HDP’li Sancar: Cumhuriyet Fikriyle Ve Modeliyle Bizim Sorunumuz Yok

HDP Eş Genel Başkanı Sancar, “Cumhuriyet demokrasiyle buluşmalı. Bizim temel hedeflerimizden biri, programımızda da yer alan bir ilke olan Demokratik Cumhuriyet. HDP Cumhuriyet’in demokratikleştirilmesini istiyor. Cumhuriyet fikrini, modelini savunuyoruz, mevcut Cumhuriyet’in kendisinden bağımsız olarak” dedi ve ekledi:

“Yani Cumhuriyet fikriyle ve modeliyle bizim sorunumuz yok, bizim Türkiye Cumhuriyeti devletinin kuruluş sürecinde yaşanan dışlama, tekleştirme, ulus devleti bu şekilde kurma anlayışıyla ve uygulamalarıyla sorunumuz var. Onlara yönelik eleştirilerimiz ve onlara yönelik çeşitli programlarımız oluyor. Şimdi hedefimiz, 100’üncü yıl gelirken Cumhuriyet’i demokratikleştirmek”

Halkların Demokratik Partisi (HDP) Eş Genel Başkanı Mithat Sancar, Yeniden TV Youtube kanalında Ayşegül Doğan’ın sorularını yanıtladı. Sancar’ın açıklamalarından öne çıkan bölümler şöyle:

“İktidar seçimlere muhalefeti susturarak, toplumu sindirerek girmek istediğini her vesileyle gösteriyor. Sansür yasası bunun son adımlarından birisiydi. Seçimler yaklaştıkça iktidar etkili muhalefeti susturmayı hedefliyor. Bu iktidarın en temel sütunu savaş politikaları. Bu savaş politikalarıyla hem içeride Kürt sorununa askeri yaklaşım, hem de bölgede askeri operasyonlarla bu konuyu sıcak tutmak istiyor. Bunun da iktidar açısından anlaşılır yanları var. Bu şekilde kendi tabanını konsolide edeceğini varsayıyor, öte yandan muhalefeti bu yolla ayrıştırmanın daha kolay olduğunu öngörüyor. Milliyetçi duyguları kabartarak seçimlere bu şekilde gitmek niyetinde. Böyle olunca da savaş politikalarıyla ilgili en fazla ses çıkaran, en eleştirel yaklaşan, haber ve hakikat peşinde olan gazeteciler susturulmak isteniyor.

Tutuklananlar Mezopotamya Ajansı ve Jinnews’in basın mensupları. Bunlar iktidarın özellikle savaş politikaları konusunda her vesileyle ve her imkânı zorlayarak haber yapan gazeteciler, bu da iktidarın “aşil topuğu.”

Kendi etrafında bir devlet mutabakatı oluşturmayı hedefliyor iktidar. Yani devletçi bir mutabakatı muhalefete de bir şekilde empoze ediyor. Çeşitli vesilelerle kritik meseleleri bir devlet ve beka sorunu haline getiriyor. Muhalefet de devlet-devletçilik söz konusu olduğunda ya çok temkinli davranıyor ya suskun kalıyor, Şebnem Korur Fincancı hocamızın örneğinde de böyle oldu. İktidar bir oyun sahası çiziyor ve bu oyun sahasına çok kritik noktalar yerleştiriyor, bu kritik noktalara muhalefetin itiraz etmeyeceğini biliyor veya varsayıyor ve genellikle bunda yanılmıyor; muhalefet iktidarın devletçi mutabakat çerçevesinde çizdiği konularda onun sahasını terk edemiyor.

“Cumhuriyet demokrasiyle buluşmalı”

Cumhuriyet demokrasiyle buluşmalı. Bizim temel hedeflerimizden biri, programımızda da yer alan bir ilke olan Demokratik Cumhuriyet. HDP Cumhuriyet’in demokratikleştirilmesini istiyor. Cumhuriyet fikrini, modelini savunuyoruz, mevcut Cumhuriyet’in kendisinden bağımsız olarak. Yani Cumhuriyet fikriyle ve modeliyle bizim sorunumuz yok, bizim Türkiye Cumhuriyeti devletinin kuruluş sürecinde yaşanan dışlama, tekleştirme, ulus devleti bu şekilde kurma anlayışıyla ve uygulamalarıyla sorunumuz var. Onlara yönelik eleştirilerimiz ve onlara yönelik çeşitli programlarımız oluyor. Şimdi hedefimiz, 100’üncü yıl gelirken Cumhuriyet’i demokratikleştirmek.

“Türkiye Yüzyılı toplantısına davet gelseydi de katılmazdık”

İktidarın en fazla saldırdığı, düşmanlaştırdığı, kriminalize etmek için elinden gelen her şeyi yaptığı partiye davetiye göndermemesi de çok normal. “Türkiye Yüzyılı” adı altında yapılan şey AKP’nin seçim kampanyasının startıydı, bizim seçim kampanyası startında işimiz olmaz. Böyle bir davet gelseydi de katılmazdık. “Türkiye Yüzyılı” adı altında demokrasiye dayalı bir vizyon sunması mümkün değildi iktidarın, olmadı da zaten. Sadece bazı sloganları tekrarladı, bazı hayalleri yeniden ambalajlamaya çalıştı. Oysa bu AKP’nin seçim kampanyası startından başka anlam taşımıyor. “Kutuplaştırma olmayacak” diyor ama bunu dediği anda Kürt gazeteciler, Şebnem Korur Fincancı tutuklanıyor ve yoğun bir nefret söylemi, düşmanlaştırma, yalan, dezenformasyon kampanyası yürüyor.

“Bu şartlarda yapılacak Anayasa 12 Eylül’den geri olur”

Yeni anayasa talebini, hedefini ortaya atıyorlar, yeni de değil, bir süredir yapıyorlar. Takip edebildiğimiz kadarıyla AKP içinde “nasıl bir üslupla, dille yeni kampanyayı oluşturalım” gibi bir tartışma var. Yani “biz kutuplaştıran dili değil, demokrasiye vurgu yapan dili öne çıkaralım” diyenler vardı. Bu da propaganda tekniğidir. Yeni anayasa da bu propaganda tekniğinin bir parçasıdır.

AKP başkanlık sistemi hedefini zaten önüne koymuş durumda, Anayasa’yı da buna göre değiştirdi. Bir anayasa sivil, özgürlükçü, demokratik olacaksa ancak sivil, demokratik ve özgürlükçü bir ortamda bu mümkün olabilir.

Anayasalar yapıldıkları dönemin ve şartların ruhunu taşırlar. 12 Eylül o dönemde yapıldı, onun ruhunu taşır elbette. Yeni anayasa konusunda bizler görüş belirttiğimizde bu görüşler suç haline getirilecekse bu anayasa nasıl özgür bir anayasa olsun? Erdoğan’ın dile getirdiği Yeni anayasa hedefi seçim taktiğidir. Halkın katılımını sağlamadan, bütün muhalefeti kapsamadan demokratik bir anayasa yapılamaz. Bu şartlarda yapılacak anayasa 12 Eylül Anayasası’ndan daha ileri olmaz, daha geri olur.

“Vesayet rejimi değil, vesayetçiler değişti”

AKP kaldırdığını iddia ettiği vesayetin yerine bambaşka bir vesayet sistemi kurdu. 12 Eylül rejimini paranteze alalım, vesayet döneminde bile olmayan kayyum uygulamasını getirdi, KHK’lerle kamu yönetimini biçimlendirme ve insanları işlerinden etme uygulamalarını getirdi. Yani yeni bir vesayet sistemi kurdu. Tek adam rejimi dediğimiz şey bizatihi bir vesayet rejimidir; kurumlar üzerinde, yargı üzerinde ve parlamento üzerinde vesayet yoğun bir şekilde devam ediyor. Vesayet rejimi özü itibariyle değişmiş değil, vesayetçiler değişti. Bugünkü rejim bir vesayet rejimidir. Cemevlerinin ibadethane olarak tanınması yerine onları Kültür ve Turizm Bakanlığı’na bağlı bir başkanlığa bağlamak istiyorlar mesela. Yani bütün cemevlerini vesayet altına almak istiyorlar. Kimin vesayeti? Kendi vesayeti. Cumhurbaşkanının bizatihi kendisinin kurduğu vesayet sisteminin altına almak istiyor.

“Sadece başörtüsüyle sınırlı teklife evet demeyiz”

Başörtüsü üzerinden başlamış bir tartışma var. Biz şunu söyledik, başörtüsüyle ilgili varsa şu an yasaklayıcı, engelleyici hükümlerin kaldırılmasına itirazımız yok bizim. Tam tersine bu yapılabilir. Bir anayasa değişikliğiyle bunu yapmak istiyorsanız da şartımız şudur: Her türlü inancın, kimliğin ve anadilinin eşit kabul göreceği kuvvetli ifadeleri anayasaya sokmak. Yani bu meseleyi tam bir eşitlik ilkesi üzerine kuralım. Bütün kimlikler ve inançlar eşit olsun, devlet de onların kendilerini gerçekleştirmesini sağlamakla yükümlü olsun. Dolayısıyla sadece başörtüsüyle sınırlı bir düzenlemeyi biz kabul etmeyiz. Yani başörtüsü üzerinden getirilecek bir anayasa değişikliği teklifine bizim herhangi bir şekilde evet dememiz, bu teklifi, bu çerçevede kaldığı sürece tartışmamız söz konusu olmaz.

“Sadece başörtüsüyle sınırlı teklife evet demeyiz”

Ortak aday fikriyle ilgili stratejimiz devam ediyor. Açık müzakere, doğrudan diyalog ve ilkeler ile geçiş süreci üzerinde mutabakat sağlanırsa muhalefetle ortak aday konusunda bir görüşmeye ve tartışmaya açık olduğumuzu defalarca söyledik. Ama bu sözlerimiz hep başka yere çekildi. Sanki HDP Altılı Masa’ya çağrı yapmış ve oturmuş bekliyor gibi. Ama biz bir yandan bu çağrımızı yaparken öte yandan kendi çalışmalarımızı da sürdürüyoruz. Yani bu çağrı kabul görsün, hele bir bekleyelim halinde değildik.

Seçim süreci artık başlamış sayılıyor. Seçim Koordinasyonumuzu kurduk. Seçim Koordinasyonumuz şimdi bizim kendi adayımızın niteliklerini belirleme ve bu niteliklere uygun bir isim arama çalışmalarını da başlattı. Şimdi yaptığımız şey artık nitelikleri açıkça ilan ederek, buna uygun isim arayışını kurumsal olarak başlatmak. Bunu yapıyoruz şimdi. Ama stratejimizin de özü devam ediyor. Biz sonuna kadar diğer partilerden cevap beklemek için oturup çalışmalarımızı askıya alacak değiliz, yapmadık da bunu zaten. Amacımız Türkiye’de demokrasiye, özgürlüğe giden yolda en geniş kesimleri kucaklayacak bir isim bulmak olacaktır.

