DEM Parti: Yargı, Ülkenin En Temel Sorunlarından Biri

Ekrem İmamoğlu’nun tutuklanmasına ilişkin konuşan DEM Parti Parti Sözcüsü Ayşegül Doğan, “Türkiye’de hiçbir zaman böyle bir yargı sistemi olmadı. Talimatlı ve bağımlı yargı bu ülkenin en temel sorunlarından biri hale geldi” dedi.

Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Sözcüsü Ayşegül Doğan, partisinin genel merkezinde güncel gelişmelere dair açıklama yaptı. Ekrem İmamoğlu’nun önce gözaltına alınması ile başlayan ve tutuklanmasıyla devam eden protestolarla ilgili konuşan Doğan, “Türkiye’nin enerjisi ve potansiyeli bugün Newroz alanlarından Saraçhane’ye kadar ortak bir talepte buluşmuş durumda. Bugün de, dün olduğu gibi daha büyük bir kararlılıkla bu irade gaspının karşısında duracağız.” dedi.

Partinin genel merkezinde konuşan Ayşegül Doğan, ülkede sıcak gelişmelerin yaşandığına işaret ederek, “Bu nedenle sokaklardayız, alanlardayız, meydanlardayız. Birçok nedenle itirazlarımızı ortaklaştırıyoruz. Taleplerimizi eşitlik, özgürlük ve adalet için yükseltmeye devam ediyoruz. MYK toplantımız, Newroz kutlamalarının değerlendirmeleri ile başladı. Temel başlıklarımızdan biri buydu. 11 Mart’ta startını verdiğimiz Newroz kutlamaları yarın da bazı yerlerde sürecek. Esasında, dün itibarıyla tamamlamış olduk da diyebiliriz. Çok görkemli kutlamalarla dün son buldu Newroz haftası” diye kaydetti.

“Küçük hesaplar yapılmamalı”

Ayşegül Doğan, şöyle devam etti: “Böyle tarihsel fırsatlara az rastlanır. Bu yüzden en başından beri herkesin ciddiyetle yaklaşması gerektiğini söyledik. Titizlikle, itinayla ve çelik gibi bir iradeyle, kararlılıkla durarak açık bir şekilde mesajımızı ortaya koyduk. Aynı zamanda bugüne kadar olduğu gibi uyarılarımızı da yaptık. ‘Kimse bu süreci sulandırmamalı, kimse gayriciddi yaklaşmamalı’ dedik. Bu tarihsel fırsat, tüm Türkiye’yi kucaklayabilecek ve kapsayabilecek bir potansiyele sahip. Üstelik bu potansiyelin Türkiye’de var olduğunu söyledik.

Bu yüzden hep uyardık, yine uyarıyoruz: Kimse küçük hesaplar yapmamalı, küçük iktidar oyunlarıyla uğraşmamalı. Türkiye’nin enerjisi ve potansiyeli bugün Newroz alanlarından Saraçhane’ye kadar ortak bir talepte buluşmuş durumda. Newroz alanlarından Saraçhane’ye ortaklaşan özgürlük, demokrasi ve eşitlik talebi, Türkiye için gerçek bir demokrasi talebidir. Bu talep iyi duyulmalı, gölgelenmemeli. Kumpaslarla, oyunlarla ya da sabotajlarla boşa çıkarılmamalı. Boşa çıkarmak isteyenler de halkların ortaya koyduğu bu güçlü irade karşısında sonunda yenilirler.

Kışkırtılmak istenen hiç kimseye fayda sağlamaz. Kutuplaştırma, kışkırtma ya da birtakım karşılaştırmalar yaparak insanları karşı karşıya getirme çabaları beyhudedir. ‘Eşitsizlik, adaletsizlik ve haksızlık kartopu gibi büyür’ dedik. Haklı çıktık, keşke haklı çıkmasaydık. Bugün dünyanın en büyük şehirlerinden biri olan İstanbul göz hapsinde, tutuklu. Milyonlarca İstanbullunun seçtiği belediye başkanı tutuklandı. İstanbul’a kayyım tecrübesi yaşatılmak istendiği gibi tüm bu yolların taşlarının nasıl döşendiğini, ortak mücadeleye ihtiyacımız olduğunu çokça anlatmaya çalıştık.

Hakkari’ye kayyım atandığında ‘İstanbul’a atanmış varsaymalıyız’ dedik. Kime olursa olsun halk iradesinin gaspının hep karşısında olduk. Bugün de, dün olduğu gibi daha büyük bir kararlılıkla bu irade gaspının karşısında duracağız. Türkiye’de hiçbir zaman böyle bir yargı sistemi olmadı. Talimatlı ve bağımlı yargı bu ülkenin en temel sorunlarından biri hale geldi.”

Paylaşın

Kayyım Atanan Belediye Sayısı 13’e Yükseldi

31 Mart 2024 tarihinde yapılan yerel seçimlerden bu yana, 10’u DEM Partili (Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi), 3’ü ise CHP’li (Cumhuriyet Halk Partisi) belediye olmak üzere, 13 belediyeye kayyım atandı.

İçişleri Bakanlığı, dün İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) Başkanı Ekrem İmamoğlu ve Beylikdüzü Belediye Başkanı Mehmet Murat Çalık’ı görevden uzaklaştırdı. Ayrıca Şişli Belediyesi’ne kayyım atadı.

Bakanlığın son kararıyla birlikte 31 Mart 2024 tarihinde yapılan yerel seçimlerden bu yana kayyım atanan belediye sayısı 13’e çıktı. Bakanlık, 3 Haziran’da Hakkari Belediyesi’ne kayyım atadı. Kayyım kararıyla birlikte tutuklanan Belediye Eşbaşkanı Sıddık Akış, 5 Haziran’da 19 yıl 6 ay cezaya çarptırıldı.

“Kent Uzlaşısı” modeliyle seçilen CHP’li Esenyurt Belediye Başkanı Ahmet Özer, 30 Ekim 2024’te “örgüt üyesi olmak” iddiasıyla gözaltına alındı ve tutuklandı. Özer’in yerine 31 Ekim’de İstanbul Vali Yardımcısı Can Aksoy kayyım olarak atandı. 4 Kasım’da DEM Parti yönetimindeki Mardin Büyükşehir, Batman ve Urfa’nın Halfeti belediyelerine kayyım atandı.

22 Kasım’da DEM Partili Dersim Belediyesi ile CHP’li Ovacık Belediyesi’ne kayyım atandı. 20 Kasım’da Dersim Belediye Eşbaşkanı Cevdet Konak ile CHP’li Ovacık Belediye Başkanı Mustafa Sarıgül’e 6 yıl 3’er ay hapis cezası verilmesi kayyıma gerekçe yapıldı.

29 Kasım’da Van’ın Bahçesaray Belediye Eşbaşkanı Ayvaz Hazır görevden alınarak, yerine kayyım atandı. Hazır’ın görevden alınmasına, 2015’te belediyenin basın biriminde çalışırken izlediği bir basın açıklaması nedeniyle verilen 3 yıl 11 ay ceza ile hakkında “örgüt propagandası yapmak” iddiasıyla yürütülen soruşturma gerekçe gösterildi.

DEM Parti yönetimindeki Mersin Akdeniz Belediye Eşbaşkanları Nuriye Arslan ve Hoşyar Sarıyıldız, 10 Ocak’ta gözaltına alındıktan sonra tutuklandı. Akdeniz Belediyesi’ne 14 Ocak’ta kayyım atandı.

Gazetecilik yaptığı dönemde hakkında “örgüt üyesi olmak” iddiasıyla dava açılan Siirt Belediye Eşbaşkanı Sofya Alağaş, 28 Ocak’ta 6 yıl 3 ay hapis cezasına çarptırıldı. İçişleri Bakanlığı, 29 Ocak’ta Sofya Alağaş’ı görevden alarak, yerine valiyi atadı.

Van Büyükşehir Belediyesi Eşbaşkanı Abdullah Zeydan, “örgüte yardım etmek” iddiasıyla yeniden yargılandığı davanın 11 Şubat’ta görülen duruşmasında 3 yıl 9 ay hapis cezasına çarptırıldı. 15 Şubat’ta belediyeye kayyım atandı.

DEM Partili Kars’ın Kağızman Belediyesi’ne 24 Şubat’ta kayyım atandı. Belediye Eşbaşkanı Mehmet Alkan, 20 Şubat’ta yargılandığı davada “örgüt üyeliği” iddiasıyla 6 yıl 3 ay hapis cezası aldı. Söz konusu ceza gerekçe gösterilerek Alkan görevden alındı. Bakanlık, dün de CHP’li Şişli Belediyesi’ne kayyım atandığını duyurdu.

Kayyım atamalarının yanı sıra bugüne kadar birçok belediyede ise, görevden uzaklaştırılan belediye başkanlarının yerine başkanvekilleri görevlendirildi. “Suç örgütüne üye olma”, “ihaleye fesat karıştırma” ve “haksız mal edinme” iddialarıyla tutuklanan Beşiktaş Belediye Başkanı Rıza Akpolat, 17 Ocak’ta görevden uzaklaştırıldı.

Tutuklanan Beykoz Belediye Başkanı Alaattin Köseler, 4 Mart’ta görevden uzaklaştırıldı. Yine dün İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu ve Beylikdüzü Belediye Başkanı Mehmet Murat Çalık görevden uzaklaştırıldı. Beşiktaş ve Beykoz Belediyeleri’nde yeni başkanvekilleri seçilirken, İBB ve Beylikdüzü’nde ise 26 Mart’ta başkanvekili seçimi yapılacak.

(Kaynak: Mezopotamya Ajansı)

Paylaşın

DEM Parti’den İktidara Süreç Eleştirileri: Çağrının Gereklilikleri Yapılmadı

Abdullah Öcalan’ın yaptığı çağrı sonrası devam eden tartışmalara ilişkin konuşan DEM Partili Tuncer Bakırhan, “Bir adım atıldı, çağrı yapıldı. Henüz çağrının gereklilikleri yapılmamış iken yeni yeni şeyler icat ediyorlar” dedi.

Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Eş Genel Başkanları Tülay Hatimoğulları ve Tuncer Bakırhan, Abdullah Öcalan’ın yaptığı çağrı sonrası devam eden tartışmalara ilişkin Meclis’te basın mensuplarıyla bir araya geldi. DEM Parti grup salonunda gerçekleşen buluşmada, Eş Genel Başkanlar, muhabirlerin sorularını yanıtladı.

NTV’nin, “Çağrı YPG’yi, Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi’ni kapsıyor mu?” sorusunu yanıtlayan Tülay Hatimoğulları, dün katıldığı bir TV programına işaret etti ve orada da bu sorunun geldiğini söyleyerek, PKK lideri Abdullah Öcalan’ın çağrı metnini gazetecilere göstererek, bu çağrıda YPG ve Özerk Yönetim ile ilgili bir ifadenin yer almadığını söyledi.

Bu konuda yorum yapamayacaklarını da belirten Hatimoğulları, “Olası bir barışın her bölgeye yansıması olacaktır. Türkiye barış sürecini inşa etmeye başlarsa Ortadoğu model olur. Başta İsrail-Gazze sürecine de pozitif katkı sağlar. Suriye’de yeni gelişmeler oldu. Orada çok ciddi bir kaos var. Türkiye iyi bir adım atarsa, bir barış ile taçlanırsa Suriye’ye de etkileri olacaktır. Bu SDG meselesi, orada aktif devam eden bir süreç var. Onların iç sorunlarıdır. Bir şey diyemeyiz. Bu metinde olmayan bir şeyi, ısrarla başlığa çekmek… Bu bizim sorumluluğumuzda değil” dedi.

Çağrıda geçen “Tüm gruplar” ibaresi nedeniyle “YPG” sorusunun doğduğunu dile getiren gazetecilere yanıt veren Bakırhan, “Devlet değil, Ömer Çelik böyle algılıyor” diyerek, konuya açıklık getirdi.

Kayyım ve HDK’ye yönelik soruşturmaya ilişkin soruları yanıtlayan Bakırhan, “Farklı bir süreç yürütülüyor. Arka kapılar ardından yürüyen bir süreç yok. Bir uzlaşma yok. Şu an işin girişindeyiz. Kayyım atamaları, bomboş dosyaların yıllar sonra raftan kaldırılması… Bunlar olmasın diye bu sürece destek veriyoruz. Sadece Kürtlere demokrasi, Alevilere eşit yurttaşlık yok! Diyebilir miyiz? Böyle olmaz. Yürüyen bu sürecin kendisi, Türkiye’nin demokratikleşmesini öngörüyor. Metnin kendisi de bunu diyor. Demokratik toplum baroyu da HDK’yi de kapsıyor. Bu süreç demokratikleşme sürecidir. İlerleyebilmesi için bu antidemokratik uygulamaların olmaması gerekiyor. Süreç bunlardan bağımsız değil. Sayın Öcalan’ın kendisi sadece Kürt kimliğine odaklanan bir perspektif ortaya koymadı” ifadelerini kullandı.

“Henüz çağrının gereklilikleri yapılmamış iken…”

Bakırhan, “Bir adım atıldı, çağrı yapıldı. Henüz çağrının gereklilikleri yapılmamış iken yeni yeni şeyler icat ediyorlar. Bu süreç demokrasi olsun diye oluyor. Son 150 yıllık dilinizi terk edin diye yapılıyor. Bu tehlikeli, zehirli dil bu sürece yapılan en büyük sabotajdır. Silah bırakılması için atılması gereken adım yok mu? Silah bırakan nereye gidecek, yaşama nasıl dahil olacak?” diye sordu.

DEM Parti İmralı Heyeti’nin siyasi partiler ve Cumhurbaşkanı Erdoğan ile görüşüp görüşmeyeceğine dair soruya da yanıt veren Tülay Hatimoğulları, “Bu çatışma, çözüm deneyimlerine baktığımız zaman, yasal ve hukuki zemin olmadığında hep negatif sonuç alınmış. Ancak hukuki zemin olduğunda barış ile sonuçlandığını görebiliyoruz. Dolasıyla bunu her fırsatta dile getirmeye devam ediyoruz. Peki, şimdi ne olacak? Abdullah Öcalan kendisi de söyledi; ‘Bir tek ben PKK’yi feshedebilirim ve onlarla diyaloğum olması gerekiyor.’ Koşullarının sağlıklı hale getirilmesini talep ediyoruz. Bir yasal statüye kavuşması gerekiyor. Atılacak diğer adımlar neler olabilir? Eşit yurttaşlık temelinde bir demokratikleşme sürecine girmesi gerekiyor. Sürekli en basit insan hakkı talebinde bile ‘terör’ tırnağına alınıyor.

