NASA, Uzayda Yaşamın Yapıtaşlarından Birini İlk Kez Tespit Etti

Yaşamın en önemli yapıtaşlarından karbon molekülü uzayda ilk kez keşfedildi. Karbon bileşikleri bilinen tüm yaşam formlarının temelini oluşturur. Uzaylı yaşamın izini arayan biyologlar evrenin diğer bölgelerinde bu türden molekülleri tespit etme yollarını araştırıyor.

Amerika Birleşik Devletleri (ABD) Ulusal Havacılık ve Uzay Dairesi’nin (NASA) James Webb Uzay Teleskobu, yaşamın en önemli yapıtaşlarından karbon molekülünün uzayda ilk kez keşfedilmesini sağladı.

NASA’nın ABD’deki Goddard Uzay Merkezi’den bilim insanları dahil araştırmacılar, metil katyonun (CH3+) keşfinin, yaşam için kilit öneme sahip karbon bazlı daha karmaşık moleküllerin oluşumuna katkı sunması sebebiyle önem taşıdığını belirtiyor.

Metil katyon Orion Nebulası’nda, Dünya’dan yaklaşık 1350 ışık yılı uzaklıktaki d203-506 adlı, etrafında gaz diski bulunan genç bir yıldız sisteminde tespit edildi.

Karbon bileşikleri bilinen tüm yaşam formlarının temelini oluşturur ve uzaylı yaşamın izini arayan biyologlar evrenin diğer bölgelerinde bu türden molekülleri tespit etme yollarını araştırıyor.

Bilim insanları, olağanüstü çözünürlüğü ve hassasiyetinin, evrende karbon bazlı molekül aramak için Webb teleskobunu ideal bir gözlemevi kıldığını belirtiyor.

Araştırmacılar, özellikle metil katyon kaynaklı bir dizi ana salım çizgisi tespitinin, pazartesi günü Nature adlı bilimsel dergide yayımlanan son keşfi pekiştirdiğini söylüyor.

Paris-Saclay Üniversitesi’nden çalışmanın ortak yazarı Marie-Aline Martin-Drumel, “Bu tespit yalnızca Webb’in inanılmaz hassasiyetini doğrulamakla kalmıyor, aynı zamanda CH3+’ün yıldızlararası kimyada kabul gören merkezi önemini de teyit ediyor” diyor.

Araştırmacılar bu kozmik sistemin ayrıca yakındaki sıcak, genç ve devasa yıldızlardan gelen güçlü morötesi (UV) ışık bombardımanına maruz kaldığını da gözlemledi.

Gezegen oluşturan gaz disklerinin çoğu bu gibi yoğun UV radyasyonu döneminden geçtiği için bunun genelde karmaşık organik molekülleri yok etmesi beklenir. Dolayısıyla metil katyon keşfi bir sürpriz gibi görünebilir.

Ancak bilim insanları UV radyasyonunun esasen en başta CH3+ oluşumu için gerekli enerji kaynağını sağlıyor olabileceğini söylüyor.

Araştırmacılar, CH3+ oluştuktan sonra yaşamın yapıtaşları olan daha karmaşık organik molekülleri inşa edebilmek için gereken ilave kimyasal reaksiyonları tetikleyebileceğini belirtiyor.

Herhangi bir su belirtisi tespit edilememiş olsa da bilim insanları, d203-506’da bulunan moleküllerin tipik ön gezegen disklerinden epey farklı olduğunu ifade ediyor.

Toulouse’taki Fransız Ulusal Bilimsel Araştırma Merkezi’nden, çalışmanın baş yazarı Olivier Berné, “Bu, ultraviyole radyasyonun ön gezegen diskinin kimyasını tamamen değiştirebileceğini açıkça gösteriyor. Yaşamın kökeninin başlangıcındaki kimyasal dönemlerinde gerçekten de kritik bir rol oynayabilir” diyor.

(Kaynak: Independent Türkçe)

Paylaşın

“Uzay Canavarlarına” Dair İlk Kanıt Bulundu

Şimdiye kadar uzaya gönderilmiş en güçlü teleskop olan ABD Ulusal Havacılık ve Uzay Dairesi NASA’nın James Webb Uzay Teleskobu (JWST), “uzay canavarlarına” dair kanıt buldu. 

James Webb, bu kanıtı bulmadan sayıları milyonlara varan yıldızların sıkıca bir arada durduğu yıldız kümelerini gözlemledi. “Küresel kümeler” adı verilen bu yapılar içinde devasa yıldızların kimyasal izleri bulundu.

Uzay canavarlarıyla ilgili ilk ipuçlarını bulan araştırmacılar, keşiflerinin başka yerlerde geçerli olup olmadığını görmek için diğer galaksilerdeki küresel kümelere bakacak.

Güneş Sistemi’ne ve dolayısıyla Dünya’ya ev sahipliği yapan Samanyolu Galaksisi’nde yaklaşık 180 küresel kümenin mevcut olduğu biliniyor.

NASA’nın öncülüğünde işletilen James Webb Uzay Teleskobu, evrende Güneş kütlesinin 10 bin katına çıkan milyonlarca süper kütleli yıldız olabileceğine dair ilk kanıtı keşfetti.

Bu tür yıldızların evreni meydana getirdiği varsayılan Büyük Patlama’dan sadece 440 milyon yıl sonra doğduğu düşünülüyor. Bu yüzden bunların varlığını kanıtlamak, bilim insanlarının evrene dair öngörülerini doğrulayabilir ve yeni tahminler geliştirilmesini sağlayabilir.

