Ekonomideki gelişmelere dair partisinin genel merkezinde basın toplantısı düzenleyen HDP’li Rıdvan Turan, “Bütçenin yüzde 55’i KDV ve ÖTV’den karşılanırken en yüksek gelir grubuna sahip olan insanları ödediği kurumlar vergisi yüzde 14 civarında. Kaldı ki 2023 bütçesinde 994 milyarın 800 milyarlık bir vergi olduğu düşünülürse bu vergi, sermayeden alınmayan vergiyi ifade ediyor” dedi ve ekledi:
Haber Merkezi / “Sermayeden vergi almayan devlet, onu da dolaylı biçimde ekmekten sudan ilaçtan vahşice takip etmeye devam ediyor. Bu sebeple orta vadede bir taraftan yerel seçimleri almaya dönük popülist politikalar yoğunlaşırken öte yandan da halkın yoksulluğunun çok fazla boyutlanacağı ve seçimlerden sonra IMF’siz bir IMF reçetesi gündeme gelecek.
Biz o sebeple bu vergideki adaletsizliğin ortadan kaldırılmasını savunuyoruz. Verginin yeni anlayışla toplanması ve en üst gelir diliminden daha fazla olmak üzere bir servet ve rant vergisinin mutlaka hayata geçirilmesinin temel öneme sahip olduğunu sürekli ifade ediyoruz. Enflasyonu düşürmeye ilişkin yaklaşımlar sınıfsal yaklaşımlardır ve bu yalnızca para ve maliye politikalarına devredilebilecek bir alan değildir.”
Halkların Demokratik Partisi (HDP) Ekonomi ve Tarım Komisyonundan Sorumlu Eş Genel Başkan Yardımcısı Rıdvan Turan, ekonomideki gelişmelere dair partisinin genel merkezin basın toplantısı düzenledi. Turan, şunları söyledi:
“Değerli basın emekçi arkadaşlar, hepinizi selamlıyorum. Ülkemizde son döneme ilişkin ekonomik duruma dair fikirlerimizi paylaşacağım. Ondan önce savaş ve rant politikalarının bir defa daha ormanlık alanları, doğal varlıklarımızı nasıl riske ettiğini, yok ettiğini gördük. Günlerden beri Cudi’de ormanlar yakılıyor ve milletvekillerimiz başta olmak üzere, Bakanlığı ve Orman Genel Müdürlüğünü arıyoruz; ancak bir türlü muhatap bulamıyoruz.
Vekillerimizin uzun süre aramalarından sonra bölgede orman yangınlarına ilişkin herhangi bir verinin kendilerine ulaşmadığını söylediler. Ama oradan aldığımız bilgiler, yangının orada sistematik bir biçimde sürdüğünü gösteriyor. Ayrıca, anız yakmak, kenevirleri yakmak gibi gerekçeler öne sürülüyor, ama çok net biliyoruz ki yangın ormanlık alanda yayılmış durumda.
Eskiden başka saiklere karşı Bakanlık ve Orman Genel Müdürlüğü ormanları korurdu, şimdi halk, Orman Genel Müdürlüğüne, Bakanlığa ve iktidara karşı ormanları koruyor. Özellikle iktidarın bu konudaki sorumluluğunu vurgulamak istiyoruz. İktidarın, sistematik bir biçimde rant ve savaş politikalarına terk etmiş olduğu ormanlık alanlarında azalma var. Deyim yerindeyse geleceğimizden sistematik bir biçimde çalmaya devam ediyor. Sosyal medyaya düşen kolluk güçlerinin yanan ormanları adeta bir film seti haline dönüştürmüş oldukları paylaşımlar konusunda mutlaka iktidarın ve Bakanlığın açıklama yapması gerekiyor, bu konuda yükümlülük sahibidirler.
Bir diğer taraftan Akbelen Ormanlara yönelik olarak sermayenin daha fazla karı artsın diye o bölgede son derece sınırlı olan yatakların, fosil enerji yataklarının açığa çıkartılması amacıyla başlatılan orman kıyımı da çok yoğun bir biçimde sürüyor. Şunu ifade etmek istiyorum; ormanları yakmanın asla ve asla gerekçesi olamaz. Ormanlar hepimizin ortak varlıklardır ve gelecek nesillere emanet ettiğimiz varlıklarımızdır.