Biz diyoruz ki, biz adayımızı çıkaracağız fakat adayları ortaklaştırmak ya da ortak adayda buluşmak için açık müzakere ve doğrudan diyalog ile ilkeler ve geçiş süreci üzerinde mutabakat stratejimiz devam edecek. Bizim şu an aldığımız karar budur. Gelişmeler başka bir şey ortaya çıkarırsa oturup değerlendiririz.

“Demirtaş’la fikir farklılığı var, ayrılık yok”

Selahattin Demirtaş arkadaşımızla iletişim hiçbir zaman kopmadı, aksamadı da. Düzenli bir iletişim var kendisiyle parti yönetimi arasında. Hem bizim MYK adına görevlendirdiğimiz bir arkadaşımız bu iletişimi sağlıyor, doğal olarak kendisi de bazen avukatlarıyla görüş iletiyor. Biz de kendisine önerilerimizi, fikirlerimizi söylüyoruz. Onun gönderdiği önerileri de alıp, değerlendiriyoruz. Bu konuda bir sorun yok.

İkincisi, Demirtaş’la her konuda fikir birliği içinde olmamızı beklemek de doğru değil, gerekli değil. Çünkü HDP çoğulcu bir parti ve partinin kurullarındaki tartışmalarda da farklı görüşler ortaya çıkabiliyor. HDP’de karar mekanizmaları şöyle işliyor: Herkes görüşünü söyler, tartışılır, sonuna kadar tartışılır ve bu tartışmalar bir mutabakatla sonuçlanır. Bu mutabakata bağlılık ve bu mutabakat üzerine kurulan siyasetleri sahiplenmek HDP’yi bir arada tutan çimentodur. Biz bu süreci böyle işletiyoruz.

Selahattin Demirtaş arkadaşımızla aramızda bazı konularda bazen fikir farklılıkları olur, oluyor, doğaldır; ama daha önce de söylediğim gibi, ayrılık cezaevi duvarlarından oluşuyor. Sorun yok, fikir farklılıkları var; ayrılık yok. Fikir farklılığını soruna dönüştürmek için sürekli köpürten çevreler var. Bunu açıkça söylemem lazım. Demirtaş’tan gelen bir açıklamanın hemen HDP’yle ayrılık anlamına geleceği şeklinde yorumlandığı çok sayıda spekülasyonla karşılaşıyoruz. Biz de Selahattin arkadaşımız da buna karşı dikkatliyiz.

Öcalan’la görüşme talebi

Başvuru talebimizin üç temel hedefi var. Birincisi, savaş politikaları bu kadar yaygınlaşırken ve bunların yarattığı tahribatlar bu kadar derinleşirken, bizim çözüm ve barış için adım atma, çalışmaları derinleştirme sorumluluğumuz var. İmralı’da Öcalan’la görüşme isteğimizin bir nedeni bu. Biliyoruz ki kendisi geçmişte Kürt sorununun demokratik çözümü ve barışa ulaşma konusunda önemli rol oynadı. Bu herkesin malumu. Bunu saklamanın, konuşmamanın kimseye faydası yok.

İkinci hedefimiz, iktidar İmralı üzerinden manipülasyonlar yapma çabası içine giriyor zaman zaman. Yandaş medyada ve iktidara yakın yazarların köşelerinde Öcalan’a atfen bazı değerlendirmeler yapılıyor. İma şu: İçeride Öcalan’la görüşme var, bu görüşmelerden de şöyle şöyle sonuçlar çıkabilir. Bu manipülasyonu farklı çevrelere yaydığı bir de spekülasyon havası var. İktidar dışında kalan çevrelerin bir kısmı da iktidarın bu manipülasyonundan etkilenerek spekülasyonlara giriyor. Biz de diyoruz ki, iktidarın manipülasyon, farklı çevrelerin spekülasyon döngüsünün önüne geçmek istiyoruz. Bunun da yolu kendisiyle doğrudan görüşmek. HDP olarak bu sorumluluğu üstleniyoruz.

Üçüncüsü de tecrit. Mutlak tecrit iç hukuka da uluslararası hukuka da aykırıdır. Bunun hukuksuzluğuna da dikkat çekmek bu başvurumuzun amaçlarından.”

Paylaşın

CHP Ve HDP’den ‘Cemevleri Düzenlemesi’ne Şerh

Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) ve Halkların Demokratik Partisi (HDP), Cemevleri düzenlemesini de içeren ve Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) Genel Kurulu’nda görüşülecek olan torba kanun teklifine şerh düştü.

AK Parti’nin Meclis’e getirdiği, ‘Vergi Usul Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi’, TBMM Plan ve Bütçe Komisyon’unda kabul edildi.

Meclis Genel Kurulu’nda önümüzdeki günlerde görüşülmeye başlanacak olan kanun teklifine göre, Cemevlerinin elektrik ve su giderleri kamu bütçesinden karşılanacak. Teklifte yer alan bir diğer düzenleme ile de Cemevlerinin il ve ilçelerde mülki idare amirinin izni alınmak ve imar mevzuatına uygun olmak şartıyla yapılabilmesi öngörülüyor. Komisyonda kabul edilen düzenlemeler arasında 14 Ekim’de Bartın Amasra’da meydana gelen maden faciasında hayatını kaybeden işçilerin yakınlarına yönelik destek paketi de yer aldı.

Genel Kurul’da görüşülecek kanun teklifine CHP ve HDP şerh düştü. CHP, düzenlemenin “yaklaşan seçimler dolayısıyla bir grup seçmeni memnun etmeye yönelik” olduğuna ve “yanlış ekonomik politikalar sonucu ortaya çıkan dengesizlikleri ortadan kaldırmaya dönük palyatif tedbirler içerdiğine” dikkat çekti. HDP ise, söz konusu düzenlemenin Aleviliği, ‘kültür- sanat’ kurumu üzerinden yeniden tanımladığına vurgu yaparak, “Yasa cemevlerine el koyma, kayyım atama yasasıdır” ifadelerine yer verdi.

‘Cemevleri düzenlemesi torba yasadan çıkarılmalı’

Gazete Duvar’dan Müzeyyen Yüce’nin haberine göre, CHP’nin Plan ve Bütçe Komisyonu Üyesi Milletvekilleri Bülent Kuşoğlu, Abdüllatif Şener, Kamil Okyay Sındır, Emine Gülizar Emecan, Cavit Arı ve Süleyman Girgin tarafından hazırlanan muhalefet şerhinde Cemevlerine yönelik hazırlanan düzenlemenin yasa teklifinden çıkarılması gerektiği belirtildi.

Teklife göre cemevlerinin aydınlatma giderlerinin Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın bütçesinden karşılanması öngörülüyor. Söz konusu düzenleme ile cemevlerinin ‘ibadethane’ sayılmadığına dikkat çekilen şerhte, bu durum iktidarın Alevi inancına yönelik ‘inkarcı’ tutumu olarak değerlendirildi.

Cemevlerini ibadethane olarak tanımlamamak için başvurulan yöntemin sorunlu bulunduğu ifade edilen şerhte, “Kanun teklifi; Alevi inancını ‘Alevi-Bektaşi kültürü’, cemevlerini ‘kültürel tesis’ olarak nitelemekte, açık bir şekilde Alevi inancının din ve vicdan hürriyeti bağlamında korunmasını engellemeye yönelik bir tavır benimsemektedir. Dolaylı olarak inançlarının özünü reddetmeleri beklenen Alevi inancına sahip yurttaşlara büyük bir saygısızlık oluşturmaktadır” denildi.

‘Teklif Alevi yok sayma tavrının devamı’

Torba kanunda yer alan teklif maddelerinin Anayasadaki ‘eşitlik’ ve ‘laiklik’ ilkelerine aykırılık teşkil ettiği kaydedilen CHP şerhinde, “Teklif Alevi inancını yok sayma tavrının devamlılığında yer almaktadır” denilerek şöyle devam edildi.

“Yapılması gereken; kanun teklifindeki cemevlerine ilişkin maddelerin genel muadilleri olarak mevzuatta yer alan hükümlerdeki “mabet”, “ibadethane” gibi kavramların cemevlerine uygulandığını kabul etmektir.”

‘Cemevleri düzenlemesinin torba kanunda gündeme getirilmesi yanlış’

Alevi inancına sahip vatandaşların uzun zamandır beklentisi olan ve toplumun bu kesimini çok yakından ilgilendiren düzenlemenin torba yasa teklifinde gündeme getirilmesinin yanlış olduğu kaydedilen şerhte şu ifadelere yer verildi:

“Cemevine ibadethane statüsü tanınmayan bu maddelerin torba yasa teklifinden çıkartılmasını, konunun taraflar başta olmak üzere, Türkiye Büyük Millet Meclisinde bulunan siyasi partilerden de oluşan ilgili uzman kişilerle beraber yeniden ele alınacağı, yeniden tartışılacağı, yeniden çözüm üretileceği bir çerçeveye getirilmesi gerekmektedir.”

HDP: Meclis’e getirilen yasa teklifleri kaçırılmak istenen teklifler

HDP’nin Plan ve Bütçe Komisyonu Üyesi Milletvekilleri Garo Paylan, Rıdvan Turan ve Dirayet Dilan Taşdemir de komisyondan geçen teklife ilişkin muhalefet şerhi düştü.

Meclis’e getirilen yasa tekliflerinin ‘kamuoyundan saklanan, ilgili topluluklarla ortaklaşılmayan, kaçırılarak çıkarılmak istenen kanun teklifleri’ olduğuna vurgu yapan HDP’li Milletvekilleri, “AKP’nin yasa çalışmalarındaki otoriter tavrı, parlamentoya ve faaliyetlerine karşı saygısızlığının en temel göstergelerinden biridir” dedi.

Teklifte yer alan cemevlerine ilişkin düzenlemeyi, “Alevi toplumunun taleplerini suistimal eden darbe ve kayyım yasası” olarak değerlendiren HDP, şerhinde Alevilere dönük inkar, asimilasyon politikasının geçmişten bu güne devam ettiğini kaydetti.

 ‘Anayasal statü ve yasal güvence gerekiyor’

Alevilerin cemevlerine ‘’ibadethanemiz’’ demesine rağmen, iktidarın Aleviliği “kültürel bir aktivite” olarak gördüğü belirtilen şerhte, Alevilerin yasal statü ve eşit yurttaşlık hakkı istediklerine vurgu yapılarak şunlar ifade edildi:

“Alevi inancı ve inançsal değerleri devletin din kurumu olan Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından yok sayılmaktadır. Alevi yurttaşlar kendilerine dayatılan sadaka siyasetine itiraz edip, anayasal statü talep ediyor. Alevi Toplumunun yüz yıllardır süren varlık mücadelesi Cumhuriyetle birlikte eşit yurttaşlık mücadelesine dönüşmüştür. Alevi Sorununun çözümü için artık anayasal statü ve yasal güvence gerekiyor. Kalıcı ve demokratik çözüm budur. Aleviler sadaka değil statü istiyor. Cemevlerine farklı tanımlar aramak yerine Cemevinin ibadethane olduğu kabul edilmeli. Bu gerçek anayasal güvenceye kavuşturulmalıdır.”

