İBB Başkanı İmamoğlu: İktidara Hazırız

Üsküdar’daki Kent Lokantası açılışında konuşan İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu, “Vatandaşı ile birlikte düşünen, dertlenen yönetim anlayışı olarak, biz artık ülkenin iktidarının değişmesini istiyoruz ve biz iktidara hazırız. Milletimizle birlikte milletimizi yöneteme kabiliyetine sahibiz” dedi.

İstanbul Büyükşehir Belediye (İBB) Başkanı Ekrem İmamoğlu, Üsküdar Belediyesi’nin Yavuztürk Mahallesi’nde yaptığı Kent Lokantası açılışına katıldı. Gün geçtikçe daha da derinleşen yoksulluğa vurgu yapan İmamoğlu, Kent Lokantalarıyla bir nebze de olsa halka destek olduklarını anlattı.

Ekrem İmamoğlu, “Bugünkü yakıcı sorun olan ekonomiyle mücadelede vatandaşımızın yanında oluyoruz. İşte diyoruz ki biz bugünden yarınları çok iyi hazırlayacak ve vatandaşı ile birlikte düşünen, dertlenen yönetim anlayışı olarak, biz artık ülkenin iktidarının değişmesini istiyoruz ve biz iktidara hazırız. Milletimizle birlikte milletimizi yöneteme kabiliyetine sahibiz” dedi.

İBB Başkanı İmamoğlu, kendisi hakkındaki siyasi yasak davasına bakan hakimin görev yerinin değiştirilmesine ilişkin sözleri hakkında Adalet Bakanı Yılmaz Tunç’un yaptığı “Abesle iştigal, bu arkadaş sağa sola sataşacağına İstanbul’un sorunlarıyla ilgilensin” açıklamasına tepki gösterdi:

“Aslında cevaba değer bir yorum değil ama bu vasat, tarifini, vasatlığını kendisine hatırlatarak cevap vermek istiyorum. Çünkü, düşünebiliyor musunuz? İstanbul’un işiyle ilgilensin dediği kişi dünya çerçevesinde saçma sapan bir dava yüzünden siyaset yasağıyla karşı karşıya ve feryat ediyor. Yani İstanbul’a görev yapamaması için, gayri hukuki, gayri yasal, dünyada olmayan bir yöntemle sürdürülen bir dava sürecine dair feryadını dile getiriyor. Bunu bile algılayamıyor. Niye biliyor musunuz? Vatandaşı duyma, duyuları kapalı bunların. Bakın, burada neye soyunmuş? Hala o davanın savcılığına soyunmuş.”

“Bu vasatlıktan bu memleket inşallah bir an önce kurtulur”

Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin’i  de eleştiren İmamoğlu, şu ifadeleri kullandı: “Bunlar da Adalet Bakanı’dır, Milli Eğitim Bakanı’dır ya da bakanlardır. Mesela Milli Eğitim Bakanı’ndan ne bekliyoruz biz? İyi bir eğitim düzeni, iyi bir eğitim sistemi, sorunların çözümü. Vatandaş neye dönüyor? Yok efendim yalana, hurafeye, camilerin kapısı kapanmış da, işte başörtülü kadınlara şu yapılmış da bu yapılmış. Vasatlık. Kötü bir vasatlık. Allah bunların zulmünden bu memleketi korusun.

Bunların gözü, aklı, vicdanı millete çözüm bulmakta değil. Bak Ekrem İmamoğlu arkadaşlarıyla vatandaşa çare arıyor, kent lokantası açıyor. Sen adalete çözüm bulma yerine, ya da bu konu nedir? Şunu bir HSK’ya önereyim, bir çağırsınlar. Kardeşim şu hakimi bir dinlesinler deme yerine Ekrem İmamoğlu’na laf yetiştiriyorlar. Çünkü başarısızlar. Başarısız oldukları için vasatlıklarıyla laf üretiyorlar. Ama vasatlık, o kadar net yani. Bu vasatlıktan bu memleket inşallah bir an önce kurtulur.

Halbuki bir bakan şunu diyebilir, demeli. ‘Bu ne demek istiyor? Ya kardeşim orada bir hakime benim avukatlarım reddi hakim demiş olabilir. Bu seni ne ilgilendirir?’ Sonuçta demiş ama reddedilmiş. Ama sonradan giden hakim feryat ediyor. Onu duysana. Diyor ki: ‘Beni zorladılar. Ceza vermem konusunda zorladılar.’ Bunu sağır sultan bile duydu, Adalet Bakanı duymadı. Çünkü o kulaklarını, gözlerini bir kişiye çevirmiş. Başka kimseyi duymuyor. 86 milyon insana duymayan bir insan, bir yönetici biçimi oluşturdular.”

Paylaşın

İmamoğlu’ndan “Soruşturma” Tepkisi: Gülerek İzliyoruz

İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu, İBB ve ABB’ye yönelik soruşturmalar hakkında, “Bana ve Mansur Bey’e itibar suikastı var. Mansur başkan ve bize yapılan itibar suikastlarını gülerek izliyoruz. Yıllardır idmanlıyım ben, vız gelir tırıs gider” dedi.

Haber Merkezi / İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı, İBB nezdinde bir kısım etkinliklerle ilgili usulsüz harcama yapıldığı iddialarının ardından harekete geçmişti. Başsavcılık, usulsüz harcamayla kamu zararına yol açılıp açılmadığının tespitine ilişkin İçişleri Bakanlığı müfettişleriyle koordineli olarak resen soruşturma başlatmıştı.

Konu ile ilgili İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından yapılan açıklamada, “Çeşitli haber siteleri ve sosyal paylaşım platformlarında İstanbul Büyükşehir Belediyesi nezdinde bir kısım etkinliklerle ilgili usulsüz harcama yapılarak kamu zararına yol açıldığı iddialarıyla ilgili İçişleri Bakanlığı müfettişleriyle koordineli olarak Cumhuriyet Başsavcılığımızca resen soruşturma başlatılmıştır” denilmişti.

İstanbul Büyükşehir Belediye (İBB) Başkanı Ekrem İmamoğlu, 3. İstanbul Kariyer Fuarı Açılış Töreni’nde konuştu. İBB ve ABB’ye açılan konser ve etkinlik harcamaları soruşturmalarına tepki gösteren Ekrem İmamoğlu, “Konser harcamaları üzerinden gündem yaratma çabası içindeler. Bahsettikleri 1 yıllık ya da 1 konserlik rakam, ne yazık ki bir uçağın -bir uçağın derken arkasından 5/6 uçağın gittiği- tek bir uçuşun maliyeti kadar değil” dedi.

İmamoğlu, şunları söyledi: “Ankara’da Mansur Başkanımıza, İstanbul’da bize yönelik bu itibar suikastlarını üzülerek, biraz da bu pespaye hallerini gülerek izliyorum. 5.5 yıldır gün geçmeden yapılan bu itibar suikastlarını göğüsleme konusunda son derece idmanlıyım.”

“İtibar suikastı yaparken teftiş edilmekten onur duyarız, bizi denetleyin” vurgusunu yapan İmamoğlu, şunları ifade etti: “Bizi denetleyen akla diyorum ki; alın CHP’li Ekrem İmamoğlu’nu ya da Mansur Yavaş’ı; İstanbul’u ne kadar denetlediniz, Türkiye’de kendi partinize ait belediyeleri 10 senede ne kadar denetlediniz? Hatta geçtiğimiz 10 seneyi de katın, bu 5 yıla eşitse görevi bırakacağım. Bu kadar ileri söylüyorum.”

“Bütün bunlara rağmen bizi denetleyin diyorum. Niye kızdıklarını biliyorum. Cumhuriyet Bayramı’nda yüzbinlerce insanı bir arada gördüklerinde bunlara bir şeyler oluyor” diye konuşan İmamoğlu, şöyle devam etti: “Bunun adı düpedüz yargı tacizidir. Emir ve talimatla yapıldığı nettir. Peki, bu sözde yolsuzluğu ortaya çıkarmaya çalışan bu hükümetin itibarına bir göz atalım mı? Türkiye’yi uluslararası yolsuzluk endeksinde 180 ülke arasında 115. sıraya oturtan bir hükümet, bu hükümet… Bu kötü listede hangi ülkelerle anıldığımızı sıralasam utanç duyarım.”

“Bu süreçte hukuku istismar edenleri, emir ve talimatla adalete müdahale edenleri ben yakından takip ediyorum” vurgusunu yapan İmamoğlu, şunları ifade etti: “Eminim bu ülkenin milyonlarca insanı da onları yakından takip ediyor ne yapıyorlar diye. Milletimiz geçmişte de kendisine bu kötü uygulamaları yapan, haksız ve hukuksuz yere insanlarımızı perişan eden hiçbir insanı hafızasından silmemiştir. Günü geldiğinde hukuk eliyle, milletin ferasetiyle, vicdanıyla ama sandıkta, ama yargının adil olduğu bir biçimde hesabını sormuştur. Sorma konusunda kararlılığını herkese duyuruyorum, yine soracaktır.”

Paylaşın

İmamoğlu’ndan “Kayyım” Açıklaması: Günü Gelir Hesabı Sorulur

Belediyelere kayyım atanmasını eleştiren İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu, “Özellikle kayyum uygulamasıyla insanların hakkına, hukukuna müdahale eden müdahale eden o anlayışa karşı, size söz veriyorum; bu kardeşiniz demokrasi için, hukuk için, adalet için, insan hakları için, özgürlük için sonsuz mücadele vermeye çok kararlı. Bu ülke, bütün hücrelerine kadar cumhuriyete de inanıyor, demokrasiye de inanıyor. Hakkın ve hukuk önde olmasını istiyor” dedi.

Hakkında siyasi yasak istenen davaya değinen İmamoğlu, şöyle devam etti: “Bu millet, tehdit edeni sevmez. Bu millet, tehdit edene boyun eğmez. Ben, bu milletin gücüne görüyorum ve ona inanarak, o kudretle konuşuyorum. Efendim birini tutukla, meclis üyelerini belediyeye sokma… Bu insanlar, bu millet bunu yemez kardeşim. Gerektiğinde sandıkta hesabını sorar. Günü gelir adalet tesis edilir.

O adalet, hukuki yöntemlerle, hukuksuz davrananlardan hesap sorar kardeşim. Dolayısıyla neymiş? Ekrem’i, bir davadan dolayı siyasi yasaklı yapacaklarmış. Vız gelir tırıs gider. Neymiş? Ekrem’i oradan, buradan, şuradan kuşatacaklarmış. Efendim, uydurma belgelerle operasyon yapacaklarmış da şuymuş, buymuş; vız gelir tırıs gider kardeşim. Dolayısıyla sevgili dostlarım; kendinize güvenin. Ben kendime güveniyorum. Bu millet, öyle bir kişinin partizanlığına, siyasi baskısına boyun eğmez.”

Türkiye Belediyeler Birliği (TBB) ve İstanbul Büyükşehir Belediye (İBB) Başkanı Ekrem İmamoğlu, Hatay’ın Defne ilçesinde düzenlenen “TBB hizmet araçları tanıtım töreni”nde konuştu.

Toplam 23 aracın, Hatay Büyükşehir Belediyesi ve 13 ilçe belediyesine hibe edildiğini aktaran Ekrem İmamoğlu, “TBB olarak bugün, Hatay ilimize ve ilçelerine 23 araç hibe ediyoruz. Araçların iki tanesi, biri burada, biri arkamızda. 23 tane önemli belediye hizmet aracı, 1000 adet çöp konteyneri hibe etmek için geldik. TBB olarak, 3 aracımız daha önce teslim edildi. Bugün de 7 aracımızı teslim ediyoruz. Yaklaşık bir ay içinde de 15 Aralık’a kadar da kalan 13 tane aracı teslim edeceğiz” ifadelerini kullandı.

Teslimini sağladıkları ve sağlayacakları araçlar içerisinde arazöz, çöp kamyonu, damperli kamyon, ekskavatör, itfaiye aracı ve kepçe gibi olan araçlar bulunduğunu dile getiren İmamoğlu, “Bakın bu destek olduğumuz belediyeler Altınözü, Arsuz, Antakya, Belen, Defne, Dörtyol, Erzin, Hassa, Kırıkhan, Payas, Reyhanlı, Samandağ, Yayladağ ve Hatay Büyükşehir’e bu desteklerimizi sunuyoruz. Az önce saydığım belediyelerin 7’si AK Partili, 3 tanesi CHP’li, 1 tanesi MHP’li, 1 tanesi Türkiye İşçi Partili. Yani biz adalete, hakkaniyete önem veririz. Partizanlığı asla kabul etmeyiz. Onların yaptığı gibi yapmayız. Herkese adaletli davranırız. Bu kardeşiniz, İstanbul’un sokaklarından, caddelerinden, ilçelerinden, belediyelerinden partizanlığı söküp attı; Allah’ın izniyle Türkiye’den de söküp atacak” dedi.