Ama zamanında Zonguldak-Botan el ele anlayışı nasıl iktidarları gönderen bir anlayış haline gelmişse, mücadele birliğine vurgu yapılmışsa şimdi Akbelen Ormanı ile Cudi’de yakılan ormanların kardeşliğini haykırmanın ve kamuoyunu bu konuda duyarlı olmaya çağırmanın tam zamanıdır. Çünkü, kurtuluş tek başına olmayacak, ancak elbirliğiyle bu rejimden çıkabiliriz.
Değerli arkadaşlar; 2023 yılının yarısını geride bıraktık ve 2013 yılında AKP’nin 2023 hedefleri olarak, cumhuriyetin 100’üncü yıl gerekçesiyle öne sürmüş olduğu hedeflerine ne ölçüde yaklaştığının bir muhasebesini yapmak gerekiyor. Özellikle; devasa bir krizin eşiğine geldiğimiz devasa bütçe açıklarının verildiği, cari açıklarının sürekli krizler, sürekli rekorlar kırdığı günümüzde düne bakıp nereden nereye geldiğine bakmamız gerekiyor. AKP’nin iddiasına göre, 2023 gelindiğinde GSYİH’nin 2 trilyon doları geçmesi gerekiyordu.
Kişi başına milli gelirin 25 doların üzerine çıkacağı öngörülüyordu, ihracatın yıllık 500 milyar doları aşacağı ve işsizliğin yüzde 5’in ve altına çekilerek, işsizliğin kalıcı biçimde azaltacağı, enflasyonun da giderek düşürüleceği iddia ediliyordu. Bugün geldiğimiz noktada bu hedeflerin hiçbirinin tutmadığını görüyoruz. Tam tersine 2013’teki kişi başına düşen milli gelirin 11 bin dolarlar seviyesinde olduğu düşünülürse şu andaki gerileme çok açık olarak görülecektir. 10 bin 600 dolarlar seviyesinde bir 2013’ün altında bir milli gelire sahip olduğumuzu ifade etmek gerekiyor.
“2018’den sonraki süreçte adım adım yoksulluk arttı”
Bir taraftan döviz krizi, bir taraftan ramak kala devletin mali krizi, bir taraftan borç krizi gibi faktörler ekonominin temel yapısal problemi olarak gündemde duruyor. Biliyorsunuz bununla ilgili de iki gün önce resmi gazetede yayınlandı bir ek bütçe. Şimdi genel olarak bakıldığında bu 22 yıllık zaman dilimi içerisinde AKP politikaları sürekli yoksuldan alıp zengine veren bir istikamet ikame etti.
Yani politikalarının kendilerince iyi gittiği dönemde de en alttakiler daha fazla yoksullaştı, kötü gittiği dönemde de daha fazla yoksullaştı. Özellikle 2018’den sonraki süreçte faizleri sistematik olarak -dünyadakinin tam tersine- düşürme çabasıyla, Recep Tayyip Erdoğan’ın “faiz sebep enflasyon sonuçtur” mottosuna uygun bir ekonomi programının takip edilmesiyle birlikte adım adım enflasyonun arttığını, dövizin fiyatlandığını, yoksulluğun, işsizliğin arttığını hep beraber görmüş durumdayız.
Deyim yerindeyse uluslararası alanda daha fazla likidite sağlamak için bir viraj alma çabasındalar. Çünkü kapatılması gereken, gönderilmesi gereken devasa ihtiyaçlar var. Şimdi gelinen noktada buradan bir viraj almak için, uluslararası alana daha sevimli görünmek için ekonominin ve Merkez Bankasının başı değiştirilmiş oldu.
Ancak buna rağmen bu değişikliğin yapıldığı dünden bugüne kadar herhangi bir olumlu gelişmenin olmadığını, söz konusu edilen gelişmelerin de yoksulların yaşam standardını da asla artırmadığını görmüş oldu. Ek bütçe 27 Temmuz’da resmi gazetede yayınlandı ve ek bütçe ile beraber 1 trilyon 119 milyar liralık bir bütçe ihdas edilmiş oldu. Sorulması gereken temel soru şu; iki sene üst üste ek bütçenin yapıldığı bir ekonomi nasıl bir ekonomidir?
