HDP, Üçüncü İttifak İçin Çalışmalarını Hızlandırdı

Birçok parti ve Sivil Toplum Kuruluşu (STK) ile görüşmelerini sürdüren Halkların Demokratik Partisi (HDP),  ‘Demokrasi İttifakı’ için çalışmalarını hızlandırdı. HDP Eş Genel Başkan Yardımcısı Tuncer Bakırhan da, bu çerçevede, partisinin Cumhurbaşkanlığı adaylığında izleyeceği yolu anlattı.

HDP, 27 Ekim’de yayımladığı ‘Tutum Belgesi’nin (deklarasyon) üzerinden 3 haftayı aşkın bir süre geçti. Deklarasyon, 2023 seçimleri öncesi ve sonrasına dönük bir yol haritasını esas alıyor.

Deklarasyonda, Kürt sorunu ve cumhurbaşkanlığı seçimi başta olmak üzere Türkiye’nin kronik sorunlarının çözümü için tüm toplumsal taraf ve siyasi aktörlerle görüşmeye, müzakere ve ortak yönetime hazır olduğunun mesajı verildi.

11 maddeden oluşan deklarasyonda aynı zamanda gelecek döneme ilişkin yani milletvekilliği seçimine yönelik ittifak tartışmalarına nokta koyulurken ‘Demokrasi İttifakı’ olarak değerlendirilen üçüncü ittifaka vurgu yapıldı.

Independent Türkçe’den Abdulhakim Günaydın’ın haberine göre; HDP, ittifak zeminini açmak için siyasi parti ve sivil toplum kuruluşları dahil onlarca görüşme gerçekleştirdi. İttifak zeminini bulmak için süren görüşmelerin toplumun geniş kesimleriyle devam edileceği belirtildi.

HDP’nin STK ve Siyasi Partilerle İlişkiler Komisyonu Sorumlusu Eş Genel Başkan Yardımcısı Tuncer Bakırhan, konuya ilişkin Independent Türkçe’ye açıklamalarda bulundu.

Deklarasyon çerçevesinde şimdiye kadar onlarca siyasi parti ve sivil toplum kuruluşlarıyla görüşmeler gerçekleştirdiklerini kaydeden Bakırhan, “Aydın, yazar ve sanatçılarla yuvarlak masa toplantıları yapacağız” dedi.

Ankara’da DEVA, Gelecek, Saadet ve Sol Parti dahil İHD, TİHV, KESK ve DİSK gibi emekçi meslek örgütleriyle de bir araya geldiklerini aktaran Bakırhan, “Daha önce Alevi örgütleri ve Kürdistani Partilerle görüşmelerimiz oldu. Dün İstanbul’da Türkiye Komünist Partisi (TKP), Türkiye İşçi Partisi (TİP), Toplumsal Özgürlük Partisi, Kaldıraç çevresiyle görüştük” dedi.

Devam eden görüşmelerde Emek Partisi, Sosyalist Meclisler Federasyonu ve Emekçi Hareket Partisi ile bir araya geleceklerini ifade eden Bakırhan, “Yine bu çerçevede aydın, yazar ve sanatçılarla yuvarlak masa toplantıları yapacağız. Üç tane miting planlandı. İlki Ağrı’da yapıldı. Tabanımızdan halk toplantılarına kadar siyasal ve toplumsal çevrelerle görüşmelerimiz devam edecek” bilgisini paylaştı.

“Tutum belgesi bir müzakere metnidir”

İttifak çalışmaları kapsamında gittikleri her yerden olumlu tepkiler aldıklarını dile getiren Bakırhan, görüşmelerde kimi başlıklara ilişkin birtakım önerilerde bulunulduğunu belirterek, şunları kaydetti:

“Önerilerin tamamını not ettik. Bu notları genel kurullarımızda değerlendireceğiz. Olumsuz bir şey almadık çünkü tutum belgesinin dili kapsayıcıydı ve çok hassas bir şekilde hazırlandı. En uçtaki ile empati kurulacak bir dil ile yazıldı. Zaten HDP’nin misyonu da budur. Meseleleri müzakere yoluyla çözmeye dönük bir siyaset izliyor. Tutum belgesi zaten bir müzakere metnidir. Önümüzdeki dönemde seçim süreci dahil yapacağımız işbirlikleri ve etkinlerin hepsini bu 11 madde ele aldık. En çok merak edilen konulardan birisi de seçim ittifaklarıyla ilgili tavrımızdı. Deklarasyonda buna çok net bir cevap var.”

“Adayın ilkelerimize yaklaşımını dikkate alacağız”

Bakırhan, HDP’nin parlamento seçimlerinde en geniş demokrasi ittifakı sağlamak için program dahilinde çalışmalarını aksatmadan devam ettiğini belirtti.

“Mevcut iki ittifaktan da beklentilerinin olmadığını, üçüncü bir ittifak şeklinde seçimlere gireceklerini ifade eden Bakırhan, tutum belgesindeki ilkelerin cumhurbaşkanlığı seçiminde kendileri için esas olacağını belirterek, sözlerini şöyle sürdürdü:”Adayın kim olacağı çok önemli değil, önemli olan aday olacak kişinin açıkladığımız ilkelere nasıl yaklaştığıdır. Yol haritasında ortaya koyduğumuz ilkeler çok nettir. Kürt sorunun demokratik yollarla çözümü, anadilde eğitim, kayyumlar, çevre, doğa, gençlik ve İstanbul Sözleşmesi gibi birkaç madde var. Dolayısıyla adayın ilkelerimize yaklaşımını dikkate alacağız. Belgeyi esas alıyoruz. Bizim için önemli olan odur.”

“Bu durumda ‘Demokrasi İttifakı’nın bir cumhurbaşkanı adayı olmayacak diyebilir miyiz?” sorusuna Tuncer Bakırhan’ın yanıtı şöyle oldu: Bir adayımız olsun veya olmasın tartışmalarına girmedik. Seçim sürecinde nasıl bir tavır alacağımıza kurullarımız karar verecek. Ama aday olacaklar için ilkelerimiz bellidir. Bu ilkeler çerçevesinde ne düşüneceğine bakacağız.

Paylaşın

HDP Eş Genel Başkanı Sancar: Bu Düzen Kokuşmuştur

Partisinin grup toplantısında konuşan HDP Eş Genel Başkanı Sancar, kadrolaşma listeleriyle gündeme gelen TÜGVA’ya yönelik olarak, “Bu vakıf aracılığıyla devleti ve kamuyu kendi arka bahçelerine çevirmişler. Bu ilk örnek değil, kesin olarak belgelerle başka örnekler de çıkacaktır. Çürüme dediğimiz budur. Bu düzen kokuşmuştur, her tarafından pis kokular yayılmaktadır. Toplumu da bu çürümeye mahkum etmek için yalan düzenini tam hız işletmeye devam ediyorlar ama nafile, tutmuyor tutmayacak” ifadesini kullandı.

Haber Merkezi / İktidarın ekonomi politikalarını ve Merkez Bankası’ndaki görev değişikliklerini de eleştiren Sancar, “Bir başka ekonomi yarattılar. Kayıtsız kara ekonomi, rant ve hırsızlık ekonomisi bu. Bir yanda, gece yarısı kararnameleriyle, zamlarla, savaş politikalarıyla sipariş ihalelerle israfla çökertilen kamu kaynakları, halkın ekmeği var, diğer tarafta da yolsuzlukla, talanla oluşturulan bir saray ve sömürü düzeni var. Bu iktidarın zenginleri arttıkça bu ülkede yoksulluk büyümektedir. İktidarın yandaşları arttıkça işsizlik artmaktadır. İktidar ekonomiyi talan ettikçe halkın sofrası boşalmaktadır” dedi.

Sancar, iktidarın savaş politikaları yürüttüğünü ve bunun temelinde ‘Kürt düşmanlığı’ yattığını belirterek, “Bu iktidara karşı samimi, gerçek, demokratik mücadele, savaş politikalarına karşı çıkmaktan geçer. Savaş politikalarına karşı en güçlü birlikteliği oluşturacağız. Bütün Kürt yapıları bir araya gelip savaş karşıtı bir ittifak oluştursunlar. Savaş karşıtı mücadele, birlik oluştursunlar. Halklar arasında betondan duvar ören bu iktidara karşı, savaşa yönelik bir irade duvarı kurmak zorundayız” diye konuştu.

HDP Eş Genel Başkanı Mithat Sancar, partisinin Meclis’teki grup toplantısında dikkat çeken açıklamalarda bulundu. Sancar’ın açıklamalarından öne çıkan bölümler şöyle;

“(TÜGVA) Bu vakıf aracılığıyla devleti ve kamuyu kendi arka bahçelerine çevirmişler. Bu ilk örnek değil, kesin olarak belgelerle başka örnekler de çıkacaktır. TÜGVA’nın çalışanlarının da bu belgelerin doğruluğunu kabul etmesi, TÜGVA Başkanı’nın önce kumpas, sonra sızdırıldı diyerek itirafta bulunması, bu liyakatsız alımları doğrulamıştır.

Çürüme dediğimiz budur. Bu düzen kokuşmuştur, her tarafından pis kokular yayılmaktadır. Toplumu da bu çürümeye mahkum etmek için yalan düzenini tam hız işletmeye devam ediyorlar ama nafile, tutmuyor tutmayacak. Karşılarında direnenler, hakikat arayıcıları, hak mücadelesinin savunucuları var.

Hep kul hakkından söz edenler bunlar. Kul hakkına girdikleri yetmiyor gibi yerleştirdikleri bu vasıfsız ve yandaş elemanları ile kamu kurumları ve yargıdaki işleyişte de birçok başka büyük soruna yol açıyorlar.  Merve Çavdar, KPSS’yi kazandığı halde atanmadı, intihar etti… Böyle yüzlerce gencimiz var. O yandaşları oraya yerleştirdikleri için emekleriyle bir yere gelenler iş bulamıyorlar, hayatı bile bırakabilecek noktaya gelebiliyorlar. Buna hiç kimsenin hakkı olmadığını her seferinde ortaya koyacağız.

“Halkı çöpten atık sebze meyve aramaya mecbur eden, bu talan düzenidir”

Adalet mücadelesini bu yüzden her türlü bedeli göze alarak yapıyoruz. Yargıdaki çürümenin bir ayağı da tam burada işte. Yandaşlarını yargıya yerleştiriyorlar, yargıdaki savcılarla kumpas davaları açıyorlar, yargıçlarla mahkumiyet veriyorlar. O yüzden bütün bu davalar siyasidir, kumpastır. Ne delil ortaya koyabiliyorlar ne de gerekçelerini haklı çıkarabilecek cümle yazabiliyorlar.

İktidar, kamu kurumlarını, halkın kaynaklarını ve tüm imkanlarını kontrollerindeki vakıflar, cemaatler ve SADAT gibi organizasyonlarla, 5’li çete gibi rantçı cenah arasında pay etmektedir. Halkın sofrasına kuru ekmek bile kalmıyor. Halkı çöpten atık sebze meyve aramaya mecbur eden, bu talan düzenidir.

Hiçbir ülke bu kadar kirlenmeyi kaldıramaz. Hiçbir toplum bu kadar kokuşmuşluğu hak etmez. O nedenle bizler yeni başlangıç, adil bir gelecek, demokratik bir düzen ve barış içinde eşit yaşamı kuracağız. Mutlaka kuracağız. Bu talan düzeninin ekonomideki yansımalarına baktığınızda da aynı şeylerle karşılaşıyorsunuz. Bu iktidar ekonomide de benzer bir düzen kurdu. Bir başka ekonomi yarattılar. Kayıtsız kara ekonomi, rant ve hırsızlık ekonomisi bu. Bir yanda, gece yarısı kararnameleriyle, zamlarla, savaş poltikilarıyla, sipariş ihalelerle israfla çökertilen kamu kaynakları, halkın ekmeği var, diğer tarafta da yolsuzlukla, talanla oluşturulan bir saray ve sömürü düzeni var. Bu iktidarın zenginleri arttıkça bu ülkede yoksulluk büyümektedir. İktidarın yandaşları arttıkça işsizlik artmaktadır. İktidar ekonomiyi talan ettikçe halkın sofrası boşalmaktadır.

“Ülkeyi bir kıtlığa sürüklüyor bu düzen. O yüzden değişmelidir diyoruz”

İktidar yine bir kararname yayınlıyor, Merkez Bankası’ndan 3 kişiyi görevden alıyor… Düzenin kendisi bozuk, öyle müdahalelerle başkan, başkan yardımcısı değiştirmekle daha fazla çöküşe yol açarsınız. Değişmesi gereken iktidar politikaları ve bu sömürgen düzendir. İktidarı da beslendiği bu kirli düzeni de bizlerin görevidir. Kurlardaki değişim… Her gün TL’nin değer kaybı rekor kırıyor. Her yeni rekor yoksullukta biraz daha dibe inmektedir. Devasa borçlar, üretim yok, gübre, saman ithal… Ülkeyi bir kıtlığa sürüklüyor bu düzen. O yüzden değişmelidir diyoruz. Bu ülkenin kaynakları, toplumundur. Bir avuç yandaşa peşkeş çekmelerine dur dememiz bundandır.