Hatay Büyükşehir Belediye Başkanı Mehmet Öntürk ve Hatay Valisi Mustafa Masatlı’nın izne çıktığını söyleyen İmamoğlu, “Bu kardeşiniz o kadar alıştı ki bu kaçamak işlere. Bugün biz buraya geldik diye, şehrin Valisi de izne çıktı, şehrin Büyükşehir Belediye Başkanı da. Bunlara ben, eskiden üzülüyordum. Onlar için dua ediyorum. Diyorum ki, Allah sizi ıslah etsin, Allah size akıl versin. Bu tam bir nezaketsizliktir ama önemli değil. Benim için önemli olan ne biliyor musunuz? Benim için önemli olan hakkını vermeyen vekil değil, hakkını vermeyen yönetici değil. Benim için asıl olan millet, sizsiniz, siz. O bakımdan ben, onlara dua etmeye devam edeceğim. Allah akıl versin” şeklinde konuştu.

“Bu ara bir moda var: ‘Ekrem İmamoğlu’na laf atarsak birinin gözüne gireriz’. Onların kimin gözüne girmek istediğini biliyorsunuz değil mi?” diyen İmamoğlu, “Bir kişi! Yeter ki onun gözüne girsinler. Hatta onun bakışı böyle ya mesela. Ona görünsünler yeter ki. Hani kameraya görünmek isteyenleri hatırlıyorsunuz değil mi? Yanında durmaya çalışanları. Yahu onun değil, milletin yanında olacaksın, milletin yanında duracaksın milletin. Ama biz bunu, bunlara öğreteceğiz. Ne yapalım? Olamıyor hızlı. Ama yavaş yavaş olacak” ifadelerini kullandı.

Eksikleri, hataları olduğunu ve bunu düzelteceklerini belirten İmamoğlu, şunları söyledi: “Şimdi, o bir çift göze girmek isteyenler, ona görünmek isteyenler, bir de bu ara moda ne? Ekrem İmamoğlu’na hakaret etmek. Ekrem İmamoğlu’na laf etmek, büyük büyük iş. Büyük iş başarıyorlar. Bazı büyükşehir belediye başkanları da çıkıyor, bana hakaret ediyor vesaire. Hani bu meşhur bir tane dava var ya ‘ahmak davası’ hakkımda. Güya bana hakaret ediyor Kocaeli Büyükşehir Belediye Başkanı. Ona da Allah akıl versin. Onun cesaretini de biliyorum.

O demeçle falan değil. İnşallah yüz yüze geliriz onunla en yakın zamanda. Halbuki o bana hakaret eden bakanın hakaret ettiği konuşmayı yaptığımda, benim ilk elimi sıkan kendisiydi, ilk tebrik eden kendisiydi konuşmadan sonra. Ben bu anıları onlarla yaşıyorum. Biri oradan, öbürü Konya’dan, Ekrem İmamoğlu’na laf sokacaklar. Yahu kardeşim, size o laf sokmalarınız itibar kazandırmaz. Birinin gözüne girmek itibar kazandırmaz. Siz, eğer tarihe geçmek istiyorsanız, milletinize hizmet edin. İşinize bakın.

Bir de diyorlar ki diyorlar ki, efendim neymiş, Ekrem İmamoğlu üzerinden yine; boş işlerle uğraşıyormuşuz, şehrin işleriyle uğraşmıyormuşuz. Bunu alacak akılları, kafaları bile yok. Halbuki, onun yaptığı görevin onurunu kurtarmak için mücadele ediyorum. Neyle uğraşıyorum? Adaletsiz ve hukuksuz bir biçimde belediyelere kayyum atayan, o hukuksuz uygulamaları yapanlarla uğraşıyorum. Yani senin görevinle ilgili mücadele yapıyorum. Milletin iradesini yok sayanlarla uğraşıyorum. Onlar zannediyorlar ki Ekrem İmamoğlu’nu yıldırırız. Ben 11 senedir sizinle uğraşıyorum, siz gidene kadar sizinle uğraşacağım, siz gidene kadar. Yani bu şehirlerin insanları, birilerini seçecek; uydurma iddianamelerle, uydurma tavırlarla, uydurma uydurma bir takım yaptığınız işlerle ama yargıda ama mülki amirler üzerinden bunları yapacaksınız, biz de öyle köşede oturacağız öyle mi?

11 partiyle irtibat kurduk. Ben, pazartesi günü 10 genel başkanla görüştüm. Bir tanesi de vermedi randevu. Yani ‘istismar edilir’ dedi. Saygı duyuyoruz şimdilik. Ama ondan da istemeye devam edeceğim randevuyu. Hiç elimizden kurtulamaz. Sonuna kadar isteyeceğim. Ama 10 parti genel başkanı, bu konuda haksızlık, hukuksuzluk yapıldığını, hakkında olumsuz karar verilen, hukuksuz karar verilen kişilerle aynı fikirde olmamasına rağmen, onun fikirlerine karşı çıkmasına rağmen, birkaç genel başkan, ‘Ben uygulamaya bakarım’ dedi. ‘O haksızlığa karşıyım’ dedi. ‘Milletin iradesine kimse dokunamaz’ dedi. Şimdi Meclis’te bunun çalışması yapılacak. Genel Başkanımızla konuştuk. Onun talimat verdiği Grup Başkanvekillerimiz buna çalışma yapacak, ortak bir kanun maddesini Meclis’in gündemine getirecekler.

Öyle bir dedikodu harmanı var ki; adliyeden adliyeye, bilmem hangi birinden öbürüne. Yok İstanbul’un şu ilçesine operasyon yapılacakmış. Yok bu ilçesine operasyon yapılacakmış. Yok şu şehre operasyon yapılacakmış. Gazetecilere, hukukçulara, eşe, dosta, palavra cümleler ve boylarını aşan ifadelerde bulunan devleti temsil eden insanların çevresinden oluşturulan o dedikoduları duyuyoruz. Bu millet sizi uyarıyor. Bu millet size diyor ki; ‘Aklınızı başınıza alın’. O yüzde 22-23 desteği olan partiye, onun başındaki insanlara güvenerek, bu yanlış ve kötü işlere girmeye sakın kalkışmayın.

Kapıda vali bekletiyor; insanları, meclis üyelerini belediyedeki grup odasına almıyor. Niyeymiş? Ona güvenmiyormuş. Kendine güveniyor, milletin seçtiği meclis üyelerine güvenmiyor. Hadi oradan. Hadi oradan. Hadi oradan. İşine bak. Kraldan fazla kralcılık oyunu bu işler. Hepsiyle, bir adım geri at adım atmadan konuşacağız. Oturduğu yerden milleti ‘terörist’ ilan etmeler… Ama 10 yıl önce yemek yiyen terörist değil, uydurma bir telefon konuşması üzerinden birileri terörist.

Bunların adaletsizliğini en iyi kim biliyor biliyor musunuz? Hataylılar biliyor. Depremin en acı gününde, en acı zamanında sizlere, ‘Oy vermezseniz hizmet de olmaz’ dedi mi? Bu var ya, bir millete asla denmeyecek bir sözdür. Yahu oy için bu denir mi? Böyle bir akıl olur mu? O seçim kazanacak diye. Kardeşiniz, hemşeriniz, Hatay’ı şuraya koymuş, zihninden hiç çıkarmayacak, sizin ve bütün deprem bölgesindeki insanlarımızın bu yokluğu, bu huzursuzluğu, bu mutsuzluğu bittiği gün, benim de başım öne eğik olmayacak, başım dik olacak.

Daha sonra Hatay’ın Samandağ ilçesine geçen Ekrem İmamoğlu, içinde Hz. Hızır Türbesi’ni de barındıran ve İBB tarafından yenilenen Samandağ Parkı’nın hizmete açılması nedeniyle düzenlenen törene katıldı.

Depremzedelerin sitemlerinin farkında olduklarının söyleyen İmamoğlu, “Kesinlikle bu moloz yığınını, bu memleketin üstüne yığılan moloz yığını hep beraber kaldıracağız. Bu büyük acıdan sıyrılmak, ayağa kalkmak, hep beraber yine o eski günlerden daha iyi günlere kavuşmak, koşmak için büyük bir mücadele vereceğiz. O mücadeleyi verip, buradaki çocuklarımızın gözünde hiçbir endişenin kalmadığı, kendilerini mutlu, huzurlu ve güvende hissettikleri gün, işte biz görevini yapmış insanlar olacağız. Bu bakımdan dilinizde sitem, içinizde hüzün var çoğu zaman. Dönem dönem o yalnız bırakıldığınız anları yaşadığınızın da farkındayım. 6 Şubat’ta depremi gördük. Çok acı, çok büyük bir sarsıntı. Ama biz bu kadar yıkılmamalıydık. Biz bu kadar yalnız kalmamalıydık. Biz bu kadar tedbirsiz olamayız” dedi.

Depreme hazırlık çalışmalarının siyaset üstü görülmesi gerektiğini belirten İmamoğlu, “Bu tür konular siyasi malzeme yapılacak, üzerinde tepilecek meseleler değildir. On binlerce canımızı, insanımızı yitirdik. Şimdi bundan sonra akıl, bilim ve mutlak doğruları yapma bilinci, dayanışma, makamın, sizin seçtiğiniz o makamların bir kişiye, bir siyasi partiye ait olmadığını, millete ait olduğunu ve bu milletin aklının kendine yetebileceğini; bu şehrin, bu ilçenin dahi, o zeki insanlara, beyinleri güçlü insanlara hakkını verdiğinizde, onları dinlediğinizde, inanılmaz güçlü, daha kuvvetli, daha dayanıklı şehirler, ilçeler, beldeler hatta bir ülke var etme konusunda hiç endişe duymamanız gerektiğini herkes öğrenecek” diye konuştu.

“Bir kısım haksızlıkla, hukuksuzlukla uğraşıyoruz” diyen Ekrem İmamoğlu, belediyelere kayyım atanmasını eleştirdi. İmamoğlu, “Özellikle kayyum uygulamasıyla insanların hakkına, hukukuna müdahale eden müdahale eden o anlayışa karşı, size söz veriyorum; bu kardeşiniz demokrasi için, hukuk için, adalet için, insan hakları için, özgürlük için sonsuz mücadele vermeye çok kararlı. Bu ülke, bütün hücrelerine kadar cumhuriyete de inanıyor, demokrasiye de inanıyor. Hakkın ve hukuk önde olmasını istiyor” ifadelerini kullandı.

Hakkında siyasi yasak istenen davaya değinen İmamoğlu, şöyle devam etti: “Bu millet, tehdit edeni sevmez. Bu millet, tehdit edene boyun eğmez. Ben, bu milletin gücüne görüyorum ve ona inanarak, o kudretle konuşuyorum. Efendim birini tutukla, meclis üyelerini belediyeye sokma… Bu insanlar, bu millet bunu yemez kardeşim. Gerektiğinde sandıkta hesabını sorar. Günü gelir adalet tesis edilir.

O adalet, hukuki yöntemlerle, hukuksuz davrananlardan hesap sorar kardeşim. Dolayısıyla neymiş? Ekrem’i, bir davadan dolayı siyasi yasaklı yapacaklarmış. Vız gelir tırıs gider. Neymiş? Ekrem’i oradan, buradan, şuradan kuşatacaklarmış. Efendim, uydurma belgelerle operasyon yapacaklarmış da şuymuş, buymuş; vız gelir tırıs gider kardeşim. Dolayısıyla sevgili dostlarım; kendinize güvenin. Ben kendime güveniyorum. Bu millet, öyle bir kişinin partizanlığına, siyasi baskısına boyun eğmez.”

“Birlik” çağrısı

İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu, temelini CHP Genel Başkanı Özgür Özel ile birlikte 6 Şubat 2023 Maraş depremlerinin birinci yıldönümünde attıkları “İBB Emekçileri Kırıkhan Mesleki ve Teknik Anadolu Lisesi”ni Hatay İl Milli Eğitim Müdürlüğü’ne teslim etti. İBB Şehircilik Grubu şirketlerinden KİPTAŞ tarafından yaklaşık 9,5 ayda tamamlanan eğitim kurumunun teslimi için Kırıkhan’da tören düzenlendi.

İBB’nin, 11 ilde on binlerce can kaybına ve yıkıma yol açan 6 Şubat 2023 depremlerinden hemen sonra, AFAD tarafından Hatay ile eşleştirildiğini hatırlatan İmamoğlu, “Afetin ilk gününden itibaren, burayı hiç unutmayacağımızı, her an bir gözümüzün, kulağımızın, elimizin bir şekilde burada olacağını hep ifade etmiştik. Tam da o duyguyla buradayız” dedi. Bu süreçte, İBB emekçilerinin katkılarıyla temelini attıkları Kırıkhan Mesleki ve Teknik Anadolu Lisesi’nin yapımını, gerekli izinler alındıktan sonra başlattıklarını aktaran İmamoğlu, 6 Şubat depremlerinin devletin tüm yetkili kurumlarına büyük sorumluluklar yüklediğinin altını çizdi.

İmamoğlu, “Ne yazık ki, felaketin yaşandığı an ve sonrası tartışılsa da ‘Biz niçin yıkıldık? Niçin insanlarımızı kaybettik? 21. yüzyılın 2023 yılında, İstanbul ve çevresinde depremin hissedildiği 99 depreminden bu yana niçin doğru adımlar atamadık ve bu çareyi, çözümü bulamadık, tedbirli davranamadık, öncü konuları önümüze öncelikli bir şekilde koyamadık; sorularını sorar olduk, sormalıyız. Gece gündüz sormalıyız. Hep birlikte hesabını vermeliyiz, tedbirler almalıyız. Ben meseleye böyle bakıyorum” şeklinde konuştu.

