DEM Partili Hatimoğulları: Zaferimizi Demli Bir Çayla Kutlayacağız

Kars’ın Kağızman İlçesi’nde halka seslenen DEM Parti Eş Genel Başkanı Tülay Hatimoğulları, “Televizyonları izliyorsunuz. DEM Parti yöneticileri olmadan gece gündüz DEM Parti ile ilgili programlar yapıyorlar. Ama bizi o programlara da pek çağırmıyorlar. Biri demli çay içecekmiş, biri demsiz çay içecekmiş. Onlar ne içeceklerse içe dursunlar. Şunu biliyoruz ki Serhat halkı çayı açık içiyor ama 31 Mart seçimlerinde zaferimizi demli bir çayla kutlayacağız. Hem de en demlisinden” dedi ve ekledi:

“31 Mart seçimlerinde büyük bir başarıyla Kürt halkına ve Kürdistan’a, Türkiye halklarına hep beraber barışı armağan edecek miyiz? Başaracağımızdan hiç şüphemiz yok. Bilincimiz var, inancımız var. Kadınlar dimdik ayakta, gençler dimdik ayakta mücadele ediyor. Kürt halkı dimdik ayakta. O zaman bize düşen görev örgütlenmeyi en güçlü şekilde yapmak ve bu süreci başarıyla tamamlamaktır. 31 Mart’ta yine bu meydanda sizlerle beraber DEM Parti olarak başarı ve zaferimizi kutlamak dileğiyle yolumuz açık olsun. Serkeftin, serkeftin, serkeftin.”

Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Eş Genel Başkanı Tülay Hatimoğulları, seçim çalışmaları kapsamında Kars’taki programına bugün de devam etti. Hatimoğulları, Dağpınar ve Digor’da seçim bürosu açılışına katıldı, ardından Kağızman’a geçti. Kağızman’da halk buluşmasına katılan Hatimoğulları, burada yaptığı konuşmada şunları söyledi:

“Merhaba Serhad, silav Kağızman, hun bi xer xatin. Merhaba binlerce yıllık kültürel birikime ev sahipliği yapmış Kağızman halkı. Sizleri sevgiyle, saygıyla selamlıyorum. Hoş geldiniz, baş göz üstüne geldiniz. Merhaba Fêrîkê Ûsiv, Casimê Celîl ve Erebê Şemo’nun yol arkadaşları, kültürümüze değerler katan romancıların yaşamış olduğu kentin halkı, hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Merhaba zulme ve katliamlara boyun eğmeyen Kağızmanlılar, merhaba faşizme karşı Kürt halkının iradesini dimdik ayakta tutan Kağızmanlılar, size Ankara Büyükşehir Belediye Başkan adayımız Sevgili Gültan Kışanak’ın selamlarını getirdim. Cezaevlerinde Kürt sorununun barışçıl ve demokratik yöntemlerle çözülmesi için, İmralı tecridinin kalkması için açlık grevinde olanların; dışarıda adalet nöbeti ile onlara destek olan analarımızın selamlarını getirdim size.

Bugün buraya gelmeden önce Dağpınar ve Digor’daydık. Digor’da 93’te katledilen değerli canlarımızı, yol arkadaşlarımızı anarak geldik. Sizlerin huzurunda bir kez daha 93’te Digor’da bizleri katledenleri kınıyor, canlarımızı da saygıyla anıyorum. Türkiye’nin geniş tablosuna baktığımızda oldukça karanlık bir dönemden geçiyoruz. Kars, Ardahan ve Iğdır’a sanki dışarıdaki kentlermiş gibi davranılmış, hiçbir hizmet yok. Açlığa, yoksulluğa ve göçe mahkum edilmiş. Bunu asla kabul etmiyoruz. Bizleri bu açlık ve yoksulluğa mahkum edenlere bir kez daha diyoruz ki size oy yok.

Erdoğan bugünkü konuşmasında “Biraz daha sabredin ey halkım, önümüzdeki yolun sonunda enflasyonu düşüreceğiz” demiş. Bu da koca bir yalan! Genel seçimlerden önce enflasyonu ve hayat pahalılığını düşüreceğiz demişlerdi. Düşürdüler mi, hayır. Biz eti gramla, yumurtayı taneyle alırken onlar saraylarda refah içinde yaşıyor. Halkı açlığa ve yoksulluğa mahkum edip diyorlar ki mümin sabreder. Sabrede sabrede sabır taşımız çatladı. Biz yoksullar ve halklar sizlerin karşısında artık sabretmeyeceğiz.

Saray ve şürekasının seçimlerde başarı elde etmek için yaptığı çirkinliklerden birini daha aktaracağım size. JİTEM ittifakı kurmuşlar. Tansu Çiller, 90’lı yılların karanlık tablolarına imza atmış bir şahıs. Beyaz Toroslardan, yargısız infazlardan, katledilecek Kürt siyasetçilerin, aydınların, demokratların, devrimcilerin listesini tutanlardan sorumludur. Ve onlar şimdi utanmadan bir JİTEM ittifakıyla Tansu Çiller’i sahaya sürmüşler seçim çalışmaları için. Bizler de Kağızman’dan diyoruz ki JİTEM ittifakına karşı halkın ittifakını kuruyoruz, halkların ittifakını kuruyoruz.

Biz DEM Parti olarak Kürdistan’ın ve Türkiye’nin birçok yerinde kazanmak üzere yola çıktık. Hakkımız olanı almak için yola çıktık. Seçmenimizin, halkımızın siyasi temsiliyetini en güçlü şekilde hayata geçirmek için yola çıktık. Kağızman’da açık arayla seçimleri alacak mıyız? DEM Parti; onurun partisidir, demokrasinin partisidir, Kürt halkının partisidir. DEM Parti; bütün ezilen ve sömürülenlerin partisidir, gençlerin partisidir, kadınların partisidir, “Jin Jiyan Azadi” diyenlerin partisidir.

30 yıllık belediyecilik birikimimize dönüp baktığımızda, kayyımların tek tek ortadan kaldırmaya çalıştığı hizmetlerimize baktığımızda çok şeyle karşılıyoruz. Bizler belediyelerimizde çok dilliliği inşa ettik, çok dilli hizmet yaptık. Kürdistan’da Türkçenin yanı sıra Kürtçe ile hizmet verdik. Sokak adları ve tabelalar Türkçenin yanı sıra Kürtçe de oldu. Çok dilliliği ve Kürt halkının onurlu mücadelesini savunan bir parti olarak, her yerde çok dilli hizmetle karşınızda olacağız. Kürtçe sokak isimleri ve tabelalarımızla dilimizi yaşatacak, onurlu halkımızın taleplerini yerine getireceğiz.

Mahalle mahalle ev ev dolaşıp Kağızman’ı açık ara farkla alacağız

Kürtçeye tahammül edemeyenlere, Meclis’te iki kelime Kürtçe konuşulduğunda mikrofonları kapatanlara duyurulur: Kürt halkı vardır, Kürt halkı buradadır. Bizler demokratik, ekolojik, kadın özgürlükçü belediyecilik anlayışımızla halkımızın yanında olacağız. Belediyelerimizi halkımızla birlikte yöneteceğiz. Belediye meclis toplantılarımız halkımıza açık olacak. Nerede sorun varsa o mahallede oluşturulan halk meclisleri bizlere ulaştıracak ve biz o sorunları çözeceğiz. Dünden beri Kars’tayız. Gördüklerimiz bir insana verilecek en büyük cezadır.

Kaldırım yok, yollar delik deşik, içme suyu bile verilmiyor. 21. yüzyıldayız, musluklardan su akmaması ne demek? Bunu bize fazla görüyorlar. Kanalizasyon ve alt yapı yok. Hayvancılığa büyük bir darbe vuruldu. AKP iktidarı bu ülkenin en büyük gelirlerinden olan tarımı bitirdi. Kendi üretimimiz olan, ihraç etmemiz gereken buğdayı ve pirinci ithal ediyoruz. Bizi bu seviyeye getirdiler. Kars’ta hayvancılık var. İktidar hayvancılığı teşvik etmiş olsaydı, dışarıdan angusların ithal edilmesine gerek kalmazdı. İktidara geldiğimizde yapacağımız ilk işlerden biri hayvancılığı teşvik etmek olacak. Kağızmanlılara, Kars halkına bu katkıyı birlikte sağlayacağız. Bunu yapmak zor değil, bunu yapmak bir niyet işidir. Bizler hizmet odaklı çalışacağız. Dün halkımız için nasıl çalıştıysak, aynı zihniyetle çalışacağız. Bunu sizlerle beraber yapacağız. Mahalle mahalle, ev ev dolaşacak ve Kağızman Belediyesini açık ara bir farkla hep beraber alacağız.

Gece gündüz demeden iktidar ve küçük ortağının bizleri nasıl katlettiğini anlatacağız; Digor’u, Suruç’u, Gar’ı, Roboski’yi anlatacağız. Rojava’da kardeşlerimizi nasıl katlettiklerini anlatacağız. Kayyımların verdiği zararı anlatacağız. Kürt’e seçme seçilme hakkını reva görmeyenleri anlatacağız. Bizleri susuz, yolsuz, kaldırımsız bıraktıklarını tek tek anlatacağız. Kobanî Kumpas Davasını, Sevgili Figen Yüksekdağ ve Selahattin Demirtaş’ı neden cezaevine koyduklarını anlatacağız.

Kürt anasını görmesin diye her türlü oyunu ve şaklabanlığı, her türlü işkenceyi bize reva görenleri anlatacağız. Sadece anlatmayacağız; bizlere oy vermemiş olan ailelere tek tek gideceğiz ve onları ikna edeceğiz. Burada bu meydanda toplanan siz değerli halkımız, lütfen bunları herkese anlatalım. Kime, neye oy verdiklerini bilmelerini sağlayalım. Kürt düşmanı siyaset izleyenlere 31 Mart seçimlerinde kırmızı kartı gösterecek miyiz hep beraber?

Televizyonları izliyorsunuz. DEM Parti yöneticileri olmadan gece gündüz DEM Parti ile ilgili programlar yapıyorlar. Ama bizi o programlara da pek çağırmıyorlar. Biri demli çay içecekmiş, biri demsiz çay içecekmiş. Onlar ne içeceklerse içe dursunlar. Şunu biliyoruz ki Serhat halkı çayı açık içiyor ama 31 Mart seçimlerinde zaferimizi demli bir çayla kutlayacağız. Hem de en demlisinden.

31 Mart seçimlerinde büyük bir başarıyla Kürt halkına ve Kürdistan’a, Türkiye halklarına hep beraber barışı armağan edecek miyiz? Başaracağımızdan hiç şüphemiz yok. Bilincimiz var, inancımız var. Kadınlar dimdik ayakta, gençler dimdik ayakta mücadele ediyor. Kürt halkı dimdik ayakta. O zaman bize düşen görev örgütlenmeyi en güçlü şekilde yapmak ve bu süreci başarıyla tamamlamaktır. 31 Mart’ta yine bu meydanda sizlerle beraber DEM Parti olarak başarı ve zaferimizi kutlamak dileğiyle yolumuz açık olsun. Serkeftin, serkeftin, serkeftin.”

Paylaşın

DEM Partili Ayşegül Doğan’dan “Kent Uzlaşısı” Vurgusu

Partisinin genel merkezinde açıklamalarda bulunan DEM Parti Sözcüsü Ayşegül Doğan, “Başından itibaren söylüyoruz; DEM Parti halkların kazanımlarını esas almayan hiçbir anlaşmanın ve uzlaşmanın tarafı olmaz, olmayacaktır. Bu doğrultuda aldığımız hiçbir karar birilerine rest ya da jest değildir. Ancak bazı şeylere set koyuyoruz. Set koyduğumuz şeylerin yerine ne koyuyoruz? Yerel yönetim anlayışımızı, Türkiye tahayyülümüzü koyuyoruz” dedi ve ekledi:

Haber Merkezi / “Demokratik toplumcu, kadın özgürlükçü, ekolojik bir anlayıştan bahsediyoruz. Yerelden başlayıp demokrasiyi genele doğru yayan bir anlayıştan bahsediyoruz. Bunun karşısındaki her şeye elbette set çekiyoruz. Bazıları kazansın ya da kaybetsin diye değil halklar kazansın diye çaba sarf ettik, sarf etmeye devam ediyoruz. Ne yazık ki bu çabamız çoğu zaman kent uzlaşısı kapsamında görüştüğümüz bazı siyasi partilerin kendi içlerindeki iktidar kavgalarına feda edildi. Kent uzlaşısı maalesef bazı seçim bölgelerinde “küçük olsun benim olsun” dar particilik anlayışını ve yaklaşımını aşamadı.”

Kent uzlaşısı için yine tüm iyi niyetli girişimlerimize rağmen demokratik, ekolojik, kadın özgürlükçü yerel yönetim modelimizi görmezden gelenlere bir kez daha buradan sesleniyoruz: DEM Parti Türkiye’nin bu anlamda tutunulacak dalıdır. Kent uzlaşısı ile biz tam da böyle bir demokratik dal teklif ettik Türkiye’ye. Özgürlük, eşitlik, adalet ve barış için yerelden başlayıp tüm Türkiye’de birlikte kurabileceğimiz demokrasinin teklifiydi bu.

Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Sözcüsü Ayşegül Doğan, partisinin genel merkezinde düzenlediği basın toplantısında seçim gündemi ve güncel gelişmelere ilişkin değerlendirmelerde bulundu. Doğan, şunları söyledi:

“Konuşmama özellikle kendi anadilimde başladım. Bugün böyle başlamamın bir başka nedeni daha var. Malumunuz olduğu üzere 21 Şubat Uluslararası Anadili Gününü geride bıraktık. Bu hafta bugünle ilgili Meclis’ten iki fotoğraf yansıdı, Türkiye gündemine oturdu da diyebiliriz. Biri DEM Parti’nin grup toplantısından yansıyan çok dilliliğin, çok kimlikliğin, çok renkliliğin fotoğrafıydı.

Çok kimlikli, çok renkli, çok dilli bir ülkenin fotoğrafıydı. Diğeri Meclis Genel Kurulundan yansıyan tek ses dayatmasıydı. Halkların sesi yine bastırılmak istendi Anayasa gerekçesiyle. O anayasa, yani darbe anayasası, istenildiği zaman kılıfına bile uydurulmayarak yok sayılabiliyor. Bunu pek çok kararda gördük. En son bazı milletvekillerine ilişkin alınan kararlar da bu çerçevede alınmıştı.

Yıllardır süregelen mücadelemiz, bu topraklarda yaşayan herkesin özgürce anadilinde kendilerini ifade edebilmesinin mücadelesidir. Bu aynı zamanda yaşamın her alanında dayatılan tekçiliğe karşı da bir mücadeledir. Kürtçeye dönük bu hasmane tutumun aslında yalnızca Kürtçe ile sınırlı olmadığını, Kürtçeye dönük yıllardır sürdürülen bu yaklaşımın tesadüfi olmadığını, Türkiye’de sistemin başta Kürtçeye ve Kürt meselesine yaklaşım olmak üzere değişmesi gerektiğini yıllardır söylüyoruz. Bunun mücadelesini veriyoruz. Dün Meclis Genel Kurulunda gördük ki tarih ve yaşananlar bizi teyit ediyor, ne kadar haklı olduğumuzu gösteriyor.

Bu gerçeği yok sayarak, görmezden gelerek yaklaşamayız, yaşayamayız. Mücadelemizi de tam da bu bunun kalbinden yürütmek durumundayız. Buradan bağlamak istiyorum aslında kent uzlaşısına. Çünkü kent uzlaşısının ortaya çıkan bu iki fotoğrafla çok ilgisi var. Kent uzlaşısının ne olduğunu kavramak isteyenler grup toplantımıza bakarak, yerel yönetim anlayışımızı ve nasıl bir Türkiye için mücadele ettiğimizi isterlerse kolaylıkla anlayabilirler. Daha önce yazılı olarak ve pek çok kez bu kürsüden Eş Genel Başkanlarımız ve ilgili kurullarımız da açıklamıştı. Kent uzlaşısının temel çerçevesi Parti Meclisimizin sonuç bildirgesinde yer almıştı.

“Türkiye’nin her yerinde kenti var eden ve yaşatan sosyal ve siyasal dinamikleri, bunların en geniş ölçekte kapsayıcılığıyla birlikte işçi, emekçi, ekoloji, kadın, gençlik, halklar ve inançlar örgütleri, siyasi partiler, emek ve meslek örgütleri, demokrat ve vicdan sahibi yurttaşlar, tüm toplumsal taraflar ve siyasi aktörler ile müzakere etmeyi, birlikte yürümeyi, yan yana gelmeyi, ortak bir mücadeleyi örecek bir mücadele zemini oluşturmayı öncelikli görev olarak görüyoruz” ifadesiyle çizilmişti, anlatılmıştı.

Her seçimde olduğu gibi bu seçimde de gözler DEM Parti’de. DEM Parti de hem kent uzlaşısıyla ilgili hem de birinci parti olarak çıktığı yerlerde ve kayyım atanan Kürt illerinde yaptığı halk oylamasıyla ilgili bilgileri aşama aşama sizlerle açık bir biçimde paylaştı, paylaşmaya devam ediyor. Partimiz, siyaseti ilkeler ve halkların kazanımı doğrultusunda yürüten neredeyse tek parti.

