyler vardır. Ama oturup kendisine post tahsis edilmedi diye veryansın edeni samimi bulmam. Bunlardan dost da olmaz, partiye, ülkeye yarar da gelmez.

Örneğin Ayasofya açılışında çok tepki göstermemekle eleştirildiniz. Orada hedef alınan Atatürk’e sahip çıkmadığınız dahi söylendi. Sahiden de çok yüksek sesli bir tepki vermediniz..

İpek Hanım, neden tepki göstermediğimi anlatayım, ama önce şunu da ben sorayım: Ayasofya için tepki vermediğimiz için bizi eleştirenler kim, kim Allah aşkına? Ciddiye alınamayacak kadar ülke gerçekliğinden kopmuş, küçük bir grup. Atatürk’e sahip çıkmamakla ilgili bir durum değildir bu. Her bir CHP’li Atatürk’e azim ve kararlılıkla sahip çıkar. Her bir CHP’linin yolunu aydınlatan da Atatürk’ün düşünceleridir. Bundan kimsenin şüphesi olmasın. Ayasofya konusu ise bir oyundu, Ayasofya gibi kutsal bir mekânın siyasete alet edilmesiydi. Aslında Erdoğan, Ayasofya’yı ikbali için yani siyasetteki düşüşünü durdurmak için açıyordu. Biz bu oyuna gelmedik.

Geçmişte böyle bir refleks mi vardı?

Evet, vardı. Onlar bir şey söylediğinde ne tepki vereceğimizi gayet iyi biliyorlardı. Politikalarını bunun üzerine inşa ediyorlardı, biz bu oyunu bozduk. Yapıyorlar, bakıyorlar ki bekledikleri tepki gelmiyor. O zaman kendi kitlelerine anlatamıyorlar. Bu CHP, eski CHP değil. “Bu CHP var ya bu CHP, her şeye itiraz eder” diyemiyorlar. Tam tersine, şöyle bir sürece evrildik. Ülkenin sorunları var, bu sorunların nasıl çözüleceğini madde madde açıkladık. Ekonomik krizin ilk başlangıcında, Ağustos 2018’de, 13 maddeyle krizden nasıl çıkarız diye basın toplantısı yaptık. Şu anda bir buhran dönemi yaşıyoruz, bu buhranı nasıl aşacağımızın yol haritasını da çıkardık, Buhrandan Çıkış Çağrısı yaptık. Dolayısıyla biz sürekli eleştiren değil, Türkiye’nin sorunlarını nasıl çözebileceğimizi geniş kitlelere anlatan bir partiyiz şu anda. Ve ben bundan gurur duyuyorum.

Mesela Ayasofya meselesi: Diyanet İşleri Başkanı kılıç çekti, Atatürk’ü hedef aldı. O noktada ittifak ortaklarıyla nasıl bir çalışma içine girdiniz? Bir telefon trafiği mi başladı, “Bu konuda tepkimizi şu şekilde vereceğiz” diye bir yol mu belirlediniz?

Mustafa Kemal Atatürk hepimizin, vicdanı olan herkesin ortak değeridir. Mustafa Kemal Atatürk, Milli Kurtuluş Savaşı’nı verirken kendisiyle aynı şeyleri düşünmeyen arkadaşlarıyla birlikte mücadele etti. Ayrışmalar sonradan başladı. Mustafa Kemal de onları dikkatle dinledi, izledi. Biz, Diyanet İşleri ve Genelkurmay Başkanlığı’nı siyaset dışında tutarız. Hep öyle olmuştur, geleneksel bir tavırdır. Diyanet İşleri Başkanlığı’nın Mustafa Kemal Atatürk’ü dışlayıp hedef alması asla kabul edilemez. Bunu grup toplantısında da açıkladım. Bugünler aynı zamanda, Mustafa Kemal Atatürk’ün değerinin daha da iyi anlaşıldığı, onun öngörülerine daha da saygı duyulduğu günlerdir. Örnek vereyim, Z kuşağı diyoruz değil mi? Aslında hangi harfle adlandırılıyor olursa olsun, gençlerimiz Mustafa Kemal’in yıllar önce tanımını yaptığı, olmasını istediği gençlerdir. Ne diyordu? “Fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür.” Günümüzün gençleri tam da bu tarife uyan bir kuşaktır. Onlar her alanda özgürlük istiyor, kısıtlanmak istemiyor. O yüzden de Saray iktidarının baskıcı, kısıtlayıcı, engelleyici politikalarına teslim olmuyorlar. Zaten bizim görevimiz de onlara bu özgürlük alanlarını sağlamaktır.

CHP’de Atatürk düşmanları var mı?

Hayır efendim, yok. Olamaz!

PM’yi, DEVA Partisi lideri Ali Babacan ile uyumlu çalışmaya göre belirlediğiniz de iddialar arasında. Babacan ve Davutoğlu’yla Millet İttifakı’nın genişlemesi söz konusu mu?

Ciddiye alınacak iddialar değil bunlar. Hatta bence iddia bile değil. İddianın da bir ciddiyeti, bir ağırlığı olur, o da yok. Millet İttifakı genişler mi? Onu zaman gösterir, bugünden bir şey söyleyemem. İki parti de şu anda kuruluş aşamasında. Siz nasıl gazeteci olarak dikkatle izliyorsanız, biz de siyasetçi olarak dikkatle izliyoruz. Bu konuda bir söz söylemek, her şeyden önce o iki siyasi partiye nezaketsizlik olur. Nihayetinde, uzun yıllar ülke yönetiminde bulunmuş kadrolar tarafından kurulmuş iki ayrı siyasi parti. Süreç içinde siyasi kimliklerinin inşa sürecini tamamlayacaklar.