Hatay’ın ve depremde ağır şekilde sarsılan bütün illerin eksiklerin giderilmesi konusunda herkese sorumluluk düştüğünü vurgulayan İmamoğlu, konuşmasına şöyle devam etti: “Hatay’ın ve diğer illerimizin acılarının hafiflemesi ve bir an önce eksiklerinin giderilmesi konusunda, Türkiye Cumhuriyeti’nin bütün fertleri sorumludur. Yere düşen bu bölgedeki halkımızın ayağa kalkıp, her birimizle eşitlendiği ana kadar sorumluluğumuz devam edecektir. Yarın 10 Kasım. Büyük önder Mustafa Kemal Atatürk’ü bir kez daha saygıyla, minnetle, özlemle anacağız, rahmetle anacağız.

Mustafa Kemal Atatürk’ün, ‘Şahsi davam’ dediği Hatay meselesini çözmek için, gerekirse cumhurbaşkanlığından ve milletvekilliğinden istifa edeceğini ve serbest bir Türk vatandaşı olarak, bu işte çalışan arkadaşlarıyla birlikte Hatay topraklarına gidip, orada mücadeleci edeceğini, oraya geçeceğini ifade etmişti. Biz, bu bayrağı ondan, bu milletin ve özellikle makamın, koltuğun, unvanın önünde tutan o güzel akıldan, o zihniyetten devraldık. Dolayısıyla biz de her zaman 6 Şubat’tan itibaren, ‘Hatay benim davamdır, benim meselemdir’ diyen bilinçle, şiarla yol yürüyoruz, yürümeye devam edeceğiz.”

Siyasetin amacının toplumun hiçbir ferdini ayırmadan zorluklarla başa çıkmak olduğunu belirten İmamoğlu, şunları söyledi: “Siyaset; aklın, bilimin ışığında vatandaşa hizmetteki araçtır. Siyaset, millet için yapılır. Milletin birliği, beraberliğini, eksikliğini gidermek için yapılır. Siyaset, insanları ayrıştıran bir unsur asla olmaz, olamaz. Siyasetin amacı, hiçbir ayrım yapmadan, her vatandaşı için, herkes için sağlığını, güvenliğini, mutluluğunu sağlamak için kullanılan bir yöntemin, sürecin ya da görev bilincinin tarifidir. Siyaset, ‘Bize oy verene yardım edelim, vermeyene ne hali varsa görsün diyelim’ diye yapılmaz, yapılamaz. ‘Depremlerde hiç kimse ölmesin’ diye görev yapmak zorunda olduğumuz sürecin içerisindeki insanlarız.

Siyaset; afetleri, krizleri, vatandaşın yaşadığı zorlukları yenmek için yapılması gereken bir görevdir. Yapamamışsanız, milletin vicdanında kesinlikle bir yerde durmazsınız ve bu milletin vicdanı sizi cezalandırır. O bakımdan temennimiz ve isteğimiz, tam da bu yöntemle siyaseti yapmak, insanlarımızın beklentilerini karşılamak ve bizim siyasetimizin temeline de 7’den 70’e herkesi, güvenli ve refah içerisinde hayat sunma konusunda prensipleri, asla vazgeçmeden yerine getiren bir dönemi var etmek. Gençlerin, geleceğini kendi ülkesinde görebilmesini sağlamak, umutlarını burada yükseltmesini sağlamak. Çocuklarımızın daha huzurlu, mutlu, korunduğu günlere uyanmasını sağlamak.”

Paylaşın

İstanbul’da Yaşamanın Aylık Maliyeti 74 Bin Liraya Dayandı

İstanbul’da dört kişilik bir ailenin ortalama yaşam maliyeti ekim ayında bir önceki aya göre 2 bin 308 lira artarak 73 bin 739 lira oldu. İstanbul’un eylül ayı enflasyonu yüzde 59,10 olarak açıklanmıştı.

Haber Merkezi / İstanbul Planlama Ajansı (İPA), İstanbul’da Yaşam Maliyeti Araştırması Ekim 2024 verilerini açıkladı. Buna göre; Ekim ayında İstanbul’da dört kişilik bir ailenin ortalama yaşam maliyeti geçen yılın aynı ayına göre yüzde 60,46 artarak 73 bin 739 lira oldu. Ortaya çıkan bu mebla asgari ücretin 4 katını da geçti.

Temel tüketim maddelerinin bir önceki yılın ekim ayına göre fiyat artışlarına bakıldığında, en çarpıcı fiyat artışlarından birinin yüzde 58,92 artış oranı ile bebek maması ürün fiyatlarında yaşandığı görüldü. Ayçiçek yağındaki yıllık fiyat değişimi yüzde 64,61 olurken, ekmekteki değişim yüzde 46,63 oldu. Tuvalet kağıdının yıllık artışı oranı da yüzde 112,70 olarak kayıtlara geçti.

2023 yılı ocak ayında İstanbul’da yaşamanın maliyeti 29 bin 429 TL olurken, 2024 Ocak ayında 53 bin 58 TL olarak hesaplanmıştı.

İstanbul’un enflasyonu yüzde 59,10

İstanbul Ticaret Odası (İTO), 2024 Ekim Ücretliler Geçinme İndeksi ve Toptan Eşya Fiyatları İndeksi verilerini açıkladı.

Buna göre; Ekim ayında İstanbul’da perakende fiyat hareketlerinin göstergesi olan İstanbul Ücretliler Geçinme İndeksi bir önceki aya göre yüzde 3,64, toptan fiyat hareketlerini yansıtan Toptan Eşya Fiyatları indeksi ise yüzde 0,15 oranında arttı.

2023 Ekim ayına göre 2024 Ekim ayında yaşanan fiyat değişimlerini gösteren bir önceki yılın aynı ayına göre değişim oranı İstanbul Ticaret Odası’nın (İTO) 1995 bazlı Ücretliler Geçinme İndeksinde yüzde 59,10, Toptan Eşya Fiyatları İndeksinde ise yüzde 43,07 olarak gerçekleşti.

Ekim ayında perakende fiyatlarda bir önceki aya göre; Giyim harcamaları grubunda yüzde 11,43, diğer harcamalar grubunda yüzde 5,47, sağlık ve kişisel bakım harcamaları grubunda yüzde 4,17, konut harcamaları grubunda yüzde 4,06, gıda harcamaları grubunda yüzde 3,40, ev eşyası harcamaları grubunda yüzde 1,38, kültür eğitim ve eğlence harcamaları grubunda yüzde 1,14 arttı. Ulaştırma ve haberleşme harcamaları grubunda yüzde -0,62 azaldı.

Ekim ayında toptan fiyatlarda bir önceki aya göre; İnşaat malzemeleri grubunda yüzde 4,01, yakacak ve enerji maddeleri grubunda yüzde 1,49, gıda maddeleri grubunda yüzde 0,07, işlenmemiş maddeler grubunda yüzde 0,04 artış; kimyevi maddeler grubunda yüzde -2,81, madenler grubunda yüzde -0,03 azaldı. Mensucat grubunda ise fiyat değişimi gözlemlenmedi.

Paylaşın

İmamoğlu: Toplumsal Birliği Yeniden İnşa Etmek Zorundayız

Brand Week İstanbul 2024’te konuşan İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu, “Son 20 yılda bozulan, dostlukları zedeleyen ve toplumu ayrıştıran yaklaşımları geride bırakarak, toplumsal birlik ve dayanışmayı yeniden inşa etmek zorundayız” dedi ve ekledi:

“Ekonomik, sosyal ve kültürel olarak kaybettiklerimizi geri kazanmak için toplumsal ilişkilerimizi sağlıklı ve karşılıklı güvene dayalı bir temele oturtmalıyız. Bu yeniden inşa süreci, kurumlarımıza güvenin yeniden tesis edilmesini, hukukun üstünlüğüne olan inancın pekiştirilmesini ve ülke içinde adaletin ve toplumsal barışın sağlanmasını içermelidir.”

İmamoğlu, konuşmasının devamında, “Bu yolla Türkiye’nin dayanıklılığını artıracak, birlik içinde hareket edecek güçlü bir toplum oluşturabiliriz. Bu üç boyutlu strateji, Türkiye’yi sadece ekonomik açıdan değil, sosyal, siyasi ve kültürel açıdan da daha güçlü bir konuma taşıyacaktır. Refahı artıran, değerlere bağlı kalan ve toplumsal bağları onaran bir Türkiye, yalnızca vatandaşlarına değil, dünya toplumuna da katkı sunacaktır” ifadelerini kullandı.

İş dünyası, markalar ve sektör temsilcilerinin buluştuğu Brand Week Istanbul 2024, Türkiye Belediyeler Birliği (TBB) ve İstanbul Büyükşehir Belediye (İBB) Başkanı Ekrem İmamoğlu yaptığı açılış konuşmasıyla Haliç Kongre Merkezi’nde başladı.

Bu yıl ‘Bir Tarihin Başlangıcı’ temasıyla hayata geçen etkinliğin açılışında ‘Yeni ve Adil Bir Başlangıç Mümkün’ başlığıyla tarif ettiği bir konuşma yapan İmamoğlu gündeme dair önemli değerlendirmelerde bulundu. İmamoğlu’nun konuşmasından öne çıkan satırlar şu şekilde:

“Normalde böyle seçkin bir topluluğa hitap eden her siyasetçi, kendi projelerini, kendi başarılarını anlatmak ister. Neticede insanları ikna ettikçe sürdürülebilir başarının mümkün olduğu bir alan, siyaset alanı. Ama ben yarın için ilham kaynağı olacak fikirler, trendler ve teknolojiler arayan sizin gibi yaratıcı profesyonellerin olduğu bu salonda, ortak geleceğimize ilişkin bir değerlendirme yapmak istiyorum. ‘Bir Tarihin Başlangıcı’ temasıyla düzenlenen Brand Week İstanbul’da açılış konuşmamın başlığını ‘Yeni ve Adil Bir Başlangıç Mümkün’ diye tanımlamak istedim.

Sunumuma bir soruyla başlamak istiyorum: Tarihin neresindeyiz? 1990’ların başında Soğuk Savaş sona ermiş, Sovyetler Birliği dağılmıştı; Batı’nın değerlerinin galip geldiği ilan edilmişti. Çeşitli siyaset bilimcilere göre bu ‘Tarihin Sonu’ydu. Çünkü Batı’nın serbest piyasa ekonomisi ve liberal demokrasisi artık rakipsizdi.
Küreselleşme her yeri saracak, uluslararası sistem de daha uyumlu ve daha barışçıl bir yapıya bürünecekti. Ancak, öyle olmadı! Dünya, öngörülemeyen bir düzensizlik ve kaos dönemine sürüklendi. Geride bıraktığımız otuz yılda demokrasiler, yalnızca gelişmekte olan ülkelerde değil, Batı’da bile ciddi zorluklarla yüzleşti. Popülizm, milliyetçilik ve otoriter eğilimler güç kazandı.”

Keza tarihin bitişiyle ekonomik üstünlüğün Batı’da kalacağı düşünülüyordu. Ama Çin ve diğer yükselen ekonomiler, Batı’nın bu üstünlüğünün sona ermesinin mümkün olduğunu gösterdi. Bugün Çin, dünyanın ikinci büyük ekonomisi. Afrika ile Asya’da ise yeni güç merkezleri doğuyor. 2008 küresel finans krizinden sonra Batı’nın duraklamaya giren ekonomileri, büyüme ve eşitlik sorunlarıyla mücadele ediyor.

Küreselleşmenin sonu bile artık konuşuluyor. Pandemi ve Ukrayna krizi gibi olaylar, stratejik alanlarda yerel ve ulusal üretimi destekleme ihtiyacını ve korumacı politikaları tekrar öne çıkardı. Ticaret savaşları, küresel iş birliğini sarsarak içe kapanma dönemini başlattı. Başta ABD olmak üzere birçok ülkede gümrük engellerinin yükseltilmesi eğilimlerini güçlendirdi. Ne yazık ki dünya çapında barış umudu da gerçekleşmedi. 21. yüzyılın ilk çeyreği, savaş, çatışma ve krizlerle dolu bir dönem oldu.

Özetle bana göre tarih bitmedi, aksine yepyeni bir aşamaya geçtik. Bu aşamada, zorlukları aşmak ve geleceği yeniden inşa etmek bizim elimizde. Ancak bu yeni aşamanın nasıl bir dünya getireceği, hangi yolu seçeceğimize bağlı. Önümüzde iki seçenek var: Parçalanma, kriz ve düzensizliklerle şekillenen kaotik bir gelecek mi? Yoksa dayanışma, iş birliği ve sürdürülebilirlikle daha iyi bir yaşam kurabileceğimiz umut dolu bir dünya mı? Eğer her ülke kendi içine kapanır, toplumlar kutuplaşmayı ve bölünmeyi sürdürürse, karşılaşacağımız tablo çok karanlık.

Bugün dünyamızın karşı karşıya olduğu en büyük zorluklardan biri, beş farklı alanda derinleşen adaletsizliklerdir. Bu beş temel adaletsizliğe çözüm üretmeden, daha iyi bir gelecek inşa etmemiz mümkün değil.