‘Sermaye Grupları Ödüllendirildi’

Teklifteki düzenlemeye göre, katılımcı belgesi alarak İstanbul Finans Merkezi (İFM) Bölgesinde faaliyette bulunan kurumların, yurt dışından elde ettiği kazançları Türkiye’ye getirmesi durumunda kazancın yüzde 50’si kurum kazancından indirilecek.

HDP şerhinde bu durum, sermaye gruplarının ödüllendirilmesi olarak değerlendirilirken, hemen her torba teklifte sermayeye çıkar sağlayan bir maddeye yer verildiğine dikkat çekildi. Şerhte, AKP-MHP ittifakı, yüzde 99’un değil yüzde 1’in çıkarlarına hizmet ettiğini bir kez daha kanıtlamaktadır” denildi.

Paylaşın

HDP’li Paylan’a “TBMM’de Suikast” İddiası: Kaygılarım Artıyor

Mehmet Sinan İnce adlı kişinin 2016 yılında kendisine TBMM’de suikast düzenlenmesi planını açıkladığını belirterek TBMM Başkanlığı’na başvuran HDP’li Paylan, “TBMM’de şahsıma yönelik suikast planı hakkında soruşturma açtınız mı?” ve “Mehmet Sinan İnce adlı şahıs, 2010 yılından bu yana kaç kez, hangi tarihlerde ve ne kadar süreyle TBMM’de bulunmuştur?” diye sordu.

HDP’li Paylan’ın dilekçesine yanıt veren Meclis Başkanlığı, ‘İnce’nin silahla Meclis’e girdiğinin tespit edilmediğini, ziyaret bilgilerinin paylaşılamayacağını, kamera kayıtlarına ise ulaşılamadığını’ belirtti.

HDP Diyarbakır Milletvekili Garo Paylan, Alaattin Çakıcı’nın eski avukatlarından Mehmet Sinan İnce’nin 2016 yılında kendisine TBMM’de suikast düzenlenmesi planını açıkladığını belirterek TBMM Başkanlığı’na başvuruda bulundu.

Gazete Duvar’dan Serkan Alan‘ın aktardığına göre, HDP’li Paylan’ın dilekçesine yanıt veren Meclis Başkanlığı, ‘İnce’nin silahla Meclis’e girdiğinin tespit edilmediğini, ziyaret bilgilerinin paylaşılamayacağını, kamera kayıtlarına ise ulaşılamadığını’ belirtti.

HDP’li Garo Paylan, Mehmet Sinan İnce’nin sosyal medya üzerinden yaptığı paylaşımla, “Sene 2016, TBMM’ye silah sokturtup Garo Paylan’ı vurdurtup azmettireni Alaattin Çakıcı, faili MHP gösterecektin. Bana planı yaptırttın, iş milletvekili danışmanından döndü” dediğini hatırlatarak Meclis Başkanlığı’na başvuruda bulunmuştu. Paylan’ın konuyu Meclis gündemine taşıması ve suç duyurusunda bulunmasının ardından İnce, “Yapacak olsak yapardık. Kahraman yapmak istemedik seni. Yoksa iki defa önümüze düşürdük yürürken seni Meclis’te, şans eseri falan hayatta kaldım diye mağdur edebiyatı yapma” ifadeleriyle tehditlerini sürdürmüştü.

Meclis Başkanlığı Paylan’ın, “TBMM’de şahsıma yönelik suikast planı hakkında soruşturma açtınız mı?” ve “Mehmet Sinan İnce adlı şahıs, 2010 yılından bu yana kaç kez, hangi tarihlerde ve ne kadar süre ile TBMM’de bulunmuştur?” sorularına başvurudan iki ay sonra yanıt verdi.

İlgili yönetmelik maddelerini hatırlatan Meclis Başkanlığı, TBMM’ye görev, ziyaret veya gezi maksadıyla gelen ziyaretçiler ile getirdikleri her türlü eşyaların elle, gözle, araç altı kontrol cihazı, kapı dedektörü, X-RAY metal dedektörü, gerektiğinde bomba dedektör köpeği ve bomba uzmanı ile arandığını söyledi ve yanıtını şöyle sürdürdü:

“Söz konusu güvenlik uygulaması göz önünde bulundurulduğunda TBMM yerleşkesi ve kullanımındaki binalara herhangi bir şekilde silah vb. araçla girilmesi mümkün değildir. Bu bağlamda dilekçeye konu Mehmet Sinan İnce isimli ziyaretçinin de TBMM’ye silahla giriş yaptığına yönelik herhangi bir vaka kayda geçmemiştir.”

‘Kamare kayıtlarına ulaşılamadı’

Öte yandan Meclis Başkanlığı, Meclis’e gelen ziyaretçilerin ziyaretçi takip sistemi ile kayıtlarının yapıldığını yanıtında hatırlattı. Meclis Başkanlığı, Paylan’ı tehdit eden İnce’nin ziyaret bilgilerinin, TBMM Güvenlik Koordinasyon Kurulu’nun, “TBMM’ye gelen ziyaretçilerin ve ziyaret edilen kişilerin bilgilerinin üçüncü kişilere verilmemesine” yönelik kararı gereğince paylaşılamayacağını kaydetti.

TBMM Güvenlik Yönetmeliği’nin 42’nci maddesinin üçüncü fıkrasında “Görüntü kayıtları Bilgi İşlem Başkanlığınca en az bir ay muhafaza edilir” hükmünün yer aldığını belirten Meclis Başkanlığı, İnce’nin Meclis’e girip girmediğinin kamera kayıtlarıyla tespit edilemeyeceğini şu sözlerle ifade etti:

“Dilekçenizde bahsi geçen ziyaretin üzerinden yaklaşık altı yıl geçmiş olduğundan, söz konusu ziyarete ilişkin kamera kayıtlarına ulaşılabilmesi de mümkün olmamıştır.”

Soruşturma açılmamış

Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’nın söz konusu tehdide ilişkin Meclis Genel Sekreterliği’nden bilgi ve belge talebinde bulunduğu belirtilen yanıtta, “Bu kapsamda iddialarla ilgili olabilecek bilgi ve belgeler savcılık makamı ile paylaşıldığından, aynı konu hakkında Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde ayrı bir soruşturma açılmamış ve suç duyurusunda bulunulması yoluna da gidilmemiştir” denildi.

“Meselenin üzerine ya gidilemiyor ya da gidilmiyor”

İnfaz edileceğine yönelik çok ciddi iddiaların olduğunu, bu iddialar karşısında devlet aygıtının harekete geçmediğini belirten HDP’li Garo Paylan, “Bu da benim şüphelerimi artırıyor. Herhangi bir olayda iki saat içerisinde harekete geçen savcılık iki aydır harekete geçmiyor” dedi. Meclis Başkanlığı’nın başvurusuna verdiği yanıtı değerlendiren Paylan şöyle devam etti:

“Üyesi olduğum Meclis’e çağrı yapıyorum Meclis de harekete geçmiyor. Meclis Başkanlığı’na verdiğim dilekçeye verilen yanıtta, ‘Meclis’e silah girmesi mümkün değildir, kayıtları size veremeyiz’ gibi açıklamalarla karşı karşıya kaldım. Bu da benim bu meselenin üzerine gidilmediğine yönelik şüphelerimi artırıyor. Ya gidilemiyor ya da gidilmiyor. İkisi de çok kötü. ‘Kamera kayıtları yok’ deniyor. Bu imkânsız bir şey, devletin kayıtları hiçbir zaman yok olmaz.”

‘Kaygılarım artıyor’

TBMM’ye girişlerde milletvekillerinin araçlarının aranmadığını, Mehmet Sinan İnce’nin suikasta dair yaptığı paylaşımda, “Milletvekilinin danışmanından döndü” ifadesini kullandığını hatırlatan HDP’li Paylan, “Demek ki bir milletvekiliyle beraber buraya giriyor. Silahı da o şekilde soktuğu ortada. Ama bunun üzerine gidilmiyor” dedi.

“Ben yalnızca Garo Paylan olsam kendi canımla ilgili meseleden kaygı duyarım ama bizler kamusal varlıklarız” ifadelerini kullanan Paylan sözlerini şöyle sürdürdü:

“Bize bakan sosyolojiler var. Hrant Dink cinayeti gibi cinayetler belli siyasi emeller çerçevesinde işlendi. Bu cinayetlerin üzerine gidilmedi. Gidilmediği için de bu yapılar devlet içerisinde varlıklarını sürdürüyorlar. Benimle ilgili bu iddiaların üzerine gidilmemesi bu yapının devlet içinde kol gezdiğini gösteriyor. Bu tip başka provokasyonların da her an yapılabileceğini gösteriyor. Benim amacım yalnızca kişisel bir kaygı değil. Bu yapıların üzerine gidilmesi ve bir daha benzer planları yapamamalarının sağlanması. Ama bunun yapılmadığını gördükçe kaygılarım artıyor.”

Paylaşın

Aysel Tuğluk, ‘Demans Nedeniyle’ Tahliye Edildi

Eski Halkların Demokratik Partisi (HDP) Milletvekili Aysel Tuğluk, Adli Tıp Kurumu’nun (ATK) “cezaevinde kalamaz” raporu sonrası kaldığı Kocaeli’nin Kandıra ilçesinde yer alan cezaevinden tahliye edildi.

Haber Merkezi / İstanbul’da ailesiyle yaşaması ve tedavisini sürdürmesi beklenen Aysel Tuğluk, 28 Aralık 2016’da tutuklanmıştı.

Aysel Tuğluk hakkında, “terör örgütü yöneticisi olmak”  suçlamasıyla verilen 10 yıllık hapis cezası, Yargıtay 16. Ceza Dairesi tarafından 25 Şubat 2020’da onanmıştı.

Tuğluk hakkında hazırlanan iddianamede, kuruluşunda yer aldığı ve Eylül 2014’e kadar Eş Başkanlığını yaptığı Demokratik Toplum Kongresi’ndeki (DTK) çalışmaları sırasında medyaya verdiği demeçler ve katıldığı cenaze törenleri delil olarak gösterilmişti.

Süreç nasıl ilerledi?

Aysel Tuğluk, 1-4 Şubat tarihleri arasında İstanbul Adli Tıp Kurumu’nda gözlem altında tutuldu ve hazırlanan 25 sayfalık raporda “Hafif bilişsel bozukluk gösterdiği buna karşılık davranış bozukluğu göstermediği ve çevresiyle uyumlu olduğu” belirtildi.

ATK raporunda Tuğluk’un “Ceza sorumluluğunun tam olduğu’ kanaatine yer vermişti. Bu karar, Tuğluk’u, yargılandığı Kobani Davası’nda mahkemede savunma yapmak zorunda bırakmıştı.

Avukatlar karara itiraz edince ATK 3. İhtisas Kurulu, 22 Haziran 2022 tarihinde yeni bir rapor hazırladı ama sonuç değişmedi. Bu raporda da Tuğluk’un “Cezaevinde tek başına hayatını idame edebileceği” belirtilmişti.

Avukatların, ATK raporuna yaptığı itirazlar ve Anayasa Mahkemesi’nin (AYM) ‘sağlık durumuna’ ilişkin bilgi talep etmesi nedeniyle Tuğluk, 16 Eylül’de yeniden ATK’ye gönderildi.