Sayın Öcalan fesih yapacağım diyor ve bununla ilgili de adım atılması gerekiyor, dedi. Şimdi orada silah bırakıldı, silah bırakan nereye gidecek? Nasıl yapacak? Bu soruların yanıtlaması gerekiyor. Birçok belirsizliğin sebebi de somut adımların atılmamasıdır. Atılacak adımlar sonucu belirleyecek. İnfaz kanunundan tutun da yerel yönetimlere kadar. Siyasi parti turları yapacağız ancak henüz detaylar beli değil. Bu programda Cumhur İttifakı bileşenleri de olacak. Ancak detaylar henüz beli değil. Zamanı ve zemini oluştukça görüşme yapabiliriz. Haftaya başlayacağız” diye ifade etti.

BBC’nin, “Çekilen görüntü Newroz’da yayınlanabilir mi?” sorusunu yanıtlayan Bakırhan, “Öyle bir çalışmamız yok ama toplum Sayın Öcalan’ı görmek istiyor. Olursa iyi olur” dedi.

Abdullah Öcalan’ın PKK’nin kongresini toplamasına dair ifadelerine ilişkin soruya da yanıt veren Tülay Hatimoğulları, “Abdullah Öcalan; ‘bunu yapabilmem için koşulların hazırlanması gerekiyor’ dedi. Bunu PKK de diyor. Sayın Öcalan’ın fiziki koşullarının düzeltilmesi ve istediği tüm kesimler ile görüşmesi gerekiyor. Bu süreci barışa evriltmek istiyorsunuz. Onun için bunlarını olması gayet normal olur” diye kaydetti. Abdullah Öcalan’ı kimlerin görebileceği yönünde soruya da yanıt vererek, Tülay Hatimoğulları, “Sayın Öcalan, İmralı’da olabileceğini söyledi. Devlet ve iktidarın rol alması gerekiyor ki yol haritası belli olsun” dedi.

“Buradaki sorunları çözersek Suriye’yi de konuşuruz”

“Çağrı metninde ‘bütün gruplar’ kimin için söylendi?” ve “Bir daha görüşme talebiniz olacak mı?” sorularını yanıtlayan Bakırhan, “PKK, Türkiye merkezlidir. Çağrı, bu evin içinde kurulan Öcalan’ın kendi örgütüne yapıldı. Orayı netleştirelim. Suriye’de farklı bir denklem var. Henüz oturmamış bir rejim var. Sayın Öcalan yaptığımız 4 saatlik görüşmede, Suriye’yi tarif etmedi. Kendi örgütünü tarif etti. Türkiye’de 50 yıllık bir mesele var. Bir parti feshedilecek, silahlar bırakılacak iken şuna mı yapıldı mı buna mı yapıldı? Tartışması yapılıyor. Sayın Öcalan’ın bir kitlesi var. Demokratikleşme adımları oraya da yansıyacaktır. Suriye’yi de etkileyecektir. Sırrı Bey de aslında bunu söyledi. Buradaki çözüm orayı da etkileyecek. Burada sürece uygun bir dil kullanmak çok önemlidir. Biz bunun mücadelesini veriyoruz. Buradaki sorunları çözersek oturur Suriye’yi de konuşuruz. Güvenlik kaygılarının olmadığı demokratik bir Suriye’yi kim istemez. Heyete ilişkin ise biz bu kapının artık açılmasını istiyoruz. Yüzyıllık bir sorunun muhatabının üstüne kapalı kapıların olmaması lazım, artık açılması lazım. O kapının açılması iyi olur” dedi.

Tülay Hatimoğulları, sürece dair sürekli Meclis’i işaret ettiklerini belirterek, “Meclis’te kurulacak bir çalışma grubu ile bu işe başlayabiliriz. Bazı yasama faaliyetleri gerektiren durumlarda da komisyonu aşan bir durum olduğunda da Meclis’in inisiyatif alması gerekiyor. Bunun için bir komisyonun olması lazım ayrıca tüm partilerin temsilcilerinin olması gerekiyor. Bu barış için çok iyi olur. Böyle bir zemin de var. Yaptığımız görüşmeler esnasında bütün partiler bunun sinyalini verdi. Önemli olan burada devlet ve iktidarın rol üstlenmesi gerekiyor” diye konuştu.

“Anayasa’dan nasıl bir değişiklik bekletiniz var?” sorusunu da yanıtlayan Bakırhan, “Anayasaya ihtiyaç var. İktidarın kendisi de söylüyor. Bu süreç ilerlerse Türkiye karar verir. Ama neticede yapılacak olan anayasanın kapsayıcı olması gerekiyor. Bu sorunları ortadan kaldıran, benimdir diyebileceği bir anayasa olabilir. Bu tartışmaların anayasa ile bir bağlantısı yok” ifadelerini kullandı.

Tülay Hatimoğulları, “Heyetimiz Rojava’ya da gitmek istiyor. Ancak bu henüz planlanmış değil. Sayın Öcalan Ortadoğu, dünya ve şu anda meydana gelen gelişmelere ilişkin kapsamlı değerlendirmeler yaptı. Bu görüşlerinin oraya da taşınmasını istedi” dedi.

Tülay Hatimoğulları, “Demirtaş ve diğer tutsakların serbest bırakılmasına dair bir yasal düzenleme beklentiniz var mı?” sorusuna da şu şekilde yanıt verdi: “Bir infaz kanuna ihtiyaç var. Düşünce ve özgür ifadenin olması lazım. Bir yeni yasalar çıkarmak bir de var olan yasaları uygulamak gerekiyor. Türkiye’nin önünde iki iş var. Demirtaş ve siyasetçiler için yeni yasaya bile gerek yok. AİHM, kararını verdi zaten. Var olan yasayı uygulasalar yeterli. AİHM kararlarını uygulamalı ve bir an önce hepsi serbest bırakılmalılar. Kobanê Davası kapsamında tutuklanan tüm arkadaşlarımız serbest bırakılmalı.”

“Yeni kayyım atanırsa süreç baltalanır mı? Bir de bu sürece karşı olan odakların kayyım atamasına yol açtığı söyleniyor. Bu konularda ne düşünüyorsunuz” şeklindeki soruyu da yanıtlayan Bakırhan, “Kayyım atanmaması gerekliliği bir yana yerine kayyım atanan arkadaşlarımız görevine iade edilmeli. Kayyım sürece karşı sabotajdır. Sürece tabi ki de zarar verir. Süreci baltalayacak adım olur. Bir taraftan bir süreç diğer taraftan kayyımcı politikalar olmaz. Devlet içindeki odaklar, içinde odak kaldı mı bilmiyorum. Bence direkt hükümet tarafından yapılıyor. Van gibi bir kente bir bürokratın karar verdiğine inanmıyorum.

Bir diğer önemlisi de şu; ‘Anlaşacaklar’ meselesi siyasi etiğe uygun değil. Sözünü sakınmayan, doğruları sakınmadan söyleyen bir muhalefet varsa burasıdır. İki dönem oy verdik. Erdoğan’a mı oy verdik? Biz ne zaman iktidar ile kapalı kapılar arkasında pazarlık yaptık? Kim anlaşacak? Biz iktidar ile anlaşacaksak niye CHP’liler cezaevinde değil de bizim arkadaşlarımız var. CHP, bu süreci heba etmemeli. Beğenmiyorsa kendi politikalarını ortaya koyması gerekiyor. Türkiye silahtan arındırılacak, bunu desteklemek yerine ‘Vay efendim anlaştılar’ demek ne kadar doğru? Tekrar söylüyorum; barış süreci kişi ve siyasi partilerden çok çok kıymetlidir. Bahsedilen mesele milyonda bir bile gündemimizde değil. Sandık gelirse toplum kimi seçerse seçer. Aslında Erdoğan’ı 22 yıldır ayakta tutan, iktidar yapan bu muhalefet aklıdır. Bunlar doğru değil. CHP yönetimi bu söylemlerin üzerinde yoğunlaşsın. Perspektif ortaya koysun. Ne yapalım yani silahlar bırakılmasın mı? Hücrelerde dinlenen, sokaklarda baş eğmeyen bir geleneğe yapılmış en büyük hakarettir. Biz Kürt ve Türk gençlerinin yaşamını yitirmesin diye mücadele ediyoruz” diye konuştu.

“PKK bir sebep değil, bir sonuç”

Aydınlık gazetesinin, “Çağrıda şart ve koşul var mı?” sorusunu yanıtlayan Tülay Hatimoğulları, “Bu şekilde algılanmasını doğru bulmuyorum. Şimdi zemin de şart değil midir, diyebilirsiniz. Değildir. Şart çok farklı bir şeydir. Bu güncel meselleri aşan bir durum var. Sayın Öcalan, Kürt sorununun şiddetten arındırılmasını ve siyasi ve hukuki zeminde çözülmesini istiyor. PKK bir sebep değil, bir sonuçtur” dedi.

“Öcalan fiziken kongreye nasıl katılabilir?” ve “Erdoğan’dan somut adım olarak ne bekliyorsunuz?” sorusunu yanıtlayan Bakırhan, “Biraz gerçekçi olmak lazım. PKK, dört bir tarafa konumlanmış durumda. Bunların bir kongre yapıp ve bu fesih kararına uyması veya düşüncelerini ifade etmesi gayet normaldir. Sayın Öcalan’ın bir biçimde toplanacak bu kongreye katılması gerekiyor. Görüntülü de olabilir. Nasıl olacağı bir yana meselenin hallolmasını istiyoruz. Barışın bir şekilde olmasını istiyoruz. Meselenin kendisini getirip silaha sıkıştırmak doğru değil. Bu 50 yıllık meselede biraz daha titiz, parmak sallamayan bir yaklaşım ile hareket etmek lazım. Bu sorunun demokratik yollar ile çözülmesi lazım. Diğer milletler, inanç grupları, kadınlar, gençler ve herkesin rahat olduğu bir Türkiye olsun istiyoruz.

Cumhuriyet gazetesinin, “TMK’nin kaldırılması ve ‘terör’ suçlarından yanı sıra ‘umut hakkı’ kapsamında bir kanun değişikliği beklentiniz var mı? Bir de PKK ile Abdullah Öcalan’ın açıklamaları çelişkili. Ne düşünüyorsunuz?” sorusuna yanıt veren Tülay Hatimoğulları, “Ben iki açıklamanın çelişkili, birbirinden ayrı olduğunu düşünmüyorum. Bunu nereden çıkardınız onu da bilmiyorum. Biz TMK’nin değiştirilmesini istiyoruz. Bu süreç yokken de aynı şeyi diyorduk biterse de aynı şeyi deriz. Ayrıca ‘terör’ kavramının Türkiye’de yeniden tanımlanması gerekiyor” diye ifade etti.

(Kaynak: Mezopotamya Ajansı)

Paylaşın

Abdullah Öcalan: Tüm Gruplar Silah Bırakmalı Ve PKK Kendini Feshetmeli

Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Heyeti’nin, İmralı’da PKK Lideri Abdullah Öcalan ile üçüncü görüşmesi sona erdi. DEM Parti Heyeti, İstanbul’da bir basın toplantısı düzenledi.

Haber Merkezi / Basın toplantısında kısa bir konuşma yapan Sırrı Süreyya Önder’in salondakilere ‘Hazır mıyız?’ diye sormasının ardından arkadaki ekrana İmralı’da çekilen Abdullah Öcalan ile fotoğraf yansıtıldı.

Önder, konuşmasına “Barışa omuz veren ve bunun için bedel ödeyen, omuz veren herkese” teşekkür ederek başladı. Cumhurbaşkanı’na, Bahçeli’ye ve Özel’e ve muhalefet liderlerine de teşekkür eden Önder, “Sayın Öcalan mesajını paylaşmak üzere bize verdi. Tarihin olumlu kırılma noktasındayız” dedi.

Açıklamanın Kürtçesini Ahmet Türk okuduktan sonra Türkçesini Pervin Buldan aktardı. Öcalan çağrısında PKK’ya seslenerek “Sayın Devlet Bahçeli’nin yaptığı çağrı, Sayın Cumhurbaşkanın ortaya koyduğu iradeyle diğer siyasi partilerin malum çağrıya dönük olumlu yaklaşımlarıyla oluşan bu iklimde silah bırakma çağrısında bulunuyor ve bu çağrının tarihi sorumluluğunu üstleniyorum. Varlığı zorla sona erdirilmemiş her çağdaş cemiyet ve partinin gönüllü olarak yapacağı gibi devlet ve toplumla bütünleşme için kongrenizi toplayın ve karar alın; tüm gruplar silah bırakmalı ve PKK kendini feshetmelidir” dedi.

Abdullah Öcalan’ın yaptığı çağrının tam metni şöyle: “PKK; tarihin en yoğun şiddet yüzyılı olan 20. asrı, iki dünya savaşı, reel-sosyalizm ve dünya genelinde yaşanan soğuk savaş ortamları, Kürt realitesinin inkarı, başta ifade olmak üzere özgürlükler konusunda yasaklardan kaynaklı oluşan zeminde doğmuştur.

Teori, program, strateji ve taktik olarak yüzyılın reel-sosyalist sistem gerçeğinin ağır etkisinde kalmıştır. 1990’larda reel-sosyalizmin iç nedenlerle çöküşü ve ülkede kimlik inkarının çözülüşü, ifade özgürlüğünde sağlanan gelişmeler, PKK’nin anlam yoksunluğuna ve aşırı tekrara yol açmıştır. Dolayısıyla ömrünü benzerleri gibi tamamlamış ve feshini gerekli kılmıştır.

Kürt-Türk ilişkileri; 1000 yılı aşan tarihler boyunca Türkler ve Kürtler, varlıklarını sürdürmek ve hegemonik güçlere karşı ayakta kalmak için gönüllülük yönü ağır basan, hep bir ittifak içinde kalmayı zorunlu görmüşlerdir.