Sürekli olarak savaşa yatırım yapan, çatışmadan beslendiği için kendisini buna mecbur hisseden bir iktidar var. Bu iktidar, yeni düzenini bu ittifaklarını savaş politikaları üzerine kurmuştur ve savaş politikaları devam ettikçe bir arada kalabilmektedirler. Savaş, nefret, düşmanlık politikaları bu iktidar ortaklarının tek harcıdır. Savaş politikaların temelinde Kürt düşmanlığı yatıyor. Suriye’ye askeri operasyon tartışıyorlar… Tek nedeni var: Kürt, anasını görmesin yeter ki. Türkiye batsın ama Kürtler de gün yüzü görmesin. Çatışmasızlığın olduğu dönemde 2013-15 arası yıllarda bütçede güvenliğe ayrılan, savunmaya ayrılan miktarla bugün ayrılan miktar arasında uçurumlar var. O gün 50 milyara yakın bir güvenlik bütçesi, bugün 250 milyar civarında bir güvenlik bütçesi. Bu bile iktidarın tutunduğu dalın ne olduğunu göstermektedir. Bu iktidara karşı samimi, gerçek, demokratik mücadele, savaş politikalarına karşı çıkmaktan geçer.

“Halkın ekmeğine gözünü koyanlara dur diyeceğiz”

Savaş politikalarına karşı en güçlü birlikteliği oluşturacağız. Bütün Kürt yapıları bir araya gelip savaş karşıtı bir ittifak oluştursunlar. Savaş karşıtı mücadele, birlik oluştursunlar. Halklar arasında betondan duvar ören bu iktidara karşı, savaşa yönelik bir irade duvarı kurmak zorundayız. Büyük dönüşümün gelebileceği tek yol var. Büyük barış… Bunun için de önce savaşa karşı büyük birlik gerek…

Bütçe önümüze geliyor… Biz halkın bütçesini oluşturmak için halka soruyoruz, onlara danışıyoruz, dertlerini dinliyoruz. Alternatif bütçemizi de halkın bütçesi olarak bu çalışmalarla oluşturacağız. Bu iktidarın bütçesi sömürü, talan, savaş bütçesidir. Biz de bu ülkeye demokrasi, adalet, hakça bölüşüm ve barış bütçesi getireceğiz. Şimdiden hazırlıklarını yapıyoruz. İnşallah yakın zamanda yönetime ortak olduğumuzda bunları halkın desteği ve gücüyle hayata geçireceğiz. Savaş bütçesini yırtıp atacağız, barışın bütçesini getireceğiz. Halkın ekmeğine gözünü koyanlara dur diyeceğiz.”

Paylaşın

İlerici İttifak’tan HDP Çağrısı: Kapatma Tehdidine Derhal Son Verilmeli

93 ülkeden 135 sosyal demokrat ve sosyalist partinin çatı örgütü olan İlerici İttifak, 1 Ekim’de yaptığı toplantıda Halkların Demokratik Partisi (HDP) üzerindeki baskıları ve Anayasa Mahkemesi’nde (AYM) devam eden kapatma davasını tartıştı.

Haber Merkezi / İlerici İttifak’ın (Progressive Alliance) yönetim kurulu, HDP ile dayanışmayı arttırmayla ilgili bir karar tasarısı kabul etti. Tasarıyı, İlerici İttifak’a Avrupa’daki sosyalist ve sosyal demokrat partilerin çatı partisi Avrupa Sosyalist Partisi (PES) sundu. Söz konusu kararda şu ifadeler yer aldı:

Son genel seçimlerde 6 milyona yakın oy alan TBMM’nin üçüncü büyük partisi Halkların Demokratik Partisi (HDP), Haziran 2015’te % 10 seçim barajını aşmasından bu yana ağır saldırı ve baskıların hedefi oldu ve özellikle 2016’daki başarısız darbe girişiminin ardından ifade özgürlüğü ve demokrasiye yönelik geliştirilen daha geniş kısıtlamalarda hedef alındı.

Halihazırda eski milletvekilleri ve belediye başkanları ile partinin eski eş genel başkanları Figen Yüksekdağ ve Selahattin Demirtaş’ın da aralarında bulunduğu binlerce HDP’li tutuklu. Partinin 108 önde gelen üyesi, 2014 yılında IŞİD’in saldırısına uğrayan Kobanî kentine destek amacıyla halkı protesto etmeye çağırdıkları için ‘Kobanî Davası’nda müebbet hapis cezasıyla karşı karşıya. Ve bu davaya dayanarak, partiyi kapatmaya yönelik başka bir dava daha var ki bu da HDP’yi Türkiye’de kapatılan altıncı Kürt yanlısı parti yapacak.

“Demokratik sisteme olan güven sarsacaktır”

Bütün bunlar, giderek siyasallaşan yargı sayesinde mümkün oldu. HDP, Kürt sorununa ve temel hak ve özgürlüklerle ilgili diğer sorunlara siyasi bir çözüm bulma girişimini bünyesinde barındırmaktadır. Üzerindeki baskı ve potansiyel kapatılma Kürt sorununu ağırlaştıracak ve insanların Türkiye’de zaten zayıflamış olan demokratik sisteme olan güvenini sarsacaktır.

İlerici İttifak; Türkiye’yi demokrasiye, ifade ve örgütlenme özgürlüğüne ve hukukun üstünlüğüne saygı duymaya ve siyasi muhalefet üzerindeki baskıyı sona erdirmeye çağırmaktadır. Özellikle, üyelerinin hapsedilmesi ve kapatılma tehdidi de dahil olmak üzere HDP’ye yönelik devam eden baskıya işaret ediyor ve demokrasiye yönelik bu saldırıya derhal son verilmesi için çağrıda bulunuyoruz. Bu saldırı aynı zamanda Kürt sorununu barışçıl bir şekilde çözmeye ve genel olarak hak ve özgürlükleri yeniden tesis etmeye yönelik bir parlamenter yolu da ortadan kaldırmaktadır.

HDP’nin eski eş genel başkanları Figen Yüksekdağ ve Selahattin Demirtaş’ın da aralarında bulunduğu HDP’lilere, diğer milletvekilleri ve belediye başkanlarına yönelik toplu tutuklamaları ve HDP’yi yasaklama girişimini kınıyoruz. Siyasi tutsakların serbest bırakılması, parti üyelerine yönelik siyasi suçlamaların düşürülmesi ve HDP için öne sürülen yasaklamanın reddedilmesi çağrısında bulunuyoruz.

Türkiye’yi seçmenlerin demokratik tercihlerine saygı duymaya, seçilmiş temsilcileri görevden alıkoymaktan ve seçilmiş belediye başkanlarını atanmış kayyımlarla değiştirmekten kaçınmaya çağırıyoruz. Ve seçilmişlerin göreve iade edilmesi çağrısında bulunuyoruz.

Muhalif figürleri ve eleştirel örgütleri sınırlamak amacıyla Türk yargı sisteminin giderek artan bir şekilde kötüye kullanılmasını kınıyor ve yetkilere kuvvetler ayrılığıyla birlikte tamamıyla bağımsız bir yargı çağrısında bulunuyoruz.

Türkiye’yi, hükümeti ve devlet yetkililerini eleştirenleri cezalandırmaya son vererek ifade özgürlüğüne olanak vermeye; protesto ve gösterileri kısıtlama ve saldırmaya son vermeye, toplanma özgürlüğüne izin vermeye çağırıyoruz.

“Selahattin Demirtaş ile Osman Kavala’yı derhal serbest bırakmaya çağırıyoruz”

Türkiye’yi Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin kararlarına uyma yükümlülüğünü yerine getirmeye ve HDP’nin eski eş genel başkanı Selahattin Demirtaş ile kültür aktivisti ve hayırsever Osman Kavala’yı derhal serbest bırakmaya çağırıyoruz. Ayrıca AİHM’in, siyasi saikli ve mesnetsiz olarak değerlendirdiği Türkiye’deki Demirtaş davasına yönelik eleştirilerinin, halen devam eden ‘Kobanî Davası’nda aynı suçlardan yargılanan ve müebbet hapis cezasıyla karşı karşıya olan tüm HDP sanıklarını da ilgilendirdiğine dikkat çekiyoruz.

Türkiye’yi, muhalefet partilerine yönelik, özellikle HDP’yi etkileyen ancak Cumhuriyet Halk Partisi’ne(CHP) bağlı belediyelerin faaliyetlerini de kısıtlayan saldırı ve baskılara son vermeye çağırıyoruz.

Türkiye’nin hükümeti eleştirenlere ve insan hakları savunucularına yönelik uyguladığı yoğun baskı ve gözaltıları kınıyoruz. Buna son verilmesini ve suçlamaların düşürülerek tutuklananların serbest bırakılmasını talep ediyoruz.

Yukarıdakilerin tümü ışığında;

HDP’nin Türkiye’de barış, demokrasi ve adalet için verdiği amansız mücadeleyle olan net dayanışmamızı ilan ediyoruz.

HDP’ye ve Türkiye’de daha geniş anlamıyla demokratik topluma yönelik siyasi saikli yargı baskısını yakından izleme hususunda anlaşmış bulunmaktayız.

İlerici İttifak’ın tüm üyelerini, giderek zorlaşan bir süreçten geçen HDP ile dayanışmalarını daha da güçlendirmeye davet ediyoruz.

Ayrıca, Türkiye ile ilişkilerin iyileştirilmesine ilişkin her türlü anlaşmanın insan hakları, demokrasi ve hukukun üstünlüğü alanlarındaki gelişmelere bağlı olması düşüncesine katılıyoruz.

 

Paylaşın

Demirtaş’tan 6 Kitap Tavsiyesi

Halen Edirne F Tipi Kapalı Cezaevi’nde tutuklu bulunan Halkların Demokratik Partisi (HDP) Eski Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, sosyal medya hesabından yaptığı paylaşımda 6 kitap tavsiyesinde bulundu.

Haber Merkezi / “Herkese merhabalar. Hepinizin iyi olduğunu umuyorum. Sizlerle bazı kitaplar paylaşmak istiyorum” sözleriyle kitap önerilerinde bulunan Demirtaş, kitap almak için bütçe ayıramayanlar içinde “Kitap alamıyorsanız bana yazın, dayanışmayla buluruz bir çaresini.” ifadelerini kullandı.

Demiratş’ın önerdiği kitaplar şöyle;

  • Burhan Sönmez: Taş ve Gölge
  • Hasan Hayri Ateş: Şer Zamanıydı
  • Bülent Emrah Parlak: Kertenkele Savunması
  • Yeniden İnşa Et
  • Behçet Çelik: Patikaların İyi Yanı
  • Muharrem Erbey: Babam Aharon Usta

 

 

Paylaşın

HDP: Ataması Yapılmayan Öğretmenler Atansın

HDP’li Salim Kaplan, yeni eğitim öğretim yılına ilişin yaptığı açıklamada, “Eğitimde onlarca yük ve sorun var. On binlerce ataması yapılmayan öğretmenin atamasının yapılması, nitelikli bir eğitim ortamının geliştirilmesi gerekiyor” ifadelerini kullandı.

Haber Merkezi / Halkların Demokratik Partisi (HDP) Dil, Kültür, Sanat, Spor ve Eğitim Politikaları Komisyonundan Sorumlu Eş Genel Başkan Yardımcısı Salim Kaplan, yeni eğitim-öğretim yılına ilişkin basın açıklaması yaptı.

Sözlerine Türkçe ve Kürtçe olarak yeni eğitim ve öğretim yılının öğrenciler ve velileri için başarılı, sağlıklı ve nitelikli bir yıl olması dilekleriyle başlayan Kaplan, açıklamasında özetle şunları söyledi;

“Biliyorsunuz yaklaşık bir buçuk yıldan beri bütün dünyayı kasıp kavuran bir pandemi ile bütün dünya uğraşıyor. Pandeminin başından beri krizi fırsata çevirmeye çalışan AKP iktidarı, bu derinleşen krizin faturasını da bir buçuk yıl boyunca okulları kapatarak bizim çocuklarımıza ve gençlere çıkardı. Pandemi sürecinde en son kapanması gereken ve ilk açılması gereken okullar iken maalesef AKP iktidarının ilk elden kapattığı ve en son da açmayı düşündüğü okullar oldu.

MEB’in okulların kapanma sürecinde “biz uzaktan eğitimle öğrencilerimizin eğitime ulaşmasını sağlıyoruz” gibi söylemlerinin ne kadar gerçekçi olduğunu MEB’in kendi verileri üzerinden ispatlamak istiyoruz. Okulların kapandığı bir buçuk yıllık süreçte 6 milyon öğrenci EBA’ya ulaşamadı.

Başarı ortalaması 2021’de düştü

Bunlar sadece gözlem değildir. Sadece LGS sınav verilerini MEB’in raporlarından çok net görebiliyoruz. Örneğin 2020 yılında otomatik sınava kaydı yapılan öğrenci sayımız 1 milyon 671 bin 337 iken bu öğrencilerden 1 milyon 572 bin 88 öğrencimiz sınava girdi. Yani bu öğrencilerimizin sadece %88 sınava girmiş. Ancak 2021 yılına geldiğimizde bu sayısının 1 milyon 242 bin 830’lara indiğini, bu öğrencilerden 1 milyon 38 bin 492 öğrencinin bu sınavlara girdiğini görüyoruz.