Bir aylık sürecin sonucunda ATK, geçtiğimiz cuma günü (21 Ekim) Tuğluk’un beyin MR’nın çekilmesi istedi ve Bakırköy Dr. Sadi Konuk Eğitim ve Araştırma Hastanesi’ne sevk etti.

MR raporunun da hazırlanmasının ardından ATK, Tuğluk ile ilişkin raporunu hazırladı. ATK, Tuğluk için “cezaevinde kalamaz” raporu verdi.

Tuğluk için hazırlanan raporlarda ne denilmişti?

  • 15 Mart 2021’de İzmit Seka Devlet Hastanesi, Aysel Tuğluk’a Alzheimer tanısı koydu.
  • 12 Temmuz 2021’de Kocaeli üniversitesi Adli Tıp Kurumu, Tuğluk için “hastalığı nedeniyle hayatını tek başına devam ettiremeyeceği ve cezaevinde tek başına kalamayacağını, cezasının ertelenmesi” yönünde rapor verdi.
  • Kocaeli Cumhuriyet Başsavcılığı, Kocaeli Üniversitesi’nin verdiği bu rapor üzerine Tuğluk’u İstanbul ATK’ye gönderdi.
  • 3 Eylül 2021’de ATK rapor hazırladı ve “düzenli poliklinik kontrolleriyle cezaevinde kalabilir” dedi.
  • Tuğluk avukatları Reyhan Yalçındağ- Baydemir ve Serdar Çelebi, TİHV’e rapor hazırlamaları için başvuru yaptı.
  • TİHV, 30 Eylül 2021’de hazırladığı raporda, “ATK raporları ve hastane raporları arasında çelişki bulunduğundan bu çelişkinin giderilmesi amacıyla, kişide sözü edilen demans hastalığına yönelik incelemelerin bu hastalıkla ilgili araştırma, tetkik ve tedavisinde uzmanlaşmış bir akademik merkezde yeniden değerlendirilmesi…” gerektiği belirtildi.
  • Kobani Davası mahkeme heyeti, Tuğluk’un duruşmada savunma yapıp yapamayacağını tespit edilmesi için hastaneden rapor istedi. Tuğluk, bu karar üzerine 21 Aralık 2021’de yeniden İzmit Seka Devlet Hastanesi’ne sevk edildi. Hastane, Tuğluk’un demans tanısının sabit olduğunu ve durumunda ilerleme kaydedildiği notunu düşerek, savunma yapıp yapamayacağına dair kararın ATK’nin vermesi gerektiğini belirtti.
  • Tuğluk, ATK’ye gönderildi. ATK, 25 Şubat 2022’de verdiği raporda, “hafif bilişsel bozukluk” olduğunu ve kısmi olarak “savunma yapabileceğini” belirtti. Ayrıca söz konusu raporda mahkemeden talep edilmediği halde, “ceza sorumluluğu tamdır” denildi.
  • İstanbul Üniversitesi’nin 4 Şubat 2022’de hazırladığı raporda ise; Tuğluk’un “atipik, hızlı seyirli demans” olduğu belirtildi ve tedavisinin ancak hastane koşullarında mümkün olduğu ifade edildi.
  • TİHV, 5 Mayıs 2022′ de hazırladığı ikinci raporda ise “cezaevi koşullarında hayatını idame ettiremeyeceğini” belirtti.
  • ATK, 14 Nisan 2022, infazın ertelenmesi için yeniden rapor hazırladı, bu raporda ise; “hafif bilişsel bozukluk, hayatını yalnız idame ettirebilir” değerlenmesi yaptı.
  • ATK, 22 Haziran 2022’de hazırladığı raporda da, şu ifadelere yer verdi: “ATK’nin tedavisi ve önerilen aralıklarla düzenli Nöroloji ve psikiyatri poliklinik kontrollerinin sağlanarak cezaevi şartlarında infazına devam edilebileceği, hastalıklarının ilerlemesi veya vasfının değişmesi durumunda son durumu gösterir sağlık kurulu raporunun gönderilmesi ile yeniden değerlendirilebileceği oy çokluğu ile mütalaa olunur.
Paylaşın

HDP’li Sancar: Cumhurbaşkanlığı Seçiminde Ortak Aday Fikrine Açığız

Partisinin Meclis’teki grup toplantısında konuşan HDP Eş Genel Başkanı Sancar, “Partimizle ilgili spekülasyonlar da devam ediyor. Biz ne dersek diyelim, bazı çevreler adeta falcılığa soyunmuş, kâh cumhurbaşkanı seçiminde tutumumuzun ne olacağına yönelik senaryolar üretiyorlar, kâh hangi adayı destekleyeceğimiz konusunda kehanetlerde bulunuyorlar. Biz tutumumuzu anlatıyoruz” dedi ve ekledi:

“İster HDP’li, ister başka bir aday olsun, isimler yerine ilkelerin ve yöntemlerin tartışılmasının gerekli olduğu inancındayız. Geçiş süreci ilkelerini siyasi sorumluluğumuzun gereği olarak tüm aktörlere ve kamuoyuna duyurduk. Bu spekülasyon meraklılarına bir cevap olsun ve boşuna uğraşmaya devam etmetsinler. Doğrudan diyalog ve açık müzakere ile cumhurbaşkanlığı seçiminde ortak aday fikrine açığız.”

Halkların Demokratik Partisi (HDP) Eş Genel Başkanı Mithat Sancar, partisinin Meclis Grup Toplantısı’nda gündeme dair açıklamalarda bulundu.

Gezi Aileleri’nin katıldığı grup toplantısında Gezi tutuklularını selamlayarak konuşmasına başlayan Sancar, “Gezi davasında özgürlükleri aylardır gasp edilen arkadaşlarımıza hemen özgürlük, ülke için hemen adalet ve acil demokrasi taleplerini duyurmak için buradalar. Biz de bu sese ses olmaktan onur duyuyoruz. Bu topraklarda nehir gibi her şehirde yükselen, büyüyen bu büyük itiraz dalgasını örgütlü, örgütsüz sel gibi akıp giden o başkaldırı dalgasını, Gezi günlerinin heyecanını, coşkusunu buradan ben de selamlıyorum. Bu hatırayı canlı tutacağımızı, bu birikimi her fırsatta hatırlayacağımızı ve canlandırmak için de elimizden geleni yapacağımızı sizlere buradan duyuruyorum” dedi.

Sancar, konuşmasına şöyle devam etti: “Bir selamımız da cezaevi duvarlarının arkasındaki dostlarımıza yoldaşlarımıza. Hepsi aynı zamanda şahsi dostlarım olan ama bunun ötesinde birer mücadele insanı boyun eğmeyen özgürlük direnişçileri olan bu arkadaşlar Osman Kavala, Can Kavala Mücella Yapıcı, Tayfun Kahraman, Çiğdem Mater, Ali Hakan Altınay, Mine Özerden sizlere yürek dolusu selam olsun buradan. Aramızda ODTÜ bileşenlerinin ve Ankaralıların talebini dile getiren mücadele arkadaşları da var. ODTÜ bileşenlerinin talebini çok iyi biliyoruz.

Planlanan Bilket İncek Bulvarı Çevreyolu bağlantısı projesini yani gerçek adıyla rant yolu projesinin ihalesinin iptalini istiyorlar Ankara’nın şehir içinde kalan son ormanı ODTÜ Ormanı yok edilmek isteniyor. Bu mücadele de tam bu rant ve talan politikasına karşıdır. Sizlerle birlikteyiz, mücadeleniz mücadelemizdir. Sizleri de direnişinizden ve inançlı yürüyüşünüzden dolayı kutluyorum, selamlıyorum.

“Halkın haber alma özgürlüğüne bir saldırıdır”

Bu sabah yeni bir gözaltı dalgasıyla uyandık. Hedef gazeteciler. Özgür basın emekçileri Ankara, İstanbul, Van, Diyarbakır Urfa Mardin’de Mezopotamya Ajansı ve JİNNEWS kadın ajansı çalışanlarının evlerine baskın yapıldı, yazı işleri müdürleri ve muhabirlerin de aralarında bulunduğu çok sayıda gazeteci gözaltına alındı. Baskın sırasında gazetecilere silah doğrultulma ters kelepçe takma, yere yatırma gibi muamelelerde bulunma da yansıyan haberler arasında. Sansür yasasının yürürlüğe girmesinden hemen sonra gerçekleşen bu operasyon tesadüf değildir. Muhalif basını ve toplumu susturma planının bir parçasıdır. Halkın haber alma özgürlüğüne bir saldırıdır.

“Bu yolda birlikte yürüyenler çoğalacak çoğaldıkça başarı da mutlaka gelecektir”

İktidar seçimler yaklaştıkça toplumu susturmak muhalifleri sindirmek için bu operasyonlara devam edecek dedik. Bunu biliyoruz. Ama hakikat mücadelesi karşısında başarılı olmayacaklarını hep söyledik, bir kez daha söylüyoruz, bu iktidar darbeci bir iktidardır, siyasete darbe yapıyor, basına darbe yapıyor, emekçiye darbe yapıyor, hak arayanlara darbe yapıyor. Bundan daha kapsamlı darbeci bir zihniyet olur mu? Ama hiçbir darbeci zihniyet ve yönetim başarılı olamamıştır. Sadece toplumlara ağır bedeller yaşatmış ve ülkede büyük tahribatlar yaratarak çekip gitmiştir. Bu iktidarın sonu da böyle olacaktır. Bu ülkeye verdiği zararları yarattığı yaşattığı tahribatları önlemek bizim boynumuzun borcudur. Bizler tam da bu darbeci iktidara karşı ortak mücadeleyi büyüterek geleceği karanlıktan kurtaran aydınlığa çıkaran yolun yolcularıyız. Bu yolda hep birlikte yürüyoruz. Bu yolda birlikte yürüyenler çoğalacak çoğaldıkça başarı da mutlaka gelecektir. Bundan emin olunuz.

Seçim stratejisi

Bizler güçlü çözüm programıyla, ortak mücadeleyle, ittifaklarla en güçlü seçeneği yaratmaya çalışıyoruz. Her gün yoksulluk, yolsuzluk, kriz, çatışma üreten bu tekçi düzenin karşısında gerçek alternatifi üretmek için gece gündüz uğraşıyoruz. Önümüzde seçimler var, seçimlerle ilgili de tartışmalar yayılıyor, genişliyor. Bunların merkezinde de partimiz var, partimizin kurduğu ittifaklar var. Bunun boşuna olmadığını biliyoruz. Yani partimizin bütün tartışmaların merkezinde yer almasının elbette gerçek sebepleri var. Çünkü bir yandan ülkenin geleceğini aydınlık bir şekilde mücadeleyi büyüten adres biziz öte yandan mücadele ortaklığı ile bu iktidara kaybetme korkusunu iliklerine kadar yaşatan da bizleriz. Partimizle ilgili spekülasyonlar da aynı hızla devam ediyor. Bu spekülasyonlar bazı çevrelerce tutkulu bir uğraş haline getirilmiştir. Biz ne dersek diyelim bu çevreler bizim ne dediğimize bakmak yerine adeta falcılığa soyunmuş, kah Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde tutumumuzun ne olacağına ilişkin senaryolar üretiyorlar kah hangi adayı destekleyeceğimiz konusunda kehanetlerde bulunuyorlar. Oysa biz tutumumuzu her vesilesi ile açıkça anlatıyoruz. Bunu en az 1,5-2 yıldır yapıyoruz.