İsviçre’deki Cenevre Üniversitesi’nden astronomi profesörü Corinne Charbonnel, “Bugün, James Webb Uzay Teleskobu tarafından toplanan veriler sayesinde, bu olağanüstü yıldızların varlığına dair ilk ipucunu bulduğumuza inanıyoruz” dedi.

James Webb, bu kanıtı bulmadan sayıları milyonlara varan yıldızların sıkıca bir arada durduğu yıldız kümelerini gözlemledi. “Küresel kümeler” adı verilen bu yapılar içinde devasa yıldızların kimyasal izleri bulundu.

Bilim insanları bu kümelerdeki bazı yıldızların, kabaca aynı zamanda (13,4 milyar yıl önce) aynı gaz ve toz bulutlarından oluştuğunu ama farklı element oranlarına (oksijen, nitrojen, sodyum ve alüminyum) sahip olduğunu belirtiyor.

Bu farklılığın en olası açıklaması da süper kütleli yıldızların varlığı. Zira bu yıldızların çok daha yüksek sıcaklıklara ulaşarak daha ağır elementler üretmesi bekleniyor.

Ancak bu tür yıldızların var olduğunu kanıtlamak son derece zor. Çünkü daha büyük, daha parlak ve daha sıcak yıldızlar en hızlı şekilde yok oluyor.

Hakemli bilimsel dergi Astronomy and Astrophysics’te yayımlanan yeni araştırmanın ortak yazarı Prof. Mark Gieles, “Küresel kümeler 10 ila 13 milyar yıl yaşındadır. Süper yıldızların maksimum ömrü ise 2 milyon yıl” diye konuştu:

Bu nedenle söz konusu yıldızlar, bugün James Webb gibi güçlü teleskopların gözlemleyebildiği küresel kümelerden kayboldu. Geriye yalnızca dolaylı izleri kaldı.

James Webb, bu yıldızların varlığını kanıtlama amacıyla Dünya’dan 13,3 milyar ışıkyılı uzaklıktaki GN-z11’de yer alan küresel kümelerden gelen ışığı yakaladı.

İncelemeler, kümelerdeki yıldızların yüksek düzeyde azotla çevrili olduklarını ortaya koydu.

Charbonnel, “Azotun yüksek düzeyde var olması, yalnızca hidrojenin sadece süper kütleli yıldızların çekirdeğinin ulaşabileceği aşırı yüksek sıcaklıklarda yanmasıyla açıklanabilir” ifadelerini kullandı.

Uzay canavarlarıyla ilgili ilk ipuçlarını bulan araştırmacılar, keşiflerinin başka yerlerde geçerli olup olmadığını görmek için diğer galaksilerdeki küresel kümelere bakacak.

Güneş Sistemi’ne ve dolayısıyla Dünya’ya ev sahipliği yapan Samanyolu Galaksisi’nde yaklaşık 180 küresel kümenin mevcut olduğu biliniyor.

(Kaynak: Independent Türkçe)

Paylaşın

James Webb, Var Olmaması Gereken Galaksiler Bulup Duruyor

Şimdiye kadar uzaya gönderilmiş en güçlü teleskop olan ABD Ulusal Havacılık ve Uzay Dairesi NASA’nın James Webb Uzay Teleskobu (JWST), var olmaması gereken galaksiler bulup duruyor.

James Webb Uzay Teleskobu ise 13,5 milyar yıl öncesini, yani evrenin yeni oluştuğu zamanı gözlemleyebilecek kadar güçlü bir cihaz.

James Webb Uzay Teleskobu, kızılötesinde rahatça gözlem yapabilmek için gereken tüm kriterleri karşılıyor.

Bir bilim insanı, James Webb Uzay Teleskobu’nun (JWST) var olmaması gereken galaksiler bulup durduğu uyarısı yaptı.

Araştırmacılar, NASA’nın çığır açan teleskobunun şimdiye kadar gördüğü en eski ve en büyük galaksilerden 6’sının, evrende bulundukları yer göz önüne alındığında gerektiğinden daha büyük ve daha olgun göründüğü uyarısında bulunuyor.

Yeni bulgular, bu galaksilerin evrenin başlangıcından gelen Samanyolumuz kadar olgun olduğunu bildirdiği önceki bilimsel araştırmaların üzerine ekleme yaparak ilerleme sağladı.

An itibarıyla yeni bir makale, nasıl oluştuklarını daha iyi anlamak için galaksileri “stres testine” tabi tutarak bu bulguları doğrulamış görünüyor.

Bu çalışma, bilim insanları bir hata yapmadıysa, evren hakkındaki bazı temel bilgileri kaçırıyor olabileceğimize işaret ediyor.

Sıradışı galaksileri inceleyen yeni makalenin yazarı, Austin’deki Texas Üniversitesi’nden Mike Boylan-Kolchin “Eğer bu kütleler doğruysa, demek ki keşfedilmemiş bir bölgedeyiz” diyor.

Galaksi oluşumu hakkında çok yeni bir şeye ya da kozmolojide bir değişikliğe ihtiyaç duyacağız. En uç olasılıklardan biri, evrenin Büyük Patlama’dan kısa süre sonra tahmin ettiğimizden daha hızlı genişlemesi ki bu da yeni kuvvetler ve parçacıklar olduğu anlamına gelebilir.

