Ukrayna, Rusya’yı ABD Füzeleriyle Hedef Aldı

Rusya Savunma Bakanlığı, Ukrayna’nın ABD tarafından tedarik edilen ATACMS (Ordu Taktik Füze Sistemi) füzelerini ilk kez Rusya topraklarına fırlattığını açıkladı.

Rusya Savunma Bakanlığı’ndan yapılan açıklamada, füze saldırısının herhangi bir can kaybı veya hasara yol açmadığını belirtildi.

Ukrayna’da yayın yapan bazı medya kuruluşları, açıklanmayan askeri kaynaklara dayanarak Kiev güçlerinin Bryansk’ın Karaçev kasabasındaki bir Rus askeri tesisini ABD tarafından tedarik edilen uzun menzilli füzelerle vurduğunu bildirdi.

Teyit edildiği takdirde bu saldırı, Washington’un birkaç gün önce kısıtlamaları kaldırmasından bu yana Ukrayna’nın Rusya topraklarında ABD menşeli ATACMS füzelerini kullandığı ilk vaka olacak.

Kiev’deki yetkililer, Rusya’nın yaklaşık 110 kilometre içindeki bir Rus silah deposunu vurduklarını söylerken hangi silahların kullanıldığını henüz belirtmediler.

Daha önce Washington’un ATACMS kullanımına yönelik kısıtlamaları kaldırma kararını yorumlayan Ukrayna Cumhurbaşkanı Volodimir Zelenskiy, “füzeler kendi adına konuşacak” demişti.

Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, Eylül ayında yaptığı açıklamada, Batı’nın, Ukrayna’nın Batı yapımı uzun menzilli füzelerle Rus topraklarına saldırmasına izin vermesi halinde Rusya ile doğrudan savaşacağını, bu hareketin çatışmanın doğasını ve kapsamını değiştireceğini söylemişti.

Rusya’nın Ukrayna’ya karşı savaşı başlattığı tarihin üzerinden tam bin gün geçti. Rus ordusunun hızlı bir biçimde ilerlemesinin ardından, savunma konumundaki Ukrayna ordusu, Rus güçlerini kuzey sınırına kadar geri püskürtmeyi başardı.

Ülkenin güneyinde ise Ukrayna güçleri, Rus kuvvetlerini ülkenin en büyük nehri olan Dnipro’nun diğer tarafına geri itme hedefinde başarılı oldu.

Uzun bir süre boyunca Rus ordusuna karşı kendi topraklarında savunma rolünü sürdüren Ukrayna ordusu, bazı paralimiter güçlerin desteğiyle, 2024 yazında savaşı Rus topraklarına taşıyarak Kursk’a saldırdı ve buralarda kontrolü sağlamayı başardı.

Karşı saldırıya rağmen, Ukrayna’nın doğusundaki toprakların önemli bir bölümü bugün hâlâ Rus kontrolünde. Öte yandan Rus güçlerinin Mart 2014’te işgal ve ilhak ettiği Kırım Yarımadası’nda kontrol hâlâ Rusların elinde.

Savaşın başladığı Şubat 2022’den bu yana cephede pek bir değişiklik olmadı. Bugün gelinen noktada, sürmekte olan savaşın bir çeşit yıpratma savaşı olduğu söylenebilir.

Paylaşın

Özel’den Erken Seçim Çağrısı: Sandığı Bekliyoruz

Partisinin grup toplantısında konuşan CHP Lideri Özgür Özel, “Erdoğan vakti zamanında diyordu ki onlar pazara gelebilir mi, çiftçinin derdini dinleyebilir mi? Şimdi Tayyip Bey bir pazara gidebilir mi, işçiyle konuşabiliyor mu? O halde erken seçim şart. Sandığı bekliyoruz, erken seçim istiyoruz” dedi.

Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Genel Başkanı Özgür Özel partisinin grup toplantısında gündeme ilişkin açıklamalarda bulundu. Özel’in açıklamalarından başlıklar şöyle:

Bir yasa getirdiler adı etki ajanlığı. Bir yazmış AK Parti grubu; herkes ajan. Kırmızı alarm ilan ediyoruz dedik, bu yasa geçmeyecek elden gelen ne var yapılacak dedim gruba. Grup bu talimatı aldı. Mücadele verildi. Etki ajanlığı yasası geri çekildi. Taslağı hazırlasınlar ajana ajan desinler.

Ama MİT’in istediği veya devletin, güvenlik güçlerinin istediği öğrenciyi, öğretmeni, öğretim görevlisini, gazeteciyi tehdit etmeyen bir maddeyi yazacak akıl beceri bu ülkenin bürokrasisinde var. Yazın, oturmaya biz varız. Geçen haftakine benzer bir metnin orasını burasını değiştirip aynı niyetle getirmeyin. Kırmızı alarm kalkmadı sarıya çevirdik.

Şafak operasyonu ile başkanımızı Ahmet Özer’i aldılar. Yatak odasına kadar gidip gözaltına aldılar. Sırf itibarsızlaştırmak için. Devletin kilidini balyozla kırdılar. Sahte delillerle Ahmet Özer’i tutukladılar. İtiraz ettik, CHP bütün grubuyla birlikte sadece Esenyurt’taydı. Demokrasi darbe girişimine karşı ne yapmamız gerektiğini konuştuk. Ceza hukukçuları dilekçe yazdılar. Profesörlerin 40 yıllık akademik bilgileriyle hazırladıkları yazıları reddettiler.

Bir de gizli tanık beyanları var. Tutuklamaya devam dediler. Gizli tanık nereden çıktı? Gizli tanık var ise o gün sorardın. O gizli tanığın ifadesiyle güya iddianame yazacak. Savcı, İstanbul’da hızlı iddianame yazmasıyla meşhur. İddianame yok, çünkü ortada delil yok. AK Parti ve MHP’ye kötü haberim var. 2 kişiden biri Ahmet Özer’e oy vermiş. Esenyurt’ta kimse buna inanmıyor. Esenyurt’un yüzde 80’i buna inanmıyor. 5 kişiden 4’ü yanlış yapıldığına inanıyor.

Sandığı koyup halka soralım. Yüzde 80’i Ahmet Özer’in arkasında değilse biz bir şey bilmiyoruz. Şunu unutmayın ki Ahmet Özer çıkana kadar o grubun içinden birinin yönetmesi gerek. Ama o kişiyi Tayyip Bey’in seçmesi, onun açısından tamamen yenilmişliğin ifadesi. Bunun adı demokrasi değil. Gözünü hırs bürümüşlüğün şeklidir. Biz başkanımızın arkasındayız. Ahmet Özer mahkemede kumpasları aşacaktır.

Haklarında hiçbir suçlama olmayan, milletin seçtiği koca bir Esenyurt Belediye Meclis’inin birini seçmesi yerine Tayyip Bey’in seçtiği birinin yenilmişliğin, acziyetin göstergesidir. Bunun adı demokrasi değil. Bu mızıkçılığın cevabını Esenyurt’tan alacaksınız. Nasıl İmamoğlu’nun mazbatasını iptal ettiniz de millet İmamoğlu’nu tekrar seçtiyse aynı şekilde demokrasi tokadını alnınızın ortasına yiyeceksiniz.

Biz Esenyurt’u yalnız bırakmayacağız, nöbete devam edeceğiz. 2 günden birinde Türkiye’nin herhangi bir şehrinden birinde tüm yöneticilerimizle nöbet tutacağız. Esenyurt’ta tüm sanatçılarımız, yazarlarımızı, gazetecilerimiz ve düşün insanlarımızı bekliyoruz. 81 il başkanı Esenyurt’ta olacak.

Bir tam gün Esenyurt’un 43 mahallesinde her mahallede iki il başkanı ve milletvekillerinin bulunduğu mahalle toplantıları yapacak. Mücadeleyi meydandan mahalleye taşıyoruz. Mesele milletin seçtiğine devletin başındakilerin saygı göstermeyi bilmesi. Kayyımın nasıl çalışmaları durdurduğunu ve kayyımın zaten zor durumda olan Esenyurt’u nasıl paçasından aşağı çekmeye çalıştığını anlatacağız.

Esenyurt’ta görev yapan tüm milletvekilimizden yöneticisine, hepsine teşekkür ederim. O polislerin her biri eş, ana, baba, evlat ve kardeş. Eve gittiklerinde onları mahcup edecek muameleyle karşılaşmasınlar. O kadar yüksek tansiyona, uykusuzluğa ve kumanyaya mahkum göreve rağmen polis de bizi engelledi, kanunsuz işlere alet edildi ama bize karşı saygısızlık yapmadı. Ben bu milletin vekillerine de polislerine de teşekkür ediyorum.

