HDP Eş Genel Başkanı Pervin Buldan, patisinin grup toplantısında yaptığı konuşmada, “Verin yetkiyi ekonomiyi şahlandıralım diyerek halkı aldatan bu iktidarla ilgili yapılacak işlem bellidir. Yetkisini bir an önce elinden almaktır. Halk o yetkiyi geri almasını da iyi bilir ve öyle de olacaktır. Halkımız sandıkları bekliyor, halkımız seçimleri bekliyor. Bu ülkenin işçisiyle, emekçisiyle, ezilen halklarıyla, emeklisiyle, çiftçisiyle, EYT’lisiyle, esnafıyla, genciyle, öğrencisiyle, kadınıyla, köylüsüyle, kentlisiyle el ele verip hep birlikte bu kötülük düzenini, zam ve zulüm düzenini mutlaka değiştireceğiz. Bunda da son derece kararlıyız” dedi.
Haber Merkezi / Konuşmasında 50+1 tartışmalarına da değinen Buldan, “Şimdi tabii kaybedeceklerini anlayınca 50+1 sistemini değiştirmek için kıvranmaya başladıklarını da görüyoruz. Çünkü getirdikleri sistem ayaklarına dolandı. Çıkış yolu aramaktan başka çarelerinin kalmadığını görüyoruz. Çıkış yolu yoktur, halk o yolu kapatmıştır. Küçük ortakları da “biz hükümet ortağı değiliz” demeye başladı. Nasıl ortak değilsiniz, bal gibi de ortaksınız! Yolsuzlukların da çürümenin de işsizliğin de yoksulluğun da ortağısınız! Bunu herkes gayet iyi net bir şekilde biliyor.” ifadelerini kullandı.
Konuşmasında kadın cinayetlerine ilişkinde değerlendirmede bulunan Pervin Buldan, “Bu cinayetler siyasi dilden, siyasi pratiklerden asla bağımsız değildir. Kılıçlı katilin kimlerden esinlendiği de gizli değildir. Elinde kılıçla Ayasofya’da şov yapan Diyanet Başkanından, iktidar kanallarındaki şoven milliyetçi kılıç kalkanlı, kanlı dizilere, kafa kesen IŞİD’lilerden kadınları yerlerde sürükleyen, sokak ortasında darp eden kolluk güçlerine varıncaya kadar iktidarın tüm mekanizmaları bu katillerin esin kaynağıdır. Bu cinayetlerin tek suçlusu ve faili elbette erkek katiller değildir, kadın düşmanı politikalarla onlara bu zemini sunan siyasal iktidar da şiddetin ortağı ve sorumlusudur.” dedi.
Halkların Demokratik Partisi (HDP) Eş Genel Başkanı Pervin Buldan, partisinin Meclis grup toplantısında gündeme ilişkin değerlendirmede bulundu. Buldan’ın açıklamaları şöyle;
“Konuşmama başlamadan önce Dersim direnişi öncülerinden Seyit Rıza ve arkadaşlarını saygıyla, minnetle ve hasretle anıyorum. Seyit Rıza’nın oğlu Resik Huseyn ve beş mücadele arkadaşıyla beraber idam edilişinin üzerinden tam 84 yıl geçti. “Size diz çökmedim. Bu da size dert olsun” diyerek bıraktığı miras 84 yıldır Alevi, Kürt ve bütün direnen halkların sözü ve meşalesi olmaya ve yolumuzu aydınlatmaya devam ediyor. Seyit Rıza şahsında tüm arkadaşlarına sözümüz olsun: Oyunlarla, hilelerle baş ediyoruz, etmeye devam edeceğiz! Baş eğmeyeceğiz, geri adım atmayacağız. Bu vesileyle insanlık onuru adına direnenleri tekrardan minnetle ve saygıyla anıyorum.
“Ahmet Kaya’nın mezarına yapılan saldırıyı kınıyor ve yapanları lanetliyorum”
Tarih 16 Kasım’ı gösterdiğinde sonbahar misali yaprak döker bir yanımız, ama umutlu yarınlar ve anısı adına da bir yanımız bahar bahçedir. Bugün, Sevgili Ahmet Kaya’yı Paris’te, sürgünde yitirişimizin yıl dönümüdür. Saygıyla, minnetle ve özlemle anıyorum. Sanatını halkla, sözlerini mücadeleyle ve yaşamını demokratik bir gelecekle harmanlayan bir sanatçı olarak sistemin deresinde sevilmedi, linç edildi, hor görüldü ve sürgüne zorlandı. Ahmet Kaya’ya saldırı henüz bitmiş değildir.