Bir önyargınız olmadığını anlıyorum…

Bizim kimseye karşı bir önyargımız yok, olmamalı da zaten… İlkeler üzerinden bakmalıyız, geleceğe. Geçmişteki kavgalar, tartışmalar, ayrılıklar üzerinden değil. Geçmişte olduğumuzdan farklı bir noktaya gelmişsek ve o nokta parlamenter demokrasi, şeffaflık, denetim, liyakat, yargı bağımsızlığı, herkes için ve her alanda adalet, hakkaniyet, kayırmacılığın ve israfın sona ermesi, herkese iş ve aş, tek bir çocuğun dahi yatağa aç girmeyeceği bir sosyal devlet anlayışı, kayıt dışı istihdamın sona ermesiyse kimseye önyargıyla bakamayız. Geçmişin hataları, yanlışları ile insanlar yargılanmamalı. Bizim AK Parti’ye karşı da bir önyargımız yok. Kendi kuruluş ilkelerine, parti programlarına baksalar, aslında bugün yaptıklarının tam tersinin kuruluş programlarında olduğunu görecekler. Tamamen saptılar. Bugün aslında AK Parti diye bir parti yok. Sadece bir kişi var, Erdoğan var. Birisi çıkıp Erdoğan’a “Efendim şurada bir yanlışınız var” diyebiliyor mu, diyemez. Erdoğan, bugün TBMM toplantısı eksi beş derecede yapılacak dese, kimse itiraz etmez, hepsi ellerini kaldırır. Orası bir parti değil, Erdoğan Kulübü. Erdoğan gider parti biter.

Kemal Bey, eski Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ile her hafta bir araya geliyor, uzun telefon konuşmaları yapıyormuşsunuz, gönlünüzdeki cumhurbaşkanı adayı da Abdullah Gül’müş, doğru mu?

Sayın Abdullah Gül, cumhurbaşkanıyken belli aralıklarla Cumhurbaşkanlığı Köşkü’ne davet eder, bizim gözümüzden Türkiye’yi ve Türkiye’nin sorunlarını dinlemek isterdi. Ben de aktarırdım, gizli kapaklı değildi zaten. Bir devlette olması gereken geleneği sürdürmek istiyordu. Neden? Çünkü cumhurbaşkanı devletin sigortasıdır, tarafsızlık için de yemin etmiştir. Cumhurbaşkanlığı’ndan ayrıldığı gün genel merkezimize geldi, vedalaştık, kendisini uğurladık. Herhangi bir kavgamız yok, yeri geldiğinde kendisini de eleştirdik, onu da söyleyeyim. Ayrıldıktan sonra en son kız kardeşimin vefatı dolayısıyla Sayın Gül aradı, başsağlığı dileklerini iletti. Kendisine teşekkür ettim. En son görüşme o zaman. “Her hafta görüşme” ve benzer iddiaları ortaya atanlar birilerinin kontrolü altında olan, ruhen de rahatsız şahsiyetler.

Peki, aklınızdan cumhurbaşkanı adayı olarak hiç Abdullah Gül geçti mi?

Şöyle ifade edeyim: Bize gelen böyle bir şey yok. Nereden çıktı ben de bilmiyorum. Abdullah Gül, isterse cumhurbaşkanı adayı olabilir tabii. Kalkıp, “Olamazsın” diyemeyiz ki…

Tabii olabilir de sizin partinizden olur mu?

Bu konuda bize gelen hiçbir şey yok. Olmayan bir konuda bir düşünce beyan etmemizin mantığı yok. Soru şu: Abdullah Gül’den neden bu kadar korkuyorlar?

Gül korkusundan çok mesele şu mu: Ekmeleddin İhsanoğlu’nun adaylığında doğru karar vermediğinizi düşünenler var ve tartışma bunun tekrarlanması üzerinden yürütülüyor…

Bugün Ekmeleddin Bey cumhurbaşkanı olsaydı Ortadoğu’da bu felaket olmazdı İpek Hanım. Ekmeleddin Bey, Türkiye’nin yetiştirdiği ender bilim insanlarından biridir. Başka ülkelerin, adına uluslararası yarışma düzenlediği, ödül verdiği bilim insanımızdır ama yeteri kadar anlatamadık. Önyargılarımız vardı, vesaire. Dünya görüşüne katılırsınız, katılmazsınız ama Ekmeleddin Bey’in saygınlığı konusunda bugün de bir endişem yoktur.

Abdullah Gül’den korktuklarını mı düşünüyorsunuz?

Ee, bu kadar gündeme getiriyorlarsa korkuyorlar demektir.

Sizin gönlünüzde cumhurbaşkanı olmak yok mu?

Bizim bir ittifakımız var, adına “Millet İttifakı” diyoruz. Bir ittifak yaptıysanız kararları ittifakın liderleriyle beraber alırsınız. “Ben yaptım, oldu” derseniz onun adı ittifak olmaz. Bu akılcı, önyargısız bir yanıttır. Bu yanıtın temelinde kişisel hiçbir beklenti ve çıkar ilişkisi yatmaz. Bu yanıtın temelinde Türkiye’nin aydınlığa kavuşması ideali yatar. Altını çizerek şunu söylemek istiyorum: Yeri geldiğinde herkes özveride bulunmak zorundadır! Çünkü Türkiye’den daha değerli hiçbir şey yoktur.

Siz de dostlarınız da yeri geldiğinde özveride bulunmak zorundasınız, öyle mi?

Elbette. Siz Türkiye’yi bugün içinde bulunduğu tablodan çıkarmak ve Türkiye’yi kısa sürede bölgenin en güçlü, dünyanın saygın ülkelerinden biri haline getirmek istiyorsunuz. Bunu kiminle, dostlarınızla yapacaksınız. Bugün Türkiye’nin içinde bulunduğu tablo bir partiyi aşan tablodur. Bu tablo içinde tüm değerlendirmelerimizi yapmamız gerekiyor. Bu kadar hapiste gazeteci varsa, mahkeme kararları açıkça uygulanmıyorsa, bu da saraydan kaynaklanıyorsa Türkiye’de hepimizin oturup düşünmesi lazım.