Profesör Boylan-Kolchin’in “Stress testing ΛCDM with high-redshift galaxy candidates” (Yüksek derecede kırmızıya kayma gerçekleşen galaksi adaylarıyla ΛCDM’ye stres testi yapma) başlıklı makalesi bu hafta Nature Astronomy’de yayımlandı.

Bu makale, JWST’den gelen bilgilerin bilim insanlarının karşısına derin bir ikilem koyduğunu öne sürüyor. Veriler, onlarca yıldır kozmolojiye yön veren karanlık enerji ve soğuk karanlık madde paradigmasında, yani ΛCDM’de bazı yanlışlıklar olabileceğine işaret ediyor.

Genellikle galaksiler gazlarının yaklaşık yüzde 10’unu yıldızlara dönüştürür. Fakat yeni keşfedilen galaksiler gazın neredeyse tamamını yıldızlara dönüştürüyor olmalı.

Bu teorik açıdan mümkün. Ancak bilim insanlarının şimdiye kadar beklediğinden farklı bir şey.

Galaksilerin daha fazla gözlemlenmesi, yaşlarını ve kütlelerini daha çok açıklığa kavuşturacaktır. Bu, gözlemlerin yanlış olduğunu; merkezlerindeki süper kütleli kara delikler galaksiyi ısıttığı için olduklarından daha büyük göründüklerini ya da aslında sanıldıklarından daha geç bir dönemden geldiklerini ama görüntüleme sorunları nedeniyle daha yaşlı göründüklerini ortaya koyabilir.

Ancak bu gözlemler doğrulanırsa, gökbilimciler kozmosa ve galaksilerin nasıl büyüdüğüne dair anlayışlarını değiştirerek alışılmadık derecede büyük ve olgun galaksileri hesaba katacak şekilde modellerini ayarlamak zorunda kalabilir.

(Kaynak: Independent Türkçe)

Paylaşın

James Webb, Buz Devinin Çarpıcı Görüntüsünü Yakaladı

Şimdiye kadar uzaya gönderilmiş en güçlü teleskop olan ABD Ulusal Havacılık ve Uzay Dairesi NASA’nın James Webb Uzay Teleskobu (JWST), Uranüs ve gezegenin halkalarının çarpıcı görüntüsünü yakaladı.

Haber Merkezi / NASA tarafından paylaşılan görselde gezegenin halkaları ve parlak özellikleri net bir şekilde görülebiliyor. Uranüs, kimyasal yapısı nedeniyle buz devi olarak anılmaktadır.

Çoğunlukla hidrojen ve helyumdan oluşan Satürn’ün yoğun bir atmosferi vardır ve Jüpiter gibi bir gaz devidir.

Satürn, aralarında boşluklar olan 7 halkaya sahiptir. Gezegenin halkaları, büyük ve güçlü yerçekimi tarafından parçalanmış olan asteroid, kuyruklu yıldız ve aylardan oluşmaktadır.

Satürn’de 1 gün, 10.7 saat sürer ve 1 Satürn yılı, 29 Dünya yılına eşittir. Satürn dünya ile kıyaslandığında, günler daha kısa yıllar ise daha uzun sürmektedir.

Toplamda 82 adet uyduya sahip olan Satürn’ün, 53 uydusu onaylanmışken 29 uydusu onaylanmayı ve isimlendirilmeyi beklemektedir.

Satürn güneşten yaklaşık 1.4 milyar kilometre kadar uzaktadır ve gezegenin rengi kahverengidir.

Satürn teleskop olmadan da görülebildiği için antik zamanlardan beri bilinir. Gelişen teknoloji ile birlikte zaman içinde 4 robotik uzay aracı Satürn’ü ziyaret etmiştir. Bunlar; Pioneer 11, Cassini, Voyager 1 ve 2 uzay araçlarıdır.

Teleskobun kızılötesi gözleri evrenin derinliklerine bakıyor

25 Aralık 2021’de ESA’nın Ariane 5 adlı kargo roketiyle fırlatılan teleskobun kaydettiği görüntüler, yıldızların ve galaksilerin evriminin daha iyi anlaşılmasını sağlayacak.

Gözlem aracının MIRI ve diğer kızılötesi kameraları, bir zaman makinesi görevi görüyor.

Güçlü teleskopları kullanarak çok uzaktaki gök cisimlerini inceleyen bilim insanları, ilgili gök cisminden gelen ışığın Dünya’ya ulaşma süresi uzadığı için “zamanda geriye bakma” imkanı yakalıyor.

James Webb Uzay Teleskobu ise 13,5 milyar yıl öncesini, yani evrenin yeni oluştuğu zamanı gözlemleyebilecek kadar güçlü bir cihaz.

Evrendeki en eski galaksiler, Büyük Patlama’ya o kadar yakın bir dönemde oluştu ki bunların ışığı Dünya yörüngesine ulaştığında son derece soluk oluyor.

Bu ışık evrende ilerlerken genişleyip dağılarak spektrumun kızılötesi ucuna doğru kayıyor. Gözlemlenebilmesi içinse son derece güçlü bir teleskop gerekiyor.

Hubble şimdiye dek geçmişe dair birçok gizemi aydınlatmayı başardı. Ancak gücü bu türden gözlemlere yetmiyordu. Ayrıca Hubble çoğunlukla ultraviyole ve görünür ışıkta gözlem yapmıştı.

Öte yandan James Webb Uzay Teleskobu, kızılötesinde rahatça gözlem yapabilmek için gereken tüm kriterleri karşılıyor.