Paris’teki mezarına yine saldırdılar. Şiddetle ve nefretle bunu yapanları kınıyorum. Bu insanlıktan nasibini almamış faşist zihniyetli insanların mezarlara saldırmasının kaynağını iyi biliyoruz. Bunun sorumluları mezardan annelerimizi çıkartanlarla pozlar verenlerdir. Sevgili Ahmet, dostum dostum güzel dostum; mavi gökyüzünü sana dar etmeye çalışanlara karşı direnişimiz sürüyor, sürecektir. Bir menekşe kokusunda seni aramaya ve anmaya devam edeceğiz. Bir kez daha rahmetle, minnetle anıyorum.
Evet değerli arkadaşlarım, 15 Kasım Dünya Hapisteki Yazarlar Günüydü. Düşüncenin, kalemin en büyük güç olduğunu bize anlatan dünyadaki ve ülkedeki tüm yazarları saygıyla selamlıyorum. Düşünceye, edebiyata, sanata en büyük prangaların vurulduğu böylesi bir süreçte daha çok dayanışma içinde olacağız. Sansüre uğrayan, yasaklanan, engellenen her kelimelerine köprü olmak, onların sesinin yankısını her tarafa ulaştırmak bizim görevimizdir.
Seyit Rıza’nın “başa çıkamadım” dediği oyunların günümüzdeki versiyonlarından biri biliyorsunuz Kobanî komplosudur. Adı dava olabilir ama kendisi bir komplodur, kumpastır. İktidar blokunun partimize, geleneğimize, demokratik siyasetteki varlığımıza ve halkların ortak gelecek umuduna karşı Saray’da kurduğu siyasi komplonun adıdır Kobanî Davası. Komplo olduğunu kanıtlamaya gerek yoktur. Davanın her aşaması, dosyada yer alan belgelerin her biri acemice, panikle tezgâhlanan kumpası kanıtlamaya yeter de artar bile. Kobanî Davası gerek arka planı gerek suçlama konusu gerekse de artık dosyaya sığmayan hukuksuzlukları, yargılamadaki adaletsizlikleri itibari ile bu iktidarın adeta bir özetidir.
IŞİD’in ve iktidarın ortak hedefi HDP ve demokrasi güçleridir
Bu dava IŞİD karanlığının vekâlet davasıdır. Bakın IŞİD Kobanî’de yenilgiye uğradı. IŞİD’in başı Bağdadi sınırın 2 km ötesinde öldürüldü. Sonra ne oldu? Bir yıl sonra 27 Eylül 2020’de HDP’ye yönelik büyük Kobanî operasyonu düzenlendi. IŞİD’in Türkiye’deki hedefi kimdi? 5 Haziran saldırısında da Suruç ve Ankara katliamlarında da HDP ve demokrasi güçleri hedefti. İktidar blokunun hedefi kimdir? Yine HDP ve demokrasi güçleridir, halklar dayanışmasıdır. İşte bu nedenle vekâlet davası diyoruz. İçerideki komplocularla IŞİD’in hedef birliği söz konusudur. İşte bu dava da bunun kanıtıdır. Evet, bu dava iktidarın özetidir çünkü 7 Haziran’ın, 31 Mart’ın intikamını alma davasıdır; demokratik siyasete karşı bir darbe davasıdır.
Bu iktidarın özetidir, çünkü asıl failler değil öldürülenler yargılanmak istenmektedir. Bu iktidarın özetidir, çünkü “HDP binalarına neden saldırı yok” diyeni Kobanî Davasında mahkeme başkanı yaptılar. Her şey açık ve net olarak ortadadır. Bu iktidarın özetidir, çünkü dava dosyasında unutulan ve kimler tarafından yazıldığı bilinmeyen gayri resmi bir belgede yargıya yönelik “HDP’yi kapatın” talimatı verilmekte, tutuklanması istenen HDP’lilerin listesine yer verilmektedir. Yargı margı hikâyedir. Davanın savcısı da hâkimi de Saray’dır. Tezgâh tepede kurulmuştur. 3 bin 530 sayfalık, 324 klasörlük delilden yoksun iddianameyi oldubittiye getirip kabul ettiler. IŞİD katliamlarının dava dosyalarını toplasanız Kobanî iddianamesinin 10’da biri kadar yoktur. Ancak mesele HDP olunca binlerce sayfa doldurdular ama kanıt bulamadılar.
“Suçlarınızı, kirlerinizi Kobanî Davası ile örtemezsiniz”
Bakın Mehmet Eymür itiraflarda bulundu. “Devlet adına 18 kişi öldürüldü” dedi. İşte buyurun kanıt size. Var mı tek sayfalık bir soruşturma, yok. HDP hakkında binlerce sayfa iddianame yazan yargıçlar, 18 kişi öldürülmüş neden sesiniz çıkmıyor? Sedat Peker, yaşanan pislikleri, işlenen suçları bir bir ifşa etmeye devam ediyor. Var mı tek bir soruşturma, yok. Terfi almak için HDP’liler hakkında fezlekeleri otomatiğe bağlayan fezleke fabrikatörleri buradan size sesleniyorum; neredesiniz, tek bir soruşturma açmadınız, neden sesiniz çıkmıyor?