Bahçeli’nin, Erdoğan’ın ittifak ortağınız Meral Akşener’e yönelik “eve dön” çağrısını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Gidici olduklarını gördükleri için bunu yapıyorlar. Meral Hanım da arkadaşları da bunu görüyor zaten.

Erken seçim bekliyor musunuz?

Türkiye 2023’e kadar bu buhranı zor taşır, ama erken seçime gidemezler. Çünkü erken seçime gittikleri taktirde ortaya çıkacak tablonun farkındalar. Erdoğan ailesi iktidardan gitmenin maliyetini çok iyi biliyor.

CHP Genel Başkanı olarak sizin bugün bir erken seçim talebiniz var mı?

Yerel seçimlerden sonra genel seçimler yarın yapılacakmış gibi tüm hazırlıklarımızı yapıyoruz. Yarın karar alsınlar, biz hazırız.

Diyelim bugün seçim oldu ve kazandınız, ilk icraat parlamenter sisteme dönüş, peki, sonra?

Siyasi ahlak yasasını çıkaracağız. Siyaseti kirlilikten arındırmamız lazım. 83 milyon kişinin rüşvet aldığını bildiği bir kişinin Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni temsil etmek üzere büyükelçi olarak atanması tarihimiz için yüz karasıdır. Seçimler olduğunda göreceksiniz, Türkiye’yi ayağı kaldıracak projeler açıklayacağız. Bu projelerin nasıl finanse edileceği, ne kadar sürede yapılacağı, ne kadar istihdam yaratacağı uluslararası saygın kuruluşların onayını alarak açıklayacağız. Aynı zamanda “İkinci Yüzyıla Çağrı Beyannamesi” ile de yol haritamızı açıklamış olduk. Orada sıraladığımız 13 maddenin gereği neyse, vakit kaybetmeden hayata geçireceğiz.

Erdoğan kulübü diyorsunuz, orada işler nasıl gidiyor sizce?

Çok fena. Erdoğan Kulübü de değil Erdoğan Ailesi Kulübü…

Son konuşmalarınızda hep “Damadı görevden al” diyorsunuz.

Türkiye için istiyorum bunu. Bakın bunu dünyada hiçbir muhalefet partisi yapmaz, yapmamıştır da zaten… Biz, iktidara krizden çıkışın yolunu da gösterdik. Çünkü biz ülkemizi seviyoruz. Sosyete damadın görevden alınması gerektiğini de yine aynı gerekçeyle söyledim. Düne kadar “Türk Lirası karşısında dolar değer kazandıkça bunu dış güçler yapıyor” diyorlardı. Bugün tam tersini söylüyorlar. Dolar değer kazansın, Türk Lirası değer kaybetsin, bu bizim işimize gelir diye düşünüyorlar. Halka yalan söylüyorlar. Devleti yöneten bir aile millete yalan söylüyorsa o koltukta oturamaz. Başta vicdan sahibi AK Partililerin oturup düşünmesi lazım. Ya düne kadar siz dış güçler operasyon yapıyor diyordunuz, bugün memnunuz diyorsunuz. O zaman sizi dış güçler mi yönetiyor? Neden halka yalan söylüyorsunuz?

AKP seçmeninde bir değişiklik görülüyor mu?

Mutfakta yangın var. Yurttaş, izlenen kötü siyasetin bedelini öder hale geldi. AKP’den beslenen dar bir çevre hariç AKP seçmeni de bu halde. AKP’den beslenenler memnun, dolar arttıkça onların gelirleri de artıyor. Erdoğan’ın serveti de artıyor. 83 milyon bir avuç insana çalışıyor. AKP’li bunu görüyor, mutfağında, tenceresinde görüyor. Erdoğan’a “Damadı görevden al” diyorum ama bir şey daha söyleyeyim. Erdoğan ailesi memleketi seviyorsa yurtdışındaki servetini Türkiye’ye getirsin. Milyarlarca paraları var.

Bundan nasıl bu kadar eminsiniz?

Şunun için eminim: Trump, “Senin servetini, mal varlığını inceleyeceğiz, aklını başına al” dediğinde Erdoğan hiç sesini çıkarmadı. Erdoğan ailesinin Türkiye’ye vergi açısından da ihanet ettiğini çok iyi biliyoruz. Man Adası’ndaki olay buydu. Vergi cennetlerinden gelecek paranın vergilendirilmesini sağlayacak kararname 2006 yılından bu yana çıkarılmıyor (Kurumlar Vergisi Kanunu madde 30/7). Çünkü Erdoğan Ailesi, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne vergi ödemek istemiyor.

“Türkiye’de yaşayıp gelecek güvencesi olmayan bir kişi bırakmayacağız” diyorsunuz. Nasıl olacak bu?

Aile destekleri sigortasıyla yapacağız. Türkiye, bu sigorta dalını öngören 102 sayılı İLO sözleşmesini 1971 yılında parlamentodan geçirmiş. Orada, dokuz sigorta dalından bahseder. Sekizinci sigorta dalı, işsizlik sigortası rahmetli Ecevit döneminde kabul edilerek hayata geçirildi. Uygulanmayan tek sigorta dalı aile destekleri sigortasıdır. Uygulandığı taktirde hiçbir bireyin gelecek endişesi olmayacak. Herkes sosyal devletin koruması altında olacak. 1971-2020 neden aile destekleri sigortası yasası çıkarılmıyor? 18 yıldır tek başına iktidarlar, neden bunu çıkarmıyorlar? Yoksullara yardım yapıyorlar. Aslında yoksullara yardım yapmıyorlar, yoksulluğu yönetiyorlar. Yoksullara verdikleri küçük yardımlarla yoksulları kendilerine bağımlı hale getirip, iktidarlarını sağlamlaştırıyorlar. Sosyal devlette vatandaş, yoksulluğunun giderilmesini ister siyasi otoriteden. Anayasa, “Sosyal güvenlik herkesin hakkıdır” diyor, bitti. Bunlar yardımları hak olmaktan çıkarıp, lütuf haline getiriyorlar. Vatandaşa bunu anlatmamız gerekiyor. Sosyal devlet sana iş bulmalı, geçineceğin geliri sana sağlamak zorunluluğu var. Sosyal devlet budur zaten.