Bu nedenle de partimiz siyasetin hem öznesi hem de geniş halk tabanıyla birlikte belirleyici gücüdür. Aynı zamanda da oyun kurucusudur. Tabii ki anti demokratik uygulamaları bozabilecek bir güce sahiptir. DEM Parti demokratik güç birliklerinden oluşan bir partidir. Bu yan yana gelişleri büyütmeyi hedefleyen bir partidir. Bu çerçevede demokratik siyasetin genişletilebilmesi için ilkesel ve kamuoyuna açık görüşme ve müzakereler yürütebileceğini defaatle söyledi, söylemeye devam ediyor.

Başından itibaren söylüyoruz; DEM Parti halkların kazanımlarını esas almayan hiçbir anlaşmanın ve uzlaşmanın tarafı olmaz, olmayacaktır. Bu doğrultuda aldığımız hiçbir karar birilerine rest ya da jest değildir. Ancak bazı şeylere set koyuyoruz. Set koyduğumuz şeylerin yerine ne koyuyoruz? Yerel yönetim anlayışımızı, Türkiye tahayyülümüzü koyuyoruz. Demokratik toplumcu, kadın özgürlükçü, ekolojik bir anlayıştan bahsediyoruz.

Yerelden başlayıp demokrasiyi genele doğru yayan bir anlayıştan bahsediyoruz. Bunun karşısındaki her şeye elbette set çekiyoruz. Bazıları kazansın ya da kaybetsin diye değil halklar kazansın diye çaba sarf ettik, sarf etmeye devam ediyoruz. Ne yazık ki bu çabamız çoğu zaman kent uzlaşısı kapsamında görüştüğümüz bazı siyasi partilerin kendi içlerindeki iktidar kavgalarına feda edildi. Kent uzlaşısı maalesef bazı seçim bölgelerinde “küçük olsun benim olsun” dar particilik anlayışını ve yaklaşımını aşamadı.

Kent uzlaşısı için yine tüm iyi niyetli girişimlerimize rağmen demokratik, ekolojik, kadın özgürlükçü yerel yönetim modelimizi görmezden gelenlere bir kez daha buradan sesleniyoruz: DEM Parti Türkiye’nin bu anlamda tutunulacak dalıdır. Kent uzlaşısı ile biz tam da böyle bir demokratik dal teklif ettik Türkiye’ye. Özgürlük, eşitlik, adalet ve barış için yerelden başlayıp tüm Türkiye’de birlikte kurabileceğimiz demokrasinin teklifiydi bu. Siyaset; demokratik değerleri, halkların uzlaşısını, katılımcılığı, çoğulculuğu ve sorunların çözümü için inisiyatif almayı gerektirir.

DEM Parti başından bari bu inisiyatifi alarak görüşmeleri gerçekleştirdi. Bu ilkeler doğrultusunda bir strateji yürüttü. Bütün çalışmalarını bu doğrultuda sürdürdü. Kimseye kaybettiren ya da kazandıran değil kazanmayı esas alan bir yaklaşımı benimsedi. Bu, halkların kazanacağı bir stratejidir. Kapılarımız bu ülkenin Üçüncü Yol siyasetini eşit güç olarak görenlere, Kürt halkını eşit yurttaş olarak kabul edenlere her zaman açık ve açıktı. Asıl cesaret de ayrıştıran dil ve söylemlere sarılmadan yolu sonuna kadar yürümekti.

Kapıdan girmeyi cesaret sayanların siyasetleri ne yazık ki dillerine de yansıyor. Partimize dönük iktidarın kullandığı dil ile aynı tempoyu tutturmaya çalışmak, bu siyasetle yarışa girmek geçmişte olduğu gibi bugün de kimseye kazandırmıyor. Ne yazık ki hiçbir faydası da olmuyor. Sizler de takip ediyorsunuzdur, kısa adımıza dair yakıştırmalar yapılıyor epeydir. Özellikle de iktidar bloku tarafından. Kısa adımıza yakıştırma yapanlar boşuna çabalamasın. Partimiz bu ülkenin DEM’i, mayası, rengi, umududur. Demokratik yerel yönetimler anlayışımız demokratik siyasetin anahtarıdır. Bu yakıştırmaların yanı sıra iktidarla gizli görüşmeler yapmakla da itham ediliyoruz.

Tekrar söylüyoruz ki yaptığımız hiçbir görüşmeyi söylemekten kaçınacak bir gelenekten gelmiyor. Buna ihtiyaç duymayız. Şayet AKP ya da iktidar bloku ile herhangi bir görüşme yapıyor olsaydık, bunu tüm açıklığıyla kamuoyuyla paylaşmaktan kaçınmazdık. Bu şekilde bir dezenformasyon siyaseti yürüterek DEM Parti seçmeninin kafasını karıştırmaya çalışanlara buradan bir kez daha sesleniyoruz: Bizler Kürt sorununda onurlu eşit, adil ve kalıcı bir barış için görüşülmesi gereken herkesle görüşürüz. Bu konuda sorumluluk üstlenen, üstlenmek isteyen, rol ve misyon sahibi olmak isteyen herkese kapımızın açık olduğunu sayısız kez ifade ettik.

“Hileyle kazanabileceğiniz bir yol yok, meydanlar bunu bir kez daha gösterdi”

Aynı zamanda bir mücadele ve müzakere partisi olduğumuzun da yine sayısız kez altını çizdik. Bugün burada bir kez daha hatırlatalım. Kürt sorununun muhataplarının görüşebilmesine, Türkiye’de barış ve demokrasi siyasetinin kurulabilmesine, barış ikliminin sağlanabilmesine katkı sağlayacak her kesimle görüşürüz. Eğer böyle bir görüşme olsaydı, bunu son derece açık bir biçimde kamuoyu ile paylaşırdık. Şimdi aşama aşama paylaşmaya devam ediyoruz nerelerde neler yaptığımızı. Artık son dakikaları da geride bıraktık, seçim sathına tamamen girdik.

Dezenformasyon siyasetiyle kafaları karıştırmaya çalışanlar, bugün Eş Genel Başkanlarımızın gittiği alanlara baksın. Seçmen taşıyarak kayyım sistemini seçmenler üzerinden devam ettirmeye çalışanlara, kolluk güçlerini araçsallaştırarak bunu yapmaya çalışanlara da sesleniyoruz: Kazanamayacaksınız. Hileyle kazanabileceğiniz bir yol yok. Alanlar bunu bir kez daha Hakkari ve Kars’tan gösterdi, haykırdı. İnsanlar kararlarını özgür iradeleriyle vermişler. Küçük mühendisliklerle bu iradeyi görmezden gelenler, bu iradeyi yok sayanlar bilsinler ki biz de takipteyiz ve buna izin vermeyeceğiz.

Gelelim yeni açıklayacağımız yerlere. Size 6 büyükşehir belediyesi açıklayacağım. Son yaptığımız açıklamada Adana ile ilgili kent uzlaşısı görüşmelerinin sürdüğünü söylemiştim. Adana Büyükşehir Belediyesi Eş Başkan adaylarımız Şehriban Dehfişad ve Mahfuz Güleryüz. Aydın Büyükşehir Belediyesi Eş Başkan adaylarımız Suzan Koç, Raif Kanat. Hatay Büyükşehir Belediye Eş Başkan adayımız Perihan Pakize Sinemillioğlu.

İzmir yine kent uzlaşısı kapsamında görüşmelerin sürdüğünü söylediğimiz illerden biriydi. Oradaki adaylarımız da Türkan Aslan, Akın Birdal. Muğla Büyükşehir Belediyesi adaylarımız Candan Süsoy ve Yusuf Uludağ. Tekirdağ Büyükşehir Belediye Eş Başkan adaylarımız Müselma Keskintürk ve Sadi Özdemir. Açıkladığımız tüm adaylarımıza yeniden başarılar diliyoruz. Türkiye halkları seçeneksiz değildir. İki bloktan birini tercih etmek zorunda değiliz.”

Soru: Hatay’da tek aday mı olacak?

“Şu dakikalarda listelere son şekli veriliyor. Eş başkanlık bizim asla vazgeçemeyeceğimiz bir sistem. Kadın özgürlükçü, demokratik ve ekolojik bir yerel yönetimler anlayışından bahsediyoruz. Türkiye’de böyle bir sistemin kurulması için yıllardır mücadele ediyoruz. Eş başkanlık sistemi partimizin genel siyasetinde vazgeçilmez olduğu gibi yerel yönetimlerimizde de vazgeçilmezdir. Yıllarca kriminalize edilmeye çalışıldı, değişmeyen anlayışlar oldu, eş başkanlık sistemimize yönelik saldırılar oldu. Ama bu saldırılara rağmen eş başkanlık sistemi bizim temel unsurlarımızdan biridir.

Bunun için büyük bedeller ödediğimizi hatırlatıyoruz. Vazgeçilmezimizdir. Bizim her belediyemizde yetkili iki eş başkanımız var. Bizim her belediyemiz eş başkanlık sistemiyle yönetiliyor. Her ikisi arasında hiçbir fark gözetmiyoruz. İmza yetkisi gibi tartışmaya konulan gündemler başarımızı gölgelemeye çalışanların yaratmak istediği gündemlerdir. Bu gündemlere takılmıyoruz. Artık kazanmak ve öncelikle biletlerini çoktan kestiğimiz kayyımları göndermek ve kazanabileceğimiz her yerde kazanımlarımızı yükseltmek için yan yana gelerek çalışmalarımıza başlayalım.”

Soru: Esenyurt’ta varılan kent uzlaşısı kapsamında belediye meclisi üyeliğinde bir anlaşmazlık olduğu doğru mudur?

“Kent uzlaşısını aday gösterme ya da göstermemeye indirgememek gerekiyor. Kent uzlaşısı sadece Türkiye’nin batısı için çıkardığımız bir yöntem değil. Aday çıkardığımız her yerde adaylarımızı kent uzlaşısı ile belirledik. Ayrıca birinci parti olarak çıktığımız yerlerde, kayyımlarla mücadele ettiğimiz yerlerde belediye meclis üyelerinin 3/2’sini halk oylaması ile seçtik. Halk oylaması yapmadığımız yerlerde kent uzlaşısı ile karar verdik. O kentin sosyal, siyasal, toplumsal dinamikleri ile birlikte karar verdik. İl ve ilçe örgütlerimizle birlikte karar verdik.

Bizim için kent uzlaşısı bir anlayışın kazanması demek, o anlayışı temsil edecek adayların kazanması demek. Mesela Dersim’de de kent uzlaşısı sağlandı. Eş başkan adaylarımız sağlanan kent uzlaşısı ve güç birliği ile belirlendi. Esenyurt’ta daha önce söylemiştim kent uzlaşısı sağlandı. Evet, kent uzlaşısı sağlandı. Bu kent uzlaşısını sayısal ve listelere indirgemek yerine şöyle anlamaya davet ediyorum. Bir belediyecilik anlayışıdır orada kazanan. Kent uzlaşısı görüşmeleri de kent uzlaşısı komisyonu tarafından bu çerçevede gerçekleştirilmiştir.

Biz genel merkezlerde siyaset belirleyen bir siyaset geleneğini temsil etmiyoruz. DEM Parti olarak alanlarda, sokaklarda, meydanlarda olacağız. Seçim startını epeydir vermiştik. Şimdi daha coşkulu, umutlu, heyecanlı ve kararlı bir mücadele azmiyle kazanmak üzere yola çıkıyoruz. 31 Mart’ta hep birlikte halklar kazanacak. Sizler de bu süre boyunca olan her şeyden şu ana kadar yaptığımız gibi açık bir şekilde periyodik olarak haberdar edileceksiniz.”

Paylaşın

Tuncer Bakırhan: Kürtçesiz Kürt Oluşturmak İstiyorlar

Partisinin grup toplantısında konuşan DEM Parti Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan, Lazca, Süryanice, Çerkezce ve diğer birçok dilin kaybolduğunu belirterek, “Türkiye 100 içinde dil mezarlığına dönüştü. Halen zindan duvarlarında ‘Türkçe konuş çok konuş’ yazılıyor. Ancak direnişle dilimiz bugünlere kadar geldi” dedi. 

Asimilasyonun AK Parti’nin kuruluşundan bu yana da sürdüğünü ifade eden Bakırhan, şöyle devam etti: “AKP, alternatif bir Kürdoloji oluşturmak istiyor. Üniversitelerde Kürtçe bölümler açtı. Öğrenciler okulu bitirdi, öğretmen oldular ancak atamaları olmadı.

Seçmeli dersler başladı, TRT Şeş adında bir televizyon açtılar. Fakat TRT Şeş’te sabahtan akşama kadar Kürtçelere, Kürtçeye hakaret ediyorlar.  Kürtçesiz bir Kürt oluşturmak istiyorlar. Acımızı, sevigimizi, hikayelerimiz anadilimizde yaşamamızı istemiyorlar.”

Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan, partisinin haftalık Meclis grup toplantısında gündemi değerlendirdi. Bakırhan, 21 Şubat Dünya Anadil Günü dolayısıyla değerlendirmesini Kürtçe yaptı.

Bianet’in aktardığına göre, grup toplantısına katılanların “Dünya Anadili Gününü” kutlayarak konuşmasına başlayan Bakırhan, konuşmasında anadilin önemine vurgu yaptı.

Diller üzerindeki asimilasyon politikalarına değinen Tuncer Bakırhan, Türkiye’de 100 yıl önce 20 dil konuşulduğunu ancak bu dillerin büyük bir kısmının kaybolduğunu belirtti.

Konuşmasında yazar Antti Jalava’nın sözlerinden alıntı yapan Bakırhan, “Bir yazar der ki, ‘Anadilim benim derim ve diğer diller ise giysilerimdir. İnsan ne zaman isterse kendi isteklerine göre giysilerini değiştirebilir ama derisini değiştiremez.’ Biz de diyoruz ki anadilimiz sadece derimiz değil, ruh ve canımızdır” dedi.

Kürt dilinine emek ve katkısı olan isimleri sıralayan Bakırhan, “Baba Tahir Uryan, Elî Herîrî, Ehmedê Xanî, Melayê Cizîrî, Feqiyê Teyran, Cegerxwîn, Celadet Elî Bedirxan, Ape Musa (Musa Anter) Ferhat Kurtay, Mehmed Uzun bizim yüreğimizdeler” diye devam etti.

Tuncer Bakırhan, konuşmasında Dengbêj Ayşe Şan’ın “Zimanê Kurdî zimanê me ye” şarkısından bir paragraf okuyarak sürdürdü.

Devletin Kürtçe üzerindeki baskılarına değinen Tuncer Bakırhan, ‘Türkiye’nin kurulduğu günden bugüne Kürtçe üzerindeki baskıların devam ettiğini” söyledi.

Lazca, Süryanice, Çerkezce ve diğer birçok dilin ise kaybolduğunu söyleyen Bakırhan, “Türkiye 100 içinde dil mezarlığına dönüştü. Halen zindan duvarlarında ‘Türkçe konuş çok konuş’ yazılıyor. Ancak direnişle dilimiz bugünlere kadar geldi” dedi.

Asimilasyonun AK Parti’nin kuruluşundan bu yana da sürdüğünü ifade eden Bakırhan, şöyle devam etti: “AKP, alternatif bir Kürdoloji oluşturmak istiyor. Üniversitelerde Kürtçe bölümler açtı. Öğrenciler okulu bitirdi, öğretmen oldular ancak atamaları olmadı. Seçmeli dersler başladı, TRT Şeş adında bir televizyon açtılar. Fakat TRT Şeş’te sabahtan akşama kadar Kürtçelere, Kürtçeye hakaret ediyorlar.  Kürtçesiz bir Kürt oluşturmak istiyorlar. Acımızı, sevigimizi, hikayelerimiz anadilimizde yaşamamızı istemiyorlar.”

Kayyımların Kürtçeye yönelik baskılarına da değinen Bakırhan, “Kayyım darbesi sonrası Kürtçe üzerindeki baskılar arttı. Kürtçe gazete, radyo, televizyon, ajans, anaokulları kapatıldı. Kayyımlar ilk olarak Kürtçe tabelalara saldırdı. Kurdî-Der ve Kürt Enstitüsü’nü kapattı. Celadet Elî Bedirxan ve Cegerxwîn’un isimlerini tabelalardan kaldırdılar. Kayyımlar, Kürt dilinin düşmanlarıdır. Erdoğan, ‘Asimilasyona karşı her çocuk kendi anadilini bilmeli’ diyor. Kürtler ‘bizim dil’ dediğinde ise ‘terörist’ oluyorlar. Meclis’te arkadaşlarımız Kürtçe konuştuğunda ‘bilinmeyen’ ya da ‘anlaşılmayan’ dil olarak kaydediliyor. Bizim dilimiz ne bilinmeyen ne de anlaşılmayan dildir. Bizim dilimiz Kürtçedir. 100 yıldır konuşuluyor” dedi.

