Esad’ın Suriye’deki Son Saatleri: Güvensizlik, Umutsuzluk Ve Kaçış

Birleşik Krallık merkezli Reuters, Beşar Esad’ın dramatik son günlerini bilen 14 kişiyle yapılan röportajlara dayanarak yayınladığı habere göre, Esad’ın gizlilik içinde gerçekleşen kaçışını, yardımcıları ve aile üyeleri dahi bilmiyordu.

Beşar Esad, 8 Aralık’ta ülkeden ayrılmadan birkaç saat önce üst düzey askeri ve güvenlik yetkililerine, Rus takviye kuvvetlerinin yakında geleceği konusunda güvence vererek, yerlerini korumaları çağrısında bulunmuştu. Onların haberi olmadan, Esad çoktan kaçışını planlamıştı.

Reuters haber ajansına göre Suriye’yi 24 yıl yöneten, son 13 yılındaki iç savaşta muhaliflerini güç kullanarak bastırmaya çalışan Beşar Esad, rejimi çöktüğü sırada yaptığı Suriye’den kaçma planları hakkında neredeyse hiç kimseye güvenmedi.

Esad’ın destekçisi Rusya’ya kaçmadan önceki son saatleri hakkında bilgi sahibi olan ondan fazla kişi Reuters’a, Esad’ın yardımcılarının, yetkililerin ve hatta akrabalarının kandırıldığını ya da bu kişilere hiçbir bilgi verilmediğini söyledi.

Esad, Moskova’ya kaçmadan saatler önce Cumartesi günü Savunma Bakanlığı’nda yaklaşık 30 ordu ve güvenlik yetkilisinin katıldığı bir toplantı düzenledi. Toplantıda hazır bulunan ve isminin açıklanmasını istemeyen bir komutana göre Esad, Rus askeri desteğinin yolda olduğu konusunda güvence verdi ve kara kuvvetlerine direnmeleri çağrısında bulundu.

Suriye’nin devrik cumhurbaşkanının ülkeyi terk edeceğinden sivil personelin haberi yoktu. Yakın çevresinden bir yardımcısına göre Esad, Cumartesi günü işini bitirdiğinde Cumhurbaşkanlığı Ofisi Müdürü’ne konutuna gideceğini söyledi ama bunun yerine havaalanına gitti.

Aynı yardımcının aktardığına göre Esad ayrıca basın danışmanı Buseyna Şaban’ı arayarak kendisine bir konuşma yazması için konutuna gelmesini istedi. Ancak Şaban, geldiğinde orada kimsenin olmadığını gördü.

Bölgesel düşünce kuruluşu Arap Reform Girişimi’nin direktörü Nadim Houri, olayları yorumlarken, “Esad son bir direniş bile göstermedi. Kendi birliklerini bile toplamadı. Destekçilerini kendi kaderleriyle yüzleşmeye bıraktı” dedi.

Reuters, Moskova’da siyasi sığınma hakkı tanınan Esad’a ulaşamadı. Esat’ın iktidardaki son günlerini ve saatlerini bilen 14 kişiyle yapılan röportajlar, 8 Aralık Pazar günü erken saatlerde Suriye’den ayrılışını planlamak için hile ve gizliliğe başvurmadan önce 24 yıllık iktidarını uzatmak için dışarıdan yardım arayan bir lider portresi çiziyor.

Aralarında Esad’ın yakın çevresindeki yardımcıları, bölgesel diplomatlar ve güvenlik kaynakları ile üst düzey İranlı yetkililerin de bulunduğu kaynakların çoğu, hassas konuların özgürce tartışılabilmesi için isimlerinin gizli tutulmasını istedi.

Üç yardımcısına göre Esad, ordunun elit 4. Zırhlı Tümeni’nin komutanı olan küçük kardeşi Mahir’i bile ülkeyi terk etme planından haberdar etmedi. Bu kişilerden biri, Mahir’in bir helikopterle Irak’a, oradan da Rusya’ya uçtuğunu söyledi.

