Yerel seçimlere ilişkin konuşan DEM Parti Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan, “2019 yılında seçim sonucunu belirleyen ‘Kaybettir-Kazan’ formülünü ‘Kazan-Kazan’ formülü ile tekrar güncelliyoruz. Biz 3. Yol siyasetimizle 2024 yılı seçimlerine de damga vurmaya hazırız” dedi ve ekledi:
“Önümüzdeki seçimler bizim için Demokratik Yerel Yönetimler anlayışımızı Türkiye’nin her tarafına yayma seçimidir. Demokratik Yerel Yönetimler anlayışımızla, örneğin artık deprem olduğunda Beştepe’den talimat gelmesini beklemeyecek, kendi yaralarımıza ilk müdahaleyi kendimiz yapacağız.”
Tuncer Bakırhan, konuşmasının devamında, “Önümüzdeki seçimler sadece belediye kazanma seçimi değildir. Kendimize, dilimize, kültürümüze, kaynaklarımıza sahip çıkma seçimidir. Önümüzdeki seçimlerde biz kazanınca, herkes kazanacak, Türkiye halkları kazanacaktır. Fabrikalarda, işyerlerinde, üniversitelerde, sokaklarda, köylerde, bütün yaşam alanlarında eşitlik, barış, özgürlük, adalet mücadelemizi büyütecek ve mutlaka kazanacağız” ifadelerini kullandı.
Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Eş Genel Başkanları Tülay Hatimoğulları ve Tuncer Bakırhan, Meclis Genel Kurulu’nda görüşmeleri başlayan 2024 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanun Teklifi görüşmelerinde konuştu.
Ortadoğu yanı sıra dünya genelinde yaşanan dengelere işaret eden Bakırhan, bu nedenle dünya halklarının savaş, ekonomik kriz, göç ve gözyaşı yaşadığını ifade etti. Bakırhan, “Bugün yaşananlar, adı konmamış bir 3. Dünya Savaşıdır. Sistem içi çekişmelerin bir doyuma ulaştığı, bölgesel ve yerel düzeyde tarihin hızlandığı, enerji koridorları üzerinden yeniden dizayn etme çabaları söz konusuyken Kürt sorunu da büyümeye, dengeleri değiştirmeye devam etmektedir. Evet, her ne kadar Kürt Sorunu yok sayılsa da temelde yok sayılan Kürtlerin varlığıdır.
Varlığı, dili, temel hakları yok sayılan, yurttaşlığına şerh konulan Kürtler varlar ve her yerdeler. Sorunun özü de işte bu inkâr ve yok saymadır! Bu sorunun önümüzdeki süreçte nereye evirileceği, nasıl şekilleneceği, büyük oranda Türkiye’nin politik tercihlerine bağlıdır. Bundan sonra tercih demokrasi mi yoksa şiddet mi? Bunlar; sağduyu mu hamaset mi? Müzakere mi yoksa çatışma mı olacak? Bilindik yolları seçip gözyaşı ve şiddeti sürdürmek yerine cesaretle az gidilen patikalar tercih edilecek mi hep beraber göreceğiz” diye kaydetti.
Kürt kelimesinin “terör” kelimesi ile eşitlenmeye çalışıldığını, Meclis’te konuşan vekillere sürekli “Anayasa 3’üncü Madde” hatırlatması yapıldığına dikkat çeken Bakırhan, “Bu akıl, bunu iyi düşünmelidir. Biz samimiyetle, tüm birikimimizle bu sorunun çözümüne odaklanmış bulunuyoruz. Çünkü bu ülkede geleceğe, ekonomiye, sosyal refaha, demokrasiye dair ne söylenirse söylensin son kertede bütün problemlerin kaynağında Kürt meselesinin çözülmemiş oluşu yatıyor. Bu, bir iddia değildir. Gören gözler, duyan kulaklar için tarihten süzülmüş rafine bir gerçektir” diye konuştu.