Bir yanda yenidoğan çetesi yankılanırken Sağlık Bakanı gelmiş mecliste yenidoğan ünitelerini nasıl yöneteceğine dair bütçe istiyor. Hastane sahipleri o kadar hatrı sayılır kişiler ki hala kapanmadı. O kadar şımarmışlar ki; savcıyı tehdit ediyor. Savcı beyin canına tak ederek yeni operasyon başlayarak ortaya çıkıyor.

İhbardan sonra bile çocuk ölümleri devam ediyor. O sürecin sağlık müdürü bugün Sağlık Bakanı. Kendisine bakan muamelesi yapılmasını bekliyor. O bakan istifa edecek, o hesap verilecek. O zamana kadar kimse sizin yüzünüze bakmayacak. 47 sanık var bir tanesi devlet memuru değil. Neden? Çünkü beyefendi ortada kalacak. Bu millet her şeyi gördü.

Milli Eğitimi tarikatlara yönettiren bir bakan ile karşı karşıyayız. Öğrencilerin yüzde 25’inin elinde en az birinin bıçak olan, okula aç giden, bir ayran alamayan, yemek dağıtma sözünü unutan, okulları pislik götüren bir bakansın. Laiklik din düşmanlığıymış da, yok camiler ahır olmuş da.

CHP köyde cemaat yokken, cepheye ezanı, bayrağı, camide barındırılan mühimmata ahır yaptırılan dedikleri samanları söyleyen, samanın üzerindeki Gazi Mustafa Kemal’in cephesine mermi yetiştirenlere iftira atıyorsunuz. Cami falan kapatmadık. Cami kapatmanın günahı varsa bu çocukları aç bırakmanın da günahı var. Bu rezilliklerin konuşulmasın diye yaptığın bir şey. Ne bakanlar geldi, ne bakanlar ne geçti ama bu kadar kötü ve beceriksizi gelmedi.

“O teğmenlere sonuna kadar sahip çıkacağız”

Tarihte ilk kez 3 harp okulunun da birincisi kadın teğmenler. İşte size bir Cumhuriyet hikayesi. Atatürk’e, vatana, millete karşı olanlar bu başarıyı zaten hazmedemediler. Yemin töreninde Mustafa Kemal’in askerleri dediler diye teğmenlere önce hiçbir şey olmadı. Sonra Hizbullahçı, gerici kafanın AK Parti’ye sinmiş uzmanları harekete geçti.

Erdoğan, elini sıkıp hediye verdiği kadın teğmen başta olmak üzere hepsine saldırmaya başladı. Sonra soruşturmalar, darbeci diyenler… Suç emre itaatsizlik, asıl karın ağrısı Mustafa Kemal’in askerleriyiz demeleri. Bu 28 Şubatçılık oluyormuş. Mustafa Kemal yok 28 Şubat’ta. Meseleyi 28 Şubat’a, 25 yıl geriye götürmeye çalışanlara diyorum ki, sizin hazımsızlığınızdır. Fesli Deli Kadir’in anlayışına sahipseniz bilelim.

Mustafa Kemal’in askerlerinden zarar gelmez ama 15 Temmuz’da gördük Fetullah Gülen’in askerileri ne yaptı gördük. “Bu ülkeye kumpas kuruldu” derken neler yaptığınızı da gördük.

CHP, 3 kez 2’si yüz yüze biri telefonda olmak üzere Milli Savunma Bakanı Yaşar Güler ile görüştü. O askerle sahip çıkmak vatan borcudur. Geçen seneye kadar okunan, bu yıl da Erdoğan’ın da katıldığı bordo berelilerin töreninde okunan yemin aynı yemin, yeminde bir sorun yok. O teğmenlerde kötülük yok. Okul birincisi kolay mı yetiştirildi. O teğmenlere sonuna kadar sahip çıkacağız.

İktidar olunca böyle haksızlıkla atılan kim varsa onu geri alırız. Ama bu arada geçen süre meslekte onlara çok şey kaybettirir. Sayın Erdoğan, kul hakkına girme. Ama girersen günü geldiğinde şu yemin törenini göreceksin; o kararı verenler ve karara sessiz kalanlarla, atılan teğmenlere yemin töreni yaptıracağız, sonra kararı verenleri emekliye yollayacağız.

Asgari ücreti durdurunca enflasyon durmuyor, hızla artıyor. Hükümetin beklentisi olan enflasyonda zam vermek. Asgari ücret 30 bin lira olmalıdır. Küçük esnaf ve KOBİ korunmalıdır. Vergi ve sosyal güvenlik mevzuatına hakim arkadaşlar çalışmalarını düzenlemelidir. Emekliye bir asgari ücret şarttır. En düşük emekli maaşı asgari ücrete yükseltilmeli. Teklifimizi sunacağız.

Erdoğan vakti zamanında diyordu ki onlar pazara gelebilir mi, çiftçinin derdini dinleyebilir mi? Şimdi Tayyip Bey bir pazara gidebilir mi, işçiyle konuşabiliyor mu? O halde erken seçim şart. Sandığı bekliyoruz, erken seçim istiyoruz.”

Paylaşın

Siyasetçilere Karşı Güvensizlik Yüzde 83

Ekim ayında yapılan ‘Siyasi yabancılaşma’ araştırmasına göre, seçmenlerin yüzde 83’ü siyasetçilerin vatandaşın ihtiyaçlarından çok kendi çıkarlarını düşündüğünü ifade etti.

PANORAMATR’nin Ekim ayında yaptığı ‘Siyasi Yabancılaşma’ araştırmasında seçmen tutumları, siyaseti takip etme, siyasi kurum ve aktörlere güven, seçmen talepleri analiz edildi. Araştırmaya göre ülkemizin seçmen kitlesinde ağırlıklı olarak siyasi ilginin zayıfladığı, kararsızlığın arttığı ve siyasi aktörlere ve kurumlara güvenin azaldığı görüldü. Seçmenlerin yüzde 44,4’ü ortaya/merkeze yakın. Aynı zamanda seçmenlerin sağa ve aşırı sağa yakınlık, sola ve aşırı sola yakınlık oranından fazla.

Araştırma, her 10 katılımcıdan 3’ünün siyasi tercihleri net olmadığı tespit edildi. Siyaseti çok yakından takip ettiğini ifade eden seçmenlerin dahi yüksek oranda siyaset kurumlarına ve aktörlerine güvensizlik duyduğu görüldü. Seçmenlerin yarısından fazlası ise hiç güvenmemekte. Bu oran ağırlıklı olarak muhalefet seçmeninde hakim olsa da iktidar partisi seçmenlerinin yüzde 53’ü siyaset kurumlarına güvenmediğini ifade etti.

Seçmenlerin yüzde 83’ü siyasi aktörlerin yalnızca kendi ikballeri için çabaladığını halkı önemsemediklerini düşünüyor. Siyasetin halkın görüşlerine uygun olarak değil bir grup elitin düşünceleri doğrultusunda yönetildiğini düşünen seçmenler de katılımcıların yüzde 60’ını oluşturuyor.

Araştırmaya katılan seçmenlerin yarısından çoğu siyaset kurumlarına karşı güvensizlik duyuyor. Ağırlıklı olarak oy kullanmayan seçmenin siyaset kurumlara güvenmediği, oy kullanan seçmen içerisinden en fazla İYİ Parti seçmeni, kurumlara güvenmemekte. Muhalefet seçmenlerinin güvensizliği iktidar partisine nazaran daha fazla olsa da tüm parti seçmenleri siyaset kurumlarına güven duymuyor.

Araştırmaya göre siyaset kurumlarına güvensizliğin siyasi aktörler için de geçerli olduğu görüldü. Seçmenlerin yüzde 83’ü siyasetçilerin vatandaşın ihtiyaçlarından çok kendi çıkarlarını düşündüğünü ifade etti. Tüm parti seçmenleri için ağırlıklı olan görüş bu olsa dahi yine oy vermeyecek olanların güvensizliği en yüksek orana sahip.

Aynı şekilde siyasal seçimlerin vatandaş için bir değişiklik yaratmayacağı düşüncesi iktidar partisinden muhalefet partisi seçmenine kadar yoğun olan görüş. Bu durum kamuoyunun partiden bağımsız olarak seçimlerin toplum adına bir değişim yaratmayacağı inancının hakim olduğunu gösterildi.