Suriyeli bir yetkili ve Lübnanlı bir güvenlik yetkilisine göre, başkent Şam muhaliflerin eline geçerken Esad’ın kuzenleri Ehab ve Eyad Mahluf da benzer şekilde geride kaldı.

Yetkililer, iki kuzenin arabayla Lübnan’a kaçmaya çalıştıklarını ancak yolda isyancılar tarafından pusuya düşürüldüklerini söyledi. Ehab’ın vurularak öldürüldüğü, Eyad’ın ise yaralandığı belirtildi. Ehab’ın ölümüyle ilgili resmi bir doğrulama yapılmadı. Reuters da olayı bağımsız olarak doğrulayamadı.

Radara yakalanmamak için alçaktan uçuş

Bölgedeki iki diplomat, Esad’ın 8 Aralık Pazar günü başkente saldıran muhaliflere yakalanmamak için kaçarken uçağın vericisinin kapatıldığını söyledi. Uçağın radara görünmemek için alçaktan uçtuğu, Esad’ın böylece Şam’dan kaçtığı aktarıldı.

Bu dramatik kaçış, Esad’ın 24 yıllık, ailesinin ise yarım asırlık kesintisiz iktidarını sona erdirdi ve 13 yıllık iç savaşı bitirdi.

Esat, Suriye’nin kıyı kenti Lazkiye’deki Rusya’ya ait Hmeymim Hava Üssü’ne, oradan da Moskova’ya uçtu. Yakınında bulunan üç eski yardımcısı ve üst düzey bir bölge yetkilisine göre, eşi Esma ve üç çocuğu, Rusya’nın başkenti Moskova’da Beşar Esad’ı bekliyordu.

Şam’daki Cumhurbaşkanlığı kompleksine akın eden isyancılar ve vatandaşlar tarafından çekilen ve sosyal medyada paylaşılan Esad’ın konutunun videoları, ocakta pişmiş yemek ve aile fotoğraf albümleri gibi geride birkaç kişisel eşyanın bırakıldığı ve konuttan aceleyle çıkıldığını gösteriyor.

2015’teki müdahalesiyle iç savaşın gidişatını Esad lehine çeviren Rusya’dan ya da diğer sadık müttefiki İran’dan askeri bir kurtarma hamlesi de gelmedi.

Reuters’in görüştüğü kişilere göre bu durum, Esad’ın iktidara tutunmak ve güvenliğini sağlamak için umutsuz bir yarış içinde çeşitli çevrelerden yardım istediği kaçışından önceki günlerde kendisine açıkça ifade edilmişti.

Bölgedeki üç diplomat, Esad’ın 28 Kasım’da, Suriyeli muhalif güçlerin kuzeydeki Halep vilayetine saldırmasından bir gün sonra Moskova’yı ziyaret ettiğini söyledi. Diplomatlar, Esad’ın askeri müdahale taleplerinin, müdahale etmeye isteksiz olan Kremlin’de karşılık bulmadığını kaydetti.

Suriye’deki ana muhalefetin yurtdışındaki lideri Hadi El Bahra, Esat’ın yakın çevresinden bir kaynağa ve bölgesel bir yetkiliye dayanarak, Esad’ın ülkedeki yardımcılarına durumun gerçekliğini aktarmadığını söyledi. Bahra, “Moskova gezisinden sonra komutanlarına ve arkadaşlarına askeri desteğin geleceğini söyledi. Onlara yalan söylüyordu. Moskova’dan aldığı mesaj olumsuzdu” dedi.

Bu ziyaretten dört gün sonra, 2 Aralık’ta İran Dışişleri Bakanı Abbas Arakçı Şam’da Esad ile bir araya geldi. O sırada muhalif İslamcı grup Heyet Tahrir el-Şam (HTŞ), Suriye’nin ikinci büyük kenti Halep’in kontrolünü ele geçirmişti ve hükümet güçleri çökerken güneye doğru ilerliyorlardı.