ABD başkan adayı Biden’ın aylar önce verdiği “Erdoğan’ı yenmeleri için muhalifleri desteklemeliyiz” demeci birden gündeme geliverdi. Nasıl değerlendiriyorsunuz?

Bir defa şunu açıkça söyleyeyim: Joe Biden haddini aşmıştır. Türkiye’de muhalefete destek verecek yegâne kaynak, millettir. Bizi başka siyasilerle, Türkiye’yi de başka ülkelerle karıştırmamasını öneririm. Çünkü biz “Bağımsızlık benim karakterimdir” diyen Mustafa Kemal Atatürk ve arkadaşlarının kurduğu bir ülkeyiz. Siyaseti de okyanus ötesinin çıkarları için değil, milletimizin çıkarları için yaparız. Joe Biden, Erdoğan’ın değirmenine su taşımaktan vazgeçsin.

Paylaşın

Kılıçdaroğlu ve Destici’den ortak basın açıklaması

Haber Merkezi / Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, Büyük Birlik Partisi (BBP) Genel Başkanı Mustafa Desteci ve beraberindeki heyeti kabul etti. İki lider toplantı sonrası ortak basın açıklamasında bulundu.

Basın açıklamasına “Sayın Destici ve arkadaşları bir ziyaret gerçekleştirdiler, son derece mutluyuz, bunu önce ifade etmek isterim.” ifadeleriyle başlayan CHP Lideri Kılıçdaroğlu, “Siyasi partilerin Türkiye’nin sorunları konusunda bir araya gelmeleri, oturmaları, konuşmaları, çözüm üretmeleri, demokrasimiz açısından son derece değerlidir” dedi.

“Bizim bugünkü ziyaretimizin ana sebebi yeni anayasa konusu. Biliyorsunuz, Sayın Cumhurbaşkanımız Türkiye’nin artık yeni bir anayasa yapması gerektiği noktasında bir çağrıda bulundu.” ifadeleriyle basın açıklamasına başlayan BBP Lideri Destici ise, “Biz daha önce de ifade ettik, bu çağrıyı olumlu ve samimi bulduğumuzu ifade ettik.” dedi.

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, BBP Genel Başkanı Mustafa Desteci ve beraberindeki heyeti kabul etti. İki lider toplantı sonrası ortak basın açıklamasında bulundu.

Kılıçdaroğlu’nun konuşmasından satır başları şöyle:

“Sarayın memurları benim muhattabım değil. Dolayısıyla ona cevap vermeyi doğru bulmuyorum.

Şehitlerimiz hepimizin şehidi, bölücü terör örgütünü hep beraber kınamalıyız. Kullandığımız dil devletin diline uygundur, sarayın diline uygun değildir. Açarsanız Genelkurmay Başkanlığı’nın sitesini aynı şeyi der, ‘bölücü terör örgütü’ der. Aynı şeyi biz de kullanıyoruz.

Biz terör örgütünün reklamını yapmak zorunda değiliz, Türkiye’nin birliğinden, bütünlüğünden yanayız. Sayın Erdoğan’ın beni eleştirmesini onun açısından anlayışla karşılıyorum çünkü verilemeyecek hesabı var.

Ben soru sordum, kimseye hakaret etmedim. Ben sadece soru sordum. Ben sokaktaki vatandaşın sormasını istediği 5 soruyu sordum. Ben demiyorum; Erdoğan diyor, ‘başarısız olduk’ diyor.

Biz de sorumlusu kim diye sorduk? Meksika’ya gidip başka Türkiye’de başka konuşamazsınız. Orada siyasiler sorumluysa Türkiye’de de siyasiler sorumludur.

“13 şehit var, bunu başarı diye yutturmaya çalışıyorlar”

Şimdi ben kalkıp da ordumuzu, Genelkurmay’ı, Silahlı Kuvvetler’i mi eleştireceğim? Onlar siyasetin emrindedir. Siyaset talimat vermiş onlar da gereğini yapmışlardır. En tepedeki kim? Erdoğan, sorumlusu da odur. 13 vatandaşımıza ‘esir’ diyor.

Siz ne zamandan beri bir terör örgütünü meşru muhattap olarak görüyorsunuz? Bunun üzerinde kim durdu? Erdoğan, ‘rehin’ lafını kullanmıyor, ‘esir’ lafını kullanıyor. Ben desem kim bilir ne olurdu? Akli bali olan herkes bilir ki; burada bir başarısızlık vardır. Bunu dillendiren de Sayın Erdoğan’dır.

Başarısızlığın faturasının talimatı verene kesilmesi gerekir. 13 şehit var, bunu başarı diye yutturmaya çalışıyorlar.

Ben millet adına soru sordum, niye bu sorulardan bu kadar alındılar onu da anlamıyorum. Hala cevabını almış değilim 5 sorunun cevabını Erdoğan’dan yine bekliyorum. Hakarete gerek yok. 5 sorunun cevabını bana değil millete verecek zaten.

Bu soruların yanıtını bulamadığım için 5 sorunun cevabını hâlâ bekliyorum. İster Erdoğan verir ister onun yetkilendirdiği biri verir.