Bu tablo bile pandemi sürecinde öğrencilerin eğitiminde uzaklaştığını bizlere gösteriyor. Eğitim-öğretim sürecinde öğrencilerimizin başarısında da ciddi bir düşüş olduğunu görüyoruz. Önceki yıl tam puan alan öğrenci sayısı 42 farklı ilde 181 iken; 2021 yılında 36 farklı ilde 97 olduğunu görüyoruz. 2020 başarı ortalaması 286,4 iken 2021 yılında bu başarının 268,4’lere kadar indiğini görüyoruz.

Okullar şartsız açık tutulmalıdır

Evet, okullar açıldı ama okullar şartsız açık tutulmalıdır. Nitelikli bir eğitim sürecinde eğitim, bütün öğrencilerin ulaşması gereken temel bir hak olarak önümüzde duruyor. Bunun için bütün tedbirlerin alınması gerekiyor ama maalesef hem gözlemlerimiz hem de sahadan elde ettiğimiz veriler MEB’in okullarda pandemi dışındaki normal süreçlerdeki hijyen dışında herhangi bir önlem almadan okulları açtığını biliyoruz.

İstatistiklere baktığımız zaman öğretmelerin aşı oranı hala yüzde 85’lerde. Okullara bulaşın en fazla öğretmenler ve veliler üzerinden sağlandığını hesaba katarsak acilen öğretmenlerin bütününün aşılanması, velilerin aşılarını yaptırması için gerekli motivasyonun sağlanması ve aşıya dönük kaygıların giderilmesi gerekiyor.

Aşı yaşının 16’ya inmesini, lise çağındaki öğrencilerin bulaş yoğunluğunu dikkate aldığımızda olumlu bir adım olarak görüyor ama yetersiz kalacağını düşünüyoruz. Aşılama yaşının 12’ye indirilmesi gerektiğini belirtiyoruz.

Normal eğitim ve öğretim sürecinde bile pedagojiye uygun olmayan bu sınıf mevcutlarının hele hele pandemide yol açabileceği sonuçları kaygıyla izliyor ve bunun derhal düzeltilmesi gerektiğini düşünüyoruz. Okul bahçelerinde sahra sınıfları açılmalı, öğrenci yoğunluğuna bağlı olarak gerekirse okullar 7 gün açık tutulmalı, okul devreleri 3 devreye kadar çıkarılmalıdır. Burada esas almamız gereken ölçü TTB’nin Mayıs ayında oluşturduğu sınıf skalası ve tablosu olmalıdır. Sınıf mevcudunun mutlaka 15 ile sınırlandırılması bilimsel gerçekliğin verileridir.

Çekirdek müfredata geçilmelidir

Öğrencinin psiko-sosyal ve bilişsel olarak bulunduğu durumun tespiti, ihtiyaçlarının belirlenmesi, destek için kısa, orta ve uzun vadeli telafi programlarının oluşturulması gerekmektedir. Bunun yanı sıra çocukların eğitim ile ilgili kayıplarının telafisi için müfredatın arındırılarak daha çekirdek bir müfredata öğrencilerin ulaşması sağlanmalıdır. Eğitime kayıt olması gereken öğrencilerin tespitinin yapılması ve okula kazandırılması öncelikli çalışma olarak ele alınmalıdır.

Okulların 1,5 yıllık kapanma sürecinde 4 milyona yakın öğrencimizin eğitimden uzaklaştığı, okullara devam etmediği tespit edilmiştir. Okullara yerli bütçe sağlanmalı, maliyet yükü velilerin sırtından hemen alınmalıdır. Anayasadaki eğitimin parasız olduğu ilkesine iktidar mutlaka riayet etmelidir.

Eğitim emekçilerinin durumu bu yoksullaşma içerisinde aciliyet gösteren konuların başında gelmektedir. Reel olarak yüzde 45’leri bulan enflasyon karşısında yüzde 5-6’lardaki zam eğitim emekçilerini giderek yoksullaştırmakta ve çaresizliğe sürüklemektedir. Başta eğitim emekçileri olmak üzere bütün kamu emekçilerinin maaşlarında ciddi artışların acil bir şekilde yapılması gerekmektedir.

Ciddi bir sorun ve mağduriyet haline getirilen Kanun Hükmünde Kararnamelerle mesleklerinden edilmiş bütün eğitim emekçileri görevlerine iade edilmeli, bütün mağduriyetler giderilmeli ve OHAL Komisyonu da lağvedilmelidir.

Ataması yapılmayan öğretmenler atansın

Okullarda artık kanayan bir dert haline gelen seçmeli dersler gerçekliği var. On binlerce çocuk Kürtçe seçmeli ders talebinde bulunmak istemesine rağmen okul idareleri ısrarlı bir şekilde bu derslere girecek öğretmen bulamadıkları gerekçesiyle başka dersler almaya zorlamaktadır. Eğitimde onlarca yük ve sorun var. On binlerce ataması yapılmayan öğretmenin atamasının yapılması, nitelikli bir eğitim ortamının geliştirilmesi gerekiyor.

Paylaşın

HDP’li Oluç: Çok Büyük Kaybettireceğiz

HDP Grup Başkanvekili Saruhan Oluç, apatma kararı çıkarsa bağımsız aday olarak seçime girmeyeceklerine ilişkin yaptığı değerlendirmede, “O en uç nokta ama şu anda onu tartışmıyoruz bile. Sonuç olarak şu; demokratik siyaset alanını terk etmeyeceğiz ve bu durumda mutlaka bize kapatma ve siyasi yasak yoluyla bir şey kaybettireceğini düşünen anlayışın karşısında tutumumuzu net olarak ortaya koyacağız ve çok büyük kaybettireceğiz. Seçmeni de seçeneksiz bırakmayacağız ve kaybettireceğiz. Seçmenlerimiz bu konuda net bir fikre sahip” ifadelerini kullandı.

HDP’li Oluç, parti kapatılırsa veya kapatılmazsa mevcut ittifakların neresinde olacaklarına dair yaptığı açıklamada ise “Cumhurbaşkanı adayı tartışmasına başlamadık. Genel olarak bunu konuşuyoruz ama “Biz aday çıkartır mıyız?” gibi bir konuyu kurullarımızda konuşmadık. Ama tartışacağız tabii” dedi.

Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’nın talebi doğrultusunda Anayasa Mahkemesi’nin kapatma davası açtığı Halkların Demokratik Partisi (HDP), davanın kabulü sonrasında bir yandan ülke genelinde “HDP’liyiz Her Yerdeyiz” adı altındaki ziyaretlerle seçmeninin nabzını tutarak yol haritası belirlemeye çalışırken bir yandan da savunmaya dönük hazırlıklarını sürdürüyor.

Halkların Demokratik Partisi (HDP) Grup Başkanvekili Saruhan Oluç; Artı Gerçek, BBC Türkçe, Gazete Duvar ve Mezopotamya Ajansı’ndan gazetecilerle bir araya gelerek gündemdeki gelişmeleri değerlendirdi. HDP’li Oluç’un BBC Türkçe’de yayınlanan Ayşe Sayın ile yaptığı röportajı ise şöyle:

Kapatma davasında gelinen aşama nedir, bir ek savunma süresi istediniz, verilmeyeceğini düşünüyor musunuz?

Başvuruyu yaptık ama henüz bir cevap almadık. Hazırlıklarımızın son aşamasına yaklaştık. Ön savunma bizim açımızdan önemliydi. İlkesel bazı konularda görüşlerimizi yoğunlaştırdığımız bir savunma oldu. Aslında bu iddianamenin bu haliyle kabul edilmemesi gerektiğini çok net verilere dayanarak hukuki açıdan ele aldık ve söyledik. Son hali verildikten sonra ön savunma göndereceğiz.

Usul açısından da yasa açıdan da verilmesi gerekir. Çünkü ek süre istememiz de gerçekten iddianamenin haliyle ilgili bir şey. O kadar karmaşık bir iddianame ki; siz sadece basına düşen 800 küsur sayfasını görüyorsunuz ama ekler var, yaklaşık 70 klasör flash diskle verilmiş belgeler var. Ve bunlar tasnif edilmeden verilmiş vaziyette, karma karışık, tam bir çorba vaziyetinde. Bunların tasnif edilmesi gerekli, ilgili kişilere iletilmesi gibi çok ciddi çalışma gerektiriyor. Aslında bu çalışmayı bizim değil, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’nın yapması gerekiyordu. Ama her şeyi doldurmuş ve göndermiş bir şekilde. Normal olarak hem usul hem yasa açısından ek süre verilmesi gerektiğini düşünüyoruz. Ama ne karar verirler o Anayasa Mahkemesi’nin takdiri.

Savunmanızın ana çerçevesi ne olacak?

Ön savunma ile esas savunma arasında fark olacak. Ön savunmada daha çok hukuki alanda değerlendirmeler yaptık. Hukuken bu iddianamenin neden kabul edilmemesi gerektiğini anlattık. Ama esas savunmada bu iddianamelerin hepsine tek tek cevap vereceğiz. Milletvekillerinin her biri kendi savunmalarını yapacak, yasak istenenler de kendi savunmalarını yapacaklar. Hepsine cevap vereceğiz, cevapsız hiçbir şey bırakmayacağız. Çünkü Türkiye’de hukuk işliyor olsa bu iddianamenin kabul edilmesi söz konusu olmazdı. Hukuk olsa; iddianame kabul edilse bile buna dayanarak parti kapatmak söz konusu olmazdı. Bunların hepsi politik olduğu için biz hukukla yetinemeyeceğimizi düşünüyoruz.

Epey kapsamlı bir çalışmamız var. Bu tarihe bir belgedir. Aynı zamanda çıkacak sonucun ne olduğunu şimdiden bilmiyoruz ama biz uluslararası alanda da hukuken de politik olarak da bu savunmaları oralara da ileteceğiz ve oralarda da gereken adımları atıyoruz. Ayrı bir büro kurduk, orada bir hukukçu ekibi çalışıyor zaten. Daha evvel İstanbul’da bir toplantı yapmıştık akademisyen ve hukukçularla birlikte. O önemli ve verimli bir toplantı olmuştu. Oralardan çok önemli öneriler gelmişti, onlara savunma yazarken de görüş soruldu, önerileri alındı, öyle bir organik ilişkiyi sürdürüyoruz.

“Kesinlikle alternatifsiz bırakmayacağız”

Bu süreçte çok fazla il ziyareti toplantısı yapıyorsunuz, orada bu konuları konuşuyorsunuz, siz ne diyorsunuz, seçmeniniz ne öneriyor?

Biz bu çalışmayı, “HDP’liyiz Her Yerdeyiz” başlığıyla yaptık. Yapmamızın birinci amacı il ilçe örgütlerimizin olduğu her yerde eş genel başkanlar, parti yöneticileri ve milletvekillerimizle, halkla buluşmalar gerçekleştirdik. Gittiğimiz neredeyse her yerde müthiş bir sahiplenme olduğunu gördük. Bunu abartarak söylemiyorum, hem Batı’da hem Kürt coğrafyasında çok ciddi sahiplenme oldu. Halk çok farkında olan bitenin ve kesinlikle sizin yanınızdayız mesajını çok net olarak veriyorlar. Eleştirileri yok mu? Var, politik olarak zaman zaman dile getirenler oldu. Şunu daha iyi yapabilirdik, genel politik eleştiriler. Biz de bunları engellemedik tam tersine dinlemek istedik. Ama genel olarak baktığımızda müthiş bir sahiplenme gördük biz. Şu konuda herkesin kafası net: Diyorlar ki, parti ne derse onu yapacağız. Çünkü biz şunu söyledik, “en kötü ihtimal kapatılmak” ve yaklaşık 520 kişiye yakın siyasi yasak isteniyor. “Peki ne yapacaksınız?” dediler. Biz “demokratik siyasette kararlıyız, bir yol mutlaka bulacağız, mutlaka bir yol açacağız. Kesinlikle alternatifsiz bırakmayacağız” dedik.

“Siz ne istiyorsunuz?” diye de sorduk. Bir tane, “demokratik siyaseti bırakın” diyen olmadı. Tam tersine herkes çok kararlı bir şekilde, “parti ne diyecekse biz onu yapacağız” mesajını net olarak verdi.

Seçmeniniz seçeneksiz kalma kaygısı yaşıyor mu?

O vardı. Benim gördüğüm çeşitli yerlerde bu sorular samimi sorulardı. Acaba kapanacak, herkese siyasi yasak gelecek de çekilecek misiniz ortadan, gibi bir ruh hali kimilerinde var hakikaten. Ama sordular, biz açık yüreklilikle bunu anlatınca herkes çok rahatladı. Kimseden demokratik siyasetle niye uğraşıyoruz, buradan bir şey çıkmaz, gibi bir yaklaşım gelmedi. Tam tersine çok kararlı şekilde, parti ne diyorsa, ne öneriyorsa biz onun arkasındayız, birlikte hareket edeceğiz ve siyasi olarak mutlaka hesabını soracağız, ruh hali çok yaygın ve net.

Siz parti olarak ‘Biz aslında en kötü senaryo dahil yolumuzu belirledik’ diyecek noktada mısınız?

En kötüsüne göre de bir yol belirledik kendimize. En kötüsü olmaz ama başka türlü de olursa ona göre de yol haritası belirledik. Ama kesinlikle siyasi alanı boş bırakmayacağız. Bu konudaki tutumumuz çok net. Ve seçime gidiliyor, seçim öncesinde en kötü ihtimali harekete geçirebilirler seçime girmemizi engellemek için. Bunların hepsini aşacak bütün formülleri hazır.