Türkiye’yi soyup soğana çeviren hırsızlar devlette, iktidarda, kamuda itibar sahibi olarak ortalıkta dolaşıyor. Tek bir soruşturma yok. Ama ne var, Kobanî Davası var. Hırsızlıkların önünü kapatma davası yok ama HDP’yi kapatma davası var. Buradan bir kez daha iktidara şunları söylüyoruz. Suçlusunuz, kirlisiniz ve suçlarınızı, kirli işlerinizi Kobanî Davasıyla örtemezsiniz! Örtemeyeceksiniz! 17-25 Aralık’ın üzerini 6-8 Ekim’le örtemeyeceksiniz!
Kumpası kuranların tek dayanağı sahte gizli tanık yalanlarıdır, arkadaşlarımızın dayanağı ise hakikattir. İşte bu dava aynı zamanda bir hakikat davasıdır. Ve sonunda hakikatin kazanacağını da Türkiye halklarının iyi bilmesi gerekir. Gizli tanıklığın arkasına sığınan korkaklar, sahtekârlar, komplocular değil tarihin de tanıklık ettiği gibi eğilmeyen başlar, dimdik ayakta duran ve direnen arkadaşlarımız kazanacaktır.
Kobanî Kumpas Davasını hızla sonuçlandırıp HDP hakkındaki kapatma davasına sahte dayanak yapmak isteyen komplocular iyi bilsin ki başaramayacaklar! Bu komplo kendi ayağınıza dolanacak, kurduğunuz tuzağa siz düşeceksiniz. Hakikatler ortaya çıktıkça, Kobanî Davasının arkasındaki karanlık örgütlenmeniz de bir bir ortaya çıkmaya devam edecektir. IŞİD karanlığı Ortadoğu’da nasıl kaybettiyse, siz de kaybedeceksiniz. Siz de aynı şekilde bu davaların sonunda kaybetmeye mahkumsunuz. Türkiye’nin geleceğini hukuksuz mahkeme salonlarında, kumpas davalarında şekillendiremeyeceksiniz. Buna gücünüz yetmeyecektir. Türkiye halklarının ortak geleceği demokrasi meydanlarında demokrasi, barış ve adalet mücadelesiyle kurulacaktır.
“OHAL Komisyonu bir sivil darbe komisyonudur”
Çökmekte olan iktidar bloku halkın karşısına siyasetle çıkamıyor, çünkü yürütebilecekleri bir siyaset kalmadı. Neyle çıkıyorlar? Hukuksuz yargı kararlarıyla, hukuksuz kararnameleriyle, baskıyla ve zorla topluma korku salmaya çalışıyorlar. Bakın iktidarın OHAL-KHK-yargı üçlüsüyle yürüttüğü bir başka kumpas da Barış Akademisyenlerine ve barış arayışlarına yöneliktir. Darbe girişimi sonrasında OHAL Komisyonu adında ucube bir kurum oluşturdular. Bu kurum KHK ihraçlarıyla ilgili başvuruları değerlendirmek üzere kuruldu. Komisyon, Aralık 2017’den bu yana OHAL dönemi KHK’leriyle ilgili 126 bin 758 hak ihlali başvurusundan 118 bin 415’i hakkında karar vermiş. Geride kalan 4 yıllık süreçte 103 bin 365 başvuru ret, 15 bin 50 başvuru ise kabul edilmiş. Komisyonun karar vermesi beklenen hâlihazırda 8 bin 343 başvuru bulunmaktadır.
İktidar güdümlü bir kurum olan OHAL Komisyonunun ret kararlarının oranları da bu kurumun adaletin geciktirilmesi amacıyla kurulduğunun açık bir kanıtıdır. Bu komisyon Barış Akademisyenlerinin başvurularına ilişkin 4 yıl sonra ilk kararlarını ilan etti. Bu kararlar ile 81 Barış Akademisyeninin işlerine geri dönmek için yaptıkları başvurulara “RET” cevabı verildi. Yani Komisyon, KHK’lara ekli listelere konup hiçbir somut ve resmi gerekçe sunulmaksızın kamu hizmetinden hukuksuzca men edilen akademisyenlere “işlerinize dönemeyeceksiniz” diyerek “sivil ölüm”ü tekrar gösterdi. Üstelik bu kararları, Anayasa Mahkemesinin barış bildirisini, ifade özgürlüğü kapsamında değerlendiren kararına rağmen verdiler! Hukuk tanımaz bu komisyon “sivil darbe” komisyonudur, 12 Eylül cunta zihniyetinin devamıdır. Bu iktidar, her zaman söyledik bir kez daha söylüyoruz, darbecidir. Bu iktidar, demokrasi düşmanıdır, barış düşmanıdır!