Kapitalist modernitenin son 200 yılı, bu ittifakı parçalamayı esas gaye edinmiştir. Etkilenen güçler, sınıf temelleriyle birlikte buna hizmeti esas bellemişlerdir. Cumhuriyetin tek tipçi yorumlarıyla birlikte bu süreç hızlanmıştır. Günümüzde çok kırılgan hâl alan tarihsel ilişkiyi, kardeşlik ruhu içinde inançları da göz ardı etmeden yeniden düzenlemek esas görevdir.

Demokratik toplum ihtiyacı kaçınılmazdır. Cumhuriyet tarihinin en uzun ve kapsamlı isyan ve şiddet hareketi olan PKK’nin; güç ve taban bulması, demokratik siyaset kanallarının kapalı olmasından kaynaklanmıştır.

Aşırı milliyetçi savruluşunun zorunlu sonucu olan; ayrı ulus-devlet, federasyon, idari özerklik ve kültüralist çözümler, tarihsel toplum sosyolojisine cevap olamamaktadır.

Kimliklere saygı, kendilerini özgürce ifade edip, demokratik anlamda örgütlenmeleri, her kesimin kendilerine esas aldıkları sosyo-ekonomik ve siyasal yapılanmaları ancak demokratik toplum ve siyasal alanın mevcudiyetiyle mümkündür.

Cumhuriyetin ikinci yüzyılı ancak demokrasiyle taçlandırıldığında kalıcı ve kardeşçe bir sürekliliğe sahip olabilecektir. Sistem arayışları ve gerçekleştirmeler için demokrasi dışı bir yol yoktur. Olamaz. Demokratik uzlaşma temel yöntemdir.

Barış ve demokratik toplum döneminin dili de gerçekliğe uygun geliştirilmek durumundadır.

Sayın Devlet Bahçeli’nin yaptığı çağrı, Sayın Cumhurbaşkanın ortaya koyduğu iradeyle diğer siyasi partilerin malum çağrıya dönük olumlu yaklaşımlarıyla oluşan bu iklimde silah bırakma çağrısında bulunuyor ve bu çağrının tarihi sorumluluğunu üstleniyorum.

Varlığı zorla sona erdirilmemiş her çağdaş cemiyet ve partinin gönüllü olarak yapacağı gibi devlet ve toplumla bütünleşme için kongrenizi toplayın ve karar alın; tüm gruplar silah bırakmalı ve PKK kendini feshetmelidir.”

Metnin kamuoyu ile paylaşılmasının ardından, kapanış konuşması yapan Sırrı Süreyya Önder, Sayın Öcalan’ın çağrıya ilişkin şu notunu paylaştı: “Bu perspektifi ortaya koyarken, şüphesiz ki pratikte silahların bırakılması ve PKK’nin kendini feshi, demokratik siyaset ve hukuki boyutun tanınmasını gerektirir.”

Heyette, daha önceki ziyaretleri yapan DEM Parti milletvekilleri Sırrı Süreyya Önder ve Pervin Buldan’ın yanı sıra, yerine kayyum atanan Mardin Büyükşehir Belediye Başkanı Ahmet Türk, DEM Parti Eş Başkanları Tülay Hatimoğulları ve Tuncer Bakırhan, Öcalan’ın avukatı Faik Özgür Erol ve DEM Parti milletvekili ve Öcalan’ın geçmişte avukatlığını yapmış Cengiz Çiçek yer aldı.

Ne olmuştu?

MHP lideri Bahçeli’nin Ekim 2024 tarihinde PKK lideri Abdullah Öcalan’a, örgütü lağvetmesi koşuluyla, “umut hakkı için başvurması ve TBMM’de DEM Parti Grup toplantısında konuşması” için çağrı yapmasıyla başlayan temaslarda, DEM Parti heyetleri iki kez İmralı’ya gidip Öcalan ile görüşmüştü. Üçüncü görüşmede Öcalan’ın önemli ve kritik mesajlar vermesi bekleniyor.  İşte yeni sürecin kritik tarihleri:

15 Ekim 2024: MHP Lideri Devlet Bahçeli’nin ‘milat’ olarak nitelendirdiği çağrısıyla ‘yeni çözüm süreci’ başladı. Bahçeli, PKK lideri Abdullah Öcalan’a, örgütü lağvetmesi şartıyla TBMM’de DEM Parti Grup Toplantısı’nda konuşması için çağrı yaptı.

23 Ekim 2024: Bahçeli’nin çağrısı sonrası 43 ay sonra Abdullah Öcalan ile ilk kez görüşme izni verildi.

28 Aralık 2024: İmralı heyeti, Öcalan’ı ziyaret etti. Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) vekilleri Pervin Buldan ve Sırrı Süreyya Önder, İmralı’ya giderek Abdullah Öcalan’ı ziyaret etti.

29 Aralık 2024: Öcalan’dan 7 maddelik açıklama: Önder ve Buldan tarafından görüşmeye dair yayımlanan açıklamada ‘İmralı’da Sayın Abdullah Öcalan ile 28 Aralık 2024 tarihinde kapsamlı bir görüşme gerçekleştirdik. Kendisinin sağlığı iyi, morali oldukça yüksekti. Kürt Sorununa kalıcı çözüm bulmaya yönelik yaptığı değerlendirmeler hayati önemdeydi’ ifadelerini kullandı.

Açıklamada Öcalan’ın 7 maddelik açıklaması da yer aldı. Öcalan’ın en dikkat çeken cümleleri şöyleydi: Sayın Bahçeli’nin ve Sayın Erdoğan’ın güç verdiği yeni paradigmaya, ben de pozitif anlamda gerekli katkıyı sunacak ehil ve kararlılığa sahibim. Türk-Kürt kardeşliğini yeniden güçlendirmek tarihi bir sorumluluk olduğu kadar tüm halklar için de kader belirleyici önem ve aciliyet kazanmıştır.

Siyasi partilerle görüşmeler: En son 28 Aralık 2024’te İmralı’ya giden heyet, görüşmenin ardından 7 siyasi parti ile görüşme gerçekleştirmişti. Ziyaretlerin ardından yazılı açıklama yapan heyet görüşmeleri ”umut verici” olduğunu açıklayıp ”Çözüm için ortak irade” olduğunu söylemişti.

11 Ocak 2025: DEM Parti heyeti, eski HDP eş başkanı Selahattin Demirtaş’ı ziyaret etti.

DEM Parti heyeti Abdullah Öcalan ile görüştükten sonra siyasi partilerle görüşme sürecini de başlattı. Öte yandan heyet, Edirne Cezaevi’nde tutuklu bulunan eski HDP eş genel başkanı Selahattin Demirtaş ve Selçuk Mızraklı ile görüştü. Görüşme sonrası yapılan açıklamada iki ismin sürece desteklerinin tam olduğu açıklandı.

DEM Parti ile Öcalan arasındaki ikinci görüşme ise 22 Ocak tarihinde yapılmıştı. Öcalan ile yaptıkları görüşmenin ardından “Sayın Öcalan’ın sürece ilişkin çalışmaları devam etmektedir” diyen Sırrı Süreyya Önder ve Pervin Buldan, “Bu süreç herkesi, hepimizi birlikte ve özgürce yaşatacaktır. Bunun gerçekleşmesi umuduyla tüm toplumsal kesimlerin kıymetli katkılarını bekliyoruz” demişti.

En son 19 Şubat’ta DEM Parti heyeti, Kuzey Irak’ta Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi (IKBY) Başbakanı Mesrur Barzani ile görüşmüş ve Kürt yönetimine Öcalan’la yaptıkları görüşmelere dair bilgi vermişti.

Paylaşın

Tuncer Bakırhan’dan “Yargı” Çıkışı: Tarafsız Ve Bağımsız Olmalı

Partisinin İstanbul kongresinde konuşan DEM Parti Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan, “İktidarın emrinde bir yargı olmaz. Yargı tarafsız olmalı, yargı bağımsız olmalı. Bu iktidar ve onun yargısı, işte böyle davranarak bu ülkeyi hem yurtdışında hem uluslararası kamuoyunda itibarını zedeler. Demokrasiyi zedeler” dedi.

Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) İstanbul Örgütü, 3’üncü Olağan Kongresi’ni Yahya Kemal Beyatlı Gösteri Merkezi’nde gerçekleştiriyor.

DEM Parti bayraklarıyla donatılan kongre salonuna,  “Savaşta barışta gençlik ön saflarda”, “Kayyımlar gidecek biz kalacağız”, “Büyük direneceğiz büyük kazanacağız”, “2025 yılını özgürlük yılı yapacağız”, “Genç başladık genç başaracağız”, “Örgütlü direneceğiz emek sömürüsüne son vereceğiz”,”Jin Jiyan Azadî”, “Demokratik yaşam için eşitlik adalet özgürlük” pankartları asıldı.

Kongreye, DEM Parti Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan’ın yanı sıra siyasi parti temsilcileri, sivil toplum ve kadın örgütleri temsilcileri ile binlerce yurttaş katıldı. Kongrede konuşan Bakırhan, şunları söyledi.

“Cemal Kavak yoldaş şahsında bugüne kadar emek veren değer katan, bedel ödeyen ama aramızda olmayan bütün yoldaşlarımızı sevgi ve saygıyla anıyor, onları mücadelemizde ve yüreğimizin en baş köşesinde taşıyoruz. Hem dünya hem Ortadoğu hem de Türkiye tarihsel bir süreçten geçiyor. Bu tarihsel süreçte bütün ülkeler, bütün yönetimler bugüne kadar yapmış oldukları politikaları gözden geçirerek, kendisini yeni döneme ve gelişmelere göre şekillendirmeye çalıştığı bu süreçte maalesef Türkiye, AKP ve MHP iktidarı yine yanlış rotada ve yolda yol almaya devam ediyor.

Dünya, Ortadoğu yeniden şekillenirken bizimkiler hala 100 yıllık ret ve inkar politikalarını hayata geçiyorlar. Hakkari’den başlayarak Türkiye’nin dört bir yanına kayyım atamaya devam ediyorlar. Yine alnının terinin karşılığını almak isteyen bunun için direnen greve giden insanca yaşam mücadelesi veren emekçiler darp ediliyor, öncüler tutuklanarak cezaevine gönderiliyor. Bu yetmiyor.

Belediye eşbaşkanları hakkında soruşturmalar başlıyor. Yargı muhalifler üzerinden bir sopa olarak kullanılmaya devam ediyor. Yetmedi. Her gün kadınlar katlediliyor. Kadın katliamlarını önlemek için yasalar çıkarması gerekenler İstanbul Sözleşmesi’ni ortadan kaldırarak, bir nevi kadın kırımını meşrulaştıran bir anlayışla hareket ediyor.

HDK, 14 yıldır ezilen ve yok sayılan tüm halklar için mücadele yürütüyor. HDK’de onlarca arkadaşımız gözaltına alındı, 30 arkadaşımız tutuklanarak cezaevine gönderildi. Neymiş? HDK terör örgütü imiş. Arkadaşlar 14 yıldır İstanbul’un merkezinde binası, tabelası asılı bulunan 14 yıl içinde Türkiye’de siyasetçilerin, akademisyenlerin katıldığı çalışmalara imza atan çok değerli çalışmalar yapan, barış ve çözüm konusunda onlarca çalıştay yapan HDK’nin terör örgütü olduğu bugün mü aklınıza geldi sizin.

HDK, 14 yıldır İstanbul’un merkezinde tabelasıyla, binasıyla, çalışmalarıyla Türkiye demokrasisinin çalışmalarına katkı sunan bir kurumdur. HDK, terör örgütü değil, ezilen Kürt kadınıdır, Alevidir, gençtir, direnen işçidir, 16 milyon emeklidir. HDK Kürt’tür, Türk’tür, Arap’tır, ezilenler ve emekçilerdir. Onun için HDK’nin ne olduğunu öğrenmek istiyorsanız Esenyurt’taki emekçilere, ezilenlere sorun, Çorlu’da, Tekirdağ’da direnen işçilere sorun. 14 bin lira ile geçinmek zorunda kalan emeklilere sorun, kadınlara sorun, umudunu çaldığınız gençlere sorun. O zaman HDK’nin ne olduğunu kim olduğunu çok iyi görürsünüz.

Ne yapmış HDK? Kürt ve Türk ittifakı için Kent Uzlaşısı yapmış büyük suçu buymuş. Türkiye’nin Kürtlerin bütün halkların ve inançların bir arada yaşaması için çalışma yapmışsa dava açmak değil önünde saygıyla eğilmek gerekiyor. Yüzyıldır bu topraklarda Kürdü, Alevi’’yi diğer farklı inanç ve gruplarını ayrıştırdınız. Yok saydınız yok etmeye çalıştığınız. HDK, yok etmeye çalıştığınız, soy saydığınız halkların ve inançların bahçesidir. HDK, Türkiye’dir, 85 milyon insandır. Türk ve Kürt ittifakı için çalışmak ne zamandan beri suç olmuş.

Türk ve Kürt ittifakını savunmak suçsa 1920 öncesi Kurtuluş Savaşı’nda Kürtlere giden Mustafa Kemal’e ne yapacaksınız? Kurucu meclise ne diyeceksiniz. Lazistan mebusuna, Kürdistan mebusuna ne diyeceksiniz. Kürt ve Türk ittifakı bu toprakların olmazsa olmazı ve en önemli meselesidir. HDK, bu ittifakı sağlamak için kavgasız, savaşsız, çatışmasız demokratik bir Türkiye zemini için mücadele etmiştir ve etmeye devam edecektir. Bu soruşturmalar bu tutuklamalar, bu yargı sopası ile ülkenin en devrimci, en demokratik kurumunu kriminalize etmek doğru değil, buna izin vermeyiz. Ben HDK’liyim biz HDK’liyiz. Hepimiz HDK’liyiz olmaya devam edeceğiz.

‘Kent Uzlaşısı’ suç unsuru yapılıyor. Kürtler ve Türkiyeli emekçiler, ittifak yapamaz, uzlaşamaz. Yerel yönetimlerde iktidar olamaz. Bu bir savcının işi midir? Bir savcı mı karar verecek kiminle yürüyeceğimize. Kiminle ittifak yapacağımızı, kiminle Esenyurt’tu yöneteceğimizi savcı beyefendiye mi soracağız. Gücü yetiyorsa o savcı, buyursun Esenyurt’ta karşımıza aday olsun iktidarı da yanına alsın gelsin yarışalım.

