HDP’li Oluç: Krizin Faturasını Halk Ödüyor

TBMM’de düzenlediği basın toplantısında gündeme ilişkin açıklamalarda bulunan HDP Grup Başkanvekili Oluç, “İktidarın yaşadığı bir akıl tutulması var ve bunun faturası her gün bu toplumdaki dar gelirlilere, orta sınıfa, işçiye, emekçiye, emekliye, engelliye, kadına, gence, çiftçiye, köylüye kesiliyor. Faturayı halk ödüyor.” dedi.

Haber Merkezi / Saruhan Oluç, açıklamasının devamında, “Yani Türkiye ekonomisindeki çöküşün sorumlusu bu iktidarın yanlış politikalarıdır. Savaş bunların üzerine ek yük bindirmektedir ama esas itibariyle yanlış ekonomik politikalar bu duruma getirmiştir.” ifadelerini kullandı.

Akaryakıt ürünlerine gelen zamlara da değinen Oluç, “ÖTV’yi kaldırın demiştik. Bir kez daha söylüyoruz. Mazot ve benzindeki ÖTV’yi kaldırın. Litre bazında en az 7 liralık bir fark ortaya çıkacak. Bu ise nereden ödenebilir?

Bütçedeki vergi istisnalarından ve faiz giderlerinden. Yani sizin bu 5’li çetenize ve onlarla çalışan 30 holdinge ödediğiniz vergi istisnalarından karşılayın bunu. Onlar biraz kaybetsin, siz biraz kaybedin, kasanızı doldurmaktan biraz uzaklaşın ama halk rahatlasın, halk kazansın.” dedi.

Halkların Demokratik Partisi (HDP) Grup Başkanvekili Saruhan Oluç, derinleşen ekonomik krize ilişkin TBMM’de basın toplantısı düzenledi. Yağ kuyrukları ve Maliye Bakanı Nebati’nin açıklamalarını da değerlendiren Oluç, şunları söyledi:

“Şu anda yağ, benzin ve ucuz ekmek kuyrukları ile bu ülkenin fotoğrafı ortaya çıkıyor. Türkiye ekonomisi her gün biraz daha fazla eriyor. Kan kaybı, organ yetmezliği ile birleşiyor.

“İktidarın yaşadığı bir akıl tutulması var ve bunun faturası her gün bu toplumdaki dar gelirlilere, orta sınıfa, işçiye, emekçiye, emekliye, engelliye, kadına, gence, çiftçiye, köylüye kesiliyor. Faturayı halk ödüyor.

Peki, iktidar hangi önlemleri alıyor? Ortada bir şey yok. Kuyruklar oluşuyor, insanlar ekmek ve kuru soğana muhtaç hale geliyor. Mum yakarak akşamı geçirmeye çalışan insanlar ortaya çıkmaya başladı. İktidar ne yapıyor? Ortada bir önlem yok.

Bütün mirası yedikleri için alabilecekleri önlem de kalmadı. O nedenle Türkiye ekonomisi gün be gün daha kötü duruma gidiyor.

O kadar çaresiz hale geldi ki iktidar; zamlara müdahale edemeyince bu sefer “stokçuları bitireceğiz”, “dış mihrakları ezeceğiz”, “domates patates teröristlerini yakalayacağız”, “tam ekmek alamıyorsanız yarım ekmek alın” söylemleri ile bu dönemi geçirmeye çalışıyor. Algılarla hakikatin önüne geçmeye çalışıyorlar. Kabul edilebilir bir durum değil.

“En güçlü dönem bu”

20 gün önce AKP Genel Başkanı Erdoğan “Ekonomideki en güçlü döneme giriyoruz” dedi. En güçlü dönem bu. 20 gündür zam yağmuru devam ediyor.

Türkiye dünya sefalet endeksinde birinci sıraya geldi. İkinci sıradaydı şimdi Arjantin’in de önüne geçti. Elektrik öyle zam gördü ki şimdi neredeyse lüks haline geldi. Yağ ve buğday kıtlığı başladı.

Bu iktidarın başarısı nedir söyleyelim; üç haneli enflasyonu yarattılar, iki haneli işsizliği sabitlediler, dış ticaret açığında patlama yaşanıyor, cari açıkta artış var. İşte karşılığı da ucuz ekmek kuyrukları, yağ kuyrukları. İktidarın Türkiye’yi getirdiği durum bu.

Krizi şimdi Ukrayna-Rusya savaşına bağlayıp bizim hatamız değil demeye çalışıyorlar, öyle değil tabii. Bütün millet bunu görüyor.

Dolar kur krizi sizin eseriniz, büyük ekonomist Recep Tayyip Erdoğan’ın “faiz enflasyon” zırvasının sonucu. 31 Aralık gecesi zam üstüne zam yaptığınızda savaş yoktu. Niye o zamları yaptınız? 20 Aralık’ta kur korumalı mevduatı ilan ettiğiniz zaman savaş yoktu, niye yaptınız?

Yani Türkiye ekonomisindeki çöküşün sorumlusu bu iktidarın yanlış politikalarıdır. Savaş bunların üzerine ek yük bindirmektedir ama esas itibariyle yanlış ekonomik politikalar bu duruma getirmiştir.

“Mazot ve benzindeki ÖTV’yi kaldırın”

ÖTV’yi kaldırın demiştik. Bir kez daha söylüyoruz. Mazot ve benzindeki ÖTV’yi kaldırın. Litre bazında en az 7 liralık bir fark ortaya çıkacak. Bu ise nereden ödenebilir?

Bütçedeki vergi istisnalarından ve faiz giderlerinden. Yani sizin bu 5’li çetenize ve onlarla çalışan 30 holdinge ödediğiniz vergi istisnalarından karşılayın bunu. Onlar biraz kaybetsin, siz biraz kaybedin, kasanızı doldurmaktan biraz uzaklaşın ama halk rahatlasın, halk kazansın.”

Paylaşın

HDP’li Sancar’dan Dikkat Çeken ‘Üçüncü Yol’ Açıklaması

Partisinin Hatay kongresinde konuşan HDP Eş Genel Başkanı Mithat Sancar, Demokrasi İttifakı’nı ortak mücadeleyle inşa edeceklerini belirterek, “Üçüncü Yol, ülkeye demokratik cumhuriyetin yolunu açar” dedi.

Haber Merkezi / Sancar, konuşmasında, ülkede kalıcı barışın ancak demokrasiyle sağlanabileceğinin altını çizerek, “Demokrasi ancak Kürt sorununa demokratik çözüm ile kurulabilir. O nedenle biz bu ülkeyi demokratikleştirecek, cumhuriyeti demokrasi ile buluşturacak büyük barışı hedefliyoruz. Büyük barış için yürüyoruz. Barış ve demokrasi birbirinden koparılamaz. Demokratik çözüm ve bu ülkede özgür yaşam birbirinin parçalarıdır birbirinden koparılamayacak şekilde bağlıdır. Bu nedenle mücadelemizi demokrasi ve barış ekmek ve özgürlük üzerine kurduk. Halkların ortak demokrasi mücadelesi üzerine kurduk. Demokrasi İttifakını da bu ortaklığın ana politikası olarak belirledik” ifadelerini kullandı.

Sancar, konuşmasının devamında, “Öyle bir zihniyet ve iktidarla karşı karşıyayız ki, on yıllardır bu ülkeye yıkımı yoksulluğu, savaşı ve talanı dayatıyor. AKP ve MHP faşist bloğu bu ülkede son 5-6 yılda savaş politikalarının her türünü devreye soktu. Suriye iç savaşında IŞİD gibi diğer yıkıcı örgütleri destekledi, yol verdi ve yıkımın ortakları arasında yer aldı. IŞİD zihniyeti her türlü farklılığı yok sayan, herkesi tek bir kalıba sokmaya çalışan ve bunun içinde bütün zulüm yöntemlerini vahşet yollarını kullanabilen bir zihniyettir” dedi.

Halkların Demokratik Partisi (HDP) Hatay İl Örgütü’nün 4’üncü Olağan Kongresi’ni gerçekleştirdi. HDP Eş Genel Başkanı Mithat Sancar, kongrede bir konuşma yaptı. Sancar’ın konuşması şöyle;

“Kongremize coşkuyla, heyecanla bu havayı taşıyan bütün değerli yoldaşlar, hepiniz hoş geldiniz, hepinizi yürekten selamlıyorum. Antakya’da bulunmak her zaman beni heyecanlandırır. Antakya HDP fikriyatının filiz verdiği, boy attığı topraklardandır. Tıpkı benim büyüdüğüm Mardin gibi. Ne zaman Mardin’i düşünsem Antakya gelir aklıma ne zaman Antakya’yı düşünsem Mardin’i düşünürüm. Halkların, inançların, kültürlerin birlikteliği, barış içinde yaşamı bu topraklarda örnek bir model oluşturmuştur. Bugüne kadar bu topraklar bu kültürel zenginliği, kardeşliği korumuştur. Bütün düşmanlaştırma çabalarına rağmen, ayrıştırmalara rağmen, nefret diline, saldırılara komplolara rağmen. Bu inançtan, bu amaçtan bu toprakta yaşayanlar vazgeçmemiştir. Onun için buralar barışın, eşit gönüllü birlikteliğin topraklarıdır. Tıpkı HDP fikriyatının ruhu gibi. Bu nedenle Antakya’da bulunmak, sizlere seslenmek, sevginizi ve desteğinizi almak büyük bir şereftir. Tam da dünyada savaş tamtamları bütün hızıyla çalmaya devam ederken Antakya gibi şehirlerimizde Mardin gibi topraklarımızda kardeşliğin, barış içinde birlikte yaşamanın nasıl değerli olduğunu çok daha fazla anlamış olmamız gerekiyor.

“Bizler, barışın halkların güçlü buluşması ve eşit birlikteliği ile mümkün olacağını söylüyoruz”

Yıllardır HDP olarak biz barışın ancak eşit gönüllü birliktelik ve halkların dayanışması ile kurulabileceğini söylüyoruz. Biz barış derken bazıları bizlere dudak büküyordu. Bunlar da durmadan barış diyorlar, nedir barış, ne istiyorlar, ne demek barış? Barışı anlamak için maalesef bazen savaşın yani barışın karşıtı olan savaşın yıkıcılığını yaşamak gerekiyor. Şimdi bu yıkım dünyayı tehdit ediyor. Bölgemizde, ülkemizde yıllardır sürdürülen savaş politikalarına karşı barışın sesi olmak için her alanda çalıştık, asla bu mücadeleden taviz vermedik, bu hedeften vazgeçmedik. Ve barışın ancak halkların güçlü buluşması ve eşit birlikteliği ile mümkün olacağını söyledik. Bunda ne kadar haklı olduğumuzu bir kez daha savaşın yıkımı canlı bir şekilde bütün dünyanın gözleri önüne serdi. Bu ülkede barış ancak demokrasi ile gelir. Demokrasi ancak Kürt Sorununa demokratik çözüm ile kurulabilir. O nedenle biz bu ülkeyi demokratikleştirmek, cumhuriyeti demokrasi ile buluşturacak büyük barışı hedefliyoruz. Büyük barış için yürüyoruz. Barış ve demokrasi birbirinden koparılamaz. Demokratik çözüm ve bu ülkede özgür yaşam birbirinin parçalarıdır, birbirinden koparılamayacak şekilde bağlıdır. Bu nedenle mücadelemizi demokrasi ve barış ekmek ve özgürlük üzerine kurduk. Halkların ortak demokrasi mücadelesi üzerine kurduk. Demokrasi ittifakını da bu ortaklığın ana politikası olarak belirledik.

“AKP ve MHP faşist bloku son 5-6 yılda savaş politikalarının her türünü devreye soktu”

Öyle bir zihniyet ve iktidarla karşı karşıyayız ki on yıllardır bu ülkeye yıkımı, yoksulluğu, savaşı, talanı dayatıyor. AKP ve MHP faşist bloku bu ülkede son 5-6 yılda savaş politikalarının her türünü devreye soktu. Suriye iç savaşında IŞİD gibi diğer yıkıcı örgütleri destekledi, yol verdi, yıkımın ortakları arasında yer aldı. IŞİD zihniyeti her türlü farklılığı yok sayan, herkesi tek bir kalıba sokmaya çalışan, bunun için de bütün zulüm yöntemlerini vahşet yollarını kullanabilen bir zihniyettir. Buna karşı halkların özgürlük ve demokrasi mücadelesi yer alıyor. Bunun karşısında birlikte, gönüllü, eşit özgür yaşam ideali yer alıyor. İşte bu topraklarda asıl mücadele bu iki zihniyet arasındadır. Tekçi baskıcı zalim zihniyet mi? Özgürlükçü, eşitlikçi ve demokrasiyi kendi yaşamının vazgeçilmez temeli sayan anlayış mı? Bu ülkede asıl kazanacak olan işte bu ikinci zihniyettir. Nitekim Suriye’de, Rojava’da IŞİD zihniyetine vurulan büyük darbe, bu tekçi, zalim ve vahşi anlayışın bölgeyi sarmasına, egemenlik altına almasına dur demiştir.