İktidar partisine oy veren katılımcılar, ülkemizde seçmenlerin siyasi kararlara etki edebileceğine inanırken muhalefet seçmenleri etkisiz olduğuna inanıyor. Araştırmaya göre vatandaşın yüzde 60’ı ülke siyasetine bir grup siyasal elitin etkili olduğu kanaatinde.

Yalnızca bir grubun etkili olduğunu düşünmeyen katılımcılar ağırlıklı olarak sağ ve aşırı sağ görüşteki seçmenler.

Tüm parti seçmenleri siyasetin şeffaf olmasını takip edilmesi için kolaylaştırıcı bir etken olacağını düşünüyor. Muhalefet partilerine oy veren katılımcıların yanı sıra iktidar partisine oy veren katılımcılar siyasetin şeffaf olması konusunda daha çekimser durmakta.

Araştırma sonucuna göre vatandaşlar siyasetin daha şeffaf olması ve güçlü bir liderle toplumun iyileşeceğine inanıyor. Köklü bir değişimin lidere bağlı olduğunu ifade eden CHP seçmeni ağırlıklı iken MHP ve AKP seçmeninin de aynı görüşte birleştikleri ifade ediliyor.

Bu rapor 7-14 Ekim aralığında 2012 kişiyle yapılmıştır.

(Kaynak: Karar Gazetesi)

Paylaşın

Rusya’dan ABD İle İlişkileri Normalleştirme Mesajı

Normalleşme için ABD’nin belirli adımlar atması gerektiğinin altını çizen Kremlin Sözcüsü Dimitri Peskov, “Rusya, Devlet Başkanımızın söylediği gibi, normalleşmeye açıktır” dedi.

Kremlin Sözcüsü Dimitri Peskov, ABD’den beklentilerini “Tek başımıza tango yapamayız ve yapmayacağız da” sözleriyle ifade etti.

Ukrayna savaşının bin günü geride bırakılırken, Rusya, Amerika Birleşik Devletleri (ABD) ile ikili ilişkilerini normalleştirmeye hazır olduğu sinyalini verdi. Rus haber ajansı Tass’ın aktardığına göre, Kremlin Sözcüsü Dimitri Peskov, “Rusya, Devlet Başkanımızın söylediği gibi, normalleşmeye açıktır” diye konuştu. Normalleşme için ABD’nin de belirli adımlar atması gerektiğinin altını çizen Peskov, Washington’dan beklentilerini “Tek başımıza tango yapamayız ve yapmayacağız da” sözleriyle ifade etti.

ABD ile Rusya arasındaki gerginlik, Ukrayna savaşı başta olmak üzere çeşitli jeopolitik nedenlerle son yıllarda tırmandı. Ancak 5 Kasım’da Donald Trump’ın yeniden ABD Başkanı seçilmesi, ikili ilişkiler açısından yeni bir sayfanın açılacağı beklentilerini artırdı.

Seçim kampanya sürecinde Ukrayna savaşını 24 saat içerisinde bitireceğini vaat eden ve Ukrayna’ya yapılan yardımları durdurma niyetinde olduğunu her fırsatta ifade eden Trump, geçmişte de Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’e sempati duyduğu suçlamalarıyla karşı karşıya kalmıştı. Gazeteci Bob Woodward, yazdığı kitapta, Trump’ın, başkanlık yaptığı ilk dönemin ardından, savaşın başlangıcından itibaren, Putin ile kişisel ilişkilerini sürdürdüğünü öne sürdü.

Koltuğunu 20 Ocak 2025’te Trump’a devredecek olan ABD Başkanı Joe Biden, hafta başında Ukrayna’ya ABD’den edindikleri uzun menzilli füzeleri Rus topraklarında kullanabilecekleri yönünde izin vermişti. Geçen hafta Trump ile telefonda görüşen Ukrayna Devlet Başkanı Volodimir Zelenskiy, “Beyaz Saray’ı yönetecek ekibin siyasetiyle birlikte savaşın daha erken biteceğinden emin olduğunu” söylemişti. Bu açıklamasından bir gün sonra da, Zelenskiy, savaşın 2025 yılında “diplomatik araçlarla” sonlandırılmasını hedeflediğini söylemişti.

Öte yandan geçen hafta Almanya Başbakanı Olaf Scholz, Putin ile iki yıllık aranın ardından telefonda görüşmüştü.

Ukrayna savaşı nasıl bitebilir?

Wall Street Journal’ın aktardığına göre, Trump’ın danışmanları, Ukrayna savaşını bitirmek için çeşitli senaryolar üzerinde çalışıyor. Batı’nın son iki yıldır sürdürdüğü, Ukrayna’yı “sonuna kadar” destekleme politikasından bir sapmayı ifade edecek olan söz konusu planlardan biri, Ukrayna’nın 20 yıllığına NATO’ya katılım hedefinden feragat edeceklerini açıklamasını baz alıyor. Bunun karşısında bu süreçte Kiev’in Rusya’ya karşı caydırıcılığı sağlamak için ABD’den silah edinmeyi sürdürmesi planlanıyor.

Trump’ın hayata geçirebileceği bir diğer plan ise, Ukrayna’da bir askerden arındırılmış bölge oluşturulması fikri üzerine kurulu. Söz konusu bölgede barış gücü olarak Amerikan değil Avrupalı askerlerin konuşlandırılması gündemde. Wall Street Journal’a konuşan bir Trump kurmayının sarf ettiği, “Ukrayna’da barışı garanti altına almak için Amerikalı kadın ve erkekleri göndermeyeceğiz. Aynı zamanda bu barışın parasını biz ödemeyeceğiz. Bunu Polonyalılar, Almanlar, İngilizler ve Fransızlar yapsın” sözleri dikkat çekiyor.

Paylaşın

Hatimoğulları: Demokratik Zeminde Onurlu Bir Barıştan Yanayız

Partisinin grup toplantısında konuşan DEM Parti Eş Genel Başkanı Tülay Hatimoğulları, “Bu ülkede ve bölgede Kürt sorunu vardır. Kürt sorunu yoktur diyenlere altını kalın kalın çizerek ifade ediyorum. Son günlerde devam eden tartışmalarda bizler bu konudaki sözümüzü her fırsatta ifade ettik” dedi ve ekledi:

“Biz DEM Parti olarak demokratik zeminde, onurlu bir barıştan yanayız. Bunun için de İmralı tecridi derhal kalkmalıdır, Sayın Öcalan özgürlüğüne kavuşmalıdır. Hem ülkemiz hem bölgemizin barışı için yapacak çok şeyi olduğunun altını ısrarla çizdik, bunu on yıllardır söylüyoruz. Son dört senedir devam eden ağırlaştırılmış tecride karşı mücadeleyi her yerde verdik, vermeye de devam edeceğiz.”

Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Eş Genel Başkanı Tülay Hatimoğulları, partisinin grup toplantısında konuştu. Hatioğullları’nın konuşmasından öne çıkanlar şöyle:

“25 Kasım 1960’ta Dominik Cumhuriyeti’nde diktatörlük tarafından katledilen Mirabal kardeşleri saygıyla anıyorum. Mirabal kardeşler öyle bir mücadele mirası bıraktılar ki bizlere; Dominik’te Rojava’ya, Şili’den Filistin’e erkek egemen kapitalist sisteme karşı özgürlük mücadelesi veriyoruz.

Selam olsun iktidarın çoklu saldırılarına karşı mücadelede en ön safta yer alan kadınlara. Selam olsun Kazdağları’nda toprağı için mücadele veren kadınlara. Kayyıma karşı mücadele eden kadınlara binlerce kez selam olsun. Özgürlükleri için, bilimsel anadilde eğitim için mücadele veren kadınlara selam olsun. Selam olsun barış mücadelesini beyaz tülbentleriyle alanlarda en saflarda mücadelesini veren Barış annelerine, Cumartesi Annelerine.

Sadece 2024 yılında 395 kadın erkekler tarafından katledildi. Ekim ayında 48 kadın katledildi. 23 kadının ölümüyse şüpheli. Bu ölümlerin faili erkek egemen düzenin ta kendisidir.

Rojin Kabaiş, şüpheli şekilde yaşamını yitirdi. Bizden Rojin’in ölümünün şüpheli olmadığına inanmamızı bekliyorlarsa yanılıyorlar. Rojin annesi ve ablası aramızda. Asla bu mücadeleyi yalnız vermeyeceksiniz, yanınızda olacağız. Dersim’de Gülistan Doku kaybedildi. Akıbeti bilinmiyor. Gülistan Doku nerede, demeye devam edeceğiz. Biz bir kişi daha eksilmek istemiyoruz. Örgütlenerek mücadele ederek bunlarla baş edebiliriz. bunun dışında bir seçeneğimiz yoktur.