Savcı efendi ne diyor biliyor musunuz? Vanlılar Van’ı da yönetemez Esenyurt’tu da yönetemez. Biz de diyoruz ki; Vanlılar Van’ı da, Esenyurt’tu da yönetmeye devam edecek. Van direnişi ve duruşuyla 14’te 14 yaparak sizlere en büyük mesajı vermiştir. İki dönem kayyım atadınız Kürdistan coğrafyasında yaşayan halkımız sizlere sandıkta dersinizi verdi. Yetmedi 3’üncü dönem tekrar kayyım atamak neyin nesidir. Bu halkın iradesine kayyım atamaktan, bu halkın kimliğini onurunu yok saymaktan vazgeçin. Bu halk kendisini yönetecek, ittifak yapacak ve dün olduğu gibi bugün de yarın da daha güçlü bir şekilde İstanbul’u da Ankara’yı da Türkiye’deki bir çok kenti birlikte yönetecek.

“Yargı tarafsız olmalı, yargı bağımsız olmalı”

Kadın, ‘İstanbul Sözleşmesi’ deyince işkence görüyor. TÜSİAD, işverenler kurulu ‘hukuk yok’ deyince yargı hemen göreve koşuyor. Van’da Rojin Kabaiş katledildi, bütün delilleriyle olay ortada dururken yargı yok ama TÜSİAD ‘hukuk’ deyince bir gün sonra yargı koşarak göreve geliyor. Rojin Kabaiş’i görmeyen yargı, TÜSİAD’ın ‘hukuk yok’ demesine ‘kayyım atamalarının anti demokratik olduğunu’ söylemesine yargı hemen koşuyor.

İktidarın emrinde bir yargı olmaz. Yargı tarafsız olmalı, yargı bağımsız olmalı. Bu iktidar ve onun yargısı, işte böyle davranarak bu ülkeyi hem yurtdışında hem uluslararası kamuoyunda itibarını zedeler. Demokrasiyi zedeler. Halkların birbiriyle bu aidiyet bağını zedeler. Yargıya, işini yapmasını, olumsuzlukları, katliamları kayyım gaspını, kayyım hırsızlığını soruşturması için çağrı yapıyoruz. Yargının işi DEM Parti’nin kiminle ittifak yapacağı değil, olmamalıdır, olamaz da.

Değerli halklar, tüm bunların yanında Sayın Erdoğan geçen gün ‘sandığın itibarına gölge düşürülmesine izin vermeyeceğiz’ diyor. Allah aşkına sandık mı kaldı? Sandığın onuru mu kaldı? Sandığı yere gömdünüz, yok saydınız. Hakkari’nin iradesini gasp ettiniz, sandığın itibarını mı bıraktınız ki sandığın itibarına gölge düşürmeyeceğiz diyorsunuz? Kimi kandırıyorsunuz? Burada oturan halklarımız emekçilerimiz sizin sandığa nasıl yaklaştığınızı çok iyi biliyor. Lütfen eğer haberiniz yoksa Van’a bakın, Mardin’e bakın, Akdeniz’e, Esenyurt’ta bakın.

Oralarda sandığın itibarı yerle bir edildi. Oralarda halkın iradesi gasp edildi, çalındı. Sayın Erdoğan, haberiniz yoksa şimdi söylüyorum, duyun o zaman. Biz Türkiye’nin en büyük 3’üncü zeminiyiz. Siyasette bütün hesaplar yapılırken biz olmadan hiç bir hesap doğru sonuç vermiyor. Bu engeller Türk ve Kürt kardeşliği önünde engel olamayacak. Bu engeller bizi durduramayacaktır. Bu engeller olsa dahi Munzur gibi akar, yolumuzu bulur demokrasi, özgürlük eşit yurttaşlık mücadelesini devam ettiririz. Bıkmayacağız, yorulmayacağız. Türkiye’yi demokratikleştireceğiz.

Bütün bu saldırılara rağmen engellemelere rağmen bütün inkar ve yok saymalara rağmen Türkiye’nin demokratikleşmesi bizim vazgeçilmez temel görevlerimizden biridir. Suriye ‘de yeniden ittifaklar oluşuyor. Her ülke yeniden bir konum almak zorunda kalıyor ama bizim o yüzyıllık inkarcı akıl Suriye‘ye de rahat vermiyor. Kuzey ve Doğu Suriye’nin statü elde etmemesi için elinden bütün çabayı ortaya koyuyor.

Yahu Van’da Hakkari’de Kürdün iradesini kabul etmiyorsun, Kuzey ve Doğu Suriye’den ne istiyorsunuz? Ne istiyorsunuz oradaki Kürt’ten, Alevi’den, Çerkes’den Ermeni’den, Ezidî’den. İnsanlar orada demokratik bir zeminde bir arada yaşamaya çalışıyor. Bu düşmanlıktan vazgeçin. Bırakın Suriye’nin geleceğini Suriye halkları karar versin. Bırakın Kuzey ve Doğu Suriye’nin gerçeğine orada yaşayan halklar karar versin.

Size mi kalmış SMO çeteleriyle birlikte Tişrîn Barajı’na saldırmak. Kürt statü elde etmesin diye Suriye rejimiyle ilişkiye geçmek. Size düşen Kürdün statüsünü kabul etmektir. Suriye rejimi üzerinde bir etkiniz varsa Kürt ile barışını sağlayın. İstanbul’da yüksek sesle haykırıyorum. Barışa var mısınız? Hem Türkiye’de hem Suriye’de hem de Ortadoğu’da. Biz varız, Sayın Öcalan var, DEM Parti var, HDK var, Kürt, Alevi, Emekçi var. Sağdan sola kadar Türkiye’de hatırı sayılır bir zemin çözüm diyor, barış diyor ama beyefendilerin aklı başka çalışıyor.

Türkiye’de siyasal anlamda tarihi bir süreç, tarihi bir tartışma günlerini yaşıyoruz. Sayın Öcalan, İmralı Cezaevi’nden bir tarihi çağrı da yapacak. O tarihi çağrıda ekonomide adalet demokratik ve bağımsız yargı. Kürtlerin anadilini, özgürce konuştuğu iradelerinin gasp edilmediği, Alevilerin eşit yurttaş olduğu gençlerin ve kadınların katledilmediği, umutlarının çalınmadığı bir demokratik Türkiye düşüncesi ortaya konulacaktır. Bir yol haritası ortaya konulacaktır. Biz de bu tarihi çağrıyı önemsiyoruz.

DEM Parti olarak ilk günden beri Sayın Öcalan’ın ortaya koyacağı bu tarihi çağrının arkasında olduğumuzu desteklediğimizi ve savunacağımızı belirtmiştik. Bir tarihi çağrı var ama bazıları memnun değil. Kimileri diyor ki Kürtleri kandıracaklar, Kürtler nasıl kanacaksa? 100 yıldır, 30 defa yok sayılan katledilen, hapsedilen sürgün edilen, açlıkla terbiye edilen bu halk kandırılmadı bugünlere geldi. Türkiye’nin en büyük 3’üncü zemini oldu. Siz merak etmeyin biz kandırılmayız. Bu kaygı ile gecenizi gündüzünüzü geçirmeyin.

Bununla kaygılanacağınıza bu sürece destek verin. Biz kanacak bir halk değiliz biz kanacak bir parti değiliz. Biz kanacak halklar zemini değiliz. Sayın Öcalan’ın çağrısıyla birlikte bu beka, güvenlik dedikleri sığındıkları o liman da ortadan kalkacak. Sayın Öcalan çağrı yaptıktan sonra artık Türkiye’de demokrasi konuşulacak.

Özgürlükler konuşulacak. Kimin yanında olduğu, kimin karşısında olduğu açığa çıkacak. Kimin yalan söylediği, kimin gerçekten inandığı ortaya çıkacak. Yapılacak tek şey var. Demokrasiyi de ekonomiyi de rayına sokacak Kürt sorunun demokratik yollarla çözülmesidir. Türkiye’nin demokratikleşmesidir. Bundan kaçan kaybeder.”

Konuşmaların ardından faaliyet raporu okundu. Ardından tek liste ile gidilen seçimlerde Arife Çınar ile Çınar Altan, yeni eşbaşkanlar oldu.

(Kaynak: Mezopotamya Ajansı)

Paylaşın

Bakırhan’dan İktidara “Kayyım” Uyarısı: Halkın İradesini Çalmaktan Vazgeçin

Kayyım atamalarına ilişkin konuşan DEM Parti Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan, “Bu hırsızlıktır, usulsüzlüktür, yolsuzluktur! Bu hırsızlığı yapan hükümeti bir kez daha uyarıyoruz: Hırsızlıktan vazgeçin, halkın iradesini çalmaktan vazgeçin, halkın iradesine saygı duyun” dedi.

Haber Merkezi / Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Eş Genel Başkanları Tülay Hatimoğulları ve Tuncer Bakırhan, partinin tüm belediye eş başkanları, belediye meclis üyeleri ve görevden alınan eş başkanlarla birlikte, kayyım kararlarını protesto etmek için Ankara’daki Güven Park’ta bir araya gelerek açıklama yaptı.

Tülay Hatimoğulları: “Değerli katılımcı arkadaşlar, hepinizi saygı ve sevgiyle selamlıyorum. Bizler, değerli halkımızla birlikte kayyım atanan yerellerde itirazımızı yükselttik, seçme ve seçilme hakkımızı bir kez daha talep ettik. Bugün de bütün seçilmişlerimizle beraber kayyım atayan zihniyete, Saray’a ve iktidara seslenmek için Ankara’nın göbeğinde buluştuk.

Türkiye’nin her yerinden gelen seçilmişlerimizle beraber seçme ve seçilme hakkımıza bir kez daha Ankara’dan sahip çıkmak için buradayız. Neden seçme ve seçilme hakkı diyorum? Çünkü kayyım gaspıyla seçme ve seçilme hakkımızın elimizden alındığı bir rejimle karşı karşıyayız. Kayyım demek, siyasi darbe demektir. Kayyım demek, halklarımızın seçme ve seçilme hakkını elinden almak demektir.

Kayyım ilk dönemlerde Kürt bölgelerinde, Kürdistan’da hayata geçirildi. Şimdi kayyım aynı zamanda Esenyurt’ta ve Türkiye’nin dört bir yanında. Hem muhalif belediyelere hem de başka alanlara, örneğin beğenmedikleri üniversite yönetimlerine ve yandaş olmayan şirketlere kayyım atama şeklinde zuhur ediyor. Kayyım, bu iktidarın otoriter rejimi bizlere zorla dayatmasının bir ürünüdür. Bunu asla kabul etmiyoruz.

Türkiye, erken dönemde seçme ve seçilme hakkını elde etmiş bir ülkedir. Bu hakkın elimizden alınmasına asla rızalık vermiyoruz, vermeyeceğiz. En son Van’a kayyım çok önemli bir gün olan 15 Şubat’ta atanmıştır. 15 Şubat Sayın Abdullah Öcalan’ın uluslararası bir komployla Türkiye’ye getirildiği gündür. 15 Şubat’a özellikle denk getirilmesinin bir anlamı var. Türkiye’de 1 Ekim’den bu yana devam eden çeşitli görüşmeler var.

15 Şubat’ta Van’a kayyım atanmasını, bu görüşmelere ve diyaloga verilmiş olan bir cevap olarak da değerlendirmekteyiz. Neden Van seçildi 15 Şubat için? Çünkü 31 Mart’ta Belediye Eş Başkanımız Abdullah Zeydan’a mazbatası verilmek istenmemişti. Van halkının demokratik mücadelesi sonucu o mazbata verilmişti. Elde edilmiş olan o büyük başarıyı bozmak istedikleri için Van’ı özellikle 15 Şubat’a denk getirdiklerinin farkındayız.

Bu iktidar rövanşist bir yaklaşım içindedir. İktidarın bu yaklaşımını, bu kayyımcı ve siyasi darbeci anlayışını burada, Ankara’nın göbeğinde en sert şekilde kınıyoruz ve buna karşı mücadele etmeye hep beraber devam edeceğiz. Bu iktidar, “ülkeyi askeri vesayet rejiminden kurtaracağız” diyerek geldi ama bırakın kurtulmayı, kendi vesayet rejimini kurdu. Şu anda Saray’ın vesayet rejimiyle devam etmektedir iktidar. Bunu asla kabul etmeyiz.

Kayyımcı zihniyetle aynı zamanda belediyelerimizin mali kaynaklarına çökmek için gelmişlerdir. Kayyım rejiminin uygulandığı belediyelerimize baktığımızda, belediyeyi borçsuz alan kayyımların seçimlerden sonra bir ton borç bırakarak çekildiklerini görürüz. Belediyeleri borçlu hale getirdiler, asla hizmet üretmediler. Çünkü kayyım atanan yerlerdeki yurttaşlarımızı, oradaki Kürt halkını bu ülkenin hizmet edilebilir asli yurttaşı olarak görmediler. Değil hizmet etmek, var olan yolu da kaldırımı da bozdular.

Başta Van Büyükşehir Belediyemiz olmak üzere belediyelerimiz örnek belediyecilik faaliyeti yürüttü, kente en güzel hizmetleri sağladı. Biz buradan bir kez daha diyoruz ki: Siz zaten Kürt bölgesine hizmet etmiyor, Kürt’ü asli yurttaş olarak görmüyorsunuz. Kürt’ü asla ve asla kendini yönetebilir, seçebilir, seçilebilir olarak görmüyorsunuz. Bu bir işkence biçimidir ve bunu uyguluyorlar.

Bunu kayyım olarak atadıkları valileriyle ve kaymakamlarıyla uyguluyorlar. Bunu kabul etmek mümkün değildir. Belediyelerimizde stajını yaptıkları bu kayyımcı rejimi bütün Türkiye sathına yaymışlardır. Bunu Esenyurt Belediyesinde gördük. Bunu en son operasyon gerçekleştirdikleri kent uzlaşısında gördük. Kent uzlaşısına cumhuriyet başsavcısı dava açtı ve gözaltına alınan belediye başkan yardımcıları ile meclis üyeleri tutuklandı.

Başsavcı da yargıya bu talimatı veren Saray da şunu iyi bilsin ki bizler Türkiye’nin her yerinde kentin bütün dinamikleriyle, halklarımızla, farklılıklarımızla en geniş uzlaşıyı yaparak demokrasi mücadelesini sürdürmeye devam edeceğiz. Dünyanın hiçbir yerinde görülmemiştir ki bir uzlaşıya dava açılsın. Ama biz Türkiye’de bu dönemde kent uzlaşısına dava açan yargıçlar ve saraylar gördük. Bizlere dönük gerçekleşen gözaltı ve operasyonlara karşı tarih boyunca geri adım atmadık, şimdi de geri adım atma niyetinde değiliz. Bu böyle bilinsin.