Öncelikle teknolojik adaletsizlik, günümüzün en büyük sorunlarından biri olarak karşımızda duruyor. Teknolojik devrim, zengin ülkelerde daha fazla zenginlik ve refah yaratırken, birçok yoksul ülkeyi daha da geri bırakıyor. Dijital ekonomiye geçiş yapamayan, yüksek teknoloji sektörlerinde rekabet edemeyen bu ülkeler, altyapı ve eğitim yetersizliği nedeniyle büyük bir dezavantaj yaşıyor. Teknolojik eşitsizlik, küresel eşitsizliği daha da derinleştiriyor. Dış şoklara karşı savunmasız hale gelen yoksul ülkelerin, gelişmiş ülkelere bağımlılığı her geçen gün artıyor. Bu, gelecekte ulusların fırsat eşitliklerini sağlamak adına ele alınması gereken derin bir adaletsizliktir…

Gelişmekte olan devletlerin düşük gelirde birleşeceği korkusu yaygınlaşıyor. Bu riskler Türkiye için sahici bir beka sorunu olabilir. Teknolojik adaletsizlik, yapay zekayı geliştirme ve sahibi olma konusundaki gecikmeyle birleşirse, matbaayı 300 yıl gecikerek kullanmadan daha zor koşullarla karşı karşıya kalabiliriz.

İkincisi iklim adaletsizliğidir. İklim değişikliği, tüm dünyayı etkilese de bu krizden en çok etkilenenler, bu krize en az katkıda bulunan yoksul ülkelerdir. Küresel karbon emisyonlarının büyük kısmından sorumlu olan zengin ülkeler, gelişmiş altyapıları ve ekonomik güçleri sayesinde iklim krizine karşı kendilerini koruyabiliyorlar. Ama yoksul ülkeler aynı şansa sahip değil. Yoksul ülkeler, iklim değişikliğinin en yıkıcı sonuçlarıyla yüzleşmek zorunda kalıyor. Bu, adalet kavramını sorgulamamıza neden olan bir durum; çünkü küresel sorundan en az sorumlu olanlar, en ağır bedeli ödüyorlar.

Üçüncü olarak göçleri, küresel eşitsizliğin hem bir sonucu hem de sebebi olarak görmeliyiz. İnsanlar, yoksulluktan, siyasi istikrarsızlıktan ve çevresel felaketlerden kaçarak daha güvenli bölgelere ulaşmaya çalışıyor. Ancak göç yükünün bile adil olmayan bir şekilde dağıldığını görüyoruz. Gelişmiş ülkeler göçmenlere kapılarını kapatırken, yoksul ülkeler kapasitelerinin çok üzerinde mülteciye ev sahipliği yapmak zorunda kalıyor.

Dördüncü olarak gelir adaletsizliğini konuşmalıyız. Gelir adaletsizliği hem ulusal hem de uluslararası düzeyde toplumları içten içe kemiren en büyük sorunların başında geliyor. Ulusal düzeyde, son 20 yıldaki siyasi tercihlerle durmadan artmış olan ekonomik eşitsizlikler, toplumsal huzursuzlukların, parçalanmanın ve sosyal adaletsizliğin temel sebeplerinden biri oldu. Orta direğin zayıflatıldığı, refahın giderek dar bir zümrenin imtiyazına dönüştürüldüğü bu adaletsiz düzende, dar gelirli kesimlerin hayata tutunabilmeleri her geçen gün zorlaşıyor. Gelir dağılımındaki bu uçurum, sosyal uyumu tehdit ediyor; toplumsal bütünlüğü derin bir biçimde sarsıyor.

Adil gelir dağılımının olmadığı bir toplumda, toplumsal barışın sürdürülebilmesi nasıl mümkün olabilir? Uluslararası düzeyde ise gelir adaletsizliği, ülkeler arası eşitsizlikleri derinleştiriyor ve küresel istikrarı sarsıyor. Gelişmiş zengin ülkeler, küresel ekonomik kaynakların büyük bir kısmını elinde bulundururken, düşük ve orta gelirli ülkeler yeterli yatırımları yapamıyor; altyapılarını geliştiremiyor ve toplumsal refahı sağlayamıyor. Bu durum, zengin ülkelerin ekonomik ve siyasi güçlerine güç katarken, yoksul ülkeleri dış şoklara karşı daha savunmasız hale getiriyor.

Son olarak, temsilde adaletsizliğe değinmek isterim. Temsilde adaletsizlik hem ulusların hem de küresel sistemin en büyük yapısal sorunlarından biri. Ülke içinde temsil adaletsizliği, farklı toplumsal kesimlerin karar alma süreçlerinde yeterince temsil edilmemesiyle kendini gösteriyor. Farklı görüşlerin ve grupların haklarının korunması ve her vatandaşın sesinin duyulması, gerçek bir demokrasinin olmazsa olmazıdır. Bir taraftan demokrasiden bahsedip, diğer taraftan bir silaha dönüştürdüğünüz yargı marifetiyle seçilmiş siyasetçileri oyun dışına atarsanız, temsilde adaletten bahsedemezsiniz. Bu alanlardaki adaletsizlik, toplumdaki güveni ve sosyal uyumu zayıflatır, toplumsal huzursuzluğu derinleştirir.

“Karşımızda iki seçenek var”

Az önce karşımızda iki seçenek var demiştim: Parçalanma, kriz ve düzensizlikle şekillenen karanlık bir gelecek… Veya dayanışma ve iş birliğiyle inşa edebileceğimiz umut dolu bir dünya. Ne yazık ki, derinleşen adaletsizlikler her geçen gün daha fazla hayatımızın bir parçası haline geliyor ve bizi adım adım o karanlık geleceğe doğru itiyor.

Adaletsizlikler toplumları bölüyor, güveni sarsıyor ve çoklu krizleri kaçınılmaz hale getiriyor. Eğer bu eğilimleri tersine çeviremezsek, karşılaşacağımız gelecek, yalnızca daha fazla çatışma ve daha fazla eşitsizlik içeren bir gelecek olacak. İşte tam da bu noktada, tarih bize açık bir çağrı yapıyor: Karanlık bir geleceğe sürüklenmektense, birlikte daha umut dolu bir dünya inşa etmek elimizde. Zorlukların büyüklüğü ve küreselliği bizi yıldırmamalı. Aksine, geleceğimizi nasıl dönüştüreceğimize karar verme fırsatını yakaladığımız bu dönemde, kararlılıkla harekete geçmeliyiz. İyimser bir geleceği şekillendirmek için beklediğimiz aktörler bizleriz.

Toplumlar olarak, liderler olarak, bireyler olarak. Dayanışma ve iş birliğiyle inşa edeceğimiz daha umut dolu bir dünya ve Türkiye, adalet ve refah odaklı bir yeni siyaset anlayışıyla mümkündür. Ülke olarak, toplumsal refahı artırmak, değerlerimizi güçlendirmek ve kaybettiğimiz itibarı ve ilişkileri onarmak adına kararlı bir yol haritasına ihtiyacımız var.

Ben bu amaçla, üç boyutlu bir politika öneriyorum: Refah, değerler ve yeniden inşa. İlk boyut, refah boyutudur. Refahın sürdürülebilir olması için sosyal devleti genişletmeli, gelir eşitsizliğini azaltmalı, iş gücünü eğiterek modern ekonomiye entegre edecek mekanizmalar kurmalıyız. Ekonomik kalkınmamızı yalnızca mevcut kaynaklarla sınırlı tutmak yerine, teknolojiyi yakalayacak ve geleceğin endüstrilerine yatırım yapacak bir vizyon geliştirmeli, yeni bir hikaye yazmalıyız. Bizim Türkiye olarak geleneksel küresel ekonomide payımız yüzde 1. Buna karşın dijital ekonomideki payımız binde 1 civarında.

BM tarafından yapılan araştırmalara göre, yapay zekanın da aralarında olduğu 17 ileri teknoloji alanı, 2030 yılına kadar 10 trilyon dolarlık bir pazar yaratacak. Bu oran, Hindistan ekonomisinin mevcut büyüklüğünün yaklaşık üç katı. Refahı gerçek anlamda yaygınlaştırmak için üretim kapasitemizi, teknolojik altyapımızı ve eğitimli nüfusumuzun gücünü artırmalı, böylece ülkemizi her türlü dış şoka karşı daha dirençli hale getirmeliyiz. Şayet dünyadaki en büyük ilk 10 ekonomiden biri olmak, ilk 10 ihracatçı ülkeden biri olmak gibi hedeflere doğru yürüyeceksek, inovasyon ekosistemine stratejik yatırımlar yapmalıyız.

Teknolojik ve dijital dönüşümlerle Türkiye’nin sanayisini, ticaretini, yaratıcı endüstrilerini ve ihracatını bir üst lige taşımalıyız. Yeni bir Milli Sanayi Politikası ve nitelikli insan kaynağı, güvenilir ve kapsayıcı kurul ve kurallar, ile bilim, teknoloji ve inovasyona dayalı Endu¨striyel Strateji belirlemeli, paydaş ekonomisi anlayışıyla ülkemizi sıçrayarak kalkındırmalıyız.

Yeni nesil sanayi politika yasası çıkararak özellikle yüksek teknolojili üretim ve katma değerli ihracat yapan stratejik sektörlere, eğitimden yatırımlara kadar uzun vadeli ve uygun koşullarda destek sağlamalıyız. Ancak bu yolla yalnızca ekonomik büyümeyi değil, aynı zamanda toplumsal refahı da artırabiliriz. Bu alanlarda daha fazla gecikmek, ileri ve zengin ülkelerle aramızın bir daha kapatamayacak kadar açılması sonucu doğurabilir.

İkinci boyut, değerler boyutudur. Türkiye, hem ülke içinde hem de dünya sahnesinde özgürlükleri, adaleti ve demokrasiyi savunan, bu değerlere sımsıkı bağlı bir ülke olmalıdır. Değerlerimizi korumak ve güçlendirmek için içeride güçlü bir hukuk devleti kurmalı, vatandaşlarımızın hak ve özgürlüklerini garanti altına almalıyız. Toplumda hak ve adaleti güçlendirecek, farklı görüşlerin bir arada uyum içinde yaşamasını sağlayacak bir anlayışı hâkim kılmalıyız.

Ayrıca, çevre ve iklim adaletini gözeten, ekonomik kalkınmayı insan hakları ve sosyal adaletle birleştiren politikalarla, yalnızca kendi ülkemizde değil, dünyada da örnek olmalıyız. İçine düşürüldüğümüz kimlik bunalımından hızla çıkmalı, ülkemizi tam bir özgürlükler adasına çevirmeliyiz. Küresel düzeyde iş birliği, dayanışma ve demokrasiye dayalı bir düzenin inşasına liderlik edebilmeliyiz.

Üçüncü ve son boyut ise yeniden inşadır. Son 20 yılda bozulan, dostlukları zedeleyen ve toplumu ayrıştıran yaklaşımları geride bırakarak, toplumsal birlik ve dayanışmayı yeniden inşa etmek zorundayız. Ekonomik, sosyal ve kültürel olarak kaybettiklerimizi geri kazanmak için toplumsal ilişkilerimizi sağlıklı ve karşılıklı güvene dayalı bir temele oturtmalıyız. Bu yeniden inşa süreci, kurumlarımıza güvenin yeniden tesis edilmesini, hukukun üstünlüğüne olan inancın pekiştirilmesini ve ülke içinde adaletin ve toplumsal barışın sağlanmasını içermelidir.

Bu yolla Türkiye’nin dayanıklılığını artıracak, birlik içinde hareket edecek güçlü bir toplum oluşturabiliriz. Bu üç boyutlu strateji, Türkiye’yi sadece ekonomik açıdan değil, sosyal, siyasi ve kültürel açıdan da daha güçlü bir konuma taşıyacaktır. Refahı artıran, değerlere bağlı kalan ve toplumsal bağları onaran bir Türkiye, yalnızca vatandaşlarına değil, dünya toplumuna da katkı sunacaktır.

Bir keza daha vurgulamak isterim: Karşımızda tarihî bir dönüm noktası var. Bugün, ya adaletsizlikler ve krizlerle parçalanmış bir dünyaya doğru sürüklenmeye devam edeceğiz ya da dayanışma, iş birliği ve adaletle şekillenecek daha aydınlık bir geleceğe birlikte adım atacağız. Bu karar, yalnızca hükümetlerin değil, toplumların, bireylerin ve liderlerin birlikte alması gereken bir karardır.

Zorluklar büyük olsa da, önümüzde inşa edebileceğimiz daha kapsayıcı, daha adil ve daha sürdürülebilir bir dünya var. Refahı artıracak, değerlerimizi güçlendirecek ve onarıcı bir anlayışla hareket edersek, geleceği kazanabiliriz. Bu noktada, tarih bize güçlü bir çağrı yapıyor: Yeni ve adil bir başlangıç mümkün! Daha adil, daha güçlü ve daha dayanıklı bir Türkiye ve dünya inşa etmek elimizde. Beklediğimiz, aradığımız o aktörler bizleriz… Toplumlar, liderler, bu salondaki bireyler ve bu ülkenin eşit ve onurlu vatandaşları olarak hepimiz bu görevi üstlenmeliyiz.

Bu yolda, vazgeçmeden, umudumuzu kaybetmeden, kararlılıkla ilerleyelim. Elimizde derslerle, ilhamlarla dolu, çok değerli bir tecrübe var: İstanbul tecrübesi! Bu tecrübe bize, toplumsal refahı artırmayı amaçlayan politikalarla neler başarabileceğimizi gösterdi. Özgürlük, adalet ve demokrasi değerlerine dayalı, birlik ve dayanışmayı yeniden inşa etmeye kararlı bir anlayışın toplumda nasıl karşılık bulacağını gösterdi. Stratejik ve jeopolitik konumuyla Türkiye ekonomisinin kalbinin attığı yer.