Kayyım anayasaya ve Avrupa Özerlik Şartı’na aykırıdır, yurttaşın seçme ve seçilme hakkının gaspı demektir, bir siyasi darbedir kayyım. Kayyım, Kürt düşmanıdır, kadın düşmanıdır, muhalif olan her kesimin düşmanıdır. Eş başkanlık sistemimize de bir saldırıdır da aynı zamanda. Belediyelerimizde kadın kenti olmak için attığımız adımları ortadan kaldırmak istiyorlar. İlk icraatleri kadın merkezlerimizi ve daire başkanlıklarımızı kapatmak oldu. En son atanan kayyımların bir kaç icraatinden bahsedeceğiz. Mardin’deki ücretsiz ulaşım için “Jin kart” uygulamasının tamamını durdurdu. 25 Kasım programlarını iptal etti. Biz kadınlar ne yaparlarsa yapsın, eş başkanlık, eşit temsiliyet mor çizgimizdir demeye devam edeceğiz.

İktidar merkezi bütçede toplumsal cinsiyet eşitsizliğini yeniden üretiyor. 2025 bütçesinde her kadın için düşen pay 139.3 TL. Bunun neyiyle kadına karşı şiddetle mücadele edeceğiz?

“Çocuğuna bir bardak süt veremeyen annenin öfkesinden kurtulmayacaksınız”

Yoksullukla yüzleşmekten özel olarak kaçıyorlar. Bunlar sanki kendi sorunları değilmiş gibi davranıyorlar. Bu ne rahatlık ya, bu ne rahatlık? Bu ülkeyi kim yönetiyor? Bu yoksulluktan siz sorumlu değil misiniz? Yoksul için bütçe yapmak sorumluluğunu üzerinizden savarak kurtulacağınızı mı sanıyorsunuz. Yoksulun elinden kurtulamazsınız, açın elinden kurtulamazsınız. Evde çocuğuna bir bardak süt veremeyen annenin öfkesinden kurtulmayacaksınız.

İzmir’de 5 çocuk yanarak yaşamını kaybetti. Bu iktidar kendi sorumluluğu yokmuş gibi konuştu. Bunu magazin haberi gibi değerlendirdiler. Duygu kalmamış, vicdan kalmamış iktidarda. Kadının yaşam tarzı diyecek kadar ileriye gidebiliyor. Bu ekonomiyle açıklanamaz, neyle açıklanırmış, kadının yaşam tarzıyla. Yuh size, yuh size.

Bu ülkede ve bölgede Kürt sorunu vardır. Kürt sorunu yoktur diyenlere altını kalın kalın çizerek ifade ediyorum. Son günlerde devam eden tartışmalarda bizler bu konudaki sözümüzü her fırsatta ifade ettik. Biz DEM Parti olarak demokratik zeminde, onurlu bir barıştan yanayız. Bunun için de İmralı tecridi derhal kalkmalıdır, Sayın Öcalan özgürlüğüne kavuşmalıdır. Hem ülkemiz hem bölgemizin barışı için yapacak çok şeyi olduğunun altını ısrarla çizdik, bunu on yıllardır söylüyoruz. Son dört senedir devam eden ağırlaştırılmış tecride karşı mücadeleyi her yerde verdik, vermeye de devam edeceğiz.

Sarayda kulağına üfürüleni mürekkebiyle yazan, Sayın Öcalan’ın çözüm gücü ve iradesine dair fitne üretmeye çalışanlar var. DEM Parti’nin çözümden yana olmadığını söyleyenler var. Bu bize atılmış bir iftiradır. Bu fitne çabasıyla neyi amaçlıyorsunuz, kimin kelimelerini yazıyorsunuz? Bu dil nefret dilidir, bu dil Ezop’un lanetli dilidir. Kan var büyün kelimelerinin altında der Cemal Süreya. Her kelimenin altından barışın fışkırmasını istiyoruz. Bu dil çözümsüzlüğün dilidir. Çözümsüzlüğün faturasını kimse DEM Parti’ye kesemez.

Çözümsüzlük peşinde koşmadık. Biz çözümü içerde arıyoruz. Türkiye’de arıyoruz. Ankara’da, Amed’te görüyoruz çözümü. Eşit ve özgür bir ortamda Türkiye’de ortak bir yaşamda görüyoruz çözümü. Müzakerede görüyoruz. Müzakerenin yeri de parlamentodur diyoruz. Onurlu barış mücadelemize kimse çamur atmasın, o çamur döner size bulaşır.”

Paylaşın

Yedi Vekile Ait Dokunulmazlık Fezlekeleri Meclis’te

Aralarında DEM Partili Cengiz Çandar, Salihe Aydeniz, CHP’li Gökan Zeybek ve İYİ Partili Burak Akburak’ında bulunduğu yedi milletvekiline ait dokunulmazlık dosyaları, Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) Anayasa ve Adalet Komisyonu Üyelerinden Kurulu Karma Komisyonu’na sunuldu.

Haber Merkezi / Meclis Başkanlığı’nca, komisyona, “Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında Cumhurbaşkanlığı Tezkeresi” sunulan yedi milletvekilinin isimleri şu şekilde:

“CHP İstanbul Milletvekili Gökan Zeybek, İYİ Parti İstanbul Milletvekili Burak Akburak, DEM Parti Diyarbakır Milletvekili Cengiz Çandar, DEM Parti Mardin Milletvekili Salihe Aydeniz, DEM Parti Siirt Milletvekili Sabahat Erdoğan Sarıtaş, Bağımsız İstanbul Milletvekili Cemal Enginyurt, Bağımsız Ankara Milletvekili Yüksel Arslan.”

Süreç nasıl işliyor?

Hakkında suç isnadı bulunan milletvekillerinin dokunulmazlığının kaldırılıp kaldırılmamasına ilişkin talepler, Adalet Bakanlığına sunuluyor. Bakanlık, talebi gerekçeli bir yazıyla Cumhurbaşkanlığına, Cumhurbaşkanlığı ise TBMM Başkanlığına iletiyor.

Meclis Başkanlığına gelen fezlekelerin gündeme alınmasındaki süreç, İçtüzüğe göre işliyor. Milletvekili dokunulmazlığı, İçtüzüğün “Yasama Dokunulmazlığı ve Üyeliğin Düşmesi” başlıklı dokuzuncu kısmının “yasama dokunulmazlığı” alt başlıklı birinci bölümünde düzenleniyor.

Bir milletvekilinin dokunulmazlığının kaldırılması hakkındaki istemler, TBMM Başkanlığınca “Gelen Kağıtlar” listesinde yayınlanarak Anayasa ve Adalet Komisyonu Üyelerinden Kurulu Karma Komisyona havale ediliyor.

Söz konusu fezleke ile Meclis’teki mevcut fezlekeler, sevk edildikleri Karma Komisyonda bekletilebiliyor ya da komisyonda gündeme alınabiliyor. Fezlekelerin gündeme alınması halinde süreç başlıyor. Karma Komisyon toplanıyor ve hangi fezlekeye ait dosyayı değerlendireceğine karar veriyor.

Hazırlık Komisyonu kuruluyor

Hazırlık Komisyonu, kurulduğu andan itibaren en geç 1 ay içinde dosyayı inceleyerek raporunu hazırlıyor. Bu komisyon bütün kağıtları inceleyip gerekirse o milletvekilini dinliyor ancak tanık dinleyemiyor.

Hazırlık Komisyonu, yasama dokunulmazlığının kaldırılması yönünde karar alırsa dosya Karma Komisyona havale ediliyor. Karma Komisyon da 1 ay içinde Hazırlık Komisyonu raporunu ve eklerini görüşerek sonuçlandırıyor.

Karma Komisyon, dokunulmazlığın kaldırılmasına veya kovuşturmanın milletvekilliği sıfatının sona ermesine kadar ertelenmesine karar veriyor.

Karma Komisyon kovuşturmanın ertelenmesini kararlaştırmışsa bu yöndeki raporu Genel Kurulda okunarak bilgiye sunuluyor. Bu rapora milletvekilleri tarafından 10 gün içinde itiraz edilmezse kesinleşiyor, itiraz edilmesi halinde ise rapor Genel Kurul gündemine alınıyor. İtiraz edilmeyen dosyalar Cumhurbaşkanlığına gönderiliyor.