Dün sabaha karşı bir operasyonla uyandık yine. HDK’ye emek vermiş ya da herhangi bir faaliyetine katılmış olan arkadaşlarımız gözaltına alındı. Türkiye’nin dört bir yanında gözaltına alınmış olan arkadaşlarımızın hepsini İstanbul’a götürdüler. Şu an hala gözaltındalar. Buradan o yargı aklına, buradan yargıya o aklı veren Saray’a bir kez daha sesleniyoruz: Halkların Demokratik Kongresi ve uzlaşı temelinde kurduğumuz her siyasi ve toplumsal zemin bizim onurumuzdur ve sonuna kadar savunacağız.

Uzlaşıya operasyon yapamazsınız. Toplumun birbiriyle uzlaşmasına ket vuramazsınız. Her kentin toplumsal dinamiğiyle ve siyasi özneleriyle uzlaşı sağlamamıza ket vuramazsınız. Halkların Demokratik Kongresi, bu ülkede yaşayan bütün farklı halklar ve inançların bir arada olmasını ve ortak yaşamasını savunan bir kongredir. Oraya dönük gerçekleşen operasyonu da toplumun tamamına gerçekleşmiş olarak addediyoruz. Kabul etmiyoruz. Arkadaşlarımız derhal serbest bırakılsın.

Bugün Türkiye’de Kürt sorununun barışçıl ve demokratik yöntemlerle çözülmesiyle ilgili bazı girişimler söz konusudur. Heyetimiz şimdi Güney Kürdistan’da bazı çalışmalar yürütmektedir. Heyetimizin yaptığı çalışmalar önemlidir, anlamlıdır.

Devletin ya da iktidarın içindeki kimi kesimler tarafından her ne kadar barış provoke edilmeye çalışılsa da, kayyım atamalarıyla barış dinamitlenmeye çalışılsa da, gözaltı ve tutuklamalarla diyalog süreci darbelenmeye çalışılsa da biz DEM Parti olarak yıllardır verdiğimiz barış mücadelesinden asla vazgeçmeyeceğiz. Onların bütün provokatif yaklaşımlarına rağmen, Türkiye’de onurlu barışın demokratik bir zeminde inşası için mücadele etmeye devam edeceğiz. Barış demeye, barış demeye, barış demeye hep beraber devam edeceğiz.

“Hükümeti uyarıyoruz: Halkın iradesini çalmaktan vazgeçin, halkın iradesine saygı duyun!”

Tuncer Bakırhan: “Türkiye’nin dört bir yanından helal oylarla seçilerek bugün buraya gelen çok kıymetli seçilmiş arkadaşlarımı, hepinizi saygıyla selamlıyorum. Bugün Güvenpark’ta belediye eş başkanlarımız, belediye meclis üyelerimiz, il genel meclis üyelerimiz ve parlamento grubumuz bulunmaktadır. Yani aslında Kürtlerin, Türkiye halklarının iradesi bugün buradadır. 6,5-7 milyon oyu temsil eden seçilmişlerimiz, bugün Türkiye’nin başkenti olan Ankara’ya bir haksızlığı, hukuksuzluğu ve darbeyi dile getirmek için geldi.

Bunu Van’dan, Esenyurt’tan, Colemerg’den ve kayyım atanan Kürt coğrafyasındaki yerellerimizden de dile getiriyoruz. Halklarımız da dile getiriyor, gençler ve kadınlar da dile getiriyor ama maalesef Ankara bunu duymak istemiyor. İşte bugün Ankara’da, asıl bu kayyım atamalarına sebebiyet verenlerin bulunduğu başkentte seçilmişlerimizle birlikte bir kez daha sesimizi duyurmak için bu meydandayız.

Kayyım bir gasptır ve bunu söylemeye gerek yok. Bu hükümet, kayyım gaspıyla üç dönemdir halkımızın verdiği oylarla almış olduğumuz yerel yönetimleri gasp ediyor. Siz de bilirsiniz, eskiden çocuklar evcilik oynardı. Bu hükümet de seçimcilik oynuyor, sandığı koyuyor. Kürtler Türkiye’deki emekçiler ve ezilenler iradesini seçiyor, bir partinin göstermiş olduğu adaya oy veriyor. Seçimcilik oynayan bu iktidar da “hayır, ben kazanmadığım için, Amed halkı bana oy vermediği için sandık sonuçlarını tanımıyorum” diyor.

Seçimcilik oynayan iktidarın yönettiği bu ülkede demokrasi vardır diyebilir miyiz? Gerçek bir sandık sonucu tecelli ediyor diyebilir miyiz? Yenileceksin, Mardin halkı seni sandığa gömecek, Van halkı sana oy vermeyecek, üç dönemdir atadığın kayyımlara halklar hayır diyecek; ancak sen siyasi kumpaslarla, oyunlarla ve yargı darbesiyle Mardin halkının, Colemerg halkının, Kürdistan coğrafyasındaki halklarımızın iradesini gasp edeceksin. Bu hırsızlıktır, usulsüzlüktür, yolsuzluktur!

Bu hırsızlığı yapan hükümeti bir kez daha uyarıyoruz: Hırsızlıktan vazgeçin, halkın iradesini çalmaktan vazgeçin, halkın iradesine saygı duyun. Bu hırsızlığınızla devam ederseniz de önümüzdeki dönem kurulacak sandıklarda tabela partisi olmaya artık hazır olun. Böyle bir antidemokratik uygulama olabilir mi? ‘Seçimde beni seçerseniz tanıyorum, seçmezseniz de seçtiğiniz iradeyi cezaevine atarım, yerine bir sömürge memuru atarım, kenti ben yönetirim’ diyor. Buna itiraz ediyoruz, bunu kabul etmiyoruz.

Biz barıştan yanayız. Halkın iradesinin tecelli etmesinden, halkın seçmiş olduğu yerel yöneticilerin yönetmesinden yanayız. Bu iktidarın masasında bunlar yok. İktidarın masasında, 100 yıldır var olan Kürt inkarı, Kürt reddi, Kürt asimilasyonu var; Kürt halkının iradesine kayyım atamak var. Çözüm nasıl olur, barış nasıl olur? Çözümü ve barışı bu topraklara nasıl getiririz? Biz bunları konuşurken, iktidarın masasında meğer Van kayyımı varmış, kayyımcılık varmış, irade gaspı varmış.

Şimdi soruyorum: Kim çözümden yana, kim barıştan yana? Kim bu anlayışla çözümü ve barışı sabote ediyor? Sizi bir kez daha samimiyete davet ediyoruz. Kürt halkı Türkiye’de ortak bir gelecek istiyor. Uzlaşıyla seçimlerde bir irade ortaya koydu. Kentin dinamikleri kendi yöneticilerini seçti. Bizim yöneticilerimiz Saray’ın koridorlarında belirlenip atanmadı; bizim yöneticilerimizi Kürtler, Türkler, emekçiler sandık kurarak seçti. Dolayısıyla bu halkın seçmiş olduğu iradeyi reddetmek aynı zamanda halkın iradesini gasp etmektir, yok saymaktır. İşte bu halk bugün barış diyor, çözüm diyor ama karşısında kayyımı görüyor. Kayyımcı anlayışı, bu yol ve yöntemlerden vazgeçmeye, halkın iradesini tanımaya davet ediyoruz.

Hükümetin bu karanlık kayyımcı anlayışının son bulmasını istiyoruz. Biz karanlık bitsin diyoruz, onlar bu kayyımcı anlayışla karanlık olsun diyor. Biz Türkiye aydınlık olsun, herkes kendi kimliğiyle eşit bir şekilde ortak bir vatanda yaşasın diyoruz; onlar Kürtler ayrı diyor ve Kürtlerin iradesini tanımıyor. Türkiye halkları bu haksızlığı ve hukuksuzluğu görmeli ve ses çıkarmadılar.

Mardin’e ve Van’a atanan bir kayyım, Adana’ya, İzmir’e ve İstanbul’a da atanan bir kayyımdır; Türkiye demokrasisine de atanan bir kayyımdır. Seçme ve seçilme hakkını ortadan kaldırmaya dönük bir girişimdir. Biz kayyımcı karanlık anlayışın artık son bulması gerektiğini söylüyoruz. 100 yıldır bir denklem oluşturulmuş ve o denklemde Kürt yok, Alevi yok, emekçi yok. O denklemde demokratik haklarını kullanarak kendi yöneticisini seçen siz değerli halklarımız yok. İşte Sayın Öcalan, bu denklem bozulsun, bu ülkeye barış gelsin, hiçbir halk ve inanç dışlanmasın, Türkiye’de yaşayan halkların ortaya koyduğu iradeye saygı duyulsun istiyor.

Biz de bunu destekliyoruz, bunun için çalışıyoruz. Ancak karşımızda Ankara’da kayyım var, kayyımcı anlayış var, karanlık kayyımcı anlayışın yönetmiş olduğu yerel yönetimler var. Yerel yönetimleri yönetebilseler hadi neyse derseniz. O kentlerde önce kültüre, sanata ve farklı diller ve kültürler için yapılan hizmetlere müdahale ediyorlar. Önce kadın kurumlarına müdahale ediyorlar. Önce halkın yaşamını kolaylaştıran hizmetlere müdahale ediyorlar. Tek amaçları o kentin rantını almaktır.

Halka gitmesi gereken parayı üç beş yandaşa peşkeş çekmek için mücadele ediyorlar. Kayyımın sadece Kürtlere olmadığını, hepimize olduğunu belirttim. Onun için bugünden sonra sokakta Türkiyeli emekçiler ve halklar bu kayyımcı ve siyasi darbeci anlayışa karşı ortak mücadele etmelidir. Eğer biz Mardin’e atanan kayyımı engelleyebilseydik, bugün İstanbul Büyükşehir Belediyesine kayyım atamak için yargı kumpasıyla soruşturmalar açılmayacaktı. Kayyım Türkiye’nin sorunudur, hepimizin sorunudur. Bu sorun karşısında mücadele etmek, direnmek ve dayanışmak zorundayız.

Yine biliyorsunuz, Sayın Öcalan bir açıklama yapmıştı, onun arkasındayız. Sayın Öcalan’ın düşündüğü Türkiye’de bu kayyımcı anlayışa yer yoktur. Sayın Öcalan’ın açıklayacağı yol haritasında, 100 yıldır inkar edilen Türk-Kürt ittifakı var; Türk ve Kürt halkının ve diğer halkların birlikte yaşadıkları bir cumhuriyet var. Ancak maalesef bir yandan çözüm diyenler, diğer yandan kayyım atayarak aslında bu anlayışa da sabotaj yapıyorlar. Kayyımcı anlayış barışa, bu son tartışmalara sabotajdır. İradenizi tanımıyorum demektir.

İrademizi tanımayanlara biz de Ankara’dan sesleniyoruz: Masanızdaki Kürt’ü inkar eden reddeden, iradesini yok sayan, cezaevlerini ve mahkemeleri adres gösteren bu kayyımcı anlayıştan vazgeçin. Masanıza artık barışı koyun, çözümü koyun. Bu kayyımcı anlayıştan derhal vazgeçerek demokratik bir Türkiye’nin yol taşlarını döşeyecek yol haritasını açıklayın. Bütün Türkiye bu çözüm sürecine ilişkin düşüncelerini söylüyor ama iktidarın başı tek bir söz söylemiyor. Kendisine soruyoruz: Bu suskunluğunuz acaba kayyımla mı verilen bir cevaptır? Sizin bu suskunluğunuzun sebebini atanan kayyımlarla mı anlamamız gerekiyor?

Bütün bunlara rağmen biz tüm seçilmişlerimizle birlikte barışı savunacağız, irademize sahip çıkacağız. Bu hükümetin antidemokratik uygulamalarına karşı bugün Ankara’da olduğu gibi her yerde yediden yetmişe direnerek mücadele edeceğiz. Bu iktidarın kayyımcı anlayışına rağmen, bu topraklara onurlu barışı getirmek için seçilmiş olan arkadaşlarımızla beraber elimizden gelen bütün mücadeleyi ortaya koyacağız. Bu kayyımcı anlayışa rağmen barış diyeceğiz, müzakere diyeceğiz, demokrasi diyeceğiz.

Çözüm tartışmalarının bir barış sürecine evrilmesi için arkadaşlarımızla beraber yerel yönetimlerde, sahada, sokakta, Meclis’te barışı savunmaya devam edeceğiz. Türkiye ve Kürdistan coğrafyasının dört bir yanından bu karda kışta Ankara’ya gelerek sesimizi duyurmak için katkı sunan bütün yol arkadaşlarımıza, seçilmişlerimize, il ve ilçe örgülerimize teşekkür ediyorum. Biz bugün burada olduğumuz gibi bir arada durabilirsek, bu dayanışmayı Türkiye’nin dört bir yanına yayabilirsek, bu kayyımcı anlayış vazgeçmek zorunda kalacaktır. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.”

Paylaşın

Tuncer Bakırhan’dan “Kayyım” Tepkisi: Bu Sömürge Hukuku Değilse Nedir?

DEM Parti Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan, Van Büyükşehir Belediyesine atanan kayyıma ilişkin, “Fazla söze gerek yok. Alınan önlemlere bakılırsa bu ülkede demokrasi var der misiniz? Van bu ülkenin bir kenti der misiniz? Bu işgal değil de nedir? Bu sömürge hukuku değilse nedir?” dedi.

Haber Merkezi / Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Eş Genel Başkanları Tülay Hatimoğulları ve Tuncer Bakırhan, Van’da kayyum atamaları ve İmralı sürecine ilişkin açıklama yaptı.

Tuncer Bakırhan, şunları söyledi:  “Gelê Wanê mêvanên delal hûn bixêr hatin li ser çavan li ser saran hatin. Değerli basın emekçileri hepinizi saygıyla selamlıyorum, hoş geldiniz. Fazla söze gerek yok. Allah aşkına şu an alınan önlemlere, TOMA’lara, Türkiye’nin dört bir yanından buraya yığdırılan kolluğa bakılırsa bu ülkede demokrasi var der misiniz? Van bu ülkenin bir kentidir der misiniz? Bu bir işgal değil de nedir Allah aşkına! Böyle bir görüntü Türkiye’nin başka bir yerinde var mı? Bu sömürge hukuku değil de nedir? Gençlerin işkence ile gözümüzün önünde gözaltına alındığı, insanların bizimle buluşmasının engellendiği, Van halkıyla bizim aramıza bariyer, kalkan koymaya çalışan bu aklı kınıyorum.