Bir Dünya kenti, küresel bir güç olan İstanbul adil, yeşil ve yaratıcı bir kent olma vizyonuyla umut dolu bir performans sergiliyor. 16 milyon İstanbullu ile birlikte ortaya koyduğumuz İstanbul’un 2050 vizyonu; degˆis¸ime açık, giris¸imciligˆin ve yaratıcılıgˆın merkezi olan, yarattıgˆı zenginligˆi toplumsal refaha dönüs¸türen, nitelikli is¸gücünü ve istihdamı artıran, toplumsal ve ekonomik çes¸itliligˆi ile herkesi kapsayan, demokratik bir kent öngörüyor. Bu yolda atılan her adım İstanbul’un, tarihin çağrısına verdiği umutlu ve kararlı yanıtın bir ifadesidir.

Böyle bir kentte iş dünyasına da uzun vadeli bir perspektifle, sorumluluk içerisinde davranma görevi düşüyor. Biz, toplumsal görev ve sorumluluklarının idraki içerisinde hareket eden herkesin, her kesimin yüklerini paylaşmaya hazırız, kararlıyız. Bunu söylerken de elbette ki en önemli görevin en başta bana düştüğünü iyi biliyorum.. Çünkü tarihin bu zor dönemecinde, ülkemizde yanlış giden işleri düzeltmek, kentlerimizi ve doğamızı korumak, demokrasimize sahip çıkmak her zamankinden daha da önemli. O nedenle ben kendimi bu konularda sorumlu kabul ediyorum.

Başta haksız ve hukuksuz Kayyım atamaları olmak üzere ülkemizde uygulanan demokrasi karşıtı vesayetçi tutumlara sesimi yükseltmeyi önemsiyorum. Bir ülkede demokrasi iktidarların keyfiliğine bırakılamaz. Bir ülkede demokrasi iktidarların keyfiliğini asla bırakılamaz. Bu ülke 200 yıldır demokrasi mücadelesi veriyor. 101 yıldır muhteşem bir cumhuriyet hikayesi var, Zorluklarıyla, hatalarıyla, eksikleriyle… İşte tam da bu pencereden baktığımızda bir belediye görevden alınacaksa bu muhakkak bağımsız yargı tarafından verilmiş bir karara bağlı olmalı.

Görevden alınan belediye başkanı yerine geçici olarak gelecek kişiyi belediye meclisi seçmelidir. Evrensel hukuk ve demokrasi standartlarının önümüze koyduğu kurallar bunlardır. Bu yüzden Türkiye Belediyeler Birliği Başkanı olarak inisiyatif alıyorum. Türkiye Büyük Millet Meclisi’ndeki partilerin genel başkanlarıyla bizzat görüşüyorum. Görüşmeyen devam edeceğim. Görüşemeyen, görüşememesini istismar olarak nitelendirip kabul etmeyen insanlara ısrarla gitmeye devam edeceğim.

Hiç kimsenin bizim ısrar ve iyi niyetimizden kurtulma şansı yok. Çünkü biliyorum ki iktidarların hukuk ve demokrasi dışı arayışlarının cezasını millet ve ekonomi hem de uzun yıllar boyunca çeker. ‘Milletin değil, benim dediğim olur’ anlayışıyla hareket eden iktidarlar, güçlü bir demokratik tepki görmezse, kendilerinde her hakkı bulurlar. Bugün Türkiye’de yaşanan budur. Buna asla fırsat vermeyeceğiz. Geleceğe dair tariflediğimiz bütün çağdaş teknik, bilimsel unsurlar kadük kalır aksi takdirde.

Milletimizin ekonomik zorluklardan, sağlık, eğitim, adalet, güvenlik sorunlarından dolayı yaşadığı isyanı duymazdan gelenlerin… Milletin verdiği gücü kendi güçleri zannedenlerin çok güçlü bir demokratik uyarıya ihtiyaçları var. Burada sizler vasıtasıyla tüm milletime seslenmek isterim… Biz, demokrasiyi koruyacak, özgürlüklere sahip çıkacak sorumlulukla hareket ediyoruz. Etmeye de devam edeceğiz. Bu süreçte hiçbir şekilde geri adım atmayacağız. Türkiye’nin geleceğinin muhafızı olmak için tüm gücümüzle mücadele edeceğiz. Bu konular konuşulmadan bu konuları çözmeden özellikle sizin gibi çok ama çok yetenekli insanların önünde çok ama çok acı ve bizi hepimizi üzen engeller oluşacaktır.”

(Kaynak: Cumhuriyet)

Paylaşın

Ekrem İmamoğlu: Türkiye, Tek Adam Rejiminden Kurtulmalı

Türkiye Belediyeler Birliği (TBB) toplantısı sonrası basın açıklaması yapan İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu, “Türkiye bir an önce tek adam rejiminden kurtulmalıdır” dedi ve ekledi:

“Belediye Başkanlığının sona ermesi, Anayasa ve belediye kanunda bellidir. Daha sonra getirilen kanunlara ihtiyaç yoktur. Suç gibi cezada bireysel olmalıdır. Olağanüstü durumlarda getirilen kayyım uygulamalarına olağan zamanda da yapılmasına son verilmelidir.”

İstanbul Büyükşehir Belediye (İBB) Başkanı Ekrem İmamoğlu, Türkiye Belediyeler Birliği (TBB) toplantısı sonrası açıklamada bulundu. İmamoğlu’nun açıklamasından öne çıkan bölümler şöyle:

“Anayasamızda İçişleri Bakanlığı’na verilen görevden uzaklaştırma kararı yalnız mahalli idare organlarının görevlerini suç olarak işlemeleri halinde görevden alma yetkisi vardır. 1930 yılından bu yana elden ettiğimiz yerel yönetim seviyesi geliştirilmiştir.

Kayyım uygulaması halk iradesini ortadan kaldırmaktadır. Bu koşullar belediye meclis üyelerinin de görevlerini ortadan kaldırmaktadır. Bu kararlara imza atan iktidar yüzünden millet iradesi yok sayılmaktadır. İktidar seçiliyorsa kayyum atamıyor seçilmiyorsa kayyum atamaktadır.

Emeklisinden öğrencisine herkes geçim sıkıntısı içindedir. Gençlerimiz umudu başka ülkelerde aramaktadır. Tüm modern çağdaş yeniden yönetim modelinin merkezi dinamikleri tarafından yönetildiği sürece ket vurulmaktadır. Demokrasimiz derin yara aldı.

Kayyum kullanılacak istisnai bir yetki olarak sayılmamıştır. İçişleri Bakanı’na kayyum atama ve görevden alma yetkisi tanınmamıştır. Kararların sonuçları siyasi değildir. Demokrasiden uzaklaşmak dünyanın en kırılgan ekonomisi olmak demektir. Belediyeler bütçe ve stratejik planlarını yeni hazırlamıştır.

Kayyum kararıyla, bu yetkiler İçişleri Bakanlığı’nın bir memuruna teslim ediliyor. Son 8 yıldır alınan kararlar keyfi vesayet yönetimini ortaya çıkarmıştır. Türkiye bu zihniyetten bir an önce kurtulmalıdır. Bunun iradesi de sandıktır seçimdir. Seçim ve seçilme hürriyeti yok edilmektedir.

AKP Grup Başkanvekili Güler’in bu uygulamaların devam edeceği yönündeki tavrı o kadar çirkin ve yakışızdır ki… Bu yargı için irade beyan etmektedir. Ben bu söylemini kınıyorum. Hukuka aykırıdır. Hukukçu kimliğiyle bunu söylüyorsa hukuk bilgisini gözden geçirmelidir. Tümden bir kurumun kapatılması doğru değildir. Egemenlik kayıtsız şartsız milletimizindir”

Partilerin birçoğu ile irtibata geçilmiştir, başka partilerle de iletişime geçilmesi yönünde adımlarımız olacaktır. Devlet Bahçeli, Numan Kurtulmuş’a da randevu talebimizi ilettik. olumsuz bir dönüş almadık. Görüşmeler devam edecek.”

Paylaşın

İmamoğlu’ndan “Kayyım” Açıklaması: Partimizin Dengesini Bozmak İstiyorlar

Esenyurt Belediye Başkanı Ahmet Özer’in görevden alınıp yerine kayyım atanmasına ilişkin konuşan İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu, “Bu siyasi kumpasın çok sebebi var ama en temel hedefi partimizin dengesini bozmak olduğunu unutmayın” dedi ve ekledi:

“Bizi kudretsiz göstermek, iç çekişmelerimizin büyümesini sağlamak olduğunu unutmayın” diye devam eden İmamoğlu “Bizi bölerek, parçalayarak, korkutarak, savurarak, savrulmamızı sağlama çabasıyla yolumuzdan etmeye çalıştıklarını unutmayın. Odağımızı şaşırmamızı, iktidar hedefimizden vazgeçmemizi, müzmin bir muhalefet partisi olmamızı, kendi rejimlerini ve sistemlerini bu ülkeye yerleştirerek neredeyse daimi bir iktidar kurma çabası içinde olduklarını unutmayın.”

İstanbul Büyükşehir Belediye (İBB) Başkanı Ekrem İmamoğlu, “TBMM Grubu Çalışma ve Değerlendirme Toplantısı”nda gündeme ilişkin açıklamalarda bulundu. İmamoğlu, konuşmasına şu sözlere başladı:

“Nereye gitsem ekonomiden sağlığa, adaletten eğitime her alanda bir çöküş tablosuyla karşı karşıyayız. Herkes sorunlarını ifade ederken, sorunlarının sebebini de çok iyi biliyor. Kimin, hangi uygulamaların ülkemizi böylesi bir sürece taşıdığını çok net ifade ediyorlar. CHP’liler olarak bize sorumluluğumuzu hatırlatıyorlar.

Halkımız bir kez daha topluma ilham olan, kurucu irade gibi bir irade göstermemizi, tekrar ayağa kalkarak itibarlı bir devlet, her bireyini eşit bir birey olarak seven, kucaklayan, kucaklanan bir ortamın varlığını, sürecin hayata geçirilmesini bekliyorlar. Nereye gitsem, avaz avaz millet bizi çağırıyor ve bizden bu söylediğim sorumluluğumuzu taşımamızı bekliyor. Adaletsizliklerle kuşatılsa da yerel seçimde bu iktidara karşı durma bilincini gösteren, bizi birinci parti yapan milletimizin bizi çağırdığını hissetmenizi istiyorum. Bu kahredici tabloyu değiştirebilecek tek güç olarak CHP’yi görüyorlar.”

Erdoğan’ın, kendisine ve Özgür Özel’e Esenyurt’ta yaptıkları konuşma nedeniyle açtığı 1 milyon TL’lik tazminat davasına ilişkin de konuşan İmamoğlu, şu tepkiyi gösterdi: “Yeni bir yargı tacizini de taze taze bize yaşattılar. Esenyurt Meydanı’ndaki haklı sözlerimiz, ifadelerimiz ve hatırlatmalarımıza sayın Cumhurbaşkanı kızmış. Hemen avukatına talimat vermiş bana ve Sayın Genel Başkanımıza 1’er milyon liralık tazminat davası açmış. 65 yaşına gelmiş, 40 yılını yaklaşık Türkiye’nin bilim dünyasına ayırmış, Esenyurt Belediye Başkanımız Ahmet Özer’in kişilik haklarını ayaklar altına alırlarken, bizim onlara sorduğumuz gerçek ve kanıtlı sorularımızı kişilik haklarını saldırı olarak görmüşler.

Neymiş kamuoyu önünde küçük düşmüş. Bizim ne kişilerle ne de kişilikleriyle meselemiz olmaz. Ta ki kişilikleri memlekete zarar verir hale gelene kadar. Bizi, cumhuriyetin var oluş sebeplerini yerle bir ederek, milletimizi ülkemizi devletimizi dünyaya sefil ve rezil ederlerken, bunları yaptıkları an tam da bu noktada gereken sözü söylemeyi, gereken soruyu sormayı asla geride bırakmayız. Açıkçası benim konuşmam tam da bu eksendeydi.”

İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya’nın, 2 gün önce tutuklanan ve yerine kayyum atanan Esenyurt Belediye Başkanı Ahmet Özer’i kastederek kullandığı “Şehrin emini terör yandaşı olamaz” ifadelerine de yanıt veren İmamoğlu, şöyle konuştu:

“Ne kadar uydurma safsata bir kısım cümleleri içerin iddianameyi okuduğumda ben o iddianameyi yere fırlattım. Utanç duydum. 10 yıl önceki telefon görüşmesiyle birini terörist ilan eden anlayış, o itham açıkçası dün o sözü söyleyen İçişleri Bakanına döner bumerang gibi vurur. Şimdi buradan hatırlatma yapmak isterim. 10 yıl önce Fethullah Gülen’e nasıl övgüler düzdüğünü hatırlatayım. 10 yıl önce Türkiye’de ‘Türkçe Olimpiyatları geldiği aşamayla maşallahı hak ediyor’ diyen sensin. Organizasyonu düzenleyen sensin, İçişleri Bakanı olan zat sensin. Sponsor katkısı sağlayan da sensin. 10 yıl önce terör örgütüyle kol kola olan sensin.