“Seçmenlerimiz bu konuda net bir fikre sahip”

Kapatma kararı çıkarsa bağımsız aday olarak seçime girme gibi gibi bir seçenek gündeme gelir mi?

O en uç nokta ama şu anda onu tartışmıyoruz bile. Sonuç olarak şu; demokratik siyaset alanını terk etmeyeceğiz ve bu durumda mutlaka bize kapatma ve siyasi yasak yoluyla bir şey kaybettireceğini düşünen anlayışın karşısında tutumumuzu net olarak ortaya koyacağız ve çok büyük kaybettireceğiz. Seçmeni de seçeneksiz bırakmayacağız ve kaybettireceğiz. Seçmenlerimiz bu konuda net bir fikre sahip.

Daha büyük nasıl kaybettireceksiniz?

Valla onların kaybı bizden fazla olacaktır. Kapatmanın yaratacağı sonuç bizim seçmende daha kararlı bir tutuma yol açacaktır. Ayrıca AKP’nin seçmeninde çok ciddi bir kırılma yaratacaktır. Yani AKP’nin Kürt seçmeni açısından söylüyorum, onlar ne yaparlar AKP’ye oy vermediklerinde, onu göreceğiz hep birlikte. Ama onların kayıplarının büyük olacağını net olarak söyleyebilirim. Kabul edilebilir bir şey değil bu.

Mesela geçmiş partilere baktığımızda tabii hepsinin kapatılması kötü bir şey, biz ilkesel olarak parti kapatmaya karşıyız; ama geçmiş partilere baktığımızda hiçbirisi HDP kadar demokratik siyaset içinde kurumsallaşmış bir parti olmadı. HDP demokratik siyaset alanında yer tuttu ve Türkiye’nin demokratik siyaseti açısından baktığımızda kalıcı bir pozisyonu oldu.

2014’ten bu yana bu kadar çok seçime girdi ve seçmen çok benimsedi partiyi. Daha önce diğerlerinde bu kadar büyük bir sahiplenme olmamıştı doğrusu. Dolayısıyla seçmenin tepkisi diğer partilerin kapatılmasından çok daha köklü bir tepki olacaktır. Hakikaten aidiyet hissediyor bizim seçmenimiz. Geçmişte de vardı elbette ama şimdi daha kalıcı ve güçlü bir bağ kurulmuş oldu. Dolayısıyla bunun faturası yasakçı zihniyetler açısından ağır olacaktır.

“Gençler arasında ciddi bir destek var”

Bazı anketlerde partiniz yüzde 10 barajının altında gibi görünüyor, kapatma davası oy düşüşüne yol açar mı?

Yaptırdığımız araştırmalarda ve ciddi bazı araştırmaları da görüyoruz, onlarda öyle bir sonuç ortaya çıkmıyor. Daha çok iktidara yakın şirketler manüplatif sonuçlar çıkarıyor. Ama onlarda bile kararsızlar dağıtıldıktan sonra barajın üstünde çıkıyor hepsi. Bizim yaptığımız araştırmalarda çok daha iyi sonuçlar çıkıyor. Yüzde 13’lerin üzerinde görünen araştırmalar var. Ama kapatma halinde sonuçların çok daha farklı olacağını görüyoruz. Özellikle Kürt coğrafyasında yaptırdığımız araştırmalarda sahiplenme ve artış güçlü bir şekilde görülüyor. Gençler arasında ciddi bir destek var. O nedenle kapatılmasının yaratacağı sonuçlar kapatma zihniyetine sahip olanlar açısından ağır olacaktır.

Dava kapatma ile sonuçlanırsa veya kapatılmazsa mevcut ittifakların neresinde yer alırsınız? Bağımsız bir cumhurbaşkanı adayı çıkarır mısınız?

Cumhurbaşkanı adayı tartışmasına başlamadık. Genel olarak bunu konuşuyoruz ama “Biz aday çıkartır mıyız?” gibi bir konuyu kurullarımızda konuşmadık. Ama tartışacağız tabii.

Eylül’ün ikinci yarısında bir deklarasyon yayımlayacağız. O deklarasyon için toplantılarımızı yapıyoruz. Saha çalışmalarını büyük ölçüde tamamladık. Bu çalışmalar ay sonunda tamamlanmış olacak. Bu hafta il eş başkanları toplantımızı yapıyoruz. Arkasından Parti Meclisi ve sonrasında milletvekili grubumuzu toplayacağız. Oralarda da bu konuları konuşacağız.

Deklarasyonun temel amacı şu: Bir cumhurbaşkanlığı seçiminde aday olacak kişiden beklentiler nedir, bunu açıklayacağız. İkincisi; yerel demokrasisi güçlü bir parlamenter sistem diyoruz. Böyle bir parlamenter rejimde hangi konularda hangi adımlar atılması gerekir, onu biraz tarif edeceğiz. Geçiş sürecini tarif edeceğiz. Herhalde 15-20 madde arası bir deklarasyon olur.

Cumhurbaşkanı adayının hangi partiden olduğu önemli, nasıl olmalı? İlkesel olarak nasıl bir pozisyonu savunmalı ve bu geçiş sürecinde yapılması gerekenler nelerdir? Bunu anlatan bir deklarasyon olacak. Onun üzerine konuşmak hem bizim açımızdan hem de diğer partiler açısından daha rahat olacak. Bu deklarasyonu herkese açık yapacağız. Hem topluma hem de bütün siyasi partilere açık yapacağız.

İttifaklara dönük de bir mesaj mı?

Tabii. Herkes burada görmüş olacak. Herhalde bir pozisyon belirtirler, görüşlerini açıklarlar. Ama orada şu-bu ittifak diye bir şey olmayacak.

Partinizden ‘HDP kolay lokma olmayacak’ açıklamaları geldi. Herkese mesaj derken, kapınız herkese açık mı olacak?

Bizim genel yaklaşımımız şöyle: Türkiye’nin ihtiyaç duyduğu bazı demokratik değişim ve dönüşümler var. Herkese mesaj derken bu anlamda söylüyorum. Herkes buna nasıl baktığımızı bilmeli. Yargı, yerel yönetimler, idari sistemde neler yapılmalı. Bunun içinde bizim kendi sorunlarımıza dair konular da var. Yargı alanını tartışırken kapatma davası, çeşitli siyasi davalar, AİHM’de 18. Madde ihlali kararında olduğu gibi bize yönelik açılmış siyasi davalar var. Yargı alanında yapılacak demokratik değişim dönüşümler mutlaka bizi de kapsayacak bir şey olmalı.

AKP’ye de kapıları kapatan bir yaklaşım olmuyor sanki…

Şununla bununla pazarlık yapıyoruz diye bir şey yok. Türkiye’de demokratik değişim yapmak isteyenlerin atması gereken adımlar şunlardır diyerek fikirlerimizi ortaya koyuyoruz. Bunların içinde eleştirecek, yanlıştır diyecekler de olabilir ama bu fikirleri ortaya koyuyoruz. Bunları tartışmak istiyoruz. Ve seçmenlerimize demiş oluyoruz ki, bunları düşünen tartışan ve görüş bildiren kimler onlara bakın bakalım. Sonuçta bu bir seçim, insanlar gidip oy verecek. Partilerin kararları önemlidir ama seçmenler de içlerine sinen adımlar atmak isterler. Herkes bunu görmeli.

Bizim önemli konularımızdan biri Kürt sorununun demokratik ve barışçıl çözümünün gerçekleşmesi için atılacak adımlar. Toplumda son dönemde yaşananlara bakılırsa alttan alta kaynayan bir ırkçılık var. Bu çok tehlikeli. O nedenle demokratik değişim ve dönüşümün hangi alanlarda nasıl yapılması gerektiği konusunda ilkesel duruşu bir kez daha ifade etmek ve diğer siyasi partilerin tutumlarını görmek, dinlemek bizim açımızdan önemli. Seçmen açısından da önemli.

“2022’de seçim olma ihtimali vardır, illa 2023 Haziran’ına kadar sürmez”

Erken seçim beklentiniz var mı?

Bütün kamuoyu yoklamaları şu anda milletvekillerine seçimlerine bakıyor herkes ama esas mesele yüzde 50 artı 1, cumhurbaşkanlığı seçimi… Bütün kamuoyu yoklamaları şu anda iktidarın kaybettiğini gösteriyor. Şu anda seçim olsa yüzde 50 artı 1’i tutturamıyorlar. Dolayısıyla böyle bir durumda iktidarın erken seçim kararı almasının ben kendi açısından intihar gibi olduğunu düşünenlerdenim. O nedenle ben beklemiyorum şu anda. Ama Türkiye’nin konjonktürü nereye doğru gelişir, ne olur, elbette onu bilemeyiz ama ben apar topar bir erken seçim beklemiyorum.
Bir de seçim yasasını bu haliyle koruyarak seçime gitmek istediklerinden de emin değilim. Yaptıkları çalışmalar basına zaman zaman yansıyor filan. Seçim yasasında değişiklik yapılırsa ancak bir yıl sonra uygulamaya alınabiliyor. Ama 2022’de seçim olma ihtimali vardır, illa 2023 Haziran’ına kadar sürmez. O da erken denilebilir ama ondan önce ben bir apar topar seçim beklemiyorum.

Paylaşın

HDP, Artan Kadın Cinayetlerini TBMM’ye Taşıdı

Halkların Demokratik Partisi (HDP) Grup Başkanvekili Meral Danış Beştaş, kadına yönelik şiddet ve cinayetlerin sebep ve sonuçları ile derhal alınacak önlemlerin tespiti için ‘Meclis Araştırması’ talep ettiği önergeyi TBMM Başkanlığına sundu.

Haber Merkezi / HDP Grup Başkanvekili Meral Danış Beştaş, İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme kararının yürürlüğe girmesi sonucu kadına yönelik şiddet, istismar, taciz, tecavüz ve kadın cinayetlerine dair vakalarda görülen artışın sebep ve sonuçları ile derhal alınması gereken önlemlerin tespit edilmesi amacıyla Meclis Araştırması açılmasını talep etti. TBMM Başkanlığına verilen önergede şu ifadeler yer aldı:

“Kadına yönelik eril şiddetin ve dolayısıyla kadın kırımına varan cinayetlerin giderek artması ülkenin en yakıcı ve yıkıcı sorunların başında gelmektedir. Özellikle İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme kararının yürürlüğe girmesi sonucu kadına yönelik şiddet, istismar, taciz, tecavüz ve kadın cinayetlerine dair vakalarda görülen artış meselenin derinlikli ve çözüm alıcı nitelikte ele alınmasını gerekli kılmıştır. Kadına yönelik şiddet ve cinayetlerin sebep ve sonuçları ile derhal alınacak önlemlerin tespiti amacı ile Anayasa’nın 98 inci, İçtüzüğün 104 üncü ve 105 inci maddeleri gereğince Meclis Araştırması açılması için gereğini arz ve teklif ederiz.

Önergenin gerekçesinde şu ifadelere yer verildi;

Ülke gündeminin değişmeyen ve başat meselesi haline gelen kadın cinayetleri, bilhassa İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme kararı ile birlikte dikkate değer bir artış göstermiştir. İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme kararının alındığı ilk andan itibaren sosyal medyada, eril şiddeti öven mekanizmaların harekete geçtiği gözlemlenmiş olup gelinen aşamada mevcut yargının pratiklerinden beslenen zihniyetin şiddete meyyali açıkça ortaya çıkmış durumdadır.

Sadece geçtiğimiz hafta içerisinde kamuoyuna yansıyan kadın cinayetleri meselenin toplumsal boyutlarını ortaya koymaktadır. Üniversite öğrencisi Azra Gülendam Haytaoğlu’nun maruz kaldığı cinsel şiddet ve akabinde canavarca hisle öldürülmesine giden süreç kadınların toplumda can güvenliklerinin olmadığının altını çizmektedir. Yine 2 kişinin tecavüzüne uğradığına dair şikayetleri sonuçsuz kalan Edanur Kaplan’ı intihara götüren süreç de bundan ayrı tutulamaz. Tıpkı İpek Er’i intihara götüren sürecin, yargı ve emniyet gereğini yapmadığı müddetçe devam edeceği artık şüphe götürmemektedir. Antalya’da Ali Alataş’ın boşandığı eşi Gülcan Kılınç ile annesi Gülizar Kılıç’ı silahla vurmasındaki motivasyon da benzer şekilde yargının pek çok kadın cinayetinde gösterdiği tutumdur.