“Kürtçenin resmi dil olmasını istiyoruz”

Anadilinde konuşmaya çağıran Tuncer Bakırhan, şöyle devam etti: “Yaşamın her alanında dilimizle konuşmalıyız. Dilimizi varlığımız olarak görmeliyiz. Önümüzde yerel seçimler var. Belediyeleri kayyımlardan aldığımız zaman yine çok dilli belediyeciliği hayata geçireceğiz. Dilimiz kırmızı çizgimizdir. Sözümüzdür; bu zalimler neyi bozmuşsa, biz daha iyisini yapacağız. Kürtçe kurs ve kreşler açacağız. Seçmeli derslere karşı değiliz. Ancak 21’inci yüzyılda bu tartışmalarda utanç duyuyoruz; Bir gülle bahar gelmez. Anadil insan hakkıdır. Biz Kürtçenin resmi dil olmasını istiyoruz”

Tuncer Bakırhan konuşmasını, Kürt şair Cigerxwin’un şiiriyle bitirdi: “Ez xum xuma avên çeman, Ez çerx û govend û sema, Tînim di nav kat û lema, jîn im, hebûn im, tevger im…”

Bakırhan’ın ardından Mardin Milletvekili George Arslan kürsüye çıktı ve Süryenice konuştu. Mardin Milletvekili Saliha Aydeniz ise kürsüye gelerek Zazaca konuşma yaptı. Bereket Kar da partililere Arapça hitap etti. Zeyno Bayram Gürcüce ve Lazca konuştu. Murad Mıhçı ise Ermenice seslendi.

Paylaşın

DEM Parti Milletvekili Pervin Buldan: Siyaseti Bırakacağım

DEM Parti Van Milletvekili Pervin Buldan, “Son seçimlerden sonra eş başkanlık görevini de bıraktım ve şu an düz bir milletvekili, Van milletvekili olarak görevime devam ediyorum. Bu da artık benim siyasette son dönemim” dedi ve ekledi:

“Milletvekilliğim bittikten sonra ben artık siyaseti de bırakacağım, hiçbir şekilde siyasetin yanından köşesinden, bucağından geçmeyeceğim. Bu mücadeleyi bırakmak bize yakışmaz. Elbette ki ama siyasi arenada değil tabii ki onun dışında farklı mecralarda, işte bir sürü alan var. Yakınlarını kaybeden insanlar var, insan hakları kurumları var. Elbette ki çok deneyim ve çok anı var. Bunları bir kitap haline getirmeyi elbette ki düşünürüm. Buna ömrümüzü yeterse, zamanımız olursa siyaseti bıraktıktan sonra bir kitap yazmayı düşünüyorum.”

Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Van Milletvekili Pervin Buldan, Artı TV’de yayınlanan, Kemal Avcı ile Siyaset Ötesi programında, yaşamı ve siyasi faaliyetlerine yönelik dikkat çeken açıklamalarda bulundu. Buldan’ın anlattıklarından önemli satır başları şöyle:

“Ben aslında Hakkari’de doğup büyümeme rağmen çok fazla Kürtçeyi bilmeyen, ağırlıklı evin içerisinde Türkçe konuşulan ama aile arasında, yani babam ve amcalarım içerisinde Arapça’nın konuşulduğu bir ortamda büyüdüm. Babam memurdu. Memur kimliği tabii bizi diğer arkadaşlarımdan, Hakkari’nin yerlisi olan arkadaşlarımdan, farklı bir yere koyuyordu çünkü. Ailenin görüştüğü hep memur kesimiydi. Dolayısıyla öyle bir ortamda büyüdüm ama Kürtçeyi ben evlendikten sonra öğrendim. Bir aşiret geleniyim. Eşim Oramar ağasının oğlu. O zaman ağalık önemli bir faktör. Elbette şimdi biz bunu reddediyoruz -tabii ki ağlı şeyhliği ve bununla birlikte. Ağalığın ve şeyhliğin daha doğrusu bu tür yapıların artık hiçbir hükmünün kalmadığını biliyoruz.

Önemli bir aşiret evine gelin gittim ben. Evin içerisinde sadece Kürtçe konuşuluyordu ve Türkçe bilmeyen bir eltim bana Kürtçeyi, ben de ona Türkçeyi öğretmiştim. Çünkü ben Türkçe konuşuyordum. O benimle Kürtçe konuşuyordu. Yani büyük bir oranla ve açık yüreklilikle şunu söyleyebilirim, kişiliğimin ve kürtlüğün ne olduğunu evlendikten sonra eşimin ailesinin yanındayken öğrendim ve bu hem hayatıma büyük bir oranda şekil vermesini beni güçlendirmesine ve kendimi tanımlama sebep oldu.

Ankara’ya 19 Mayıs tarihinde gençlik ve Spor Bayramı törenlerine katılmak üzere her ili temsilen 2 öğrenci seçilirdi. O dönem öyleydi. Hakkari’de de ben ve Ferhat Tuan isminde bir erkek arkadaşımız, o şimdi rahmetlik oldu, seçildik ve Ankara’ya otobüsle geldik. Avantaj mı dezavantaj mı bilemiyorum ama uzun boylu olmanın vermiş olduğu bir avantaj olarak seçildik. İkimiz de okulun en uzun boylu öğrencilerindendik.

Hakkari Lisesi müdürü bizi yanına çağırdı. ikimizin de Ankara’ya gitmemizi istediklerini söylediler. Ailem önce karşı çıktı, ‘İşte bir erkekle beraber nasıl yolculuk yapacaksın? Otobüsle gideceksin. Bu olmaz’ gibilerinden… Sonra amcam araya girdi, ‘Gidebilir. Bunda bir sakınca yok’ dedi. Sonra babam izin verdi.

Ankara’da yaklaşık 4-5 gün kaldık. Bir misafirhanede bizi ağırladılar. O dönem Kaya Erdem Meclis Başkanıydı. Hatırladığım kadarıyla yine Gençlik ve Spor Bakanı bizi ağırlamıştı. Kenan Evren’le bir törende bir araya geldik, Her ilin öğrencilerini, gelen misafirleri tek tek illerine göre çağırıp, tokalaşıp hal hatır sorup yerlerine gönderiyordu. Sıra Hakkari’ye geldi. İkimizin de yakasında Hakkari yazılıydı büyük harflerle. ‘Hakkari’den geldiniz’ dedi. ‘Evet’ dedik. ‘Kuyruklulu musunuz?’ dedi bize. Biz hiç cevap vermedik. Böyle Kürtlere kuyruklu Kürt deniyordu. Biliyorsunuz hani öyle bir şey vardı. Dolayısıyla böyle bir şeyi duyduk ama ikimiz de cevap vermedik. Ancak daha sonraları yani ben Savaş’la evlendikten sonra bunu Savaş’a anlatmamla birlikte, ‘Buna nasıl sessiz kaldınız, nasıl buna cevap vermediniz? Ben olsam kıyameti koparırdım. Hatta şimdi basına verelim’ demişti.

Siyasete girmemde ailemden tamamıyla destek gördüğümü ifade edebilirim. Hiçbir şekilde aileden hiç kimsenin karşı çıkmadığını da söyleyebilirim. O dönem Savaş’ın katledilmesi ile birlikte Cumartesi Anneleri’ne katılmam bile ailemin teşvikiyle gerçekleşti. Her hafta Galatasaray lisesi önünde oturan aileler var. Sen de gidebilirsin, destek olabilirsin gibilerinden ve ben kendimi bir anda bir yıl sonra o annelerin içinde buldum.

Bir yıla kadar yani o bir yıllık süreç içerisinde ben hiç evden çıkmadım. Sürekli siyahlar giydim ve yas tuttum. Yasın, siyahlar giymenin evden çıkmamanın hiçbir çare olmadığını ve bir şekilde bir yerlerde mücadele etmenin daha önemli olması gerektiğini aslında Cumartesi Anneleri’ne katıldıktan sonra öğrendim.

Hem kayıpları hem faili meçhulleri temsil etmek amacıyla Meclis’e girdim. Daha doğrusu siyasete girdim. Bütün bunlar partinin teşvikiyle oldu. İşte vermiş olduğum mücadeleyi daha da büyütmek, siyasi arenada bunun mücadelesini vermek, kayıpları, faili meçhulleri, yargısız infazları; bütün bunları aslında bir siyaset içerisinde mücadelesini vermek önemli bir mevziydi. Biraz bu amaçla girmiştim. Biraz da evde yas tutmanın dışında, Savaş’ın katledilmesiyle birlikte kendimi eve kapatmanın dışında dışarıda öncülük eden ve mücadele eden bir şahsiyet olarak görünmek beni daha da güçlendirdi.

Iğdır’ın ilk kadın milletvekiliyim. İki dönem milletvekilliği yaptım. Iğdır’ın benim yanımda çok ayrı bir yeri vardır. İlk Iğdır’a gittiğim gün beni hep erkekler karşılamıştı. Bir erkek ordusu karşılamıştı. Milletvekilliğimin sonlarına doğru beni kadınlar uğurlamıştı. Bir de o dönem Iğdır’da doğan bütün bebeklerin, kız çocuklarının ismi hep Pervin olmuştu. Bu da benim yanımda Iğdır’ın çok farklı bir yer olduğunu gösteren ayrı bir şey.

“Siyaseti bırakacağım”

Son seçimlerden sonra eş başkanlık görevini de bıraktım ve şu an düz bir milletvekili, Van milletvekili olarak görevime devam ediyorum. Bu da artık benim siyasette son dönemim.

(Bırakacak mısınız?) Milletvekilliğim bittikten sonra ben artık siyaseti de bırakacağım, hiçbir şekilde siyasetin yanından köşesinden, bucağından geçmeyeceğim. Bu mücadeleyi bırakmak bize yakışmaz. Elbette ki ama siyasi arenada değil tabii ki onun dışında farklı mecralarda, işte bir sürü alan var. Yakınlarını kaybeden insanlar var, insan hakları kurumları var. Elbette ki çok deneyim ve çok anı var. Bunları bir kitap haline getirmeyi elbette ki düşünürüm. Buna ömrümüzü yeterse, zamanımız olursa siyaseti bıraktıktan sonra bir kitap yazmayı düşünüyorum.

Sayın Selahattin Demirtaş ve sayın Gültan Kışanak’ın eş genel başkan oldukları dönemdi. Çok tartışıldı; kim gidecek, kimler gidecek diye bir kargaşa yaşandı, işte 2 eş genel başkanın gitmesi konusunda hemfikirdik. Yani kurumsal olması anlamında herkes hemfikirdi. Fakat son noktayı sayın Öcalan koymuştu. Bir gece saat 11.12 sularında o dönemin Adalet Bakanı beni arayıp ‘Acilen bakanlığa gelmenizi istiyoruz’ demişti. Biz de iki grup başkan vekili, ben ve İdris Baluken birlikte gittik.

Bize İmralı’da bugün devlet heyetinin yaptığı görüşme esnasında siyasi heyetin belirlenmesi noktasında sayın Öcalan’ın bir öneri sunduğunu, bizim de bu öneriye sıcak baktığımızı fakat sizin de bunu kendi içinizde değerlendirmeniz gerektiğini söyledi. İsim olarak da Sırrı Süreyya Önder, Pervin Buldan ve Altan Tan’ın gelmesi önerildi. Biz de bunu kendi içimizde değerlendirdikten sonra parti olarak bunun uygun olacağını, bir itiraz olmadığı, haliyle de gidebileceğimizi ifade ettik. Tartışıldı, konuşuldu. Birkaç gün bunun üzerinde değerlendirmeler yapıldı ve adalet Bakanlığı’na biz okey dedik ve ilk gidişimiz de öyle olmuştu.

“Benim için sürpriz oldu”

Hiç beklemediğim bir şeydi. Eş başkanlarımız vardı. Daha üst kademede siyaset yapan arkadaşlarımız vardı. Ben grup başkan vekiliydim o dönem ama ismimi duyunca gerçekten hem heyecanlanmıştım hem de benim için sürpriz olmuştu.

(Neden sizi seçmiş olabileceklerini düşündünüz?) Ben sayın Öcalan’a bunu hiçbir zaman sormadım ama sanırım kendisi şöyle bir değerlendirme yapmış, daha işte kurumsal olması itibariyle eş başkan sayın Gültan Kışanak’ın o dönem çok çarpıtılan bir şeyi kamuoyuna yansıtılıyordu. Şemdinli’de işte PKK ile kucaklaştığının fotoğrafları yansıtılmıştı medyada. Bundan kaynaklı da hükümetin, Devletin bu konuya sıcak bakmadığı söyleniyordu. Dolayısıyla sayın Öcalan, hani kurumsal olacaksa eğer eş başkanına izin verilmiyorsa grup başkan vekili sıfatıyla Pervin Buldan olabilir demiş sanırım.

Altan Tan’ın da Sırrı Süreyya Önder’i de kendisine göre çok farklı alanlara etkileri olan insanlar olmaları sebebiyle seçtiklerini düşünüyorum. Altan Tan’ın daha muhafazakar kesime ve dini inançlı kesimlere vereceği mesajlar üzerinden belki bir şeyler söylemek gerekirse o yönlü bir tercih yapıldığını söyleyebilirim. Yine Sırrı Süreyya Önder’in hem Türk soluna hem Türkiye cephesine, batı cephesine biraz hitap etmesi kaynaklı bu isimleri tercih etti diye biliyorum.

İmralı heyeti olarak tam olarak şunu yapıyorduk, ayda bir sefer, bazen iki seferi buluyordu, Adalet Bakanlığı’ndan bir gün öncesi bize haber gelirdi. Yarın adaya gidiyorsunuz, görüşme yapılacak diye. Adaya gitmeden önce kendi içimizde toplantı yapıp neleri görüşeceğimizi, hangi konuları aktaracağımızı konuşuyorduk ve ertesi gün adaya gidiyorduk. Yaklaşık bir buçuk saate yakın bir yol mesafesi İstanbul’dan. Kosterle geçiyorduk. Daha çok deniz yolunu kullanıyorduk. Yani helikopterle hiç gitmedik. Bazen devlet heyeti helikopterle gidiyordu. Bir buçuk saatlik mesafenin sonunda İmralı adası zaten görünüyor ve adadaki askeri heyetler bizi karşılıyordu. İçeriye girip görüşmelerimizi yapıp çıktıktan sonra tekrar kosterle geri dönüyorduk.

Geldiğimiz gün akşam notları oturup yazmaya başlıyorduk. Sabaha kadar sürüyordu. Yani o gece hiç uyumuyorduk. Orada kısa kısa notlar tutuyorduk ve o notları getirip evde bir metin haline kim ne konuştuysa bizim konuşmalarımızı ve sayın Öcalan’ın konuşmalarını noktasına virgülüne kadar hepsini kağıda döküyorduk. Bunu devlet bizden Kandil’e götürmemizi istiyordu. Çünkü kendi elinde zaten notları vardı. Yani devlet orayı dinlediği için bizim onlara o notları vermemize gerek yoktu. Denetim altında olan, gözetim altında olan bir yer. Dolayısıyla Kandil’e hem görüşmeleri aktarmak hem de o notları götürmekle devlet bizi görevlendirmişti. Bu sefer oradan notları alıp bazen devlet heyetine verip daha sonra adaya gidiyorduk. Ki ağırlıklı da öyle oluyordu.

Yani Kandil’in notlarını biz direkt sayın Öcalan’a veremiyorduk. Çünkü elimizde götürmemize, hiçbir şey götürmemize izin verilmiyordu. Ben ilk gittiğimde mesela bir kalem götürmüştüm. Sayın Öcalan’a işte Sırrı Süreyya Önder’in kitap hediyesi vardı. Yine Altan Tan da sanırım bir kitap getirmişti. Yani bizim notları, Kandil’in notlarını direkt İmralı’ya götürmemize izin verilmiyordu. Biz devlet heyetine teslim ediyorduk. Devlet heyeti kendi imkanlarıyla yani kendisi, görevlendirdiği insanlarla gidip sayın Öcalan’la Kandil’in notlarını görüşüyorlar.

(Devlet heyetinde kimler vardı?) Bu zaman zaman değişiyordu. Kamu Güvenliği Müsteşarı uzun süre bize eşlik etmişti. Bizim tanımadığımız, bilmediğimiz bazen gözlemci olarak orada oturan insanlar da oluyordu. Kim olduğunu biz bilemiyorduk. Bilmiyorduk ama uzun süre kamu güvenliği müsteşarının da bu toplantılara eşlik ettiğini söyleyebiliriz.

İmralı’ya 33 kez gittim

Ben hiç değişmeyen, yani başından sonuna kadar heyet içerisinde olan, 33 kez İmralı adasına giden tek üyeyim. Onu özellikle belirtmek istiyorum. Yoksa diğer arkadaşlarımız bir şekilde girdiler çıktılar. Ben bir girdim, sonuna kadar o heyetin içerisinde yer aldım. Hayatıma ve şekillenmeme ayrıca etki eden bir süreç.

(Devlet notları Kandil’e götürmemizi istedi dediniz. Nasıl, yani kimin aracılığıyla iletiyorlardı bunu götürün diye?) Zaten başta öyle konuşulmuştu. Yani biz notlarımızı hazırladıktan sonra ertesi gün Kandil’e gidiyorduk. Kandil dönüşü de zaten gelip devlet heyetiyle hemen görüşme yapıyorduk. O dönem işte birkaç bakan, ismini vermeyeyim şimdi, yine devleti temsilen bir kişi, hükümeti temsilen birkaç kişi ağırlıklı olarak onlarla görüşüyorduk.