Ne diyelim şimdi? Dönüp senin söylediğin sözleri sana mı ifade edelim? Tam olarak senin cümlelerini de o döneme dair seçersen şöyle mi diyelim? “Sureti aktan görünüp, diğer taraftan fikriyle zikriyle terör örgütüyle bir olunmaz” deyip sana mı hatırlatalım. İçişleri Bakanı terör yandaşı olamaz mı diyelim? Nasıl, hoşunuza gitti mi sayın İçişleri Bakanı? Siz önce bakanlığınızı kim yönetiyor ona bakın. Ben İçişleri Bakanı’na seslenmek istiyorum. Sana bile haksızlık yapılsa, ona bile karşı duracak insanlar var bu salonda.”

Paylaşın

İmamoğlu’ndan Özel’e: Her Gün Erken Seçim Demek Yerine, Sorun Çözmeliyiz

İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu, CHP Lideri Özgür Özel’in erken seçim çağrılarına ilişkin yaptığı değerlendirmede, “Bir muhalif partinin her gün ‘erken seçim’, demesi yerine, ben partimin her gün ülkenin sorunlarına çözüm önerilerini anlatan bir parti olmasını daha doğru bulurum” yanıtını verdi.

İmamoğlu, Yavaş ve Özel ile parti içinde diyalog kanallarının açık olduğu mesajı da verdi: “Ortak akıllı süreci en doğru yere ulaştırmak konusunda kararlı bir ekibiz. Genel başkanım en az benim kadar kararlı. Bu konuda birbirimizi tamamlayarak, birbirimize katkı sunarak en başından beri mutlaka bu az önce söylediğimiz bütün olumsuzlukların müsebbibi süreci sona erdirerek, Türkiye’yi çok aydınlık bir sürece taşımak konusunda karalı bir ekibiz.”

Türkiye Belediyeler Birliği ve İstanbul Büyükşehir Belediye (İBB) Başkanı Ekrem İmamoğlu, Ankara’da gazetecilerle bir araya gelerek yaklaşık üç saatlik bir toplantıda gündeme dair sorulara yanıt verdi.

BBC Türkçe’den Ayşe Sayın’ın aktardığına göre; CHP’nin cumhurbaşkanlığı adaylığı için en güçlü iki isimden biri olan İmamoğlu, daha önce farklı yorumlanabileceği ve dedikodulara yol açabileceği gerekçesiyle böyle bir toplantıya fırsat bulamadığını belirtti ve TBB Başkanı olarak bu toplantıyı gerçekleştirdiğini ısrarla vurguladı.

İmamoğlu, bu toplantının “Ankara’ya ısınıyor, Ankara’ya açılıyor” biçiminde yorumlanmasının doğru olmayacağını ifade etti.

Türkiye’de büyük bir çürüme ve çöküş olduğunu belirten İmamoğlu’na, bir çıkış yolu olarak bir erken seçim bekleyip beklemediği sorusu yöneltildi. İmamoğlu, erken seçime ‘milletin karar vereceğini’ ifade etti. Ancak İmamoğlu, önümüzdeki seçimlere ilişkin de bir özeleştiri yaptı:

“Bugün itibariyle bu seçimi kazanacak bir iktidar önümüzde yoktur. Bu seçimi kaybedersek bir tek muhalefet olarak biz kaybederiz. Kendi hatalarımızla, eksiklerimizle, uyuşmazlığımızla ya da hazırlıksız olmamızla kaybederiz.

“Bu manada da buna fırsat vermeyecek bir muhalefet yapısını kurmak, toplumsal muhalefeti güçlü bir biçimde bir araya getirmek, çocuklarını dahi, gençlerini dahi Türkiye’nin geleceğini nasıl hazırlayacağını, kalem kalem her konuda izah edecek hale getirecek bir muhalefet duruşu ve ortak aklın hakim olduğu bir ortam bize seçimi kazandırır.”

İmamoğlu bu özeleştirisinin altını çizdi ve hatta toplantının sonunda bir kez daha bu ifadeleri tekrarladı.

Yüksek Seçim Kurulu (YSK) üyelerine “ahmak” dediği iddiasıyla yargılandığı ve hakkında siyasi yasak istenen davayla ilgili değerlendirmelerde bulunan İmamoğlu, kendisinin adalete inancını korumak istediğine vurguladı.

Dava yargıcının teamüle uygun olmayan şekilde değiştirilip, Samsun’a sürüldüğünü anımsatan İmamoğlu, AKP’li bir belediye Meclis üyesinin de “’Hakimin Samsun’a neden sürüldüğünü birazdan anlatacağım” sözleriyle bunu itiraf ettiğini vurguladı.

İmamoğlu, “yargısal tacize uğradığını” söyledi: “İşin özü şudur; ben kimseye ‘ahmak’ demedim. Bana ‘ahmak’ diyene sözümü iade ettim, çok net. Ben ciddi bir yargısal tacize uğradığımı düşünüyorum. Bazen yurt dışında soranlar oluyor, anlatın diye, nasıl anlatacağımı bilmiyorum. Utanıyorum ve anlatamıyorum.”

Yargıyı silah olarak kullanıp, siyasi menfaat sağlamanın, millette karşılığı olmadığını, bunun en somut örneğinin de Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın siyasi süreci olduğunu belirten İmamoğlu, “Bu millet mağdur edilenin yanında olduğunun ve bunun en güçlü cevabını da 23 Haziran 2019’da verdiğini daha dün yaşadınız. O bakımdan umarım bu yanlıştan dönerler” dedi.

“Takım arkadaşıyız, yol arkadaşıyız”

Sık sık “Cumhurbaşkanlığına aday mısınız?” sorusuyla karşılaşan İmamoğlu da aynı soru toplantıda da yöneltildi. “Günü geldiğinde, tabii bakarız” diyen İmamoğlu, adaylığa günü geldiğinde ”milletin”, ”partisinin” karar vereceğini ifade etti.

İmamoğlu, CHP Lideri Özgür Özel’in, cumhurbaşkanı adaylığı ile ilgili “Sağ açık Mansur Yavaş, sol açık Ekrem İmamoğlu” tarifine katılmadığını da ilk kez bu toplantıda açıkladı:

“Ben bu mevki işine hiç sıcak değilim, daha doğrusu pozisyon meselesine. Biz takım arkadaşıyız, yol arkadaşıyız. Bu işin sağ açığı, sol açığı olmaz. Yol arkadaşlığı müessesesi benim için önemlidir. Bunu ben genel başkanımla da paylaştım bu arada, yani paylaşmadığım bir duygu değil. Ve yol arkadaşlığı, takım arkadaşlığı meselesinin hedefi tektir. Ve biz o hedefe koşan insanlarız. O takımın içindeki insanlarız. Günü geldiğinde dediğim gibi hem partimizin kurulları hem de milletimiz en doğru kararı verecektir.”

Bu konuda Özel’e yaptığının “sempatik eleştiri” olduğunu vurgulayan İmamoğlu, Özel’in de kendisine hak verdiğini ifade etti.

İmamoğlu’nun Özel’e ikinci eleştirisi ise “erken seçim çağrısı” konusunda oldu. Özel’in ısrarlı çağrılarının anımsatılması üzerine İmamoğlu, erken seçimin zamanlamasını bilemeyeceğini vurgulayarak, “Bir muhalif partinin her gün ‘erken seçim’, demesi yerine, ben partimin her gün ülkenin sorunlarına çözüm önerilerini anlatan bir parti olmasını daha doğru bulurum” yanıtını verdi.

İmamoğlu, Yavaş ve Özel ile parti içinde diyalog kanallarının açık olduğu mesajı da verdi: “Ortak akıllıla süreci en doğru yere ulaştırmak konusunda kararlı bir ekibiz. Genel başkanım en az benim kadar kararlı. Bu konuda birbirimizi tamamlayarak, birbirimize katkı sunarak en başından beri mutlaka bu az önce söylediğimiz bütün olumsuzlukların müsebbibi süreci sona erdirerek, Türkiye’yi çok aydınlık bir sürece taşımak konusunda karalı bir ekibiz.”

“Ben görevimin başındayım ve İstanbul’a hizmet ediyorum”

İmamoğlu, cumhurbaşkanı seçilmesi halinde parlamenter sisteme dönmeye sıcak bakmadığı yorumlarına da yanıt verdi. Cumhurbaşkanının mevcut sistemle seçileceğini anımsatan İmamoğlu, “kontrolsüz” dediği mevcut sistemin değişmesini istediğini vurguladı.

Sistemi düzeltmek için yeni anayasaya ihtiyaç olmadığını vurgulayan İmamoğlu, “Ama bu ülkenin gerçekten iyi bir anayasa düzeni için, gerçekten bugünü temsil eden doğru bir parlamentoya kavuşması lazım. Umarım o parlamento, doğru bir süreçte, iyi bir çoğunlukla ülkemizin demokratik ve hukukun üstünlüğü kavramlarıyla geleceğini hazırlayacaktır” görüşünü dile getirdi.

Son dönemde CHP kulislerinde, İmamoğlu’nun hakkındaki davadan siyasi yasak kararı çıkması ihtimaline karşı, CHP Genel Başkanı olması formülünün devreye sokulabileceği iddiaları konuşuluyor. “CHP Genel Başkanı’na siyasi yasak getirmenin daha zor olacağı” gerekçesiyle bu iddia dillendiriliyor. İmamoğlu, bu soruya temkinli yanıt verdi:

“Ben öyle bir fırsatçı insan değilim. Yani böyle bir gündemin bir parçası olmam. Olmadım da… Partimin genel başkanı var. Gerçekten böyle bir ‘sıradan dava’ bile denmeyecek bir meselenin işte kurtuluşu ‘partiye, genel başkanı ol’ vesaire… Ben görevimin başındayım ve İstanbul’a hizmet ediyorum. Böylesi bir kavramla değil ama bir süreç gelişir, oluşur ya da dönemimin sonu olur, başka bir vesile olur… Oluşana kadar da İstanbul’a hizmet etmeyi çok önemli buluyorum ve başarılı olmayı istiyorum. Öyle bir gündemim yok.”

İmamoğlu, parti yönetiminde yaklaşık bir yıl önce gerçekleşen değişim anımsatılarak, “değişim talepleri karşılandı mı?” sorusuna ise şu yanıtı verdi: “Tabii ki eksiklerimiz var ama güzel olan şu; biz eksiklerimizi konuşuyoruz. Yani daha dün bile konuştuk. Haftada bazen iki kez konuşuyoruz. Benim şahsen tespit ettiğim ya da ekibimizin tespit ettiği ne varsa bunları anında genel merkezle paylaşan mekanizmalarımız var.

“Benim bizzat Genel Başkanla konuşmak ve paylaşma konusunda hiçbir engelim, hiçbir sınırım yok. Kaldı ki benzer bir durumu bana yaşatan bir Genel Başkanımız var. O muazzam bir fırsat alanı doğuruyor bize. Eksiklerimizi de birebir çok açık konuşabiliyoruz. Sadece ikili olarak da değil, kurullar çerçevesinde de dönem dönem konuşuyor, tartışıyoruz.”

CHP’nin oyunun düştüğü eleştirilerini de değerlendiren İmamoğlu, anketlerde büyük oranda partisinin birinci olma konumunu sürdürdüğünü, ancak “tarafsız seçmen”in büyüdüğünü ifade etti.

“Bu seçimi iktidar kazanamaz. Ancak biz istersek kaybederiz”

Başarı için her günün, saatin önemli olduğuna dikkat çeken İmamoğlu, “Umarım genel başkanımızın partimizdeki başarısı bizlerin şu anda aldığı şehirlerinde ya da ülke genelinde aldığımız sorumluluklardaki başarımız bizi iktidara taşıyacağına da inancım tamdır” dedi.

İmamoğlu, bir kez daha özeleştirisini anımsatıp, “Bu seçimi iktidar kazanamaz. Ancak biz istersek kaybederiz. Biz de milletimiz adına, milletimizin kazanması için kararlı bir ekibiz” diye konuştu.

MHP Lideri Devlet Bahçeli’nin, Meclis’in yeni yasama yılı açılışında, DEM Partililer’in elini sıkması ile başlayan siyasette yumuşama atmosferi, “yeni çözüm süreci mi başlıyor?” sorularını gündeme taşımıştı.

İmamoğlu, ”Kürt sorununun, ülkenin en önemli sorunu” olduğu belirtirken, el sıkmanın değerli olduğunu, ancak Meclis ve toplumsal zeminde konunun tartışılması gerektiğini söyledi. Ancak iktidarın samimiyeti konusundaki kuşkusunu da dile getirdi:

“Benim tek dileğim ve isteğim bir an önce bu konuyla ilgili çözüm süreçlerinin, problemlerin tartışma süreçlerinin en uygar, medeni şekilde olgunlaşması. Buna ihtiyaç var. Ama bu bir seçim stratejisi ise, masaya pazarlık unsuru olarak getirilecekse valla hiç getirmesinler. Zarar verirler yarın iyi bir dönemin oluşmasına. Pazarlık değil, samimi konuşulma meselesi bu.”

İmamoğlu, İstanbul Barosu Başkanı seçilen İbrahim Kaboğlu’nun, Anayasa’nın ilk 4 maddesiyle ilgili yaptığı “Değişmez maddelere olumlu anlamda dokunulabilir” açıklamasını eleştirdi.