“Ülkeyi savaş politikalarıyla rant ve talan ekonomisiyle yıkım noktasına getirdiler” 

İşte AKP-MHP iktidarının bütün hırçınlığı, bu bölgeye ve ülkeye bu zihniyeti getirmek için uğraşanlara karşı büyük direniş gösteren halkların özgürlük mücadelesidir. Öfkesi bu zihniyeti yenilgiye uğratan mücadelenin kararlılığındandır. HDP’ye saldırırken asıl bu kararlılığa ve mücadeleye saldırmaktır. O saldırılar aynı zamanda bir intikam operasyonudur. Öfke kin operaysonlarıdır. Biz yolumuza aynı hedefle kararlılıkla devam ediyoruz. Baskılar bizi yıldıramıyor. Ülkeyi savaş politikalarıyla rant ve talan ekonomisiyle yıkım noktasına getirdiler. Felaketten felakete sürüklüyorlar. Emekçilerin haklarını, ekmeklerini her geçen gün daha fazla gasp ediyorlar, doğayı talan ediyorlar. Yandaşa peşkeş çekiyorlar. Kadınların şiddete uğramasına, katledilmesine zemin hazırlıyorlar. Gençlerin geleceğini, umutlarını, neşelerini gasp ediyorlar. İşte buna karşı asıl yapılması gereken nedir? Buna karşı bütün bu saydığım mazlumların, mağdurların, Kürt halkının özgürlük mücadelesi başta olmak üzere kadınların eşit hak mücadelesi, gençlerin özgür gelecek mücadelesi, emekçilerin ekmek ve onur mücadelesi birleştiğinde bu iktidar mutlaka son bulacaktır. Bu zihniyet mutlaka yenilecektir ve yeni bir başlangıç inşa edilecektir.

“Halklar bu talan politikasına dur diyecek güçtedir, mücadele ortaklığı bu talanı durduracak kuvvettir”

Yıllardır sürdürdükleri rant politikalarının, talan politikalarının yol açtığı sonuçları Türkiye’nin dört bir köşesinde yaşıyoruz. Antakya da bu yıkımı yaşayan şehirlerimizdendir. Bakın şimdi de zeytinlikleri maden şirketlerine peşkeş çekmek için yönetmeliklerden çıkarıyorlar. Ayçiçek ekim tarlalarını Trakya’da imara, ranta açtılar, ayçiçeği üretimi bitme noktasına geldi. Şimdi bu ülkede yağ kuyrukları oluşuyor. Sıraya zeytinlikleri koydular, bin yıllık ağaçların, barışın, verimin sembolü olan zeytinlikleri 3-5 maden şirketine peşkeş çekmek için yok etmeye niyetlendiler. Ama halklar direniyor. Halklar bu talan politikasına dur diyecek güçtedir. Mücadele ortaklığı bu talanı durduracak kuvvettir, her türlü talana, sömürüye, her türlü zulme karşı şimdi olduğu gibi yarın da hep birlikte mücadele etmeyi asla bir kenara bırakmamalı, ihmal etmemeliyiz. Ortak mücadeleden ve buradan çıkacak gücün bu ülkeyi özgürlüğe, eşitliğe, barışa ve demokrasiye götüreceğinden asla şüphe duymalıyız. Antakya aynı zamanda bir direniş ve direniş coğrafyasıdır. Haksızlığa boyun eğmeyen, onurunu her şart altında koruyan bir geleneğin kentidir. Arkadaşlarımız isimlerini saydılar ama ben yine de Ali İsmail Korkmazları bir kez daha anayım, Abdullah Cömertleri bir kez daha saygıyla anayım, Ahmet Atakanlara buradan bir kez daha minnet ve saygı göndereyim. Ve daha nicelerine buradan mücadeleye hayatları pahasına verdikleri o değerli katkıdan dolayı saygılarımızı sizin aracılığıyla iletelim.

“Onlar saldırdıkça biz büyüyoruz çünkü yolumuz doğru, davamız haklıdır”

Boşuna ödenmiyor bu bedeller; bedel ödüyoruz, yoldaşlarımızı cezaevlerine koyuyorlar, doğrudur. Her gün yeni yöntemlerle bizleri sindirmeye çalışıyorlar bu da doğrudur. Semra vekilimizin dokunulmazlığını kaldırıyorlar, Aysel Tuğluk arkadaşımızı hücrede ölüme mahkum eder şekilde rehin tutmaya devam ediyorlar. Onun gibi hasta pek çok mahpusa fiilen idam cezasını uyguluyorlar, doğrudur. Ama asıl büyük doğru şudur; baş eğmeyeceğiz, boyun eğmeyeceğiz asla teslim olmayacağız. Onlar saldırdıkça biz büyüyoruz, çünkü yolumuz doğru, davamız haklıdır.

“Sermayedarlar savaşlarda servetlerine servet kadar ama olan halklara, emekçilere olur”

Dünyada savaş tehdidi yayılmaya devam ediyor. Rusya Ukrayna’yı işgal ediyor ve NATO, ABD yayılmacı, kışkırtıcı politikalarıyla savaşın zeminini hazırlıyor. Bizler sadece ülkemizde değil bölgemizde de bütün dünyada da barış istiyoruz. Savaşa bütün inancımız ve kararlılığımızla hayır diyoruz. Çünkü savaş yıkım demektir, savaşın faturasını en çok yoksul halklar öderleri bir avuç savaş baronu, silah baronu, bir avuç sermayedar savaşlarda servetlerine servet katar ama yoksulun canı gider ekmeği gider, toprağı yurdu gider. O nedenle savaş, halkların emekçilerin yararına değildir. O nedenle savaşa her yerde şart altında karşı çıkmak en başta ezilenlerin emekçilerin, yoksulların görevidir.

“Suriye’de savaş, Ortadoğu’da işgal politikaları güden bir iktidarın barış kelimesini ağzına almaya hakkı yoktur”

Bizler burada barış derken bizimle dalga geçenler, ya da bize dudak bükenler şimdi barış havarisi kesilmişler. Suriye’de savaş politikaları, Ortadoğu’da işgal politikaları güden bir iktidarın ve onun yandaşlarının barış kelimesini ağızlarına almaya hakları yoktur. Eğer barış diyeceksek her yerde diyeceğiz, eğer işgale karşı isek her yerde işgale karşı çıkacağız. Ukrayna’da işgale karşı çıktığımız gibi Afrin’deki işgale de karşı çıkacağız. Serêkaniyê’deki işgale de karşı çıkacağız. Bütün işgal ve savaş politikalarına hep birlikte her yerde karşı çıkacağız. Savaşa her yerde hayır diyeceğiz. Barış hemen şimdi ve her yerde diye haykırmaya devam edeceğiz. Biliyoruz ki bu ülkeye de bu bölgeye de barışı ancak halkların ortak mücadelesi getirebilir. O nedenle demokrasi ittifakı ile emekçilerin haklarını mazlumların ortak mücadelesi üzerinden inşa etmeye devam ediyoruz. Ne inkarcı, imhacı, sömürücü, talancı zihniyete yol bırakacağız ne de bunun karşısına sadece küçük düzeltmelerle alternatif adı altında seçenek sunduğunu iddia edenlere meydanı boş bırakacağız. Hayır başka bir imkan, başka bir seçenek var; 3’üncü yol ve halkların ortak mücadelesi. Ancak bu yol bizi bu ülkede yeni bir başlangıca götürebilir, ancak bu yol bizi yeni bir inşa için güçlendirir. Yeni inşa, yeni başlangıç eski zihniyeti, inkarcı, imhacı, sömürücü, talancı, rantçı, yalancı, kancı zihniyetten kurtarır, ülkeye demokratik cumhuriyetin ve büyük barışın yolunu açar. Bunda kararlılıyız.

“Kürt halkının dimdik duruşunu Türkiye halklarının ortak iradesi ile buluşturacağız “

Antakya, demokrasi ittifakının ve 3’üncü yolun nasıl başarılı olabileceğini mücadelesiyle göstermiştir. Seçimlerde iradesiyle de göstermiştir. Burada ortaya çıkan bu barış şimdi bütün ülkeye yayılacaktır. Mücadalede kararlılığımızla yayılacaktır, inancımızla yayılacaktır ve güçlenerek, yürüyüşümüzü sürdürürek yayılacaktır. Bundan kimsenin şüphesi olmasın, biz gerçek demokrasi, güçlü demokrasi, kalıcı barış peşindeyiz. Düşmanlaştıran, halkları birbirine kırdıran, halklar arası nefreti yaygınlaştıran her türlü zihniyete nerede olursa olsun, kimden gelirse gelsin karşı duracağız. Ülkeye gerçek demokrasiyi, ortak ve eşit yaşamı, eşit vatandaşlığı mutlaka getireceğiz. Halklar kimliklerini özgürce yaşayacak, inançlar eşit olacak. Ayrımcılık son bulacak, emekçi alın terininin hakkını alacak, bu ülkenin kaynakları eşitçe bölüşülecek. İşte bizim bu ülkeye vaat ettiğimiz asıl gelecek budur, bu geleceği kuracak gücümüz vardır. Bu gücün varlığına inanalım, yolumuzda kararlılıkla yürümeye devam edelim. Yürüdükçe büyüyoruz, güçleniyoruz ve yeni bir başlangıcı gerçek anlamda sağlayacak yolu sonuna kadar açıyoruz. O nedenle kendimize güvenelim, inanalım birbirimizle omuz omuza, el ele, kol kola yürümeye devam edelim. Bu yol bu ülkeye güçlü demokrasiyi, büyük barışı mutlaka getirecektir. Antakya’dan yükselen halkların eşit ortak yaşam ideali mutlaka gerçekleştirilecektir. Antakya’dan yükselen onur ve özgürlük ekmek ve barış demokrasi ve iş aş hedeflerine, bunların birbirleriyle bağlı olduğu gerçeğine mutlaka daha fazla ve kuvvetli bir şekilde sarılmalıyız. Bunların hiç birini birbirinden koparmamalıyız. Kürt halkının 10 yıllardır her türlü zulme rağmen dimdik duruşunu, Türkiye halklarının ve emekçilerinin ortak iradesi ile buluşturacağız. İşte bu buluşma gerçek özgürlük, güçlü demokrasi ve büyük barışı da getirecektir. Buna inancımız sonsuzdur. Bu yolda yürüyüşümüz mutlaka başarı getirecektir. Mutlaka kazanacağız, hepinizi bu inançla, kararlılıkla bir kez daha selamlıyorum.”

Paylaşın

Buldan: Karanlık Zihniyet Halkın Yakasından Mutlaka Düşecektir

Partisinin Gaziantep kongresinde konuşan HDP Eş Genel Başkanı Buldan “En büyük umut haline geldi bunu herkes biliyor. HDP düşmedi, HDP düşmeyecek, bunu da herkes böyle bilsin. Barış umutları düşmedi, asla düşmeyecek. Ne yargı kumpasları ne siyasi operasyonları ne çökertme politikaları halklarımızın umudunu çökertemedi, çökertemeyecek. Karanlık zihniyet halkın yakasından mutlaka düşecektir. AKP düşecektir, MHP düşecektir.” dedi. Buldan, “HDP’nin yarattığı umudu ve cesareti kırabileceklerini sandılar ve bir hayal kurdular, yine yanıldılar. Biz onları yanıltmaya devam edeceğiz” dedi. 

Haber Merkezi / Rusya-Ukrayna krizine değinen Buldan, “Her gün insanların yaşamını yitirdiği, gencecik insanların toprağın altına girdiği Ukrayna halkının yaşadığı acıyı ve zulmü en iyi anlayan bizleriz. Bu savaş halkların tercihi olan bir savaş asla değildir. Savaşın kaybedeni her zaman mazlum halklar olmuştur. Dolayısıyla arkadaşlarım insanlığın başına bela olan bu savaş siyasetinin karşısında halklar olarak barış siyasetini en fazla dillendirmek için en iyi zemin, en iyi süreç bu süreçtir.” ifadelerini kullandı.

Buldan, konuya ilişkin açıklamasının devamında, “Savaşları görüyoruz, barışın ne kadar acil ne kadar elzem olduğunu hep beraber anlıyoruz. Savaş karşıtı milyonlarca insan olduğunu biliyoruz. Savaş karşıtı büyük bir koalisyona bugün Türkiye’de ihtiyaç olduğunu özellikle ifade etmek istiyorum. Bunu başarabilirsek savaş politikalarını uygulayanlar değil, barışı umut edenler kazanır, biz kazanırız, halklar kazanır” dedi.

Halkların Demokratik Partisi (HDP) Gaziantep İl Örgütü’nün 4’üncü Olağan Kongresi, bir düğün salonunda yapıldı. HDP Eş Genel Başkanı Pervin Buldan, kongrede bir konuşma yaptı. Buldan’ın konuşmasından öne çıkan bölümler şöyle;

“Kobani kumpas davası AKP-MHP ittifakının HDP’nin önünde çıkardığı bir kumpas davasıdır. Bu dava hukuki bir dava değil, siyasi bir davadır. Tam 8 yıl önce burada Antep’te ‘Kobani düştü düşecek’ dediği için bir kaos yaratmaya çalıştılar.

Bekledikleri sonucu alamadılar. Bizim önümüze çıkardıkları tam da budur. Bu bir intikam davasıdır. Bu dava sadece Kobani kumpas değil, HDP’yi kapatma davası olarak önümüze çıkmaktadır.

Tam anlamıyla siyasi bir davadır. Başaramadılar, ama başaramayacaklar. Bizi siyasetten koparamadılar, koparamayacaklar. Mahkemelerinde boyun eğeceğimizi sandılar ama onları boşa çıkarttık. Kobani gerçeğini bütün arkadaşlarımız tek tek anlatarak yüzlerine vurmaya devam edecekler.

Çünkü bu davanın hakikatle sonuçlanacağını çok iyi biliyoruz. HDP’nin mücadelesini, Türkiye siyasetindeki yerini, önemini anlatmaya devam edeceğiz. Onların işleri engel çıkarmak olabilir ama bizim işimiz önümüze bakmak, yolumuza devam etmektir. Onlar sandıktan korktukları için karşımıza sandıkla çıkmıyorlar. Sandıktan, siyasettin korktukları için karşımıza kumpas davalarla çıkıyorlar. Onların dertleri, tasaları halkın sorunu, ülke toplumunun sorunu değil tek dertleri HDP’idr, muhalefet güçleridir, Kürtlerdir. Ama bu hesapları bir bir bozuluyor.