“Barış Akademisyenleri yalnız değildir, arkalarında milyonlar var”
Barış Akademisyenleri bu ülkenin onurudur, gururudur, yüz akıdır. Yalnız değillerdir. Onların arkasında barışı savunan milyonlar vardır. Bu mücadele karanlığa karşı hepimizin ortak mücadelesidir. Ve onların yanında olduğumuzu bir kez daha ifade ediyoruz. Ve bilinmelidir ki; faşizmin bildirileri ve kumpas yargısının hukuksuz iddianameleri değil Barış Akademisyenlerinin barış bildirileri bu topraklarda mutlaka kazanacaktır ve yaşam bulacaktır.
Yaşamın her alanını zulme, işkenceye dönüştüren iktidarın son günlerde baskı ve hukuksuzluğu tırmandırdığı alanların başında cezaevleri gelmektedir. Bu iktidar, cezaevi sistemini ve hukuksuz tutuklamaları bir rejim haline getirdi. Tutuklayarak, cezaevlerinde işkence ve hukuksuzluk yaparak ayakta durmaya çalışan bir iktidarla karşı karşıyayız. Geçtiğimiz hafta bir önceki dönem milletvekilimiz, aynı zamanda Adıyaman’ın sevilen doktoru Behçet Yıldırım arkadaşımız haksızca, hukuksuzca tutuklandı. Bir türlü anlayamadılar; bu baskı ve tutuklamalar ancak ve ancak HDP’yi büyütür, HDP’yi daha da güçlendirir, HDP etrafındaki kenetlenmeyi arttırır. 4 Kasım Darbesinden bu yana aynı politikayı sürdürüyorlar ama her defasında karşılarında direnen, boyun eğmeyen bir HDP’yi görüyorlar, görmeye de devam edecekler. Behçet Yıldırım vekilimiz de diğer arkadaşlarımız gibi başı dik bir biçimde mücadele etmeye devam edecektir. Buradan kendisine selam ve sevgilerimizi gönderiyorum.
“16 yılda tutuklu ve hükümlü sayısı 5 misli arttı”
Hep söylüyorum, siyasete siyasetle karşılık verilir. Yenemediğiniz siyaseti, yargı, polis gücüyle durdurmaya çalışmak, siyasi korkaklıktır, siyasi acizliktir, siyasi basiretsizliktir, siyasi çürümüşlüktür. Bakın! 16 yıl içinde cezaevlerinde tutuklu ve hükümlü sayısı yaklaşık beş misli artmış durumdadır. Bunun sorumlusu tutuklatma rejimiyle ayakta durmaya çalışan AKP iktidarıdır. Şaban Kaygusuz yüzde doksan engelli bir kolu bir bacağı yok ve tek başına giyinebilecek, ihtiyaçlarını karşılayabilecek durumda değildir. Ailesi ve avukatlarının aktardığına göre çıplak aramadan darba varıncaya kadar birçok işkenceye de maruz kalmıştır.
“Birçok tutuklu infaz yakma nedeniyle keyfi olarak salıverilmiyor”
Yüzde 87 engelli olan ve defalarca kalp krizi geçiren Mehmet Emin Özkan cezaevinde tutulmaya devam etmektedir. Çürümüşlüğün bir başka örneği; Kandıra 1 No’lu F Tipi Yüksek Güvenlikli Cezaevinde tutulan Garibe Gezer’e yapılan işkence ve cinsel saldırıdır. Bir başka çürümüşlük ise Kürt ve Kürtçe düşmanlığıdır. Tutsakların Kürtçe yayınlara ulaşması keyfi olarak engellenmektedir. Artan infaz yakma uygulamaları, hukuksuzluk çukurunun en son örneğidir. Cezaevi İdare ve Gözlem Kurulları adı altındaki yapı, mahkemelerin yerine geçerek karar vermekte ve infazları yakmaktadır. İşte paralel yapı dediğimiz tam da budur. 2015 yılından bu yana tutuklu bulunan ve beynindeki tümör nedeniyle ağır hasta olan Atilla Coşkun, hakkındaki “disiplin” cezaları gerekçe gösterilerek tahliye edilmemektedir. Yine kolon kanseri hasta tutuklu Aydın Değirmenci, 5 ay önce cezası bitmesine rağmen “iyi halli” olmadığı gerekçesiyle tahliye edilmemektedir. Daha birçok tutuklu infaz yakma nedeniyle keyfi olarak tahliye edilmemektedir.