(Bu görüştüğünüz devlet ve hükümet yetkilileri meselenin çözümüne nasıl bakıyorlardı o zaman?) Herkes aslında bir çaba içerisindeydi, onu söyleyeyim. Yani başında böyle bir hava vardı. Herkes bu işin çözülmesi için bir çaba sarf ediyordu. Fakat sonlara doğru artık birçok şey yaşandı. Birçok olay yaşandı. Görüşmelerin kesilmesiyle birlikte devlet yetkilileri de zaten görüşmeleri bir bıçakla keser gibi görüşmeleri kestiler. Ama başta bir heyecan herkeste vardı onu söyleyeyim. Yani bizde de vardı. Devlet heyetinde, hükümet heyetinde herkeste farklı heyecan vardı. Çünkü bir süreç başlatılmıştı. 2 tarafın birlikte ortak karar aldığı bir süreçti. Çünkü sayın Öcalan da bu sürecin başlama, devam etmesine ve sonuçlanmasına odaklanan bir yerden bakıyordu. Fakat sonunda ne yazık ki işte süreç buzdolabına konuldu. Heba edildi. Aslında ben öyle görüyorum.

(Süreç neden başarıya ulaşmadı?) Birçok faktör var. Ben bu faktörlere tek tek girmeyeceğim. Keşke bu süreç bozulmasaydı, ben üç yıllık süreç içerisinde o çaba sarf ettiğimiz, iki gün evimizde kalmadığımız, bir ayağımızın Kandil’de, bir ayağımızın İmralı’da, bir ayağımızın devlet yetkilileriyle, hükümet yetkilileriyle görüşmelerde olduğu o üç yıllık süreç içerisinde, yine Akil İnsanlar Heyeti’nin uzun süre toplantılar yaptığı, görüşmeler yaptığı, bir sonuca ulaşması için çaba sarf ettiği o dönemi şimdi oturup düşününce, bir muhasebe yapınca, o dönem üç yıl boyunca hiçbir anne ağlamadı. Çünkü kan akmadı, çünkü silahlar sustu, çünkü insanlar ölmedi. Bu benim için gerçekten şu an hayatımın belki de yapmış olduğum en önemli işlerinden biriydi ve bu anlamda da büyük bir onur yaşıyorum. Elbette ki bu sürecin bozulması hepimizde hayal kırıklığı yarattı maalesef.

(Süreç tekrar buzdolabından çıkar mı sizce?) Şu an onun koşulları yok. Yeniden bir çözüm sürecinin başlayacağını çok zannetmiyorum. Başlasa bile geçmişteki gibi olmayacağını düşünüyorum. Farklı yollar, farklı yöntemler elbette ki içerisinde aktörler yine olacaktır. Sayın Öcalan olmadan asla olmayacağını hepimiz biliyoruz ve bu konuda hemfikiriz. Ama aynı tarz ve aynı yöntemle olacağını zannetmiyorum. Belki yeni tarz ve yöntemle bu işi yapmak, bu işi başarıya ulaştırmak, insanların artık ölmediği, öldürülmediği, yaşamı esas alan bir yerden Türkiye’de; daha insan haklarına, demokrasiye, hakka, hukuka yakınlaştıran bir yerden bir adımın atılması elbette ki önemli.”

Paylaşın

DEM Parti’nin Seçim Beyannamesi: Yerel Demokrasi İle Özgür Kentlere

Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Eş Genel Başkanları Tuncer Bakırhan ve Tülay Hatimoğulları, Ankara’da bir otelde düzenlenen toplantı ile partilerinin 31 Mart 2024 yerel seçimler beyannamesini açıkladılar.

Haber Merkezi / İlk olarak söze başlayan Tülay Hatimoğulları, “Yerel Demokrasi ile Özgür Kentlere” başlıklı sunumda, Türkiye’de ve dünyada altüst oluşların yaşandığını söyledi.

“Savaş, şiddet, açlık, yoksulluk, göç, afetler ve kapitalist medeniyetin neden olduğu birçok risk doğayı, toplumu ve kentleri tehdit etmeyi sürdürüyor” diyen Tüley Hatimoğulları, “Bu felaketlerle baş etmenin yolu, bu hâkim anlayışlara karşı yerelden başlayarak her düzeyde ortak mücadele zeminlerini çoğaltmaktan ve halklarla birlikte hayalini kurduğumuz dünyayı inşa etmekten geçiyor” dedi.

Yerel seçimlerin önemine dikkat çeken Tülay Hatimoğulları, şunları söyledi: “Yerel yönetim seçimleri, bu iktidar aklına karşı eşitlikçi ve özgürlükçü bir aklı, halka en yakın yerden, tam da mahallinden yeşertmek ve tüm ülkeye yaymak için bizlere eşsiz bir olanak sunuyor. Bizler, 2024 yerel seçimlerini; rejimin eril, sömürgeci, ayrımcı politikalarına karşı eşitlik ve özgürlük bayrağının yükseleceği, savaşa karşı barış seslerinin gürleşeceği, merkezileşmeye karşı yerel demokrasilerin güçleneceği bir eşik olarak görüyoruz.”

“Her zamankinden daha kararlı, inançlı ve umutluyuz” diyen Tuncer Bakırhan ise, şöyle konuştu: “Yerel yönetim deneyimlerimiz süresince, insanların özgürce yaşayacağı kentler ve yerel birimler yaratmak için uğraştık. Çift dilli belediyeciliği, eş başkanlık sistemini ve yerel demokrasi deneyimlerini bu ülkenin tarihine yazdık. Tüm bu kazanımları büyütmek ve halklarımızla birlikte ileriye taşımak için geliyoruz. Bizler defalarca kazandık, defalarca başardık. Yine kazanacağız, yine başaracağız. Bizim, yani halkın olanı geri almak için geliyoruz. Daha iyisini hep birlikte kurmak için geliyoruz.”

Hatimoğulları ve Bakırhan’ın sunduğu bildirge özetinde şu ifadeler yer aldı:

Yerel demokrasi ile özgür kentlere

-Bölgemizde ve dünyamızda büyük alt üst oluşların yaşandığı bir konjonktürde 2024 yerel seçimlerine gidiyoruz.
-Savaş, şiddet, açlık, yoksulluk, göç, afetler ve kapitalist medeniyetin neden olduğu birçok risk doğayı, toplumu ve kentleri tehdit etmeyi sürdürüyor.
-Bu felaketlerle baş etmenin yolu, bu hâkim anlayışlara karşı yerelden başlayarak her düzeyde ortak mücadele zeminlerini çoğaltmaktan ve halklarla birlikte hayalini kurduğumuz dünyayı inşa etmekten geçiyor.

Bunu yapabiliriz, bşarabiliriz!

-Türkiye’yi yönetenler; tüm dünyaya yayılan yeni şiddet ve savaş sarmalına sırtını yaslıyor.
-Barışı tanımıyor,
-Kürt meselesinde, içeride ve dışarıda savaş ve kaostan besleniyor,
-İstanbul Sözleşmesi’ni reddediyor,
-Emekçileri insafsızca sömüren rejimini derinleştiriyor,
-Göçmenleri ve mültecileri her türlü haktan yoksun bırakıyor,
-Gençleri geleceksizliğe itiyor,
-Yerel yönetim seçimleri, bu iktidar aklına karşı eşitlikçi ve özgürlükçü bir aklı, halka en yakın yerden, tam da mahallinden yeşertmek ve tüm ülkeye yaymak için bizlere eşsiz bir olanak sunuyor.

Bizler, 2024 yerel seçimlerini;

-Rejimin eril, sömürgeci, ayrımcı politikalarına karşı eşitlik ve özgürlük bayrağının yükseleceği,
-Savaşa karşı barış seslerinin gürleşeceği,
-Merkezileşmeye karşı yerel demokrasilerin güçleneceği bir eşik olarak görüyoruz.

Demokratik yerel yönetimler yolculuğumuz sürüyor, sürecek!

-Demokratik yerel yönetimler yürüyüşümüz büyük bir umutla, inançla ve kararlılıkla sürüyor.
-1970’lerde Hilvan, Batman, Fatsa ve Amed’de oluşturulan devrimci yerel yönetimler ile 1999’dan bugüne kadar devam eden tüm tarihsel çıkışlar eksikleri ve başarılarıyla hepimizin.
-Katledilen belediye başkanlarımız başta olmak üzere, hukuksuz bir şekilde görevlerinden alınan, tutuklanan ve sürgüne yollanan yol arkadaşlarımızın yarım kalan hayallerini gerçeğe dönüştürmek için her zamankinden daha kararlı, inançlı ve umutluyuz!

Yerel yönetimlere yeni bir ufuk kazandırdık!

-Yerel yönetim deneyimlerimiz süresince, insanların özgürce yaşayacağı kentler ve yerel birimler yaratmak için uğraştık.
-Çok dilli belediyeciliği, eş başkanlık sistemini ve yerel demokrasi deneyimlerini bu ülkenin tarihine yazdık.
-Tüm bu kazanımları büyütmek ve halklarımızla birlikte ileriye taşımak için geliyoruz!
-Bizler defalarca kazandık, defalarca başardık!
-Yine kazanacağız, yine başaracağız!
-Bizim yani halkın olanı geri almak için geliyoruz!
-Daha iyisini hep birlikte kurmak için geliyoruz!

DEM Parti yerel yönetimleri;

-Kendini toplumun bütün sorunlarına karşı sorumlu hisseder ve çözüm üretmek için inisiyatif alır.
-Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı’na ve diğer evrensel hukuk anlaşmalarına konulan çekincelerin kaldırılmasını savunur ve bunun için mücadele eder.
-Yerel ekonominin örgütlendirilmesi için çalışmalar yürütür.
-Belediyeciliği cinsiyetçi ve hiyerarşik yaklaşımlardan kurtarmayı önceler.
-Gençliği, kentlerin temel katılımcı dinamiği ve öznesi olarak kabul eder.
-Sosyal yaşam içerisinde engellilere, yaşlılara, çocuklara ve dezavantajlı duruma getirilen gruplara öncelik verir.

DEM Parti yerel yönetimleri;

-Halkların kendi kültürlerini özgürce yaşamasını temel önceliklerinden biri olarak görür.
-Çok dilli belediyeciliği savunur.
-Tüm göçmen ve mültecilerin uluslararası hukuk ile tanımlanmış haklarını kullanması önündeki engellerin kaldırılmasını savunur.
-İşçi ve emekçilerin tüm iktisadi, sosyal, siyasal haklarını savunur ve taahhüt eder.
-Tüm inançların özgürce yaşamasını, gelişmesini, örgütlenmesini ve inanç merkezlerini kurmasını savunur ve buna destek olur.

Yerel yönetim anlayışımızla neyi savunuyoruz?

-Yerel yönetimlerde siyasi, idari ve mali özerkliği,
-Tüm yurttaşların kent hakkını,
-Yerel yönetimlerde kadınların eşit katılımını sağlamayı, kadın kentleri yaratmayı,
-Her yurttaşın barınma hakkını savunur, doğayla uyumlu, depreme ve afetlere dirençli konut inşa etmenin yerel yönetimlerin temel görevlerinden biri olduğunu,
-Öğrencilere ve dezavantajlı duruma getirilen gruplara parasız, diğer yurttaşlara ise ucuz toplu ulaşım imkanları sağlamayı,
-Üniversite öğrencileri için parasız ve nitelikli yurtlarda barınma olanaklarının yaratılmasını,
-Belediye meclisleri ve il genel meclislerinin politika üreten, denetim görevi yapan ve halkın eğilimleri ile taleplerini yansıtan bir kurum olarak görev yapmasını,
-Çocuklar için anadilinde eğitim veren kreşler açmayı,
-Farklı halkların ve inançların yerel yönetimlerde temsil edilmesini ve kültürel ihtiyaçlarının karşılanmasını savunuyoruz!

DEM Parti yerel yönetimleri;

-Tek din ve mezhebe hizmet anlayışını reddeder, farklı din ve mezheplerin inanç ve ibadet özgürlüğünü kabul eder.
-İyi bir kentin ve kırsalın ancak engellilerin, yaşlıların ve çocukların ihtiyaçlarını karşılayan bir yerel yönetimle mümkün olacağını savunur, bunun için gerekli adımları atar.
-Ekolojik bir toplum hedefiyle, hayvanların doğal yaşamlarında yaşayabilmeleri için uygun koşullar yaratır.

Demokratik, ekolojik, cinsiyet özgürlükçü ve toplumcu yerel yönetim anlayışımızla DEM Parti belediyelerinde;

-Din, dil, mezhep, ırk ve cinsiyet ayrımı yapmadan tüm kent yurttaşlarına eşit hizmet vereceğiz.
-Köy, mahalle ve kent meclislerini, kent forumlarını, kadın ve gençlik meclislerini destekleyip yaygınlaştıracağız.
-Meclis toplantılarını halka açık yapacağız ve demokratik kitle örgütlerinin toplantılara katılımını sağlayacağız.

Şimdi vesayetçi yerel yönetim anlayışına karşı yerel demokrasi zamanıdır.

-Demokratik Cumhuriyetin kurucu zemini yerel demokrasidir. Yerel demokrasi, her yerelin kendi özgünlüklerini esas alarak halka rağmen değil halkla birlikte yönetmenin mimarisidir.
-Yerel demokrasi, sadece yerellerde yaşanan sorunların değil, aynı zamanda merkeziyetçilikten kaynaklanan sorunların çözümünün de anahtarıdır.
-Yerel Demokrasi İçin Kayyım Rejimine Kalıcı Olarak Son Verme Zamanı: Halkın Olanı Geri Alacağız!
-Bir daha kayyımlar yoluyla halkın iradesinin gasp edilmesine izin vermeyeceğiz. Bu hukuksuzluğu asla kabul etmeyeceğiz.

Buradayız!

-Gasp yoluyla bizden aldıklarınızı fazlasıyla geri almaya hazırız!
-Halkın olanı geri almak için geliyoruz!

Yerel demokrasi kadın ile başlar: kadın özgürlükçü belediyeciliği amasız fakatsız devam ettireceğiz!

-DEM Parti belediyelerinde, özgür ve eşit bir yaşam için kadınlar özgün ve özerk olarak örgütlenir.
-Eş Başkanlık ve Eşit Temsiliyeti Yaygınlaştırarak Büyüteceğiz!
-Kadın politikalarının etkin bir şekilde uygulanabilmesi için Kadın Politikaları Daire Başkanlıkları ile Kadın Politikaları Müdürlüklerini yeniden açacağız.
-8 Mart Dünya Kadınlar Günü ve 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Mücadele ve Dayanışma Günü çalışan kadınlar için idari izin; tüm kadınlar için ise ücretsiz ulaşım günü ilan edeceğiz.
-Kentleri Ayrımcılıktan, Eşitsizlikten ve Cinsiyetçilikten Arındıracağız!
-Erkek Şiddetine Karşı Her Alanda Etkili Bir Mücadele Yürüteceğiz!
-Kadınların toplumsal, ekonomik ve kültürel gelişimini destekleyecek “özgür kadın köyleri” ile şiddetsiz bir yaşamın olanaklarını kadınlarla birlikte inşa edeceğiz.

Gençlik yerel yönetimlerle yeni yaşamı yerinden kuracak

-Nüfusun yüzde 16’sını oluşturmasına rağmen, gençliğe yoksulluk ve açlık dayatılıyor.
-DEM Parti Belediyelerinde; Gençlik, yerel yönetimlerimizde araç haline getirilen değil, yönetime yön veren olacak.
-Öğrencilerin yaşadığı ekonomik sorunlara çözüm olmak amacıyla kentin tüm dinamikleri ile ortaklaşarak burs imkânları yaratılacak.
-Gençliğin eğitimine doğrudan katkısı olan eğitim destek evleri güncellenerek yaygınlaştırılacak.

-Başta genç kadınlar olmak üzere ihtiyaç sahibi bütün üniversite öğrencileri için üniversite yurtları, sosyal tesisler, spor okulları, ücretsiz aşevleri ve ücretsiz çamaşırhaneler kuracağız.
-Gençlerin yerel yönetimlerimizde söz, yetki, karar ve katılımını zorlaştıran engelleri kaldıracağız.
-Öğrencilerin eğitim ihtiyaçlarına göre yurtlar inşa edilecek, hiçbir öğrenci açıkta kalmayacak, her öğrenci barınma hakkından ücretsiz bir şekilde yararlanacak.
-Gençlerin en büyük sorunlarından biri olan işsizliği önlemek için kalıcı istihdam alanları yaratacağız.
-Gençliği hedef alan Bağımlılıkla Mücadele Edeceğiz.

Halkın tercih ve ihtiyaçlarını esas alan demokratik, katılımcı, ekolojik, kadın özgürlükçü bir kent planlaması mümkün!

-Merkezi hükümetin kent-rant anlayışına karşı, kırsal alanları da kapsayacak şekilde yurttaşların “yerellik hakkı”nı savunmaya devam edeceğiz.
-Kent merkezlerini ve meydanlarını her kesimden yurttaşın bir araya gelebileceği; sosyal, siyasal, sanatsal ve ekonomik faaliyetler için yararlanabileceği ortak alanlar haline getireceğiz.
-“Kent Estetiği Kurulları” oluşturacağız.
-Kır-kent dengesini kuracağız. Tarım alanlarının imara açılmasına izin vermeyeceğiz.
-Engelsiz kent, enerjisini üreten kent, kadın kenti, sakin kent, ekolojik kent gibi pilot belediyecilik uygulamaları yapacak; her başlık altındaki uygulamaları en az bir belediyemizde uygulayacağız.