Mezopotamya Ajansı’nın aktardığına göre, Tuncer Bakırhan, sözlerini şöyle sürdürdü: “Siz de biliyorsunuz; geçen birinci yüzyılda 42 başbakan, 12 Cumhurbaşkanı ve sayısız bakan, inkâr ve yok sayma dışında tek bir şey yapmadı, çözüme yanaşmadı ve kaybeden Türkiye halkları oldu. Tarih de gösterdi ki: Kürt sorununu çözemeyen kendisi çözülür. Bir siyaset malzemesi ve kullanışlı bir iç düşman olarak görülen, her ekonomik ve siyasi krizde düşman ilan edilen, her ekonomik krizde Kürtleri inkâr etmek bir işe yaramıyor. Bu artık görülmelidir, bu artık anlaşılmalıdır.
2024 Merkezi Bütçesi 11 trilyon civarıyken, bu yoksulluk ve kriz koşullarında bunun yüzde 10’unun savaşa ayrılmış olması nasıl açıklanabilir? Verdiğimiz her 100 lira verginin 10 lirası bu halka şiddet ve baskı olarak dönüyor. Bu nasıl izah edilebilir, hangi vicdan bunu kabul edebilir? Barışın maliyeti yoktur ama savaş, şiddet, çatışma maliyetlidir. Bakın size bir örnekle bunu açıklayayım: 2022 yılında Rusya ile Ukrayna arasında bir savaş patlak verdi. Türkiye bu savaşta ne bir cepheye sahipti ne de koruması gereken bir sınırı vardı.
Buna rağmen bu savaştan Türkiye’nin zararı 8 milyar dolar oldu. O halde sormak gerekiyor: 40 yıldır, doğrudan yürütülen ve her bakımdan kayba neden olan bir çatışmanın ekonomik olarak yarattığı yıkımın maliyeti nedir? Kürtçe’de bir söz vardır… Tencereye ne koyarsan onu yersin. Bugün halkın boş tencerelerine ‘merminin fiyatını biliyor musun?’ denilerek çirkin gerekçeler üretenlerin verdiği zarar bundan ibaret değil, maalesef bu yoksul halkın pişirdiği dert, yediği ise kandır, acıdır. Unutmayın ki, savaş eken, zarar-ziyan biçer.
Kürt sorunu çözülmedikçe Türkiye halklarının barışçıl ve huzurlu bir geleceğinin olmayacağı nettir. 21. yüzyılda Kürt sorunu ve bu sorunun çözümünün güncel adına dönüşen Sayın Öcalan üzerindeki tecrit, tüm yakıcılığıyla gündemdedir. Mutlak tecridin kalkması için hukuki ve meşru taleplerle cezaevlerindeki binlerce tutsak şu anda açlık grevindedir. Biz bir kez daha herkesi aklı selime davet ediyoruz.
Demokratik çözüm ve darbe mekaniği arasında sıkışan anlayışı, demokratik çözümde uzlaşmaya çağırıyoruz. Yüzyıl önce bu kürsülerden ‘Kürt yoktur’, ‘Türk olmayanların görevi hizmetkârlıktır’ diyorlardı. Kürt halkı ‘Êdî Bese! Em li virin’ diyerek bu aşamayı geçti. Korku ve tehdit girdabını çoktan aştı! Bugün artık Kürt sorununu bütçeye koyduğunuz 12 cezaevi yapımıyla çözemezsiniz, parti adımıza kafayı takarak bizi durduramazsınız.
Kürt sorununda çözümsüzlük politikalarınız sürdükçe, emrinizdeki yargıyla yürüttüğünüz Kobanî ve HDP kapatma davası gibi kumpaslar ayağınıza dolanır. Kentlerin yıkımında askere verdiğiniz dokunulmazlık, döner dolaşır darbe girişimi olarak sizi bulur. Yargıtay da bir ceza dairesi de darbe mekaniğini canlı tutmaya heveslenir. Sizin dilinizde haklar suç, barış hakaret, adaletse cezaevi demek oldukça, hiçbir soruna çözüm üretemezsiniz. Ama bilin ki, bu ülkede toprak bile ölümden, zulümden, adaletsizlikten yoruldu. Bu sebeple gelin artık Kürt sorunundan, kutuplaşmadan ve düşmanlaştıran siyasetten nemalananlara bu fırsatı vermeyelim, demokratik çözümün kapılarını aralayalım.