“Kadın ölümleri yalnızca bir sayıdan ibaret değildir”

Geçtiğimiz yılın verilerine göre erkekler en az 284 kadını öldürmüş, 265 çocuk istismara maruz bırakılmış ve en az 255 kadın da şüpheli şekilde yaşamını yitirmiştir. Yalnızca temmuz ayı içerisinde en az 24 kadın öldürülmüş, son bir haftada ise en az 11 kadın cinayeti kayıtlara geçmiştir. Bahse konu kadın ölümlerinin yalnızca bir sayıdan ibaret değildir. Bu ölümler büyük bir toplumsal kırılmaya işaret etmekte, kadınların can güvenliklerinin olmadığını açıklamaktadır. Kadın cinayetlerinin önlenmesi kuşkusuz yargı mekanizmalarının etkin bir soruşturma ve caydırıcı cezai yaptırımları uygulaması ile mümkün olacaktır. Nitekim dünyada eril şiddetin en çok görüldüğü ülkelerde, kadın cinayetlerinin etkin soruşturulmasını ve gerekli cezai yaptırımların uygulanmasını öngören düzenlemeler meselenin ciddi oranda çözümünü sağlamıştır. Türkiye’de ise kadın mücadelesinin en önemli kazanımı olan İstanbul Sözleşmesinden çekilme kararı, yargı mekanizmaları ile emniyet birimlerini kadına yönelik şiddet noktasında iyice etkisiz bırakmıştır. Yani dünya örneklerinin tersine bir yaklaşım söz konusu olup bu, aynı zamanda kadın cinayetlerini meşru gören bakış açısının hakimiyetine olanak sağlamaktadır.

“Alınacak tedbirlerin tespit edilmesi hayati önemdedir”

İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme kararının beraberinde büyük bir toplumsal kırılmayı getirmesinin kaçınılmaz olacağı ifade edilmesine rağmen bu karardan geri adım atılmamış, karara dair yapılan idari başvuruların sonuçsuz bırakılması da umut kırıcı olmuştu. Nitekim gelinen fazda bu öngörü gerçekleşmiş, eğitim durumu, sosyo-ekonomik şartları ne olursa olsun kadınların şiddetin mağduru olduğu elim örnekler birbiri ardına yaşanmıştır. Hatırlatmakta ve hatırlamakta yarar olacağı üzere İstanbul Sözleşmesi, aile içi şiddet de dahil olmak üzere, kadınları aşırı biçimde etkileyen kadınlara yönelik her türlü şiddet biçimi için geçerli olup taraf devletlere; ev içi şiddet (fiziksel, cinsel, psikolojik veya ekonomik), taciz amaçlı takip, tecavüz dahil, cinsel şiddet, cinsel taciz, zorla evlendirme, kadınların sünnet edilmesi, kürtaja zorlama ve kısırlaştırmaya zorlama şeklindeki davranışlara yönelik cezai veya başka bir hukuki yaptırım öngörmeyi zorunlu kılmaktadιr. Türkiye Sözleşme’den çekilerek bu tür ağır yaptırım içeren suçları meşru göreceğini ilan etmiş, yaşanan cinayetlerin artışı da bunun bir zihniyet sorunu olduğunu ortaya çıkarmıştır.

İzah etmiş olduğumuz hususlar doğrultusunda yürütme makamında olanların konuya ilişkin sorumluklarını yerine getirme zaruretleri acil bir mesele olarak önlerinde durmaktadır. Bununla beraber, parlamentonun da bu konuda önemli bir sorumluluğu söz konusu olup bu çatı altında meselenin çok boyutlu bir biçimde tartışılması ve alınacak tedbirlerin tespit edilmesi hayati önemdedir.

Paylaşın

HDP: Mültecilere karşı ırkçı söylemleri kabul etmiyoruz

Halkların Demokratik Partisi (HDP), son dönemde göçmenler üzerinden yaşanan tartışmalara ilişkin “Mültecilik sorununu yaratan politikalara karşı çıkmak ile mültecilerin haklarını yok saymanın aynı şey olmadığını bütün taraflara tekrar hatırlatmayı görev biliyoruz” açıklamasında bulundu.

Haber Merkezi / HDP, özellikle Suriye ve Afganistan’dan gelen göçmenler üzerinden yaşanan tartışmalara ilişkin “mültecilere karşı ırkçı söylemleri de mülteciliğin araçsallaştırılmasını da kabul etmiyoruz” başlıklı bir açıklama yayımladı.

“Türkiye’deki yoksulluğun, işsizliğin, savaşın, yaşam tarzına müdahalelerin mültecilerden kaynaklandığını iddia edenler toplumu ırkçılığa itmekten başka bir sonuca yol açmamaktadır” ifadelerinin yer aldığı açıklama şöyle;

“Suriye, Afganistan, Libya ve pek çok ülke, AKP-MHP blokunun da aralarında yer aldığı yabancı güçlerin müdahaleleri sonucu iç savaşlarla boğuşuyor. Savaş sonucunda Türkiye üzerinden Avrupa’ya yönelen yoğun göç dalgalarına karşı farklı kesimlerden, insan haklarını ve özgürlükleri hiçe sayan ilkesiz tutumlar görüyoruz. Saray rejiminin savaş tezkerelerine karşı aktif mücadele etmek yerine, mültecileri hedef gösteren sistem muhalefeti, mültecilerin can güvenliğini tehlikeye atıyor.

Türkiye’deki yoksulluğun, işsizliğin, savaşın, yaşam tarzına müdahalelerin mültecilerden kaynaklandığını iddia edenler toplumu ırkçılığa itmekten başka bir sonuca yol açmamaktadır. Yabancılara karşı linç ve hatta ölümle sonuçlanabilecek saldırıların zeminini hazırlayan nefret söylemine karşı HDP olarak her zaman sorumlu bir tutum almayı ilkelerimize bağlılığımızın bir gereği olarak gördük ve bu perspektifle halklarımızın mültecilere karşı saldırgan veya ayrımcı bir tutum içinde olmaması gerektiğini en güçlü biçimde savunduk. Tepki gösterilmesi gereken kişiler sığınmacılar değil, AKP-MHP iktidarının Suriye’de insanların yerlerinden edilmesine sebep olan çözüm karşıtı, mezhepçi ve ırkçı dış müdahaleleridir. Savaş yerine siyasal çözümü teşvik eden bir politika benimsenmiş olsaydı, bugün Suriye Krizi böylesine yıkıcı bir hal almayacaktı.

Düzensiz göç ve sınırlardan denetimsiz geçişleri, AKP’nin çeşitli gizli anlaşmalar ve amaçlar doğrultusunda teşvik ettiğini biliyoruz. Ucuz iş gücü, örgütsüz emek, güvencesiz çalıştırma ile bir taraftan sermaye sınıfının karları arttırılırken; diğer taraftan demografik yapıyı değiştirme, mezhep çatışması yaratma, AB – BM’den para almak gibi çok yönlü hesaplar yapılıyor. Mevcut mülteci politikasının sebep olabileceği toplumsal çatışmaların gerçekleşmesi durumunda, bundan başta hükümet olmak üzere, muhalefetteki politikacıların da sorumlu olacağını şimdiden vurgulamak istiyoruz.

“Asla kabul etmiyoruz”

Suriye’de ve Afganistan’da farklı kesimlerin kendisini özgürce ifade edebileceği siyasi bir çözüme katkıda bulunmak yerine çözümsüzlüğü derinleştirecek müdahalelere sebep olan tüm devletlerin her şeyden önce mültecilerin yaşam ve sığınma hakkına saygı göstermesi gerekmektedir. Avrupa Birliği’nden alınan paralar karşılığında mültecilere karşı gardiyan rolünün üstlenilmesini asla kabul etmiyoruz.

AKP-MHP iktidarının sığınmacıları araçsallaştırarak ve şantaj malzemesi haline getirerek Türkiye’de olduğu gibi, Suriye’de de demografik yapıya ve siyasi çözüm kanallarına sistematik biçimde ve alenen müdahale etmesine rağmen Avrupa Birliği liderleri başta olmak üzere uluslararası toplumun bu tehlikeli oyuna tolerans göstermesini HDP olarak her platformda bir eleştiri konusu yapmaya devam edeceğiz.

Mültecilik sorununu yaratan politikalara karşı çıkmak ile mültecilerin haklarını yok saymanın aynı şey olmadığını bütün taraflara tekrar hatırlatmayı görev biliyoruz. Birleşmiş Milletler başta olmak üzere uluslararası aktörler mültecilerin yaşam ve sığınma hakkının garanti altına alınmasını sağlayacak ortak bir mekanizmanın oluşturulmasına odaklanmalıdır. HDP olarak göçlerin kaynağı olan dış müdahaleler, yoksulluk, savaş, siyasi krizler ve benzeri yıkım süreçlerinin ortadan kaldırılmasını esas alan ilkeli ve yapıcı politikaların hayata geçirilmesini savunmaya devam edeceğiz.”

Paylaşın

Demirtaş’tan ‘yeni ittifak’ açıklaması: HDP, üçüncü bir ittifakı harekete geçirebilir

‘Yeni ittifak’ tartışmalarına değinen Selahattin Demirtaş, “Eğer bugünkü muhalif ittifak bileşenleri, demokrasi mücadelesinde HDP ile yan yana durmaktan çekinirlerse HDP demokrasi mücadelesinden vazgeçecek değildir. Tek başına da kalsa ilkeleri doğrultusunda mücadele yürütmeye devam eder. Bunu yaparken de nicel durumuna bakmaksızın birçok siyasi parti ve sivil toplum örgütüyle görüşerek üçüncü bir ittifakı harekete geçirebilir. Seçim zamanı gelince de demokrasi ittifakı olarak diğer ittifaklarla ilkeler çerçevesinde görüşmeler, işbirlikleri yapılabilir.” ifadelerini kullandı.

Haber Merkezi / 4 Kasım 2016 tarihinden beri Edirne Cezaevi’nde tutuklu bulunan HDP’nin önceki dönem Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, avukatları aracılığı ile Medyascope’tan Ferit Aslan’ın sorularını yanıtladı.

Demirtaş, Montrö Bildirisi’ni imzaladıktan sonra haklarında hukuki süreç başlatılan 104 amiralve ‘yeni ittifak’ tartışmalarına değindi.

‘Yeni ittifak’ tartışmalarına ilişkin Demirtaş, “Eğer bugünkü muhalif ittifak bileşenleri, demokrasi mücadelesinde HDP ile yan yana durmaktan çekinirlerse HDP demokrasi mücadelesinden vazgeçecek değildir. Tek başına da kalsa ilkeleri doğrultusunda mücadele yürütmeye devam eder. Bunu yaparken de nicel durumuna bakmaksızın birçok siyasi parti ve sivil toplum örgütüyle görüşerek üçüncü bir ittifakı harekete geçirebilir. Seçim zamanı gelince de demokrasi ittifakı olarak diğer ittifaklarla ilkeler çerçevesinde görüşmeler, işbirlikleri yapılabilir.” dedi.

104 amirale ilişkin açıklamalarda bulunan Demirtaş, “Hükümet bu bildiriden önceden haberdarmış zaten. İsteseler bildirinin yayınlanmasını engelleyebilirlerdi. Fakat yayınlanmasını özellikle istediler çünkü buradan bir güç gösterisi yaparak toplumsal baskıyı artırmak gibi bir hedefleri vardı. Ama bu plan tutmadı” ifadelerini kullandı.

HDP’li Demirtaş, sorulara böyle yanıt verdi:

103 amiralin bildirisi ile yeniden bir darbe tartışması yaşandı ve soruşturma başlatıldı, bu konuyu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Hükümet bu bildiriden önceden haberdarmış zaten. İsteseler bildirinin yayınlanmasını engelleyebilirlerdi. Fakat yayınlanmasını özellikle istediler çünkü buradan bir güç gösterisi yaparak toplumsal baskıyı artırmak gibi bir hedefleri vardı. Ama bu plan tutmadı. Çünkü toplum, artık hükümetin hiçbir yalanına inanmıyor, hiçbir politikasına güvenmiyor. AKP’nin hiçbir entrikası seçmen desteğine dönüşmüyor. AKP vazosu kırıldı ve büyü bozuldu. Bunun geri dönüşü yok artık.

Bazı çevreler iktidara “mağduriyet yaratacak” malzeme verilmemesini isterken, bazı kesimler ise tam tersini düşünüyor, bu konudaki fikriniz nedir?

Muhalefet ne yaparsa yapsın AKP her halükarda oradan bir mağduriyet çıkarmaya çalışıyor. Dolayısıyla muhalefetin böyle bir kaygıyla hareket etmesi doğru olmaz. Bununla birlikte, tabii ki gereksiz ve politik olarak faydasız konuların üzerine fazladan düşerek AKP’ye istismar alanları sağlamamak da gerekir. Muhalefet, halkın beklentilerini ve halkın gündemini esas alırsa hata yapmaktan da kurtulmuş olur.

Yaklaşık beş yıldır cezaevindesiniz ve sizin hakkınızda televizyonlarda sürekli her türlü şey söyleniyor (hakaretler, terörist yakıştırması) ama sizin dört duvar arasındaki mesajlarınız da televizyonlarda tartışılıyor, gündem haline getiriliyor. Bunun neye bağlıyorsunuz?

Çünkü ben tek başıma bir birey değilim, Türkiye’nin üçüncü büyük partisinin uzun süre yöneticiliğini yaptım, şimdi de üyesiyim ve ayrıca büyük bir halk kitlesinin gönülden desteğini ve sevgisini yanımda hissediyorum. Gücümü de tüm bunlardan alıyorum.

Bana hakaret etme yarışına girenlerin söylemleri, örneğin bana yönelik “terörist” ithamları ve hakaretleri, kendi ahlaki seviyelerini ve siyasi pespayeliklerini gösteriyor. Bu hakaretleri, yapanlara iade ediyorum ama çok da umurumda değil zaten.

Üçüncü ittifak öneriniz ciddi bir tartışmaya neden oldu. Bunu biraz daha açar mısınız? HDP’nin öncülüğündeki bir ittifakın oluşma ihtimalini nasıl görüyorsunuz mevcut durumda?