Reuters’a konuşan İranlı üst düzey bir diplomat, Esad’ın toplantı sırasında gözle görülür şekilde sıkıntılı olduğunu ve ordusunun etkili bir direniş gösteremeyecek kadar zayıfladığını kabul ettiğini söyledi.

Ancak İranlı iki üst düzey yetkiliye göre Esad, Tahran’dan Suriye’ye güç göndermesini hiç talep etmedi ve İsrail’in böyle bir müdahaleyi Suriye’deki İran güçlerini ve hatta İran’ın kendisini hedef almak için bir neden olarak kullanabileceğini anladığını dile getirdi.

Seçeneklerini tüketen Esad, sonunda çöküşün kaçınılmaz olduğunu kabul etti ve ülkeyi terk etmeye karar vererek ailesinin 1971’den beri süren yönetimine son verdi.

Yakın çevresinden üç kişi, muhalifler Halep ve Humus’u ele geçirip Şam’a doğru ilerlerken Esad’ın başlangıçta Birleşik Arap Emirlikleri’ne (BAE) sığınmak istediğini söyledi. BAE’nin muhaliflere karşı kimyasal silah kullandığı iddiasıyla ABD ve Avrupa yaptırımlarına maruz kalan bir kişiyi barındırdığı için uluslararası tepkiden çekindiği ifade edildi. BAE hükümeti yorum talebine yanıt vermedi.

Ancak isminin açıklanmaması kaydıyla konuşan bir Rus diplomatik kaynağa göre Moskova, askeri müdahalede bulunmak istememekle birlikte Esad’ı hemen terk etmeye de hazır değildi.

İki bölgesel yetkili, Cumartesi ve Pazar günleri Katar’da düzenlenen Doha Forumu’na katılan Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov’un, Esad’ın güvenliğini sağlamak için diplomatik çabalara öncülük ettiğini, Türkiye ve Katar’ın HTŞ ile olan bağlantılarını kullanarak Esat’ın Rusya’ya güvenli bir şekilde gitmesini sağlamaya çalıştığını söyledi.

Batılı bir güvenlik kaynağı, Lavrov’un Esat’ın güvenli bir şekilde ayrılmasını sağlamak için “elinden geleni” yaptığını aktardı.

Kaynaklardan üçü, her iki ülkenin de ABD ve BM tarafından terör örgütü olarak tanımlanan HTŞ ile temasları olmadığını resmi olarak belirtmelerine rağmen, Katar ve Türkiye’nin Esad’ın çıkışını kolaylaştırmak için HTŞ ile anlaşmalar yaptığını savundu.

Üç kaynağa göre Moskova ayrıca Esad’ın içinde bulunduğu ve Suriye hava sahasını terk eden bir Rus uçağının engellenmemesi ya da hedef alınmaması için komşu ülkelerle koordinasyon halindeydi.

Katar Dışişleri Bakanlığı, Esat’ın çıkışıyla ilgili sorulara yanıt vermezken, Reuters yorum için HTŞ’ye ulaşamadı. Bir Türk hükümet yetkilisi, Rusya’nın Esat’ın uçuşu için Türk hava sahasını kullanma talebi olmadığını söyledi ancak Ankara’nın kaçışı kolaylaştırmak için HTŞ ile çalışıp çalışmadığına değinmedi.

Esat’ın son Başbakanı Muhammed Celali, Cumartesi gecesi saat 22.30’da devrik Cumhurbaşkanı ile telefonda konuştuğunu anlattı.

Celali, bu hafta Suudi Arabistan’a ait Al Arabiya televizyonuna verdiği demeçte, “Son telefon görüşmemizde kendisine durumun ne kadar zor olduğunu ve Humus’tan Lazkiye’ye doğru büyük bir göçün yaşandığını söyledim. Sokaklarda panik ve dehşet vardı” dedi.

“O da ‘Yarın göreceğiz’ diye cevap verdi” diye konuşan Celali, “’Yarın, yarın’, bana söylediği son şeydi” ifadesini kullandı. Celali, Pazar günü şafak sökerken Esad’ı tekrar aramaya çalıştığını ancak yanıt alamadığını söyledi.