21. yüzyılda Kürt sorunu artık bir tanınma sorunu değil, statü sorunudur. Cumhuriyetin ikinci yüzyılına giriyoruz. Kürt sorunundaki çözümsüzlükten dolayı aynen 90’larda olduğu gibi çürümüş, yozlaşmış ve suçtan ibaret hale gelmiş bu düzende ısrar edenler, etrafımızı saran ve yaklaşan ‘muazzam fırtınayı’ görmelidir. Bugün artık Kürt sorununu Türkiye’nin iç dinamikleriyle çözmemiz gereken bir süreçteyiz. Treni kaçırmayalım! İnanın bu sorunun çözümü başka yerlerde değildir. Kürt sorunu Ankara’da çözülür, Diyarbakır’da çözülür, yeter ki samimiyetle güçlü bir irade ortaya koyalım! Bu bir ‘tarihe geçme’ veya ‘tarih olma’ seçimidir! Gelin yeni bir dille Kürt sorununun demokratik çözümünü sağlayarak ikinci yüzyılda demokratik bir cumhuriyet inşa edelim.
Başta Alevi toplumu olmak üzere, Hıristiyan, Süryani, Asuri Êzidî, Yahudi inançlarına yönelik ayrımcı uygulamalara da cumhuriyetin kurulduğu günden beri karşı durduk, mücadele ettik. Aynı şekilde Demokratik bir İslam’ı da her zaman savunduk. ‘Zulme karşı direnmeyen benim ümmetimden değildir’ sözünden ve Medine Sözleşmesinden hareketle, özellikle Müslüman coğrafyada iktidarların halka karşı uyguladıkları zulüm ve baskılara dikkat çekerek, hak mücadelesini yükselterek; Firavun ve Nemrutların varlığına karşı İbrahimi duruşla ses olmaya çalıştık. Alevi toplumu, Cumhuriyetin ilk yıllarından bu yana sistematik ayrımcılığa maruz kalıyor. AKP-MHP ittifakı da Alevi inancını inkar etmeye devam ediyor.
Doğaya açılan savaş yaşama açılan savaştır. Bu açıdan yeni yaşam iddiası ekolojik bakış açısından ayrılamaz ve çok iyi biliyoruz ki ekolojik bir bakış açısında istikrarın sağlanması demokratikleşmeyle mümkündür. Ama ‘istikrar’ kelimesini tekrarlayıp duran AKP’nin en istikrarlı olduğu konulardan biri ekolojik yıkımdır. Bu iktidar döneminde ekosistemde yer alan ne varsa, denizler, göller, nehirler, dağlar, ovalar, tarım alanları, ormanlar, sulak alanlar hepsi birer enkaza dönüştürüldü. Son yirmi yılda 3 milyon hektar tarım alanı yok edildi. Bu alan öyle bir ilçe, bir köy kadar bir il kadar değildir. Belçika’nın yüzölçümü kadardır. Bu alanları yok ettiğiniz için bugün buğdayı, eti, temel gıda maddelerini ithal etmek zorunda kalıyoruz.
Derdiniz toprak gördüğünüz yere beton dikmektir. Beton dikerek rant sağlamaktır. Size soruyoruz: kaç çimento, kaç beton bir dirhem toprağın ve bereketinin yerine geçebilir? Ne ekmeğe ne özgürlüğe çözüm olan bu bütçe hayata geçerse yetersiz beslenen insan sayımız 15 milyondan, 80 milyona çıkacak. Yaşayabilmek için artık öğün sayımızı azaltmak yetmeyecek, ekmeğe muhtaç bir hale geleceğiz. Bu düzen böyle gitmez. Bizler havamıza, suyumuza, aşımıza sahip çıkmaya devam edeceğiz. Nerede sebzeyi çöpten toplayan bir yoksul, nerede en basit sosyal etkinliğe dahi katılamayan bir genç, nerede ay sonunu getiremeyen bir emekli varsa, derdini bu parlamentoda dillendirdik, dillendirmeye devam edeceğiz.