Dokunulmazlığın kaldırılması yönündeki Karma Komisyon raporları, doğrudan Genel Kurul gündemine giriyor. Genel Kurul, raporu kabul ederek dokunulmazlığın kaldırılmasını kararlaştırabileceği gibi, raporu reddederek yargılamanın dönem sonuna ertelenmesine de karar verebiliyor.

Kovuşturma ertelenmiş ve bu karar Genel Kurulca kaldırılmamış ise dönem yenilenmiş olsa bile milletvekilliği sıfatı devam ettiği sürece ilgili hakkında kovuşturma yapılamıyor.

Genel Kurul aşaması

Milletvekillerine dağıtılan Karma Komisyon raporu, Genel Kurulda okunarak görüşülüyor. Biri lehte diğeri de aleyhte olmak üzere, iki milletvekili rapor üzerinde konuşma yapıyor.

Fezlekesi olan milletvekili isterse Hazırlık Komisyonunda, Karma Komisyonda veya Genel Kurulda kendi savunmasını yapabiliyor ya da başka bir milletvekili arkadaşına savunma yapması için bu hakkını verebiliyor.

Söz ve savunma talebi yoksa görüşmeler tamamlanıyor. Daha sonra Karma Komisyonun yasama dokunulmazlığının kaldırılmasına dair raporu oylamaya sunuluyor. Genel uygulamaya göre açık oylama yapılıyor. Genel Kurulda dokunulmazlıkların kaldırılmasına ilişkin oylamada, karar yeter sayısı (151) yeterli oluyor.

Her dosya için ayrı oylama yapılıyor

Genel Kuruldaki oylamada, her milletvekili ve fezleke için ayrı oylama yapılıyor. Bir milletvekili hakkında iki dosya varsa iki dosya ayrı ayrı oylanıp karara bağlanıyor. Dokunulmazlık hangi dosya hakkında kaldırıldıysa yalnızca o fezleke hakkında yargılama yapılabiliyor. Milletvekilinin dönem sonuna bırakılan dosyası hakkındaki dokunulmazlığı devam ediyor.

Genel Kurul kararından sonra milletvekilinin dokunulmazlığı, söz konusu dosya için kaldırılmış oluyor.

Meclis Başkanlığı, dosyayı Cumhurbaşkanlığı aracılığıyla Adalet Bakanlığına gönderiyor. Bakanlık da dokunulmazlığı kaldırılan milletvekili hakkında gereğinin yapılması için dosyası ilgili savcılığa havale ediyor.

Savcılık da dosyanın ulaşmasının ardından soruşturmaya kaldığı yerden devam ediyor, söz konusu milletvekilini tutuklanması talebiyle mahkemeye de sevk edebiliyor ya da tutuksuz olarak yargılanmasına da devam edebiliyor.

Dokunulmazlık kalkıyor, vekillik devam ediyor

Bir milletvekilinin dokunulmazlığının kalkmasıyla milletvekilliği düşmüyor, devam ediyor. Milletvekili maaşını alıyor ve diğer sosyal haklarından yararlanıyor. Tutuklanmamışsa Meclise gelerek yasama çalışmalarına da katılabiliyor.

Ancak milletvekili hakkındaki ceza kesinleştikten sonra Genel Kurulda okunuyor ve o zaman milletvekilliği düşürülüyor.

Milletvekilinin yasama dokunulmazlığının kaldırılmasına veya milletvekilliğinin düşmesine karar verilmesi halinde, Genel Kurul kararının alındığı tarihten itibaren 7 gün içinde ilgili milletvekili veya bir diğer milletvekili, kararın Anayasaya, kanuna veya İçtüzüğe aykırılığı iddiasıyla iptal için Anayasa Mahkemesine başvurabiliyor. Anayasa Mahkemesi, iptal istemini 15 gün içinde kesin karara bağlıyor.

Paylaşın

Bakırhan: Kayyımlarla Kimse Bizi Hizaya Getiremez

Kayyım atamalarına ilişkin değerlendirmede bulunan DEM Parti Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan, “Kayyım atamalarıyla iktidarın demokrasiye ve Kürt halkının iradesine yönelik düşmanca yaklaşımını bir kez daha gördük” dedi ve ekledi:

“İktidar hala Kürt halkının iradesini tanımamakta ısrar ediyor. Belediyeleri bir ekonomik talan alanı olarak görmeye devam ediyor. Kayyım, bir halkın iradesine siyasi, toplumsal, ekonomik ve kültürel olarak bir çökme politikasıdır. Bu çökme politikasını bin defa da deneseler çökecek. Bir yandan Kürtleri çökertme diğer taraftan Türkiye barışı nasıl sağlanacak? Kayyımlarla kimse bizi hizaya getiremez.”

Tuncer Bakırhan, “Kayyım politikası, müzakere ve diyalog ortamına zehirleyen bir pratiktir. Buradan çözüm çıkmaz. Bu zihniyetten çözüm çıkmaz. Siz elli yıl da kayyım atasanız, halk yine kendi iradesini seçer” ifadelerini kullandı.

Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan, Mezopotamya Ajansı’ndan Selman Güzelyüz’ün sorularını yanıtladı. Tuncer Bakırhan’ın açıklamalarından bölümler şöyle:

MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin kendi siyasi penceresinden Kürt sorununun çözümüne dair yaptığı çıkışı nasıl değerlendirdiniz? 

Kürt sorunu 100 yıldır çözülemeyen ve Türkiye’deki diğer meseleleri de tetikleyen bir mesele. Bu gerçeğin Bahçeli gibi karşı uçta yer alan bir siyasetçi tarafından söylenmesi tabi ki kamuoyunda bir şaşkınlığa neden oldu. Fakat bir mesele kendisini dayatıyorsa, ülkenin çeşitli alanlardaki gidişatını engelliyorsa, iktidar ciddi bir tıkanma yaşıyorsa böyle bir açıklama yapılması gayet normaldir. Yıllardır bu riske dikkat çekiyorduk, gecikmiş de olsa bu noktaya gelinmesini önemli buluyoruz. Tabi ki niyet ve samimiyeti, atılacak pratik adımlarla göreceğiz.

Bahçeli ile sorunun çözüm yöntemi ve ele alış biçimimizde belirgin fark var. Ama iki temel konuda bizim düşündüğümüz bir noktaya geldi. Birincisi; Bahçeli, Kürt sorununun muhatabını doğru gösterdi. Sayın Öcalan’ın Kürt meselesinin çözümü konusundaki iradi gücünü kabul etti. İkincisi; yıllardır devam eden tecritten bahsetti ve “kapılar açılsın, gelsin konuşsun” dedi.

Tüm bu önemli tespitlere rağmen Bahçeli ve Erdoğan’ın Kürt meselesinin çözümüne dair bir program ve politikası henüz yok. Aksine meseleyi daha da çözümsüz kılan pratiklerle karşılaşıyoruz. Varsa gerçekçi bir çözüm iddialarını kamuoyuyla paylaşılmalılar. Bahçeli, tecridi işaret ederken, “Türkiye barışı” derken, tam olarak neyi kastediyor? AKP bu konuda Bahçeli ile aynı şeyleri mi düşünüyor? Toplum bir yanıt bekliyor. Kürt sorunun demokratik çözümünde sözü aşan, somut bir politikaya, söyleme, programa ihtiyaç var.

Kürt sorununun çözümüne dair atılacak ilk adım ne olmalı? 

Öncelikle tecridin kaldırılması gerekiyor. İmralı kapısına vurulan kilidin önce açılması gerekiyor. Bu aynı zamanda bir samimiyet testi de olur. Toplum, İmralı’dan çıkacak sesi büyük bir merakla bekliyor. Aynı zamanda somut adımlar atılmasını bekliyor. Tek taraflı söylenen, yürütülen bir tartışma ve hiza vererek sorun çözülemez. Taraflar konuşmalı, Türkiye sivil toplumu tartışmalara dahil edilmeli. Barışın zemini ancak bu şekilde güçlenir. Bahçeli, “Türkiye barışı” dedi. Türkiye barışını arıyorsa o vakit barışın da tarafları vardır. Kürt meselesi artık bilinmeyen, kapalı kapılar ardında tartışılarak çözülecek bir mesele değildir.