(Kaynak: VOA Türkçe)

Paylaşın

2026 Dünya Kupası Elemeleri: A Milli Erkek Futbol Takımın Rakipleri Belli Oldu

A Milli Erkek Futbol Takımı, 2026 Dünya Kupası Avrupa Elemeleri’nde E Grubu’nda yer aldı: İspanya / Hollanda Uluslar Ligi Çeyrek Final galibi, Türkiye, Gürcistan, Bulgaristan.

Haber Merkezi / Eleme maçları, 4 takımlı gruplarda Eylül 2025’te, 5 takımlı gruplarda ise Mart 2025’te başlayacak. Tüm eleme grubu karşılaşmaları 2025 yılının kasım ayında tamamlanacak.

Amerika Birleşik Devletleri (ABD), Meksika ve Kanada’nın ortaklaşa ev sahipliği yapacağı 2026 FIFA Dünya Kupası Avrupa Elemeleri’nin grup aşaması kuraları bugün çekildi.

FIFA’nın İsviçre’nin Zürih kentinde bulunan merkezinde gerçekleştirilen kura çekiminde 2. torbada yer alan Türkiye; E Grubu’nda UEFA Uluslar Ligi’nde çeyrek finalde karşılaşacak olan İspanya/Hollanda maçının galibi, Gürcistan ve Bulgaristan ile eşleşti.

54 ülkenin katıldığı kura çekiminin ardından 6’sı 5, 6’sı 4 takımlı olmak üzere toplam 12 eleme grubu belli oldu. UEFA Uluslar Ligi’nde A Ligi’ne yükselmek için Macaristan ile play-off müsabakaları oynayacak olan Ay-Yıldızlılar, 2026 Dünya Kupası Avrupa Elemeleri’nde 4’lü grup olan E Grubu’nda yer aldı. 2026 Dünya Kupası Avrupa Elemeleri’nde maçlar 4 takımlı gruplarda Eylül 2025’te, 5 takımlı gruplarda ise Mart 2025’te başlayacak. Tüm eleme grubu karşılaşmaları 2025 yılının kasım ayında tamamlanacak.

2026 FIFA Dünya Kupası Avrupa Elemeleri Grupları

A Grubu: Almanya/İtalya Uluslar Ligi Çeyrek Final galibi, Slovakya, Kuzey İrlanda, Lüksemburg
B Grubu: İsviçre, İsveç, Slovenya, Kosova
C Grubu: Portekiz/Danimarka Uluslar Ligi Çeyrek Final mağlubu, Yunanistan, İskoçya, Belarus
D Grubu: Fransa/Hırvatistan Uluslar Ligi Çeyrek Final galibi, Ukrayna, İzlanda, Azerbaycan
E Grubu: İspanya/Hollanda Uluslar Ligi Çeyrek Final galibi, Türkiye, Gürcistan, Bulgaristan
F Grubu: Portekiz/Danimarka Uluslar Ligi Çeyrek Final galibi, Macaristan, İrlanda Cumhuriyeti, Ermenistan

G Grubu: İspanya/Hollanda Uluslar Ligi Çeyrek Final mağlubu, Polonya, Finlandiya, Litvanya, Malta
H Grubu: Avusturya, Romanya, Bosna Hersek, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi, San Marino
I Grubu: Almanya/İtalya Uluslar Ligi Çeyrek Final mağlubu, Norveç, İsrail, Estonya, Moldova
J Grubu: Belçika, Galler, Kuzey Makedonya, Kazakistan, Lihtenştayn
K Grubu: İngiltere, Sırbistan, Arnavutluk, Letonya, Andorra
L Grubu: Fransa/Hırvatistan Uluslar Ligi Çeyrek Final mağlubu, Çekya, Karadağ, Faroe Adaları, Cebelitarık

Kura çekiminde Türkiye Futbol Federasyonu’nu (TFF) Başkanı İbrahim Ethem Hacıosmanoğlu, Başkan Vekili Ceyhun Kazancı, Genel Sekreter Abdullah Ayaz, A Millî Takım Teknik Direktörü Vincenzo Montella, TFF Başdanışmanı Yusuf Yerkel, Dış İlişkiler ve Millî Takımlar İdari Direktörü Buğra İmamoğulları ile A ve U21 Millî Takım İdari Müdürü Mert Tuncay temsil etti.