Soruyorum ya siz İstanbul seçimlerinde gittiniz bölücü terör örgütünün ele başından mektup aldınız ‘bize destek ver’ diye. Kardeşim İstanbul seçimleri için destek istiyorsun da 13 kişiyi serbest bırakın diye bir çağrı mektubu, bir açıklama istemiyorsun?

Trump telefon etti papazı hemen bıraktın. Papazı verirken, ‘ben sana papazı hemen veriyorum sen de şu 13 tane arkadaşımızı bize iadesini sağla diyemez miydin? Ben bunu sorunca kızıyor.

Ne yaparsa yapsınlar inandığım yoldan, 13 şehidimizin hakkını hukukunu hayatımın son anına kadar savunacağım. Kendi ülkesi için hayatını veren insanların sorumluluğunu birilerinin üstlenmesi gerekiyor.

“Terörle mücadele hepimizin ortak meselesi”

BB Partisi Lideri Destici ise şunları ifade etti:

Bu sürecin başlayabilmesi için siyasi ortamın yumuşaması lazım. Meclis’teki bütün partilerin katılımıyla ortak bir siyasi partiler yasası hazırlanarak bu gerçekleştirilebilir.

Biz geçtiğimiz hafta İYİ Parti ve daha sonra Demokrat Parti’yi ziyaret ettik. Görüşlerimizi orada da belirttik. Biz CHP’nin sürece katkısını çok önemsiyoruz.

Terörle mücadele hepimizin ortak meselesi. Bu meselede en önemli sorumluluğumuz bir siyasetçi olarak bir ve beraber hareket etmektir. Asıl hedef alınması gereken evlatlarımızı kahpece öldüren terör örgütüdür.

Kınanması gereken PKK’dır. Bu üzüntülü hadisede bile gördük ki PKK’nın Meclis’teki uzantısı HDP bunu kınamaktan geri durdu. Bazen ağzımızdan sehven bazı ifadeler çıkabilir bunun peşine düşüldüğü zaman bizim aleyhimize de kullanılabilir.

Fotoğraflar: chp.org.tr

 

Paylaşın

Kılıçdaroğlu’ndan Erdoğan’a beş ‘Gara Operasyonu’ sorusu

Haber Merkezi / CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, partisinin TBMM’deki grup toplantısında yaptığı konuşmada Gara Operasyonu nedeniyle Cumhurbaşkanı Erdoğan’a 5 soru yöneltti. Kılıçdaroğlu, konuşmasının devamında “Bu soruların cevabını millet  adına ondan bekleyeceğim.” dedi.

CHP Lideri Kılıçdaroğlu, grup konuşmasında konuya ilişkin yaptığı açıklamalarından satır başları şöyle:

Gara şehitlerimiz var. 5-6 yıldır terör örgütünün tuttuğu erlerimiz. 5-6 yıldır ne yapıldı? 5-6 yıldır defalarca hatırlatılmasına karşın ne yapıldı? Şimdi bunların tamamı hayatını kaybetti. Şehitlerin ailelerinin bulunduğu evlere kor ateşi düştü. Hepimiz yanıyoruz, içimiz yanıyor. Bizim toplumumuzda şehitlerin ayrı bir yeri vardır. Bir tweet üzerinden kıyameti kopardılar. Hangi ahlak, bilgi, erdem, inanç… Emin olun anlamakta zorlanıyorum.

Aileler defalarca geldiler, her kapıyı çaldılar. Bana da defalarca geldiler. Malatya’da da geldiler. Arkadaşlarımızı görevlendirdik. Basın toplantıları yaptılar. Olaya iktidarın el atması gerektiğini söyledik. Bu çerçevede bir çaba harcayın dedik. Elimizden gelen her şey yapıldı. Basın toplantıları yapıldı. Çocukları terör örgütünün elinde olan ailelerle basın toplantıları yapıldı, soru önergeleri verildi. Her soru önergesi sıradan olayın özüne inmeyen “terör örgütleriyle mücadeleye yönelik keşif, operasyonel faaliyetler azim ve kararlılıkla devam etmektedir.” soru önergesinde bu yazıyor.

Şehit olan bu kardeşlerimizin öldüğü haberi geldi. Önce şunu düşündüm. Nerede, nasıl bu kardeşlerimiz şehit oldular. Bilgiler parça parça önümüze gelmeye başladı. Açıklamayı Malatya Valisi yapıyor. Niçin? Bu ülkenin Cumhurbaşkanlığı koltuğunda oturan bir kişi var, MSB koltuğunda oturan bir kişi var, İçişleri Bakanlığı koltuğunda oturan bir kişi var. Benzer bir durum İdlib’de olmuştu. Açıklamayı korkudan hiç kimse yapmıyor, Hatay Valisi yapıyor. Çünkü kusurlarını biliyorlar, eksikliklerini biliyorlar. Bir olay çok önemlidir.

Erdoğan “bir müjde vereceğim” dedi. Ama bunların tamamı şehit oldu. Açıklama yapmaktan korktular. Devleti yöneten birisi, “Çarşamba günü çok önemli bir şey yapacağım” diye bir açıklama yapmaz. Operasyonlar gizli yapılır, kimseye haber verilmez. Rahmetli Ecevit, terör örgütünün başındaki kişiyi alıp getirirken bile eşine haber vermemiştir. Devlet böyle yönetilir. Bırakın devleti bunlar bir köy bile yönetemezler. Her alanda ayrıştırdılar şehit üzerinden de ayrıştırıyorlar. Çok tehlikeli bir tutum bu.

Daha defnedilmemiş, yaralar tazeyken bunu yapıyorlar. Talimat üzerine yapıyorlar. Sarayın talimatı üzerine yapıyorlar. Ben üzülüyorum, içim acıyor. Şehitler gelmiş, daha cenazeler kalkmamış kavga ediyorlar, “sen-ben” kavgası mı bu? Kinle, öfkeyle devlet yönetilmez. Devlet bilgiyle, birikimle, sevgiyle yönetilir. Devleti yönetenler her türlü eleştiriye açık olmak zorundadırlar.