HDP zaten kurumsal olarak demokrasi ittifakını uzun süre savundu. Bu siyasi bir modeldir, seçim ittifakı önerisi değildir. Daha ziyade, toplumsal mücadeleyi büyütmek ve siyasi işbirliklerini hayata geçirebilmek amacıyla mücadele ortaklığı kurmaktır. Yani demokrasi için birlikte mücadele etme iradesidir. Bunun bir seçim ittifakına dönüşüp dönüşmeyeceğine, seçim sürecinde duruma bakılarak karar verilir.

Eğer bugünkü muhalif ittifak bileşenleri, demokrasi mücadelesinde HDP ile yan yana durmaktan çekinirlerse HDP demokrasi mücadelesinden vazgeçecek değildir. Tek başına da kalsa ilkeleri doğrultusunda mücadele yürütmeye devam eder. Bunu yaparken de nicel durumuna bakmaksızın birçok siyasi parti ve sivil toplum örgütüyle görüşerek üçüncü bir ittifakı harekete geçirebilir. Seçim zamanı gelince de demokrasi ittifakı olarak diğer ittifaklarla ilkeler çerçevesinde görüşmeler, işbirlikleri yapılabilir.

HDP herhangi bir ittifaka dahil değil diye mecburen ve kerhen başka bir ittifakı desteklemek zorunda değildir. HDP seçmeni ancak görüşmeler, ilkesel uzlaşmalar ve ahlaki bir zeminde kurulacak işbirlikleriyle harekete geçecektir. HDP’yi yok sayan, HDP kitlesine, seçmenine her gün hakaret eden kişi ve gruplar bizzat HDP seçmeni eliyle asla iktidar olamazlar. Bununla birlikte demokrasiyi savunan, barış ve özgürlüklerden yana olan, HDP’yi eleştirse de HDP’ye ve kitlesine saygılı yaklaşan herkesle işbirliği yapılabilir.

Tabii bunlar tümüyle benim kişisel düşüncelerimdir, kurumsal olarak HDP’yi bağlamaz. Ben fikrimi ifade ederim, elbette HDP yönetimi tüm düşünceleri, önerileri olduğu gibi benimkileri de tartışır ve alacakları karar ben dahil tüm HDP’lileri bağlar. Bizdeki demokrasi bu şekilde işliyor ve hepimiz buna saygılı yaklaştığımız için HDP kendi bütünlüğünü ve gücünü korumaya devam ediyor.

Bir gazeteci (Abdülkadir Selvi) üçüncü ittifak çıkışınızın siyasette karşılık bulduğunu ancak HDP ve Kandil’in bundan memnun olmadığını, sizde eksik olan tek şeyin yeteri kadar cesur olmamanız olduğunu yazdı. Bununla ilgili neler söylemek istersiniz?

Gerçekten bir şeyler söylemek isterdim ama adını andığınız kişiye cevap vererek kıymetli kelimelerimi ziyan etmek istemiyorum.

Bugüne kadar mahkemelerde hiç tahliye talebinde bulunmadınız. Bu tavrınız böyle devam edecek mi? Cezaevinden çıkmanıza halkın karar vereceğini söylüyorsunuz, bunu yakın zamanda olası görüyor musunuz?

Evet, şimdiye kadar hiç tahliye talep etmedim, etmeyeceğim de. Belki iktidar bizleri bu şekilde içeride tutabilir ama kendisi de bunun bedelini halk desteğini kaybederek siyaseten ödüyor. Dolayısıyla hapisliğimiz boşuna çekilen zulümler değil. İktidar eriyor, halkın iradesi büyüyor. Bizleri özgür kılacak olan da işte halkın bu iradesidir.

Biz kimseden merhamet dilenmiyoruz, mahkemelerden sadece adalet bekliyoruz. Adalet yok diye de ağlayıp sızlanmıyoruz. Mücadele ediyor, direniyoruz.

Bizleri içeride tutanlar son yerel seçimlerden ders çıkarmamışlarsa yapacak bir şey yok. Biz direnmeye devam edeceğiz. Yani dewamke 🙂

Paylaşın

HDP’li Mithat Sancar: 19 yıldır iktidardalar, 19 yıldır mağdurlar

Partisinin TBMM Grup Toplantısı’nda konuşan Halkların Demokratik Partisi (HDP) Eş Genel Başkanı Mithat Sancar, “Emekli amirallerin yayınladığı bir bildiri var. İktidar, yine her zaman yaptığı gibi siyasi kurnazlık ve fırsatçılıkla bu bildiriden darbe tehdidi üretme ve bunu siyaseten kullanma telaşına girdi. Yani yine mağduriyet edebiyatına sarıldı. 19 yıldır iktidardalar, 19 yıldır mağdurlar” ifadelerini kullandı.

Haber Merkezi /Halkların Demokratik Partisi (HDP) Eş Genel Başkanı Mithat Sancar, partisinin TBMM Grup Toplantısı’nda gündeme ilişkin değerlendirmelerde bulundu.

Yaptığı konuşmada, her gün kriz üreten, sorunları büyüten, eşitsizlik ve adaletsizlik yaratan, toplumu kutuplaştıran, sosyal adaleti ortadan kaldıran, lime lime dökülen bir yönetim sisteminin altında yaşadıklarını söyleyen Sancar, “Sistemin kendisi güçlerin tek adamda toplandığı, tekçi bir sistemdir ama ürettiği sorun ve krizler çokludur. Bu sistemde denetim, halk, yurttaş yoktur. Bu sistemde tek adam, tek adamın etrafına çöreklenmiş gruplar vardır” dedi.

Sancar, bazı emekli amirallerin açıklamasına değinerek, “Topluma güven verebilecekleri inandırıcı ve samimi bir politikaları yok. Bu iktidar çözüm gücü değildir; sorun kaynağıdır, kriz üretme merkezidir. Ellerinde hiçbir şey kalmayınca mağduriyet siyasetine sarılıyorlar. İktidar, her zaman yaptığı gibi fırsatları büyük bir kurnazlıkla değerlendiriyor. Emekli amirallerin yayınladığı bir bildiri var. İktidar, yine her zaman yaptığı gibi siyasi kurnazlık ve fırsatçılıkla bu bildiriden darbe tehdidi üretme ve bunu siyaseten kullanma telaşına girdi. Yani yine mağduriyet edebiyatına sarıldı. 19 yıldır iktidardalar, 19 yıldır mağdurlar” ifadelerini kullandı.

Yargının iktidarın siyasi gündemine göre pozisyon aldığını ve karar verdiğini; iktidar işaret verdiğinde harekete geçtiğini, bunun en çarpıcı örneğini Ömer Faruk Gergerlioğlu’nun milletvekilliğinin düşürülmesine giden süreçte ve sonrasında gördüklerini belirten Sancar’ın grup toplantısında yaptığı açıklamalar şöyle;

“Geçen hafta Mardin’deydik. 31 Mart 2019 seçimlerinin ikinci yıl dönümü vesilesiyle Demokratik Yerel Yönetimler Kurulumuz bir forum düzenledi. “Halkların İradesi İçin Adalet Forumu” idi adı. Buradan Mardin halkının coşkulu, heyecanlı selamlarını iletiyorum size.

O forumu 31 Mart’ta gerçekleştirmemizin sebebini herhalde tahmin edersiniz. Bizi izleyenler de dinleyenler de muhataplarımız da tahmin eder.

2 yıl önce o tarihte siyasal iktidar tarihi bir yenilgi yaşadı. Bu yenilgiyi yaşamasındaki temel faktör de HDP’nin seçim stratejisiydi. Türkiye’nin siyasi dengelerinde hangi ağırlığa sahip olduğumuzu ve nasıl bir rol oynayacağımızı bir kez daha o seçimlerde dünya aleme göstermiştik. İktidarın geri dönülmez bir yönetememezlik krizi içerisine girmesinde bu yenilgi belirleyici olmuştur.

İktidar için hiçbir şey asla eskisi gibi olmadı bundan sonra da olmayacak. İşte bu tarihi anın yıl dönümünde son derece değerli bir forum gerçekleştirdik. Foruma bölgenin çeşitli illerinden çeşitli kurumların temsilcileri, seçilmişlerimiz, üniversite dayanışma koordinasyonu, Boğaziçi Üniversitesi dayanışma öğrencileri, kadın platformları, inanç örgütleri, dernekler, sendikalar ve meslek odaları katıldı. 300’e yakın insanla güzel bir toplantı gerçekleştirdik. Bu buluşmada esas amacımız halka danışarak yolumuza devam etmektir; çeşitli çevrelerle, demokrasi güçleriyle, yöneticilerimizle, halkımızla istişare ederek yolumuza devam etmektir. Nitekim öyle de güzel bir istişare toplantısı oldu.

“Bizler birlikte hareket ettikçe güçleniyoruz, iktidar ise bu güçten korkuyor”

Bu toplantılarımız bundan sonra devam edecek. Bu buluşma da tıpkı Newroz alanlarını dolduran milyonların bir arada olması gibi baskıya ve zulme karşı birlikte mücadele yürütmenin, demokrasi ve özgürlükler için ortak akıl yaratmanın önemini bize göstermiştir. Bizler birlikte hareket ettikçe güçleniyoruz, iktidar ise bu iradeden, kararlılıktan ve toplumsal demokrasi geleneğinden korkuyor. Hep söylüyoruz, korktukça panikliyor, panikledikçe öfkeleniyor, hınç ve intikama yöneliyorlar. Ne yaparlarsa yapsınlar, bizler bir arada olmaya, birlikte mücadele etmeye, toplumla birlikte tartışmalar yürütmeye ve birlikte yürümeye devam edeceğiz. Bu vesile ile bir kez daha Mardin halkımızı, Mardin’de yaşayan tüm insanlarımızı, oraya gelen tüm dostlarımızı yürekten selamlıyorum.

Her gün kriz üreten, her gün sorunları büyüten, eşitsizlik ve adaletsizlik yaratan, toplumu kutuplaştıran, lime lime dökülen bir yönetim sisteminin altında yaşıyoruz. Sistemin kendisi güçlerin tek adamda toplandığı tekçi bir sistemdir ama ürettiği sorun ve krizler çokludur. Bu sistemde denetim yoktur, halk yoktur, yurttaş yoktur. Bu sistemde tek adam vardır, tek adam etrafına çöreklenmiş gruplar ve buradan nemalanan sermaye grupları vardır, yandaşlar vardır. İşte halktan kopuk, halkı hiçe sayan, yurttaşı yok eden böyle bir anlayışla yönetiliyor ülke. Bu ülkenin sorunlarını böyle bir anlayışla çözmenin mümkün olmadığını her seferinde her olayda yeniden yaşıyoruz ve yeniden tecrübe ediyoruz.

Güvenlik Yasası meselesinde bir kez daha Meclis’in iradesine darbe yaptılar

Geçen hafta Güvenlik Yasası maddelerine geçilmesi, muhalefet gruplarının çoğunluk oylarıyla reddedilmişti. Bu sistemin, kurumları en başta parlamentoyu nasıl hiçleştirdiğinin çarpıcı bir örneğini yaşadık o gün. İçtüzüğü zorlayarak, oylamayı yenileyerek, yine kendi çoğunluklarıyla yasanın görüşülmesine geçilmesini kabul ettiler. Böylece parlamentonun iradesine bir kez daha darbe indirmiş oldular. Parlamentoyu değil, Saray’ı esas aldıklarını gösterdiler. Ülkede Saray’ın iradesinin her şeyden üstün olduğunu gösterdiler.

Kaybedince seçim yenileme alışkanlığını biliyoruz. 7 Haziran’da gördük bunun örneğini. 7 haziran sonuçlarını geçersiz kıldılar. 1 Kasım’a darbe seçimle gittiler. Ardından 31 Mart’ta da aynı durumu yaşadık, bunu da hep birlikte gördük. Aynısını o gün de yaptılar. İstanbul seçimlerini yenildiler ama kazanamadılar. Bu kez daha büyük kaybettiler. Yani bu yöntemlerle kazanamayacaklarını her seferinde gösteriyoruz. Göstermeye devam edeceğiz. Bunun da sonuçlarını önümüzde konulacak ilk sandıkta kendilerine yaşatacağımızı bir kez daha hatırlatalım.

“Acı tecrübelerini HDP yaşattığı için HDP’ye saldırıyorlar”

Meclis’teki oylamada yaptıkları şey de bundan farklı değildi. Seçimi kaybedince hemen oyun bozanlık yapmak ve kuralları değiştirip seçimi kazanmak. Ama bunun bir sonucu, bir sınırı var. İlk seçimde bunun en acı tecrübesini hep birlikte kendilerine yaşatacağız. Bu tecrübeyi yaşadıklarında en etkili gücün HDP olduğunu da göstereceğiz. O nedenle HDP’ye saldırıyorlar, HDP’yi denklem dışı bırakmaya çalışıyorlar. Ama biz seçimde ve seçim dışı bütün alanlarda bu ülkenin kilit gücü olduğumuzu kendilerine göstereceğiz. Göstermeye devam edeceğiz. Demokrasi mücadelesi alanında, özgürlükler için mücadelede, kadın hakları için mücadelede, iş aş ekmek için mücadelede göstereceğiz, göstermeye devam edeceğiz. Tanımadıkları iradeyi nasıl tanımak zorunda kalacaklarını bu güçlü demokratik mücadele kendilerine gösterecektir.