TFF Başkanı İbrahim Ethem Hacıosmanoğlu, 2026 FIFA Dünya Kupası Avrupa Elemeleri kura çekiminin ardından grubumuzu değerlendirdi. Hacıosmanoğlu, “Dengeli bir grup. İyi mücadele olacak, takımların güçlü olması da bizim lehimize. İki komşu ülkeyle maç yapacağız. Uzun zamandır Bulgaristan ile eşleşmemiştik. İspanya/Hollanda maçında mecbur İspanya’yı yenmesi için Hollanda’yı tutacağız. Çünkü Hollanda ile Avrupa Şampiyonası’ndan kalma hesabımız var. İspanya’yı yenmeleri için onları destekleyeceğiz. Sonrasında biz kendi işimize bakacağız. Genç ve karakterli bir kadromuz var. Biz onlara elimizden gelen yardımı yapacağız, onlar da sahada gerekeni yapacak. Son olarak 2002’de Dünya Kupası’na gitmiştik. İnşallah 22 sene sonra bu bekleyişe son verip Amerika’ya gideceğiz.” diye konuştu.

TFF Başkan Vekili, İcra Kurulu Üyesi, Millî Takımlar, FIFA ve UEFA İlişkilerinden Sorumlu Yönetim Kurulu Üyesi Ceyhun Kazancı iç sahadaki maçların önemine vurgu yaptı. Kazancı, “İlk torbadan İspanya-Hollanda galibi çıktı. 3. ve 4. torbalardan da güçlü takımlar geldi. Bu grupta her şey olabilir. Gürcistan çıkışta olan bir takım. İç sahada güçlü oyunlarla üç rakibimizi de yenmemiz lazım. Maçlara Eylül 2025’te başlayacağız. İlk müsabakaya 9 ay var. İnşallah direkt gideceğiz. O zamana kadar daha da deneyim kazanacağız.” ifadelerini kullandı.

A Milli Erkek Futbol Takım Teknik Direktörü Vincenzo Montella zorlu mücadele için hazır olduklarını söyledi. Montella, “Belki en zor gruplardan birine düştük. Ancak her takım için hazırız. Rakip fark etmez. İyi takımlarla oynamak futbolcularımızı daha fazla motive eder diye düşünüyorum. İspanya son turnuvanın galibi. 3. torbadan da zor rakiplerden biri, Gürcistan geldi. 4. torbanın en yüksek puanlı takımı Bulgaristan geldi ama fark etmez. Biz hazırız. İyi ve genç bir takıma sahibiz. Futbolcularımız tecrübe kazanıyor. İnanıyorum ki böyle yüksek seviyede maçlar oynamamız futbolcularımızı fiziksel ve zihinsel olarak geliştirecektir. Dünya Kupası’nda 22 yıldır yokuz. Bu çok uzun bir süre ama biz bu gruba hazırız ve kazanmak istiyoruz. Kazanamasak da ikinci olup play-offla şansımızı devam ettirmek istiyoruz.” açıklamasında bulundu.

Avrupa’dan 16 takım yer alacak

Toplam 48 takımın mücadele edeceği 2026 FIFA Dünya Kupası’nda Avrupa’dan 16 takım katılacak. Dünya Kupası eleme gruplarında ilk sırayı alan 12 takım, finallere doğrudan katılım hakkı kazanacak. Dünya Kupası eleme gruplarını ikinci bitiren 12 takım ile Dünya Kupası Elemeleri’nde ilk ikiye giremeyen ancak 2024-25 UEFA Uluslar Ligi genel sıralamasında en üst sırada yer alan 4 grup birincisi, toplam 16 takım olacak şekilde dörderli 4 yola ayrılacak ve tek ayaklı yarı final ve final maçları sonucunda her yoldan 1’er takım daha (toplam 4) 2026 FIFA Dünya Kupası finallerine katılma hakkı kazanacak.