Erdoğan sanki bu olaylar hiç olmamış gibi beyefendi kahvaltıya gidiyor. Bir yaylaya kahvaltıya gidiyor. Rize’yle Trabzon arasında her 15 metreye bir polis dikiyorlar. Cumhuriyet tarihinde görülmemiş bir şey. Ya sen kendi vatandaşına güvenmiyorsun. Şikayeti görev yapan polisler söylüyor. Böyle bir garabet hiç yaşanmadı ve biz yaşıyoruz.

13 şehidimiz var umrunda bile değil. Sonra Rize kongresi. Bütün vatandaşlarımdan özellikle rica ediyorum, o kongreyi internetten izleyin. O gülüşmeler, o kahkahalar, o fıkralar… Ya 13 kişi hayatını kaybetti. Hangi ahlaka göre yapıyorsunuz siz bunu, hangi inanca göre yapıyorsunuz.

Güle oynaya kongre yapıyorlar. Şehit annesini telefonla bağlatıyorlar. Erdoğan’ın keyfi yerinde, anne ağlamaklı. Ders vermeye kalkıyor. Allah bu millete sabır versin. Bir şehit annesi ya. Onu propaganda malzemesi olarak kullanıyor. Şehitlere ne kadar yakın olduğunu anlatmak için kullanıyor. Oysa bütün Türkiye nasıl eğlendiğini, nasıl keyif içinde olduğunu görüyor. Askerlerimiz, polislerimiz, sivillerimiz hayatını kaybetmiş. Bırakın bu anne matemini yaşasın.

Şunu söylüyor “Oğlunuz şehit oldu siz bu şerefi yaşadınız.” Lafa bak. E o şeref en çok sana yakışıyor. Göndersene çocuklarını askere. Niye bedelli askerlik yaptırdın? Eğer sen böyle bir şerefi kabul etmek istiyorsan, yaşamak istiyorsan çocuklarına bedelli yaptırmazsın gönderirsin askere, Irak’a gönderirsin. Neden bu ülkede hep fakir fukaranın çocukları bedel ödüyor da varsılların çocukları bedel ödemiyor. Erdoğan’a beş soru soracağım. Bu soruların cevabını millet  adına ondan bekleyeceğim.

“Bu işin sorumlusu kim?”

Soru 1: Bölücü terör örgütünün tam 5,5 yıl elinde tuttuğu vatan evlatlarını kurtarmak için başbakan veya cumhurbaşkanı olarak ne yaptınız?

Soru 2: Terör örgütünün başı Abdullah Öcalan’dan seçimlerde size yardımcı olması için mektup dilenirken neden vatan evlatlarının serbest bırakılması için çağrı yapmasını istemediniz. İstanbul seçimleri sizin için 13 vatan evladından daha mı kıymetliydi?

Soru 3: Yıllarca dostum Trump diye böbürlenip durdunuz. Neden dostluğunuzu vatan evlatlarımızı terör örgütünün elinden kurtarmak için kullanmadınız. Bölgede Amerikalılar çok güçlü, senin de en yakın dostun Trump.

Soru 4: Daha önce benzer hadiselerde sorunun çözümünde büyük katkıları olmuş İnsan Hakları Vakfı, İnsan Hakları Derneği ve Mazlum Der gibi ulusal insan hakları örgütleri ile Uluslararası İnsan Hakları Örgütlerinden terör örgütünün elinde tuttuğu evlatlarımıza zarar gelmemesi ve serbest bırakılmaları için en azından çağrıda bulunmak hiç mi aklınıza gelmedi?

Soru 5: Dün Rize’de yaptığınız açıklamalardan sınır ötesi operasyonun hedeflerinden birinin de şehit olan 13 evladımızın kurtarılması olduğunu ancak başaramadığınızı söylediniz. 13 vatandaşımızın kurtarılması amacıyla başlatılan operasyondaki başarısızlığı kim üstlenecek? Bu işin sorumlusu kim?

Kurtarma operasyonuna gidiyorsun bütün rehineler ölüyor. Akıl tutulması var burada. Gidiyorsun rehineleri kurtarmaya, bütün rehineler ölüyor. Korkudan hiç kimse açıklama yapmıyor, vali açıklama yapıyor.

Davulla zurnayla rehine mi kurtarılır Allah aşkına. Rahmetli Ecevit Kıbrıs çıkarmasını yaparken eşine bile haber vermemiştir. Bu davulla zurnayla harekat başlattık diyor. 13 şehidimizin sorumlusu Recep Tayyip Erdoğan’dır, kimse başka bir şey düşünmesin. Bu beş sorunun cevabını bekliyorum. Bu millet bekliyor.

Paylaşın

Kılıçdaroğlu, Akar’ı makamında kabul etti

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu ile Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar ve beraberindeki heyeti, CHP Genel Merkezi’nde bir araya geldi.

Yaklaşık bir saat süren görüşmede CHP Lideri Kılıçdaroğlu’na, CHP Genel Başkan Yardımcıları Oğuz Kaan Salıcı, Bülent Kuşoğlu ve Ünal Çeviköz eşlik etti.

Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar, görüşme sonrası yaptığı açıklamada, Suriye’nin kuzeydoğusunda yürütülen Barış Pınarı Harekatı’na ilişkin bilgi verdiğini ve CHP Lideri Kılıçdaroğlu’nun görüşlerini dinlediğini söyledi.

Bakan Akar, açıklamasının devamında, “Biz başından beri ifade ettiğimiz gibi Suriye’nin toprak bütünlüğüne saygılıyız, bundan kimsenin şüphesi olmasın. Bizim burada yapmaya çalıştığımız tek şey, 82 milyon halkımızın, ülkemizin, hudutlarımızın güvenliğini sağlamak, bu amaçla çalışıyoruz.” ifadelerini kullandı.