-Depreme dayanıklı, sağlıklı ve ekonomik konut projelerini hayata geçireceğiz.
-Tüm belediyelerimizde afet öncesi, afet anı ve sonrasında ortaya çıkacak sorunların çözümü için Afet Daire Başkanlıkları/Müdürlükleri kuracağız.
-Afetlerin etkisini en aza indirmek için belediye bünyesinde yapılacak stratejik plan doğrultusunda Afet Bütçeleri oluşturacağız.
-Dere yatağı, fay hattı, bataklık gibi zemin açısından risk oluşturacak alanlarda yapılaşmaya izin vermeyeceğiz.
-Afetlere Karşı Dirençli Kentler Kuracak, Halkla Birlikte Afetlere Hazır Olacağız!

DEM Parti; kentsel dönüşümü rant aracı olarak gören, sosyal dokuyu ve kent hafızasını yok eden, insanları yerinden eden kentsel dönüşüm ve imar planlarına karşıdır

-Risk taşıyan yerleşim yerlerinde, halkın da onayıyla “Yerinde Sağlıklı, Güvenli Yapı Projeleri”ni hayata geçireceğiz.
-6306 Sayılı Yasa ve benzeri düzenlemelerle halkın mülksüzleştirilmesine ve kent toprağının kâr mahrecine çevrilerek sermayeye tahvil edilmesine karşı halkımızla birlikte mücadele edeceğiz.
-Sosyal konut projeleri ile herkesin ev sahibi olması için çalışacağız.
-Konut edinme maliyetlerini düşürerek toplumun tüm kesimlerinin sağlam, sağlıklı, güvenli konut sahibi olmasını kolaylaştıracak, kadınlara öncelik vereceğiz.

Kentlerimizde ekonomik ve ekolojik toplu ulaşımı yaygınlaştıracağız!

-Tüm belediyelerimizde yurttaşlarımız için ucuz, güvenli ve sağlıklı toplu taşıma olanaklarını artıracağız.
-Yayalar için sağlıklı ve ekolojik yürüme yollarını artıracak; bu yolları halkın ve dezavantajlı hale getirilen tüm grupların gündelik ihtiyaçlarına göre düzenleyeceğiz.
-Kentlerde hafif raylı sistemi yaygınlaştırarak hem trafik sorunlarını hafifleteceğiz hem de toplu taşıma ağını geliştireceğiz.
-Eko-kırım suçu niteliğindeki büyük projelere, ekosistem bütünlüğünü bozacak yatırım ve inşaat faaliyetlerine imar ruhsatı vermeyeceğiz.
-Orman, mera, yayla ve kışlakları imara koşulsuz kapatacağız.
-Kent parklarını, koruları ve bostanları koruyacağız.
-Kentlerde motorlu araç trafiğine kapalı Ekolojik Bölgeler oluşturacağız.
-Yanan ve tahrip edilen orman alanlarını yapılaşmaya açmayacağız.
-İtfaiyeler bünyesinde acil müdahale birimleri, kırsalda ise içinde gerekli malzeme ve ekipmanların olduğu “Orman Evleri”ni kuracağız.

Kentlerimizde sular özgür akacak, herkesin suya erişim hakkı olacak!

-Dereleri kirleten ve kurutan sanayi atıklarına karşı mücadele edeceğiz.
-Kuraklık Haritaları çıkaracağız.
-İklim dostu kentler yaratmak için fosil yakıt kullanımını sıfırlamak üzere harekete geçeceğiz.
-İsraf kültürünün yerine tasarruf kültürünün oluşturulması için çeşitli kampanyalar düzenleneceğiz.

DEM Parti, Hayvan Hakları Bildirgesindeki esasları kabul eder, yerel yönetim çalışmalarını bu perspektifle planlar

-Hayvan hakları savunucusu kurumlarla, meslek odaları ve hukukçularla iş birliği içerisinde olacak; her mahallede farkındalık eğitimleri düzenleyeceğiz.
-Hayvanları ölüme terk eden barınakları, hayvanat bahçelerini, yunus parklarını, deney laboratuvarlarını ve hayvan üretimi ve satışı yapan konut ve işyerlerini kapatacağız.

Katılımcı ekonomi ile yerel demokrasiyi büyüteceğiz

-Siyasal alanda olduğu gibi iktisadi alanda da demokratikleşme ve yerelleşmeyi büyüteceğiz.
-“Bütçe Haktır ve Halkındır” İlkesi ile Katılımcı, Toplumsal Cinsiyete Duyarlı ve Ekolojik Bütçe Modelleri Yaratacağız!
-Güçlü Yerel Demokrasi İçin Toplumcu Ekonomiyi Uygulayacağız!
-Özgürleştiren Sosyal Politikaları Hayata Geçireceğiz!

DEM Parti; yerel yönetimlerin ekonomi politikalarında bölgesel, sosyal, kültürel ve sınıfsal eşitsizliklere karşı mücadeleyi esas alır. En yoksullardan ve dışlanmışlardan başlamak üzere en geniş toplumsal kesimlerin desteklenmesini temel alır. Hizmetin üretilmesi ve yürütülmesinde toplum yararını gözetir

-Kentlerimizde hiçbir yurttaşımızın aç ve sokakta yatmasına izin vermeyeceğiz. Aşevleri ve eve yemek götüren birimler kuracağız. Evsizler ve sokakta yaşayanlar için yaşam evleri açacağız.
-Yoksul bırakılmış bölgelere pozitif ayırımcılık uygulayacağız.
-Yerelin kolektif yönetimini esas alan, halka dayanan ve halkın yaşamını tüm ihtiyaçlarıyla donatacak yerel yönetim ekonomisini hayata geçireceğiz.

DEM Parti; geçimlik, yerel, ekolojik tarım ve hayvancılığın yerel yönetimlerce korunması ve geliştirilmesini savunur

-Tarım Daire Başkanlıkları-Müdürlükleri kuracağız.
-“Doğduğum Yerde Doymak İstiyorum” projesini yaygınlaştıracağız.
-Aracısız pazarları, takas pazarlarını ve bunların e-pazar muadillerini yaygınlaştıracağız.
-Hiç üretim yapılmamış veya üretimin terk edildiği toprakları tarımsal üretime kazandıracağız.
-Tarımda pestisitlerin, kimyasal gübrenin ve genetiği değiştirilmiş tohumların kullanımını engelleyeceğiz. “Yerli Tohum Evleri” kuracağız.

-Küçük ve orta ölçekli tarımsal üretim için gerekli enerji ve su tüketimini ücretsiz karşılayacağız.
-Mera ve yayla yasaklarından olumsuz etkilenen yetiştiricileri ve çiftçileri destekleyerek zararlarını telafi etmeye çalışacağız.
-Tüm kent yurttaşları için doğal ve ucuz gıdaya erişimi kolaylaştıracağız!
-Gıda güvenliği için kentin sivil toplum örgütleri, kamu kurumları ve halkımız arasında koordinasyonu sağlamak üzere Sağlıklı Gıda Birimleri kuracağız.
-Gıdada kendine yetebilen kent modeline geçme çalışmalarını sürdüreceğiz.

Yoksulluk, devlet ve sermayenin ortak politikasıdır, bununla mücadele edeceğiz!

-Öz yeterlilik ilkesiyle yerel ekonomiyi güçlendirerek yoksulluğa ve işsizliğe dur diyeceğiz.
-Yoksullukla Mücadele Derneklerini yaygınlaştıracağız.
-Gıda ve Giyim Bankası uygulamalarını yaygınlaştıracağız.
-Eğitim, sağlık, ulaşım ve barınma gibi hizmetleri toplumun dezavantajlı kesimleri için ulaşılabilir hale getireceğiz.
-Emeğin Kentlerini Kent Emekçileriyle Kuracağız!

-Sendikal örgütlenme hakkını güvence altına alacağız.
-KHK’larla işlerinden atılan emekçiler için yeniden istihdam olanağı yaratacağız.
-Yerel yönetimlerde “eşit işe, eş değer ücret” ilkesini benimseyerek kadınların istihdamına öncelik vereceğiz.
-İstihdamda %50 kadın kotası uygulayacağız.
-Bütün belediye çalışanları için ücretsiz kreş hizmeti vereceğiz.
-21 Mart’ı bütün çalışanlar için, 8 Mart ve 25 Kasım’ı kadın çalışanlar için ücretli tatil olarak kabul edeceğiz ve ücretsiz ulaşım sağlayacağız.

DEM Parti olarak, ayrımcı ve hiyerarşik kentleşmeye karşı yerel demokrasi ile eşitlikçi ve özgürlükçü sosyal politikalar diyoruz. Sosyal hizmet hayırseverlik değildir, kamusal hizmettir

-Tüm belediyelerimizde engellilere, yaşlılara, çocuklara, kadınlara, yoksullara, mültecilere ve diğer dezavantajlı bırakılan gruplara öncelik verecek. Kamusal alanların ticarileşmesine ve ranta açılmasına izin vermeyeceğiz.
-Şehir dışından tedavi amaçlı kent ve ilçe merkezlerine gelenler için misafirhaneler yapacağız.
-Halk ekmek fabrika sayısını artıracağız.
-Tüm büyükşehirlerde sosyal hizmet kampüsleri kuracağız.

Paylaşın

DEM Parti’nin Diyarbakır Eş Başkan Adayları Gözaltına Alındı

31 Mart’ta yapılması planlanan yerel seçimlerde Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi’nin (DEM Parti) Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi Eş Başkan adayları Serra Bucak Küçük ve Doğan Hatun gözaltına alındı.

DEM Parti’nin adayları Serra Bucak Küçük ile Doğan Hatun, 24 Ocak’ta yapılan önseçim sonrasında aday gösterilmişti.

DEM Parti’nin Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi Eş Başkan adayı Doğan Hatun, sosyal medya hesabından il ve ilçe belediye eş başkan adayları olarak gözaltına alındıklarını duyurdu.

Hatun, “Şu an Amed Büyükşehir ve ilçe belediye eş başkanları olarak Koşuyolu köprüsünde gözaltına alınıyoruz” ifadelerini kullandı.

Doğan Hatun kimdir?

Doğan Hatun, Diyarbakır’ın Kulp ilçesinde doğdu. Maden mühendisliği eğitimi aldı. 2016-2023 yılları arasında Maden Mühendisleri Odası eş başkanlığı görevini yürüttü.

Bu süreçte, Diyarbakır’daki karayolları arazisindeki yeşil alanın yapılaşmaya açılması ile ilgili yaptığı basın açıklaması nedeniyle TCK 301 maddesi uyarınca 2 yıla kadar hapis cezası istemiyle yargılandı. Ancak, Hatun bu dava sonucunda beraat etti.

Hatun, aynı zamanda 2018-2022 yılları arasında TMMOB Diyarbakır İl Koordinasyon Kurulu (İKK) Sekreterliği yaptı.

Emek ve Demokrasi Platformu dönem sözcülüğü, Diyarbakır Kent Koruma ve Dayanışma Platformu Kurulu üyeliği gibi çeşitli sivil toplum örgütlerinde de aktif rol aldı.

Ayşe Serra Bucak kimdir?

1976 yılında Diyarbakır’da dünyaya gelen ve aslen Siverek’li olan Ayşe Serra Bucak, hayatını çocuk ve kadın hakları alanında yapılan çalışmalara adamış deneyimli bir sosyal çalışmacıdır.

İstanbul Cağaloğlu Anadolu Lisesi mezunu olan Bucak, Almanya’nın Köln Üniversitesi’nde Alman Dili ve Edebiyatı ile Pedagoji bölümlerinden mezun oldu.

Bucak, 2006-2011 yılları arasında Bağlar Belediyesi Eğitim Destek Evi koordinatörlüğü yaparak sosyal alanda ilk adımlarını attı. 2014-2016 yılları arasında Diyarbakır Büyükşehir Belediye Eş Başkan danışmanlığı ve meclis üyeliği görevlerinde bulundu.

2016-2022 yılları arasında çocuk ve kadın hakları konularında Sosyal Çalışmacı olarak aktif görev aldı. Ayrıca, ÇocukÇa Derneği ve ZimZim Kreş kurucularından biri olan Ayşe Serra Bucak, DEM Parti Diyarbakır il yönetiminde rol aldı.

Demokratik Toplum Partisi’nden (DEM Parti) büyükşehir belediye eş başkan adayı olarak seçimlere katılacak olan Bucak, Diyarbakır’da kadınların güçlenmesi ve toplumsal sorunların çözümüne yönelik çalışmalarına devam etmektedir.

Paylaşın

DEM Parti’nin Usulsüz Seçmen İtirazları ‘İki Gerekçe’ İle Reddedildi

31 Mart’ta yapılması planlanan yerel seçimlere sayılı günler kala, Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi’nin (DEM Parti) seçmen taşımaya ilişkin neredeyse tüm itirazları reddedildi.

Gazete Duvar’dan Ceren Bayar’ın haberine göre; DEM Parti’nin hazırladığı rapora göre toplam 32 yerde 54 bin 60 usulsüz seçmen kaydına itiraz edildi. Bunlardan sadece 222’si ilçe seçim kurullarında kabul edildi.

İtiraz edilen seçmenlerin tamamının güvenlik görevlisi olduğuna dikkat çeken DEM Parti yetkilileri, itirazlarının reddedilmesine ilişkin kendilerine iki gerekçe sunulduğunu açıkladı. Taşıma yapılan kişilerle ilgili bu gerekçeler, “seçimlerin huzurlu ve güvenli bir ortamda geçmesi için görevlendirilme” ve “tatbikat, operasyon faaliyetlerine takviye olarak görevlendirilme” şeklinde açıklandı.

Bir yerde görevlendirilen kişilerin o yerde oy kullanmasının yerel seçim mantığına aykırı olduğunu belirten DEM Parti yetkilileri, bu durumun hukuka aykırı olduğuna dikkat çekti.

DEM Parti’nin raporunda seçmen taşınan bazı kentlere dair şu verilere yer verildi:

Iğdır merkez: 2019 yerel seçimlerinde Iğdır Merkez Belediyesini HDP bin 514 oy farkla kazanmıştı. Iğdır Merkez’de en az 4 bin 361 şüpheli seçmen kaydı var.

Siirt merkez: 2019 yerel seçimlerinde Siirt Belediyesini HDP bin 616 oy farkla kazanmıştır. Siirt Merkez’de en az 6 bin 819 seçmen kaydı şüphelidir.

Şırnak merkez: 2019 yerel seçimlerinde AK Parti belediyeyi 8 bin 524 oy farkla kazanmıştı. Şırnak merkezden giden Şırnaklı olmayan seçmen sayısı 2 bin 429 iken merkeze gelen Şırnaklı olmayan seçmen sayısı 8 bin 710’dur. 2023 Mayıs seçimlerinde yurt dışı seçmen kütüğüne kayıtlı 840 seçmen 2024 yerel seçimlerinde oy kullanabilecek şekilde Şırnak Merkez’e kaydedilmiştir.

Hakkari Çukurca: 2019 yerel seçimlerinde AKP belediyeyi bin 94 oy farkla kazanmıştı. Yığılan kollukla toplam 13 bin 878 seçmeni olan Çukurca’nın 3 mahalleden oluşan ilçe merkezinin seçmen sayısı 8 bin 682’dir ve bunun yalnızca 2 bin 865’i Hakkarilidir.

2023 Mayıs Seçimlerinde yurt dışı seçmen kütüğüne kayıtlı bin 594 seçmen 2024 yerel seçimlerinde oy kullanabilecek şekilde Çukurca’ya kaydedilmiştir.

Hakkari Şemdinli: 2019 yerel seçimlerinde AKP belediyeyi 154 oy farkla kazanmıştı. 2023 Mayıs Seçimlerinde yurt dışı seçmen kütüğüne kayıtlı 892 seçmen 2024 yerel seçimlerinde oy kullanabilecek şekilde Şemdinli’ye kaydedilmiştir.

Kars merkez: 2019 yerel seçimlerinde HDP belediyeyi bin 238 oy farkla kazanmıştı. 6 ay içinde Kars Merkezden giden Karslı olmayan seçmen sayısı bin 534 iken merkeze gelen seçmen sayısı 3 bin 264’tür. 2023 Mayıs Seçimlerinde yurt dışı seçmen kütüğüne kayıtlı 920 seçmen 2024 yerel seçimlerinde oy kullanabilecek şekilde Kars Merkeze kaydedilmiştir.

Ağrı merkez: Ağrı Merkez’de 2 mahallede 4 ayrı adreste toplam 4 bin 425 seçmen kaydı şüphelidir. 14 Mayıs 2023 Genel Seçimleri referans alınarak hazırlanan yerel seçim taslağımıza göre Ağrı Merkezde AKP ile HDP arasındaki oy farkı 7 bin 258 HDP lehinedir ancak 2019 yerel seçimlerinde de belediyeyi 8 bin 559 farkla AKP kazanmıştı.

Geçici süreyle Ağrı’ya görevli gelen toplam en az 4 bin 425 asker ve polis, Ağrılılar yerine belediye başkanı seçecek. Burada dikkat çeken bir diğer husus ise Doğubayazıt’tan Ağrı Merkeze açıkça yığma olduğu.