Tüm yurttaşlar genel hatlarıyla neyin tartışıldığını, ne yapılmaya çalışıldığını bilmelidir. Kürt meselesi sadece Kürtlerin meselesi değildir. Türkiye’deki en büyük eksikliklerden birisi buydu. Cezayir meselesinin sadece Cezayirlilerin meselesi olmadığı gibi. En başta Fransız aydınları, entelektüelleri, Fransız halkı çok güçlü bir biçimde “savaşa hayır” dedi. Cezayir halkının haklı taleplerinin yanında durdu. O sorunu, Fransa’nın bir meselesi olarak algıladı. İşte Türkiye’de de aydın, yazar ve sanatçısından bütün sivil toplum dinamiklerine kadar herkes güçlü bir biçimde barışı örgütlemeli. Bu konuda bir araya geldikçe, barışın önemini anlattıkça daha çok yol alabiliriz.

23 Ekim’de bir görüşme gerçekleşti, ancak sonrasında yapılan başvurular henüz yanıtsız. Buradan yola çıktığımızda sizin de bahsettiğiniz ‘ilk adım’ halen atılmış değil… 

Açık söylüyorum, devlet burada da oyun oynuyorsa -ki yıllardır bu meseleye samimi yaklaşılmadı- büyük yanlış yapar. Tartışmaların daha başlangıcındayız. 100 yıldır denenen pratikler çözümsüzlüğü derinleştirdi. İğne ucu kadar bir olanak ve imkan varsa; DEM Parti olarak iğnenin ucu kadar olan umut ışığını büyütmeye, toplumsallaştırmaya ve örgütlemeye uğraşıyoruz.

Sizin aracılığınızla söylüyoruz; biz demokratik bir çözüme ve onurlu bir barışa varız. Sayın Öcalan, hukuki ve siyasi zemin vurgusuyla “buradayım” diyor. “Teorik ve pratik gücümle çözüme katkı sunmaya hazırım” diyen Öcalan’ın açıklamasından sonra KCK de açıklama yaptı. “Biz buradayız, Sayın Öcalan’ın geliştireceği süreci esas alacağız” dedi. Tüm bunlar ne anlama geliyor? Kürt sorunun demokratik çözümünde sorumluluk sahibi olanlar “buradayım, varım” diyor.

Kürtler buradaysa, çözüm iradesini ortaya koyuyorsa, samimi ve iyi niyetli davranıyorsa, o zaman şunu sormak lazım; Sayın Bahçeli, siz var mısınız? Buyurun Sayın Erdoğan, siz var mısınız? Eğer halen bir devlet aklı kalmışsa sormak istiyorum; Bu mesele Türkiye’nin gelişmesini, demokratikleşmesini, refah içinde yaşamasını engelliyorsa, demokratik bölgesel bir güç olmasına izin vermiyorsa, Kürt sorununu nasıl çözeceksiniz?

Abdullah Öcalan’ın son görüşmede verdiği mesaja da iktidar ve ortağından bir yanıt gelmediğini görüyoruz. İmralı’da resmi ve kamuoyuna açık bir görüşmenin sağlanması nasıl bir geleceğe kapı aralar? 

Çok önemli, tarihi bir fırsat var. Meselenin muhatabı olan ve adres gösterilen Sayın Öcalan, çözüm meselesinde somut bir proje sunuyor. Demokratik ulus, demokratik cumhuriyet, eşit yaşam modeli sunuyor. Şerafettin Elçi, “bu meseleyi çözebilecek son kuşağız” demişti. Bu meselenin demokratik çözümü ve barışı için elleri havada bekleyen bir kuşak, bir Kürt siyasal aklı var. İkinci yüzyılda ‘cumhuriyeti demokratikleştirelim’ deniliyorsa, Sayın Öcalan ile derhal konuşulmalı ve müzakereye geçilmeli.

Bakın, İmralı’da bir çözüm iradesi var iken, bu fırsat değerlendirilmeli. İmralı’da barış ve müzakere kampı kurulmalı. Türkiye’nin enerjisini ve ekonomisini bitiren, toplumu yoksullaştıran, demokrasiyi ve özgürlükleri ortadan kaldıran bir meseleden bahsediyoruz. Bakın, 13 Cumhurbaşkanı ve 40’ın üzerinde başbakan görmüş bir meseleden bahsediyoruz. Burada tarihe mal olmuş bir meseleyi çözen olarak tarihe geçmekten daha kıymetli bir şey var mıdır

Meclis’te bulunan diğer partiler de “yeni süreç” tartışmalarına dair kimi açıklamalarda bulundu. CHP başta olmak üzere diğer muhalefet partilerinin açıklamalarını nasıl değerlendiriyorsunuz? 

Muhalefetin ilk olarak sorumluluk alarak söz kurmalarını olumlu karşılıyorum. Başta Özgür Özel olmak üzere Ahmet Davutoğlu, Ali Babacan, Temel Karamollaoğlu, Fatih Erbakan ve birçok siyasi parti lideri farklı perspektiflerden de olsa Kürt meselesinin çözümüne dair olumlu bir yerde duruyorlar. Muhalefetin duruşu, bu anlamda biraz iktidarın olası yan çizmelerine karşı da bir emniyet supabı olacaktır. Bakın 2013-2015 sürecinde muhalefetin büyük kısmı o dönem çözüm sürecinin karşısındaydı.

Bugün bu tartışmaları başlatan Bahçeli başta olmak üzere Sayın Özgür Özel’in partisi de bu meselenin karşısındaydı. Başka güçler vardı. Bugün dikkat ederseniz olumlu bir yaklaşım var. Dünyanın her yerinde yüzde yüz bir mutabakatın sağlanması mümkün değil. Kimi ufak tefek ırkçı, milliyetçi partilerin zehirli dillerine takılmamak gerekiyor. Türkiye siyasi tarihinde ilk defa Kürt meselesinin demokratik çözümüyle ilgili bu kadar geniş bir destek skalası oluşmuş durumda. Bu geniş konsensüs zemini tarihi bir fırsat sunuyor. İktidar ve devletin bunu görerek tarihi fırsatı heba etmemesi gerekiyor.

Tartışmaların sürdüğü bir dönemde bazı belediyelere 3’üncü kez kayyım atandı. Bazı belediyeler için de kayyım tehditleri sürüyor. Bununla partiniz “hizaya mı çekilmek” isteniyor?

İşte bütün mesele burada yatıyor. Bu ülkeyi bir kayyım cumhuriyetine dönüştürmek isteyenler ile cumhuriyeti demokrasiyle buluşturmak isteyenlerin mücadelesiyle karşı karşıyayız. Biz halk diyoruz, iktidar vesayet diyor. Biz yerel demokrasi diyoruz, iktidar kayyım diyor. Toplumun farklılıkları zenginliktir diyoruz, farklılıklara saldıran bir zihniyet ile yüz yüzeyiz.

Kayyım atamalarıyla iktidarın demokrasiye ve Kürt halkının iradesine yönelik düşmanca yaklaşımını bir kez daha gördük. İktidar hala Kürt halkının iradesini tanımamakta ısrar ediyor. Belediyeleri bir ekonomik talan alanı olarak görmeye devam ediyor. Kayyım, bir halkın iradesine siyasi, toplumsal, ekonomik ve kültürel olarak bir çökme politikasıdır. Bu çökme politikasını bin defa da deneseler çökecek. Bir yandan Kürtleri çökertme diğer taraftan Türkiye barışı nasıl sağlanacak? Kayyımlarla kimse bizi hizaya getiremez.

Kayyım politikası, müzakere ve diyalog ortamına zehirleyen bir pratiktir. Buradan çözüm çıkmaz. Bu zihniyetten çözüm çıkmaz. Siz elli yıl da kayyım atasanız, halk yine kendi iradesini seçer. Günlerdir Mardin, Halfeti ve Batman başta olmak üzere birçok kentte insanlar iradesine sahip çıkıyor. Kayyım darbesine karşı mücadele edeceğiz, diğer yandan da Kürtlerin özgürlüğü, Türkiye’nin demokratikleşmesinin sağlanmasına katkı sunacak diyalog ve müzakere zeminini güçlendirmekten de geri durmayacağız. Müzakere de mücadele dinamiğinin bir parçasıdır.

Tepkiler üzerine “geçici görevlendirme’ açıklaması geldi. Bunu nasıl okudunuz?

İktidarın kayyım politikaları iflas etti. Hem seçimlerde kayyımlar gönderildi, hem de Türkiye’de yaşayan büyük bir çoğunluğun gözünde zerre meşruiyeti yok. Dolayısıyla topluma ‘Bu kayyım başka bir kayyımdır’ mesajı vermek istiyorlar. Farklı bir kavram kullanarak kayyım uygulamasının iflasını örtmeye çalışıyorlar. Ama nafile, kayyım demokrasiye darbedir. Halk iradesinin gaspı ve Kürt halkını tanımamaktır.