2026 Dünya Kupası’nda 12 grupta 48 takım mücadele edecek ve organizasyon boyunca toplam 104 maç yapılacak. Dünyanın en önemli futbol turnuvasının açılış maçı, 11 Haziran 2026 tarihinde Meksika’nın başkenti Meksiko’daki 83 bin kişilik Azteca Stadı’nda oynanacak. 2026 Dünya Kupası’nın final maçı, 19 Temmuz 2026’da ABD’nin New Jersey eyaletindeki 82 bin 500 kişilik MetLife Stadyumu’nda yapılacak.

(Kaynak: TFF)

Paylaşın

Ekrem İmamoğlu’ndan “Suriyeliler” Açıklaması: Dönmek İsteyenlere Desteğe Hazırız

İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu, “Bugün 2 milyona yakın Suriye vatandaşına ev sahipliği yapan İstanbul, savaştan çıkan kentlerin sosyal ve ekonomik gelişmesinde Suriye’ye en üst düzeyde destek olmaya kararlıdır” dedi ve ekledi:

“Sevdiklerini, evlerini ve tüm mal varlıklarını bırakacak çevre ülkelere giden Suriyeliler yeni bir bedel ödememeli. Bu yüzden geri dönerek ülkelerini yeniden inşa etmek isteyenlere elimizden gelen her türlü desteğe hazırız.”

Orta Doğu ve Kuzey Afrika şehirlerinin belediye başkanları ve temsilcileri “barış ve işbirliği” başlığıyla İstanbul’da bir araya geldi. Etkinliğe ev sahipliği yapan İstanbul Büyükşehir Belediye (İBB) Başkanı Ekrem İmamoğlu, Suriye’de yaşanan gelişmelere değindi.

Cumhuriyet’in aktardığına göre; Ekrem İmamoğlu, ODKA açılış konuşmasında şunları söyledi: “Sizleri bugün, İstanbul’da, tarihin mirası ile günümüzün dinamizmini bir araya getiren Feshane’de bulunuyoruz. 19. yüzyılın ilk yarısında fes imâl eden bu sanayi tesisi, bugün kütüphanesi ve sergi alanlarıyla bir kültür merkezi. Feshane de İstanbul gibi, bölgemizin kültürel zenginliğini, direncini ve kendini yenileyebilme gücünü simgeliyor. Bugün, Orta Doğu ve Kuzey Afrika şehirlerinin temsilcileri olarak, barış ve iş birliği vizyonuyla bir araya geldik.

Çünkü yoksulluk, adaletsizlik, savaş ve göç gibi sınır aşan pek çok sorunun birlikte yaşandığı bu dönemde, biz yerel yöneticilere tarihi bir sorumluluk düşüyor. Ukrayna’da, Gazze’de, Lübnan’da ve Suriye’de yaşananlar, bize önemli bir gerçeği bir kez daha hatırlatıyor: Komşumuzda istikrarsızlık ve çatışma varken, biz ne refah ne de güven içinde olabiliriz. Bu nedenle birlikte hareket etmeliyiz. Yalnızca krizleri yönetmekle kalmamalı, şehirlerimizde yaşayanların refahını arttıracak bir gelecek vizyonu ortaya koymalıyız.”

“Bugün karşılaştığımız zorluklar ne olursa olsun, unutmayalım ki, Orta Doğu ve Kuzey Afrika’nın tarihsel mirasında barış, refah ve bilimin önemli bir yeri vardır.  Hep var olmuştur. Bu miras, bize, bölgemizin en parlak dönemlerinin yalnızca güçlü liderlere değil, şehirleri, toplumları ve kültürleri birbirine bağlayan ilişkilere dayandığını hatırlatır. Örneğin; İskenderiye’nin ünlü kütüphanesi, farklı medeniyetlerin bilgisine ev sahipliği yaptı. Aynı dönemde, Bergama’da da rakip bir kütüphane kuruldu.