HDP’nin yarattığı umudu ve cesareti kırabileceklerini sandılar ve bir hayal kurdular, yine yanıldılar. Biz onları yanıltmaya devam edeceğiz. HDP’nin mücadelesinin başladığı yer, AKP’nin siyasetinin bittiği yerdir Her türlü engel, kumpas, baskıya rağmen HDP’yi korkutamadılar, HDP’ye geri adım attıramadılar. Halklarımızın iradesini kıramadılar. Kongrelerimiz buna en güzel cevaptır. Mecali kalmadı diyenlere en güzel cevaptır.

‘Halkın yakasından düşecekler’

En büyük umut haline geldi bunu herkes biliyor. HDP düşmedi, HDP düşmeyecek, bunu da herkes böyle bilsin. Barış umutları düşmedi, asla düşmeyecek. Ne yargı kumpasları ne siyasi operasyonları ne çökertme politikaları halklarımızın umudunu çökertemedi, çökertemeyecek. Karanlık zihniyet halkın yakasından mutlaka düşecektir. AKP düşecektir, MHP düşecektir.

Bugün bakıyoruz özellikle Ukrayna’da bir güç savaşı var. Gittikçe de büyüyen, insanların ölümüne, topraklarından göç etmek zorunda olan bir savaştan bahsediyoruz. Her gün insanların yaşamını yitirdiği, gencecik insanların toprağın altına girdiği Ukrayna halkının yaşadığı acıyı ve zulmü en iyi anlayan bizleriz. Bu savaş halkların tercihi olan bir savaş asla değildir. Savaşın kaybedeni her zaman mazlum halklar olmuştur. Dolayısıyla arkadaşlarım insanlığın başına bela olan bu savaş siyasetinin karşısında halklar olarak barış siyasetini en fazla dillendirmek için en iyi zemin, en iyi süreç bu süreçtir. Savaşları görüyoruz, barışın ne kadar acil ne kadar elzem olduğunu hep beraber anlıyoruz. Savaş karşıtı milyonlarca insan olduğunu biliyoruz.

Savaş karşıtı büyük bir koalisyona bugün Türkiye’de ihtiyaç olduğunu özellikle ifade etmek istiyorum. Bunu başarabilirsek savaş politikalarını uygulayanlar değil, barışı umut edenler kazanır, biz kazanırız, halklar kazanır. Barışarak kazanacağımıza, büyüyeceğimize, güçleneceğimize yürekten inanıyoruz. HDP bunun için var, bunun için mücadele ediyor. Suriye’de, Ukrayna’da Türkiye’de de dünyada da barış diyoruz. Barış dışında hiçbir seçenek yoktur. Dünyanın neresinde olursa olsun yaşanan bir savaş tüm insanlığın ortak sorunudur. HDP olarak bir kez daha diyoruz ki bütün sorunların çözümü diyalogdur, müzakeredir.

Tek geçerli çözüm yolunun demokratik sivil yollardan geçtiğini ve bu yöntemle çözümlerin kolay olduğunu söylemeye devam edeceğiz. İşte HDP bunun mücadelesini vermektedir. Vermeye de devam edecektir. Türkiye’de öyle bir iktidar var ki Kürt sorununu inkar ediyor. Barış imkanlarına büyük zararlar veren bir iktidar var. Tecrit politikası, tüm Türkiye’ye yayılan, sadece İmralı ile sınırlı kalmayan, ülkenin her tarafına sirayet eden politikanın kaybedeni sadece Kürtler değil herkestir. Barışa kapatılan kapılar ortak geleceğe kapatılmıştı, bunun kaybedeni herkestir. Diyalog ve müzakereye kapatılan yolların kaybedeni de herkestir. Şimdi en büyük barış ittifakını kurma zamanıdır. Barış hemen şimdi deme zamanıdır. Barışı bu ülkeye biz getireceğiz önce Erdoğan’ı göndereceğiz, AKP’yi göndereceğiz. Barışı getireceğiz. Çünkü biliyoruz ki barış samimiyet ister, biliyoruz ki barış ilkeli bir duruş ister.

Muhalefete tepki

Bugün bütün hukuksuzluklara şikayet eden ama bunu uygulamaya gelirken yerine koymayan muhalefet ile karşı karşıyayız. HDP’nin belediyelerine kayyım atanırken sesini çıkarmayan bir muhalefet var. Muhalefetin bu tavrını bu tutumunu bir kez daha gözden geçirmesi gerektiğini belirtmek ve ifade etmek istiyorum. Türkiye’de sanki ortada bir hukuk varmış gibi duran muhalefeti bu anlattıklarım üzerinden ilkeli bir duruş sahibi olmaya davet etmek istediğimizi belirtmek istiyorum. Bu hukuksuzluklar sadece HDP’ye değil, ülkenin geleceğine yapılan saldırılardır.

Bugün ekonomi ne halde görüyoruz. İşçiyi, esnafı, kadınları zamlarla ne hale getirdiklerini hepimiz biliyoruz. Yoksulluğu, açlığı, sefaleti Türkiye’ye yaşatan AKP iktidarı ile karşı karşıyayız. Yapılan bu zamlardan dolayı Antep’te yaşayan işçiler, esnaf, emekçi, kadın da bir bütün yaşıyor.

Size reva görülen bu yaşamı asla kabul etmiyoruz. Bugün Antep’te direnen işçiler var. Onlara binlerce selam olsun. Sizin direnişiniz bizim direnişimizdir diyoruz. Biz bu zoru mutlaka başaracağız. En güçlü seçeneği mutlaka yaratacağız. Ortak mücadele ile ortak geleceğe hep birlikte yürüyeceğiz.

Paylaşın

‘Üçüncü Yol İttifakı’ Genişleyecek Mi?

Üçüncü yol arayışı ve yapılan toplantıya ilişkin değerlendirmelerde bulunan EHP Merkez Komitesi üyesi Hakan Öztürk, “Mevcut partiler olarak kalmasın hem siyasi partiler hem de diğer toplumsal hareketler bu yapının içinde olsun diye öneriler var. Bu yapının genişlemesi çok muhtemeldir” dedi.

Halkların Demokratik Partisi’nin (HDP) çağrısıyla 3’üncü yol arayışı kapsamında 7 partinin 18 Ocak’ta yaptığı ilk toplantının ardından 26 Şubat’ta da ikinci toplantısını yaptı. Emek Partisi (EMEP), Türkiye İşçi Partisi (TİP), Toplumsal Özgürlük Partisi (TÖP), Sosyalist Meclisler Federasyonu (SMF), Emekçi Hareket Partisi (EHP) ve Halkevleri temsilcilerinin katılımıyla yapılan toplantıda “Ortak koordinasyon” kurma, geleceğe dair önemli kararlar alındı.

Mezopotamya Ajansı’ndan Kadir Güney’in haberine göre; toplantıya katınla EHP Merkez Komitesi üyesi Hakan Öztürk, 3’üncü yol arayışı ve yapılan toplantıya ilişkin değerlendirmelerde bulundu.

HDP’nin çağrısıyla yapılan toplantının olumlu ve verimli geçtiğini vurgulayan Öztürk, “İlk toplantı biraz daha ilk görüşlerimizi öğrendiğimiz toplantı oldu. İkinci toplantı ise yaklaşımlarımızı geliştirmeye çalıştık. Türkiye’de yapılması gerekenlere dair değerlendirmeler yapıldı. Toplantıda çeşitli sonuçlara varıldı” dedi.

Toplantıda gündeme gelen konulardan birinin “savaş” olduğunu söyleyen Öztürk, her yerdeki savaşlara karşı çıkılması gerektiğinin altının çizildiğini belirtti. Toplantı gündemlerinden birinin de ekonomik kriz olduğunu anlatan Öztürk, “Ekonomik gidişatın bir ufkunun olmadığı gerçeği görülüyor. Bütün bunlara karşı hem halkta hem de çok belirgin olarak çeşitli sektörlerde örgütlenmiş olan işçi sınıfında önemli çıkışlar var. Bunları dikkate almak gerektiğini düşündük. Buraya dahil olmamış bütün toplumsal hareketlilik yaratan kesimlerle, diğer siyasi oluşumlarla da görüşme, bağ kurma kararı alındı” diye belirtti.

HDP’nin çağrısıyla yapılan 7 partinin bir araya geldiği ikinci toplantının çok verimli geçtiğini belirten EHP Merkez Yürütme Komitesi üyesi Hakan Öztürk, “Kurulacak ‘ortak koordinasyon’ ile önümüzdeki süreç koordine edilecek” dedi.

Toplantı sonrası açıklanan “ortak koordinasyon” kurma kararı kapsamında bir yürütmenin oluşturulduğunu belirten Öztürk, koordinasyonunun çalışmalarına dair şunları söyledi: “Bu yürütme önümüzdeki süreci koordine etmekte çok aktif olacak. Toplantılarımızı organize ederek, bahsedilen konularda daha detaylara girerek etkin bir çalışma yapılacak. Önümüzdeki dönemde hangi politik hedefleri koyarsak koyalım onları hayata geçirmek için üst düzey bir çaba gösterecektir. Toplantılar yapacak ve geniş toplantıları örgütleyecektir. İlk elden düşünülmüş hedefleri organize etmek hayata geçirmek için yürütme çalışmalar yapıyor olacak.”

“Genişlemesi muhtemel”

HDP çağrısıyla parti ve oluşumların bir araya gelmesine toplumun da ilgi gösterdiğini ifade eden Öztürk, buluşmaya dair olumlu bir ilgilinin olduğunu dile getirdi. Öztürk, “Mevcut partiler olarak kalmasın hem siyasi partiler hem de diğer toplumsal hareketler bu yapının içinde olsun diye öneriler var. Bu yapının genişlemesi çok muhtemeldir. İttifak görüşmelerini halk fark etti. Bundan sonra halkın da bu işin içerisine giriyor olması lazım. Sadece siyasetle uğraşanlara birleşin demek yeterli bir olay değildir. Halkın, işçi sınıfının, demokrasi talep edenlerin siyasetin içerisine girmesi gerekir. Onların siyasallaşması gerekir” dedi.

“Güçlendirilmiş parlamenter sistem” çalışması ile 6 partinin bir araya gelmesini de değerlendiren Öztürk, Millet İttifakı’nın demokrasi anlayışının “güçlendirilmiş parlamenter sistem” olduğunu söyledi. Öztürk, “Bunun dışında diyebilecekleri tek bir kelime yok. Ama biz bundan öte bir şey diyebilen bir topluluğuz. Olay sadece parlamentonun olabilmesi değil. Siyasal örgütlenme hakkının olabilmesi, gösteri yürüyüş hakkının olabilmesidir. 6’lı masanın arkasında bir araya gelmişlerin halkla teması, esnafa arada sırada ziyaret etmektir. Fakat bizim şuan ki ittifakımızda bir fiil işçilerin mücadelesini örgütleyen kesimler var, sendikalarda mücadele eden kesimler var. Bu bambaşka bir demokrasi düzeyidir. Onlar demokrasi alemine yeni geldiler” diye belirtti.

İlk adımlarını attıklarını ve görüşlerini sistematize ederek toplumun önüne koyacaklarının altını çizen Öztürk, “Hem seçimlere kadar çok önemli bir mücadeleyi ortaya koyacağız, hem seçimlerde söyleyecek önemli sözlerimiz olacak, hem de seçimlerden sonra bu örgütlülükle, aktif mücadeleye hem de politik programımızı geliştirerek, politik hamleler yapma açısından çok ciddi çabalarımız olacak” dedi.

Paylaşın

HDP’li Oluç’dan Dikkat Çeken ‘Üçüncü İttifak’ Yorumu

HDP’nin içinde yer alacağı “üçüncü ittifak” çalışmaları ile ilgili bilgi veren HDP’li Saruhan Oluç, seçim işbirliği yapılması düşünülen partilerle ikinci toplantının yapıldığını anımsattı. İttifak çalışmalarını yürütmek için bir mekanizma oluşturulduğunu vurgulayan Oluç, “Her yapı içinde olacak, birlikte koordine edilecek. Ortak mücadele konusunda bir irade ortaya çıktı” dedi.

Türkiye’nin güçlü bir “demokrasi ittifakı”na gereksinimi olduğunu kaydeden Oluç şu görüşleri dile getirdi: “6 partinin metninde gördük ki, güçlü bir demokrasi ittifakı olmazsa yeni dönemde oluşacak iktidar kompozisyonu, ben herkese demokrasi getireceğim, hak özgürlükleri getireceğim diye bir şey yapmaz. Bunun için güçlü bir demokrasi ittifakı güçlü demokrasinin olmasının güvencesidir. Bu kurulacak ittifak zemini demokrasi mücadelesinde gelecek açısından da çok önemli. Tüm etapları birlikte konuşacak ve planlayacak bir yapı olması gerek. Güçlü bir demokrasi ittifak olmazsa Türkiye’deki ezilenlerin sömürülenlerin ötekileştirilenlerin kazanmasının zemini zayıf olur.”

Halkların Demokratik Partisi (HDP) Grup Başkanvekili Saruhan Oluç, gazetecilerle yaptığı sohbet toplantısında gündeme ilişkin soruları yanıtladı. CHP, İYİ Parti, Gelecek Partisi, DEVA Partisi, Saadet Partisi ve Demokrat Parti’nin kamuoyuna açıkladığı Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem önerisini değerlendiren Oluç, ortaya çıkan metnin, “siyasi cesaret”ten yoksun; geneli itibarıyla de “eksik ve sorunlu” olduğu görüşünü savundu.