Muş Malazgirt: 2019 yerel seçimlerinde AKP Malazgirt Belediyesini 3 oyla kazanmıştı ve bütün itirazlar reddedilmişti. AKP 2019’da 3 oyla kazandığı Malazgirt’te özellikle Bulanık ve köylerinden seçmen kaydırmış 6 ay önce seçmen bulunmayan adreslere toplam 569 kolluk görevlisi kaydetmiştir.”

Paylaşın

DEM Partili Bakırhan: 100 Yıldır İnkar Ettiniz De Neyi Çözdünüz?

Partisinin Antep il başkanlığının olağanüstü kongresinde konuşan DEM Parti Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan, “Birlikte yaşamak dışında şansımız var mı? Bizim gidecek başka evimiz yok, bu topraklar bizim. Bin yıllardır bu topraklarda birlikte kardeşçe yaşıyoruz, bin yıllarca yine yaşayacağız. Bu yok sayan, reddeden yönetimler bir gün gidecek. Hiçbir şey sonsuz değil, hiçbir zulüm daim değil” dedi ve ekledi:

Haber Merkezi / “Bir gün mutlaka Türkler, “Yahu Kürt kardeşlerimiz bizim dilimizi konuşmuyor, Alevi yurttaşlarımız ve gayri Müslimler bizim gibi ibadet etmiyor” diyecekler. Bir gün mutlaka Kürt ve Türk gençlerinin ölmesine yol açan bu anlayışı kesinlikle yerle bir edecekler, lanet okuyacaklar. Yeniden sesleniyorum; 2 değil, 2 değil 25-30 milyon Kürt yaşıyor burada ne yapacaksınız? 100 yıldır bastırdın, cezaevlerine attın, açlıkla imtihan ettin, dilini inkar ettin, neyi çözdün? Devletin politikası tutsaydı bu salon dolar mıydı? Dün Akdeniz’deki halk buluşmasına on binler gelir miydi? Demek ki devlet aklı bir yerde yanlış yapıyor.”

Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan, partisinin Antep il başkanlığının olağanüstü kongresinde konuştu. Bakırhan, konuşmasında şunları söyledi:

“Çok kötü bir dönemde yaşıyoruz. Dünyada açlığın ve yoksulluğun kol gezdiği, insanların geçinemediği, başta Ortadoğu olmak üzere dünyanın birçok yerinde savaşların ve çatışmaların sürdüğü çok kötü bir dönemi yaşıyoruz. Filistin’de ciddi bir katliam ve soykırım yapıldı. Filistin halkı ciddi bir baskı ve zulüm politikası ile karşı karşıya. Buradan Dilok’tan dayanışma duygularımızı gönderiyoruz. Yine Rojava’da hegemonik ve emperyalist güçler halkların kendi kaderini tayin etmesinin önünde ciddi bir engel olarak duruyorlar.

Dünyada adaletin hakim kılınması için, dünyanın hangi köşesinde olursa olsun tek bir çocuğun ve annenin yoksul yaşamaması için dünyanın ezilenleri, ötekileri olarak üzerimize ciddi bir sorumluluk düşüyor. Filistin halkıyla da Rojava ile de dayanışacağız. İran’da her gün Kürt olduğu için, insanca yaşamak istediği için idam sehpasına gönderilen Kürtler ile dayanışmak zorundayız. Yoksa dünya daha da kötücül bir yer haline gelmektedir. Zalim, hastalıklı, ırkçı, faşist kafalar dünyanın birçok yerinde iktidarlarını devam ettirmek için savaşa, ırkçılığa ve milliyetçiliğe sarıldı.

İyi bir şekilde yaşamamız gereken bu dünyayı, savaş ve çatışmalara sürüklüyorlar. Ortadoğu da bu savaş ve çatışmaların merkezini teşkil ediyor. Bizler kendi iktidarlarını düşünenlere, dünya halklarını, yoksul ve emekçileri yok sayanlara, halka savaş ve çatışma getirenlere itiraz ediyoruz. Dünya halklarını yok sayan bu sistemlere, savaş ve çatışma isteyen bu iktidarlara karşı her zaman birlikte olacağız ve direneceğiz. Adil bir dünya yaratana kadar da mücadelemizi devam ettireceğiz.

Türkiye de aslında bu hegemonik dünya güçlerinden farklı bir konumda değil. Açlığın, yoksulluğun ve işsizliğin tavan yaptığı; insanların geçinemediği için intihar ettiği, komşusu ve ailesiyle kavgalı olduğu bir ülke Libya’da, Güney Kürdistan’da, Rojava’da, Suriye’de ne geziyor sorusunu bir kez daha buradan yinelemek istiyorum. Türkiye’nin ihtiyacı olan şey başka ülkelere asker göndermek değildir; ihtiyacı olan şey kendi ülkesindeki demokrasiyi büyüterek Ortadoğu’daki bu çatışma ve savaşlara iyi bir örnek ve model olmaktır.

Savaşla, çatışmayla model olunmayacağını en iyi Antepliler biliyor. Bakın Suriye savaşına, eğer Türkiye dahil olmasaydı, bugün Suriye’de yaşayan yüz binlerce insan Antep’e göç etmeyecekti. Suriye’de barışın yanında olsaydık, Kürtler demokratik haklarını elde etsin deseydik; bugün Antep’te nüfus bu kadar yoğun olmayacaktı, Suriyeli kardeşlerimiz göç etmek zorunda kalmayacaktı. Dolayısıyla hangi partiden olursak olalım Türkiye’nin Ortadoğu’daki bu savaş ve çatışmalara hizmet eden siyasetine itiraz etmeliyiz. Sadece bizler Türkiye Rojava’yı neden bombalıyor dememeliyiz.

Saadet Partili, Yeniden Refah Partili, Cumhuriyet Halk Partili ve diğer siyasi partililer de bunu demelidir. Bizler bu savaş politikalarını izlediğimiz müddetçe, daha çok göçmen almak, daha çok mülteci almak, daha çok işsizleşmek, mutfağımızdan ve yediğimiz ekmekten daha fazla kısmak zorunda kalacağız. Çünkü bu ülkeyi yönetenler “Biz açız” dediğimizde, “Bir merminin fiyatı kaç?” diye soruyorlar. Bizler de Türkiye halkları olarak, onlara merminin fiyatını bilmediğimizi ama bu ülkenin mermi ihraç etmeye ihtiyacı olmadığını haykırmalıyız.

Bu zalim yönetimleri, bu savaş sevdalılarını durdurmak mümkündür. Eminim bir barış mücadelesiyle bu savaş politikaları boşa çıkarılacaktır. Biz HEP’ten günümüze bütün partilerimizle, sadece Türkiye’de değil dünyanın her yerinde barıştan, mazlumdan, ezilenden yana olduk. Yine Filistin halkıyla, Rojava halkıyla, İran’da yaşayan halklarla, Ukrayna halkıyla, dünyanın başka yerlerinde yok sayılan ve ezilen halklarla birlikte olacağız, onların barış ve özgürlük mücadelesini destekleyeceğiz.

“740 bin üniversiteli genç neden kaydını dondurdu?”

Saray medyasını izlediğinizde güllük gülistanlık içerisinde yaşadığınızı sanırsınız. O TV kanallarındaki yorumculara ve hükümetin temsilcilerinin yaptığı konuşmalara bakılırsa durumumuz çok iyi. Ama sizlere soruyorum; gerçekten geçinebiliyor muyuz, gerçekten özgür müyüz, gerçekten düşüncelerimizi özgürce dile getirebiliyor muyuz? Dolayısıyla Saray’ın gündemiyle, Saray’ın kalemşörlerinin gündemleriyle Antep halkının, Türkiye halklarının gündemi aynı değildir. Saray’ın gündemi ile yoksul, siyasi iradesine kayyım atanan Kürt’ün gündemi aynı değildir.

Saray’ın gündemi ile 10 bin liralık maaşıyla geçinmeye çalışan emeklinin gündemi aynı değildir. 740 bin üniversite öğrencisi, geçinemediği için, ailesi harçlığını gönderemediği için üniversite kaydını dondurdu. Saray’a göre gençler mutlu, gençler Türkiye’de çok iyi yaşıyor. Saray’a sormak lazım; 740 bin üniversiteli genç neden kaydını dondurdu, niye okulu bıraktı, niye umutsuz bir şekilde sınırları ve okyanusları geçerek başka ülkelerde umut arıyor?

Evet, Saray’la gündemimiz aynı değil, AKP-MHP iktidarıyla gündemimiz aynı değil ama bize de büyük bir sorumluluk düşüyor. Biz ezilenler, dili yok sayılanlar, gençlerin umudunu çalan bu iktidara karşı eğer dayanışamazsak, eğer ortaklaşamazsak maalesef daha da yoksullaşacağız, daha da anti demokratik uygulamalarla karşı karşıya geleceğiz. Kayyımlar sadece Kürt belediyelerine değil; mahallerimize, evlerimize, dükkanlarımıza, STK’lara ve hatta siyasi partilere bile atanabilir. Yarın herhangi bir siyasi parti onların suyundan gitmediği zaman kayyım bile atayabilirler. Çünkü bunlar kayyımcı anlayışa sahipler. Türkiye’deki bu kayyımcı anlayışa karşı mücadelemizde güçlü itirazları yükseltmemiz gerekiyor.

Türkiye’nin bugüne kadarki en büyük ekonomik krizi yaşadığı bir dönemdeyiz. Antep sanayi kentidir diyorlar, Türkiye’deki en zengin gastronomiye sahip kent olduğunu söylüyorlar. Sanayi kenti ise niye yoksulsunuz? Hani Antep sanayi kentiydi? Niye gençleriniz işsiz, iş bulamıyor? Fıstığını üreten, baklavasını yapan, kebabını yapan emekçiler acaba rahatlıkla bu gastronomi ürünlerini tüketebiliyorlar mı? Hayır. Antep marka kentidir ama AKP’nin dediği biçimde bir marka değil.

IŞİD’in kol gezdiği, örgütlendiği, bütün saldırılarının örgütlendiği bir kent haline getirildi Antep. Antep, emekçilerin ve yoksulların artık 10-20-30 liraya çalıştırıldığı bir kent haline getirildi. IŞİD’in, yoksulluğun, intiharların, göçmen düşmanlığının yapıldığı bir kent haline getirildi. Antep Belediyesi Türkiye’nin en pahalı suyunu satıyor. Hani baraj yapıldığı zaman en ucuz suyu içecekti Antepliler? Demokrasi desen yok, iş desen yok, insanlar umutsuz geçinemiyor ama onlar Antep’in marka şehir olduğunu iddia ediyorlar. Marka yoksullukla, ret ve inkarla olmaz, demokrasi ile olur.

Kürt gençlerinin burada oynayacağı bir tiyatro oyunu vardı, “Kral û travas” diye bir oyun. Bugün Kürtçe tiyatro yaptıkları için Antep’te kendilerine İl Kültür Müdürlüğü için salon verilmedi. Kürt’ün tiyatrosunu, dilini yok sayan bu anlayışa marka kent diyebilir miyiz? Demokrasi kenti diyebilir miyiz? Bunlar sadece tiyatrolarımızı yasaklamıyorlar. Japonya’da yaklaşık 15 bin civarında daha çok Mahakanlı bir Kürt topluluğu var. Kürtler, Japonya’ya anadillerinde eğitim görmek istediklerini söylediler.

Japonya Milli Eğitim Müdürü de Kürt çocuklarının anadillerinde eğitim görmesi için onlara öğretmenler buldu, öğretmenlerin maaşlarını ödedi. Burada Kürt tiyatrosuna karşı çıkanlar, Ahmedê Xanî ve Celadet Bedirxan ismine karşı çıkanlar, Japonya ile kriz yaşadılar. Neymiş, Mahakanlı çocuklar Japonya’da niye Kürtçe konuşuyormuş! Yahu bu ülke sadece kendi sınırları içerisinde yaşayan Kürt’e düşman değil; Sibirya’da, Japonya’da, dünyanın neresinde olursa olsun Kürt lal olsun dilini konuşmasın, kendi iradesini seçmesin diyor.

Gerçekten bu ülkedeki diğer halklara soruyorum; Kürtlerin kendi dilini konuşmasının bu ülkeye ne zararı var? Malazgirt’te kapıya açan, Çanakkale’de canını veren, vergi ödeyen, askerliğini yapan, bu ülkenin en zor döneminde Türkiye halklarıyla birlikte olan ve Türkiye demokrasisinin savunuculuğunu yapan Kürtlerin dilini konuşmaması Saadet Partililer, Refah Partililer, DEVA Partililer, Gelecek Partiler, CHP’liler için de büyük bir ayıp değil mi? 21’inci yüzyılda bir ülkede 20 milyonun üzerinde yaşayan bir halk dilini konuşamıyorsa bu 86 milyonun ayıbıdır.

Bu ülkede kardeş olacağız, barış içerisinde yaşayacağız, birbirimizi kucaklayacağız; dışarıdan oynananlar karşısında yek vücut olacağız ama biraz vicdanlı olacağız. Antep’i ve Türkiye’yi yönetenlere Japonya’da Kürtçe konuşan Kürt çocuklarının diline neden müdahale ettiğini sormalıyız. Kürtçe tiyatronun yasaklanmasının sebeplerini Antep İl Kültür Müdürlüğüne sormalıyız.

“Sandıkta bizimle yarışamayanlar hayali seçmen taşıyor”

Bir seçim süreciyle karşı karşıyayız. Ülkeyi yönetenlerin seçimlerde yapmadıkları hile, yalan, dolan yok. Bizimle sandıkta yenişemeyenler kayyım atadılar. Kayyımlar iki dönemdir bütün belediyelerimizi talan etti. Kayyım demek yolsuzluk demektir. Kayyımların Kürt illerinde yaptığı usulsüzlükleri eğer yol etseydik inanın buradan Japonya’ya yol olurdu. Bu kayyımcı zihniyet artık bölgede kayyımların tutmadığını görünce ne yapıyor peki? Belediye kazanacağımız 32 yerde hayali, kaçak seçmen taşıyor. Siirt ve Ağrı’ya Siirt ve Ağrılı olmayan binlerce seçmen götürüyor.

Sözde sandık, demokratik irade için kuruluyor ama Siirt’te 2 bin oyla kazandığımız yere 8 bin Siirtli olmayan seçmen taşıyorlar. Neymiş? Siirt’e bir tabur getirmişler ve o tabur seçim güvenliğini sağlayacakmış. Ya vallahi en büyük güvenlik sorunu sizsiniz! En büyük demokrasi sorunu sizsiniz! Emin olun tek bir memurunuz, amiriniz olmasa bile Kürtler sandıklarda hile yapmaz, yalan yapmaz. Hangi siyasi partiye oy çıkmışsa onu usulüyle yazar. Böyle bir dünya var mı? Şimdi biz bu seçimlere demokratik mi oldu diyeceğiz.

Bu seçimlerle halkın demokratik iradesi sonuçlara yansıyacak diyebilir miyiz? Diyemeyiz. Antep halkına bir çağrı yapmak istiyorum. Değerli Antepliler; onlar kaçak seçmen taşıyorsa, siz Kürt illerinde seçmen olan ama çeşitli sebeplerle kentinizde bulunan seçmenleri kendi olanaklarınızı kullanarak oy kullanmaları için göndereceksiniz ve seferber olacaksınız. Bir kaçak seçmene karşı iki tane helal seçmeni sandığına, kentine göndermek sizin boynunuzun borcudur.

Bize diyorlardı ki DEM Parti’nin adayları kırsaldan belirleniyor, başka yerlerden belirleniyor. Biz ne yaptık? Bugüne kadar dünyada hiçbir yerde olmayan bir sistem uyguladık. Amed, Batman, Siirt, Kars ve bütün Kürt illerinde adayları seçmeleri için halkın önüne sandıkları koyduk. Bizim adaylarımızı halk belirler ama AKP’nin adayları Saray koridorlarında belirleniyor. AKP’nin adayları tek kişi tarafından belirleniyor. Adayların halk tarafından belirlendiği dünyada eşi benzeri görülmemiş bu demokratik modeli hediye eden siz değerli halkımıza, partimize, çalışanlarımıza teşekkür ediyorum.

Partimiz sadece zulümle mücadele etmiyor; sadece adalet, kardeşlik, barış mücadelesi vermiyor, aynı zamanda merkeziyetçi, tekçi zihniyete karşı demokratik bir ders veriyor. Eş başkanlık sistemi demokratik bir derstir. Halk oylamasıyla adayları belirlemek demokratik bir derstir. Biz onlarla hem mücadele edeceğiz hem de onlara demokrasi dersi vereceğiz.

Antep’e 30 yıl önce de gelip gidiyordum. Gerçekten çok güzel bir kentti. Şimdi milyonlarca insanın yaşadığı, yeşil alanın olmadığı gri bir kent haline geldi. Ve bu gri kentle övünüyorlar. Siz Antep halkı bunu kabul etmemelisiniz. Antep’in kötü yönetildiğini en iyi siz bilirsiniz. Antepliler olarak bu talancı, bu demokrasi düşmanı, bu emekçi düşmanı yerel yönetimler anlayışını sandığa gömmelisiniz. Gücünüzü dayanışarak, işbirliği ve güç birliği yaparak ortaya koymalısınız. Tek tek kendi partimizde, kendi alanımızda mücadele ederek bu haksızlığı ve hukuksuzluğu durduramayız.