Yazılı belge hazırladık

Uzun süre bu stratejimizi ve tutumumuzu anlattık ama baktık anlamıyorlar, bir yazılı belge hazırlamaya karar verdik. İşte bir metni seçimlere ilişkin tutumumuz içeren bir metni 27 Eylül 2021’de kamuoyu ile paylaştık. Burada seçim stratejimiz bütün açıklığıyla yer alıyor. Üstelik stratejisini bu kadar açık ilan eden bizden başka parti de olmadı. Bizler ne demiştik? Parlamento seçimleri için demokrasi ittifakı şiarıyla halklar ve barış ittifakı, kadın dayanışması ve ittifakı, ekoloji ittifakı ve anlayışı temelinde toplumsal ve siyasal muhalefet, emek, kadın ve gençlik hareketleriyle en geniş birlikteliği ve ortak mücadele zeminini yaratma kararlılığımız var, dedik. Bunun dışında parlamento seçimleri için herhangi bir ittifak içinde yer alma arayışımız ve anlayışımızın bulunmadığını dile getirdik. Bir yandan bunu söylerken, diğer yandan ülkenin içinde bulunduğu sistemin niteliğinin de farkında olarak stratejimizin diğer ayağını inşa ettik. Ben size o deklarasyonda yer alan paragrafları hatırlatacağım.

Keyfiliği ve zorbalığı kurumsallaştırıp kalıcılaştırmayı hedefleyen, yaşadığımız çoklu krizin başlıca sorumlusu olan Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemini ve bu sistemi besleyen yapıları değiştirmek istiyoruz. Amacımız bütün kuvvetleri ve nihai karar yetkisini tek kişide birleştiren bu otoriter ve tekçi sistemin yerine güçlü demokrasinin, çoğulcu demokratik sistemin tesis edilmesini sağlamaktır. İşte bu anlayışla Cumhurbaşkanlığı seçimi için de hangi yöntemi benimsediğimizi ilan ettik. Dedik ki Cumhurbaşkanlığı seçiminde ilkesel buluşmaların gerçekleşmesi HDP seçmenlerinin ülkenin geleceğini belirleyici bir role sahip olmaları nedeniyle son derece günceldir. Bunu ta Eylül 2021’de söylüyoruz. İster HDP’li ister başka bir aday olsun isimler yerine ilkelerin ve yöntemlerin tartışılmasının gerekli olduğu inancındayız, dedik. Çünkü demokratik dönüşüm şahıslar aracılığıyla değil, ilkeler ve yöntemler üzerinden müzakere ve mutabakat yoluyla gerçekleşebilir. Seçilecek Cumhurbaşkanı da rolünü ve işlevini ancak bu zeminde doğru bir şekilde yerine getirebilir.

Tüm bu tespitleri kapsayan geçiş süreci ilkelerini altını çiziyorum, geçiş süreci ilkelerini siyasi sorumluluğumuzun gereği olarak tüm aktörlere ve kamuoyuna duyuruyoruz dedik. Gene bu spekülasyon meraklılarına bir cevap olsun. Boşuna uğraşmaya devam etmesinler.

Ortak aday fikrine açığız

Doğrudan diyalog ve açık müzakereyle cumhurbaşkanlığı seçiminde ortak aday fikrine açığız. Bu çerçevede siyasal muhalefete ve demokrasi güçlerine çağrı yapmış olduk. Bu çağırımıza karşılık bulamazsak, dedik diğer seçenekler üzerinde çalışmaya devam edeceğiz. Yani bizler önerimizi yaptık, çağrıda bulunduk, şimdi bir kenara geçip oturuyoruz, demedik. Türkiye’de demokratik dönüşüme giden yolu açmak için siyasi sorumluluğun bilincinde bir tavır geliştirdik. Maalesef bu önerimiz hak ettiği derecede tartışılmadı, özünden saptırıldı ya da kulak arkası edildi. Bazıları sırf spekülasyonu beslemek ve HDP’nin bu politik gücünü etkisiz göstermek için bu spekülasyonlara devam ettiler.

MYK toplantımızda nitelikleri belirledik

Öneri ve çağrımızın karşılık bulmaması halinde cumhurbaşkanlığı seçimine kendi adayımızla girmemizin en önemli seçenek olarak gündemimizde yer aldığını sık sık hatırlatmak zorunda kaldık. Deklarasyonumuz yayınlandıktan ve çağrımızı yaptıktan sonra oturup beklemedik, tam tersine çalışmaları çok boyutlu bir şekilde devam ettirdik. Tabanımızla buluşmalar gerçekleştirdik demokrasi güçleri olarak nitelendiğimiz çevre ve kurumlarla istişareler yaptık kurullarımızla tartışmalar yürüttük, komisyonlar kurduk. Şimdi bu çalışmalar belli bir olgunluğa ulaştı. Dünkü MYK toplantımızın en önemli gündem maddesi buydu. Bu konuda biraz önce anlattığımızı Cumhurbaşkanlığı seçimi konusunda geldiğimiz aşamayı haklarımızla paylaşma kararı aldık. Bu kararın birbirini tamamlayan iki boyutu var. Öncelikle bu geçiş süreci son derece kritik, cumhurbaşkanlığı seçimi hayati önemde, bunun farkındayız. Ama aynı zamanda demokratik sorumluluğu da dikkate alan hatta bunun gereklerini titizlikle eksiksiz yerine getirmeye çalışan bir parti olarak hareket ediyoruz. Cumhurbaşkanı adayında aradığımız nitelikleri belirledik. Aslında yeni değil bu belirleme. Ama yine de hatırlatalım.

Yerel demokrasi ile tamamlanmış bir güçlü demokrasi talep ediyoruz. Parlamenter sistemimiz de bunun içinde yer alıyor. Yani biz de Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sisteminin lağvedilmesini savunuyoruz, bunu talep ediyoruz ve bunun için uğraşıyoruz ama istediğimiz şey bunun yerine sadece parlamenter sistemi geçirmek değil, yerel demokrasi ile pekiştirilmiş güçlü demokrasidir. Şüphesiz bağımsız ve tarafsız yargı da taleplerimiz arasında yer alıyor. Çok önemli bir mesele de yargının siyasallaştırılmasının siyasi iktidar eliyle toplumu sindirme ve demokratik siyaseti tasfiye etme aracı olarak kullanılmasının sonucu olan siyasi dava ve hükümlerin bütün neticeleriyle birlikte geçersiz kılınması talebimiz var. Bir cumhurbaşkanı adayı bunu taahhüt etmeli ve güçlü bir şekilde topluma güvence vermeli. Kayyım rejimini değil, halk iradesini tereddütsüz savunacak ve bunun hayata geçmesi için de sorumluluk üstlenecek. Kürt sorununda demokratik çözüme inanacak, bunun gereklerini yerine getireceğine dair bir samimi duruş sergileyecek ve tekrar sorumluluk üstlenmeye hazır olacak. Dış politikada barışçı yolu izlemek, böyle bir cumhurbaşkanı adayı için bizler bakımından vazgeçilmez niteliklerden biridir. Barışçı dış politika diyoruz.

Kadına özgürlük vazgeçilmezimizdir

Kadına özgürlük ve eşitlik vazgeçilmezimizdir. Bu konuda en ufak bir tereddütte ve yalpalamaya müsamaha olmaz. Ekonomide adalet kapsamlı bir başlıktır. Sosyal adalet bu programın adil paylaşım, bu talebin temelidir. Bu da yine bir cumhurbaşkanı adayının savunması gereken bir program olacaktır. Kamu yönetiminde liyakat da yine bir başlık. Doğaya ekolojik sisteme saygılı ve duyarlı olmak da böyle bir cumhurbaşkanı açısından bizler bakımından vazgeçilmezdir. Gençler için özgür yaşam, gençler için özgür yaşam konusunda da öyle sadece sloganlar değil somut programlar ve çok güçlü bir plan ortaya koymasını bekleriz. Şüphesiz, bütün bunların bir sonucu da demokratik, çoğulcu, sivil bir anayasayı hedef olarak önüne koymaktır. Şimdi biz bu nitelikleri belirledik. Adayın bu niteliklerini taşıması gerektiğini söylüyoruz.

Emek ve Özgürlük ittifakı

Elbette bu arada demokrasi ittifakı hedefimiz çerçevesinde girişimlerimizi de kesintisiz sürdürdük. Bunun ilk somut sonucu Emek ve Özgürlük İttifakının ilanı oldu. Çok değer verdiğimiz Türkiye halklarının heyecanla karşıladığı ve etki gücünün büyük olduğuna inandığımız bu ittifak, bizim şimdi çalışmalarımızın da artık en önemli yerinde duruyor. Bu şu demektir. Cumhurbaşkanlığı adayımızı belirleme çalışmalarımızı elbette ittifak bünyesinde de tartışacağız. İttifak bünyesinde yürüteceğimiz tartışma, istişare ve görüşme de cumhurbaşkanı adayımızı belirleme yönteminin temellerindendir.

Şu hususu vurgulamayı da gerekli görüyorum Bütün bu saydıklarım ve söylediklerim 27 Eylül 2021 tarihli Deklarasyonda belirttiğimiz ana stratejiden vazgeçtiğimiz anlamına gelmiyor. Aksine amaç stratejimizin ruhundan sapmadan bunu somutlaştırma ve sonuç alıcı etkiye kavuşturmaktır. Hedefimiz de bellidir.  Eşit yurttaşlığa, emeğin haklarına, özgürlüğe ve barışa dayalı demokratik cumhuriyetin inşasının yolunu açmaktır. İşte bütün çalışmalarımızda temel hedef budur. Bunu kimse aklından çıkarmasın. Özcesi tabii ben manşet işlerini pek bilmem basın teknikleri ve iletişim yöntemleri konusunda becerikli de sayılmam ama buralardan manşet çıkartmak isteyen gazetecilere yardımcı olmak amacıyla bir cümle yazdım ama yine onlar istediklerini yapacaklar. Özcesi Cumhurbaşkanı adayımızı belirleme mekanizmalarımız açık ve şeffaf bir tarzda çalışmalarına başlamıştır.

Bu tıkanmış sistem her alanda ülkeyi nefessiz bırakıyor, sorunların çözüm yollarını ısrarla inatla kapatıyor. Çünkü çözümsüzlük varlığını sürdürmenin temel gerekçesi ve yolu olarak ortaya çıkmış. Çözümsüz bıraksınlar ülkeyi kutuplaşmaya, düşmanlaştırmaya, nefrete, kine teslim etsinler, muhalefeti bölsünler böylece milliyetçi hamasetle beka nutuklarıyla iktidarlarını sürdürebilsinler. Yok artık öyle bir şey değerli arkadaşlar bu yolu da kapatmaya kararlıyız, bu iktidarı yöntemleriyle birlikte tarihe gömme konusunda inancımız var.