Bu akıl yüzyıldır bu topraklarda hüküm sürüyor. Eğer yüzyıldır uyguladığınız inkarcı politikalar, red ve bastırma politikaları sonuç alsaydı, Bekir Kaya olur muydu, Nazmi Gür olur muydu, Abdullah Zeydan olur muydu, Neslihan Başkanımız olur muydu? Allah aşkına bu tekçi politikalarınızdan artık vazgeçin. Van halkı 14-14 yaparak size en büyük cevabı verdi. Van halkı “Bekir Kaya’yı alırsınız, belediyeyi gasp edersiniz ama ben de sandıkta hesabı 14-0 ile sorarım” dedi. Sizler buradan ders çıkarmak yerine 3 dönemdir Kürt halkının iradesine kayyım atayarak bu halkı durduracağınızı, kıracağınızı, davasından, kimliğinden vazgeçireceğinizi mi düşünüyorsunuz? Yanılırsınız. Büyük yanılırsınız.

Van halkıyla aramıza bariyer koyarak Van halkının kimliğinden vazgeçeceğini mi düşünüyorsunuz? Yanılırsınız. Bu Van öyle bir Van’dır ki haksızlığa, adaletsizliğe, onursuzluğa asla izin vermez. Bu Van yiğitlerin kentidir, barış annelerinin, onurluca mücadele eden yılmayan kadınların kentidir. Bu Van umudun, özgürlüğün, demokrasinin peşinde koşan gençlerin kentidir. Van yenilmez, pes etmez, Van gaspçı, hırsız kayyımlara asla onay vermez. Sizlerin Antep’ten, Gümüşhane’den, Kars’tan, Ardahan’dan buraya yığdığınız bu kolluk ve kayyımınız geçicidir.

Ama bin yıllardır burada yaşayan onurlu Van halkı kalıcıdır. Sizler gideceksiniz, yolsuzluk, hırsızlık yapan kayyımlarınız gidecek. Van halkının onurlu iradesi bir gün mutlaka burada tekrar iktidar olacaktır. Tekrar yerel yönetimleri alacaktır. Sizler gidicisiniz. Onun için zulüm yaparak vazgeçireceğinizi, kayyım atayarak bir daha yerel yönetimlerde halkın kendi iradesine sahip çıkmayacağını düşünüyorsanız yanılırsınız. 14-0 Van halkının onurudur. Bizler de onurlu Van halkının 14-0’ına sahip çıkacağız. 14-0 bizim için bir künye, sizin de alnınıza yazılmış kara bir lekedir. Ama lekeden utanır mısınız onu bilmem.

Ne demek istiyorsunuz siz şimdi? Kürtler siyaset yapamaz, Kürtler seçemez mi diyorsunuz? Kürtler belediye alamaz mı diyorsunuz? Dünyanın neresinde bir halkın iradesine 3 dönemdir kayyım atanıyor, gasp ediliyor? Hem de nasıl bir gasp. Allah aşkına gecenin 2’sinde 3’ünde sanki yabancı bir devletin bir kentini işgal ediyormuş gibi plastik mermilerle, joplarla, gazlarla onuruna sahip çıkan halkı yerlerde sürükleyerek döverek gözaltına alarak vazgeçiremezsiniz.

Eş Başkanımızın gözünü morartabilirsiniz ama direncini, onurunu, bağlılığını asla geri çeviremezsiniz. Bu morarmış göz sizin için büyük bir kötülük bizim için onurdur. Halkımız için dövülürüz de, sürükleniriz de, cezaevleri de yatarız, işkence de görürüz ama Bekir Kaya gibi Nazmi Gür gibi asla pes etmeyiz, asla eğilmeyiz, asla yorulmayız. Bu halkın davası onurlu bir davadır. Bu onurlu davanın demokratik bir barış ve eşit haklarla sonuçlanması için de mücadele etmeye, kazanmaya, halkın iradesine onuruna sahip çıkmaya devam edeceğiz. Yargı kumpasıyla bizi vazgeçireceğimizi mi sanıyorsunuz?

Bütün Türkiye bütün dünya duysun. Abdullah Zeydan ne yapmış, hırsızlık yapmamış yolsuzluk yapmamış. Bir savcı beyefendi talimat üzerine suç icat etmiş. Bilirkişi ne demiş, bilirkişi demiş ki kardeşim böyle bir suç işlenmedi. O gün orada önlem alan jandarma ne demiş, demiş ki hayır bahsedilen şahıs suç mahalline gitmemiş. Peki utanmazlar sizin kendi kurumlarınız bir suç yok, bir suç oluşmamış demesine rağmen talimatla Abdullah Zeydan’a kayyım atayarak vazgeçireceğinizi mi düşünüyorsunuz? Sayın Öcalan ısrarla inatla 26 yıldır meselenin çatışma ve şiddet zemininden siyasal zemine geçmek için direniyor, uğraşıyor.

Yakın zamanda da bir yol haritası açıklayacak. Siz ne yapıyorsunuz? Siz çözüm istiyor musunuz, siz Kürt sorununun demokratik yollarla çözülmesinden yana mısınız? Siz bu irade gaspıyla nasıl çözeceksiniz? Siz bu Kürt düşmanlığı ile nasıl barışa ulaşacaksınız? Abdullah Öcalan çözüm için uğraşırken beyefendiler kayyım atıyor, yolsuzluk için hırsızlık için Kürt halkının iradesini gasp etmek için. Yok öyle yağma yok! Van sizi kabul etmez. Van bu kötülüğü unutmaz, Van bu onursuzluğa geçit vermez. Aklınızı başınıza toplayın, insan olun. Mert olun. Barış mı istiyorsunuz, çözüm mü istiyorsunuz, Kürt düşmanlığı mı istiyorsunuz, Kürt düşmanlığı mı yapacaksınız açık söyleyin bilelim. Ben açık söylüyorum. Bu el barış istiyor, bu el çözüm istiyor.

Bu el istiyor ki Kürt halkı kendi iradesini seçsin, kendi iradesi ile yönetilsin. Bu el diyor ki şiddet ve çatışma yerine demokratik zeminde sorunları müzakereyle, diyalogla çözelim diyor. Siz ne diyorsunuz? Allah aşkına kayyım atayarak, tutuklayarak, yargı sopasıyla muhalifleri, Kürtleri terbiye ederek mi çözeceksiniz? Ayıptır. Antidemokratik ülkeler, otoriter rejimler, diktatörler teker teker çöküyor, dersler alın Ortadoğu’dan. Türkiye’nin kurtuluşu kayyımda, gaspta, irade hırsızlığında değil; Türkiye’nin geleceği demokratik bir zeminde birlikte bu ülkedeki bütün renklerin başta Kürtler olmak üzere kardeşçe eşit bir şekilde yaşamasındadır.

Değerli halkımız, onurlu Van halkı, çok sayıda kurumumuz da var. Merak etmeyin. O belediye hep bizim olacak. O kayyım gidecek. O hırsızlık yapanlar gidecek. Yargıya talimat verenler gidecek. Türkiye Cumhuriyeti’nin onurlu halkları bu ülkeyi yönetecek hem de adil bir şekilde hem de kimsenin iradesini hapsetmeden, gasp etmeden yolsuzluk ve hırsızlık yapmadan. Ayıptır! Gerçi kime diyorum ki, kim utanacak ki? 2 dönem belediyeleri soydunuz, soğana çevirdiniz. Benim de belediye eş başkanlığı yaptığım Siirt’te trilyonlarca lirayla gasp ettiğiniz belediyeyi 500 milyon borçlandırdınız.

Van’ı milyonlarca lirayla borçlandırdınız. Utanmaz herifler. Van’ın hangi sokağında , hangi kahvesinde, hangi berberinde “kayyım nedir” diye sorarsanız hırsızlık, yolsuzluk, usülsüzlüktür der. Utanın biraz. Bu halkın iradesine saygı duyun. Kürt halkına düşmanlık etmeyin. En önemlisi son sözüm, karar verin. Demokratik çözüm mü, müzakere mi, diyalog mu, Kürt düşmanlığı mı? Buyurun bunun cevabını siz verin. Onurlu Van halkı hepinizin mücadelesi ve davası önünde saygıyla eğiliyorum. Burada bugün bariyerle olmasa yüzbinlere bizi karşılayacağınızı iradenize sahip çıkacağınızı da biliyorum. O günler de gelecek.”

“Diyalog süreci devam ederken iktidarın kayyım atamaları asla kabul edilemez”

Tülay Hatimoğulları, şunları söyledi: “Değerli basın emekçileri, kurum temsilcileri Van halkıyla dayanışmak için İstanbul’dan Ankara’dan gelen değerli kurum temsilcileri hepinizi saygıyla sevgiyle selamlıyorum, hoş geldiniz baş göz üstüne geldiniz. Hepimiz Van halkının yüreğine sığınarak buradayız. Bu faşist, otoriter rejimin baskılarına direnen Van halkının yanına geldik. 31 Mart’ta bir tarih yazdı Van halkı, sizleri kutluyoruz gurur ve onur duyuyoruz sizinle. Sizler 31 Mart’ta bu haksızlığa dur dediğiniz için bugün rövanş almak istediler.

Eş Başkanımız söyledi ceza verdikleri Abdullah Zeydan hem bilirkişi raporuna hem de jandarmanın ifadelerine rağmen, suçsuz olduğu ispatlandığı halde kararın bu şekilde çıkması rövanşist bir yaklaşımdır. Van halkından öç almak isteyen bir yaklaşımdır. Van’ın 14-0’lık başarısını hazmedemeyen bu iktidarın uygulamasıdır. Abdullah Zeydan, Neslihan Şedal seçilen bütün seçilmişlerimiz Kürt halkının ve Türkiye halklarının onurudur, öyle kalmaya da devam edecek.

Van belediyesi en çalışkan, en sevilen, en başarılı belediyelerimizden biridir. Biz bu sevgi selini 31 Mart’ta gördük, bu sevgi selini günlerdir kar ve kış demeden havanın eksi derecelerde olduğu Van’da belediyede nöbet tutan halkımızda gördük. Binlerce teşekkürler sevgili Van halkı. Belediyeye giriş fotoğrafları, o videolar. İçişleri Bakanı da Adalet Bakanı da sarayda oturan Erdoğan da iyi izlesin o videoları. Hani protesto ediyorlar ya sözüm ona yalandan, İsrail Filistinlilere nasıl davranıyorsa o belediyeye sabaha karşı girişleri aynı fotoğraftır. Adeta başka bir ülkeyi işgale gider gibi Van’ı işgal etmiş durumdalar. Karşımızda kurulan bariyelerleri çift kat kuruyorlar. Halkla buluşmamızı engellemek için. Siz nerede hangi kafayı yaşıyorsunuz? Van halkı zaten burayı 14-0 yaparak sizin kayyımcı anlayışınıza defolun gidin, sizi istemiyoruz demiştir.

Biz bu faşizan uygulamaların 1980’de Fatsa’da Terzi Fikri’ye nasıl yapıldığını biliyoruz. 1980’de Kenan Paşa’nın askeri postallarla Türkiye’de darbe yaptığını hatırlayalım. Aynı darbeyi şimdi saray, polis ve kolluk kuvvetiyle yapmıştır. O dönem geçici olan kayyımlar 15 Temmuz darbe girişiminden sonra bu ülkede kalıcı bir rejim haline getirilmiştir. Bu şahlıktır, padişahlıktır, faşizmdir, otoriterliktir ve biz halk olarak bunu asla kabul etmeyeceğiz. İstanbul’dan İzmir’den Çukurova’dan Ankara’dan lütfen hepiniz dönün ve Van’a kulak verin. Bugün sadece Kürtlerin seçtiği belediyelere değil, sadece Kürt halkının ittifak kurduğu belediyelere değil aynı zamanda kent uzlaşısı ile seçilmişlere dönük de operasyonlar hız kesmiyor.

Bugün bu iktidarın etekleri o kadar tutuşmuş ki, iktidarı kaybetme korkusu onlara o kadar sinmiş ki İstanbul’da kent uzlaşısı yapılmış yerlere de operasyonlar gerçekleştirdiler ve birkaç gün önce çok sayıda insanı tutukladılar. Bu faşizan ve otoriter uygulamalar devam ettikçe bizler halkımızla beraber Kürtler Türkler Araplar, bu ülkede yaşayan bütün farklı halklar ve inançlarla beraber çok daha büyük kent uzlaşıları kuracağız. Çok daha büyük demokrasi mücadelesi yürüteceğiz. Bu ülkede tesis edilmek istenen istibdad rejime, otoriter rejime karşı en geniş yelpazedeki demokrasi mücadelemizi sergilemeye devam edeceğiz.

Şu bilinsin ki bir yandan diyalog süreci devam ederken bu iktidarın kayyım atamaları asla kabul edilemez. Van halkının şunu iyi bildiğini biliyorum. 15 Şubat Sayın Abdullah Öcalan’ın komployla Türkiye’ye getirildiği gün. Böylesi tarihi bir günde bilerek, isteyerek ve planlayarak Van Büyükşehir Belediyemize kayyımı aynı gün atadılar. Bundan dolayı da sizleri kınıyoruz kınıyoruz kınıyoruz. Şu bilinsin ki onlar istedikleri kadar havadan, karadan saldırsınlar, tepemizde uçaklar uçursunlar. Kürt halkının, demokrasi güçlerinin iradelerine ipotek koymaya çalışsalar da bizler barış demekten vazgeçmeyeceğiz.

Barış için, demokrasi için ne bedel ödememiz gerekiyorsa zaten ödüyoruz, ödemeye de devam edeceğiz. Bizim için belediyeler dört duvar değildir. Bizim için belediyeler sokaktır, halktır. Bizim için belediyeler kadınlardır, gençlerdir, barış anneleridir. Biz hırsızlar tarafından çalınmış olan belediyelerin o dört duvarının içine hiçbir zaman sıkışmadık, sıkışmayacağız. Şu şöyle bilinsin, biz dün olduğu gibi bugün de mücadele etmeye devam edeceğiz, onurumuz olan seçilmişlere sahip çıkmaya devam edeceğiz. Mücadelemize sahip çıkmaya devam edeceğiz. Hepinizi sevgi ve saygıyla selamlıyorum.”