Aysel Tuğluk arkadaşımızın ağır hastalığı nedeniyle aslında bir saniye dahi cezaevinde tutulmaması gerekirken tahliye edilmemekte, tedavisi engellenmektedir. Cezaevlerinde dört duvar arasında iradeleri dışında bir gücü olmayan tutuklulara zulmetmek faşizmi tüm ülkeye yayma politikasıdır. Cezaevleri bu iktidarın sorumluluğunda adeta insanlığa karşı işlenen suçların merkezi haline dönüştürülmüştür. Bu tablo düne kadar “çıplak arama yok” diyen AKP iktidarının eseridir. HDP’nin, demokratik kamuoyunun, insan hakları örgütlerinin, tutuklu ailelerinin ve vicdanlı insanların mücadelesi sayesinde şimdi o yönetmeliği değiştirdiler. Böyle bir karar aldılar. Hani çıplak arama yoktu! Bunu ortaya çıkaran milletvekilimiz Sevgili Ömer Faruk Gergerlioğlu’na karşı her türlü hukuksuzluğu yaptılar. Hatta AKP’nin bir sözcüsü çıplak arama için iftira demişti. Şimdi suçlarını kabul ettiler ve yönetmelikte bu maddeyi değiştirdiler.
“Çıplak arama suçunu işleyenler yargı önüne çıkarılmalıdır”
Buradan Adalet Bakanlığına sesleniyorum: Madem yönetmelik değişikliğiyle çıplak aramayı kaldırdınız, bugüne kadar kim bu çıplak arama suçunu kim işlemişse derhal yargı önüne çıkarın. Sadece yönetmelik değiştirmek yetmez. Etkin bir soruşturma başlatılmalıdır. Hasta tutsakların tahliyesini engelleyen, infazları yakan, tutuklulara işkence yapanlarla ilgili olarak Adalet Bakanlığını derhal girişimde bulunmaya ve bu zulme bir son vermeye çağırıyorum. Aysel Tuğluk başta olmak üzere kritik durumdaki tüm hasta tutsaklar derhal tahliye edilmelidir. Derhal serbest bırakılmalıdır.
Meclis İnsan Haklarını İnceleme Komisyonunu da cezaevlerinde yaşanan hukuksuzluklar ve ihlaller karşısında bir kez daha görevini yapmaya ve girişimde bulunmaya davet ediyorum. Son zamanlarda gerçi cezaevlerine gitmeler var ama bunun pratik sonuçlarını görmek istiyoruz. Bu komisyonda yer alan, cezaevlerinde gidip incelemelerde bulunan Mersin Milletvekilimiz Fatma Kurtulan başta olmak üzere bütün arkadaşlarıma teşekkür ediyorum, çalışmalarında başarılar diliyorum. Biz bu suçların, bu ihlallerin peşini asla bırakmayacağız. Bir gözümüz daima cezaevlerinde olacaktır. Bir kez daha ifade ediyorum; demokrasiye, adalete ve barışa sahip çıkmak cezaevlerindeki zulme karşı çıkmayla başlar. Cezaevlerine karşı demokratik kamuoyu da mutlaka duyarlı olmalıdır.
“Medya ve yargı Başak Cengiz cinayetine kılıf bulmaya çalışıyor”
En can yakıcı gündemlerimizden biri tabii ki kadına yönelik artan şiddettir, ölümlerdir. Bakın daha geçen hafta yüreğimizi dağlayan ve gencecik bir kadını aramızdan koparan bir kadın cinayetiyle tüm ülke olarak bir kez daha sarsıldık. İstanbul’un göbeğinde, 28 yaşındaki mimar Başak Cengiz evine gitmeye çalışırken hiç tanımadığı bir erkek katilin kılıçlı saldırısı sonucu yaşamını yitirdi. Evet, samuray kılıcı denilen bir kılıçla gencecik bir kadın yol ortasında vahşice katledildi.
Kendisine Allah’tan rahmet, kederli ailesine sabır ve başsağlığı diliyorum. Bakıyoruz medya ve adli merciler her zamanki gibi bu kadın cinayetine de bir kılıf bulmak için “zanlının psikolojik sorunları var” diyerek cinayeti sıradanlaştırmaya çalışmaktadır. Biz bu telaşı İzmir İl binamızda Deniz Poyraz yoldaşımızı katleden caninin sahiplenilmesinden ‘akli dengesi yerinde değil’ yalanıyla aklanmaya çalışılmasından biliyoruz. Katil Onur Gencer nasıl ki siyasi saiklerle, iktidarın yükselttiği ırkçı, Kürt ve kadın düşmanı zihniyetle Deniz Poyraz’ı katlettiyse, Başak’ı katleden erkek de iktidarın kadın düşmanı politikasından destek almıştır. İstanbul Sözleşmesi’nin feshedilmesinden cesaret almıştır. Nokta.
“Siyasi iktidar kadına yönelik şiddet dursun istemiyor!”