Girmeyi istediğim tercih ettiğim konulardan değildir. Kendi kimliğimizle kökenimizle ilgili konuşmanın nereye varacağını bilmeniz kontrol etmeniz kolay değil. Madem AKP Genel Başkanı sevgili Selahattin Demirtaş ve benimle ilgili kimliklerimiz üzerinden laflar söyledi. Ona birkaç cümle etmeden olmaz. ‘Bak’, 2004’te yazdığım bir yazı. Önceleri de var. Onu ufak bir iki eklemeyle size aktaracağım. 2004’te ne olmuştu? Bu yazıyı hangi vesileyle yazmıştım. Üniversite öğrencileri üniversitelerde Kürtçe seçmeli ders olsun diye dilekçe veriyorlardı ve binlerce öğrenci sırf üniversitelerde anadilinin seçmeli ders olarak okutulması için dilekçe verdikleri gerekçesiyle gözaltına alındılar, yargılandılar, okullarından uzaklaştırıldılar, eğitim haklarından ve özgürlüklerinden mahrum bıraktılar.

Şimdi Nusaybin’de başlayan bu öykünün HDP ile buluşması tesadüf olabilir mi, elbette hayır. Zira HDP tam da bu hikayenin toplumsal toprağı ve siyasal adresidir. Bütün kimliklerin ve inançların eşit ve özgür yaşayacağı Demokratik Cumhuriyeti kurma mücadelesinde bütün ırmakların akacağı bir denizdir. O yeni yaşam denizinde işte Nusaybin’de başlayan hikaye şimdi burada gelmiş akmış durumdadır. Peki konuşmayı bir şiirle daha bitirmek gerekiyor. Çok sevdiğim Sovyet Şair Andrea Voznesenski, tek şiirden oluşan bir kitabı var Oza. Lise yıllarımdan ezbere bilirdim. Şimdi birkaç dizesi kaldı aklımda. Evet o iki dizeyi dikkatinize sunuyorum. Yaşamak ne büyük mucize. Ama nasıl anlatırsın bunu yaşamaşızın birine.”

Paylaşın

Demirtaş’tan Erdoğan’ın ‘Kürtlükle Alakası Yok’ Sözlerine Çarpıcı Yanıt

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Şu anda Edirne Cezaevi’nde olan zatın Kürtlükle alakası var mı? Yok. Bu adam Kürt değil” sözlerine yanıt veren Selahattin Demirtaş, “Tek adamlığa kendisini öyle kaptırmış ki, benim ne olduğuma da kendi karar veriyor” ifadelerini kullandı.

Haber Merkezi / Edirne F Tipi Cezaevi’nde tutuklu bulunan eski Halkların Demokratik Partisi (HDP) Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, AK Parti Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a yanıt verdi.

Sosyal medya üzerinden Erdoğan’ın Diyarbakır’daki açılışta kullandığı “Şu anda Edirne Cezaevi’nde olan zatın Kürtlükle alakası var mı? Yok. Bu adam Kürt değil” ifadelerini alıntılayan Demirtaş, şu ifadeleri kullandı:

“Tek adamlığa kendisini öyle kaptırmış ki, benim ne olduğuma da kendisi karar veriyor! Sen onu bunu boş ver de Diyarbakır’a bir daha gidersen “Kim hırsız” diye bir sor. Yalnız, mitinge gidecek kardeşlerim yanlarına kıymetli eşya almasınlar. Ne olur ne olmaz.”

Erdoğan ne demiti?

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Diyarbakır’da halka hitap ettiği konuşmada özetle şu ifadeleri kullanmıştı:

“Nerede bu Batı’nın insan hakları savunucuları? Nerede bunlar? Bir kere gelip de Diyarbakır Anneleri’ni gelip ziyaret ettiler mi? Gördüler mi? Onlar sadece sahne artisti. Diyarbakır’daki kardeşlerim bunlara yüz vermediler. Peyderpey evlatları da dönüp geldi. Milletimizle aramızda nifak sokmak için her yolu deneyenlerin kirli yüzlerini tek tek ortaya çıkardık.

“Yine bir eş başkanları var…”

Diyarbakır’ın yaşadığı karanlık günler de geride kalmıştır. Şu anda Edirne Cezaevi’nde olan zatın Kürtlükle alakası var mı? Yok. Bu adam Kürt değil. Ama Kürt kardeşlerimi sömürüyor. Bunun hesabını benim Kürt kardeşlerim sormayacak mı? Soracak.

Yine bir eş başkanları var. Kürt mü? Değil. Ama benim Kürt kardeşlerimi sömürüyor.  Diyarbakır ekonomisiyle, kültür ve sanatıyla, altyapısıyla yoluna kararlı bir şekilde devam etmektedir. Artık Diyarbakır huzurun şehridir.

Diyarbakır Cezaevi Kültür Bakanlığına devredildi

Son ziyaretimde Diyarbakır Cezaevi’ni boşaltma ve kültür merkezi yapma sözünü vermiştim. Sözümüzü tuttuk. Bugün itibariyle Diyarbakır Cezaevi, Adalet Bakanlığımızdan Kültür ve Turizm Bakanlığı’na devredilmiştir. Geçmişte nice acılara, zulümlere konu olan

Diyarbakır Cezaevi binası artık hem hafıza, hem de farklı alanlarda faaliyet yürütme imkanı sağlayan bir eser olarak hizmet verecektir. Şimdiden Diyarbakırımıza hayırlı olmasını diliyorum. Diyarbakır Cezaevi müze oluyor. Kütüphanesiyle, sanat, gösteri alanlarıyla artık bu cezaevi ortadan kalkıyor.

Elbette ki Diyarbakır’ın bu güzel tablosundan rahatsız olanlar da var. Adeta kahroluyorlar. Rahatsızlıklarının bir sebebi de bunların gerçek yüzlerini sizlerle paylaşıyor olmam.

Emek ve Özgürlük İttifakı’nı hedef aldı

İşte şimdi son tartışmaları görüyorsunuz. Kürt kardeşlerimi bir avuç sapkının oyuncağı haline getirmek isteyenlerin, sizin iradenizi nasıl istismar ettiğini görüyorsunuz. HDP denen parti görünümlü emperyalist operasyon aygıtı, sadece 50 bin vatandaşımızın canına mal olan terör örgütünün payandası değildir.

Bu fitne yuvası, tüm sapkınların aktörü durumundadır. Biliyorsunuz CHP, kurduğu altılı masaya çantada keklik olarak gördüğü bunları almaya tenezzül dahi etmemiş, masanın altında onları tutma yoluna gitmiştir. Bunlar da masa altında kalmış olmanın mahcubiyetiyle gidip, İstanbul’da adı sanı duyulmayan bir grup marjinal partiyle güya ittifak kurmuşlar.

İttifak kurdukları parti tabelalı örgütlerin söylemlerinin ne sizlerle ne de bu ülkenin vatanına, milletine, değerlerine bağlı herhangi bir vatandaşıyla en ufak bir ilgisi yoktur.”

 

Paylaşın

HDP’li Sancar’dan ‘Altılı Masa’ Açıklaması: Dört Partiyle Bazen Görüşüyoruz

HDP Eş Genel Başkanı Mithat Sancar, CHP, İYİ Parti, Saadet Partisi, Gelecek Partisi, DEVA Partisi ve Demokrat Parti’den oluşan Altılı Masa’yla görüşülüp görüşülmediği sorusuna Altılı Masa’da yer alan dört partiyle heyetlerinin bazen buluştuğunu söyledi ve ekledi:

“Ama bu temaslar bizim geleceğe dönük politikalar için öngördüğümüz yöntemi karşılamıyor. Bu olağan bir temas yöntemidir”

Artı TV’de Kemal Avcı ve İsmet Demirdöven’in Ankara Gündemi programına katılan Sancar, HDP’nin altılı masa ile diyalog halinde olup olmadığına ilişkin soruya şu yanıtı verdi:

Bu masada yer alan dört partiyle heyetlerimiz bazen buluşuyor. Zaten heyetlerimiz var, siyasi partiler ve STK’lerden sorumlu eş genel başkan yardımcıları ve eş sözcülerimiz var. Arada görüştükleri de oluyor ama bu temaslar bizim geleceğe dönük politikalar için öngördüğümüz yöntemi karşılamıyor. Bu olağan bir temas yöntemidir.

“En önemli seçenek kendi adayımızla cumhurbaşkanlığı seçimine katılmaktır”

Sancar’ın konuşmasından diğer satır başları şöyle:

“Bizim belirlediğimiz bir stratejimiz var; 27 Eylül 2021’de bir deklarasyonla bunu açıkladık. Cumhurbaşkanlığı seçimi için bir yöntem de önerdik. Ortak aday için neler bekliyoruz, istiyoruz diye. Neler istiyoruz söyledik; açık müzakere, doğrudan diyalog ve belli başlıklarda mutabakat arayışı. Bu başlıkları da deklarasyonda sıraladık.

Bu konuda bir anlaşma, mutabakat oluşursa ortak aday da olur ama bu deklarasyonu açıkladıktan sonra sanki biz 6’lı masaya çağrı yapmışız da oturmuş bekliyormuşuz gibi bir algı yaratıldı. Öyle değil; bizim seçimle ilgili, seçimlerle ilgili senaryoları tek tek ayrı ayrı defalarca çalıştığımızı da belirttik. Yani şunu söylüyoruz; 6’lı masa bu yönteme yanaşmazsa ‘Ne yapacaksınız?’ sorusuna defalarca şu yanıtı verdik; En önemli seçenek kendi adayımızla cumhurbaşkanlığı seçimine katılmaktır. Kendi adayımız, şu anda oluşturduğumuz ittifaklar. Bu genişleyecektir, genişlemesini hedefliyoruz. Genişlemiş haliyle ittifak ortaklarımızla tartışacağız ve birlikte karar vereceğiz.

Bu ittifakta doğrudan ve şeklen yer almayan bütün demokrasi güçleriyle istişarelerde bulunacağız. Kararımızı bu süreçlerden geçirerek vereceğiz diyoruz. Burada da asıl meselemiz şu; Türkiye’de gerçekten ağırlığı olan ve geleceği inşa etmeye toplumun önemli kesimlerini ikna edecek bir güç oluşturmak.”

Paylaşın

HDP’li Mithat Sancar: Nüfus Mühendisliğinin Temelinde Irkçılık Yatıyor

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, “Çocuk önemli. Bak PKK’nın 5 tane 10 tane 15 tane var” sözlerini eleştiren HDP Eş Genel Başkanı Sancar, “O sözler anlık bir ifade, boş bulunmanın sonucu dile gelmiş birkaç cümleden ibaret görülemez. Bu, devletin inkarcı, asimilasyoncu politikalarının temelinde yatan bir anlayışı yansıtmaktadır. Bu anlayış en teknik ve hafif tabirle nüfus mühendisliği olarak adlandırılabilir. Nüfus mühendisliği ülkede asimilasyoncu politikaları inkarı ve imhayı yerleştirmenin bir aracı olarak kullanılagelmiştir. Bu politikaların temelinde yatan da ırkçılıktır.” dedi ve ekledi:

“Buduncuları hatırlayın. Kürtleri nüfus olarak, kitle olarak, toplum olarak nasıl ırkçı bir anlayışla hedef aldılarsa, bugün AK Parti Genel Başkanı’nın ağzından dökülen cümleler de aynı anlama gelmektedir. Bizim mücadelemizin çok boyutlu olduğunu bu anlayışı tüm Türkiye’deki bütün demokrasi güçleriyle birlikte gözler önüne serip aşmayı sorumluluğuyla karşı karşıya olduğumuzu iyi bilmemiz gerekiyor.”