BBC Türkçe’den Ayşe Sayın’ın haberine göre Saruhan Oluç, öneri metninde “kayyum” uygulamasına ilişkin önerinin olumlu ancak yeterli olmadığını söyledi:

” ‘Kayyum olmayacak artık’ demek güzel bir niyet ifadesi ama yeterli değil. Yerel demokrasinin geliştirilmesi, demokratikleştirilmesi gerekiyor Türkiye’de. Kayyımlar bunun önünde bir engeldir. Çağdaş demokrasilerde olduğu gibi merkezden bazı yetkilerin yerel yönetimlere devredilmesi gerekiyor. Buradaki kararlı duruşun ne kadar olduğunu göremiyoruz metinde.”

Oluç’a göre, güçlendirilmiş parlamenter sistem önerisinin en büyük eksiği Kürt ve Alevi yurttaşların taleplerine yanıt verecek bir düzenleme içermemesi:

“Koca bir metin yazıyorsunuz, içinde Alevi, Kürt kelimesi bir kez dahi geçmiyor. Sadece Alevi, Kürt deyin demiyorum elbette. Kürtlerin Alevilerin tarihsel toplumsal sorunları var, talepleri var. Alevi toplumu, Kürtler, eşit yurttaşlık istiyor. Anayasa’da eşit yurttaşlık yazıyor ama yok! Bu tarihsel, toplumsal sorunlarının nasıl çözüleceği üstünde anlaşmıyor olabilirsiniz ama ‘Bu sorunların çözümüne biz adayız, bu sorunları demokrasiyi geliştirip Ankara’da çözeceğiz’ gibi bir irade, kararlılık gerekiyor. Bu sorunu tanıyor musunuz, tanımıyor musunuz? Hiç söz etmediğiniz zaman, bu sorunları tanımıyoruz diyorsunuz. Zaten bugünkü düzende de aynı durumla karşı karşıyayız. O nedenle çok dikkat çekici ve siyasi cesaretsizliktir, iktidarın baskılarına boyun eğmektir.”

Müzakere etmeyiz derlerse tabii ki aday çıkarmak masamızda olacak

HDP olarak parlamento seçimlerinde Millet İttifakı içinde yer alma gibi bir arayışları olmadığını ve kendilerinin bir ittifak çalışması yürüttüğünü anımsatan Oluç, cumhurbaşkanlığı seçiminde ise tüm muhalefet partileri ile ortak aday konusunu “müzakere etmek istediklerini” ve bunu kamuoyuna açıkladıkları 11 maddelik “tutum belgesinde” de net olarak ortaya koyduklarını söyledi. Cumhurbaşkanı adayı konusunda müzakereye açık olduklarını belirten Oluç, muhalefetin bu yönde adım atmaması halinde “kendi adaylarını çıkarmanın masalarında olacağını” vurguladı:

“Yeni dönemde iktidara aday olan, cumhurbaşkanlığına adayım, Türkiye’de yeni bir dönem başlatacağım, diyenlerle müzakere etmek istiyoruz, dedik. O konudaki duruşumuzda farklılık olmadı. Müzakere dediğimiz konuşmak. Bize, tutum belgesi açıklandıktan sonra genel başkan düzeyinde dahil olumlu bulduklarını söylediler. ‘Aday olacak kişiyle bunu müzakere edelim’ diyoruz. Ama aday olacak kişi-kişiler, ‘Biz sizinle hiçbir şekilde müzakere etmeyiz’ diyorlarsa o zaman önümüzde bir tek yol kalıyor, kendi yolumuzu bulmak.

“Bu da nedir, cumhurbaşkanlığı konusunda aday göstermek meselesi tabii ki masamızda olacak, masamızdadır zaten. Bunu tartışacağız. İttifaklarmızla, bileşenlerimizle, tüm parti örgütümüzle bunu tartışırız. Ama eğer biz sizinle hiçbir şekilde görüşmüyoruz, sizin konularınızı müzakere etmeye gerek duymuyoruz, ne yaparsanız yapın deniyorsa, biz de kendi bildiğimizi yapmaya başlarız. Bundan kimsenin şüphesi olmasın. Çünkü seçmenlerimize başka türlü hesap veremeyiz. Seçmenlerimiz durumdan son derece rahatsız.”

Seçimin ikinci tura kalması büyük risk

Muhalefet partileri içinde, “HDP ilk turda kendi adayını çıkarsın, ikinci turda anahtar rolünü oynasın” görüşünü savunanlar olduğuna dikkat çeken Oluç, seçimin ikinci tura kalmasının büyük riskler içerdiğini söyledi. Oluç, bu risklerden ilkinin 7 Haziran- 1 Kasım 2015 seçimleri arasında geçen sürecin benzerinin yaşanması, ikincisinin de “Kürt seçmenin tutumu” olduğuna dikkat çekti:

“Şimdi boşa atıp tutuyorlar…Ciddi kamuoyu araştırmaları bu iş birinci turda bitmezse ikinci tura kalırsa Türkiye’nin nasıl bir tabloyla karşı karşıya kalacağı belli değil diye görüyor. O iki seçim arasında 15 günlük vakit nasıl bir durum-tablo ortaya çıkartır bunu kimse tahmin edemiyor. Ben aynısı olacaktır diye söylemiyorum ama Haziran-Kasım (2015) arasında Türkiye’de yaşanmış olanları bilenler, bu 15 günlük tablonun çok ciddi sonuçlar yaratabileceğini de görüyorlar.

“İkincisi, seçime gidildiğinde 2 pusula var. İnsanlar partilerinin söylediklerine bakıyorlar ama orada vicdanları ile baş başa kalıyor. HDP seçmenini çok küçümsüyorlar. O kadarını söyleyeyim. HDP seçmeni muhtaç değil. HDP seçmeni -milletvekilleri, yöneticileri bıraktım- bu ülkede her türlü zulmü yaşamış bir seçmen. “Bu günkünden daha fazla ne yaşayabilirim’ diye de zaman zaman kendisine soran bir seçmen. Bu hem ekonomik, sosyal anlamda; hem baskılar zulüm, siyasi anlamda. O yüzden bu soruyu sandık başında HDP seçmenine sordurursanız bunun sonucu kimse için iyi olmaz. Bunu anlamıyorlar.”

Oluç, “Boykot gündeme gelir mi?” sorusu üzerine de “Boykot diye söylemiyorum. Birinci turda ne yapacağı belli olmaz. Bu tartışmaları bilmeyenler, o sosyolojiyi bilmeyenler ileri geri konuşuyor” yanıtını verdi.

Üçüncü ittifak yorumuOrtak mücadele konusunda irade ortaya çıktı

HDP’nin içinde yer alacağı “üçüncü ittifak” çalışmaları ile ilgili de bilgi veren Oluç, seçim işbirliği yapılması düşünülen partilerle ikinci toplantının yapıldığını anımsattı. İttifak çalışmalarını yürütmek için bir mekanizma oluşturulduğunu vurgulayan Oluç, “Her yapı içinde olacak, birlikte koordine edilecek. Ortak mücadele konusunda bir irade ortaya çıktı” dedi. Türkiye’nin güçlü bir “demokrasi ittifakı”na gereksinimi olduğunu kaydeden Oluç şu görüşleri dile getirdi:

“6 partinin metninde gördük ki, güçlü bir demokrasi ittifakı olmazsa yeni dönemde oluşacak iktidar kompozisyonu, ben herkese demokrasi getireceğim, hak özgürlükleri getireceğim diye bir şey yapmaz. Bunun için güçlü bir demokrasi ittifakı güçlü demokrasinin olmasının güvencesidir. Bu kurulacak ittifak zemini demokrasi mücadelesinde gelecek açısından da çok önemli. Tüm etapları birlikte konuşacak ve planlayacak bir yapı olması gerek. Güçlü bir demokrasi ittifak olmazsa Türkiye’deki ezilenlerin sömürülenlerin ötekileştirilenlerin kazanmasının zemini zayıf olur.”

Naif beklentiler

HDP hakkındaki kapatma davasına ilişkin bir soru üzerine de Oluç, bu konuyu ittifak masasında konuşmadıklarını ancak parti olarak bu olasılığa karşı da kendi önlemlerini aldıklarını vurguladı:

“Kapatma kararı çıkarsa birlikte hareket ettiğimiz yapılar açısından tedirginlik yaratacak, uzaklaştıracak bir durum olmaz. Altı parti çok tedirgin olabilir ama diğer muhalefet açısından sorun olmaz. Tersine onlar böyle bir hukuksuz karar karşısında dayanışmaları kararlılıkları büyür, birlikte hareket etmenin imkanları daha da gelişir.”

Oluç, HDP’nin kapatılması halinde “Oyları bize gelir” hesabı yapan partilerin ise hayal kırıklığına uğrayacağını belirterek, “Bizim seçmen profilini tanımadıkları gibi, seçmenimizin büyük kısmını oluşturan Kürt halkı sosyolojisini de tanımıyorlar. Çok kibarca naif beklentiler” görüşünü dile getirdi.

Paylaşın

Demirtaş: Rusya’nın İşgali, Küresel Satrancın İlk Hamlesi

Megafon TV aracılığıyla genç gazetecilerin sorularını yanıtlayan Demirtaş, Rusya’nın Ukrayna’yı işgaline her şeyden önce ilkesel olarak karşı çıkmanın gerekliliğine vurgu yaparak, ”Ukrayna dahil olmak üzere tüm halkların iradesine saygıyı esas alarak işgallere karşı çıkmak da ilkesel bir tutumdur. Ancak bir siyaset aracı olarak savaş, binlerce yıldır insanlığın acı, yıkıcı, kıyıcı bir gerçeği olarak varlığını da sürdürüyor. Emperyalist ve kapitalist küresel sistemde savaş, aynı zamanda pazarın ve krizlerin yönetiminde acımasız bir strateji olarak uygulanıyor.” dedi.

‘Batı’ dünyasının ‘Doğu’ olarak kodlanan Çin ve Rusya merkezli kapitalizmi tehdit olarak gördüğünün altını çizen Demirtaş, şunları söyledi: ‘‘Başlangıçta ‘tehdit’ komünizmdi, şimdi ‘otoriterizm’ olarak ifade ediliyor. Biden yönetiminin ABD’de iş başına geldiği günden beri dünyanın ‘demokratlar’ ve ‘otoriterler’ şeklinde iki kutba ayrılacağı açıkça söyleniyor.

Bu çerçevede, yakın zamanda ABD’de uluslararası bir demokrasi konferansı düzenlendi ve oraya davet edilmeyen ülkelerin, ‘otoriter devletler’ kategorisine alındığı mesajı verildi. Çin, Rusya ve Türkiye de davet edilmeyen ülkeler arasındaydılar. ABD ve AB, NATO’yu da yeniden şekillendirip salt askeri bir örgüt olmaktan çıkararak özellikle ekonomik alanda Doğu kapitalizmini sınırlandırmaya çalışırken bu ‘demokrat’ olarak kodladığı ülkelerle birlikte hareket etmeyi hedefliyor. Rusya ve Çin ise zaten uzun zamandır hedefte olduklarının farkındaydı ve kendilerine yeni soluk boruları açmaya çalışıyorlardı. Enerji kaynaklarının veya iş gücünün hatırı sayılır bir kısmını elinde tutan bu iki büyük askeri gücün, ekonomide de Batı kapitalizmini zorlayacak ölçekte bir kapitalist güce erişmeleri Batı’yı bir şekilde birlikte hareket ederek Doğu’yu sınırlamaya itmeye başlamıştı.

İşte Rusya’nın Ukrayna işgali bu küresel satrancın bölgesel düzeyde ve tam da Avrupa’nın göbeğinde oynanan ilk büyük hamlesidir, ciddi değişimlerin yaşanacağı güç gösterilerinin ilk hamlesidir.

‘Savaş oyunlarına ezilen halklar cephesinden bakmalıyız’

Yaşanan acılar ise tüm faturasıyla birlikte ezilenleredir. Biz bu savaş oyunlarına ezilen halklar ve sömürülen kesimler cephesinden bakmak zorundayız. ‘Kapitalizme ve emperyalizme alternatif başka bir dünya mümkündür’ diyerek emeği, doğayı, kimlikleri, inançları, kadın eşitliğini, temel özgürlükleri ve radikal demokrasiyi savunan sol bir perspektifi büyütmeyi hedeflemeliyiz. AKP-MHP iktidarı bu savaştan nemalanıp içeride ve dışarıda yaşadığı sıkışıklığı aşmaya çalışan pragmatist ve ilkesiz bir politika izliyor, izleyecek… Ama en zor durumda kalan da kendileri olacak.

Şunu da not olarak düşelim; Çin Komünist Partisi, sosyalizme geçiş için bilinçli bir kapitalist aşamayı hayata geçirdiği iddiasında. Rusya ise Putin’in oligarşik kapitalizmini sosyalizm hedefi olmadan en çarpık haliyle yaşamakta. Dolayısıyla iki ülkede de şu anda kapitalizm yürürlüktedir.”

‘AKP-MHP iktidarından ilkeli bir tutum beklemek hayalcilik olur’

İşgalin başlaması sonrası Avrupa Konseyi, Rusya’nın temsil hakkını askıya almıştı. İşgalle ilgili olarak Erdoğan “Sıradan bir kınama cümbüşüne dönmemeli, Batı daha kararlı bir adım atmalı” dese de Rusya’nın Avrupa Konseyi temsilinin askıya alınmasında Türkiye çekimser oy kullanmıştı.

Demirtaş bu durumu ‘ilkesizlik’ olarak niteledi: ”Türkiye hükümeti gibi ilkesiz denge politikası yürütmeye çalışan hükümetler iki arada bir derede kaldılar. Türkiye ile Rusya arasındaki ilişkiler Erdoğan’ı Putin’e açık tavır alamayacak kadar sıkıştırmış durumda. Elbette Türkiye savaşta taraf olmamalı ama ne şiş yansın ne de kebap diyerek olup bitenlere seyirci de kalamaz. Barışı, müzakereyi savunurken savaş mağdurlarına koşulsuz insani desteği de sunmalı, mesela daha ne kadar İHA ve SİHA satarım diye ellerini ovuşturmamalı. Tabii ki AKP-MHP iktidarından ilkeli bir tutum beklemek hayalcilik olur. Afrin başta olmak üzere Rojava’da işgale, vali atamaya yönelmiş bir zihniyetten ilkeli olmaları beklenemez.”