Bu ülkenin temel sorunu, kurulduğu günden beri merkezi toplumu dışlayan rejimdir. Bir ülkede küçük bir azınlık bolluk, bereket içinde yaşıyor; nüfusun yüzde 99’u sefalet ve yoksulluk içinde yaşıyorsa orada rejim ve sistem sorunu vardır. 2015 yılında Çözüm Süreci’nin iktidar tarafından bitirilmesi ve 2018 yılında OHAL koşulları altında geçilen Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi, bu ülkeye ölüm ve açlıktan başka bir şey getirmemiştir.
Buzdolabına konan çözüm süreci, OHAL’e dayanan yeni sistem, Türkiye halklarını büyük bir çöküşle karşı karşıya bırakmıştır. Sürekli kriz üreten bu sistemin her şeyi merkeze bağlayan anlayışı, felaketin postacısıdır. Tüm kaynakları merkezden dağıtan anlayış artık dünyada iflas etmiştir. Siirt’in, Tekirdağ’ın, Antalya’nın sorunlarını Saray’dan kaynak gitmesine bağlamak çağ dışılıktır. İlçe milli eğitim müdürünü de, Bakanları da tek bir kişinin ataması bu sistemdeki merkezileşmenin trajedisidir.
Bu ülkede merkezileşmenin panzehiri, adem-i merkeziyetçiliktir. ‘Milli Kurtuluş’ diye menkıbe yazanlar 1920-1923 yılları arasına bakarsa 1921 Anayasasındaki özerklik gerçekliğini görür. Rejimler halkı kendine uydurmaz, halkın gerçekliğine uygun şekilde yapılır. Hiçbir rejim ve sistem kutsal değildir. İster milli mücadele dediğiniz döneme bakın; isterseniz de daha önceki dönemlere bakın, her ikisinde de bu ülkeyi kurtaran gerçeklik, yerel demokrasidir.
Cumhuriyetin ikinci yüzyılında artık toplumu sisteme değil, sistemi topluma uyumlu hale getiren bir anlayışa ihtiyaç vardır. Bunun adı Demokratik Cumhuriyettir. Demokratik Cumhuriyet çağrısı aynı zamanda tarihsel Türk-Kürt ilişkilerinin demokratik temelde yeniden inşa edilmesidir. Toplumsal hakikatle savaş içinde olan ve sürekli kriz üreten merkeziyetçiliğe karşı önümüzdeki seçim sadece belediye seçimi değildir. Aynı zamanda yerel demokrasi talebini dillendirmektedir. Bu kapsamda, yerel seçimler merkeziyetçi devlete karşı toplumun demokrasi çağrısı olacaktır.
Evet, önümüzde bir yerel seçim var. Bizler, kayyımlarla iradesi en fazla gasp edilen, en eşitsiz şartlarda seçimlere katılan, haksızlık ve hukuksuzluklarla en fazla mücadele eden parti olarak bu seçimlere de hazırız! Belediyelerimize kayyım atanırken, ‘şuraya buraya para aktarıldı’ yalanına sarılanları, bölgede tabela partisi haline getirmekte kararlıyız. Herkes biliyor, biz kaynakları halk için kullandık, kayyımlar ise ceplerini doldurmak için. Kayyım rejimi, belediyelerimizden başlayıp tüm Türkiye’ye yayıldı.
Biz de önümüzdeki seçimde belediyelerimizden başlayarak tüm Türkiye’de kayyım rejimini ortadan kaldıracağız. Kayyım irade gaspıdır. Kayyım talandır, yolsuzluktur, usulsüzlüktür. Belediyeleri halktan ayıran ve Batı Şeria’da olduğu gibi yükselen utanç duvarları demektir. Atadığınız kayyımların bulaşmadığı suç kalmadı. Kayyıma kayyım atamak zorunda kaldınız. Tarihe geçtiniz. Bir kez daha diyelim. Kayyım Kürt’e atanmış sömürge valisidir. Kürt halkı kayyımlarınızı istemiyor. Demokratik kamuoyu kayyımlarınızı istemiyor.