Paylaşın

James Webb Uzay Teleskobu Cehennem Gibi Bir Gezegen Keşfetti

Şimdiye kadar uzaya gönderilmiş en güçlü teleskop olan ABD Ulusal Havacılık ve Uzay Dairesi NASA’nın James Webb Uzay Teleskobu (JWST), ilk kez Güneş Sistemi’nin dışında bir toz fırtınası gözlemledi.

İlk olarak 2015’te Şili’deki Vista teleskobu tarafından tespit edilen VHS 1256 b adlı gezegendeki sıcaklık 815 derece ve atmosfer sıcak kum bulutlarından oluşuyor.

Fırtınanın Dünya’dan yaklaşık 40 ışıkyılı uzaklıktaki bir ötegezegende gözlemlendiği ifade edildi. Gezegenin kütlesi Güneş Sistemi’nin gaz devi olan Jüpiter’in 12 ila 18 katı. VHS 1256 b, bu yüzden “süper Jüpiter” diye adlandırılıyor.

Bu arada James Webb Teleskobu, gezegen atmosferinin silikat parçalarından oluştuğunu da belirledi. Silikat, insanların genellikle yapı bileşenleri olarak kullandığı, cam, çimento, tuğla gibi maddelerde yer alan bir çeşit tuz.

VHS 1256 b’nin atmosferindeki silikat parçacıklarının küçük tanecikler veya ince beneklerden oluştuğu bildirildi.

Araştırmacılar, bulutların içinde dönüş halinde olan silikat parçacıklarının belirli zamanlarda çok ağırlaştığını ve yağmur yağdırdığını tahmin ediyor.

Teleskobun gözlemleri ayrıca su, metan ve karbon monoksitin izlerini de ortaya çıkardı. Araştırmacılara göre bu, gezegende karbondioksit olduğuna dair kanıt niteliğinde.

Bulguları özetleyen bir makale, kısa süre içinde hakemli bilimsel dergi The Astrophysical Journal Letters’da yayımlanacak.

Makalenin yazarlarından, Kaliforniya Santa Cruz Üniversitesi’nden Andrew Skemer, James Webb Teleskobu’nun büyük bir başarıya imza attığını söylüyor:

Başka hiçbir teleskop, tek bir hedefte aynı anda bu kadar çok özelliği belirleyemedi.

Teleskobun kızılötesi gözleri evrenin derinliklerine bakıyor

25 Aralık 2021’de ESA’nın Ariane 5 adlı kargo roketiyle fırlatılan teleskobun kaydettiği görüntüler, yıldızların ve galaksilerin evriminin daha iyi anlaşılmasını sağlayacak.

Gözlem aracının MIRI ve diğer kızılötesi kameraları, bir zaman makinesi görevi görüyor.

Güçlü teleskopları kullanarak çok uzaktaki gök cisimlerini inceleyen bilim insanları, ilgili gök cisminden gelen ışığın Dünya’ya ulaşma süresi uzadığı için “zamanda geriye bakma” imkanı yakalıyor.

James Webb Uzay Teleskobu ise 13,5 milyar yıl öncesini, yani evrenin yeni oluştuğu zamanı gözlemleyebilecek kadar güçlü bir cihaz.

Evrendeki en eski galaksiler, Büyük Patlama’ya o kadar yakın bir dönemde oluştu ki bunların ışığı Dünya yörüngesine ulaştığında son derece soluk oluyor.

Bu ışık evrende ilerlerken genişleyip dağılarak spektrumun kızılötesi ucuna doğru kayıyor. Gözlemlenebilmesi içinse son derece güçlü bir teleskop gerekiyor.

Hubble şimdiye dek geçmişe dair birçok gizemi aydınlatmayı başardı. Ancak gücü bu türden gözlemlere yetmiyordu. Ayrıca Hubble çoğunlukla ultraviyole ve görünür ışıkta gözlem yapmıştı.

Öte yandan James Webb Uzay Teleskobu, kızılötesinde rahatça gözlem yapabilmek için gereken tüm kriterleri karşılıyor.

Paylaşın

“Var Olmaması Gereken” Dev Galaksiler Keşfedildi

Şimdiye kadar uzaya gönderilmiş en güçlü teleskop olan ABD Ulusal Havacılık ve Uzay Dairesi NASA’nın James Webb Uzay Teleskobu (JWST) var olmaması gereken bir dizi devasa galaksi buldu.

James Webb Uzay Teleskobu, Büyük Patlama’dan yaklaşık 500-700 milyon yıl sonra, evren şu anki yaşının sadece yüzde 3’ündeyken oluşan bir dizi devasa galaksiyi gözlemlemek için kullanıldı.

Bu galaksilerin bizim güneşimizin sahip olduğundan 10 milyar kat kadar fazla yüksek yıldız kütleleri olabilir ve yıldızlardan biri, güneşimizin 100 milyar katı kadar büyük olabilir.

Bilim insanları toplam 6 galaksi buldu. Bu 6 galaksi birlikte, bilim insanlarının evrenimizdeki galaksilerin başlangıcı hakkında bildiklerini değiştirme tehdidi barındırıyor.

Araştırmacılar “evren kırıcılar” olarak bahsettikleri bu nesnelerin, evrenin mevcut modellerinin yüzde 99’uyla ters düştüğünü söylüyor.

Araştırmacılar, bu tür galaksilerin evrenin başlangıcından bu kadar kısa bir süre sonra bu denli büyümesinin beklenmemesi gerektiğini belirtiyor. Yeni araştırmada incelenen yıldızların kütlesi, araştırmacıların daha önce düşündüğünden 100 kat kadar daha büyük.