Antep halkının kent uzlaşısıyla; Kürt’ün, Arap’ın, emekçinin, yoksulun, Alevi’nin, kadının, gencin içerisinde yer aldığı bir dayanışmayla bu seçimlere girmesi gerekiyordu. Evet geç kalındı. Çünkü her siyasi partinin kendine göre kırmızı çizgisi vardı. Biz bu dönem kırmızı çizgileri ortadan kaldırdık. Sağcı, ırkçı, milliyetçi, halkları ve inançları yok sayan bu anlayışa karşı halkımıza dedik ki yerel demokrasiyi güçlendirmek için diğer siyasi partiler ve diğer kurumlarla ortaklaşarak adaylarınızı belirleyin.

Türkiye’nin birçok yerinde de partimiz kent uzlaşısı için elinden geleni ortaya koydu. Ancak maalesef muhalefetin de ortaklaşmaya, güç birliğine ne kadar kapalı olduğunu bir kez daha gördük. İtiraz edenler bir araya gelmeli, demokratik bir zeminde buluşmalı. Bu sistemi beğenmeyenler ortaklaşmalı. Türkiye’nin birçok yerinde kent uzlaşısıyla belirlediğimiz adaylarımızla birlikte seçimlere gireceğimizi belirtmek istiyorum.

Vakkas Dalkılıçların, Abdülsamet Sakıkların, Burhanettin Boluluların yoldaşları olan sizlerin mücadelesine 30 yıldır şahidim. Lütfen kendinize güvenin, umutlu olun, dik olun. Yürüttüğünüz demokrasi mücadelesinin ne kadar önemli olduğunun bilinciyle bir arada olun. Kazanırız kazanmayız demeyin. Partimizin belirlemiş olduğu adayların yanında kenetlenerek demokrasi düşmanlarına, kayyımcı zihniyete bu sandıklarda dersini verin.

Değerli siyasi parti temsilcileri, kurum temsilcileri bu çağrı da size: Kürt meselesi adil, eşitlikçi, bu ülke halklarının rıza gösterdiği ortak bir akılla çözülmediği müddetçe, bunlar ırkçılık, milliyetçilik, beka, vatan tamtamıyla her kötülüğü yapacak. En büyük kötülük nedir? Buraya gelmeden önce Antep Büyükşehir Belediyesinin yapmış olduğu en büyük karar nedir baktım. Normalde Antep mülteci ve göçmen kentidir.

Mültecilerin entegrasyonu için, yoksul ve emekçilerin daha rahat ve huzurlu nefes aldıkları bir Antep için kararlar alınması gerekirken; Anteplilerin ucuz su içmeleri, rahat ulaşım sağlamaları için karar alması gerekirken; Antep Büyükşehir Belediyesinin belediye meclisinde aldığı en fazla sayıdaki karar imardır. İmar alanlarının yeniden yapılandırılması ve imarla ilgili konularda karar çıkarmışlar. İmar demek rant ve para demektir. Bir belediye meclisindeki kararların yüzde 70-80’i imarla ilgiliyse, bilin ki burada hizmet yoktur, adalet yoktur, huzur yoktur. Bunlar ülkeyi yönetemedikleri gibi bu kenti de yönetemiyorlar.

İşte Kürt meselesi çözülmediği sürece bu rantçılar, ihaleciler, kayyımcılar çocuklarımızın geleceğini çalmaya devam edecekler. Kürt meselesi nasıl çözülür? Belki siz de soruyorsunuz. Kürt meselesi bizim Türk’ten, Arap’tan, Azeri’den, Çerkes’ten farklı olan dilimizin, kültürümüzün ve politik tercihlerimizin yaşam bulmasıdır. Kürt meselesi Kürtlerle çözülür, bu ülkenin ortak aklıyla çözülür, bu ülkedeki bütün siyasi partilerin ve toplumsal örgütlerin katıldığı bir zeminde çözülür. Kimle çözülür?

Türkiye’nin rahat nefes aldığı iki yıl vardı, 2013-2015 arası Çözüm Süreciydi. Hatırlarsınız asker cenazeleri, silahlı gençlerin cenazeleri gelmiyordu. Türkiye ekonomisinin pik yaptığı, insanların geleceğe umutla baktığı, kamplaşmanın ve kutuplaşmanın olmadığı bir 2 yıl yaşadık. Sayın Öcalan dedi ki demokratik bir cumhuriyette birlikte yaşayalım. Devlet aklı da buna ya inandı ya da işine geldiği için çözüm masası kurdu.

“100 yıldır inkar ettiniz de neyi çözdünüz?”

Şimdi birlikte yaşamak dışında şansımız var mı? Bizim gidecek başka evimiz yok, bu topraklar bizim. Bin yıllardır bu topraklarda birlikte kardeşçe yaşıyoruz, bin yıllarca yine yaşayacağız. Bu yok sayan, reddeden yönetimler bir gün gidecek. Hiçbir şey sonsuz değil, hiçbir zulüm daim değil. Bir gün mutlaka Türkler, “Yahu Kürt kardeşlerimiz bizim dilimizi konuşmuyor, Alevi yurttaşlarımız ve gayri Müslimler bizim gibi ibadet etmiyor” diyecekler.

Bir gün mutlaka Kürt ve Türk gençlerinin ölmesine yol açan bu anlayışı kesinlikle yerle bir edecekler, lanet okuyacaklar. Yeniden sesleniyorum; 2 değil, 2 değil 25-30 milyon Kürt yaşıyor burada ne yapacaksınız? 100 yıldır bastırdın, cezaevlerine attın, açlıkla imtihan ettin, dilini inkar ettin, neyi çözdün? Devletin politikası tutsaydı bu salon dolar mıydı? Dün Akdeniz’deki halk buluşmasına on binler gelir miydi? Demek ki devlet aklı bir yerde yanlış yapıyor.

Kürt meselesini çözmek istemeyenler bu ülkenin düşmanlarıdır. Kürt meselesini çözmeyenler asıl bölücülerdir. Kürt meselesini çözmeyenler, halkları karşı karşıya getiren ve düşmanlaştıran bir anlayışa sahiptirler. Cezaevlerinde açlık grevleri var. “Yahu kardeşim artık yeter. Aşımızdan ekmeğimizden bu savaşa giden paralar gitmesin. Kürt anasını görsün, dilini konuşsun, seçtiği iradesiyle kendini yönetsin” diyorlar. Niye yanaşmıyorlar, çünkü işlerine gelmiyor. Bu ülkenin geleceği için, gençler için, bu ülkedeki yoksullar emekçiler için, 86 milyon için, demokrasi için, demokratik cumhuriyet için iktidarı ve varsa devlet aklını Kürt sorununu demokratik yollarla çözmeye bir kez daha davet ediyorum.

Bir gün umarım hep birlikte Antep’te bu sorunları konuşmak yerine Türkiye’nin kalkınması ve barış içerisinde yaşaması için projelerimizi anlatırız. Umarım halklarımızı inkar eden anlayışı bu topraklara gömeriz, barışı, demokrasiyi ve özgürlükleri yeşertiriz.”

Paylaşın

DEM Partili Bakırhan’dan “Kent Uzlaşısı” Mesajı

Yerel seçimlere ilişkin değerlendirmelerde bulunan DEM Partili Tuncer Bakırhan, “Elimizden geleni yapmaya çalıştık ama maalesef hastalıklara sahip kimi siyasi akılların bir biçimiyle kentlerin ortak yönetimle yönetilmesine karşı bir direnci oldu. Buna rağmen birçok yeri zorladık. Kent uzlaşısı çerçevesinde adayların çıkması için elimizden gelen çabayı ortaya koyduk. Kimi yerlerde kent uzlaşısı da oldu” dedi ve ekledi:

Haber Merkezi / “Onlar muhtemelen önümüzdeki günlerde çalışma yürüten arkadaşlarımız tarafından kamuoyuna açıklanacak. Ama bazı yerlerde kadını, çevreyi ekolojiyi, Kürt’ü, Alevi’yi, farklıyı, ötekiyi dikkate almayan örneklerle karşılaştık. Biz sağcı, kentin dokusuna ve değerlerine aykırı bir insan için yıllarımızı vermedik. Bu kendisine muhalefetim diyen, iktidar olmak isteyen insanlara da bir mesajdır. Doğru, demokrat, kapsayıcı insanlarla buyurun kentler kendi dinamikleriyle kendilerini yönetsinler dedik. Bunu demeye de devam edeceğiz.”

Tuncer Bakırhan, açıklamasının devamında, “Dün kimi yerlerde adaylarımızı açıkladık, açıklamaya devam edeceğiz. Türkiye halklarına hayırlı olsun. Uzlaşma sağlamadığımız yerleri açıkladık. Uzlaşı olanaklarının olduğu yerlerde görüşmeler sürüyor. Umarım oralarda halkımızla ve desteğinizle birlikte kent uzlaşısını sağlayarak herkesin temsil edildiği ortak yönetimler oluşturabileceğimiz bir zemin yakalarız” ifadelerini kullandı.

Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan, Mersin’de sivil toplum kuruluşları (STK) temsilcileriyle bir araya geldi. Burada konuşan Tuncer Bakırhan, şu ifadeleri kullandı:

“Mersin’in bütün renkleri hepinizi saygıyla selamlıyorum. Katılan kurumların listesine baktım. Mersin’deki bütün renkleri, inançları temsil eden bu mozaik bizi sevindirdi. Aslında tam da DEM Parti bu salonda oturan bileşenler demektir. DEM Parti Kürt’tür, Türk’tür, emekçidir, yoksuldur, Tahtacı’dır, kadındır, ekolojistir, gençtir, emekçidir. Dolayısıyla bu salonda arkadaşlarımla birlikte olmaktan dolayı mutluluk ve gurur duyuyorum.

Eminim çok değerli eleştiri, öneri, analiz ve yorumlarınızı da alacağız. Çok stratejik konularda daha çok yereli esas alıyoruz, yereli dikkate alıyoruz. Yereli dikkate almayan, onun düşüncelerinden azade olan her yaklaşım yarım ve eksik kalmıştır. Kesinlikle böyle bir anlayışın başarıya ulaşma şansı yok. Biz devrimciler, demokratlar, Kürtler, toplumun bütün renklerini oluşturanlar konuşarak, anlaşarak, anlayarak, anlatarak yol alabiliriz. Çünkü zor bir süreçle karşı karşıyayız.

Dünya hiçbir dönem olmadığı kadar adaletsiz. Adalet adına oluşturulan kimi kurumların bir işlevi ve karşılığı yok. Olsaydı, Filistin’deki zulmü, katliamı ve işgali görürdü. Olsaydı, Rojava’da okulların, enerji ve eğitim sahalarının üzerine bombalar yağmazdı. Olsaydı, İran’da insanca yaşamak isteyen gençler, aydınlar, yazarlar her gün idam sehpasına gitmezdi. Olsaydı, dünyanın neredeyse 3’te birinin gözü başka bir sınırı geçmekte olmazdı. Dünya sistemi, hegemonik güçler maalesef daha fazla zenginleşmek, daha fazla sömürmek için çatışmalar ve savaşlarla kendi krizlerini örtmeye çalışıyorlar. Bugün dünyanın birçok yerindeki çatışmalar ve savaşlar da buna bir örnektir.

Ukrayna’dan tutalım Filistin’e, Rojava’ya kadar dünyanın başka başka coğrafyalarında savaş ve çatışmalar var. Savaşları halklar istemiyor. Eminim, halklar her gün idam edilen Kürtler için üzülüyordur. Rojava’ya düşen her bombaya Mersin’deki bu rengarenk salon eminim üzülüyordur. Biz her gün milliyetimiz, kimliğimiz, inancımız fark etmeden Filistin’de hayatını kaybeden insanların acısını yüreğimizde hissediyoruz. İnsan olmanın bir gereği de budur: Katledilenin, ezilenin, sömürülenin kim olduğuna bakmaksızın ona sahip çıkmak.

Ortadoğu’da ciddi bir kaos var, ne olacağı belirsiz. Her birimiz kaygıyla izliyoruz. Türkiye de bundan azade değil. Türkiye de bu merkezin orta yerinde duruyor. Bizi düşündüren, kaygılandıran bir durum söz konusudur. Türkiye demokratik olsaydı, ülkede yeterince özgürlük olsaydı, Ortadoğu’da çok iyi bir örnek olabilirdi. HEP’ten bugüne geleneğinden geldiğimiz bütün siyasi partiler aynı şeyi söylüyor. Ortadoğu’daki bu karanlığa, çölleşmeye, çürümeye karşı aslında burası bir model olabilirdi.

Tam da bunun mücadelesini veriyoruz. 40 yıldır demokrasi olsun, özgürlük olsun diye çalışıyoruz. Kürt ile Türk’ün bir sorunu olmadığını, Alevi ile Sünni’nin bir sorunu olmadığını, bunu yaratanın sistemin kendisi olduğunu anlatmaya çalışıyoruz. Başka bir kurtuluşumuz yok. Kürt’ü, Alevi’yi, Tahtacı’yı kapsamayan, emekçinin geçimini düşünmeyen hiçbir sistemin, hiçbir düşüncenin başarıya ulaşma şansı yok.

Dünyayı saran kaos ve kriz dalgası Türkiye’de de fazlasıyla kendisini hissettiriyor. Paranın pul olduğu, insanların geçinemediği, yılda 740 bin öğrencinin üniversiteyi bıraktığı ya da kaydını dondurduğu bir ülkeden bahsediyoruz. Yani bir zamanlar insanlar üniversiteye gitmek için gecesini gündüzüne katarken, şimdi üniversitede okuma hakkı kazanan 740 bin öğrenci kaydını dondurup okumaktan vazgeçiyor. Türkiye’de asgari ücretle insanlar geçinemiyor. Türkiye’de emekliler zaten açlık sınırının altında bir yaşamla mücadele ediyorlar. Bir kartopu olduk. En yoksulun, en emekçinin cebinde bile 2-3 tane banka kartı bulunuyor.

Birinden çektiği parayı, diğerinin asgarisine yatırıyor. Oradan çekiyor, diğerine yatırıyor. Bunu hepimiz görüyoruz. Görünmeyen bir tablo yok ama önlemi alınmayan bir tablo var. Çünkü o emekçiye giden paranın başkalarının cebine inmesi gerekiyor. Başkalarının daha da zenginleşmesi gerekiyor. Dolayısıyla birileri zenginleşirken Türkiye’deki emekçiler, emekliler, çalışanlar, işsizler gittikçe yoksullaşıyor. İnsanlar açlık sınırı altında bir yaşam sürdürmek zorunda kalıyorlar. Evet, biz buna itiraz ediyoruz. Burada bulunan değerli kurum temsilcileri de aynı şeyi düşünüyor. Biz izlersek, itiraz etmezsek, bir araya gelemezsek, işte yaşayacağımız Türkiye aşağı yukarı budur.

Hukukun olmadığı, AYM kararlarının bile tanınmadığı, seçilmiş milletvekillerinin -ki daha önce eş genel başkanlarımız ve belediye eş başkanlarımız dahil olmak üzere biz de maruz kaldık- cezaevine yollandığı, her an herkesin evine, işine kayyımın atandığı bir rejimle karşı karşıyayız. Her gün insanlar intihar ediyor. Bunu neye bağlayacağız? Bir cinnet toplumu haline geldik. Halklar hiçbir dönem olmadığı kadar karşı karşıya geldi. Niye? Devletin ırkçı, milliyetçi, yok sayan siyasetinden dolayı.

Şimdi Akdeniz’de, Mersin’de size soruyorum: Allah aşkına, yüzyıllardır beraber yaşıyoruz ama diyebilir misiniz Kürtler ya da Araplar gerçekten birbiriyle ciddi bir sorun yaşıyor? Hayır! Sorunu yaşatmak isteyen sistemin kendisidir. Çünkü onlara kan ve can veren milliyetçiliktir, ırkçılıktır. MHP milliyetçilik, ırkçılık yapmazsa neyin siyasetini yapacak? MHP emekçiden yana bir siyaset yapabilir mi? Demokrasi, özgürlük dersen en yabancısı olan bir siyasi partidir. Dolayısıyla bu milliyetçi ve ırkçı politikaları hep birlikte Mersin’den ve Türkiye’nin dört bir yanından defetmemiz gerekiyor. Aksi halde çocuklarımız bundan etkilenecek.

Türkiye ekonomik olarak zaten kötü yönetiliyor ama demokratik olarak, hukuk olarak da kötü yönetiliyor. Ciddi bir çürüme var. Daha önce çocuklarımız sigarayı bile rahat içemezken, şimdi mahallelerimizde ve sokaklarımızda uyuşturucu kol geziyor. Kürt’ün, Alevi’nin, emekçinin hak aradığı her yeri izleyen, bir tweet atanı köşe bucak arayıp bulan bu sistem Akdeniz’de, Siirt’te, Batman’da kimin uyuşturucu sattığını bilmiyor mu? Biliyor ama çürütüyor. Çünkü kendi çocukları güvenli limanlardadır.