Türkiye halkları, biz sadece kayyımları göndermeyeceğiz. Muş’ta, Şırnak’ta, Ağrı’da, Bingöl’de ve daha birçok bölge belediyesinde hizmetsizlik, yolsuzluk ve ranta bulaşmış belediyeleri de alacağız ve bu belediyeleri halkın evi haline getireceğiz. Türkiye’nin batısında ‘Kent Uzlaşısı’ stratejimizle halkımızı belediye yönetimlerine taşıyacağız. Yol yapmayan, su ihtiyacını dahi gideremeyen, yolsuzluktan geçilmeyen yönetimleri değiştirerek demokratik yerel yönetimler anlayışımızla herkesi buluşturacağız. Bizimle belediyeleri yönetecek olanlar; müteahhitler, sermaye yanlıları, parti bürokratları değil; ilde, ilçede üreten, emek veren, orada yaşayan, sokağını dert eden halktır, halklarımız olacaktır.
2019 yılında seçim sonucunu belirleyen ‘Kaybettir-Kazan’ formülünü ‘Kazan-Kazan’ formülü ile tekrar güncelliyoruz. Biz 3. Yol siyasetimizle 2024 yılı seçimlerine de damga vurmaya hazırız. Önümüzdeki seçimler bizim için Demokratik Yerel Yönetimler anlayışımızı Türkiye’nin her tarafına yayma seçimidir. Demokratik Yerel Yönetimler anlayışımızla, örneğin artık deprem olduğunda Beştepe’den talimat gelmesini beklemeyecek, kendi yaralarımıza ilk müdahaleyi kendimiz yapacağız.
Önümüzdeki seçimler sadece belediye kazanma seçimi değildir. Kendimize, dilimize, kültürümüze, kaynaklarımıza sahip çıkma seçimidir. Önümüzdeki seçimlerde biz kazanınca, herkes kazanacak, Türkiye halkları kazanacaktır. Fabrikalarda, işyerlerinde, üniversitelerde, sokaklarda, köylerde, bütün yaşam alanlarında eşitlik, barış, özgürlük, adalet mücadelemizi büyütecek ve mutlaka kazanacağız.”
“Kürt sorunun çözümü konusunda adım atılmalıdır”
Bütçenin komisyonda görüşüldüğünü ve partilerinin verdiğin tüm önergelerin AKP-MHP oyları ile reddedildiğini belirten DEM Parti Eş Genel Başkanı Tülay Hatimoğulları ise, “Bütçe sadece rakam değil, siyasi tercihtir. Ne yazık ki AKP iktidara geldiği günden bugüne uyguladığı neoliberal politikalarla tercihlerini halktan emekçiden yana değil de sermaye ve yandaşlardan yana yaptı.
Bütün yurttaşların eşit hakkı olması gereken Beytül-Mal’ı parça parça yandaşlarına, aile çevrelerine, fonculara ve sermayeye peşkeş çekiyorlar. Onlar zevküsefa ve şatafat içinde saraylarda, konaklarda yaşarken yurttaşlarımız değerli yurttaşlarımız ne yazık ki ekmek alamıyor evlerine. İşte 2024 bütçesi tam da budur Cumhuriyetin ikinci yüzyılında bu bütçe olarak bu şekilde tarihe geçecek” dedi.
Neoliberal ekonomik anlayışın tüm dünyayı krize soktuğunu ve çoklu krizlerin giderek büyüdüğü ve sorun yumağı haline geldiğini belirten Hatimoğulları, “Çin ekonomisiyle birlikte emperyalist güçlerin rekabeti daha da kızıştı şimdi artan savaşların nedeni budur. Tek kuşak projesine karşı G20 ülkeleri Yeni Dehli’de yaptıkları toplantıda Hindistan-Ortadoğu- Avrupa ekonomik koridorunu oluşturdular.
Emperyalist güçler dünyayı parça parça yeniden paylaşmaya çalışırken işçinin emekçinin kitlelerin ve milyarlarca insanın payına açlık ve yoksulluk düşüyor. Yine emperyalist güçler bu ekonomik dağılımı krizi yönetebilmek için dünyada sağcı ırkçı popülist erkek yönetimlerin hakim olduğunu görüyoruz bu bir tesadüf değildir” diye konuştu.