Halkların Demokratik Partisi (HDP) Eş Genel Başkanı Mithat Sancar, partisinin il eşbaşkanları toplantısının açılışında gündeme dair değerlendirmelerde bulundu.

Partilileri Kürtçe selamladıktan sonra konuşmasına başlayan Sancar, daha önce 2022 yılının final yılı olacağını söylediklerini hatırlatarak, bu dönemin bir yol ayrımı olduğunu vurguladı. “Özgürlüğe, demokrasiye, barışa giden yolu mu inşa edeceğiz? Yoksa otoriter, despotik yönetimin daha da güçlenmesinin zeminimi güçlenecek?” diyen Sancar, bunu belirleyecek olanın toplumsal ve siyasi mücadele olduğunu söyledi.

Mezopotamya Ajansı’nın aktardığına göre, seçim gündemine de değinen Sancar, “Seçimler gündemde ve önemli. Hayati nitelikte ve kritik önemde. Seçim sadece oy kullanmaktan ibaret değildir. Seçimler aynı zamanda toplumsal ve siyasal mücadelelerin önemli bir mecrasıdır. Bizler seçimi toplumsal mücadelenin bir zemini ve mecrası olarak görüyoruz ama aynı zamanda halkla buluşmanın, örgütlülüğümüzü güçlendirmenin önemli bir imkanı olarak değerlendiriyoruz” dedi.

AK Parti’nin tekçi, yasakçı, sömürücü bir iktidar düzeni olduğunu kaydeden Sancar’ın konuşmasından öne çıkanlar şöyle:

“Bu düzenin inşa etmekte olduğu bir rejim gerçekliğiyle karşı karşıyayız. Bu rejimi istersiniz otoriteliği yerleştirme hedefiyle hareket eden bir rejim olarak tanımlayın, isterseniz faşizmi yerleştirme planının hedefi olarak tanımlayın, fark etmiyor sonuçta rejimi Türkiye’nin bütün halklarına baskı, zulüm, talan, sömürü dışında vadettiği hiçbir şey yoktur. Bu düzenin ve rejimin tepesindeki iktidarı ayakta tutan en önemli sütun hep vurguladığımız gibi çatışma ve savaş politikalarıdır. Sömürüyü de baskıyı ve zulmü de bu politikalar üzerine kurmaktadır. Savaş politikalarına karşı çıkmak önümüzde demokrasiyi, barışı, emeği ve özgürlüğü savunmanın temel şartıdır.

“Savaş politikaları bir kara delik gibidir”

Savaş politikalarının bu ülkede başta Kürt sorunu olmak üzere bütün toplumsal alanlarda nasıl büyük yaralar açtığına on yıllardır tanıklık ediyoruz. Bu yaralar savaş politikaları derinleştikçe büyüyor, acılar yaygınlaşıyor, yoksulluk ülkenin her tarafını sarıyor. Savaşla sömürü, savaşla acı, savaşla yara arasında doğrudan bağlantıyı göremezsek bu bütünlüğü esas alan bir mücadele hattı kuramazsak, bu iktidarı değiştirmek de kolay olmayacak, bu rejimden kurtulmak da kolay olmayacaktır. Savaş politikaları bir kara delik gibidir.

Kara delik insan canını, insanların enerjisini ülkenin kaynaklarını ve geleceğini yutan büyük bir tuzaktır. Aynı zamanda ülkenin devlet eliyle çeteleşmelere teslim edilmesinin zeminini güçlendiren bir alandır. Bu yüzden savaşa politikalarına karşı çıkmayı demokrasi ve barış, emek ve demokrasi mücadelesinin temeli olarak görüyoruz. Savaş politikaları yaygınlaştıkça her türlü kötülüğün yaygınlaştığını dünya tarihi bize sayısız örnekle göstermektedir. Savaş politikaları aynı zamanda ırkçılığı aynı zamanda suçları da beraberinde getirir. Ayrışmayı, kutuplaşmayı, sömürüyü derinleştirir. Son zamanlarda yaşadığımız birkaç olay bunu açıkça gözler önüne sermektir.

AK Parti Genel Başkanı’nın geçen gün çocuk sayısıyla ilgili söylediği sözler bunun çarpıcı bir örneğidir. O sözler anlık bir ifade, boş bulunmanın sonucu dile gelmiş birkaç cümleden ibaret görülemez. Bu, devletin inkarcı, asimilasyoncu politikalarının temelinde yatan bir anlayışı yansıtmaktadır. Bu anlayış en teknik ve hafif tabirle nüfus mühendisliği olarak adlandırılabilir.

Nüfus mühendisliği ülkede asimilasyoncu politikaları inkarı ve imhayı yerleştirmenin bir aracı olarak kullanılagelmiştir. Bu politikaların temelinde yatan da ırkçılıktır. Buduncuları hatırlayın. Kürtleri nüfus olarak, kitle olarak, toplum olarak nasıl ırkçı bir anlayışla hedef aldılarsa, bugün AK Parti Genel Başkanı’nın ağzından dökülen cümleler de aynı anlama gelmektedir. Bizim mücadelemizin çok boyutlu olduğunu bu anlayışı tüm Türkiye’deki bütün demokrasi güçleriyle birlikte gözler önüne serip aşmayı sorumluluğuyla karşı karşıya olduğumuzu iyi bilmemiz gerekiyor.

Aynı zamanda savaş politikalarıyla oluşan kara deliğin yarattığı vahim sonuçlar başka bir tartışmada da gündem geliyor. Bu da kimyasal silah kullanımı iddialarıdır. Ortada haberler ve önemli iddialar var. Bu iddialar yüzeysel açıklamalarla, tehditlerle geçiştirilemez. Bunların mutlaka bağımsız heyetlerce incelenmesi ve bu konudaki hakikatin ortaya çıkarılması gerekir.

Eğer bunların da üstü örtülür, geçiştirilirse bu ülkede savaş politikaları daha da derinleşecek, toplumsal yaralar daha da büyüyecek, sömürü düzeni daha da kökleşecektir. Bu düzenin değiştirmenin en önemli mücadele araçlarından biri hakikatin peşinde koşmaktır. Bütün bunlar için Türkiye halklarını bu belalardan kurtarmak için ısrarla Kürt sorununda demokratik çözümü savunuyoruz. Demokratik çözümün yolu da müzakere ve diyalogdan geçer.

“İktidar, İmralı üzerinden çeşitli manipülasyonlar yapmak istiyor”

Diyalog ve müzakere siyaset zemininden işleyecek en doğru çözüm yöntemidir. Bunu başarabilirsek ülkeyi bu beladan kurtarmayı başaracağız. HDP olarak üzerimize düşen sorumluluğu her alanda yerine getirmeye hazır olduğumuzu defalarca söyledik. Mücadelemizi de, politikalarımızı da bu hedefe göre belirliyoruz.

Yakın zamanda Eşbaşkanım Pervin Buldan’la beraber İmralı’ya açık ziyaret ve görüşme talebinde bulunduk. Talebimiz açık arkadaşlar, bizler barışın ve çözümün yolunu açacak böyle bir görüşmenin savaş politikalarını durdurmak bakımından büyük önem taşıdığını düşünüyoruz, buna inanıyoruz. Bu talebimizin bir sebebi daha var. İktidar İmralı üzerinden çeşitli manipülasyonlar yapmak istiyor.  Bu manipülasyonların çeşitli çevrelerde spekülasyon döngüsü yarattığını da görüyoruz.

HDP şeffaf politika yürütmeyi esas almış bir partidir. Bizler diyoruz ki bütün bu manipülasyonların ve spekülasyonların önünü almanın temel yolu tecridin sona ermesidir. Ayrıca bu hem evrensel hem iç hukukun bir gereğidir. Bizler çözüm için, barışın yolunu açmak için bu dönemde her türlü manipülasyon ve spekülasyonun önüne geçmek için bu görüşme talebinde bulunduk. Şimdi Adalet Bakanlığı’ndan cevap bekliyoruz.

Hatırlayacaksınız, bundan birkaç hafta önce bütün muhalefet partilerine heyetler oluşturarak İmralı’da görüşme yapma talebinde bulunmalarının en doğru yol olduğunu belirtmiştik. Şimdi bizler bu talebi kendi kurullarımızda tartışarak bir başvuruya dönüştürdük. Savaş politikalarına karşı barışın ve çözümün yolunu açmak HDP’nin varoluş sebebidir.

“Bu ittifakı genişletmemiz ve büyütmemiz gerekiyor”

Seçimler yaklaşıyor ve seçimlerin hangi çerçevede önem taşıdığını da belirttim. Bizler parlamento seçimlerine ‘ittifaklarımızla gireceğiz’ dedik. En geniş demokrasi ittifakını kurmak bizim kongre kararımızdır, partimizin en yüksek karar organının bize verdiği bir talimattır. Biz bu talimatın gereğini yerine getirmek için çalışmaları 2020’den beri sürdürüyoruz. Şimdi bunu Emek ve Özgürlük İttifakı’yla somutlaştırdık. Bu ittifak demokrasi ittifakımızın önemli bir adımı ve çok değerli bir sonucudur. Bununla yetinemeyiz. Bu ittifakı genişletmemiz ve büyütmemiz gerekiyor.

Türkiye’nin çözüm gücü haline getirmemiz gerekiyor. Bu ittifakı diğer bütün ezilenlerin, sömürülenlerin, dışlananların, mazlum ve mağdur edilenlerin birlikteliğine dönüşmek gibi bir yükümlülük ve sorumlulukla karşı karşıyayız. Bunu yapabilmemiz için de mahallelerden başlayarak her alanda bütün demokrasi güçleriyle ilişkilerimizi güçlendirmek ve bu ilişkileri geliştirecek yeni yöntemler yaratmak gibi bir görevimiz de var. Bu görev en çok sizlere düşüyor. İttifakları demokrasi mücadele ortaklığını ancak yerelde titiz ve yoğun bir çalışmayla etkili bir güç haline getirebiliriz. Bunu başarabilirsek geleceği, önümüzdeki dönemi yani geleceği, demokrasi ve barış emek ve özgürlük üzerine inşa edecek en önemli güç merkezini en etkili aktörü de yaratmış olacağız.