O gün oylamasını tekrarladıkları İç Güvenlik Yasası benzeri o düzenleme ne getiriyordu? Bu bir fişleme yasasıydı. Şimdi Meclis’te geçen bir yasa. OHAL’i kalıcı hale getirme çabasıdır o yasa. Bunun gibi başka örnekler var, en son örneği bununla ortaya koydular. Darbeci zihniyetin ürünü bir yasa bu. 28 Şubat’ın devamı bir yasadır o. Toplumla mücadele yasasıdır. İktidarlarını koruma ve kollama adına her yolu mubah saymalarının başka bir adıdır.  Bu ülkenin yurttaşlarını tehlike olarak gören, hemen her alanı güvenlik zinciri ile kuşatmaya çalışan bir zihniyet var karşımızda.

“Korku salan bir iktidar varsa onun karşısında da cesaretin sembolü HDP var”

İşsizliğe yoksulluğa çare aramazlar. Tek bildikleri güvenlikçi yasalarla, polis uygulamalarıyla, yargı operasyonlarıyla halkı tehdit etmek ve sindirmeye çalışmaktır. Yapmaya çalıştıkları şey korku salarak iktidarlarını devam ettirme çabasıdır. Ama biliyorsunuz korkunun ecele faydası yok. Bir yerde korku salan bir iktidar varsa, karşısında cesareti temsil eden güçler olduğu sürece başarılı olması mümkün değil. İşte HDP o cesaretin sembolüdür. HDP o cesaretin adresidir. HDP bu umudun kaynağıdır. O nedenle uğraşıyorlar bizimle.

Evet, yargıyı da ellerine bir aygıt olarak alıyorlar. Bir nevi arka bahçe haline getiriyorlar. Yargıyı kullanarak toplumu dizayn etmeye, muhalefeti sindirmeye çalışıyorlar. Adaleti ülkenin temeli olmaktan çıkarıp saraylarının kolonu haline getirdiler.

“Gergerlioğlu bu halkın vekilidir, halkın vicdanıdır”

Yargı sistemi iktidarın siyasi gündemine, ajandasına göre pozisyon almakta ve karar vermektedir. İktidar işareti verdiğinde yargı harekete geçmektedir. Özellikle bunun son ve çarpıcı örneğini Ömer Faruk Gergerlioğlu vekilimizin vekilliğinin düşürülmesine giden süreçte ve sonrasında hep birlikte gördük. Ömer Faruk Gergerlioğlu arkadaşımız halkın vekilidir, halkın vicdanıdır. HDP’nin mücadelesinin sembollerindendir. Çünkü HDP bu halkın vicdanıdır, vicdan mücadelesinin adresidir. Ömer Faruk Gergerlioğlu da vicdanları harekete geçiren biridir, yılmaz insan hakları mücadelesiyle bu sistemi, bu iktidarı fena halde ürkütmüştür.

O nedenle hakkındaki mahkumiyet kararı hızla onanmış, hızla Meclis’e getirilmiş, okunmuş vekilliği düşürülmüştür. O nedenle Meclis’te adalet nöbeti tutarken sabah namazı için abdeste gitmişken yaka paça götürülmüştür polisler tarafından. Ardından genel merkezimizde devam etti Adalet Nöbeti’ne. Adalet Nöbeti’ni sona erdirdiğinde son günü evinde geçirmek üzere ailesinin yanına gitti. Orada da büyük bir zorbalıkla baskın yaptılar, işkence yaptılar, darp ettiler, zulüm uyguladılar. Ama Sevgili Ömer Faruk Gergerlioğlu hiçbir şekilde boyun eğmedi, sözünü kısmadı, başını dik tuttu. Bu onlara büyük bir dertti. HDP budur. HDP onuru ayakta tutmanın, başı öne eğmemenin adıdır. O nedenle onlara dert olmaya devam edecektir. O nedenle her gün HDP’ye saldırı için buldukları her imkanı pervasızca kullanmaya devam ediyorlar.

“Partimize saldırmanın, hedef göstermenin, AYM’yi tehdit etmenin adı faşizmdir”

Her gün yandaş kanallardan iftira atmaya devam ediyorlar. İktidarın küçük ortağı hedef göstermeyi sürdürüyorlar. Hatta partimizi hedef göstermeyi ve yargıya talimat vermeyi aştı artık, yargıyı açıkça tehdit ediyorlar. AYM’yi çok açık bir şekilde tehdit ediyorlar. AYM Başkanını hedef gösterebiliyorlar. Bu anlayış nedir diye sorarsanız, bunun kitaplarda da siyaset biliminde de adı açıktır. Bu faşist bir zihniyettir. Ülkeye giydirmeye çalıştıkları sistem de tam budur. Faşizm. İşte bu faşizme geçit vermeyen halkların mücadelesidir. HDP’nin kararlı ve cesur yürüyüşüdür. Bunda başarılı olamayacaklar, bunu biliyoruz. Tekrar söylüyoruz, bu ülkede vicdanlı yargıçlar var. Bu ülkenin büyük çoğunluğu o vicdanı bilir ve taşır. Buna bu ülkenin vicdanlı insanları da vicdanlı yargıçları da vicdanlı aydınları da emekçileri de kadınları da gençleri de geçit vermeyecektir. Tekrar söylüyoruz, faşizme geçit yok.

Baştan beri Gergerlioğlu arkadaşımızın mücadelesi, partimizin mücadelesidir. Baştan beri Ömer Faruk arkadaşımızın iradesini esas alarak yürüdük. Kendisi nasıl yürüyecekse parti yönetimi olarak onunla birlikte yürüyeceğimizi söyledik. Baştan beri bunu söyledik, sonuna kadar da öyle yaptık. İşte biz birlikte güç olduğumuzda kendi gücümüzü başka alanlarda başka güçlerle birleştirdiğimizde, bu ülkenin karanlık yolculuğunu bitireceğiz. Bunu buradan ilan edelim ve herkesin de bunu böyle bilmesi gerektiğini tekrar hatırlatalım. Halk çaresiz değildir, bu iktidara mahkum ve mecbur değildir. Her alanda mücadeleyi demokrasi, özgürlük, emek ve barış için, ekmek ve aş için birleştirerek büyütüyoruz.

“Kadınların mücadelesi iktidarın en büyük korkularından biridir”

Kadın Meclisimiz dün “Kadın Yoksulluğuna Hayır” kampanyasını başlattı. Kadınların yaşadığı her yerde kadın yoksulluğuna karşı mücadeleyi kadınlarla birlikte yükseltmenin başlangıcıydı bu. Bu güçlü yolculuğun nasıl yürüyeceğini hep birlikte göreceğiz. Kadınlar yürümeye devam ediyorlar, haklarını gasp eden bu iktidara, emeklerini gasp eden bu sömürü ve talan düzenine karşı güçlü bir şekilde devam ediyorlar. Bu da iktidarın en büyük korkularından biridir.

İktidar sadece adalet ve siyaset zeminini yıkmakla kalmıyor. Esasen buna bağlı bir sonuç da ekonomideki çöküştür. Ekonomik kriz demek bunu biraz fazla basitleştirebilir. Ekonomide bir çöküş yaşanıyor ve bunun altında kalanlar yoksul emekçi halklarımızdır. Bu çöküşün her şart altında nimetini yiyenler de vardır. O nedenle kriz kelimesi herkesi eşit vuruyor gibi bir algı yaratır. Kriz  kelimesi yetersizdir. Bir ekonomik çöküş yaşıyoruz. Bunun faturasını da yoksul halka, emekçilere, işsizlere, kadınlara, gençlere çıkarmak istiyorlar. Ekonomik kriz dediğiniz anda tablonun öbür tarafına bakarsanız, yandaş sermayenin nasıl büyüdüğünü görürsünüz. Oraya akan milyar dolarları görürsünüz.

“İnsanlar ekmeklerinin nasıl ve kimler tarafından gasp edildiğini görüyor”

Merkez Bankası’nın – tırnak içinde söylüyorum – “kaybolan” 128 milyar dolarlık rezervinin nereye aktığını görürsünüz. İşte bu nedenle bu sistem ülke ekonomisini yoksulların, emekçilerin üzerine çökertmeye çalışıyor. Bizim buradaki mücadelemiz emekçi hakları içindir, halkın refahı içindir, sosyal adalet içindir. Rant ve talan düzenine son vermek içindir. Ekonomi ve Sosyal Politikalar Komisyonumuz ve diğer komisyonlarımız bir süredir iş ve aş programlarını yürütüyorlar ve orada gördüklerimizi halk ile paylaşıyoruz. İnsanlar ekmeklerinin gasp edildiğini görüyorlar. Ama sadece bunu görmekle kalmıyorlar. Nasıl ve neden gasp edildiğini de görüyorlar. Bu iktidarın sürekli otoriterleşen, herkesi tehdit eden her yere korku salmaya çalışan anlayışının aynı zamanda ekmeğin gaspı, işin gaspı olduğunu görüyoruz. Kurtuluş; özgürlüğü gasp edilen hakları yok edilmek istenen kadınların, ekmeği elinden alınmak istenen emekçilerin, umutsuzluğa sevk edilen gençlerin ortak mücadelesinden geçiyor. HDP bu ortak mücadelenin en sağlam sütunudur.

Bu sistemde bu kadar yolsuzluk, bu kadar talan nasıl olabiliyor? Çünkü denetim yok, yurttaş kavramını ortadan kaldırdılar. Toplumu tebaa yığını olarak görüyorlar. Hiçbir şekilde şeffaflığa izin vermiyorlar. Neler olup bittiğini, halkın kaynaklarının kimden alınıp kime verildiğini ortaya koyacak hiçbir yolu denemiyorlar. Böyle denetimsiz, şeffaflıktan yoksun bir sistemin sürekli kötülükler ve çürümüşlük yaratması kaçınılmazdır. Bu düzenin adı “Kürşatlar Düzeni”dir. Yetiştirdikleri yeni nesil de “Kürşat Nesli” olmuştur. Bu ülkeye vaat ede ede geldikleri yer “Kürşatlar Düzeni, Kürşatlar Nesli”dir. Bunu reddediyoruz.

“Vatandaş borç içinde boğuluyor, yandaşlar semirtiliyor”

Bugün her 100 kişiden 70’i borçludur bu ülkede. Zengin fakir arasındaki uçurumda Avrupa’daki 33 ülke arasında Türkiye 2. sıradadır. En zengin  yüzde 10, toplam servetinin yüzde 80’den fazlasına sahiptir. Yurttaşa sırtını dönmüş bu rant iktidarı 173 firmanın 35 Milyar TL’lik borcunu ödeyerek kapattı. Ama vatandaşın borcunu katmerleştirerek artırıyor. Vatandaş borç içinde boğuluyor. Yandaş sürekli devlet kaynaklarıyla semiriliyor. Bu adaletsizlik devam edemez. Bunu mutlaka ama mutlaka halkların, emekçilerin ortak mücadelesi ile durdurmak zorundayız. Bu bizim görevimizdir, bu ülkenin halklarına, emekçilerine karşı borcumuzdur.

Böyle bir vicdansızlığı bu halka reva gören bir yönetim anlayışı var. Bakın Ziraat Bankası ne yapıyor; 2000’e yakın çiftçi borcunu ödeyemediği için arazilerini satışa çıkarıyor. Bunların traktörlerine haciz konuyor. Çiftçi malını mülkünü satmak zorunda bırakılıyor. Gerçekten açlığa mahkum ediliyor. Bunların hiçbiri bu iktidarın umurunda değil. Bu iktidarın yandaş medyası bunlar yokmuş gibi davranıyor. Ama bu ülkenin en derin gerçeği, en acı hakikati işte budur. Yoksulluk, yolsuzluk, işsizlik ve sefalettir. Bu düzen değişecektir, bu düzen mutlaka değişecektir.

Açlık sınırı 2517 lira bu ülkede, asgari ücret bunun azıcık üzerinde. Yani yoksulluk sınırının altında. Neredeyse asgari ücret açlık ve sefalet ücreti haline getirilmiş. Asgari ücretliden vergi alınmasın diyoruz, kanun teklifi veriyoruz. Bunu çıkarmak çok kolay ama reddediyorlar. Bunun yerine fişleme yasasını apar topar getirip çıkarıyorlar. Niye eğer açlığı yok edemiyorsanız açları kontrol etmek zorundasınız. Açlıkla mücadele etmiyorsanız, açlarla mücadele etmek zorundasınız.

“Yoksulluk arttıkça yoksulları susturmaya çalışıyorlar”

Yoksulluğu ortadan kaldıramıyorsanız yoksulları susturmak zorunda kalıyorsunuz. İşte bu fişleme yasası ve buna benzer tüm uygulamalar tam da bunun için. Yoksulları susturma ve yoksulların sesini kısmak yoksulları ebedi yoksulluğa mahkum etmektir. Bunun hepimiz farkında olmalıyız. Bunu hepimiz, her an aklımızda tutmalıyız. Bir ülkede demokrasiyi ortadan kaldıran bir iktidar varsa, demokratlarla mücadele eder. Bir ülkede eğer özgürlüğü ortadan kaldıran bir iktidar varsa, elbette özgürlük savunucularını hedef alır. Bir ülkede yoksulluğu sürekli büyüten bir iktidar varsa elbette yoksulları hedef alır, onları susturur. Bizler özgürlük, demokrasi, barış isteyen; onurlu bir yaşam isteyen; işinin, aşının peşinde, ekmeğini onurlu bir şekilde kazanıp onurlu bir yaşam sürmek isteyen insanların partisiyiz, bu mücadelenin partisiyiz. Bu mücadelede bir milim bile sapmayacağız, Yolumuzdan asla şaşmayacağız.