Bu cinayetler siyasi dilden, siyasi pratiklerden asla bağımsız değildir. Kılıçlı katilin kimlerden esinlendiği de gizli değildir. Elinde kılıçla Ayasofya’da şov yapan Diyanet Başkanından, iktidar kanallarındaki şoven milliyetçi kılıç kalkanlı, kanlı dizilere, kafa kesen IŞİD’lilerden kadınları yerlerde sürükleyen, sokak ortasında darp eden kolluk güçlerine varıncaya kadar iktidarın tüm mekanizmaları bu katillerin esin kaynağıdır. Bu cinayetlerin tek suçlusu ve faili elbette erkek katiller değildir, kadın düşmanı politikalarla onlara bu zemini sunan siyasal iktidar da şiddetin ortağı ve sorumlusudur.
Buradan soruyoruz; madem kadınları katleden katillerin akli dengesi yerinde değildir, peki kadın cinayetlerine karşı devletin, iktidarın aklı nerededir? İstanbul Sözleşmesi’ni fesheden akla ne demelidir? Buradan bir kez daha tüm kamuoyunun önünde bu soruyu sormak istiyoruz. Kadın katliamlarının ortaya çıkardığı tek bir sonuç var o da şudur: Siyasi iktidar kadına yönelik şiddet dursun istemiyor! Çünkü bu erkek egemen zihniyetten beslenen bir iktidar var. Baskıcı ortam yaratarak buradan nemalanmaya çalışan iktidar, kadın cinayetlerinin yarattığı şiddet iklimini kendi siyaseti için kullanmaktadır. Bizler bunu görüyoruz, kadınlar bunun farkındadır.
Kadınları sokakta hedef alan sistemli politikanın bir diğer ayağını ise erkek yargı yürütmektedir. Kadın katili erkek faillere iyi hal indirimi yapan, tecavüzcüyü serbest bırakan yargının kalemi ile Başak’ı katleden kılıç aynı noktada birleşmektedir. Aynı yargı, biliyorsunuz Sevgili Başak Demirtaş’a ceza verdi. Bu ceza, Kürt düşmanlığının ve kadın düşmanlığının sonucudur. Kadınları hedef alan erkek düzenin sahiplerine buradan sesleniyorum: Kadına yönelik şiddete ve bu şiddete geçit veren siyasi iktidara karşı mücadelemizden bir milim dahi geri adım atmayacağız. Biz kadınları kılıçlarınızla, silahlarınızla, cinayet şebekelerinizle, erkek yargınızla yıldıramayacaksınız, korkutamayacaksınız. Kadınları durduramayacaksınız! Ve kadınlar sizin erkek sisteminizi mutlaka ama mutlaka alaşağı edecektir. Ve o günler de çok yakındır. Ve her yıl olduğu gibi bu 25 Kasım’da daha güçlü bir biçimde “erkek-devlet şiddetine, savaşa, yoksulluğa karşı her yerdeyiz” diyerek alanları dolduracağız, her yerde haykıracağız!
“Barışın olmadığı bir ülkede ekonomi çöker”
Türkiye, bu iktidarın politikaları nedeniyle tarihinin en derin ekonomik ve sosyal çöküşünü yaşamaktadır. Demokrasinin, hukukun, bağımsız yargının, insan haklarının, denetimin, şeffaflığın, toplumsal barışın ve medya özgürlüğünün olmadığı bir ülkede ekonomi çöker. Dengenin yerini dengesizliğin, denetlemenin yerini denetimsizliğin aldığı bir sistem iflasa götürür. İflas etmiş siyasi sistemin sonucu ise iflas etmiş ve çökmüş ekonomidir, işsizlik ve milyonların yoksulluğudur. İflasın üzerini kapatmak için gece gündüz durmadan zam yapıyorlar. Türkiye’de fiyat etiketleri günlük değişir hale geldi. Bakın, son bir yıl içerisinde;
Gübreye yüzde 400,
Ayçiçek yağına yüzde 200,
Elektriğe yüzde 100,
Gaza yüzde 100,
Kiralara yüzde 100,
Yumurtaya yüzde 100,
Temel gıdaya yüzde 100,
Akaryakıta yüzde 50,
Şekere yüzde 25 zam,
Maaşlara ise yüzde 5 zam yapıldı.
İşte bu zam tablosu AKP’nin zulüm tablosudur. Her gün sofradan bir dilim ekmek daha azalmakta, bir kaşık yemek, bir yudum su Saray’ın faizi, israfı, rantı ve savaş politikaları için ayrılmaktadır. Her gün bir gencin hayallerine ipotek konulmaktadır. İşsizlik ve borçluluk düzeni ile gençlerin gelecekleri çalınmaktadır.
Dolar 10 TL’nin üzerine çıkmış, AKP Genel Başkanı “ekonominin kitabını yazdık” diyor. Buradan öneriyorum: Madem ekonominin kitabını yazdınız, filmini de çekin! Çünkü sizde oyuncu gerçekten çok. Bu filmi gayet rahat çekebilirsiniz. Nasıl olsa sizde oyuncu çok! 5’li çetenizle, müteahhitlerinizle, üçer maaşlı bürokratlarınızla, kendi bakanlığını çarpan bakanlarınızla, trollerinizle, çukur medyanızla batan ekonominin filmini gayet güzel çekebilirsiniz. Ne kitabı ya, filmini çekin! Yazdığınız kitaplar okunmuyor ki belki çektiğiniz filmler izlenir.