Biz nasıl bir ekonomi olduğunu biliyoruz. Bu ekonomi, kamu maliyesi krizine adım adım yaklaşmakta olan bir ekonomidir. Kaldı ki bu ek bütçede çok önemli bir takım kalemlerin olmadığını biliyoruz. Mesela memur maaş zamlarından doğan ihtiyaç orada yok. EYT, GSS, KKM gibi ihtiyaçlar orada belirtilmemiş durumda. 2023 bütçe açığının 660 milyar olduğu düşünülürse, bu kalemler dahil edildiğinde 2 trilyonluk bir açıktan söz edebiliriz. Ama iktidar her yerde yaptığı yalancılığı ve aldatmacayı burada da yaparak ek bütçeyi düşük tutma çabasında.
Çünkü Mastrik Kriterleri gereğince belli bir kriterin içinde bunu tutması gerekiyor ki uluslararası alanda likidite bulabilsin. Bu ek bütçede, cumhurbaşkanının torba kanunla yüzde 5 civarında bir artış yapması yasal olarak söz konusuydu ama torba kanunla bu 3 katına çıkarıldı. Günün sonunda olacak olan şu, enflasyon bu bütçe açığı dolayısıyla çok daha fazla artacak, buna bağlı olarak yoksulluğun ve işsizliğin daha fazla arttığı bir yaşam maliyeti krizinin gündeme geleceği bir süreçle karşı karşıya kalacağız ne yazık ki.
10 yıllık zaman dilimi içerisinde iktidar, hemen hemen hiçbir talebine -tutturma demiyorum- yaklaşamamıştır. Bu bütçe, esasen deprem giderleri saikiyle yapılmıştı.Gerekçe öyleydi, ama giderlere bakıldığında 500 milyarlık bir miktar deprem için öngörülmüşken kalan 600 milyar civarında paranın nereye harcandığı belli değildi. Para, bakanlıklar arasında bölüştürülmüş durumda. Bu kalemlerin içerisinden yerel seçimlere yönelik olarak bir kaynak transferinin yapılacağı, devletin militarist kulvarı daha da güçlendireceği, savaş harcamalarının daha fazla artırılacağı, TOMA ve copun daha fazla yapılacağını öngörmek için kahin olmaya gerek yok.
Bütün bu süreç akıp giderken iki gün önce Merkez Bankası yıl sonu enflasyon öngörüsünü güncelledi, yüzde 58 olarak ifade etti. Doğrusu kendisini muhalif olarak tanımlayan pek çok kişi bu durumu bir coşku ile karşıladı. Oysa yüzde 58’lik revizyonun bir ümük sıkma sürecinin başlangıcı olduğunu görmek lazım. Enflasyonun bu şekilde güncellenmesi ne anlama gelir? Madde 1) Daha önce emeklilere yüzde 25 olarak zam yaptınız, ama daha sonra dediniz ki enflasyon yüzde 58. Bu insanlar, almaları gereken parayı alamadı, kaynaklardan mahrum edildi.
Öte yandan Merkez Bankası başkanının yaptığı açıklamalarda biraz nefes almak için 2025 yılı işaret edildi. Yani aslında yüzde 58 olarak revize edilen enflasyon beklentisi, 2025’e kadar devam edecek. Bu şu demek; 2025 yılına kadar iyi hiçbir şey beklemeyin. Yoksullar, emeği ile geçinenler yüksek enflasyon altında ezilmeye devam edecek. Buna rağmen bu ifadeleri sanki tünelden çıkıyormuşuz, kötü günler geride kalıyor gibi pazarlayan siyaset ve ekonomi erbabını buradan eleştiriyorum.
“AKP seçimlerden sonra İMF’siz İMF reçetesini halkın önüne koyacak”
Bu analiz biçimi, enflasyonun taleplerini kısmak suretiyle enflasyonu düşürme aklı da enflasyon sebebinin maliyet enflasyonu olduğunu düşünülürse işe yaramayacağını öngörmek mümkün. Maliyet enflasyonu temel. Çünkü herşey artıyor. Dolar kurunun artmasıyla birlikte bütün üretimlerdeki maliyet kalemi de artıyor, bu da üretilen metaya yansıyor. Bu ülkede sanki Merkez Bankası ve başkanı bağımsızmış gibi birtakım yorumlar yapılıyor; ama biliyoruz ki hem ekonominin yönetimi hem de Merkez Bankası bir cendere içerisinde.