Paylaşın

Tuncer Bakırhan: Öcalan, Onurlu Bir Barışın Formülünü Hazırlıyor

DEM Parti Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan, “Sayın Öcalan tarihi bir açıklama için hazırlığını sürdürüyor. Açıklamanın içerisini net olarak bilmemekle birlikte; açıklamanın kendisinde Kürt meselesinin çözümü ve Türkiye’nin demokratikleşmesi yatıyor” dedi ve ekledi:

“Mesele sadece bir çağrı meselesi değil. Çağrı yapılabilir. Bu konuda Sayın Öcalan’ın bir hazırlığı olduğunu dün de söyledik. Çok tarihi bir açıklamaya hazırlandığını belirttik. Bu tarihi açıklamada Türkiye’nin demokrasisini ve demokratikleşmesini, Kürt meselesinin demokratik yollarla çözümünü, onurlu bir barışın formülünü Sayın Öcalan hazırlıyor.”

Demokratik Bölgeler Partisi (DBP) ile Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi’nin (DEM Parti) “Toplumsal Barış ve Özgürlük Buluşmaları” sürüyor. Diyarbakı’daki Çand Amed Kongre Merkezi’nde bu kapsamda halk buluşması gerçekleştirildi.

Buluşmada konuşan DEM Parti Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan, şunları söyledi: “Yeri geliyor bu ülkeyi yönetenler, ‘Kürt sorununun çözümü Diyarbakır’dan geçer’ diyor. Bazen birileri çıkıp ‘AB’nin yolu Amed’den geçer’ diyor. Amed sadece bizim gözümüzde değil, aynı zamanda bu ülkeyi yönetenler açısından da çok önemli bir kent. Biz de tekrar ediyoruz. Hem çözümün ve barışın yolu Amed’den geçer, aynı zamanda Ankara’dan da geçer. Biz de Amed’in yanına Ankara’yı ekleyelim.

Çünkü bu çözüm ve barış süreçleri aynı zamanda tarafların birlikte oturup istişare ettikleri, müzakere ettikleri ve bir sonuca vardıkları bir süreçtir. Amed ve Ankara bu tartışmaların bir çözüme evrilmesinin merkezleridir. Zaten Türkiye çözümü derken biz tam da bunu kastediyorduk. Yüz yıldır Türkiye’de devam eden, son 40 yıldır Türkiye’nin enerjisini, ekonomisini, toplumsal enerjisini emen, büyük bir sorundan bahsediyoruz. Dolayısıyla bu sorun aynı zamanda ekonomiktir, sosyaldir, siyasaldır, toplumsaldır. Birçok yönü olan böylesine devasa böylesine önemli bir sorunun tartışıldığı bir süreci yaşıyoruz.

Bahçeli ile başlayan, İmralı’ya iki kez heyetimizin gitmesiyle birlikte Sayın Öcalan’ın sürece dahil olduğu çok önemli tartışmalar yürütüyor Türkiye. Bu tartışmalardan bir süreç çıkmasını umuyoruz, bu tartışmaların bir barış sürecine evrilmesini istiyoruz. Bunu istemek yetmiyor, aynı zamanda bunun altyapısını da oluşturmak gerekiyor. Aynı zamanda onurlu bir barışa dönüşmesi için bu meseleye sahip çıkmamız gerekiyor.

“Halkın dahil olmadığı hiçbir mücadele başarıya ulaşmaz”

Bu meseleyi kendi meselemiz gibi görüp, biraz daha fazla ve güçlü yüklenmemiz gereken bir süreci hep birlikte yaşıyoruz. Sizin burada söyleyeceğiniz düşünceler bizim için de esastır. Çünkü bizim yolumuzu açan bizatihi halklarımızın kendisidir. Halkın dahil olmadığı, bedel ödeyenlerin söz hakkının olmadığı hiçbir mücadele başarıya ulaşmaz. 40 yıldır bütün zulüm ve baskılara bugün Kürt meselesi tartışılıyorsa tam da sizin dahil olmanızdan, sizin bu meselenin ana aktörü olmanızdan ve bizim de öyle görmemizden kaynaklıdır. Emin olun bu partiyle halk arasındaki, Kürt hareketiyle Kürt halkı arasındaki bu ilişki takdire şayan bir ilişkidir. Halkın bizzat katıldığı, söz söylediği, düşüncesini ifade ettiği, yeri geldiği zaman eleştirdiği, önerileriyle mücadeleyi zenginleştirdiği başka bir mücadele yoktur.

Sayın Öcalan tarihi bir açıklama için hazırlığını sürdürüyor. Açıklamanın içerisini net olarak bilmemekle birlikte; açıklamanın kendisinde Kürt meselesinin çözümü ve Türkiye’nin demokratikleşmesi yatıyor. Mesele sadece bir çağrı meselesi değil. Çağrı yapılabilir. Bu konuda Sayın Öcalan’ın bir hazırlığı olduğunu dün de söyledik. Çok tarihi bir açıklamaya hazırlandığını belirttik. Bu tarihi açıklamada Türkiye’nin demokrasisini ve demokratikleşmesini, Kürt meselesinin demokratik yollarla çözümünü, onurlu bir barışın formülünü Sayın Öcalan hazırlıyor.”

(Kaynak: Mezopotamya Ajansı)

Paylaşın

DEM Parti: Onurlu Olmayan Bir Barışı Kürt Halkı Kabul Etmez

DEM Parti Eş Genel Başkanı Tulay Hatımoğulları, “Kürt halkı politik bir halktır, örgütlü bir halktır ve “kandırılma” kelimesini kabul etmeyen bir halktır. Bugün onurlu olmayan bir barışı, Kürt halkının onurunu ve haklarını öngörmeyen bir barışı DEM Parti de Kürt halkının bizatihi kendisi de kabul etmez. DEM Parti kabul etse de Kürt halkı kabul etmez” dedi.

Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Eş Genel Başkanları Tulay Hatımoğulları ve Tuncer Bakırhan, aralarında Demokratik Alevi Dernekleri (DAD), Pir Sultan Abdal Kültür Derneği, Alevi Kültür Dernekleri, Hacı Bektaş Veli Anadolu Kültür Vakfı, Türkiye Alevi Federasyonu, Alevi Bektaşi Federasyonu ve Avrupa Alevi Birlikleri Konfederasyonunun bulunduğu Alevi kurumlarının İstanbul’da düzenlediği “Aleviler Barışı Konuşuyor” adlı panele katıldı. Panelin açılışında konuşan Hatimoğulları ve Bakırhan, şunları söyledi:

Hatimoğulları: “Hepinizi sevgi ve saygıyla selamlıyorum. Ortadoğu ve Türkiye’de devam eden savaş, çatışmalar ve çözüm önerileri noktasında ve Türkiye’deki kimi gelişmeleri paylaşmak ve değerlendirmek üzere bugün Alevi canlarla bir aradayız. Alevilerin barışı konuşması çok önemli. Bu topraklarda geniş bir nüfusa sahip olan Alevi canlarla Türkiye ve Ortadoğu’yu konuşmak oldukça önemlidir. Suriye’ye de değineceğiz. Suriye’de çok önemli gelişmeler oluyor. Sizler de takip ediyorsunuz. Özellikle rejim değişikliğinden sonra yönetime gelen HTŞ tarafından Alevilere, Hıristiyanlara ve Dürzilere dönük katliamlar gerçekleşti.

Burada bulunan kurumların Suriye’deki Alevi canlarla dayanışma içinde olduğunu, bununla ilgili çok çalışma yürüttüğünü, hem Türkiye’deki hem Avrupa’daki canlarımızın bu konuda çok ciddi çalışmalar yürüttüğünü de biliyoruz. Alevi inancı için, Arap Alevileri için çok önemli bir değer olan El Xasidi’nin türbesi yakıldı Suriye’de. En son bir akademisyen kadının kaçırıldığı, hatta kimi haberlere göre katledildiği bilgisi geldi. Birçok Alevi şeyhinin katledildiğini biliyoruz. Hem Türkiye’deki hem Avrupa’daki canlar olarak, Suriye’de yaşanan bu katliamlara, savaş ve çatışmalara karşı yürüttüğümüz çalışmaları daha ileri taşımak, güçlendirmek ve Suriye’deki Alevi canlarımızın sesi olmak hepimiz açısından oldukça önemli. Bu konuda da çalışmalarımızı sizinle beraber sürdüreceğiz.

Değineceğim konulardan biri de Bahçeli’nin girişimiyle birlikte Kürt sorununun çözümüne dair oluşan umutlar. Kürt sorunu, 40 yılı aşkındır Türkiye’de Kürt halkının verdiği özgürlük mücadelesiyle birlikte önemli bir konu başlığı, çok önemli bir sorun oldu. Kürt halkının hem Türkiye’de hem Suriye ve İran’da verdiği özgürlük ve kimlik mücadelesi çok önemli ve anlamlı. Artık sadece bu bölgenin ve ülkenin gündemi değil, artık bütün dünyanın gündemi.

Kuzey ve Doğu Suriye’de yaşayan Kürt halkının oluşturmuş olduğu öz yönetim bugün bölgenin ihtiyacı olan ve biraz önce bahsettiğimiz katliamları bitirecek anlayışın ta kendisidir. Suriye’deki Kürtler, bütün Ortadoğu’da en seküler yapıyı, farklı halkların ve inançların bir arada yaşamasını savunan ve bunun anayasal güvence altına alınmasını sağlayan bir yapıyı oluşturmuştur. Özellikle geri plana itilmek istenen, hele de HTŞ yönetimiyle beraber neredeyse yok sayılan kadınların siyasetteki ve toplumdaki temsiliyetinde önemli bir taşıyıcı olmuş, bu konuda önemli bir model sağlamıştır. Eş başkanlık ve eşit temsiliyet her bakımdan önemli ve anlamlıdır.

Biz burada iç barışımızı konuşurken bunun, yanı başımızdaki Suriye’den bağımsız olmadığını, çok ciddi bir kader ortaklığı olduğunu biliyoruz. Bizler, DEM Parti olarak, hep şu noktada durduk: Umuda ve barışa dair en ufak bir umut varsa, bir kapı aralanıyorsa, biz o kapıyı ardına kadar demokrasiye güçleriyle ve muhalif olan bütün kesimlerle açalım istiyoruz. Birlikte örelim, örgütleyelim istiyoruz. Benden sonra konuşacak olan Eş Genel Başkanımız Sayın Tuncer Bakırhan Kürt sorununa bu dönemde nasıl yaklaştığımızı, barışla ilgili ne düşündüğümüzü daha detaylı ifade edecek.

Değerli canlar, bu iktidarın her şeyi kendine yontmaya çalışabileceğinin, bu rejimin kendini tahkim etmek için her yol ve yönteme başvurabileceğinin DEM Parti olarak farkındayız. Kürt halkı politik bir halktır, örgütlü bir halktır ve ‘kandırılma’ kelimesini kabul etmeyen bir halktır. Bugün onurlu olmayan bir barışı, Kürt halkının onurunu ve haklarını öngörmeyen bir barışı DEM Parti de Kürt halkının bizatihi kendisi de kabul etmez. DEM Parti kabul etse de Kürt halkı kabul etmez. İmralı görüşmelerinin devam ettiği bu süreçte, özellikle ikinci görüşmede Sayın Abdullah Öcalan şunu çok net ifade etti.

Muhalefetin olmadığı bir barış olmaz. Muhalefet yoksa bu iktidar her şeyi kendine yontar. ‘Demokratik zeminde bir barışın üzerinde çalışıyorum’ dedi. Dört saate yakın süren görüşmede, ‘Demokratik bir barış zemininin sadece Kürt sorununu çözmek için değil, bu ülkede tarih boyunca yaşanmış Alevi sorununu çözmek, eşit yurttaşlık hakkı temelinde bütün farklı halkların ve inançların temsil edilmesini sağlamak için çalışıyorum. Bunun sözde değil özde gerçekleşmesi ve demokratik bir anayasayla güvence altına alınması için çalışıyorum” dedi. Bunu da siz canlarımızla özel olarak paylaşmayı önemli buluyoruz.

Nasıl bir barış? Kafamızdaki soru işaretleriyle birlikte bunları çok detaylı konuşacağız. Ben sözlerime son verirken şunları belirtmek isterim. Barışa her şeyden fazla ihtiyacımız var. Halk TV’ye yönelik son operasyonda Fuat Toktaş’ın tutuklanırken, şu anda İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu mahkemede ifade verirken, Kartalkaya yangınını konuşmak isteyen basının sansürlenirken ve insanlar can pazarındayken barışa her zamankinden daha fazla ihtiyaç duyulması, içinde bulunduğumuz tabloyu açıkça gösteriyor.

İşsizliğin, yoksulluğun, açlığın, geçinememenin ve barınamamanın arttığı bir dönemde barışı her zamankinden daha fazla konuşmaya ihtiyacımız var. Siyasal İslam çizgisinin bölgede kökleşmeye çalıştığı bir dönemde, başta Alevi canlar olmak üzere bu coğrafyada yaşayan bütün halkların ve inançların daha fazla barışa ihtiyacı var. Hep birlikte toplumsallaştırmayı başarırsak ve sahiplenirsek barış olur.

Biz bu toplantıyı çok önemsedik. Alevi canlarımızla demokratik bir Türkiye tahayyülümüzü, özgürlükçü ve seküler bir Türkiye tahayyülümüzü, kadın özgürlükçü bir Türkiye tahayyülümüzü gerçekleştirmek için bu toplantıyı gerçekleştiriyoruz. Kayyımcı anlayışa karşı güçlendirilmiş yerel yönetimler anlayışının güçlenmesi için biz bu toplantımızı gerçekleştireceğiz. Emeği geçen bütün canlarımıza çok teşekkür ederim. Hepinizi saygıyla ve sevgiyle selamlıyorum.”