Paylaşın

Muhafazakarların Yüzde 72’si “Devlet Laik Olmalıdır” Görüşünde

“Devlet laik olmalıdır” görüşünü benimseme oranı; modernlerde yüzde 89 muhafazakarlarda yüzde 71,8. Devlet din işlerine karışmamalı” görüşünü benimseme oranı; modernlerde yüzde 67, muhafazakarlarda yüzde 51.

Demokrasi en ideal sistemdir” görüşünü benimseme oranı; modernlerde yüzde 76, muhafazakarlarda yüzde 68.

Toplumun yüzde 72’si “ülkede farklı etnik, dinî ve mezhep gruplarına eşit davranılsaydı daha az soruna yol açılacağını” düşünüyor. “Farklı kesimlere eşit davranılmadığını” düşünenlerin oranı ise yüzde 74’e kadar çıkmakta.

Başkanlığını AK Parti kurucularından, eski İçişleri Bakanı Prof. Dr. Beşir Atalay’ın yaptığı Ankara Sosyal Bilimler Vakfı, “Türkiye’de Kimlikler: Din, Ekonomi, Siyaset” başlıklı bir 2024 değerler araştırması yayınladı.

Ankara Sosyal Bilimler Vakfı’nın yaptığı bu ilk araştırma Ömer Demir, İbrahim Dalmış, Ömer Toprak ve Cem Eyerci gibi Atalay’ın ANAR’da da birlikte çalıştığı yetkin isimler tarafından hazırlandı.

Çalışma için 5618 kişi görüşüldü. Sorulara cevap verenlerin 2971’i erkek, 2647’i kadın katılıcılardan oluştu.  Anket formunda katılımcılara toplamda 78 soru soruldu.

Araştırmada “Atatürkçülüğün daha önce ayrıştırıcı bir kimlik olarak öne çıkarken şimdi toplumun çoğunluğu (yüzde 71) tarafından sahiplenilir hale gelmiş olmasının” altı çiziliyor.

“Devlet laik olmalıdır” görüşünü benimseme oranı; modernlerde yüzde 89 muhafazakarlarda yüzde 71,8. Devlet din işlerine karışmamalı” görüşünü benimseme oranı; modernlerde yüzde 67, muhafazakarlarda yüzde 51.

“Devlet yönetiminde daha çok dindar olmalı” görüşünü benimseme oranı; modernlerde yüzde 25, muhafazakarlarda yüzde 44.8.

“Dindar yöneticiler çalışanların haklarını korumada daha titiz davranırlar” görüşüne katılım düzeyi; modernlerde yüzde 35, muhafazakarlarda yüzde 51. “Dindar iş insanları iş hayatında daha dürüst ve güvenilirdirler” görüşüne katılım düzeyi; modernlerde yüzde 29, muhafazakarlarda yüzde 45

Ahlâklı olmak için dindarlık gerekli” görüşünü benimseme oranı; modernlerde yüzde 25, muhafazakarlarda yüzde 44.

“Gençlere dini eğitim verilmeli” görüşünü benimseme oranı; modernlerde yüzde 75, muhafazakarlarda yüzde 91.

İnsanlar kutsal kitaplara ve dine daha az önem verip onların yerine kendi ahlâkî standartlarını geliştirmelidir” görüşüne katılıyor musunuz?” sorusuna yüzde 54,6 katılmıyorum, yüzde 40 katılıyorum diye yanıt verdi.

“Bazı insanlar İslâm’ın farklı yorumlarına hoşgörü gösterilmesi gerektiğini düşünüyor. Bazıları ise İslâm’ın tek bir gerçek yorumu olduğuna inanıyor. Siz hangi görüşe daha yakınsınız?” sorusuna “Tek yorum” diyenler yüzde 49, hoşgörü diyenler yüzde 42.

Küreselleşmeyle ilgili olumsuz kanaat yüzde 42, olumlu kanaat yüzde 24. “Batı, insan hakları söylemini kendi dışındaki dünyaya bir politik baskı aracı olarak kullanmaktadır” görüşüne katılanların oranı da yüzde 67,5.

Toplumun büyük çoğunluğu (yüzde 90) “fakirlere bakmanın devletin temel görevlerinden biri” olduğunu düşünüyor.

Yine hayat pahalılığının en önemli nedenini “iş dünyasının aşırı kâr etmesi” olarak görenlerin oranı modernlerde yüzde 64’ü, muhafazakârlarda yüzde 67.

Demokrasi en ideal sistemdir” görüşünü benimseme oranı; modernlerde yüzde 76, muhafazakarlarda yüzde 68.

Toplumun yüzde 72’si “ülkede farklı etnik, dinî ve mezhep gruplarına eşit davranılsaydı daha az soruna yol açılacağını” düşünüyor. “Farklı kesimlere eşit davranılmadığını” düşünenlerin oranı ise yüzde 74’e kadar çıkmakta.

“Başarı için torpil gerekir” görüşüne katılım düzeyi; modernlerde yüzde 65, muhafazakarlarda yüzde 59.

Toplumun yüzde 63’ü  “Türkiye’de mahkemelerin bağımsız ve tarafsız şekilde karar vermediğini” düşünüyor.

Toplumun hemfikir olduğu ender konulardan biri ise mülteciler. “Türkiye’nin bugün uyguladığı göçmen politikasını nasıl buluyorsunuz?” sorusuna, hükümeti bu konuda olumlu bulanlar modernlerde yüzde 11, muhafazakârlarda yüzde 19.

“Tüm göçmenlerin Türkiye’den gönderilmesi lazım” görüşüne katılma düzeyi muhafazakârlarda yüzde 80, modernlerde yüzde 86.

(Kaynak: Independent Türkçe)

Paylaşın

Bahçeli’den “Cumhur İttifakı’nda Çatlak Var” İddialarına Sert Tepki

MHP Lideri Devlet Bahçeli, Cumhur İttifakı’nda çatlak var iddialarına ilişkin, “Mevzu bahis vatan, millet bayrak ise Cumhurbaşkanımız Erdoğan ve şahsım arasında hiçbir ayrılığın olmayacağını duymayan gözlere hatırlatmak dava ve vicdan görevimdir” dedi ve ekledi:

“Önce vatan nedir onu önermelerini teklif ediyorum. Başkaları gibi irademiz rehin altında değildir. Cumhurbaşkanı ile aramızda sarsılmaz bağ var. Hiçbir ayrılık ve ayrışmanın söz konusu olmayacağını hatırlatmak dava ve vicdan görevimdir.”

Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) Genel Başkanı Devlet Bahçeli, partisinin grup toplantısında açıklamalarda bulundu. Bahçeli’nin açıklamasından öne çıkan bölümler şöyle:

“Sınırlarımızda oynanan oyunların son sahnesi Türkiye üzerinde oynanmak istenmektedir. Sınırlarımızda karanlık oyunlar var. Adaletsiz ve dengesiz güç dağılımı küresel barışı tehdit edecek boyuta geldi.

Beyrut ve Gazze’deki soykırıma yenileri eklenmektedir. Katliamların hız kesmeden devam etmesi medeni dünyanın iflas beyannamesi değilse nedir? Zalimlerin hesap vermesi gerekirken hala bir arpa boyu yol alınmaması adaletsizliktir. İnsancıl hukuk ayaklar altındadır. İsrail siyonist barbarlığı artıyor. Roma statüsü gereğince Filistin’in uluslararası hukuk nezlinde devlet olarak görülmesi nişanesidir. Adalet mutlaka tecelli edecektir. İsrail’e silah yaptırımları doğrudan hayata geçirilmelidir.

Türkiye’nin tutumu gayet açıktır. Türkiye-İsrail arasında 2 Mayıs 2024’te tüm ticari anlaşmalarını askıya alınmıştır. Bu tarihten itibaren hiçbir gümrük beyannamesi yoktur ve açık seçik ortadadır. Bu karalama olsa olsa siyonizme hizmet olur. İlk kıblemize siyonizmin gölgesi düşerse bununa altından hiçbir ülke kalkamaz. Türk milleti mazlumların feryatlarına kulak tıkayamaz, soykırım dilini konuşan iblise yoldaşlık edenlere asla seyirci ve sessiz kalamaz.