Bir taraftan uluslararası kredibilite açısından mali disiplin demek zorundalar, öte yandan yaklaşan yerel seçimlere bağlı olarak başka büyüklükte açıkları da göze alacakları popülist harcamaları gündeme alacaklar. Burada ne ekonomi yönetiminin ne Merkez Bankasının Erdoğan’ın niyetinden ve yönetiminden bağımsız tutum takınabileceğini asla ve asla düşünmemek gerekir.
Yapılmış bütçe tam anlamıyla halkın ensesinde boza pişiren bir bütçe. Bu bütçenin yüzde 55’i KDV ve ÖTV’den karşılanırken en yüksek gelir grubuna sahip olan insanları ödediği kurumlar vergisi yüzde 14 civarında. Kaldı ki 2023 bütçesinde 994 milyarın 800 milyarlık bir vergi olduğu düşünülürse bu vergi, sermayeden alınmayan vergiyi ifade ediyor. Sermayeden vergi almayan devlet, onu da dolaylı biçimde ekmekten sudan ilaçtan vahşice takip etmeye devam ediyor.
Bu sebeple orta vadede bir taraftan yerel seçimleri almaya dönük popülist politikalar yoğunlaşırken öte yandan da halkın yoksulluğunun çok fazla boyutlanacağı ve seçimlerden sonra IMF’siz bir IMF reçetesi gündeme gelecek. Biz o sebeple bu vergideki adaletsizliğin ortadan kaldırılmasını savunuyoruz. Verginin yeni anlayışla toplanması ve en üst gelir diliminden daha fazla olmak üzere bir servet ve rant vergisinin mutlaka hayata geçirilmesinin temel öneme sahip olduğunu sürekli ifade ediyoruz.
Enflasyonu düşürmeye ilişkin yaklaşımlar sınıfsal yaklaşımlardır ve bu yalnızca para ve maliye politikalarına devredilebilecek bir alan değildir. Bunu HDP olarak; demokratik ekonomi programımızda ifade ettik. İşsizliğin kalıcı olarak ortadan kaldırılacağı, kamusal yatırımlara ağırlık verilecek, adil bir gelir ve servet dağılımını temel alan bir ekonomi politikasına ihtiyacımız var.
Yine yaşanabilir bir ücret rejimine yönelmek gerekiyor. Zaruri mallardaki fiyatların mutlaka dondurulması, gıda ve ısınma gibi etkin fiyat kontrollerinin yapılması gerekiyor. Enerji başta olmak üzere kamusal varlıkların tekrar kamulaştırılması gerekir. İstihdam desteği sağlanmalı, yoksullara yönelik nakit destekler ve temel gelir güvencesi sağlanmalı, karlara üst sınır getirilmeli. Anti tekel düzenlemeler planlanarak enflasyon düşürülmelidir.
Yoksullardan daha fazla vergi alarak bütçe açığını kapatmaya çalışmak, enflasyonu daha boyutlandırmak bu yükü yoksulların boynuna yüklemek fasit dairedir. Enflasyonun düşmesi sınıfsal bir tercihtir ve temel olarak en yoksulları vurduğu için sınıfsal bir zaviyeden yaklaşmak gerekir. Önümüzdeki dönem, özellikle bu yaz döneminde Türkiye’de gıda fiyatlarının giderek arttığı dikkate alınırsa -ki yazın düşmesi beklenir- dünyanın tersine bu fiyatların giderek arttığı göz önünde bulundurulursa çarşı ve pazarın el yakacağını görmek mümkün.
Yaklaşan yerel seçimlere dayanışma ekonomilerinin örgütlendirilmesi, koopetariftçiliğin yaygınlaştırılması mantığıyla gitmek, demokratik ekonomi anlayışımızın temeli olacaktır. Bu fasit dairede HDP ve Yeşil Sol Parti’nin halkımızla birlikte olduğunu, her türlü dayanışma ilişkisine hazır olduğunu, elbirliğiyle bu sermaye dostu halk düşmanı politikaları yenilgiye uğratacağımızı belirtiyoruz.”