Daha ne kadar veri aktaralım bilmiyorum, dün enflasyon rakamları açıklandı. O da TÜİK verileri tabii. Yüzde 16,19. Ama halkın gerçek enflasyonu en az yüzde 30 belki yüzde 40 belki 50 olabilir. Yoksulluğu bu kadar açık ortaya koyan servet transferi, kaynak transferini bu kadar güçlü yaratan başka bir mekanizma olamaz. Faiz, rant, enflasyon ekonomisi. Bu ne demek? Halkın cebindekini, bir avuç sermayeye sürekli olarak aktarmak demektir. Bu iktidarı ayakta tutan da sürekli rant aktardığı bir grup yandaş sermayedir. Elinde tuttuğu medya araçlarıyla hayatın diğer alanlarını kontrol etmek için beslediği güvenlik aygıtıyla, yeni istihdam ettiği bekçileriyle ve tabii sokağa saldığı başka güçlerle düzeni devam ettirmek istiyor. Bu sadece bir sömürü düzeni değil, aynı zamanda ve zaten bu nedenle bir zorbalık düzenidir. Bir zulüm düzenidir. Bu zulüm düzeni hep birlikte değiştirilmelidir. Değişecektir, mutlaka değişecektir.

Aynı tabloyu pandemide de yaşıyoruz. Her seferinde bunu anlatıyoruz. Sağlık sistemi de bir müşteri sistemine dönüştürülmüştür. Bir rant sisteminin güçlü bir halkası haline getirilmiştir. Pandemi ile mücadeleyi esas alan bir mücadeleyi bu iktidar yürütemez. Çünkü kurulan sistem, halk sağlığını esas almıyor. Sermayeyi kollayan rantı gözeten bir sistem kurulmuştur. O nedenle sürekli olarak tedbirler alıyorlar ama işlerine geldiği gibi kısaltıp uzatıyorlar, sokağa çıkma yasağını keyfi olarak uyguluyorlar. Aşı konusunda hiçbir şeffaflık yok. Bunca zamandır söz veriyorlar. Her seferinde sözlerini tutmadıkları gibi yeni yeni yalanlarla ortaya çıkıyorlar. Bütün bunların faturası halkın sağlığına, halkın hayat hakkına çıkıyor.

İşte geçen gün yaşadığımız o acı olay tüylerimizi ürperten o acı olay… Aslı Özkısırlar kardeşimizin hastane bulamadığı için hayatını kaybetmesi. Bir yandan Aslı gibi insanlar hastane bulamadıkları için, doktora gidemedikleri için hayatlarını kaybediyorlar, bir yandan yandaşa, Londra’ya ambulans helikopter gönderebiliyorlar. Kimin parasıyla kime hizmet ediyorsunuz? Bu, halkın parasıyla yandaşa hizmettir. Bu halkın geliriyle, bu halkın ürettiği kaynaklarla halkın hayatını yok saymak, ama yandaşı el üstünde tutmaktır. Bu her türlü yozlaşmanın zaten temel meselesidir. Kürşatlar Düzeni veya Kürşat tek bir örnek değildir. Bu sistemin şifresidir. Bu şifreyi kurcaladığınızda sistemin gerçek yüzü ortaya çıkacaktır. O nedenle üstünü örtmeye çalışıyorlar. O nedenle Kürşat meselesini geçiştiriyorlar. Ama bu ülkenin vicdanlı insanları, bu ülkenin halkları, bu sistemin şifrelerini ve mekanizmalarını görüyor. Bunu nasıl gördüğünü de ilk seçimde bu iktidara çok güçlü bir şekilde gösterecektir.

“Kadınların mücadele ve inşa hattı bu ülkeyi özgürlüğe götürecek en sağlam yoldur”

Ekonomiyi yönetemeyen, pandemiyi halk sağlığı aleyhine yöneten, ancak kriz üreterek ayakta durmaya çalışan iktidarı en çok korkutan kadınların mücadelesidir. Türkiye’de anayasayı zaten rafa kaldırdı bu iktidar. Toplumu anayasasız yönetmeye çalışıyor. Kötü bir anayasa bile artık mevcut değil. Kuralsız, keyfi bir yönetim kuruyor. Kadınların anayasası olan İstanbul Sözleşmesi’ni de bir gece yarısı operasyonu ile aynı keyfiyetle feshediyor. Böylece kadınları güvencesiz bırakabileceğini sanıyor. Ama biz biliyoruz ki kadınlar binbir emekle elde ettikleri haklarından asla vazgeçmeyeceklerdir. Kadınları erkek şiddetinin hedefi haline getiren, cinsel istismardan tecavüze kadar erkekleri cesaretlendiren, erkeklere “kadınlara istediğiniz şiddeti uygulayın, şiddet uygulayan erkekler cezasız kalacak” mesajları veren AKP MHP iktidarı bilsin ki kadınlar çaresiz ve alternatifsiz değildir. Aksine bu ülkedeki en güçlü kesim kadınlardır. En büyük muhalefet gücü kadınlardır. Kadınların mücadele direniş ve inşa hattı bu ülkeyi özgürlüğe götürecek en sağlam yoldur.

Bu iktidar kaybetmeye başladığını biliyor, kaybetmekte olduğunu görüyor. Aslında siyaset biliminin klasik bir belirlemesidir; kaybeden iktidar eğer toplumun rızasına saygılıysa bunun gereklerini yerine getirir. Rızayı kaybetmiş iktidar kendine güveniyorsa rızayı yenilemek için seçimlere başvurur. Ama halka saygısı olmayan halkın iradesini tanımayan bir iktidar toplumun rızasını kaybettikçe baskı aygıtlarına sarılır. Zulme ve zorbalığa yönelir. Topluma güven verebilecekleri inandırıcı ve samimi politikaları yok bunların.

“İktidar siyasi fırsatçılıkla bildiriden darbe tehdidi üretme telaşına girdi”

Bu iktidar çözüm gücü değildir. Bu iktidar sorun kaynağıdır, kriz üretme merkezidir. Ellerinde hiçbir şey kalmayınca mağduriyet siyasetine sarılıyorlar. İktidar, her zaman yaptığı gibi fırsatları büyük bir kurnazlıkla değerlendiriyor. Emekli amirallerin yayımladığı bir bildiri var.

İktidar her zaman yaptığı gibi siyasi kurnazlık ve fırsatçılıkla bu bildiriden darbe tehdidi üretme ve bunu kullanma telaşına kapıldı. Yani yine mağduriyet edebiyatına sarıldı.

19 yıldır iktidardalar, 19 yıldır mağdurlar. Eğer gerçekten mağduriyetten kurtulmak istiyorlarsa iktidarı bıraksınlar. Çünkü iktidarda kaldıkları sürece mağdur oluyorlar. Bir iktidar bunca zaman nasıl sürekli mağdur oluyor bunu çözmek için büyük dehalar gerekiyor. Ya da durum çok farklı. Halkın rızasını kaybedince yapabilecekleri tek şey bu tür siyasi fırsatçılık ve kurnazlıklardır.

“Milyonlarca oy alan partimize kapatma davası açtırmak demokratik siyasete darbe girişimi değil midir?”

Darbeler bu ülkede büyük yıkımlara ve tahribatlara neden olmuştur. Bunlar bizim çok iyi bildiğimiz gerçeklerdir. Askeri ya da sivil bütün darbelere karşı her zaman en açık tutumu alan ve her türlü darbeci zihniyetle mücadele eden bir siyasi geleneğe sahibiz. Buradan bir kez daha hatırlatalım; tüm sorunların çözüm yolu demokrasidir, siyasettir. Demokratik siyasettir. Bunun dışındaki her yaklaşıma ve uygulamaya karşı bizim tutumumuz nettir. Ama bir bildiriden bir darbe tehdidi üretmeye çalışan iktidara da şunları hatırlatalım. Eş genel başkanlarımızdan belediye eşbaşkanlarımıza kadar binlerce arkadaşımızın haksız, hukuksuz bir şekilde tutuklanmasının adı nedir, darbe değil midir? Bu bir darbeci icraat değil midir? Seçme ve seçilme özgürlüğünü yok saymak, halkımızın belediyelerini kayyımlarla işgal etmek halkın iradesine darbe değil midir? Milyonlarca oy alan partimiz hakkında kapatma davası açtırmak demokratik siyasete darbe girişimi değil midir? Ömer Faruk Gergerlioğlu, Leyla Güven ve Musa Farisoğulları’nın vekilliğini haksızca ve hukuksuzca düşürmek halk iradesine bir darbe değil midir? 15 Temmuz sonrası OHAL ilan ederek 100 binlerce kamu çalışanın KHK ile işten atmak, gazete ve TV’leri kapatmak darbeci bir uygulama değil midir? İstanbul Sözleşmesini tek taraflı bir tasarrufla feshetmek kadın kazanımlarına yönelik bir darbe değil midir? Anayasayı, hukuku rafa kaldırmak darbelerin temel özelliğidir. Bu iktidara yönelik en küçük eleştiriye dahi tahammül göstermemek, bir tweet atanı, bir röportaj vereni tutuklatmak yurttaşa karşı darbe değil midir? 28 Şubat’ın ürünü olan Güvenlik Yasasını darbe mantığı ile yürürlüğe sokmak aynı şey değil midir?

“İktidar darbe karşıtlığı konusunda samimi ise kendi icraatları ile yüzleşsin”

Bu iktidarın darbeci anlayışla herhangi bir sorunu yok. Bu iktidarın darbecilerle hesaplaşma konusunda en ufak bir samimiyeti de olamaz. Eğer gerçekten darbeci zihniyetle, darbeci herhangi bir girişimle hesaplaşma konusunda samimi ise bu iktidarın yapacağı ilk şey kendi icraatları ile yüzleşmektir. Eğer cesareti varsa bu iktidar aynaya bakar. O zaman bu ülkede hangi anlayışın darbecilikle nasıl bir içi çelik yaşadığını görür. Bizim duruşumuz ve anlayışımız nettir. Biz siyaset dışı, demokrasi dışı hiçbir arayışa prim vermeyiz. Her türlü siyaset dışı arayışın karşısındayız.

Bugün demokrasiyi rafa kaldıran, siyaseti lağveden iktidarın bizatihi kendisi sürekli bir darbe sarkacının merkezi, kaynağı haline gelmiştir. Bir darbe mekaniği yaratmıştır bu iktidar. Bu sarkaçtan ve kıskaçtan her türlü darbe tartışmasından uzaklaşabilmek, bundan kurtulabilmek için tek çare vardır güçlü demokrasi, gerçek adalet. Bunu kurabildiğimiz oranda hiç kimse, hiçbir şekilde darbe tartışmasına girebilecek zemini bulamaz. Girse de bir karşılık bulamaz. İşte HDP’nin gerçek duruşu budur. Gerçek demokrasi duruşudur bu. Darbeciliğe karşı en etkili mücadele hattıdır. Biz de bu iktidara, bu darbeci zihniyeti nedeniyle, en geniş demokrasi bloğu ile birlikte karşı koyma çağrımızı bu nedenle yapıyoruz. Her türlü karanlık senaryoyu ortadan kaldıracak gerçek demokratik zeminini ve gerçek adalet zeminini hep birlikte kurmak için. İşte buradayız ve bu yolda devam ediyoruz, devam edeceğiz.

“Türkiye’yi askeri ve sivil darbe tartışmalarından kurtaracak olan HDP fikriyatıdır”

Elbette, bizler geçtiğimiz bu karanlık ortamdan dönemden aydınlık bir geleceğe doğru yürüyüşümüzü sürdüreceğiz. Tehditler bizi yıldıramaz. Zorbalıklar bizi yolumuzdan alıkoyamaz. Türkiye’yi askeri ve sivil darbe tartışmalarından kurtaracak olan şey HDP’nin temsil ettiği, mücadelesini verdiği demokratik siyaset, eşit ve özgür yaşam fikriyatıdır. Yani demokratik cumhuriyettir. AKP – MHP demokratik siyasete darbe sürecini devamlı hale getirmek için her gün kürsüden, Saray’dan halkı korkutmaya sindirmeye çalışırken bizler bu anlayışa ve uygulamaya karşı itirazlarımızı ve sesimizi daha fazla yükseltmeye, cesareti örgütlemeye devam edeceğiz.

Hiç kimse sakın karamsarlığa ve umutsuzluğa kapılmasın. Bildiğimiz yolda, yoldaşlarımızla, demokrasi güçleriyle, kadınlarla, gençlerle, emekçiler hep birlikte inançla, kararlılıkla, önümüze hangi engel çıkarılırsa çıkarılsın yolumuza devam edeceğiz. Bu ülkeyi mutlaka ama mutlaka güçlü demokrasiye, gerçek adalete ve bunların üzerine kurulu bir barışa kavuşturacağız. Yolumuz açık olsun.”

Paylaşın