“Her alanda mücadeleyi en geniş birlikteliklerle yürütmek en önemli görevdir”

HDP bu hedefin başlıca aktörü olma görevinin sorumluluğunun bilincindedir. Kürt sorununda demokratik çözüm, Türkiye’nin bütününde demokrasi, emek, özgürlük ve barış mücadelesi bizlerin hiçbir şart altında taviz vermeyeceği asla savsaklamayacağı bir hedeftir. Baskılar devam ediyor. Devam edecek. Bu iktidar zayıfladıkça güç kaybettikçe, baskı ve zulüm yöntemlerini yoğunlaştıracaktır. Tarihteki bütün örnekler bize bunu anlatıyor. Hangi iktidar halk desteğini yitirmeye başlamışsa, baskıyı ve zulmü arttırır. Baskıyı ve zorbalığı yükseltmek güçlülüğün değil, zayıflığın göstergesidir. Ama iktidar zayıflıyor diye oturup bekleyecek kendi kendine kaybetmesini bir şekilde varsayacak naifliğe de hiç sahip değiliz. Güçlü bir tecrübemiz, büyük bir birikimimiz mücadeleden acılardan bedellerden yoğrulmuş bir emelimiz var. O nedenle her alanda mücadeleyi en geniş birlikteliklerle yürütmek en önemli görevdir diyoruz. Bugün bu başlıkların hepsini sizlerle tartışacağız.

Altını çizmek istediğim bir husus daha var. Parti mekanizmalarımız işliyor. Eksiklerimiz olabilir ama bu parti kendi hukukunu iç işleyişini titizlikle gözeten, bu hukuku çoğulculuk, katılımcılık üzerine kurmuş bir partidir. Farklı bileşenler ve bireylerden oluşan dünyada örneği az görülecek bir partiyiz. Görüş farklılıklarımız olabilir, farklı fikirler taşıyabiliriz belirli konularda ama tartışmalarla bunu bir mutabakata dönüştürmeyi becerecek birikime ve tecrübeye sahibiz. Bu kadar farklı kesimi, bileşeni, fikri bir araya getiren bir parti, bu kadar büyük saldırılara rağmen ayakta durmakla kalmayıp güçleniyor ise bu yöntemler sayesindedir.

Yani her türlü tartışmayı yürütürüz kendi içimizde ve bu tartışmalardan bir mutabakat ortaya çıkarırız. Bu mutabakata sadakat partimizi bir arada tutan, büyüten ve şimdi çözüm adresi haline getiren en önemli erdemimiz ve özelliğimizdir. Mutabakata bağlılık kadar, mekanizmaların işleyişini gözetmek mekanizmaları, partinin seçilmiş organlarını ve temsili iradesini her şart altında sahiplenmek partimizin en önemli özelliğidir. Bu konularda sizlerin yerel de yapacağı çalışmalar bu özelliklerimizi bu avantajlı ve erdemli yanımızı daha da görünür kılacak ve güçlendirecektir. Birliğimiz en büyük servetimizdir. Farklılıklarımız ise zenginliğimizdir. Bu ikisini bir arada yürüttüğümüz taktirde gelecek dönemi inşa edecek temel güç haline gelmemiz önünde hiçbir engel yoktur.

“Cegerxwîn emek ve özgürlük şairidir”

Konuşmamın sonunda Kürt dilinin büyük emekçisi, emek ve özgürlük mücadelesinin sembol isimlerinden enternasyonalizmi şiar edinmiş büyük bir ismi anacağım. Cegerxwîn’in bugün 38’inci ölüm yıldönümü. Pek çok şiiri var bunlar şarkı da yapıldı. Bana sorarsanız mesela onun divanları ve onun şiirlerinden yapılan şarkılar anadilim Arapça’nın yanı sıra Kürtçe’yi çocukken öğrenmeme çok büyük katkı sağlamıştır. Ama Cegerxwîn aynı zamanda emek ve özgürlük şairidir. Kısaca kimlik ve haysiyet, emek ve özgürlük barış ve birlik mücadelesinin büyük sembolü çok değerli bir ozandır. Ondan sadece bir dize aktaracağım.

Bi çepik û lûlandin

Bi devken û xweditî

Hemû bijên bi hev re

Bijî bijî yekitî.

Alkış ve sevinç sesleriyle hep beraber haykırın deyin yaşasın birlik. Bu olursa olsun mutlaka kazanacağız. Kazanacağımızdan kimsenin şüphesi olmasın. Bu inancı bütün yerellere yaymak ve yerleştirmek en başta siz emekçi kardeşlerimizin görevidir.”

Paylaşın

Demirtaş’tan “Yalnızlaştırıldı Mı?” Sorusuna Çarpıcı Yanıt

“Yalnızlaştırıldı mı?” sorusuna yanıt veren eski HDP Eş Genel Başkanı Demirtaş, “Beni yalnızlaştırmak isteyenler yok mu, var elbette. Zaten bunun için hapiste rehine olarak tutuluyorum. Ancak burada bir tek gün dahi hapis yatmadım. En az dışarıdaki kadar çalışıyorum, en az o kadar yoğunum” dedi ve ekledi:

“Bunun nedeni, çok kalabalık bir kitleyle beraber siyasi mücadele yürütüyor olmamdır. Beni yalnızlaştırmak isteyenlerin girişimlerine, halkımızla birlikte yanıt verdik hep. Dolayısıyla tüm kalbimle ve rahatlıkla söyleyebilirim ki yalnız değilim.”

Yaklaşık 6 yıldır Edirne F tipi Cezaevi’nde tutuklu bulunan eski Halkların Demokratik Partisi (HDP) Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, FOX TV’de yayınlanan Orta Sayfa programında kendisine yöneltilen sorulara yanıt verdi.

Nevşin Mengü, Çiğdem Toker, Doğan Şentürk, Deniz Zeyrek ve Murat Yetkin tarafından “Demirtaş yalnızlaştırıldı mı?” sorusuna yanıt veren Demirtaş, “Beni yalnızlaştırmak isteyenler yok mu, var elbette. Zaten bunun için hapiste rehine olarak tutuluyorum” dedi.

Demirtaş şunları ifade etti:

“Ben kendimi hiçbir zaman yalnız hissetmedim. Bilakis burada hep kalabalıklar içinde oldum, olmaya da devam ediyorum. Beni yalnızlaştırmak isteyenler yok mu, var elbette. Zaten bunun için hapiste rehine olarak tutuluyorum. Ancak burada bir tek gün dahi hapis yatmadım. En az dışarıdaki kadar çalışıyorum, en az o kadar yoğunum.

Bunun nedeni, çok kalabalık bir kitleyle beraber siyasi mücadele yürütüyor olmamdır. Beni yalnızlaştırmak isteyenlerin girişimlerine, halkımızla birlikte yanıt verdik hep. Dolayısıyla tüm kalbimle ve rahatlıkla söyleyebilirim ki yalnız değilim.”

Paylaşın

“HDP, Demirtaş’ın Öcalan İle Görüşme Talebini Reddetti” İddiası

6 yıldır Edirne F Tipi Cezaevi’nde tutuklu bulunan eski Halkların Demokratik Partisi (HDP) Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş’ın Abdullah Öcalan ile SEGBİS aracılığıyla görüşme talebinde bulunmak için HDP Genel Merkezi’nden izin istediği öğrenildi. Ancak HDP yönetiminin, buna olumlu yanıt vermediği iddia edildi. 

HDP eş genel başkanları Pervin Buldan ile Mithat Sancar’ın İmralı Cezaevi’nde Abdullah Öcalan’la görüşme talebiyle Adalet Bakanlığı’na başvurmasının ardından yeni bir iddia ortaya atıldı.

DW Türkçe’den Alican Uludağ’ın ulaştığı bilgiye göre Selahattin Demirtaş, 7 Ekim’de Adalet Bakanlığı’na Abdullah Öcalan ile görüşme talebinde bulunmak amacıyla HDP Genel Merkezi’nden izin istedi. Demirtaş’ın bu görüşmeyi SEGBİS üzerinde avukat veya ziyaretçi sıfatıyla yapmayı istediği öğrenildi. Ayrıca Demirtaş’ın HDP’ye ilettiği mesajda, bu kapsamda bakanlıktan Abdullah Öcalan üzerindeki “tecridin kaldırılması” ve ailesiyle de görüşmesine izin verilmesini de isteyeceğini bildirdiği ifade edildi.

Ancak edinilen bilgilere göre, HDP yönetimi bu talebe olumlu karşılık vermedi. Bir süre sonra da Sancar ve Buldan’ın Öcalan ile görüşmek için Adalet Bakanlığı’na başvurması adımı geldi. HDP yetkilileri ise Demirtaş’tan kendilerine böyle bir talep gelmediğini söyledi. Ancak kaynaklar, bu talebin gittiğini ifade ediyor.

Demirtaş ile HDP arasındaki gerginlik

Demirtaş’ın Öcalan ile ne görüşeceği ise şimdilik bilinmiyor. Ancak iddia edilen görüşme talebinin zamanlaması dikkat çekici. HDP ile Demirtaş arasında bir süredir soğukluk ve gerginlik olduğu kamuoyuna yansımıştı. Bu gerginlik, 3 Temmuz’daki HDP Olağan Genel Kurulu’ndan sonra başlamıştı.

Demirtaş, 5 Temmuz günü T24’te yayımlanan “İğneyi kendimize” başlıklı yazısında HDP’ye yönelik üstü kapalı mesajlar vermiş ve partiyi değişim için cesaretli olmamakla eleştirmişti. Demirtaş’ın yine yakın çevresine yargılandığı davada partisinin kendisini yalnız bıraktığını söylediği de belirtiliyor.

Bu gelişmenin ardından 13 Ekim’de HDP’li siyasetçiler Ahmet Türk, Sırrı Süreyya Önder ve Sırrı Sakık, Demirtaş ile görüşmek için Adalet Bakanlığı’na başvurmuştu. Alınan bilgiye göre, bakanlık kapalı görüş için izin verdi. Ancak HDP’liler, görüşmenin “açık görüş” şeklinde yapılmasını istediklerini belirterek bu yönde izin talebini güncelledi. Üç HDP’linin ziyaretinde, Demirtaş ile HDP arasındaki gerginliğin nedenlerinin ele alınması bekleniyor.

HDP Eş Genel Başkanı Mithat Sancar ise bugün Gazete Duvar’a yaptığı açıklamada “Demirtaş’la bizim aramızda fikir farklılıkları olabilir; bu doğru. Fakat aramızdaki temel ayrılık cezaevi duvarlarıdır. Demirtaş’ın asıl amacının parti politikalarına destek vermek olduğunu düşünüyorum” açıklamasını yaptı.

Mersin saldırısından sonra 

Diğer yandan ziyaret talebinin Mersin’de 26 Eylül’de PKK’nın üslendiği ve bir polisin hayatını kaybettiği terör saldırısından sonra gelmesi de dikkat çekti. Demirtaş bu saldırıyı kınarken PKK’dan ise Demirtaş’a sert tepki gelmişti.

Öte yandan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, 12 Ocak 2022’de partisinin grup toplantısında yaptığı açıklamada, “Edirne’deki, en büyük hesabı İmralı’dakine verecek. Zannediliyor ki her yer şu anda toz pembe. Değil. Onların da kendi içlerinde ayrı bir hesaplaşmaları var. Ve bu hesaplaşmayı da yapacaklar” demişti.

Paylaşın