Paylaşın

Kılıçdaroğlu’na linç girişimi raporu açıklandı!

CHP Grup Başkanvekili Engin Özkoç, CHP Linç Girişimini Araştırma Komisyonu üyeleriyle birlikte TBMM’de basın toplantısı düzenledi.

Düzenlenen basın toplantısında, CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’na şehit cenazesinde gerçekleştirilen linç girişimine ilişkin hazırlanan rapordan bilgiler verildi.

CHP Grup Başkanvekili Özkoç, basın toplantısında, olay yerindeki bütün görüntü kayıtlarını, fotoğraf ve tanık ifadelerini incelediklerini, devlet töreni yönetmelik, yönerge ve teamüllerini araştırdıklarını, mevcut tablo ile olması gerekeni karşılaştırdıklarını anlattı.

Rapor çalışmamıza paralel olarak Kılıçdaroğlu’nun tören alanına girdiği andan, evden çıkarıldığı dakikaya kadar her adımını kesit analizleriyle ortaya koyan bir belgesel hazırladıklarını ve önümüzdeki hafta yayımlanacağını bildiren Özkoç, raporun içeriğine ilişkin şu bilgileri verdi:

“Rapordaki somut delil ve tespitler ile belgeseldeki açık görüntüler, Genel Başkanımıza yönelik planlı bir linç girişiminin gerçekleştirildiğini ortaya koymaktadır.

İlk olarak, şehidimiz Yener Kırıkçı için cenaze namazının, 20 Nisan Cumartesi günü, ikindi namazını müteakip Çubuk Merkez Cami’nde kılınması kararlaştırılmıştı. Daha sonra Valilik tarafından cenaze namazı; “garip bir tesadüf” oluştaracak şekilde; İstanbul Maltepe’deki Halk Buluşmasıyla aynı gün ve saate, 21 Ağustos günü öğle namazına çekilmiş, yeri de Merkez Cami’nden 3 bin nüfuslu küçük bir köy olan Akkuzulu Köyü’ne alınmıştı.
10 binden fazla insanın katıldığı cenaze töreni için Ankara’nın çeşitli merkezlerinden taşıma yapıldı.

“15 şüpheli belediyede şöfor”

Gözaltına alınan şüphelilerden 15 tanesi’nin Ankara Büyükşehir Belediyesi’nde şoför olarak görev yapıyor olması, taşımayı kimlerin, ne şekilde organize ettiğini göstermektedir.

Genel Başkanımız Kemal Kılıçdaroğlu dahil, Milli Savunma Bakanı, Milli Eğitim Bakanı, Genelkurmay Başkanı, kuvvet komutanları, emniyet genel müdürü ve çok sayıda milletvekilinin katılacağı bilinen bir cenaze töreni için, yönergelerde bulunması gereken güvenlik koridorları oluşturulmamış, güzergah ve yol trafiğe açık tutulmamamıştır.
Genel Başkanımızın cenaze törenine katılmasıyla birlikte başlayan provokasyona, imamın defalarca cemaate çağrı yapmasını gerektirecek açık tabloya rağmen müdahale edilmemiş, cenaze namazı bile zorlukla kılınabilmiştir.

“Bakanlar, şehidi selamlamadan alandan ayrıldı”

Cenaze namazının ardından da devlet töreni yönetmelik ve yönergelerine göre, şehidinin naaşının konulduğu top arabasını takip etmesi ve son kez selamlaması gereken protokol, tam ters istikamette güvenlik şeridi içinde tören alanını terk etmiştir.

Genel Başkanımız, koruma ekibine çizilen güzergahı takip etmiş ve açık bir şekilde kontrolsüz kalabalığın içine sürüklenmiştir.

“Taş ve sopalar da görüntülerde açıktır”

Genel Başkanımızın yönlendirildiği güzergahta ve top arabasının arkasında hiçbir güvenlik koridoru yer almamıştır.
Hem kitapta hem de belgeselde açık bir şekilde görüleceği üzere, Genel Başkanımız kalabalığın içine itildikten sonra aynı yüzler, belli bir organizasyon içinde; kortejin önünde kolkola girerek basınç yaratmak, işaretle birbirlerine genel başkanın yerini göstermek, duvar üzerinde birbirlerini yönlendirmek yoluyla linci gerçekleştirmeye çalışmışlardır. Taş ve sopalar da görüntülerde açıktır.

Genel Başkanımız ve beraberindekilerın sığındıkları eve; Savcılık kayıtlarına göre bölgede bulunan 700’den fazla güvenlik görevlisinin, 1,5 saat müdahalede bulunmaması, evin etrafında güvenlik çemberinin dahi oluşturulamaması, hiçbir şekilde açıklanabilir bir tablo değildir.

Emniyet Genel Müdürü’nün açıklamaları

Buradaki bir diğer dayanağımız; dönemin Emniyet Genel Müdürü Celal Uzunkaya’nın olaydan bir gün sonra verdiği röportajdır.

Uzunkaya bizzat kendi ifadesiyle jandarmanın evin önündeki kalabalığa müdahale etmediğini ve kendisinin devreye girmek zorunda kaldığını belirtmiştir.

Uzunkaya’nın ardından, 1 saat 15 dakika Köy Konağı’nda bekledikleri anlaşılan, Savunma Bakanı Hulusi Akar, Milli Eğitim Bakanı Ziya Selçuk ve AKP Genel Sekreteri Fatih Şahin, Genel Başkanımızın bulunduğu evin önüne gelerek, süreci noktaladı.

Akar’ın o hadsiz konuşmasının ardından Genel Başkanımız evden çıkarıldı. Jandarma bölgesinde, Emniyet zırhlı aracıyla güvenli bir alana götürüldü.