Tarih, bu dönemlerde şehirlerin, orduları ile değil, kütüphaneleriyle yarıştıklarına tanık oldu. Abbasi Halifeliği’nin Bağdat’ı, bilginin ve bilimin merkeziydi. Beyt-ül Hikme’de üretilen bilgi, yalnızca İslam dünyasını değil, Avrupa Rönesansını da besledi. Osmanlı İmparatorluğu ise, merkezi İstanbul olmakla birlikte, gücünü Halep, Şam, Bağdat, Kahire, Tunus gibi çok kültürlü şehirlerin oluşturduğu ağlardan aldı. Bu şehirler, Doğu Akdeniz’den Balkanlar’a, Karadeniz’den Hint Okyanusu’na halkları ve ekonomileri birbirine bağlayan köprüler oldu.”

“Suriye çok ağır bir bedel ödedi”

“Bugün burada, bu iş birliği ve ilişki ağlarını yeniden nasıl canlandırabileceğimizi birlikte konuşacağız. Elbette barışı korumanın kolay olduğunu kimse iddia edemez; özellikle de günümüzde. Güney komşumuz Suriye’de, 61 yıllık Baas rejiminin 10 gün içinde yıkılışını izledik. 13 yıllık iç savaş sürecinde, Suriye çok ağır bir bedel ödedi. 600 bine yakın Suriyeli, ne yazık ki iç savaşta hayatını kaybetti.

Nüfusun yarısından fazlası yerlerinden edildi; ya ülke içinde ya da Türkiye, Lübnan, Ürdün başta olmak üzere, komşu ülkelerde farklı şehirlere sığındılar. Altyapı, yollar, hastaneler, okullar tahrip edildi; ekonomi, eğitim ve sağlık sistemi çöktü. Suriye halkı, bir savaş travması ve belirsizlik içerisinde.”

“Suriye’deki yıkımın sorumlusu, yalnızca halkına baskı yapan ve yıllarca sıkıntı çektiren, halkını yok sayan bir otokratik rejim değildir. Suriye’nin bugünkü durumu, aynı zamanda ülkenin etnik ve dini farklılıklarını çıkarları için kullanan, bir taraftan Suriye’nin toprak bütünlüğünden bahsedip, diğer taraftan ülkeyi parçalamaya uğraşanların eseridir. Büyük bir direnç gösteren, kendi kaderine sahip çıkan Suriye halkı, şimdi ülkelerini ve demokratik kurumlarını yeniden inşa etmek için çalışacak.

Yapmak, yıkmaktan çok daha zordur. Önümüzde çok çetin bir süreç var. Temennimiz ve arzumuz, Türkiye için neyse Suriye için de odur: Özgür, bağımsız, kapsayıcı ve demokratik bir Suriye. Bu noktada, terör örgütlerinin istikrarsızlıktan ya da yoksunluktan faydalanarak Suriye halkını istismar etmelerinin engellenmesi hayati önem taşıyor. Bu konuda biz yerel yöneticilere de çok önemli sorumluluklar düşüyor.”

“Bugün 2 milyona yakın Suriye vatandaşına ev sahipliği yapan İstanbul, savaştan çıkan kentlerin sosyal ve ekonomik gelişmesinde, Suriye’ye en üst seviyede destek olmaya kararlıdır. Sevdiklerini, evlerini ve tüm mal varlıklarını bırakarak, Türkiye ve civar ülkelere giden Suriyeliler, yurtlarına geri döndüklerinde yeni bir bedel ödememeli. Bu yüzden, geri dönerek ülkelerini yeniden inşa etmek isteyenlere, elimizden gelen her türlü desteği vermeye hazırız.