“Ülkenin parasını, dürbünle bakılsa görülemeyecek seviyeye getirdiler”
İşsizlik yükseliyor, yoksulluk ve açlık yükseliyor, geçim sıkıntısı yükseliyor, borç her gün yükseliyor, gıdadan enerjiye fiyatlar her gün yükseliyor, döviz kuru yükseliyor. Dürbünle baksanız göremeyecek seviyeye getirdiğiniz bu ülkenin parasının değeri AKP’nin ustalık eseri olarak karşımızda durmaktadır. AKP’nin lügatiyle torpil, atama sistemi olmuş. Rant, dağıtım sistemi olmuş. İsraf, itibar olmuş. Tügva, AKP’nin İŞKUR’u olmuş. TÜİK, AKP’nin yalan makinesi olmuş. Merkez Bankası zaten Saray’ın çelik kasası olmuş. Yağma ve talanın adı özelleştirme olmuş. Üçer maaşlar yandaşların maaşlı bordrosu olmuş!
Bunlarda ar kalmamış, bunlarda utanma kalmamış. Çete mafya düzeniyle ilgili her gün yeni suçlar ortaya saçılmakta. Kalkıp bir de ekonomiyi yalan dolanla yönetmeye çalışıyorlar. AKP’nin ekonomi anlayışı çocuklarına mama alamayıp şekerli su içiren, lapa yediren annelerin Türkiye’sidir. AKP’nin ekonomi anlayışı ataması yapılmadığı için, beden eğitimi dersi vermek yerine inşaatta çalışmak zorunda kalan Fedai Öğretmenin hayatını kaybetmesidir. AKP’nin ekonomi anlayışı gece yatağa aç giren çocuklardır. Borçlarını ödeyemediği için traktörünü satan çiftçi demektir. Evine doğalgaz alamayan, geçinemeyen emeklilerdir. AKP’nin ekonomi anlayışı öğrencilerin yurtsuz, barksız, kiracıların evsiz barksız kalmasıdır. Getirdikleri 2022 bütçesine bakıyoruz halk yok, kadınlar yok, gençler yok, yoksullar yok, emekçiler yok, çiftçiler yok. Kimler var? Saray ve yandaşları var, müteahhitleri var!
Cumhurbaşkanı Erdoğan, AKP Genel Başkanı Erdoğan’a bütçe hazırlamış, mesele budur! Bu bütçede huzur yok, refah yok, mutluluk yok; huzursuzluk ve mutsuzluk var, savaş ve yıkım var, rant ve talan var. Bu bütçeyle Hazine ve Maliye Bakanlığını “borç ve faiz bakanlığı” yapmışlar, Çevre, Şehircilik, İklim Bakanlığını “rant, talan ve felaket Bakanlığı” yapmışlar, Ulaştırma Bakanlığını “yandaşa ihale ve garanti ödemeleri bakanlığı” yapmışlar. Aile Bakanlığını kendi ailelerinin bakanlığına çevirmişler. Çalışma ve Sosyal Güvenlik bakanlığını, TÜGVA’nın çiftliğine dönüştürmüşler. Dışişleri Bakanlığını dışarıyı, İçişleri Bakanlığını da içeriyi karıştırma bakanlığına çevirmişler! İşte bütçenin özeti budur. Çürümüş düzenin çürümüş bütçesidir.
“Bu zam ve zulüm dönemini değiştireceğiz”
Verin yetkiyi ekonomiyi şahlandıralım diyerek halkı aldatan bu iktidarla ilgili yapılacak işlem bellidir. Yetkisini bir an önce elinden almaktır. Halk o yetkiyi geri almasını da iyi bilir ve öyle de olacaktır. Halkımız sandıkları bekliyor, halkımız seçimleri bekliyor. Bu ülkenin işçisiyle, emekçisiyle, ezilen halklarıyla, emeklisiyle, çiftçisiyle, EYT’lisiyle, esnafıyla, genciyle, öğrencisiyle, kadınıyla, köylüsüyle, kentlisiyle el ele verip hep birlikte bu kötülük düzenini, zam ve zulüm düzenini mutlaka değiştireceğiz. Bunda da son derece kararlıyız. En geniş demokrasi güç birliğiyle; ezilenlerin, kadınların, gençlerin ittifakıyla yeni bir dönemi birlikte başlatacağız. Tek çıkar yolun bu olduğunu artık Türkiye halkları da biliyor, hepimiz biliyoruz. Bunu hep birlikte başaracağız. Başarmalıyız.