Kendi çocukları, insanlarımızın yaşadığı sokaklarda yaşamıyor. Onların ne yaşadıkları bu ülkeyi yönetenlerin çok umurunda değil ama bizim umurumuzda olmalı. Çünkü biz ezilenler adına, emekçiler adına mücadele yürüttüğümüzü söyleyen kurumlarız, siyasi partileriz. Biz bir araya gelemezsek, biz işbirlikleri ve ittifaklar oluşturamazsak; bu zalim ve faşizan, bu yok sayan sistemi nasıl gerileteceğiz? Buyurun size bu soruyu soruyorum. Eminim bu sorunun cevabını söz aldığınızda siz cevaplarsınız. Hep birlikte ortak bir akıl ortaya çıkarırız.

“Meselelerin üzerinin örtüldüğü bir Türkiye’de hiçbirimiz mutlu olmuyoruz”

2 yılda 4 siyasi parti ismi değiştiren bir siyasi partinin eş genel başkanı olarak konuşuyorum. Dün bir büyükelçi gelmişti. Biz 2 yılda 4 kez siyasi parti ismi değiştirdik dediğimizde şaşırdı. Neredeyse 40 yıldır her iki yılda bir siyasi partimiz kapanmış, ismi değişmiş. Diyebilir miyiz bu ülkede siyasi partiler özgürce siyaset yapıyor? Aslında hepimiz tabloyu görüyoruz ama bu tablo karşısında ne yapacağımız konusunda farklılıklarımız var. Her birimiz kendi partisiyle, kendi programıyla, kendi kırmızı çizgileriyle hareket ettiği müddetçe emin olun bu sistem güçlenecek, büyüyecek ve gün gelecek belki bu salonlarda toplantılar da yapamayacağız.

Ama biz Kürt niye anadilini konuşmuyor, Tahtacılar niye özgür ve eşit yaşamıyor, Alevilerin cemevleri neden ibadethane statüsüne kavuşmuyor, uyuşturucuya ve çeteleşmeye hayır, bu yolsuzluk düzenine hayır demediğimiz sürece maalesef sadece buralarda konuşmak durumundayız. İtiraz ediyoruz, itiraz etmeye devam ediyoruz. Cezaevlerinde bir açlık grevi var işte tüm bu zulüm karşısında. Tecrit politikası kaldırılsın diyor insanlar. Ne kötülüğünü gördük iki yıllık Çözüm Sürecinin? Daha huzurlu değil miydik, daha mutlu değil miydik? Türkiye meselelerini daha açık ve şeffaf konuşmuyor muyduk? Dolayısıyla meselelerin üzerinin örtüldüğü, yok sayıldığı, inkar edildiği bir Türkiye’de hiçbirimiz mutlu olmuyoruz.

Allah aşkına niye biz anadilimizi konuşmayalım, kime ne zararı var? “Hun bixêr hatin hun çawa nin” demenin bu ülkeyi böldüğünü kim bize açıklayabilir? “Ehlen ve sehlen” dediğimizde hangi ülke bölünmüş? Dolayısıyla birbirimize ihtiyacımız var. Mesele seçim değil seçim sonuçları değil, çıkardığımız vekil sayısı, aldığımız belediye sayısı değil. Mesele bu ülkenin geleceğidir, çocuklarımızın geleceğidir. Mersin olarak itirazımızı ortaya koyalım, taleplerimizi ortaya koyalım. Dayanışalım, birbirimizi eleştirelim, birbirimizi besleyelim. Başka çıkar yolumuz yok. İstanbul da İzmir de böyle olsun. Bizi kandıran ve oyalayan birbirinden farklı siyasi anlayışların bu ülkeye kattığı bir şey yok.

Can Atalay’ı cezaevine gönderen ana muhalefet partisinin dokunulmazlığın kaldırılmasına dönük verdiği destektir. Selahattin Demirtaş’ı, Gültan Kışanak’ı, milletvekillerimizi, belediye başkanlarını oraya gönderen bizzat “Anayasa’ya aykırı ama evet diyeceğiz” diyenlerdir. Bu olmasaydı, Can Hatay halkıyla olacaktı. Vekillerimiz bugün sizinle olacaktı. Dolayısıyla uyarıcı da olmamız lazım. Siyasi partileri demokratik bir zemine çekmek gibi sizin büyük bir görev ve sorumluluğunuz var.

Son yapılan milletvekili seçimlerinden sonra Mersin ve Adana’da da toplantılar yaptık. Orada katılımcılar, Adana dikkate alınsaydı bu sonuçlar olmazdı, Mersin’in yerel özgünlükleri dikkate alınsaydı Akdeniz böyle olmazdı dedi. Aslında Kürtlerin de Türkiye’de yaşayanların da ortak düşüncesini dile getirmişti. Biz de düşündük taşındık ve dedik ki sistem karşıtı olduğunu söyleyen, demokratik olduğunu söyleyen, merkeziyetçiliğe karşı ademi merkeziyetçi bir yapıyı savunan bir partinin adaylarını merkez belirlememeli. Sandık koyduk, belki eksiklikler ortaya çıktı.

“Demokrasiyi söz olarak dile getirmeyeceğiz”

Ancak eşi benzeri olmayan bir sistem uyguladık. Dünyanın birçok yerindeki deneyimleri izledik. Bazı partiler sadece kendi üyeleriyle adaylarını belirliyor, bazı partiler seçilmiş delegelerle adaylarını belirliyor. Biz kentin tüm dinamiklerini kattık. Kent dinamiklerinin tamamıyla birlikte halkımız sandıklarda kendi adaylarını çıkardı. İki yılda 4 isim değiştiren bir siyasi parti, bütün deneyimli yöneticileri cezaevinde olan bir siyasi parti olarak Türkiye’ye demokrasi dersi veriyoruz. Kimseyi kandırmak için, siyaset yapmak için bunu yapmıyoruz. Hatay halkının yuhaladığı bir aday, yerel dikkate alınsaydı merkez tarafından belirlenir miydi? Ya da rantçlıkla anılan kimi siyasetçiler, yerel dikkate alınsaydı belirlenir miydi?

İşte biz sizlerle birlikte, adalet nöbetinde ziyaret ettiğimiz Barış Anneleriyle birlikte demokrasiyi sadece söz olarak dile getirmeyeceğiz, pratik sahada da uygulayacağız. Hatta yeri geldiği zaman sizin kararınızla birlikte seçimi beklemeden geri çekme hakkımızı da kullanacağız. İlkelerimize, politikalarımıza, halklarımızın ortak değerlerine hizmet etmeyen birine 5 yıl mecbur mu kalacağız? Buradaki bu akıl, bu vicdanlı toplum, Kürt’ün ve Alevi’nin başarısını hisseden bu toplum aynı zamanda geri çekme hakkına da sahip olmalıdır.

Son seçimden sonra yaptığımız toplantılardan bizler büyük dersler çıkardık. Birlikte başarmamak için hiçbir sebep yok. Eskiden devrimciler “Devrimin objektif subjektif koşulları oluşmuştur” derdi. Belki devrimin objektif subjektif koşulları yoktur ama kesinlikle demokrasinin ve ortak değerlerimizin kazanmasının objektif subjektif koşulları oluşmuştur. Demokrasi yok, hukuk yok, özgürlük yok; işsizlik var, yoksulluk var, açlık var, kadın katliamı var. Çevre hiçbir dönem olmadığı kadar AKP’li müteahhitlere peşkeş çekilmiş. Objektif koşullar nedir? Sadece bunun önünde tek bir engel var: Bir olamıyoruz, güç birliği yapamıyoruz, ortak olamıyoruz.

Ortak adayımız, ortak yönetimimiz diyemiyoruz. Birlikte yönetme konusunda hala eksiklerimiz var. Bunları giderebilirsek başarırız. Parlamento bu salondaki kadar nitelikli değil, buradaki kadar toplumun renklerini yansıtmıyor. O zaman oraları değil buraları merkezlere koymak lazım. Önümüzdeki dönemlerde yine sizlerle bir araya geleceğiz. Çünkü zor bir süreçten geçiyoruz ve her konuda danışacağız. Ama lütfen siz de bizleri rahat bırakmayın. Yazın çizin, öneri sunun. Bu ülkenin kötü gidişatına isyan edenler, çocuklarımız için yaşanılır bir ülke isteyenler bizi rahatsız etsin.

Birlikte aşacağız. Emin olun hiçbir dönem olmadığı kadar, Türkiye’de demokrat, devrimci ilerici, sol sosyalist parti ve gruplarla işbirliğine elimizi açtık. Eğer bir şey olmuyorsa ya da eksik oluyorsa, tamamına ermiyorsa DEM Parti ile ilgili bir durum yok. DEM Parti demokrasi mücadelesi veriyor. Demokrasiye, halkımıza ve barışımıza hizmet edecek, emekçilerin rahat bir nefes almasını sağlayacak her şeyi yaparız. Her konuda konuşup tartışırız ama bu konuda her şeyi yapma hakkını kendimizde görüyoruz. Çünkü bunlar hepimizin ortak değerleridir. Elimizden geleni yapmaya çalıştık ama maalesef hastalıklara sahip kimi siyasi akılların bir biçimiyle kentlerin ortak yönetimle yönetilmesine karşı bir direnci oldu.

Buna rağmen birçok yeri zorladık. Kent uzlaşısı çerçevesinde adayların çıkması için elimizden gelen çabayı ortaya koyduk. Kimi yerlerde kent uzlaşısı da oldu. Onlar muhtemelen önümüzdeki günlerde çalışma yürüten arkadaşlarımız tarafından kamuoyuna açıklanacak. Ama bazı yerlerde kadını, çevreyi ekolojiyi, Kürt’ü, Alevi’yi, farklıyı, ötekiyi dikkate almayan örneklerle karşılaştık. Biz sağcı, kentin dokusuna ve değerlerine aykırı bir insan için yıllarımızı vermedik. Bu kendisine muhalefetim diyen, iktidar olmak isteyen insanlara da bir mesajdır. Doğru, demokrat, kapsayıcı insanlarla buyurun kentler kendi dinamikleriyle kendilerini yönetsinler dedik. Bunu demeye de devam edeceğiz.

Dün kimi yerlerde adaylarımızı açıkladık, açıklamaya devam edeceğiz. Türkiye halklarına hayırlı olsun. Uzlaşma sağlamadığımız yerleri açıkladık. Uzlaşı olanaklarının olduğu yerlerde görüşmeler sürüyor. Umarım oralarda halkımızla ve desteğinizle birlikte kent uzlaşısını sağlayarak herkesin temsil edildiği ortak yönetimler oluşturabileceğimiz bir zemin yakalarız.

“Her şeye rağmen bizi yenemediler”

Sistem bizi rahat bırakmıyor. Her şeye rağmen bizi yenemediler, şimdi kaçak seçmenlerle irademizi gasp etmeye çalışıyorlar. 32 yerleşim yerinde -ki bunların tamamı Kürt coğrafyası- ciddi bir taşıma yapmışlar. İktidarın zaten her şeyi kaçak, her şeyi illegal. Başkalarını illegal diye suçluyorlar ama bu kadar illegalize olmuş, bu kadar illegal yol ve yöntemler kullanan başka bir siyasi parti tanımadık. Bunlar gerçekten şaşırtıcı düzeyde oyunlar oynuyorlar. Siirt’te 1500 oyla yerel yönetimleri kazanmıştık, 7 bin kaçak seçmen getirmişler. Bolu’dan bir tugayı getirip seçmen yapmışlar. Sadece seçim günü 7 bin kişi gelip oy kullanacak ve aynı saatte gidecek.

Ne Siirt’in büryanını yiyecek ne ayranını içecek ne koçer halkımıza bir merhaba diyecek. Tek kelime Kürtçe bilmiyor ama orada Kürtlerin ve Arapların iradesini gasp edecek, hileyle belediyeyi kazanacak. Böyle bir vicdan, böyle bir adalet olabilir mi? Uludere’de oy kullanan seçmen sayısı 2800, oradan tek bir oy alamıyorlar. Ne yapmışlar? 3200 yani ilçenin seçmeninden fazla kolluk kuvveti kaydırmışlar. AKP-MHP iktidarı orada seçim güvenliği sağlıyormuş. Uludere 2800 seçmen var, 3200 seçmen kaydırarak nasıl bir güvenlik sağlıyorsun? Her seçmene 1,5 kolluk kuvveti göndermiş. Hangi siyasi partinin ağzından bunu duydunuz? Kaçak seçmen var. Hırsızlık ve yolsuzluk yetmiyor, seçmeni de artık kaçak yapıyorlar. Dolayısıyla tüm bunlara rağmen direneceğiz.

Eyvallah etmeyeceğiz. Eyvallah eden bir gelenekten gelmiyoruz. Her birimiz birçok şeyi görerek buralara geldik. Onlar kaçak seçmen taşıyorlar, itirazlarımız reddedildi. Suç duyurusunda bulunacağız. Ancak biz burada bir şey yapabiliriz. Mersin iyi bir örnek bu konuda. Onlar Siirt’e 7 bin seçmen mi taşıdı, biz Mersinli devrimci demokratlar olarak Akkuyu’da çalışan 1500-2000 Siirtli’yi olanaklarımızla Siirt’e taşıyabiliriz. Size adres de veriyorum. Akkuyu’da 2 bine yakın Siirtli seçmen yaşıyor. Sizden destek istiyoruz. Dayanışalım. Kapıları tek tek çalın; Batman’da, Siirt’te, Kars’ta, Dersim’de seçmen olup gidemeyen insanların gitmesine katkı sunun. Bu toplantımızın en önemli konularından birisi budur.

Emin olun bütün bunlara rağmen moralimiz yerinde, direniyoruz. Anahtar rolümüzü koruyoruz. Yılmadık, pes etmedik, mücadelemizi daha güçlü bir şekilde devam ettiriyoruz. 31 Mart’tan sonra da alacağımız bütün belediyelerde Mersin’deki bu renkliliğe hizmet etmeyen hiçbir anlayışı barındırmayacağız ki bizden dahi olsa. Belediyeleri halkın, halkların, inançların evi yapacağız. O eve girdiğiniz zaman hangi dili, inancı taşıdığınızın bir önemi yok, insansınız. O kentin dinamiğisiniz. O yerel yönetimler de bu ilkeler esasında size davranmak, hizmet vermek zorundadır. Partim adına ve heyet adına hepinize teşekkür ediyorum.”

Paylaşın

DEM Partili Meral Danış Beştaş: Bekle Bizi İstanbul

DEM Parti’nin seçimlerde İstanbul eşbaşkan adayı Meral Danış Beştaş, “Kadınların iradesiyle, gençliğin coşkusuyla, halklarımızın gücüyle büyüyeceğiz. Haydi hep birlikte halayla, horonla, zeybekle kucaklaşmaya. Başlıyoruz, bekle bizi İstanbul!” dedi.

Haber Merkezi / Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi’nin (DEM Parti) İstanbul Büyükşehir Belediyesi Eşbaşkan adayı Meral Danış Beştaş, adaylığının açıklanmasından sonra ilk sosyal medya paylaşımını yaptı.

Türkçe ve Kürtçe olarak yaptığı paylaşımda Meral Danış Beştaş, “Bekle bizi İstanbul” dedi.

“İstanbul Serhat’tır, İstanbul Çukurova’dır, İstanbul Trakya’dır, İstanbul Botan’dır, İstanbul Amed’dir, İstanbul Karadeniz’dir, İstanbul Ege’dir, İstanbul Anadolu’dur… Merhaba İstanbul.

İstanbul’u eşitliğin, hoşgörünün, barışın merkezi yapacağız. Cami’lerimizle, Cemevleri’mizle, Kilise ve Sinagog’larımızla zenginleşeceğiz.

Kadınların iradesiyle, gençliğin coşkusuyla, halklarımızın gücüyle büyüyeceğiz. Haydi hep birlikte halayla, horonla, zeybekle kucaklaşmaya. Başlıyoruz, bekle bizi İstanbul!”

Meral Danış Beştaş kimdir?

5 Nisan 1967 yılında Mardin Mazıdağı’nda dünyaya gelen Meral Danış Beştaş, İnsan Hakları Derneği’nde üç dönem yöneticilik yaptı.

Diyarbakır Barosu Yönetim Kurulunda iki dönem yöneticilik ve baro başkan vekilliği görevini yürüten Meral Danış Beştaş, Diyarbakır Barosunun Kadın Hakları Danışma ve Uygulama Merkezinde başkanlık yaptı.

1999 yılında Almanya/Weimar İnsan Hakları Ödülü’nü alan Meral Danış Beştaş,, birçok ulusal ve uluslararası platformda kadın hakları, insan hakları, adil yargılanma hakkı, geçmişle yüzleşme ve hakikatlerin ortaya çıkarılması konularında tebliğler sundu.

Meral Danış Beştaş, 25 ve 26. Dönemlerde Adana, 27. Dönemde Siirt Milletvekili seçildi. Halkların Demokratik Partisi Eş Genel Başkan Yardımcılığı ve HDP Hukuk ve İnsan Hakları Komisyonu Başkanlığı görevlerini yürüttü.

TBMM’de kurulan Anayasa Uzlaşma Komisyonu Üyeliği görevini ifa eten Meral Danış Beştaş, Anayasa Komisyonu ve İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu Üyesi ve Çocuk Hakları Alt Komisyonu Kâtip Üyesi olarak görev yaptı. HDP Grup Başkan Vekilliği görevini yürüttü.

Meral Danış Beştaş, Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Grup Başkan Vekilidir.

Paylaşın