Demirtaş, 2015 yılındaki sözleri nedeniyle kendisine ‘cumhurbaşkanına hakaret’ten verilen üç yıl altı aylık cezanın onanması hakkında şunları söyledi: ”Yargının bugünkü tutumunu bir hukuki faaliyet olarak tanımlamak mümkün değil. Bir kısım yargı mensubu, elindeki gücü açıkça siyasi amaçla ve çıkarları için kullanıyor. Dolayısıyla bize verilen cezalar herhangi bir suç unsuruna dayanmıyor. İktidarın ayakta kalabilmesi için muhalefeti ve toplumu bastırma, tasfiye etme amacına hizmet ediyor. Bazı mahkemeler adeta AKP-MHP il teşkilatı gibi çalışıyor. Bu nedenle biz tutuklu veya suçlu değil, siyasi rehineyiz diyoruz. Bu iddiamız AİHM kararları ile de tescillenmiş durumdadır.

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) ‘derhal serbest bırakılması’ kararına rağmen, hakkında 4 Kasım 2016’dan bu yana Edirne Cezaevi’nde tutuklu olan HDP’nin eski Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş Megafon’da ‘genç gazetecilerin’ sorularını yanıtladı. Genç gazetecilerin Demirtaş’a soruları ve Demirtaş’ın cevapları ise şöyle:

“Bazı mahkemeler AKP-MHP il teşkilatı gibi çalışıyor”

Ahmet Ayva: Sizin Rusya’ya yaptığınız bir ziyaret sonrası, dönüşte gerçekleştirdiğiniz basın açıklaması nedeniyle ‘Cumhurbaşkanına hakaret’ gerekçesiyle 3 yıl 6 aylık hapis cezanız geçen gün onandı. Açıklamanızda esasen “Türkiye’nin Rusya ile olan gerilimine, iktidarın dış politikadaki hatalarına bir an önce son vermesi gerektiğini dile getirmiştiniz.” Şimdi Rusya ve Ukrayna arasında büyük bir savaş var. Başta Doğu Avrupa, Türkiye, Ortadoğu ve dünyayı ilgilendiren bu savaşı, iktidarın açıklamalarını nasıl değerlendirirsiniz?

Yargının bugünkü tutumunu bir hukuki faaliyet tanımlamak mümkün değil. Bir kısım yargı mensubu, elindeki gücü açıkça siyasi amaçla ve çıkarları için kullanıyor. Dolayısıyla bize verilen cezalar herhangi bir suç unsuruna dayanmıyor. İktidarın ayakta kalabilmesi için muhalefeti ve toplumu bastırma, tasfiye etme amacına hizmet ediyor. Bazı mahkemeler adeta AKP-MHP il teşkilatı gibi çalışıyor. Bu nedenle biz tutuklu veya suçlu değil, siyasi rehineyiz diyoruz. Bu iddiamız AİHM kararları ile de tescillenmiş durumdadır. Dolayısıyla sorunuzda sözünü ettiğiniz cezayı bu şekilde ele almak gerekir.

Rusya’nın Ukrayna’yı işgaline gelince, her şeyden önce ilkesel olarak savaşa karşı çıkmak, yüksek sesle barışı haykırmak gerekir. Ukrayna dâhil olmak üzere tüm halkların iradesine saygıyı esas alarak işgallere karşı çıkmak da ilkesel bir tutumdur. Ancak bir siyaset aracı olarak savaş, binlerce yıldır insanlığın acı, yıkıcı, kıyıcı bir gerçeği olarak varlığını da sürdürüyor. Emperyalist ve kapitalist küresel sistemde savaş, aynı zamanda pazarın ve krizlerin yönetiminde acımasız bir strateji olarak uygulanıyor.

Günümüz “Batı” dünyası, “Doğu” olarak kodladığı Çin ve Rusya merkezli kapitalizmi bir tehdit olarak algılıyor ve soğuk savaştan bu yana çeşitli yöntemlerle sınırlamaya çalışıyor. Başlangıçta “tehdit” komünizmdi, şimdi “otoriterizm” olarak ifade ediliyor. Biden yönetiminin ABD’de iş başına geldiği günden beri dünyanın “demokratlar” ve “otoriterler” şeklinde iki kutba ayrılacağı açıkça söyleniyor. Bu çerçevede, yakın zamanda ABD’de uluslararası bir demokrasi konferansı düzenlendi ve oraya davet edilmeyen ülkelerin, “otoriter devletler” kategorisine alındığı mesajı verildi.

Çin, Rusya ve Türkiye de davet edilmeyen ülkeler arasındaydılar. ABD ve AB, NATO’yu da yeniden şekillendirip salt askeri bir örgüt olmaktan çıkararak özellikle ekonomik alanda Doğu kapitalizmini sınırlandırmaya çalışırken bu “demokrat” olarak kodladığı ülkelerle birlikte hareket etmeyi hedefliyor. Rusya ve Çin ise zaten uzun zamandır hedefte olduklarının farkındaydı ve kendilerine yeni soluk boruları açmaya çalışıyorlardı.

Çin ve Rusya’nın ekonomik faaliyetleri Asya, Afrika, Orta Doğu başta olmak üzere küresel ölçekte bir hayli yaygınlaşmış durumda. Enerji kaynaklarının veya iş gücünün hatırı sayılır bir kısmını elinde tutan bu iki büyük askeri gücün, ekonomide de Batı kapitalizmini zorlayacak ölçekte bir kapitalist güce erişmeleri Batı’yı bir şekilde birlikte hareket ederek Doğu’yu sınırlamaya itmeye başlamıştı.

İşte Rusya’nın Ukrayna işgali bu küresel satrancın bölgesel düzeyde ve tam da Avrupa’nın göbeğinde oynanan ilk büyük hamlesidir, ciddi değişimlerin yaşanacağı güç gösterilerinin ilk hamlesidir. Yaşanan acılar ise tüm faturasıyla birlikte ezilenleredir. Biz bu savaş oyunlarına ezilen halklar ve sömürülen kesimler cephesinden bakmak zorundayız. Kapitalizme ve emperyalizme alternatif başka bir dünya mümkündür diyerek emeği, doğayı, kimlikleri, inançları, kadın eşitliğini, temel özgürlükleri ve radikal demokrasiyi savunan sol bir perspektifi büyütmeyi hedeflemeliyiz.

AKP-MHP iktidarı bu savaştan nemalanıp içeride ve dışarıda yaşadığı sıkışıklığı aşmaya çalışan pragmatist ve ilkesiz bir politika izliyor, izleyecek ama en zor durumda kalan da kendileri olacak. Biz barışı savunarak, demokratik iktidar alternatifini büyüterek, emekçilerin direnişini savunarak, Kürt halkının dinamik özgürlük mücadelesi ile olabildiğince birleştirerek bu zorlu süreci atlatmaya, kazanmaya odaklanacağız.

Şunu da not olarak düşelim; Çin Komünist Partisi, sosyalizme geçiş için bilinçli bir kapitalist aşamayı hayata geçirdiği iddiasında. Rusya ise Putin’in oligarşik kapitalizmini sosyalizm hedefi olmadan en çarpık haliyle yaşamakta. Dolayısıyla iki ülkede de şu anda kapitalizm yürürlüktedir.

“İHA ve SİHA satarım diye eller ovuşturmamalı”

Seda Taşkın (Gazeteci): Avrupa Konseyi toplantısında Rusya’nın üyeliğinin askıya alınması oylanırken, Rusya ve Ermenistan karara karşı oy kullandı. Türkiye ise çekimser kaldı, Azerbaycan oylamaya katılmadı. Türkiye’nin, Rusya işgaline yönelik “Rusya’nın işgalini reddediyoruz” açıklaması yapmasına rağmen çekimser kalmasını nasıl okumak lazım?

Türkiye hükümeti gibi ilkesiz denge politikası yürütmeye çalışan hükümetler iki arada bir derede kaldılar. Türkiye ile Rusya arasındaki ilişkiler Erdoğan’ı Putin’e açık tavır alamayacak kadar sıkıştırmış durumda. Elbette Türkiye savaşta taraf olmamalı ama ne şiş yansın ne de kebap diyerek olup bitenlere seyirci de kalamaz. Barışı, müzakereyi savunurken savaş mağdurlarına koşulsuz insani desteği de sunmalı, mesela daha ne kadar İHA ve SİHA satarım diye ellerini ovuşturmamalı. Tabii ki AKP-MHP iktidarından ilkeli bir tutum beklemek hayalcilik olur. Afrin başta olmak üzere Rojava’da işgale, vali atamaya yönelmiş bir zihniyetten ilkeli olmaları beklenemez.

“Başkalarının savaşının barışseveri olmak kolaydır”

Berivan Kutlu (Gazeteci): Ukrayna ve Rusya arasında gelişen gerginlik savaşa dönüştü. Birçok muhalif, savaşı istemedikleri yönünde açıklama yapıyor. Örnek verecek olursak Aydın Belediye Başkanı Özlem Çerçioğlu, kendi ismini bombanın üzerine yazdırmıştı. Kısaca Afrin ve Kuzey-Doğu Suriye’ye yapılan hareketlere destek oldukları açıklamalar yapmıştı. Bunu bir insan hakları savunucusu ve siyasetçi olarak nasıl görüyorsunuz?

İlkesizlik olarak. Bugünün barışseverlerinin pek çoğu, Afrin işgalinde ne yazık ki açıkça savaş ve işgal taraftarlığı yaptılar. Savaşa ve işgale hayır diyenlerse terörist ilan edilip ya sosyal ve siyasal linçe uğradılar ya da tutuklandılar.

“Başkalarının savaşının” barışseveri olmak kolaydır. İş, savaş kapınıza dayandığında tıpkı Moskova’da on binlerce kişinin yaptığı gibi “kendi savaşına” da karşı çıkabilmektir. Umarım ilkeli barış tutumunda Türkiye’de birçok çok çevre olup bitenden ders çıkarmıştır.

“HDP’yi dışlamak”

Sercan İke (TELE1): 12 Şubat’ta 6 muhalefet parti lideri bir araya gelerek ilk kez birlikte fotoğraf vermelerinin ardından, kamuoyuyla ortak bir metin paylaşıldı. Bu metinde “Yarının Türkiye’sini inşa etmek için önemli bir adım attık.” İfadeleri yer alıyordu. Bu bağlamda Türkiye’nin üçüncü büyük partisi olan HDP’nin olmadığı bir masada “Yarının Türkiye’sini İnşa Etmek” cümlesini nasıl değerlendiriyorsunuz?

İddialı bir cümle olarak. Bu iddianın sahiplerinden de iddialarının altını ikna edici şekilde doldurmaları beklenir. HDP’yi, başka kesimleri dışlayarak bu iddianın gerçekleşmeyeceğini onlar da biliyorlardır eminim. Bir şekilde HDP ile açık, şeffaf ve demokrasi hedefli müzakere yürütmeleri gerekiyor. Bunu yapacaklarını düşünüyorum. Önümüzde halen zaman var.

“Öcalan demokrasi ve barış karşıtı herhangi bir şeyde yer almaz”

Gökçe Akgöl (Gazetecilik öğrencisi): Cumhurbaşkanı Erdoğan 12 Ocak’ta AKP grup toplantısında “Edirne’deki en büyük hesabı İmralı’dakine verecek” şeklinde bir konuşma yaptı. Sizce Erdoğan ne yapmak istiyor?

Bence kendisi de ne yapmak istediğini bilmiyor. Bu konudaki net cevaplarımı vermiştim. Bu aşamada söylenecek başkaca bir şey bulunmuyor. İmralı’da tecrit kalkmadan da neyin ne olduğunu bilemeyiz. Emin olduğum tek şey, Öcalan demokrasi ve barış karşıtı herhangi bir şeyde yer almayacağı. Gerisi boş tartışmalardır.

Ortak aday konusu

Emrah Bakır (Freelance gazeteci): Dünyada ve Türkiye’de her geçen gün artan milliyetçilik ve uluslaşma politikasına karşı, olası bir seçimde HDP’nin tutumu sizce nasıl olmalıdır? Şu anki iktidarı geriltebilmek için ortak bir aday mı çıkarmalı, yoksa özgücüne dayalı bir politika mı izlemeli?

HDP tam da bu amaçla sol güçlerle dayanışmayı ve ortak mücadeleyi büyütmeye, Kürt partiler ile bir arada durmaya ve bu vesileyle demokrasi ittifakını büyütmeye gayret ediyor. Ortak aday konusu ise henüz başlıklardan biri değil, zamanı geldiğinde hızla netleştirilir. HDP’nin seçime kendi adayıyla girmesi alternatifi de masada duruyor. Günün koşullarına göre HDP kendi değerlendirmesini yaparak ilkelerine uygun kararı alacaktır.

“Üsluplarını anlamakta zorlanıyorum”

Mahsum Molak (Freelance gazeteci): Geçtiğimiz günlerde Gazeteci İrfan Aktan, Sol Parti PM üyesi Alper Taş ile bir söyleşi gerçekleştirdi. Aktan’ın, ÖDP’nin bölünmesinin müsebbibi biraz da Kürt hareketi miydi? Sorusu üzerine Alper Taş. “Açık konuşmam gerekirse evet, ÖDP’deki bölünmenin ana kaynağı Kürt hareketinin hem içeriden hem de dışarıdan müdahaleleriydi.” Diye ifade etti. HDP’nin ittifak toplantılarına bakınca, Kürt hareketi, sol-sosyalist partileri bölüyor mu? Birleştiriyor mu?