Hepimizin eşit haklara sahip olduğu bir Türkiye mücadelesi yürütüyoruz

Bakırhan: “Hepinizi saygı ve sevgiyle selamlıyorum. Evet, Hızır günlerindeyiz. Tutulan oruçları Hak kabul etsin. Çok zor günlerdeyiz. Bu zor günlerde Hızır hepimizin yar ve yardımcısı olsun. Tülay Başkan söyledi; örgütlü olmayanın kaybettiği, katledildiği, canına ve malına el konulduğu bir dünyada yaşıyoruz. Bunun en son örneklerinden biri de Suriye’de yaşanıyor. Kendi halinde inancını yerine getiren; barışçıl, demokratik, kimsenin hakkına ve hukukuna karışmayan Alevi halkı Suriye’de çok zor günler yaşıyor.

Gün yok ki Aleviler katledilmiyor, kaçırılmıyor. Gün yok ki Alevi yurttaşlarımızın canına ve malına el konulmuyor. Biz bunu kınıyoruz. Bunun karşısında durmaya devam edeceğiz. Örgütlenmenin, ortak mücadele zeminini büyütmenin ne kadar önemli olduğunu bu yaşananlardan dersler çıkararak anlamış olduk. Bu organizasyonu düzenleyen çok değerli kurumlarımıza teşekkürlerimi iletmek istiyorum. 1 Ekim’den itibaren Türkiye, çok yeni bir gündemi tartışıyor.

Peki, gerçek, konuşulan ve yorumlanan gibi midir? Buna çok katılamayacağım. Tam da o gündemi tartışmak için buradayız. Aleviler bu tartışma gündeminin neresindedir? Bu tartışma gündeminin bir sürece evrilmesi halinde Aleviler kaybeden mi olacak, kazanan mı olacak? Bu tartışma gündeminde Aleviler nerede duruyor? Bu gündemde sadece Kürtlerin demokratik hakları mı tartışılıyor, sadece Kürtler mi gündem? Sadece Kürtlerle mi bir diyalog kuruluyor? Bu soruların tamamına cevaplar vereceğiz.

Biz ortak mücadele zeminiyiz. Biz, yüzyıl boyunca inkar edilen, asimile edilen, reddedilen, Kürtlerin ve Alevilerin, diğer etnik ve inanç gruplarının, emekçilerin ortak mücadele zeminiyiz. Biz, demokrasi talebi olan bütün toplulukların eviyiz. Biz, sadece Kürt değiliz; sadece Kürt coğrafyasındaki sorunları gündemine alan, diğerine gözünü kapatan, müdahale etmeyen, yüreğinde hissetmeyen bir parti değiliz. Nasıl ki Kürtler 100 yıldır inkar ediliyor, reddediliyor, asimile ediliyor; aynı şeyi Aleviler de yaşıyor. Hepimizin yaşadığı bu sorunlar karşısında ortak mücadele etmeyişimiz bu inkarı, bu reddi, bu asimilasyonu giderek büyütüyor, yıllara yayıyor. Dolayısıyla ortak mücadele zemininin ne kadar anlamlı ve önemli olduğunu anlatmaya gerek yok.

Bu süreç sadece Kürt’ü gündemine alan, Kürt’ün hakkını tartışan bir süreç değil. Biz eşit yurttaşlık derken, sadece Kürtlere eşit yurttaşlık demiyoruz. Sayın Öcalan’ın da son iki görüşmede en çok üzerinde durduğu mesele eşit yurttaşlıktır. Sayın Öcalan, ‘Kürt’e eşit yurttaşlık ama Aleviler reddedilsin’ demiyor. ‘Ezilenler ve emekçiler alın terinin hakkını almasın’ demiyor. ‘Kürt’e eşit haklar ama kadınlar katledilsin, demokrasiyi arayanlar cezaevine gönderilsin’ demiyor. Onun için Alevi canların bu sürece sahip çıkması önemlidir.

Tartışılan sadece Kürtler olmadığı için, eşit yurttaşlığın gerçekleşmesi halinde Alevilerin de eşit yurttaşlık hakları tanınacaktır. Bu nedenle Alevi yurttaşlarımızın bu sürece aktif şekilde katılması gerekiyor. Yazılanlar, çizilenler, yorumlar gerçeği yansıtmıyor.

Kürtler kimseyle oturup onun ikbali için bir anlaşma ve ittifak içinde değil. Kürtler Türkiye’nin demokratikleşmesi için bir diyalog ve müzakere zemini aramaya çalışıyor. Bu İmralı’da da böyledir, DEM Parti’de de böyledir. Bizi yalnız Kürtlerle sınırlayanlar bizi tanımıyor. Biz Maraş’taki, Sivas’taki Aleviyiz, Hacıbektaş’ta yaşayan Alevilerin kendisiyiz. Bizim yaşadığımız, maruz kaldığımız bütün baskıları Hacıbektaş’takiler de yaşıyor. Dolayısıyla eşit yurttaşlık hakkını doğru anlamalıyız. Eşit yurttaşlık Alevileri, Kürtleri, emekçileri, kadınları kapsayan, hakkını hukukunu alamayanların mücadelesini kapsayan ortak talebimizdir.

Dolayısıyla bu süreç yürüyecekse, çözüme evrilecekse emin olun ki Kürt ne aldıysa Alevi de onu alacak. ‘Kürt haklarına evet ama Alevi bizi ilgilendirmez’ demeyeceğiz. Böyle bir dünya yok. Bizim zeminimiz öyle bir zemin değil. Bizim zeminimizin kendisi Alevi zeminidir. Aleviler partimizin temel direklerinden biridir. Alevileri öteleyen, görmeyen bir DEM Parti olamaz; bir çözüm, tartışma süreci olamaz. Kaygılarınızı anlıyorum. Dışarıdaki yalan ve yanlış tartışmaların Alevi toplumunu negatif etkilediğini çok iyi biliyorum. Kimse kimseden bir şey kaçırmıyor. Demokratik bir Türkiye, laik ve seküler bir Türkiye; hepimizin eşit haklara sahip olduğu bir Türkiye mücadelesi yürütüyoruz.

Onun için bu süreci enine boyuna ayrıntılı bir şekilde ikinci oturumda tartışacağız. Ama bir realite var asla inkar edilemez, asla es geçilemez, asla tali görülemez. İnkar edilenlerin hiçbir dönemde olmadığı kadar bugün bir arada olması gerekiyor, birlikte olması gerekiyor, birlikte mücadele etmesi gerekiyor. Demokrasi herkes içindir. Demokratik Türkiye hepimizin olacaktır. Demokratik Türkiye’nin bir köşesinde demokrasi, diğer köşesinde Sivaslar, Maraşlar ve Çorumlar olmaz. Demokratik olacaksa Kars’tan Edirne’ye kadar demokratik olacaktır. Olmayacaksa da birlikte bu inkar eden düzeni karşısında mücadele edeceğiz.

Alevilere dönük özellikle Suriye’deki saldırıları şiddetle kınıyorum. Sadece kınamıyoruz; hangi platforma, hangi kürsüye çıksak, hangi cadde ve sokakta üç yurttaşımızı bulsak Kürt’ün yanına Alevi’yi eklemeden, Kürtlerin demokratik haklarının yanına Alevilerin eşit yurttaşlık haklarını koymadan asla konuşmuyoruz. Çünkü birbirlerinden ayrılmaz. Zulüm düzeninin antidemokratik uygulamalarını iliklerine kadar yaşayan Alevi toplumunun hakları bizim haklarımızdır. Bunu savunmaya, bunun mücadelesini vermeye devam edeceğiz.

Eşit haklara sahip oluncaya kadar birlikte mücadele edeceğiz, birlikte mücadele etmeliyiz. Bu aynı zamanda bizim Alevi toplumuna da bir çağrımızdır: Bir arada olursak, birlikte olursak hiçbir dönem olmadığı kadar haklarımıza ulaşma şansını yakalamış durumdayız. Bugün hem Türkiye’nin hem bölgenin en dinamik gücü Kürtlerdir, Alevilerdir. En örgütlü gücü Kürtler ve Alevilerdir. Birlikte ortak bir zeminde bir araya gelirlerse emin olun ki ne inkar ne ret ne asimilasyon politikaları bu topraklarda yürütülemez. Bizi bugün siz değerli Alevi canlarla bir araya getiren Alevi kurumlarımıza da teşekkürlerimi iletmek istiyorum. Toplantımızın başarılı geçmesini temenni ediyorum.”

Paylaşın

DEM Parti: Siyasi Ve Askeri Saldırılar Barış Umudunu Baltalıyor

MHP Lideri Devlet Bahçeli’nin “Abdullah Öcalan” çağrısı sonrası başlayan sürece ilişkin açıklama yapan DEM Parti, açıklamasında, “Türkiye halklarının barış özlemi ve demokratikleşme talepleri eksenindeki bu tartışma sürecinde iktidar, askeri ve siyasi saldırılarıyla milyonlarca insanın barış ve demokrasi umudunu baltalamaya devam etmektedir” ifadelerini kullandı.

Haber Merkezi / DEM Parti, açıklamasının devamında, “Kürt halkının kazanımlarına yönelik baskılar her geçen gün genişlemektedir. Belediyelere kayyım atanması, siyasi soykırım operasyonlarının artması, Kuzey ve Doğu Suriye’de sivilleri de içerisine alacak şekilde saldırıların büyümesi, Kürt kültür kurumlarına dönük baskınlar ve siyasi müdahaleler iktidarın ülkede yeşeren barış ihtimaline yönelik siyasi suikastleridir” ifadelerine yer verdi.

Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti), MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin “Abdullah Öcalan” çağrısı sonrası başlayan sürece ilişkin açıklama yaptı. Açıklamada şu ifadelere yer verildi:

“Türkiye halkları geçtiğimiz yılın ekim ayından bu yana Kürt sorununda demokratik çözüm ve Türkiye’nin demokratikleşmesi eksenindeki tartışmalardan büyük bir umut ve heyecan duymuş, süreci tüm gücüyle destekleyerek nihai barış ve demokratik bir ülke talebinde ortaklaşmıştır. Türkiye halklarının barış özlemi ve demokratikleşme talepleri eksenindeki bu tartışma sürecinde iktidar, askeri ve siyasi saldırılarıyla milyonlarca insanın barış ve demokrasi umudunu baltalamaya devam etmektedir.

Kürt halkının kazanımlarına yönelik baskılar her geçen gün genişlemektedir. Belediyelere kayyım atanması, siyasi soykırım operasyonlarının artması, Kuzey ve Doğu Suriye’de sivilleri de içerisine alacak şekilde saldırıların büyümesi, Kürt kültür kurumlarına dönük baskınlar ve siyasi müdahaleler iktidarın ülkede yeşeren barış ihtimaline yönelik siyasi suikastleridir.

Geçtiğimiz günlerde Tişrin Barajı çevresinde çatışmaların durması için yürüyüş yapan sivillere dönük saldırılarda çok sayıda insan yaşamını yitirmişti. Bu saldırılarda ağır yaralanan Kürt komedyen ve tiyatro oyuncusu Bavê Teyar’ın yaşamını yitirdiğini üzüntüyle öğrendik. Bavê Teyar milyonlarca Kürdün evine misafir olan, güldüren, düşündüren ve her zaman halkının yanında olan bir sanatçıydı. Teyar’a rahmet, yakınlarına ve Kürt halkına başsağlığı diliyoruz. Bu saldırıları en güçlü şekilde kınıyoruz.

Bu vesileyle günlerdir Tişrin Barajı’nda topraklarını savunan, saldırıların son bulması için sivil canlı kalkan eylemini gerçekleştiren Kuzey ve Doğu Suriye halklarını selamlıyor, dayanışma duygularımızı paylaşıyoruz.

“İktidarı uyarıyoruz; Kürt halkına, kurumlarına ve barış savunucularına saldırmaktan vazgeçin”

Kuzey ve Doğu Suriye’de saldırılarını devam ettiren akıl, Türkiye’de de Kürt kurumları ve emekçilerine yönelik saldırılarını yoğunlaştırmıştır. Yine İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından yürütülen bir soruşturma kapsamında 17 Ocak günü Van ve İstanbul’da yapılan ev baskınlarında gazeteciler Reyhan Hacıoğlu, Necla Demir, Rahime Karvar ve Ahmet Güneş gözaltına alındı.

Aynı soruşturma kapsamında İstanbul’daki Martı Prodüksiyon ve Güncel prodüksiyon şirketlerine baskın düzenlendi. Kürt gazetecilerin siyasi soykırım operasyonları kapsamında gözaltına alınmasından sonra Diyarbakır’da Kürt Edebiyatçılar Derneği’ne baskın düzenlenmiş, dernekte bulunan 150 kitap ve 1500 gazeteye el konulmuştur.

Bu korsan baskının ve insanlık tarihine utanç olarak geçecek şekilde kitap ve gazetelere el konulmasının tek izahı, iktidarın emrindeki polis ve yargı eliyle toplumsal barış umudunu baltalamak istemesi ve bunun için çabalamasıdır. Kürtlerin kazanımlarına, kültürüne, kurumlarına, emekçilerine dönük saldırıların başka bir izahı ve gerekçesi olamaz.

İktidarı uyarıyoruz; Kürt halkına, kurumlarına ve barış savunucularına saldırmaktan vazgeçin. İktidarın izlediği bu saldırgan politikalar çözüme dair tartışmaları zehirlemektedir.

İktidar tarafından sürdürülen bu siyasi operasyon ve saldırıların mevcutta yürütülen tartışma sürecinin ruhuna aykırı olduğunu bir kez daha ifade ediyor ve altını özellikle çiziyoruz. İktidar, Kürt halkının kazanımları ve kurumlarına dönük saldırılarda ısrar ederek hiç kimseyi barış ve çözüme niyetli olduğuna ikna edemez. Eğer iktidar barış ve çözüm konusunda samimiyse yapması gereken ilk şey saldırıları durdurması, Kürt halkının kazanımlarına ve kurumlarına saygı duymayı öğrenmesidir.

Saldırılarla Kürtleri, muhalifleri ve barış savunucularını yıldıracağını düşünen iktidar büyük yanılıyor. Yılmayacağız, direneceğiz, barış ve demokrasi mücadelesini en güçlü biçimde sürdüreceğiz. Barış talebinde ortaklaşan milyonlarca yurttaşımızı ve demokratik kamuoyunu iktidarın barış ihtimalini ortadan kaldırmaya dönük saldırılarına karşı güçlü bir demokratik tepki göstermeye davet ediyoruz.”

Paylaşın