Kaboğlu’nun “talihsiz bir başlangıç” yaptığını belirten İmamoğlu, “Anayasa’nın ilk dört maddesi gayet olumlu bir biçimde, gayet güçlü bir biçimde tariflenmiştir ve bu dört maddenin Türkiye’mizde mevzu edilecek bir pozisyonu ve durumu yoktur. Bu çok net” dedi.

Fethullah Gülen’in ölümünü de değerlendiren İmamoğlu, “Türkiye’nin bir dönemine kara bir leke olarak işlenen örgütsel yapının başındaki insanı vefatından sonra Allah’a havale ediyorum, Allah bildiği gibi yapsın isterim” dedi. Gülen’in, Türkiye’ye büyük bir travma yaşattığına işaret eden İmamoğlu, göz yumulması halinde, Türkiye’de benzer örgütlerin “üreme kapasitesi” olduğuna işaret etti.

Paylaşın

Erdoğan’dan Muhalefete Mesaj: Kuru Hamasetin Kimseye Faydası Yok

İstanbul Muhtarlar Buluşması’nda konuşan Erdoğan, “Bekamızı sağlamak için yalnız savunma sanayimizi değil milletimiz ve millet bağımızı daha da güçlendirmenin çabasındayız. Biz hiçbir zaman farklı etnik kimlikleri, inançları, siyasi görüşleri, kültürel aidiyetleri, çatışma veya ayrılık unsuru olarak görmedik” dedi ve ekledi:

“Tam tersine 85 milyonun tamamını Türk milletinin ayrılmaz parçası olarak gördük. Milletimizin tüm fertlerini ortak idealler etrafında kenetlendirmek için 22 yıldır mücadele halindeyiz. Ayrılıklarımızı değil müşterekleri büyütelim istiyoruz. Tüm siyasi partilerimizi kutuplaştırmayı körüklemek yerine kardeşlik seferberliğimize katkı sunmaya davet ediyoruz.”

Erdoğan, konuşmasının devamında, “Mesele karanlığa yumruk sallamak değil Türkiye’nin aydınlık geleceği bir için fener olabilmektir. Ülkemizim sorunları, çözüm önerileri noktasında hepimiz aynı düşünmek zorunda değiliz ama meseleleri konuşmak için aynı zeminde buluşmak durumundayız. Kuru hamaset yapmanın da öfke diline sarılmanın da doğmamış çocuğa don biçmenin muhalefet dahil kimseye faydası dokunmaz. İç cephemizin güçlendirilmesine dönük attığımız adımlarda muhalefet de bizim kadar Cumhur İttifakı kadar istekli olmalı, takoz koymak yerine bu çabalara samimiyetle sahip çıkmalı, yapıcı katkılarda bulunmalıdır. Siz muhtarlardan da Türkiye Yüzyılı mücadelemize güçlü destek vermenizi bekliyoruz” ifadelerini kullandı.

AK Parti Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, İstanbul Muhtarlar Buluşması’nda açıklamalarda bulundu. Erdoğan’ın konuşmasından başlıklar şu şekilde:

“Sizinle yakın muhabbetimizin elbette başka sonuçları da oldu. Daha önce muhtar deyince burun kıvıranlar, toplantılarımız sayesinde geç de olsa mecburiyetten ve mahcubiyetten dolayı da olsa yaptığınız işlerin gerçeğini anlamaya başladı. İşin samimiyeti bir tarafa bizim için aslolan sonuçtur. Elitist zihniyetin muhtarlarımızla vücut bulan halk iradesi karşısında diz çökmesi şüphesiz önemli kazanımdır. Çünkü muhtar demek millet demektir. Sandık yani demokrasi demektir. Muhtarlar aynı zamanda demokrasi binamızın temel yapı taşlarındandır. Sizler yerel düzeyde vatandaşın gündelik hayatına dokunan mesainiz ile huzurun, barışın, sosyal dayanışmanın, milli birlik ve bütünlüğün teminatısınız.

Ülkemizde birileri halen anlamasa da milletin teveccühüne mazhar olmak, dünyada ulaşabilecek en şerefli payelerden biridir. İster muhtar, ister meclis üyesi, ister belediye başkanı, ister milletvekili isterse Türkiye Cumhurbaşkanı olsun bu durum değişmez. Demokrasinin halka dönük yüzü muhtarla başlar, devlerin başı olan Reis-i Cumhur’la sona erer. Muhtarlarımız bu yönleriyle demokrasinin de nüvesini teşkil etmektedir. Bizim sizinle yakın diyaloğumuzu eleştirenlerin anlayamadığı işte budur. Onlar seçilmenin, halktan oy almanın, milletin emanetini taşımanın ve bu aziz millete hizmet etmenin ne manaya geldiğini idrak edemiyorlar. Biz ise bunun önemini, zorluğunu ve değerini çok çok iyi biliyoruz. Bunun için de muhtarlarımızın ve muhtarlık kurumunun üzerine titriyoruz.

Şu hususunda altını çizmek zorundayım: Bulunduğu yere atamayla gelen tüm kamu görevlileri, devletin imkanlarını millete hizmet için kullanmakla mesul ve mükelleftir. Dolayısıyla hangi konumda olursa olsun makamının gücünü kullanarak hiç kimse benim muhtar kardeşlerimi ezemez, hor ve hakir göremez. Köyünün ve mahallesinin sorunlarına çözüm arayışında, yerel yönetimler dahil bütün kurumlarımızın kapısı muhtarlarımıza açıktır ve öyle olmalıdır.

Ne dediler benim için ‘Muhtar bile olamaz’… Bu manşetleri attılar. E ne oldu? Eski Türkiye’nin tekrar hortlatılmasına izin veremeyiz. Bakınız bu fakir eski Türkiye’yi iliklerine kadar yaşamış, adaletsizliği, hukuksuzluğu, ayrımcılığı bizzat tecrübe etmiş bir kardeşinizdir. Yarım asrı geçen siyaset yolculuğumuzda pek çok zorluklarla karşılaştık. Halkın seçtiklerine tepeden bakan, bürokratik oligarşiyi gördüm. Elitist, seçkinci, halka rağmen halkçılık yapan jakoben zihniyeti gördüm. Millete hizmetkarlık yerine efendilik taslayanların ülkemize nasıl büyük zararlar verdiğini gördüm. ‘Neme lazımcılığın’, ‘Aman konforum bozulmasın’, ‘Aman başım ağrımasın’… Bu yaklaşımların kalkınma ve refah hamlelerimizi nasıl tökezlettiğini gördüm.

Siyasi hayatım boyunca Türkiye’yi ve Türk demokrasisini paçasından aşağı çeken bütün bu marazlarla mücadele ettim. Önümüze çıkan engellere aldırmadık. Baskılar ve yasaklar karşısında geri adım atmadan çalıştık, ter döktük. İnşallah bundan sonra da mücadelemizi sizlerle birlikte kararlılıkla devam ettireceğiz. Savrulmadan ve sarsılmadan Türkiye’yi bugüne kadar olduğu gibi yine demokrasiyle, kardeşlikle, adaletle ve özgürlükler temelinde büyüteceğiz. Bunu da siz muhtar kardeşlerimin desteği ile yapacağız.

Son 22 yılda muhtarlarımızın güçlendirilmesi noktasında sayısız adım attık. İçişleri Bakanlığımız bünyesinde Muhtarlar Daire Başkanlığı kurduk. Büyükşehir belediyelerinde Muhtarlık İşleri Dairesi Başkanlıkları, diğer belediyelerde de Muhtarlık İşleri Müdürlükleri ihdas ettik. 19 Ekim’i tüm Türkiye’de Muhtarlar Günü olarak biz ilan ettik. Muhtarlarımızın maaşlarını, sigorta primlerini ve diğer özlük haklarını yaptıkları görevin seviyesine uygun hale getirdik. 2002 yılında muhtar aylığı 97 liraydı, bugün 20 bin 285 lira oldu. Nereden nereye?

Muhtarların ödemekle yükümlüğü oldukları 8 bin 233 liralık Sosyal Güvenlik Kurumu primlerini şimdi devlet olarak biz karşılıyoruz. En az bir dönem muhtarlık yapan kardeşlerimizi 55 bin lirayı bulan silah ruhsatı harcından muaf tutuyoruz. 30 büyükşehirde yöreye özgü 100 muhtar hizmet binasının yapımını tamamladık. 51 ilimizde 2024 yılı için planladığımız 179 hizmet binasından 98’i hizmete girdi, kalan 81 tanesinin inşaatı ise hızla devam ediyor. Ankara Muhtar Evi ile Ankara’yı ziyaretlerinde muhtarlarımızın üzerinden büyük bir yükü aldık.

“Gazze’de 2 milyon, Lübnan’da 1 milyondan fazla insan…”

Bölgemizdeki gelişmeleri bizimle birlikte sizler de yakından takip ediyoruz. Komşumuz Suriye’de, 13 yıl önce başlayan ve 1 milyon insanın hayatına malolan ihtilafa henüz çözüm bulunmadı. Ukrayna ve Rusya arasındaki kanlı savaş kasım ayında 4. yılına ulaşacak. Bir diğer komşumuz Irak halen terör belasıyla mücadele ediyor. Avrupa ülkelerinde Müslüman düşmanı ve ırkçı partiler ya iktidara yürüyor ya da iktidar ortağı oluyor. Son 1 yıldır Gazze’de süren, geçen ay Lübnan’a sıçrayan katliamları anlatmakla artık kelimeler çaresiz kalıyor. Çoğu çocuk ve kadın 50 bin masum insan tüm dünyanın gözleri önünde katledildi. 100 bini aşkın yaralı var. Gazze’de 2 milyon, Lübnan’da 1 milyondan fazla insan evini, yıllardır yaşadığı toprakları terk etmek zorunda bırakıldı.

Netanyahu denilen gözü dönmüş bir caninin elinde Avrupa’yı, ABD’yi, BMGK adeta oyuncak olmuş durumda. 20 bin çocuk öldü, bir tanesi çıkıp ‘Bu alçaklıktır’ diyemedi. On binlerce kadın öldü, kadın hakları kuruluşların gıkı dahi çıkmadı. 175 gazeteci öldü, uluslararası medyanın umurunda olmadı. Gezi olaylarında 1 ay boyunca Taksim’de kamp kuranların hiçbirini Filistin’de ve Lübnan’da göremedik, göremiyoruz. Sustular, sindiler, korktular, İsrail’i desteklemek üzere savunageldikleri tüm değerlerini ayaklarının altında ezdiler. İsrail hükümetini alkışlamak dışında hiçbir şey yapmadılar.

50 bin masumun katilinin sorumlusu elbette İsrail’in hukuk tanımaz işgal güçleridir. Ama son 1 senedir İsrail hükümetine koşulsuz destek verenler, silah ve mühimmat gönderenler de bu katliama alenen ortaktır. Gazzeli, Batı Şerialı, Lübnanlı çocukların ahı siyonistler kadar onlara kol kanat gerenlerin de peşini bırakmayacaktır. Bu gerçeği korkusuzca tüm dünyada haykıran tek ülke Türkiye’dir. Bu asil milletin şerefli bir evladı ve Türkiye Cumhurbaşkanı olarak şunu büyük bir gururla ifade etmek isterim, zulmü alkışlamadık, zalime asla boyun eğmedik. Birilerinin keyfi için kardeşlerimize sırtımızı dönmedik. Hakkı tutup kaldırmak için İslam aleminde ve tüm dünyada öne atılan daima biz olduk. Herkes bilsin, Türkiye olarak zalimin hasmıyız, mazlumun hamisiyiz.

Soykırım şebekesine karşı yürüttükleri haysiyet ve özgürlük mücadelesinde Filistin halkının tüm imkanlarımızla yanındayız. Sadece mücadeleleriyle değil şehadetleriyle de destanlaşan Filistin direnişinin önderlerini, mensuplarını, Gazze topraklarını mübarek kanlarıyla sulayan tüm kahramanları bugün bir kez daha tazimle selamlıyorum. Filistin’in seçilmiş son başbakanı İsmail Haniye kardeşimden sonra geçtiğimiz günlerde şehit düşen Hamas lideri Yahya Sinvar’a da Allah’tan rahmet diliyorum.

Bizim temel politikamız ülkemizin bekasını korumak, 85 milyonun huzur ve güvenliğini en üst düzeyde temin etmektir. Vatanımıza kasteden kim olursa olsun gözünün yaşına bakmayız. Ne 782 bin kilometrekare vatan toprakları üzerinde ne de Misak-ı Milli coğrafyasında ameliyat yapılmasına müsaade etmeyiz. Biz İsrail yayılmacılığına dikkat çektikçe, önlerine konulan onca delile rağmen ana muhalefetin başını çektiği kimi çevreler bizi olayları abartmakla itham ediyor. Siyonizm tehlikesini her dile getirdiğimizde İsrailli yöneticilerin gösterdiği haritalara bakmak yerine bunun iç politikayla ilgili olduğunu söylemekten utanmıyorlar.