Söz konusu dönemde ben aktif siyasette değildim, İnsan Hakları Derneğinde görev yapıyordum. Dolayısıyla tam olarak ne oldu, nasıl oldu bilemiyorum. Konunun birincil muhatapları gerektiğinde yanıt verirler.

ÖDP ve bugünkü Sol Parti ile temsil ettikleri mücadele geleneğine bizler her daim büyük bir saygı ve sempatiyle yaklaştık. Her birini kıymetli yol ve mücadele arkadaşımız olarak görüyoruz. Beraberce, kol kola, omuz omuza birçok alanda mücadele yürüttük, yürütüyoruz. Alper arkadaşımız da defalarca omuz yoldaşlığı yaptığımız değerli bir devrimcidir. Niyetlerinden de asla şüphe duymayacağım bu arkadaşların son zamanlardaki açıklamalarını ve üsluplarını anlamakta zorlanıyorum sadece. Kendileri bazen bir selamı unutsalar da ben cevap vermek yerine içtenlikle ve dostça bir selam gönderiyorum.

“Solun yükselişi bir tesadüf değil bilimin gereğidir”

Bilge Çevik (Freelance gazeteci): Aslında dağınık halde yaşadığımız bu 3. Dünya Savaşıyla birlikte yükselen faşizm dalgasıyla dünya halkları da artık daha demokrat adayları konuşmaya başladı. Salgınla beraber özellikle bizim gibi ülkeler ekonomik krizin yarattığı durumdan sonra daha halkçı bir yönetim anlayışını istemeye başladılar. Özellikle Şili ve Peru’da sosyalist adayların seçim zaferi kazanması ve Amerika ve Almanya seçimleriyle sosyalist adayların ön plana çıkması sizce ne anlama geliyor ve yaşanan bu süreci nasıl görüyorsunuz?

Başka bir dünya mümkündür diyerek antikapitalist, antiemperyalist bir politikayı hem ulusal hem de enternasyonel düzeyde büyütebilmenin çok fazla olanağı çıktı ortaya. Sömürünün akıl almaz boyutlara ulaşmasıyla korkunç bir yoksulluk ve işsizlik girdabı dünyayı sarmışken üstüne bir de herkesin aynı gemide olmadığı COVID-19 pandemisi geldi.

Eşitsizlik ve adaletsizliğin en çıplak haliyle yaşandığı bu momentte solun dünya genelinde yükselişi bir tesadüf değil bilimin gereğidir. Gerisi sol öncü güçlerin becerilerine kalıyor. Türkiye’de de durum farklı değil. Solun sıçrama yapması için imkânlar da koşullar da uygun. Zaten sol güçler bunu harıl harıl tartışıp planlamalarla ve pratik eylemlerle sürece cevap olmaya gayret ediyor. Umarım bu defa rüzgârı yakalayacağız ve solun yelkenini dolduracağız.

“Barışçıl çözüm ihtimali hiçbir zaman imkânsız değil”

Mert Can Bükülmez (Freelance gazeteci): Kürt illerinde 2015’de başlayan şehir savaşının akabinde Başkanlık Sistemine geçiş yapıldı. Bu geçiş sürecinden bu yana faşizmin kurumsallaşması tartışmaları çok yoğun şekilde sürdü ve sürüyor. Sizce Kürt sorununun çözümü 2016 öncesinden daha da mı zorlaştı, yoksa bu zor koşullar AKP’nin gitmesiyle hızlıca değişecek midir?

Kürt sorununda barışçıl çözüm ihtimali hiçbir zaman imkânsız değil. En zor koşullarda bile arayışlar hep devam etmiş, çözüm denemeleri yapılmıştır. Önümüzdeki yıllarda da gündeme tekrar geleceğini düşünmek yanlış olmaz. Toplumsal psikoloji ve siyasi atmosfer değiştiğinde barışçıl ve demokratik çözümleri tartışmak da pratikleştirmek de zor değil. Elbette bunu koşulları oluşacaktır.

“Z kuşağı tipolojisi”

M. Delal Demir (Gazetecilik öğrencisi): Verilere göre olası 2023 seçiminde ilk kez oy verecek 6 milyona yakın genç seçmen bulunmakta ve bu kuşak günümüzdeki tabiriyle Z kuşağı olarak geçiyor, bu kuşağa nasıl bir politika ve strateji ile yaklaşılmalı sizce?

Z kuşağı dediğimiz jenerasyonun tamamı zeki, politik, bilinçli bir bütünü ifade etmiyor. Kendi içinde çok farklı tipolojiler barındıran heterojen bir gruptan söz ediyoruz. Bu nedenle tek bir politik yaklaşım hattı belirleyerek Z kuşağına ulaşmak mümkün değil. Bilimsel araştırmalarla elde edilmiş veriler ışığında her katman için özgün politikalar, araçlar, söylem ve eylemler geliştirmek gerekir.

Çünkü Z kuşağı içinde Almanya’nın bizi kıskandığına inanlar da var, Almanya’nın nerede olduğunu bilmeyenler de var, Almanya’nın en iyi üniversitelerinde tam burslu okuyanlar da. Ya da Boğaziçi’nde direnenler de var, Boğaziçi kayyumunu alkışlayanlar da. Veya kağıt toplayan, inşaatlarda çalışanlar da var, lüks arabalarda pudra şekeri çekenler de.

Dolayısıyla çoklu ve çok yönlü politik stratejiler geliştirerek yeni seçmenlere yaklaşmayı denemeliyiz. Elbette Z kuşağı genel olarak daha zeki, daha pratik, daha hızlı ve daha özgür ruhlu. Ne var ki bu nitelikler, onları otomatikman daha erdemli veya daha politik kılmıyor. Bu özelliklerini bilerek, anlayarak onlarla doğru ve etkili bir iletişim kurmak gerekir. Anlatmaya çalıştığım şey bu.

“Her şey tükenmiş, bitmiş değil henüz”

Ardıl Batmaz (gazeteci): AİHM, sizin de dahil olduğunuz 40 milletvekilinin dokunulmazlıklarının kaldırılmasıyla ilgili olarak hak ihlali kararı verdi. Dokunulmazlığı kaldırılan ve bir kısmı cezaevinde tutulan 10 milletvekilinden bazılarının başvurusunun dahi yapılmadığı, bazılarınınkinin ise eksik belge ve evrak nedeniyle AİHM tarafından usulden reddedildiği ortaya çıktı. Roboski davasına benzetilen bu olayı bir hukukçu olarak nasıl değerlendiriyorsunuz? Türkiye’de AİHM kararlarının uygulanmaması, HDP Hukuk Komisyonu ile vekil avukatlarının direncini mi kırdı?

Hukuk Komisyonu ve avukatlarımız ne yazık ki bazı ciddi hatalar ve eksiklikler yaptı. Bunların hiçbiri niyetle alakalı değil. Kaotik ortamların yol açtığı karmaşa, koordinasyon eksikliği, deneyimsizlik veya örgütsüzlük gibi nedenlerle bazı önemli başvurular kadük oldu. Bunlar için ben de çok üzgünüm ama dünyanın sonu değil, kaldığımız yerden ve hatalarımızdan ders çıkararak durumu telafi etmeye, hukuk mücadelesini büyütmeye devam etmeliyiz.

Roboski davası da günü geldiğinde iç hukukta mutlaka yeniden canlandırılacak, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine gerek kalmadan sorumlulardan hukuk önünde hesap sorulacaktır. Her şey tükenmiş, bitmiş değil henüz.

“AKP-MHP iktidarı rant ve mafya çetelerinin iktidarıdır”

Yadigar Aygün (Freelance gazeteci): Ekonomik kriz Dünya’da ve Türkiye’de derinleşiyor. Şu anda Kürt kentlerinde ve Türkiye’nin pek çok ilinde artan ekonomik kriz karşısında düşük ücretlere, yoksulluğa karşı işçi eylemleri var. AKP iktidarının ekonomi politikasını ve işçilere bakış açısını nasıl değerlendiriyorsunuz? İşçi sınıfına bir mesajınız var mı?

İşçiler, emekçiler, köylüler, esnaflar, memurlar dahil alın teriyle geçinen tüm kesimler büyük bir yoksullukla karşı karşıyalar ve haklı olarak her fırsatta, her yerde direnişlerle seslerini yükseltiyorlar. Bun haklı direnişlerin yanında, içinde yer almak, destek olmak, büyütmek ve sonuca taşımak hem siyasal hem toplumsal muhalefetin görevidir.

AKP-MHP zulüm iktidarı rant ve mafya çetelerinin iktidarıdır, emekçilerin alın teriyle, hakkıyla, hukukuyla alakaları yoktur. İktidarı değiştirecek en büyük güç de emekçilerdir. Emekçiler kendi öz güçlerine güvenmeli, örgütlenmeli ve kesinlikle sömürüye karşı direnmeliler. Yarınlar onlarındır, bundan emin olsunlar. Bu düzen ilelebet böyle devam etmez.

Ayrıca emekçiler için yazıp bestelediğim bir seçim şarkısı var, yakında onu da emekçilere içeriden küçük bir armağan, sıcak bir selam olarak göndereceğim.

“Cezaevleri bir tür işletme, ticarethane”

Kadir Güney (Gazeteci): Türkiye’de elektrik başta olmak üzere temel tüketim ürünlerine zamlar geldi. Faturaların fahiş fiyatları sonrası birçok siyasetçi, sanatçı faturalarını ödemeyeceğini söyledi. Bilindiği kadarıyla tutsaklar da elektrik faturası ödüyor. Sizin faturalara nasıl yansıdı? Siz de faturanızı ödememeyi düşünüyor musunuz?

Dışarıda yaşanan ekonomik felaketlerin hapishanelerde de yansıması oluyor elbette. Tıpkı dışarıda olduğu gibi içeride de çok sayıda yoksul insan var. Ben cezaevlerindeki sorunları kendi adıma dile getirmeyi doğru bulmamakla birlikte cezaevlerinde yaşanan her sorunu, her trajediyi olabildiğince gündeme getirmeye gayret ediyorum.

Hapishanelerde elektrik faturası tahsilatı başlı başına bir garabettir. Bunun yanında hükümlülerden yemek ve iaşe bedeli adı altında ciddi paralar alınıyor. Ayrıca kantinlerde fahiş fiyatlara kalitesiz ürün satışından veya cezaevi işliklerinde ucuz emeği sömürülen işçilerden büyük kazançlar sağlanıyor. Yani cezaevleri de bir tür işletme, ticarethane olarak görülüyor.

Örneğin bizim hücremizde bir televizyon, bir mini buzdolabı, bir ketıl ve üç lamba var. Beş yıl önce ilk elektrik faturamız 12,50 TL gelmişti. Geçen ay ise 120 TL geldi. Yani beş yılda yüzde bin artmış durumda. Aslında ödemesek elektriğimizi de kesemezler, kandil falan da gönderemezler ama böyle bir tutuma girmeyi düşünmedim hiç.

“Tahliyeye az kaldı, inanın”

Yeşim Özdemir (Freelance gazeteci): İçeride olan sizler mi daha çok tutsaksınız, dışarıda olan bizler mi? Türkiye’nin büyük bir hapishaneye dönüştüğünü düşünerek soruyorum bunu.

Bazen dışarıyı anlamakta, analiz etmekte gerçekten zorlanıyorum. Şu son beş buçuk yıl, her şeyin çok çok hızlı değiştiği, akıp gittiği bir tarihsel süreç oldu. Dışarıdan gelen haberler, okuduklarım, izleyip dinlediklerim durumun çok iyi olmadığını, açıkçası bir felaket olduğunu hissettiriyor. Umutsuzluk, karamsarlık, keyifsizlik, yoksulluk ve yoksunluk… Baskılar, işten atmalar, ülkeyi terk etmeler, korkular, kaygılar…

Eksik olan tek şey ranzalar galiba. İnfaz memurları ve hapishane müdürü dışarıda da var zaten. Allah hepinizi kurtarsın diyeceğim ama siz de biraz gayret edin, direnin, çalışın, mücadele edin, el ele verin. Tahliyeye az kaldı, inanın.

“Havalandırma 7×4 metre, koşamıyorsunuz haliyle”

Emre Caka (gazeteci): Tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de özellikle futbol üzerinden iktidarlar yapılanırken sol-sosyalist mücadelenin ve ulusal hareketin bu konuda herhangi bir çalışmasını göremiyoruz. Türkiye geçmişine baktığımız zaman birçok siyasetçi, suç örgütü lideri spor ile ilişkili durumda. Ve onun dışında “5’li çete” olarak bilinen Limak Şirketi’nin sahibi Nihat Özdemir, Türkiye Futbol Federasyonu’nun başında.

Siz de geçtiğimiz zamanlarda Marcao’nun, Kerem Aktürkoğlu’na uyguladığı şiddeti hatırlatmış, spor ile ilişkiniz olduğunu ve takip ettiğinizin sinyallerini vermiştiniz. Özetle; Türkiye sol-sosyalist ve Kürt hareketinin spora dair çalışmasının olmamasını nasıl yorumlarsınız? Bu arada spor yapıyor musunuz?

İşin aslı, profesyonel sporla çok alakam yok. Futbol başta olmak üzere birçok spor dalı büyük bir sektöre, ciddi bir pazara dönüştü. Sporun dostluk, dayanışma, kardeşlik ve barışı geliştirme fonksiyonu uzun zaman önce yok olup gitti zaten. Olimpiyatlar bile çıkış amacından çok uzakta bir yere, kapitalizmin beşiğine, devletlerin rekabet alanına dönüştü. Hal böyleyken alternatif spor etkinlikleri de halı saha dostluk maçlarının ötesine geçemiyor.