Hatimoğulları, sözlerini şöyle sürdürdü: “Buradaki yurttaş diyor ki ‘açım ben, yoksulum ben, barınamıyorum ben’, onlar diyor ki ‘sen teröristsin, sesini çıkaramazsın, aç uyuyacaksın ama ses edemeyeceksin’ Sendikacı diyor ki grev hakkımı kullanmak istiyorum, ‘otur yerine’ diyor, ‘sen teröristsin, grev hakkını da kullanamazsın’ Bu faşizan sürecin dünya ölçeğinde nasıl ilerlediğine baktığımızda Rusya- Ukrayna savaşı, Afrika’daki savaşlar ve çatışmalar, Dağlık Karabağ, Yemen, Suriye ve Irak. Tüm bunlar, bunun sonucu. Ne yazık ki değerli yurttaşlarımız, İsrail’in Gazze’ye yönelik yürüttüğü operasyon ve savaş da bunun ürünüdür. Şu an Gazze’de çok çok büyük bir vahşet yaşanıyor.”
Kuzey ve Doğu Suriye’ye yönelik saldırılara işaret eden Hatimoğulları, “Yıllardır iktidarın emriyle bombalanıyor oralar. Sivil insanlar katlediliyor, sivil insanların yaşam alanları, hastaneleri, okulları, içtikleri su şebekeleri her yer paramparça ediliyor. İHA ve SİHA’larla suikastler düzenleniyor. Biz bunu kabul etmedik, etmeyeceğiz. Rojava’da Kürt halkı Arpa haklarıyla birlikte IŞİD gibi dünyanın başına bela olmuş bir örgüte geri adım attırmayı başarmıştır. Onurlu bir mücadele yürütmüşlerdir. AKP iktidarı ve ortağı ile birlikte İsrail’in zalimliğini anlatarak kendi zulmünü anlatarak örteceğini zannediyor ama yanılıyor” diye kaydetti.
Hatimoğulları, sözlerini şu ifadelerle sürdürdü: “Bakın Kürt sorunu çözülsün dedik. Toplum bölünür ülke bölünür dediniz. Tam tersi ülke daha çok güçlenir. Kürt sorunu çözülseydi neler olabileceğin çok konuştuk. Şunun altını kalın kalın çiziyoruz. Filistin sorunu da Kürt sorunu da statü eşitlik sorunudur. Bu konuda bu parlamentoya çağrımızı yineliyoruz.
Gelin bu sorunun çözümü konusunda hep birlikte kanallar açalım, masalar kuralım, diyalog oluşturalım. Kürt sorunu barışçıl ve demokratik yöntemlerle çözülmelidir. İmralı tecridi kalkmalıdır. Şimdi de biliyorsunuz tecridin kalkması için cezaevlerinde devam açlık grevleri var. Açlık grevleri daha ağır bir tabloya dönüşmeden, Kürt sorunun çözümü konusunda adım atılmalı, tecrit ortadan kaldırılmalıdır. Türkiye Kürt sorunu çözebilen bir ülke pozisyonuna gelirse bütün Ortadoğu’ya Afrika’ya örnek olabilecek barış hareketinin de başını çekebilir.
Gelin bu sorunların çözümü konusunda kanallar açalım masalar kuralım diyalog kuralım. Kürt sorunu demokratik ve barışçıl yöntemlerle çözülmelidir. İmralı tecridi kalkmalı ve şimdi tecridin kalkması için cezaevlerinde devam eden açlık grevleri var. Açlık grevleri ağır bir tabloya dönüşmeden Kürt sorunun çözümü konusunda adım atılmalıdır. Tecrit ortadan kaldırılmalıdır.
Türkiye, Kürt sorununu çözebilen bir pozisyona gelirse bütün Ortadoğu’ya Avrupa’ya örnek olacak barış hareketinin başını çekebilir. Hani diyor ya Filistin sorununun çözümünde garantör olabiliriz o zaman bu garantörlük teklifiniz halklar nezdinde de ülkeler nezdinde de bir karşılık bulur. Kürt sorunu çözülürse savaşa ve mermiye ayrılan kaynakların yerine aç insanların karnı daha fazla doyar. Bu ne zordur ne de hayaldir. Yeter ki bu konuda hep birlikte niyet edelim.