“İşlenmiş 11 suç var”

Aktardıklarım; açık Linç girişimi, raporumuzda belgeler ve somut dayanaklarla, belgeselde de tartışmaya yer bırakmayacak görüntülerle ortaya konulmuştur.

Ortaya koyduğumuz deliller üzerinden, bir iddia değil, hukuki tespit olarak söyleyebiliriz; 21 Nisan 2019 günü Çubuk’un Akkuzulu Köyü’nde şu suçlar işlenmiştir;

– Öldürmeye Tam Teşebbüs (TCK 82/g) suçu
– Halkı Kin ve Düşmanlığa Tahrik (TCK 216/1) suçu
– Kasten Yaralama (TCK 86/2-3d) suçu
– Hakaret (TCK 125/3a,b-4) suçu
– Mala Zarar Verme (TCK 152/1f,g) suçu
– Kişiyi Hürriyetinden Yoksun Kılma (TCK 109/2-3b,c) suçu
– Siyasi Hakların Kullanılmasının Engellenmesi (TCK 114/2 ve 119/1c)
– İnanç, Düşünce ve Kanaat Hürriyetinin Kullanılmasının Engellenmesi (TCK 115-119),
– Memura Etkin Direnme (TCK 265),
– Görevi Kötüye Kullanma (TCK 257)
– Suç İşlemek Amacıyla Örgüt Kurma/Örgüte Üye Olma (TCK 220)

Bu açık tabloya rağmen bugün Genel Başkanımıza yönelik linç girişimiyle ilgili yargılama sürecinde, tutuklu tek bir sanık yoktur. Yumruk atan Osman Sarıgün dahil.

“Soylu için suç duyurusunda bulunduk”

Biz, Çubuk Cumhuriyet Başsavcısına tüm şüphelilerin tutuklanması talebiyle başvuruda bulunduk. Sonuç alamadık. Hakimler Savcılar Kurulu’na şikayette bulunduk. Sonuç yok.

Olay günü görevli İl Jandarma Komutanı, İl Emniyet Müdürü ve tüm görevlilerle ilgili suç duyurusunda bulunduk. Hala bekliyoruz. Ve bizce en önemlisi, sorunun, toplumsal gerilimin zeminini yaratan söylemleri nedeniyle İçişleri Bakanı Süleyman Soylu için suç duyurusunda bulunduk.

CHP’li il başkanlarını şehit cenazesine almayın talimatından başlayarak tehdit ve hakaretlerini sıraladık ve Bakan’ın yargılanmasını istedik. Halkı kin ve nefrete alenen tahrik gerekçesiyle yaptığımız suç duyurusuna, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’ndan verdiği yanıt, ülkemizin içinde bulunuğu tablonun özeti niteliğindedeydi.
Başsavcılık, “Müracaata konu olayın, İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun bakanlık göreviyle ilgili işlerden kaynaklandığı, Bakanlar hakkında görevlerinden kaynaklanan isnatlara ilişkin soruşturma yetkisinin TBMM’de olduğu” gerekçesiyle soruşturma ve kovuşturmaya yetkim yok dedi.

Yani, yargı, Soylu’nun “çirkef”, “düzenbaz”, “boğazına ne takacağız o görecek” sözlerini, şehitlerimizin cenazesine siyaset sokmasını, İçişleri Bakanı’nın görevi saydı.

Biz, bu yanıtı Anayasa Mahkemesi’ne götürdük, bekliyoruz. 6 ay geçti ortada iddianame yok, bekliyoruz.

“Failler, tarih önünde hesap verecekler”

Türkiye Cumhuriyeti Hukuk devletinde, yargı basamaklarında beklemekten, haksızlıktan, zorbalıktan yılmayacağız.
Biz, hakikati ortaya koymaktan geri durmayacağız. Biliyoruz ki, iktidarlar yargıyı ele geçirebilir ancak hukuku ortadan kaldıramazlar. Tarih, bizi bir kez daha haklı çıkaracak, failler, tarih önünde hesap verecekler.

Ülkemiz üzerine karanlık emelleri olanlara hatırlatırız ki; Cumhuriyet Halk Partisi ve onun ayrılmaz bütünü olan liderliği, cumhuriyeti kuran Kuvayi Milliye ruhunun bugünkü ve yarınki temsilcileridir. Çanakkale’de kefensiz yatan şehitlerimizden bu yana bu topraklar için, bu millet için, cumhuriyet için bağımsızlık ve demokrasi için şehit düşenler, sadece toprağa değil, bizim yüreğimize gömülürler. Onları asla unutmaz ve unutturmayız.

“Bu ülkede hiç kimse kendini güvende hissedemez”

Biz, hiçbir karanlık elin sergileyeceği korku senaryosundan etkilenmeyiz.

Şehitler bizimdir, onların cenazelerinde, ailelerinin yanında yer almak ödevimizdir. Bizi bundan hiçbir alçaklık geri döndüremez. Biz bu milletin harcıyız, hizmetkârıyız. Biz, milletimizin ta kendisiyiz. Hiç kimse şehitlerimiz üzerinden gerçekleştireceği provokasyonlarla bizi yolumuzdan döndüremez.

Ortaya koyduğumuz bu rapor, masumiyeti linç etmeye çalışan, kardeşliğimize, birlik ve beraberliğimize, ulusumuza, devletimize ve demokrasimize kasteden alçaklığın, sorumluları, azmettiricileri ve tetikçileri, hukuk önünde cezalandırılıncaya kadar olayın peşini bırakmayacağımızın en açık dayanağıdır.

Raporda altını çizdiğimiz 22 karanlık nokta aydınlığa kavuşturulmadan bu ülkede hiç kimse kendini güvende hissedemez.”

‘Linç Girişimi Raporu’nun tamamı için tıklatın

Paylaşın