Birileri bu konuya da kafa yormalı ama ben çok hâkim değilim maalesef. Mesela sevgili Tanıl Bora’ya sormalısınız belki, eminim ciddi önerileri vardır. Bu vesileyle Tanıl Hoca’ya ve diğer tüm dostlara da yürek dolusu selamlar gönderiyorum. Ben de burada yürüyüş, koşu falan yapıyorum. Havalandırma 7×4 metre. Maraton koşamıyorsunuz haliyle.

“Edebiyata sarılmak en doğrusu gibime geliyor”

Muhammed Yavaş (Freelance gazeteci): Siyasetle mi bir şeyleri değiştirmek kolay, edebiyat ile mi?

İkisiyle de kolay değil ama ikisiyle de denemek lazım. Ancak edebiyat benim için siyasetten hep bir adım önde. Daha sıcak, daha samimi, özgün ve niteliklidir edebiyat. Günümüzün pratik siyaseti ise soğuk, rekabetçi, çıkara dayalı ve riyakâr. Siyaset değişimden çok iktidarı, hiyerarşiyi, gücü hedefliyor.

Edebiyat ise evreni, doğayı, insanı, duyguları, düşünceleri çok yönlü anlayıp derinlemesine idrak etmemizi kolaylaştırıyor. Aslında siyaset de bunları hedefleyebilir, sağlayabilir ancak bugünün reel siyaseti bunu yapamaz, bu potansiyeli, bu niteliği ve amacı yoktur. Yine de politikayı bir kenara itmeden edebiyata da sarılmak en doğrusu gibime geliyor.

“Siyaset denince midemi bulandıran pek çok şeyle karşılaştım”

Daniel Thorpe (Freelance gazeteci): Hapishanede geçirdiğiniz süreç Türkiye siyaseti üzerine düşüncelerinizi nasıl etkiledi?

Türkiye’de bilinen anlamıyla siyaset yoktur. Yani devlet ile toplum ve birey arasındaki dengeleri sağlayan, çözümleri üreten bir aktiviteden çok rant, güç, iktidar alanları devşirmek, meslek edinmek, çıkar sağlamak eylemleri vardır, buna da siyaset deniyor.

Biz HDP’liler mümkün olduğunca bu rezilliğe bulaşmamaya çalıştık ama siyaset denince yine de midemi bulandıran pek çok şeyle karşılaştım, pek çok şeye tanık oldum. Bu anlamdaki siyasetten çok uzaklaştım desem abartmış olmam. Ben mücadele etmeyi seviyorum. Temsili siyaseti, milletvekilliğini, başkanlığı değil.

Cezaevinde bundan iyice emin oldum. Dışarıda bir koltuk uğruna insanların neler yaptığını gördükçe iyice soğudum. Koltuğu olmayınca hiçe dönüşüveren karakterlerin siyasete katabileceği ne olabilir ki? Mümkünse benden uzak olsunlar, çıkınca ben de bu tiplerden çok uzak olacağım. Demokratik siyasetin veya siyasette demokratikleşmenin büyümesine katkı sunacağım elbette.

“Kedileri var şimdilerde, yerimi tutuyor mu bilemiyorum”

Beril Caymaz (Freelance gazeteci): Çocuklarınızla en çok ne yapmayı özlediniz?

Kahvaltı hazırlayıp kahvaltı yapmayı. Bizim için bir gelenek, tam bir şenlikti. Başak ile kızlarımız o geleneği mümkün olduğunca sürdürüyorlar ama bir eksikle. Gerçi kedileri var şimdilerde, adı Zin, yerimi tutuyor mu bilemiyorum, onlara sormak lazım. En azında ben tüy döküp sağı solu kirletmiyordum, kıymetimi anlamışlardır bence (gülüyor)

Paylaşın

HDP’li Paylan: Ekmeğin 7 Liraya Yükselmesi Riskiyle Karşı Karşıyayız

Halkların Demokratik Partisi (HDP), ‘buğday krizi’ nedeniyle çiftçiyi ekim yapmaya teşvik için mazot ve gübre maliyetlerinin yarısının kamu bütçesinden karşılanması için Meclis’e kanun teklifi sundu. Teklif öncesi HDP’nin Ekonomiden Sorumlu Eş Genel Başkan Yardımcısı Garo Paylan Meclis’te bir basın toplantısı yaptı.

Kanun teklifine ve Türkiye’nin tarımsal üretimde karşı karşıya olduğu risklere ilişkin açıklamalarda bulunan Paylan, Türkiye’nin AKP’nin yanlış ekonomi politikaları nedeniyle dışa bağımlı olduğunu söyledi.

Türkiye’nin şu anda buğdayda kendi kendine yetebilen bir ülke olmadığını belirten Paylan her yıl 10 milyon tondan daha fazla buğdayın ithal edildiğini aktardı. Buğday ithalatının da yüzde 90’ının şu anda savaş halinde olan Rusya ve Ukrayna’dan gerçekleştirildiğine vurgu yaptı. Paylan sonrasında ise şöyle devam etti:

“Bu yıl buğday ithal edememe riski ile karşı karşıyayız. Buğday uluslararası piyasalarda, dolar bazında iki katına çıkmış durumda. Toprak Mahsulleri Ofisi 1 ton buğday ithal etmeye kalksa, geçen yıl 4-5 bin liraya ithal edilen buğday, bu yıl 10 bin liraya dahi buğdayı ithal edilemeyecek durumda.

Bu bir çuval unun 700-800 liraya yükselmesi demektir. Yani bir ekmeğin 6-7 liraya yükselmesi riskiyle karşı karşıyayız. Ülkemiz dışa bağımlı ve bu dışa bağımlılığı sona erdirmek durumundayız.”

“Çiftçi tarlasına gübre atamıyor, traktörünü süremiyor”

Tarım ve Orman Bakanı Bekir Pakdemirli’yi eleştiren Paylan, “Ülkemizde milyonlarca hektar arazi ekilmeyi bekliyor ancak o araziler ekilemiyor. Çünkü gübre fiyatları geçtiğimiz yıla göre 3-4 kat yükseldi. Çiftçi tarlasına gübre atamadı. Gübre atmazsa buğday başak tutmuyor. Yani ekmeklik buğday oluşmuyor. Çiftçinin temel girdilerinden olan mazotun fiyatı 1 yılda yüzde 160 yükselmiş durumda. Geçen yıl 6 lira olan mazot şu anda 17 liraya hatta bu gece gelecek zamlarla 18 liraya yükselecek. Sonuç olarak, çiftçi tarlasına gübre atamıyor, traktörünü süremiyor. Bu durumdayken Tarım Bakanı ne yapıyor? Vallahi hiçbir şey yapmıyor” dedi.

“Fiyatlar 5 katına çıktı”

Paylan daha sonra “Şu durumda buğdayı yeterli miktarda ithal edemeyeceğiz, çiftçi de yeterince ekemedi ne olacak?” diye sordu. Buğday ve ekmek kriziyle karşı kaşıya olunduğunu belirten Paylan sonrasında ise şöyle devam etti:

“İktidar bu aymazlıktan derhal vazgeçmeli ama geçmiyor, gerekli tedbirleri almıyor. Meclis’in sorumluluk alması lazım. Biz bir yasa teklifi hazırladık. Çiftçinin mazot ve gübre maliyetlerinin yarısını kamu bütçesinden karşılayalım diyoruz. Bir çiftçi şu anda tarlasına gübre atamıyorsa, gübre fiyatları 2 bin liradan 9-10 bin liraya çıktıysa, bu maliyetin yarısını kamu bütçesinden karşılamamız lazım.

Binalı Yıldırım 4-5 yıl önce bunun sözünü vermişti, ama tutmadı. Biz mazot ve gübre maliyetlerinin yarısı devletten yarısı çiftçiden dedik ve kanun teklifini bugün Meclis sunduk.”

“Bu bir beka meselesidir”

Bu bir beka meselesidir. Bir varlık ve yokluk meselesi ile karşı karşıyayız. 2. Dünya Savaşı’ndan beri böylesi bir buğday krizi görmedik. Pahalılık vardı ama bir buğday krizi ile karşı karşıya kalmadık.

2. Dünya Savaşı’ndan 70 yıl sonra, AKP iktidarıyla yeni bir buğday krizi riskiyle karşı karşıyayız. İthal edemiyorsak, çiftçiye gerekli desteği verip tarlasını ekmesini, kendi kendine yeter bir ülke olmamızı sağlamalıyız.

Enflasyonu düşürmenin tek yolu, çiftçinin ekmesini biçmesini sağlamak. Bu yangını üreterek, çiftçinin ekmesini biçmesini sağlayarak söndüreceğiz. Aksi takdirde, gıda fiyatlarındaki fahiş artışlar devam eder ve yurttaşlarımız bir gıda krizi ile karşı karşıya kalır.”

Rusya’nın en büyük tarım ürünleri ithalatçısı Türkiye. Türkiye’nin 2021’de Rusya’dan yaptığı toplam tarım ürünleri ithalatı 4,3 milyar dolar.

Türkiye’nin en çok ithal ettiği tarım ürünüyse buğday. 2021’de 1,8 milyar dolar tutarında, 6,7 milyon ton buğday ithal etmiş durumda. Ancak Türkiye’nin buğday ithal ettiği tek ülke Rusya değil. İkinci sırada Ukrayna var.

Ticaret Bakanlığı’nın verilerine göre Türkiye buğday ithalatının yüzde 64,6’sını Rusya’dan, yüzde 13,4’ü ise Ukrayna’dan yapıyor.

Paylaşın

13 Yeni Dokunulmazlık Fezlekesi Meclis’e Gönderildi: HDP, TİP, CHP

11 milletvekili hakkında 13 yeni fezleke Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) Genel Kurulu’na gönderildi. Meclis Başkanlığı gelen 13 fezlekeyi Adalet ve Anayasa Komisyonu’ndan oluşan Karma Komisyon’a gönderdi.

Haber Merkezi / Haklarında TBMM’ye fezleke gönderilen milletvekilleri şöyle: HDP Milletvekilleri Berdan Öztürk, Meral Danış Beştaş, Ayşe Acar (2), Ömer Öcalan, Feleknas Uca, Murat Sarısaç, Dersim Dağ (2) Sait Dede, Pero Dündar, TİP Genel Başkanı Erkan Baş, CHP Milletvekili Veli Ağbaba.

Süreç nasıl işliyor?

Hakkında suç isnadı bulunan milletvekillerinin dokunulmazlığının kaldırılıp kaldırılmamasına ilişkin talepler, Adalet Bakanlığına sunuluyor. Bakanlık, talebi gerekçeli bir yazıyla Cumhurbaşkanlığına, Cumhurbaşkanlığı ise TBMM Başkanlığına iletiyor.

Meclis Başkanlığına gelen fezlekelerin gündeme alınmasındaki süreç, İçtüzüğe göre işliyor. Milletvekili dokunulmazlığı, İçtüzüğün “Yasama Dokunulmazlığı ve Üyeliğin Düşmesi” başlıklı dokuzuncu kısmının “yasama dokunulmazlığı” alt başlıklı birinci bölümünde düzenleniyor.

Bir milletvekilinin dokunulmazlığının kaldırılması hakkındaki istemler, TBMM Başkanlığınca “Gelen Kağıtlar” listesinde yayınlanarak Anayasa ve Adalet Komisyonu Üyelerinden Kurulu Karma Komisyona havale ediliyor.

Söz konusu fezleke ile Meclis’teki mevcut fezlekeler, sevk edildikleri Karma Komisyonda bekletilebiliyor ya da komisyonda gündeme alınabiliyor. Fezlekelerin gündeme alınması halinde süreç başlıyor. Karma Komisyon toplanıyor ve hangi fezlekeye ait dosyayı değerlendireceğine karar veriyor.

Hazırlık Komisyonu kuruluyor

Hazırlık Komisyonu, kurulduğu andan itibaren en geç 1 ay içinde dosyayı inceleyerek raporunu hazırlıyor. Bu komisyon bütün kağıtları inceleyip gerekirse o milletvekilini dinliyor ancak tanık dinleyemiyor.

Hazırlık Komisyonu, yasama dokunulmazlığının kaldırılması yönünde karar alırsa dosya Karma Komisyona havale ediliyor. Karma Komisyon da 1 ay içinde Hazırlık Komisyonu raporunu ve eklerini görüşerek sonuçlandırıyor.

Karma Komisyon, dokunulmazlığın kaldırılmasına veya kovuşturmanın milletvekilliği sıfatının sona ermesine kadar ertelenmesine karar veriyor.

Karma Komisyon kovuşturmanın ertelenmesini kararlaştırmışsa bu yöndeki raporu Genel Kurulda okunarak bilgiye sunuluyor. Bu rapora milletvekilleri tarafından 10 gün içinde itiraz edilmezse kesinleşiyor, itiraz edilmesi halinde ise rapor Genel Kurul gündemine alınıyor. İtiraz edilmeyen dosyalar Cumhurbaşkanlığına gönderiliyor.

Dokunulmazlığın kaldırılması yönündeki Karma Komisyon raporları, doğrudan Genel Kurul gündemine giriyor. Genel Kurul, raporu kabul ederek dokunulmazlığın kaldırılmasını kararlaştırabileceği gibi, raporu reddederek yargılamanın dönem sonuna ertelenmesine de karar verebiliyor.

Kovuşturma ertelenmiş ve bu karar Genel Kurulca kaldırılmamış ise dönem yenilenmiş olsa bile milletvekilliği sıfatı devam ettiği sürece ilgili hakkında kovuşturma yapılamıyor.

Genel Kurul aşaması

Milletvekillerine dağıtılan Karma Komisyon raporu, Genel Kurulda okunarak görüşülüyor. Biri lehte diğeri de aleyhte olmak üzere, iki milletvekili rapor üzerinde konuşma yapıyor.