Galaksilerden gelen ışığı modelleyen Pensilvanya Eyalet Üniversitesi’nden astronomi ve astrofizik yardımcı doçenti Joel Leja, yaptığı açıklamada, “Bu nesneler herkesin beklediğinden çok daha devasa” diyor:

“Zamanın bu noktasında yalnızca minicik, genç, bebek galaksiler bulmayı bekliyorduk ancak daha önce evrenin şafağı olarak anlaşılan şeyde bizimki kadar eski galaksiler keşfettik.”

Doğrulanabilirlerse, bu keşif erken kozmos tarihimizin yanlış olabileceğini ve galaksilerin sandığımızdan çok daha hızlı büyüdüğünü öne sürebilir. Bu, ya evren modellerimizi ya da galaksilerin nasıl başladığına dair anlayışımızı değiştirmemizi gerektirecektir.

Leja, “Evrenin çok erken dönemlerine ilk kez baktık ve ne bulacağımız hakkında hiçbir fikrimiz yoktu” diyor: Öyle beklenmedik bir şey bulduk ki bu, aslında bilim için sorunlar yaratıyor. Erken galaksi oluşumuna dair tüm tabloyu şüpheli kılıyor.

Fakat bilim insanları galaksilerin uzaklığının ve yaşının, onların ne olduklarında kesin karar kılamayacakları anlamına geldiği uyarısını yapıyor. Araştırmacılar, bazılarının süper kütleli karadeliklere dönüşmüş olabileceğini söylüyor. Ancak 6 adayın bazılarının düşünüldüğü gibi galaksi olması muhtemel.

Yeni araştırmanın ortak yazarı ve Colorado Boulder Üniversitesi’nde astrofizik yardımcı doçenti olan Erica Nelson, “Bu galaksilerden biri bile gerçekse, kozmoloji anlayışımızın sınırlarını zorlayacaktır” diyor.

Araştırmacılar, diğer nesnelerin bile şoke edici olacağını söylüyor. Nelson, “Başka bir olasılık da bu şeylerin, soluk kuasarlar gibi farklı türde tuhaf nesneler olması ki bu da bir o kadar ilginç olabilir” diyor.

Bulgular, galaksilerin ne kadar uzakta olduklarını ve nelerden oluştuklarını daha iyi doğrulayacak spektrum görüntüleri alınarak teyitlenebilir. Bu da bilim insanlarının onların neye benzeyebileceklerini ve ne kadar büyük olduklarını anlamalarına olanak verecektir.

“A population of red candidate massive galaxies ~600 Myr after the Big Bang” (Büyük Patlama’dan yaklaşık 600 milyar yıl sonra kırmızı aday devasa galaksilerin popülasyonu) başlıklı yeni makale dün Nature’da yayımlandı.

(Kaynak: Independent Türkçe)

Paylaşın

James Webb’den Yıldızların Ve Galaksilerin Başlangıcına Eşsiz Bakış

Şimdiye kadar uzaya gönderilmiş en güçlü teleskop olan ABD Ulusal Havacılık ve Uzay Dairesi NASA’nın James Webb Uzay Teleskobu (JWST) gökbilimcilere yıldızların ve galaksilerin başlangıcına eşsiz bir bakış sundu.

James Webb Uzay Teleskobu tarafından yakalanan yeni görüntüler yakındaki uçsuz bucaksız galaksilerin karmaşık yapısını gösteriyor. Uzay teleskobundan gelen bir başka muhteşem görüntü olmasının yanı sıra, bu fotoğraf bilim insanlarının yeni yıldızların nasıl oluştuğunu ve içine doğdukları galaksileri nasıl etkilediklerini anlamalarını sağlayabilir.

Yeni görüntüler, yakın galaksilerdeki bu süreçleri kızılötesi dalga boylarında ilk kez bu kadar detaylı gösterdi.

Bilim insanları, yıldızların başlangıcından geniş galaksilere her şeyi ele alarak çok küçükten çok büyüğe evrenimizin süreçlerine ışık tutan 21 araştırma makalesinde bu yeni verileri halihazırda kullandı.

Çalışma, dünyanın dört bir yanından 100’den fazla araştırmacının yer aldığı Yakın Galaksilerde Yüksek Açısal Çözünürlükte Fizik (PHANGS) işbirliği tarafından yürütülüyor. Bu araştırmacılar Webb’i, yakındaki 19 galaksiye yönelik devasa araştırmanın bir parçası olarak kullanıyor.

Şimdiye kadar gökbilimciler bu hedeflerden 5’ini, M74, NGC 7496, IC 5332, NGC 1365 ve NGC 1433 olarak bilinen galaksileri gözlemleyebildi.

ABD’nin Maryland eyaletinin Baltimore şehrindeki Johns Hopkins Üniversitesi’nden, araştırma ekibinin üyesi David Thilker, “İncelikli yapıyı gördüğümüz netlik bizi kesinlikle şaşırttı” diyor.

Kanada’daki Alberta Üniversitesi’nden araştırma ekibinin üyesi Erik Rosolowsky ise şu ifadeleri kullanıyor: Genç yıldızların oluşumundan gelen enerjinin çevrelerindeki gazı nasıl etkilediğini doğrudan görüyoruz ve bu kesinlikle olağanüstü.