Küresel ve bölgesel barış ve istikrara destek verilecekse, iki devletli çözüm mutlak sürekli gerçekleşmeli. 1967 sınırları dahilinde siyasi ve toprak bütünlüğü sağlanmış bağımsız Filistin Devleti tanınmasından başka bir yöntem kalmamıştır. Türkiye, iblise yoldaşlık eden bu devrin katillerine asla seyirci kalamaz. Tarafsız kaldık ki masumların tarafıyız.

AB’nin görüş beyanı tek taraflı kararların alt yapısını oluşturma çabaları mesnetsizdir. AB’nin barış istikrarına namussuzluktur. Karşımızda toplanan ülkelerde Preveze’de denizin dibine gönderdiğimiz Haçlılardan ne farkı var? AB, GKRY ile Yunan tezlerine alet oluyor. Suyumuza dokunanın dumanını attıracağımızı unutmamalıdırlar. Tarihten ders almayan diplomatik kuşatma Türk milletine sökmeyeceğini Barbaros Hayrettin Paşa’nın Akdeniz’de dolaştığını unutmasınlar.

İzmir’in Selçuk ilçesinde elektrikli sobanın devrilmesi sonucu 5 çocuk hayatını kaybetti. Kendi çocuklarımızı da konuşmalı dert etmeliyiz. Eşi cezaevinde bulunan annenin hurda toplamaya gittiği anlaşılmaktadır. Bu konuyu sadece yoksulla ele almak doğru sonuca ulaştırmayacaktır. Ruhen ve rehberlik ihtiyaçlarını da gözlemlemek devletin başlıca vazifeleri arasındadır. Manevi moral ve desteklere ilgi, sevgiye muhtaç evlatlarımızın sağlıklı ve dengeli bir fert olması için çalışmalıyız. Türkiye’de bir çocuk gece yatağa aç giriyor sabah mutsuz uyanıyorsa bunun vebali hepimizindir.

“Fitne yayan siyasetçileri, gazetecileri…”

Gündemi epey bir şekilde meşgul eden bu konuda Sayın Cumhurbaşkanımızla aramızdaki diyalogda hiçbir problem yoktur. Cumhur İttifakı Türkiye’dir. İstikbalin mimarıdır. Üzerimize gelinse bile ülkü ve irademizden taviz vermedik, vermeyeceğiz. Soluğumuz başkaları gibi kesik değildir. İttifakımıza çamur atmaya çalışan ahmaklara gök girsin kızıl çıksın diyorum. Fitne yayan siyasetçileri, gazetecileri, bölücü ve FETÖ’cü mihrakları, casusları rezil rüsva etmek için sabırla bekliyoruz.

Son günlerde tartışmaların odağında yer alan çağrımın Cumhurbaşkanımızın haberinin olup olmadığını araştıran zevata diyeceğim: Mevzu bahis vatan, millet bayrak ise Cumhurbaşkanımız Erdoğan ve şahsım arasında hiçbir ayrılığın olmayacağını duymayan gözlere hatırlatmak dava ve vicdan görevimdir. Önce vatan nedir onu öğrenmelerini teklif ediyorum.

Türkiye artık feleğin çemberini kırmalıdır. Makus tarih değişmelidir. Elbette gerçekleşebileceği hedefimiz de budur. Konu Türk milleti olduğunda hedeflerimizin hiçbir sınırı olamaz. Tutamayacağımız sözü dilimize, ulaşamayacağımız hedefleri önümüze koymadık, koymaya da niyetimiz yoktur. Bizim içimiz kin değil muhabbettir.

Biz bu ülke vatan uğruna rahmetle ve ümmetle andığımız 3 bin şehit verdik. Şafağı ağarmayan nice karanlıkları yendik. Millet kendi eserine sevdasından deliye dönmüş MHP’ye ve Cumhur İttifakına duasıyla desteğiyle sahip çıkacaktır. Kimse boşuna hayal kurmasın. MHP ve Cumhur İttifakı içinde milletin olmadığı hiçbir hedefi kabul etmez, kabul etmeyecektir.

Biz bu ülke vatan uğruna rahmetle ve ümmetle andığımız 3 bin şehit verdik. Şafağı ağarmayan nice karanlıkları yendik. Millet kendi eserine sevdasından deliye dönmüş MHP’ye ve Cumhur İttifakına duasıyla desteğiyle sahip çıkacaktır. Kimse boşuna hayal kurmasın. MHP ve Cumhur İttifakı içinde milletin olmadığı hiçbir hedefi kabul etmez, kabul etmeyecektir.

PKK kürtleri temsil edemez. Bir adım ileri gitmek için yola çıkanları engellemek için ortaya çıktılar. Terörist başının yoldaşı olanlar şimdi de Amerika’nın uşağı olmuşlar. Biden’ın üvey evlatlarına, Türk evlatlarını yedirmeyiz.”

Paylaşın

Çözüm Süreci Tartışmaları: Demirtaş’tan “Tutuklu Olduğum Sürece Konuşmam” Yorumu

Yeni çözüm süreci tartışmaları gündemdeki yerini korurken eski HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş’ın “Benimle çözüm üzerine konuşmak istiyorsanız ilk önce beni serbest bırakın, cezaevinin kapısında bu konuyu konuşalım” dediği aktarıldı.

Hukukçu ve siyasetçi Sıdkı Zilan, 17 Kasım’da eski Halkların Demokratik Partisi (HDP) Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş’la tutuklu olduğu Edirne Cezaevi’nde görüştü. Görüşmeye dair Rudaw’a konuşan Zilan; Demirtaş’ın yeni çözüm sürecinde ne devletin ne de AK Parti’nin kendisiyle doğrudan görüşme yapmadığını dile getirdiğini aktardı.

Sıdkı Zilan, Demirtaş’ın yeni barış sürecinde rol almak istediğini, ancak tutuklu olduğu sürece Kürt sorununu müzakere etmeyeceğini söylediğini kaydetti.

Zilan, Demirtaş’ın “Süreci desteklemeye hazırım. Beni ziyarete gelen bazı avukatlara da söyledim. Ben cezaevinde olduğum sürece sizinle Kürt sorunu üzerine konuşmam. Ben tutuklu biriyim. Eğer benimle çözüm üzerine konuşmak istiyorsanız ilk önce beni serbest bırakın, cezaevinin kapısında bu konuyu konuşalım” dediğini belirtti.

Av. Zilan görüşmeye dair de sosyal medya hesabından uzun bir açıklama yaptı ve şunları söyledi: “Bugün, Av. Mahmud Koyuncu ile beraber, Edirne Cezaevinde tutuklu bulunan HDP E. Genel Başkanı Sayın Selahaddin Demirtaş’ı ziyaret ettik.

Tüm dostların selamlarını kendisine ilettik. Kendisin de tüm dostlara selamları var. Uzun bir aradan sonra çok verimli bir görüşme oldu. Çok arzu etmemize rağmen, önceki dönem Dîyarbekir Büyükşehir Belediyesi Eşbaşkanı Sayın Selçuklu Mızraklı ile hükümlü ve hafta sonu olması nedeniyle görüşemedik.

Elbette Mızraklı da, Demirtaş da asla suçlu değil, özgürlükleri hukuka rağmen kısıtlanmış insanlarımızdan ikisi. Demirtaş’ın, yüzlerce Kürd siyasi şahsiyeti gibi, 8 yıldır hukuka aykırı bir şekilde tutuklu veya hükümlü olması Türkiye ve Kürdistan halkına yapılan bir kötülüktür.

Yıllar sonra Demirtaş’ı tam bir tevekkül ve barış insanı olarak gördüm. Tüm gayreti toplumsal barışın inşası…

Toplumsal barışın ihtiyaç olduğunu, mevcut aktörlerin barışması ile bu barışın tam olarak sağlanmasının mümkün olmadığını, barışı tüm toplum katmanlarına yaymak gerektiğini belirtti. Bu çerçevede herkes ve her kesimle görüşmenin elzem olduğunu belirtti.

Kendisinin de bu barışa dair sorumluluk almak istediğini, buna kendini mecbur hissettiğini söyleyen Demirtaş; bu rolü cezaevinde değil, ancak cezaevi kapısının dışında oynayabileceğini dile getirdi. Cezaevi koşullarında asla böyle bir müzakereye katılmayacağı manasında anladım

Kandil veya Öcalan’ın durumu ve konumu farklı olabilir, Öcalan ile cezaevinde de görüşme olmuş, bundan sonra da olabilir.Ama sivil Kürd siyasetinin rehin tutulduğu bir denklemde Kürd meselesini konuşmanın zemini yoktur.”

Paylaşın