Şimdi tabii kaybedeceklerini anlayınca 50+1 sistemini değiştirmek için kıvranmaya başladıklarını da görüyoruz. Çünkü getirdikleri sistem ayaklarına dolandı. Çıkış yolu aramaktan başka çarelerinin kalmadığını görüyoruz. Çıkış yolu yoktur, halk o yolu kapatmıştır. Küçük ortakları da “biz hükümet ortağı değiliz” demeye başladı. Nasıl ortak değilsiniz, bal gibi de ortaksınız! Yolsuzlukların da çürümenin de işsizliğin de yoksulluğun da ortağısınız! Bunu herkes gayet iyi net bir şekilde biliyor. Kobanî kumpasında ortaksınız, kapatma davasında ortaksınız, zulümde ortaksınız. Halkın, emekçinin lehine ne varsa Meclis’te reddedilmesinde ortaksınız. Sorumluluktan kaçamazsınız! Bu ortaklık sizi götürecektir. Sandıkta AKP’nin yanında siz de gideceksiniz, o çöplüğün içinde kaybolacaksınız. Hiç boş yere uğraşmayın!
“50+1 değil, Erdoğan ve Bahçeli olarak 1+1 kalacaksınız”
Boş yere matematik hesapları yapmayın. Halkın matematiği ve zekâsı farklıdır. Bunu seçimlerde göreceksiniz. İlk seçimlerde çarpılacaksınız, sıfırlanacaksınız. 50+1 hayali kurmayın! İlk seçimlerin sonucu şimdiden bellidir. Erdoğan ve Bahçeli olarak 1+1 kalacaksınız. Buradan bunun duyurusunu da halkımıza yapıyoruz. Ülkenin başına bela olan çöküş sisteminiz değil, yeni döneme umutla bakan halklarımızın çıkış sistemi ve büyük değişim umudu kazanacaktır. Merak etmeyin bu ülkenin emekçi yoksul halkları talan düzenini değiştirmenin kitabını yazacaktır!
Bizler HDP olarak çalışıyoruz, çalışmalarımıza devam ediyoruz. 11-12 Kasım’da Ankara’da Parti Meclisimizle toplandık. Türkiye’nin halkları ve geleceği için tarihi bir dönemden geçtiğimizin farkındayız. Bu tarihi süreçte Parti Meclisi olarak HDP’nin üzerine düşen sorumlulukları değerlendirdik. HDP olarak en güçlü şekilde halkı savunmaya devam edeceğimize olan inancımızı bir kez daha yeniledik. Kapatma ve Kobanî davaları, her gün artarak süren iktidar saldırılarına karşı Ankara’dan Amed’e, Edirne’den Van’a kadar ülkenin her yerinde bizleri, vekillerimizi, PM ve MYK üyelerimizi, parti çalışanlarımızı büyük bir coşku ve inançla karşılayan her bir yoldaşımıza ve halkımıza sonsuz teşekkürlerimizi sunuyoruz. Gittiğimiz her sokak, misafir olduğumuz her ev geleceğe dair umudumuzu büyütmeye devam ediyor.
“20 milyon hanenin kazanacağı bir ülkeyi hep birlikte kuracağız”
Ekonomik, siyasi ve toplumsal krizlerin üst üste yaşandığı bu dönemde, “batarsa batsın, ben alacağımı aldım” diyenlere karşı tek adam ve bin odalı sarayın değil 84 milyonun, 20 milyon hanenin kazanacağı bir ülkeyi hep birlikte kuracağız. Bizler, her birimiz farklılıklarımızla bir arada oldukça, bu yozlaşmış düzen her gün sonuna bir adım daha yaklaşacak. Bizler, halklar, inançlar, kadınlar, gençler ve ezilenler olarak umudun adresi olan HDP’yi sahiplendikçe, AKP-MHP ittifakı erimeye devam edecektir. Biz mücadeleyi yükselttikçe iktidardaki düşüş, çözülme ve çürüme de hızlanacaktır!
Bizler; Kürtler özgürleşmeden Türkiye halkları, kadınlar özgürleşmeden insanlık özgürleşmeyecek bunu biliyoruz. Bu inançla; barışın, demokrasinin ve eşit yurttaşlığın yolunu açmaya hep birlikte devam edeceğiz. Açtığımız bu yolda, mücadele ortaklığını daha da büyüterek yürümeye devam edeceğiz. Bir kez daha HDP olarak bu ülkenin geleceği için üstümüze düşen ne varsa yapacağımıza dair sözümüzü yineliyoruz. “Dün çok erkendi, yarın çok geç” diyerek bugün ve her gün bu ülkenin geleceğini, son kullanma tarihi geçmiş ampuller yerine yeni yaşam umutlarıyla aydınlatacağımıza buradan bir kez daha söz veriyoruz. Hepinize geldiğiniz ve katıldığınız için teşekkür ediyor, selam ve saygılar sunuyorum.”