Bakın sadece seçim sonrası şekere 11 kez çaya 4 kez zam yapıldı. Demsiz su şekersiz çay katıksız ekmek iktidarın bu ülkeye layık gördüğü sefalettir. Türkiye’de işsizlik ve baskılardan dolayı tarihin en büyük göçü yaşanıyor. Asgari ücret yoksulluğun 4 kat aşağısındadır. Toplumun yüzde 70’i geçinemiyor. AKP genel başkanı dedi ki; ücrete tek bir defa zam yaparız. Ama sanıyorum ki ne AKP sıralarında oturanlar ne de AKP Genel Başkanı bu gerçekleri bilmiyor.
Gıdadaki, kiradaki, yol ücretlerindeki artışa ayda 3 defa zam geliyor ama beyefendiler ‘yılda bir defa asgari ücrete bir iyileştirme yaparsak insanları kandırırız’ diye düşünüyorlar. Aç olan insan, sizin sözünüze kanmaz. Kanmıyorsa bu durumu değiştirebiliriz. Ekonomi ve siyaset birbirinden ayrılamaz, bunun için radikal ve güçlü değişimlere ihtiyacımız var. Demokratik ekonomi programımızla, enflasyon, işsizlik, gelir dağılımı, adaletsizlik, yoksulluk, barınma sorunu üzerine çok detaylı çalışma yürüttük parti olarak. Acil önlemler kapsamındaki önerilerimizi burada sizlerle paylaşıyorum.
Vergi sistemini değiştireceğiz, azdan az çoktan çok vergi almaya yönelik sistemi oturtacağız. Bunu yapabiliriz. Türkiye tarihinde iktidarların hortumlamaları çoktur. Devasa hırsızlıklar ve şatafat düzenine son verirsek bunu başarabiliriz. İktidar Türkiye’yi uyuşturucu, kadın, insan, organ ticareti, mafya sisteminin adeta üssü haline getirdi. Hem kara parayı burada aklıyorlar hem de İstanbul gibi yerlerde korunaklı villalar tutmuşlar.
Söz veriyoruz değerli halkımız bu düzen ortadan kalkacak ve kayıtsız bir kuruş bile bu ülkeye giremeyecek. AKP’nin bitirdiği tarımı yeniden canlandıracağız. Sudan’a gidip tarla kiralamışlar. Biz Sudan’a gidip orada tarla kiralamayacağız, Çukurova’nın bereketli toprakları var. Ege’nin, Urfa’nın bereketli toprakları var. Anadolu ve Mezopotamya’nın verimli topraklarında pekala şimdi nasıl iktidar bizi ithalatçı pozisyona getirdiyse biz yeniden ihracatçı pozisyona geçebiliriz.
Bu bütçede kadının adı yok! Çünkü bu iktidarın gücü yetse kadın ismini sözlükten silecek. Bunu istiyorlar. Bu çürümüş egemen düzende her gün kadınlar katlediliyor, her gün kadınlar yoğun şiddete maruz kalıyorlar. İşsizlik türlerinin en yüksek olduğu kategori yüzde 30’larda geniş tanımlı kadın işsizliğidir. Mecliste kadın temsil oranı ki onu da bizim partimiz yükseltiyor yüzde 20 oranındadır ve oldukça düşük. Yerel yönetimlerde sırf kadın özgürlükçü, eşitlikçi, demokratik yerel yönetim modellerini, eşbaşkanlık ve eşit temsiliyet modelini hayata geçirdik diye onlarca kadın eş başkanımız gözaltına alınıp tutuklandı. Kayyım atanan belediyelere gelen kayyımların ilk icraatları da kadın kurumlarını kapatma oldu.
2023 küresel cinsiyet eşitsizliği endeksinde Türkiye en dibe doğru başlığıyla 146 ülke içerisinde 129’uncu sırada. Ve kalkıp şu kürsülerde övünüyorlar ‘biz kadınların önünü açtık’ diye. Bu tabloya baktığımızda kadınların önü siyasette, sosyal yaşamda, kamusal alanda nasıl kapattığınızı siz de çok iyi göreceksiniz. Merkezi bütçede kadın sorunlarının çözümü ve her türlü şiddetin engellenmesi için özgün bir bütçe ayrılmadı.