James Webb Uzay Teleskobu’nun incelikli detayı, daha önce karanlık olan alanların şimdi aydınlatıldığı ve bilim insanlarının bir zamanlar görünmez olan bölgeleri inceleyebileceği anlamına geliyor. Araştırmacılar artık yıldızlar arasındaki tozun ışığı nasıl emdiğini ve kızılötesi olarak nasıl geri gönderdiğini inceleyebiliyor ki bu da girdaplı gaz ve toz ağlarını aydınlatıyor.

Ulusal Bilim Vakfı’nın NOIRLab’ına bağlı Gemini Gözlemevi’nin baş bilim insanı ve Tucson’daki Arziona Üniversitesi’nde üye gökbilimci olan, çalışmayı yürüten Janice Lee “Teleskobun çözünürlüğü sayesinde, ilk kez yıldız oluşumunun tam bir sayımını yapabilir ve Yerel Grubun ötesinde yakındaki galaksilerdeki yıldızlararası orta kabarcık yapılarının envanterlerini çıkarabiliriz” diyor.

Bu sayım, yıldız oluşumunun ve geri beslemesinin kendilerini yıldızlararası ortama nasıl işlediğini, daha sonra yeni nesil yıldızları nasıl meydana getirdiğini ya da yeni nesil yıldızların oluşumuna aslında nasıl ket vurduğunu anlamamıza yardımcı olacak.

Teleskobun kızılötesi gözleri evrenin derinliklerine bakıyor

25 Aralık 2021’de ESA’nın Ariane 5 adlı kargo roketiyle fırlatılan teleskobun kaydettiği görüntüler, yıldızların ve galaksilerin evriminin daha iyi anlaşılmasını sağlayacak.

Gözlem aracının MIRI ve diğer kızılötesi kameraları, bir zaman makinesi görevi görüyor.

Güçlü teleskopları kullanarak çok uzaktaki gök cisimlerini inceleyen bilim insanları, ilgili gök cisminden gelen ışığın Dünya’ya ulaşma süresi uzadığı için “zamanda geriye bakma” imkanı yakalıyor.

James Webb Uzay Teleskobu ise 13,5 milyar yıl öncesini, yani evrenin yeni oluştuğu zamanı gözlemleyebilecek kadar güçlü bir cihaz.

Evrendeki en eski galaksiler, Büyük Patlama’ya o kadar yakın bir dönemde oluştu ki bunların ışığı Dünya yörüngesine ulaştığında son derece soluk oluyor.

Bu ışık evrende ilerlerken genişleyip dağılarak spektrumun kızılötesi ucuna doğru kayıyor. Gözlemlenebilmesi içinse son derece güçlü bir teleskop gerekiyor.

Hubble şimdiye dek geçmişe dair birçok gizemi aydınlatmayı başardı. Ancak gücü bu türden gözlemlere yetmiyordu. Ayrıca Hubble çoğunlukla ultraviyole ve görünür ışıkta gözlem yapmıştı.

Öte yandan James Webb Uzay Teleskobu, kızılötesinde rahatça gözlem yapabilmek için gereken tüm kriterleri karşılıyor.

(Kaynak: Independent Türkçe)

Paylaşın

Bilim İnsanlarından Çarpıcı Keşif: Bilinen En Uzak Galakside Oksijen Tespit Edildi

ABD Ulusal Havacılık ve Uzay Dairesi NASA’nın gelmiş geçmiş en güçlü uzay teleskobu diye nitelenen James Webb Uzay Teleskobu tarafından temmuz ayında gözlemlenen ve bilinen en uzak galakside oksijen tespit edildi.

Araştırmanın ortak yazarı Jorge Zavala, “James Webb’in çalışmaları daha yeni başladı, ancak şimdiden erken evrende galaksi oluşumuna dair teorilerimizi onun gözlemlerine uygun olacak şekilde ayarlamaya başladık” dedi ve ekledi:

“James Webb ve ALMA’nın güçlerini birleştirmesi, ufkumuzu evrenin şafağına kadar genişletiyor.”

Bilim insanları şimdiye kadar keşfedilmiş en uzak galakside oksijen belirtileri saptadı.

Yaşam için son derece gerekli olan bu elementin uzayın derinliklerinde keşfedilmesi, eski galaksilerin yapısına dair önemli ipuçları sunuyor.

Keşfe konu olan GHZ2/GLASS-z12 adlı galaksi, evreni oluşturduğu varsayılan Büyük Patlama’dan sadece 367 milyon yıl sonra oluştu.

Astrofizikçilere göre bu tarih, 13,8 milyar yıl önce ortaya çıkan “evrendeki ilk ışıkların açıldığı” dönemdi.

Dolayısıyla bu galaksiyi gözlemlemek, zamanda milyarlarca yıl öncesine bakmak anlamına geliyor. Çünkü galaksiden gelen ışık, teleskoplara yakalanmadan önce 13,5 milyar ışık yılı mesafe kat etti.

Söz konusu galaksi, NASA’nın gelmiş geçmiş en güçlü uzay teleskobu diye nitelenen James Webb Uzay Teleskobu tarafından temmuz ayında gözlemlenmişti.

James Webb’den gelen görüntülerin ardından bilim insanları, galaksiyi bir de yer tabanlı teleskopla gözlemlemek istedi. Bunun için de Şili’deki Atacama Büyük Milimetre/milimetre-altı Dizisi (ALMA) kullanıldı.

Araştırma ekibine liderlik eden, Japonya’daki Nagoya Üniversitesi’nden Tom Bakx, “James Webb Uzay Teleskobu’nun ilk görüntüleri o kadar çok eski galaksiyi ortaya çıkardı ki bulgularını Dünya’daki en iyi gözlemevini kullanarak test etmek zorunda hissettik” diye konuştu.