Fezlekesi olan milletvekili isterse Hazırlık Komisyonunda, Karma Komisyonda veya Genel Kurulda kendi savunmasını yapabiliyor ya da başka bir milletvekili arkadaşına savunma yapması için bu hakkını verebiliyor.

Söz ve savunma talebi yoksa görüşmeler tamamlanıyor. Daha sonra Karma Komisyonun yasama dokunulmazlığının kaldırılmasına dair raporu oylamaya sunuluyor. Genel uygulamaya göre açık oylama yapılıyor. Genel Kurulda dokunulmazlıkların kaldırılmasına ilişkin oylamada, karar yeter sayısı (151) yeterli oluyor.

Her dosya için ayrı oylama yapılıyor

Genel Kuruldaki oylamada, her milletvekili ve fezleke için ayrı oylama yapılıyor. Bir milletvekili hakkında iki dosya varsa iki dosya ayrı ayrı oylanıp karara bağlanıyor. Dokunulmazlık hangi dosya hakkında kaldırıldıysa yalnızca o fezleke hakkında yargılama yapılabiliyor. Milletvekilinin dönem sonuna bırakılan dosyası hakkındaki dokunulmazlığı devam ediyor.

Genel Kurul kararından sonra milletvekilinin dokunulmazlığı, söz konusu dosya için kaldırılmış oluyor.

Meclis Başkanlığı, dosyayı Cumhurbaşkanlığı aracılığıyla Adalet Bakanlığına gönderiyor. Bakanlık da dokunulmazlığı kaldırılan milletvekili hakkında gereğinin yapılması için dosyası ilgili savcılığa havale ediyor.

Savcılık da dosyanın ulaşmasının ardından soruşturmaya kaldığı yerden devam ediyor, söz konusu milletvekilini tutuklanması talebiyle mahkemeye de sevk edebiliyor ya da tutuksuz olarak yargılanmasına da devam edebiliyor.

Dokunulmazlık kalkıyor, vekillik devam ediyor

Bir milletvekilinin dokunulmazlığının kalkmasıyla milletvekilliği düşmüyor, devam ediyor. Milletvekili maaşını alıyor ve diğer sosyal haklarından yararlanıyor. Tutuklanmamışsa Meclise gelerek yasama çalışmalarına da katılabiliyor.

Ancak milletvekili hakkındaki ceza kesinleştikten sonra Genel Kurulda okunuyor ve o zaman milletvekilliği düşürülüyor.

Milletvekilinin yasama dokunulmazlığının kaldırılmasına veya milletvekilliğinin düşmesine karar verilmesi halinde, Genel Kurul kararının alındığı tarihten itibaren 7 gün içinde ilgili milletvekili veya bir diğer milletvekili, kararın Anayasaya, kanuna veya İçtüzüğe aykırılığı iddiasıyla iptal için Anayasa Mahkemesine başvurabiliyor. Anayasa Mahkemesi, iptal istemini 15 gün içinde kesin karara bağlıyor.

Paylaşın

HDP: Bizler Kazanacağız, Darbeciler Kaybedecek

Halkların Demokratik Partisi (HDP) Merkez Yürütme Kurulu, 2 Mart 1994 tarihinde Demokrasi Partisi (DEP) milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılması ve Meclis’te gözaltına alınıp, tutuklanmasının 28’inci yıldönümüne ilişkin yazılı açıklama yaptı.

Yaşanan sürecin utanç olduğu ve dokunulmazlıkları kaldırılan milletvekillerinin Kürt sorununa yönelik ezberlerin dışında çözüm önerileri sundukları hatırlatılan açıklamada, milletvekillerinin savaşa karşı barışı, ölüme karşı yaşamı, inkara karşı hakikati savunduklarının altı çizildi.

Kürt halkının iradesini “terörist” olarak nitelendiren 90’lı yılların karanlık ruhun bugün de varlığını sürdürdüğü belirtilen açıklamada, “Aradan geçen 28 yılda iktidarların Kürtlere bakışında ve Kürt halkı ve siyasi temsilcilerine yönelik saldırılarında ne yazık ki hiçbir değişiklik olmadı. Aksine çok daha düşmanlık ve nefret dolu yöntemlerle demokratik siyaseti hedef alan saldırılar devam ettiriliyor” ifadelerine yer verildi.

“Utanç bir kez daha yaşatıldı”

Açıklamada, dönemin Başbakanı Tansu Çiller iktidarının yerini AKP iktidarı aldığı belirtilerek, 2 Mart darbesinin 28’inci yıldönümünde aynı söylem ve ezberlerle HDP Diyarbakır Milletvekili Semra Güzel’in dokunulmazlığının kaldırıldığı ifade edildi. Açıklamanın devamın şu ifadelere yer verildi:

“90’lı yıllarda bu ülkeye reva görülen utanç bir kez daha yaşatıldı. Çiller iktidarının yerini AKP aldı. 1994’te DEP’lilerin, 4 Kasım 2016’da o dönemki eş genel başkanlarımız ve milletvekillerimizin dokunulmazlıklarını kaldırmak için sıraya giren muhalefet de bugün Semra Güzel’in dokunulmazlığının kaldırılması için sıraya girdi.

Son 6 yılda yapılanların tamamı demokratik siyasete yönelik işleyen darbe mekaniğinin çaresizliğini de gösteriyor. Ne kayyım ve 4 Kasım darbeleri ne Leyla Güven ve Musa Farisoğulları’nın rehin alınması ne de bugün Semra Güzel’in dokunulmazlığının kaldırılması darbecileri kurtaracak. Kapatma davası ve Kobanî Kumpas Davası da darbeciler için kurtarıcı olmayacak. Çünkü onlar darbe yaptıkça Kürt siyaseti büyüdü, demokratik siyaset Türkiye’de siyasi dengeleri belirleyecek temel aktör haline geldi.

“Bizler kazanacağız, darbeciler kaybedecek”

2 Mart ve sonrasında demokratik siyasete yönelik kesintisiz sürdürülen darbelerin ‘hem sanığı hem tanığı hem de mağduru’ olan Kürt siyasetinin emektarı Sevgili Ahmet Türk 1994’te Meclis’e şöyle sesleniyordu: ’12 Eylül’de içeri alındım ama 1987 seçimlerinde halkın oyuyla tekrar Meclis’e geldim. Eğer sağ çıkarsam inanıyorum halkın iradesiyle yine geleceğim. Bunun bilinmesini istiyorum.

Biz, her zaman toplumsal barıştan yana olduk, sorunların barış ve siyasal diyalog içinde çözümünden yana olduk.’ Tarih Ahmet Türk’ü ve Kürt siyasetini haklı çıkardı; Meclis’ten darbeyle uzaklaştırılanlar her seferinde halkın iradesiyle geri döndü. Bugünkü darbeler de elbette hükümsüz kalacak, tıpkı 94 darbesinin aktörleri gibi bugünün darbecileri de tarih olacak.

Bizler 2 Mart darbesi ve dün akşam Meclis’te yaşatılan darbe de dahil tüm sivil ve askeri darbeleri lanetliyoruz. Dün Leyla Zana, Ahmet Türk, Orhan Doğan, Hatip Dicle, Sırrı Sakık ve Mahmut Alınak boyun eğmedi, bugün de cezaevindeki yoldaşlarımız aynı onurlu ve kararlı tutumu sürdürüyor. Bizler de bu direnişi ve onurlu duruşu sonuna kadar devam ettireceğiz. Bizler kazanacağız, darbeciler kaybedecek.”

Paylaşın

HDP’li Semra Güzel’in Dokunulmazlığı Kaldırıldı

Halkların Demokratik Partisi (HDP) Diyarbakır Milletvekili Semra Güzel’in dokunulmazlığı, Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) Genel Kurulu’nda yapılan oylamayla kaldırıldı. Oylama öncesinde HDP milletvekilleri TBMM bahçesinde bir protesto yürüyüşü gerçekleştirdi.

Güzel hakkında hazırlanan iki fezlekeye dair dokunulmazlığın kaldırılması yönünde Karma Komisyon’da alınan karar, Meclis Genel Kurulu’nda görüşüldü. HDP Eş Genel Başkanları Pervin Buldan ve Mithat Sancar da Genel Kurul’a katıldı.

HDP’li milletvekili Güzel adına Grup Başkanvekili Saruhan Oluç savunma yaptı. Oluç’un savunma konuşması 3 saat sürdü. Saruhan Oluç savunmasında: Kürt kadın siyasetçilere olan kininiz ve öfkeniz -buradakileri tenzih ederek söyleyeyim hadi- bitmiyor. Hem Kürt düşmanlığı var hem erkek egemen anlayış var… ” dedi

“Leyla Zana’nın iki cümlesine üç rengine tahammül edemedi bu Meclis, siz yoktunuz o zaman ama edemedi. Aysel Tuğluk’a yönelik nefretiniz sağlık koşullarının cezaevinde tutulmasına izin vermediği dönemde bile sürüyor. Gültan Kışanak, Kürt, kadın, bir de Alevi olarak karşınıza çıktı, Sebahat Tuncel, Gülser Yıldırım; say say bitmez ama o kızgınlıkla, o öfkeyle onları cezaevinde rehin tutuyorsunuz.” diye sürdürdü konuşmasını.

Derdiniz mücadeleleriyle Kürt kadınlarına örnek olan, onların evden çıkmasına, sosyal ve siyasal hayata katılmalarına ön ayak olanlara tahammül edemiyorsunuz çünkü çok büyük ve dinamik bir Kürt kadın hareketi ortaya çıktı. “Kadın, yaşam, özgürlük.” diyor, “Jin, jiyan azadi…” söylemiyle [bu Kürtçe ifade Meclis tutanağına alınmadı]. Buna tahammül edemiyorsunuz. Bunun verdiği rahatsızlıktır işte Semra Güzel’e davranış da.

“Dokunulmazlığa sizin de ihtiyacınız olacak”

“Okumuş, özgürleşmiş, doktor olmuş, siyasete atılmış, köy köy geziyor; atın cezaevine. Kürt sorunu budur işte, bunu anlatmaya çalışıyoruz. Ortada hukuk yok, Anayasa çiğneniyor. Yasama dokunulmazlığının amacı milletvekillerini keyfî ve asılsız ceza kovuşturmalarından ve tutuklamalarından korumaktır. Diğer bir ifadeyle yasama dokunulmazlığının amacı milletvekillerinin iktidar tarafından tahrik edilebilecek keyfî, zamansız ve esassız ceza kovuşturmalarıyla geçici bir süre için de olsa yasama çalışmalarından alıkonulmasını önlemek içindir.

Oluç kou”Dokunulmazlık bunun için var, bu durum için yazılmış bu dokunulmazlık maddeleri. Yani sizin tam da şimdi yapmak istediğiniz, yapılmasın diye yazılmış Anayasa’daki dokunulmazlık maddeleri ama siz oy çokluğuyla bunu çiğneyeceksiniz. Yarın öbür gün sizin de ihtiyacınız olacaktır bu dokunulmazlık maddelerine.

“Güzel’in dokunulmazlığının kaldırılması Kürt halkının iradesini yok saymaktır”

Oluç konuşmasının son bölümünde “Semra Güzel’in dokunulmazlığının kaldırılması Kürt halkının nezdinde iradelerinin yok sayılmasıdır; siyasi çıkar amaçlıdır, iktidarın bekasıyla bağlantılıdır.” dedi.

Muhalefete seslendi: “Muhalefetin de bu hakikati iyi görmesi gerekir. Bu, Semra Güzel şahsında gerçekleşen bir kumpastır. Dokunulmazlığın kaldırılması için verilen her oy bu kumpası desteklemek, demokratik siyasete karşı darbeci ve baskıcı bir siyaseti ve anlayışı onaylamak anlamına gelmektedir.”

Oluç savunmasını şöyle sonuçlandırdı:

“HDP geleceği aydınlıkla buluşturmanın güvencesidir. Özgür toplumu, demokratik yaşamı hep birlikte kuracağız. Başta Kürt halkı olmak üzere bütün halkların ortak iradesiyle kuracağız. Emekçilerin, ötekileştirilenlerin ve ezilenlerin ortak mücadelesiyle kuracağız.

HDP’nin fikrini, politikalarını, seçmenlerini demokratik siyasetten tasfiye edemezsiniz. Kararlı duruşumuzu sürdüreceğiz. İktidarın bütün hukuki ve fiilî saldırıları karşısında demokratik siyasetten asla taviz vermeyeceğiz. Kürt halkının ve Türkiye demokrasi güçlerinin nefes borusunu kesme çabalarınıza asla boyun eğmeyeceğiz.

Kürt halkının ve Türkiye demokrasi güçlerinin siyasi temsilini engellemek ve sesini, sözünü kesmek için baskılarınız karşısında asla diz çökmeyeceğiz, boyun eğmeyeceğiz. Bir kez daha bu Mecliste herkese barış elimizi uzatıyoruz. Bizler varız; hem ortağıyız hem de sahibiyiz bu toprakların. Geleceği birlikte kurma çağrımız herkesedir.”

HDP Genel Kurulu terk etti

Savunmanın ardından oylamaya geçildi. Elektronik sistemle yapılan oylamada Güzel’in dokunulmazlığı oy çokluğu ile kaldırıldı. Diyarbakır Milletvekili’nin ikinci yasama dokunulmazlığının kaldırılması için yapılan oylama da da kullanılan 379’dan 327 kabul ve 52 ret oyu kullanıldı. Kararı protesto eden HDP milletvekilleri alkışlarla Genel Kurulu terk etti. Dokunulmazlığının kaldırılması ardından dosya Adalet Bakanlığı’na gönderilecek. Bakanlığın savcılığa gönderilmesi ardından yargı süreci yolu da açılmış olacak.

Paylaşın