Toplumsal cinsiyete dayalı bir bütçeyi talep ettiğimizde ne söylüyorlar biliyor musunuz? Erkekler kıs kıs bıyık altında gülüyorlar. Oysa biz bunu talep ediyoruz ve söz veriyoruz sevgili kadınlar bizler kadın bakanlığı kuracağız ve diğer bakanlıklar gibi bütçesi, özgün bir şekilde görüşülecek. Bu bizim şiddetle mücadele etmemize, bu bizim toplumsal değişim ve dönüşüme katkı sunmamıza hizmet edecek. Kadın istihdamını güçlendireceğiz, güçlendirmeliyiz.
Sevgili kadınlar kız kardeşlerim. Yine bu iktidar bizleri başörtümüz ve eteğimizin boyu üzerinden birbirimize düşürmek ve ayırmak istiyor. Başarı kapalı ya da açık eteği uzun ya da kısa hangi inançtan olursak olalım ortak bir paydamız var kadın haklarını savunuyoruz, özgürlük ve eşitlik istiyoruz. Buradan çağrımız bütün kadınlaradır. Bizi bölmek isteyen erkek egemen sisteme karşı gelin hep birlikte kadın dayanışmasını ve mücadelesini güçlendirelim ve örgütlenelim.
Aldığımız belediyelere yeniden kayyım atanmasını engellemek üzere değerli halkımız ve kitlelerimizle beraber halkımızın evi olan belediyeleri sarıp sarmalayacağız. Zannetmeyin ki elinizi kolunuzu sallayarak aynı şeyi yapabileceksiniz. Biz sadece kayyımları göndermekle kalmayacağız, partimizin seçmeninin bulunduğu her yerde Türkiye’nin dört bir yanında Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi’ne gönül veren, oy veren tüm yurttaşlarımız müsterih olsun. Bizler kendi yerel yönetim anlayışımızın, o yerel yönetimlerde temsil edilmesini sağlayacak sistemi Türkiye’nin dört bir yanında kuracağımızın sözünü buradan bir kez daha veriyoruz.
İşçi kardeşlerim, emekçiler, yoksullar, başı açık kapalı bütün, kadınlar, gençler, doğa ve insan hakları savunucuları, Kürt halkı, Aleviler, bütün halklar ve inançlar gelin hep birlikte bu ceberrut rejime karşı güçlü bir sahneyi hep birlikte alalım. Yolumuz meşakkatli farkındayız. Çünkü bütün kolluk kuvvetlerini medyayı önümüze diziyorlar. Çünkü AKP zaten bu düzeni sağlamak için ilk başa geldiği zaman medyayı nasıl ele geçirdiğini de biliyoruz.
Askeri vesayet rejiminden kurtulacağım diye başlattığı operasyonlara askere ve farklı alanlara nasıl Sarayın vesayetini dayattığını biliyoruz. İşte böyle böyle bir sistem kurdukları için yolumuzun meşakkatli ve zor olduğunun farkındayız. Bizler bize dayatılan bu insanlık dışı hayatı kabullenmemeliyiz. Demokratik bir yaşamı inşa etmek, ortak davamızdır. Bu davayı güçlü bir şekilde sahiplenmeliyiz. Cumhuriyetin ikinci yüzyılının bütçesi ne yazık ki bundan uzak. Bizler demokratik cumhuriyeti inşa edecek, demokratik cumhuriyete yakışır bir şekilde demokratik ekonomi programımız hayata geçireceğiz.
Daha büyük bir cesarete daha büyük umuda ve sistematik bir mücadeleye ihtiyacımız var. Hepimiz bunun farkındayız. Değerli halkımız çok olan biziz. Yeter ki bu ölü toprağı üzerimizden atalım. İnancımız bilincimiz cesaretimizi birleştirerek kesinlikle başarabiliriz. Başaracağımıza olan inancımız sonsuz. Başarıya olan inancımızla adalete eşitliğe özgürlüğe olan inancımızla bunun için bedel ödeyen bir parti olarak bütün ödediğimiz bedellere rağmen asla geri adım atmayacak savunduğumuz değerleri savunmaya devam edecek ve böylesi bir düzeni kurana dek mücadelemiz devam edecek.”