ALMA’yı GHZ2/GLASS-z12 yönüne çeviren ekip, oksijen gibi elementlerle bağlantılı radyo spektrumunda emisyonlar aramaya başladı.

ALMA’yı oluşturan 66 adet 12 metrelik radyo anteninin her biri çalıştırıldı ve sonunda GHZ2/GLASS-z12 konumuna yakın bir oksijen emisyon hattı tespit edildi.

Bunu takip eden analizler ve istatistiksel testler, sinyalin gerçek olduğunu ve galaksiden geldiğini ortaya koydu.

Monthly Notices of the Royal Astronomical Society adlı hakemli bilimsel dergide yayımlanan araştırma, evrendeki ilk galaksilere dair önemli bilgiler veriyor.

Emisyonun parlaklığı, galaksinin hidrojen ve helyumdan daha ağır elementleri nispeten hızlı bir şekilde oluşturduğu sonucuna götürüyor.

Araştırmacılara göre bu bulgu özellikle ilginç. Zira yıldızlar ortaya çıkmadan önce evren, helyum ve hidrojenden oluşuyordu.

Yıldızlar ortaya çıktıktan sonra sıcak, yoğun çekirdeklerinde atomları parçalayarak daha ağır elementler oluşturmaya başladı.

Ancak bu elementler yıldızların içinde “kilitliydi”. Yani daha ağır elementlerin yıldızlararası uzayda yayılabilmesi, yıldızların patlayarak ölmesine kadar mümkün olmadı.

Araştırmanın ortak yazarı Jorge Zavala, “James Webb’in çalışmaları daha yeni başladı, ancak şimdiden erken evrende galaksi oluşumuna dair teorilerimizi onun gözlemlerine uygun olacak şekilde ayarlamaya başladık” dedi:

James Webb ve ALMA’nın güçlerini birleştirmesi, ufkumuzu evrenin şafağına kadar genişletiyor.

(Kaynak: Independent Türkçe)

Paylaşın

James Webb, İlk Gezegenini Buldu: Dünya’ya Çok Benziyor

Şimdiye kadar uzaya gönderilmiş en güçlü teleskop olan NASA’nın James Webb Uzay Teleskobu (JWST) ilk gezegenini buldu. Bilim insanlarına göre gezegen kendi dünyamızla neredeyse aynı büyüklükte ve JWST’nin hassasiyeti onlara gözlemlerinden son derece emin olabilme imkanı sunuyor.

Independent Türkçe‘de yer alan habere göre, bunun NASA’nın yeni uzay teleskobu tarafından bulunan bir dizi gezegenin sadece ilki olması bekleniyor. Dahası JWST, uzak gezegenlerin atmosfer özelliklerini tespit edebilen tek teleskop olarak bu gezegenleri hiç olmadığı kadar çok ayrıntılı görebilecek.

Fakat şimdilik bilim insanları sadece gezegenin atmosferinde neyin bulunmadığını söyleyebiliyor. Örneğin bu gezegen, Satürn’ün uydusu Titan’daki gibi metan ağırlıklı yoğun bir atmosfere sahip olamaz.

Araştırmacılar, bu uzak gezegenin atmosferinin özelliklerini zamanla daha iyi saptayabilmeyi umuyor. Fakat bulgular JWST’nin diğer gezegenleri incelemedeki kullanımını da ortaya koyuyor. Gelecek haftalarda ve aylarda çok daha fazla keşif yapılması bekleniyor.

NASA’nın Washington’daki genel merkezinden Astrofizik Bölümü Direktörü Mark Clampin, bu konuda hemfikir olarak “Dünya büyüklüğünde, kayalık bir gezegenden elde edilen bu ilk gözlemsel sonuçlar, Webb’le kayalık gezegen atmosferlerini incelemek için gelecekteki birçok olasılığın kapısını açıyor” diyor.

Webb bizi Güneş Sistemi dışındaki Dünya benzeri gezegenlere dair yeni bir anlayışa giderek daha çok yaklaştırıyor ve görev henüz daha yeni başlıyor.

LHS 475 b adı verilen gezegen Octans takımyıldızında, 41 ışık yılı uzaklıkta bulunuyor. Gezegene dair bir ipucu ilk olarak NASA’nın Geçiş Halindeki Ötegezegen Araştırma Uydusu (TESS) verilerinde tespit edildi fakat JWST bunu kısa sürede görüntüleyebilip doğrulayabildi.

Bu gezegen hakkında hâlâ pek çok şey bilinmiyor. Fakat ilk gözlemler gezegenle ilgili bazı detayları doğruladı: Çapı, Dünya çapının yüzde 99’u kadar ve gezegenimizden birkaç yüz derece daha sıcak.

Böyle küçük ve kayalık gezegenler, küçük boyutları görülmesi için güçlü araçlar gerektiğinden zor bulunuyor. Bununla birlikte yeni bulgular, JWST’nin artan gücünün yeni teknolojiyi kullanarak bu gezegenlerin nispeten kolay görülmelerini sağlayacağına işaret ediyor.

Johns Hopkins Üniversitesi’nden çalışmanın yürütülmesine katkıda bulunan Kevin Stevenson, “Bu kayalık gezegenin doğrulanması, görev araçlarının hassasiyetini vurguluyor” dedi.

Ve bu, Webb’in yapacağı birçok keşfin sadece ilki.