İsrail’den daha fazla İsrailcilik yapan, İsrailli yetkililer susarken onlar adına konuşan, canhıraş şekilde İsrail’i savunan mankurtlaşmış bir zihniyetle karşı karşıyayız. Mesele Türkiye olunca, Türkiye’nin menfaatleri olunca iç politika, dış politika diye bir ayrım söz konusu değildir. Muhalefetin gevşekliği, rahatlığı, umursamazlığı bizi alakadar etmez. Onlar affınıza sığınarak söylüyorum rakı masalarında geyik muhabbeti çevirirken biz bölgemizdeki ateşi söndürmenin mücadelesini veriyoruz. Onlar belediyeleri arpalığa dönüştürmenin kavgasına tutuşmuşken biz bölgedeki tehlikelerde ülkemizi nasıl uzakta tutarız, bunun hesabını yapıyoruz.

Muhalefete çağrı

Bekamızı sağlamak için yalnız savunma sanayimizi değil milletimiz ve millet bağımızı daha da güçlendirmenin çabasındayız. Biz hiçbir zaman farklı etnik kimlikleri, inançları, siyasi görüşleri, kültürel aidiyetleri, çatışma veya ayrılık unsuru olarak görmedik. Tam tersine 85 milyonun tamamını Türk milletinin ayrılmaz parçası olarak gördük. Milletimizin tüm fertlerini ortak idealler etrafında kenetlendirmek için 22 yıldır mücadele halindeyiz. Ayrılıklarımızı değil müşterekleri büyütelim istiyoruz. Tüm siyasi partilerimizi kutuplaştırmayı körüklemek yerine kardeşlik seferberliğimize katkı sunmaya davet ediyoruz.

Mesele karanlığa yumruk sallamak değil Türkiye’nin aydınlık geleceği bir için fener olabilmektir. Ülkemizim sorunları, çözüm önerileri noktasında hepimiz aynı düşünmek zorunda değiliz ama meseleleri konuşmak için aynı zeminde buluşmak durumundayız. Kuru hamaset yapmanın da öfke diline sarılmanın da doğmamış çocuğa don biçmenin muhalefet dahil kimseye faydası dokunmaz. İç cephemizin güçlendirilmesine dönük attığımız adımlarda muhalefet de bizim kadar Cumhur İttifakı kadar istekli olmalı, takoz koymak yerine bu çabalara samimiyetle sahip çıkmalı, yapıcı katkılarda bulunmalıdır. Siz muhtarlardan da Türkiye Yüzyılı mücadelemize güçlü destek vermenizi bekliyoruz.”

Paylaşın

İmamoğlu’ndan Avrupa Birliği’ne “Çifte Standart” Tepkisi

İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu, Avrupa Birliği’nin (AB) Filistin – İsrail ve Ukrayna – Rusya arasında yaşanan savaşlar karşısındaki çifte standartlı tutumunu eleştirdi.

Ekrem İmamoğlu, “Bölgesel çatışmaların çözümünde çifte standartlı yaklaşımların acilen terk edilmesi, uluslararası hukuk ve adalet mekanizmalarının da tutarlı ve eşit bir şekilde işletilmesi, dünyanın barış mekanizmalarının oluşmasında çok değerli bir hamle olacaktır” dedi.

Türkiye Belediyeler Birliği (TBB) ve İstanbul Büyükşehir Belediye (İBB) Başkanı Ekrem İmamoğlu, Beyoğlu’ndaki Yapı Kredi Kültür Sanat Merkezi’nde gerçekleştirilen “TÜSİAD Boğaz’da Buluşmalar Toplantısı”na katıldı.

Avrupa Birliği (AB), Fransa ve Türkiye arasındaki bağların güçlendirilmesi amacıyla kurulan “Institut du Bosphore” tarafından düzenlenen toplantıda, sırasıyla; Institut du Bosphore Bilim Komitesi Eş Başkanı Ümit Boyner, TÜSİAD Yönetim Kurulu Başkanı Orhan Turan, Fransa İstanbul Başkonsolosu Nadia Fanton ve İmamoğlu birer konuşma yaptı.

Türkiye, Fransa ve Avrupa Birliği arasındaki ilişkiler ile küresel, iklimsel ve bölgesel sorunların ele alındığı toplantıda konuşan İmamoğlu, AB’nin Filistin-İsrail ve Ukrayna-Rusya arasında yaşanan savaşlar karşısındaki çifte standartlı tutumunu eleştirdi.

İmamoğlu, “Bölgesel çatışmaların çözümünde çifte standartlı yaklaşımların acilen terk edilmesi, uluslararası hukuk ve adalet mekanizmalarının da tutarlı ve eşit bir şekilde işletilmesi, dünyanın barış mekanizmalarının oluşmasında çok değerli bir hamle olacaktır” dedi.

Önümüzdeki aralık ayında Ortadoğu ve Kuzey Afrika’daki çok önemli şehirlerinin belediye başkanlarıyla, İstanbul’da bir araya geleceklerini aktaran İmamoğlu, “Bir başka önemli küresel sorun olan düzensiz göçün ve sığınmacıların yükü ise, Türkiye gibi birkaç ülkenin omuzlarına bırakılmamalı. Küresel göç dalgalarının kaynağında durdurulması ve adil yük paylaşımı, tüm ulusların ortak sorumluluğu olmalı. Bu sorumluluk alanının oluşturulması, aynı zamanda bu tarz coğrafyaların farklı medeni gelişimlerini sağlamayla birlikte, kalıcı barışı ve kalıcı, sürdürülebilir bir dünyanın var olmasına da çok yönlü katkılar sunacaktır” ifadelerini kullandı.

Cumhuriyet’in aktardığına göre; Dünyanın uzun zamandır çok sayıda yaşamsal krizlerle karşı karşıya olduğuna vurgu yapan İmamoğlu, şunları söyledi:

“Tarihte çok nadir rastlanan sıklıkta olan bir dönemde yaşıyoruz her birimiz. Sadece ülkeler değil, tüm uluslararası sistem bugün bölgesel krizler ve savaşlar, iç karışıklıklar, gittikçe artan düzensiz göç dalgaları ve hibrit tehditlerle karşı karşıya bir süreç yaşıyoruz. Ve bölgesel aktörler arasında artan nüfuz mücadelesi, krizlerin küresel bir boyut kazanmasına yol açıyor. Bu hafta İsrail-Lübnan-İran üçgeninde tanık olduğumuz gibi, bölgesel çatışmaların kontrolden çıkarak, bizi bir global krize sürüklediği gerçeğini hepimizin görmesi şart.

Böylesi bir konjonktürde, çok taraflılık ve diplomasi her zamankinden daha önemli bir hale gelmiştir. Uluslararası kuruluşlar ve bölgesel örgütlerin, bu krizlere çözüm üretmekte de yetersiz kaldığını gözlemlemekteyiz. Reform ihtiyacı her geçen gün daha da belirgin bir hale geliyor. Bu reformun adil ve kapsayıcı biçimde gündeme gelmesi için, tüm bu sorunların mağduru haline gelen kentlerin de bir parçası olduğu güçlü iletişim kanallarına ihtiyaç duyulduğunu ifade etmek isterim.

Özellikle kurucularının tahayyüllerinde bir küresel barış projesi olan AB de krizlere yanıt verme hususunda ne yazık ki zorlanıyor. AB’nin değerlerinin ve normlarının bağlama ve aktörlere göre esnetilmesi, Birliğin küresel güvenilirliğini zedelediği bir gerçek. Avrupa Birliği’nin üye devletlerinin asgari müştereklerini yansıtan bu yaklaşımlar, Türkiye ile ilişkilerinde de karşılıklı güvensizliği besliyor.

Bugün Türkiye-AB ilişkileri, maalesef düzensiz göç ve mülteci konusundaki iş birliğine indirgenmiş ve orada köşeye sıkışmış durumda. Bırakın üyelik müzakereleri ve vize serbestisini, ortak çıkarlarımızı ilgilendiren Gümrük Birliği’nin modernizasyonu konusunda adım atılması dahi, siyasi nedenlerle mümkün olamıyor. Bu durum, Türk halkının Birliğe ve Avrupa değerlerine olan inancını da sarsmakta. Buna rağmen, Türkiye ve AB arasındaki ilişkilerin tarihi derinliği unutulmamalı ve bu yönüyle süreci mutlu ele almalıyız. Bu ilişkilerin temelinde, coğrafi yakınlık, ekonomik çıkarlar, kültürel bağlar ve önemi gittikçe artan ortak güvenlik kaygıların da olduğunu belirtmek isterim.

Ben ve mensubu bulunduğum Cumhuriyet Halk Partisi, ülkemizin geleceğini demokratik, çoğulcu, insan hak ve özgürlüklerine, hukukun üstünlüğüne saygılı ülkelerin arasında görmekteyiz. Siyasi mücadelemizin de vazgeçilmez istikameti budur. Biz, bu konuda kendi eksiklerimizi tamamladıkça, Avrupa dahil yakın ilişki içerisinde bulunduğumuz coğrafyalardaki fikirdaşlarımız için de ilham kaynağı olacağımızın farkındayız.

Böyle bir Türkiye’nin de AB için de yeniden güvenilir bir ortak konumuna geleceğine inanıyoruz. Türkiye ve AB arasındaki ilişkiler ele alınırken, Fransa ile ilişkilerimizin bu bütünün ayrılmaz bir parçası olduğunu unutmamak gerekir. Uzun yıllar Türkiye’nin AB’ye yöneliminin lokomotifini oluşturan Fransa’nın farklılaşan jeopolitik yaklaşımları ve iç politikadaki aşırı sağ baskısı maalesef ilişkilerimizi zor bir noktaya taşımış olsa da bu ilişkiyi onarıp, güçlendirme fırsatımızın çok güçlü bir biçimde bulunduğunu bilen yöneticileriz. Ve buna yürekten inanıyorum.

Yaşadığımız çağda, temel insan hakları ve özgürlüklerinin, küresel ölçekte uygulanmasına dönük ortak bir vizyon ve uzlaşı inşa etmenin, gerçekten geleceğimizi güvence altına almanın en etkili yollarında biri olacağını unutmamamız şart. Elbette bu hedefe ulaşmayı engelleyen çok sayıda kritik sorun bulunuyor.

Karşı karşıya olduğumuz iklim krizi, varoluşumuzu tehdit ediliyor. Bu krizi aşmak için, küresel iş birliği ve iklim adaletinin sağlanması elzem. Bu ise açıkçası ancak iklim kriziyle mücadelede yetersiz kaynaklara sahip olan dezavantajlı ülkelerin, küresel mücadele gücü olanlar tarafından yerinde desteklenmesiyle daha güçlü katkılar sağlanmasıyla mümkün olabilir gerçeğini bilmemiz gerekiyor.

Jeopolitik mücadelelerin söz konusu olduğu coğrafyalarda yaşanan insanlık dramlarının hedeflere ulaşmamızı engellediğini hep beraber yaşıyoruz. Filistin meselesinde olduğu gibi, bölgesel çatışmaların çözümünde çifte standartlı yaklaşımların acilen terk edilmesi, uluslararası hukuk ve adalet mekanizmalarının da tutarlı ve eşit bir şekilde işletilmesi, dünyanın barış mekanizmalarının oluşmasında çok değerli bir hamle olacaktır.

İBB olarak, çatışmalardan büyük zarar görmekte olan Filistin ve Ukrayna halklarına insani yardım ulaştırmak ve onlara bu trajediyi yaşatanlara karşı sesimizi yükseltmek, bizim için her zaman öncelikli bir konu ve mutlak yanlarında olacağımızı hissettiren hamlelerimizin ortaya koyduğumuz bir dönem olmuştur. Aralık ayında Ortadoğu ve Kuzey Afrika’daki çok önemli şehirlerin belediye başkanlarıyla, İstanbul’da bir araya geleceğimizi, bölgesel barış ve iş birliği için yerel yönetimler olarak neler yapabileceğimizi konuşacağımız güçlü bir toplantı yapacağımızı da şimdiden sizlerle paylaşmak isterim.

Bir başka önemli küresel sorun olan düzensiz göçün ve sığınmacıların yükü ise, Türkiye gibi birkaç ülkenin omuzlarına bırakılmamalı. Küresel göç dalgalarının kaynağında durdurulması ve adil yük paylaşımı, tüm ulusların ortak sorumluluğu olmalı. Bu sorumluluk alanının oluşturulması, aynı zamanda bu tarz coğrafyaların farklı medeni gelişimlerini sağlamayla birlikte, kalıcı barışı ve kalıcı, sürdürülebilir bir dünyanın var olmasına da çok yönlü katkılar sunacaktır.

Öte yandan, küresel sorunlarla mücadelede kararlılık göstergesi olan sürdürülebilir kalkınma amaçlarının, ne yazık ki yalnızca yüzde 17’sinin hedefe ulaşma seyrinde olması da bizleri ürkütmekte. Bu nedenle COP29 ve tüm küresel müzakere alanlarında, kentlerin daha etkin ve sorumlulukları net olarak tanımlanmış aktörler olarak katılımını ve bu şekilde tanımlanmasını da önemli buluyorum.

Bugün burada ele aldığımız tüm sorunlar, insanlık tarihinin en zorlu dönemeçlerinden birinde olduğumuzu gösteriyor. Sorumluluğumuz, bu anlamda elbette çok büyük. Uluslararası toplum olarak birlikte hareket etmenin, her şeyden önce insanlık için daha güçlü ve dayanıklı bir dünya inşa etmenin tek yolu olduğunu biliyoruz.”

Paylaşın