Teleskobun kızılötesi gözleri evrenin derinliklerine bakıyor

25 Aralık 2021’de ESA’nın Ariane 5 adlı kargo roketiyle fırlatılan teleskobun kaydettiği görüntüler, yıldızların ve galaksilerin evriminin daha iyi anlaşılmasını sağlayacak.

Gözlem aracının MIRI ve diğer kızılötesi kameraları, bir zaman makinesi görevi görüyor.

Güçlü teleskopları kullanarak çok uzaktaki gök cisimlerini inceleyen bilim insanları, ilgili gök cisminden gelen ışığın Dünya’ya ulaşma süresi uzadığı için “zamanda geriye bakma” imkanı yakalıyor.

James Webb Uzay Teleskobu ise 13,5 milyar yıl öncesini, yani evrenin yeni oluştuğu zamanı gözlemleyebilecek kadar güçlü bir cihaz.

Evrendeki en eski galaksiler, Büyük Patlama’ya o kadar yakın bir dönemde oluştu ki bunların ışığı Dünya yörüngesine ulaştığında son derece soluk oluyor.

Bu ışık evrende ilerlerken genişleyip dağılarak spektrumun kızılötesi ucuna doğru kayıyor. Gözlemlenebilmesi içinse son derece güçlü bir teleskop gerekiyor.

Hubble şimdiye dek geçmişe dair birçok gizemi aydınlatmayı başardı. Ancak gücü bu türden gözlemlere yetmiyordu. Ayrıca Hubble çoğunlukla ultraviyole ve görünür ışıkta gözlem yapmıştı.

Öte yandan James Webb Uzay Teleskobu, kızılötesinde rahatça gözlem yapabilmek için gereken tüm kriterleri karşılıyor.

Paylaşın

‘Pırlanta’ Gibi Parlayan Yeni Bir Galaksi Keşfedildi

Şimdiye kadar uzaya gönderilmiş en güçlü teleskop olan James Webb, uzayda daha önce hiç görülmemiş bir galaksiyi görüntüledi. Görüntüye ilişkin araştırma, 14 Aralık’ta The Astronomical Journal adlı akademik dergide yayımlandı.

Teleskobun yeni görüntüsü, Yeniden İyonlaşma ve Mercekleme Bilimi için Samanyolu Dışı Alanlar (PEARLS) adlı gözlem programının bir parçası olarak çekildi.

PEARLS kapsamında James Webb’den çekilen fotoğrafla, ‘pırlanta’ gibi parlayan yeni bir galaksi görüntülendi.
Fotoğrafın, evrenin ilk ‘görülebilen en sönük gök cisminin’ ve ‘en geniş alanının’ yakalandığı görüntülerinden biri olduğu belirtildi.

Uzayın Kuzey Ekliptik Kutbu isimli bir kısmına odaklanan James Webb teleskobu, çıplak gözle görülebilenden 1 milyar kat daha sönük olan gök cisimlerini görüntülemek için sekiz farklı yakın kızılötesi ışık rengi kullandı.
Araştırmacılar, görüntüyü netleştirmek için James Webb verilerini Hubble Uzay Teleskobu tarafından yakalanan üç renk ultraviyole ve görünür ışıkla birleştirdi.

Görüntünün, program tamamlandığında, halihazırda çekilen kısmına göre 4 kat daha büyük olması bekleniyor.
PEARLS programının baş araştırmacısı ve çalışmanın yazarı Rogier Windhorst, açıklamasında, “Keşfedilen alan James Webb ile yılda 365 gün gözlemlenebilir olacak şekilde tasarlandı, bu nedenle zaman alanı, kapsanan bölge ve ulaşılan derinlik ancak zamanla daha iyi hale gelecektir” ifadesini kullandı.

Teleskobun kızılötesi gözleri evrenin derinliklerine bakıyor

25 Aralık 2021’de ESA’nın Ariane 5 adlı kargo roketiyle fırlatılan teleskobun kaydettiği görüntüler, yıldızların ve galaksilerin evriminin daha iyi anlaşılmasını sağlayacak. Gözlem aracının MIRI ve diğer kızılötesi kameraları, bir zaman makinesi görevi görüyor.

Güçlü teleskopları kullanarak çok uzaktaki gök cisimlerini inceleyen bilim insanları, ilgili gök cisminden gelen ışığın Dünya’ya ulaşma süresi uzadığı için “zamanda geriye bakma” imkanı yakalıyor. James Webb Uzay Teleskobu ise 13,5 milyar yıl öncesini, yani evrenin yeni oluştuğu zamanı gözlemleyebilecek kadar güçlü bir cihaz.

Evrendeki en eski galaksiler, Büyük Patlama’ya o kadar yakın bir dönemde oluştu ki bunların ışığı Dünya yörüngesine ulaştığında son derece soluk oluyor. Bu ışık evrende ilerlerken genişleyip dağılarak spektrumun kızılötesi ucuna doğru kayıyor. Gözlemlenebilmesi içinse son derece güçlü bir teleskop gerekiyor.

Hubble şimdiye dek geçmişe dair birçok gizemi aydınlatmayı başardı. Ancak gücü bu türden gözlemlere yetmiyordu. Ayrıca Hubble çoğunlukla ultraviyole ve görünür ışıkta gözlem yapmıştı. Öte yandan James Webb Uzay Teleskobu, kızılötesinde rahatça gözlem yapabilmek için gereken tüm kriterleri karşılıyor.

Paylaşın