Gönüllü olarak geri dönmek isteyenlere, İBB Sanat ve Meslek Eğitimi Kursları İSMEK’lerde, belediyecilikten zanaatkarlığa pek çok alanda eğitim verebiliriz. Kardeş şehrimiz Şam’la çatışma sonrası kentlere yönelik bir eylem planını onlarla birlikte hazırlayabiliriz. Bu çerçevede; kapsayıcılık, kalkınma ve refah ilkeleri üzerine oturan ‘İstanbul Modeli’nin birikiminin ve geliştirdiğimiz pek çok ‘dayanışma belediyeciliği’ uygulamasının, bölgedeki büyük şehirlere ilham kaynağı olabileceğini biliyorum ve düşünüyorum. İBB olarak, afet ve acil durum sonrası müdahaleler konusundaki tecrübemizi dahil olmak üzere, her türlü bilgi birikimimizi paylaşmaya hazırız.”

“Suriye’de yeni bir dönem başlarken, Gazze’de savaş ve yıkım ne yazık ki sürüyor. Son 13 ayda hayatını kaybedenlerin sayısı, 45,000’e yaklaştı. Bunlardan yüzde 70’i kadın ve çocuk. Filistin halkı, topraklarına geri dönüş ve bağımsızlık için onlarca yıldır mücadele ediyor. Ancak durumları her geçen gün daha da zorlaşıyor. 5 milyondan fazla Filistinli mülteci, vatansızlık ve en temel haklarından mahrum kalmakla karşı karşıya. Filistin davasının adil ve kalıcı bir şekilde çözülmesi, yalnızca bölgesel istikrar için değil, küresel adalet ve barış için de kritik öneme sahiptir.

Oysa uluslararası toplumun önemli bir kısmı, Filistinlerin yaşamakta olduğu trajediye de İsrail’in bölgedeki fütursuz saldırılarına ve yayılma politikalarına karşı da dilsiz ve sağır. Barış için silahların susması yetmez, insanların güvenlik ve huzur bulması gerekir. Silahların sustuğu durumlarda bile, savaşların ve politik istikrarsızlığın mirası olan göç, yoksulluk, işsizlik ve eşitsizlik devam ediyor.

Yoksulluk sınırının altında yaşayanların sayısı, 190 milyonu aştı. Gençlerimizin yaklaşık yüzde 30’u işsiz. Bu oran, dünya ortalamasının iki katı. İklim değişikliği ve su kıtlığı, şehirleri doğrudan etkiliyor. Burada bulunan arkadaşlarımın bölgesindeki iklim değişikliği ve su kıtlığı, şehirleri doğrudan etkiliyor. Hepiniz bunu yaşıyorsunuz. Orta Doğu ve Kuzey Afrika, kişi başına düşen su miktarı açısından dünyanın en fakir bölgesi.

Ekonomik zorluklar ve iklim değişikliğinden kaynaklanan göçler, bölgemizin toplumsal yapısını derinden sarsıyor. Gelir eşitsizliği derinleşirken, halkların yönetimlere olan güveni azalıyor, siyasal istikrarsızlık artıyor. Güvensizlik ve istikrarsızlık, insanları önce köktenci arayışlara sürüklüyor, sonra da iç çatışmalar ve savaşlara itiyor.

Savaş, göç ve yoksulluk, hepimizin ortak insanlık değerlerine meydan okuyor. Bu sorunlarla mücadele, sınırların ötesine uzanan bir dayanışmayı ve çabayı zorunlu kılıyor. Ancak bugün, siyasi engeller ve gerilimler, şehirlerimizi birbirinden koparmış, hatta düşmanlaştırmış durumda. Bu gidişatı hep birlikte değiştirmek zorundayız. Başlattığımız bu girişim, Orta Doğu ve Kuzey Afrika şehirlerinin uluslararası ilişkilerde artan rollerini ön plana daha güçlü bir şekilde çıkarmayı hedefliyor.

Orta Doğu gibi, çatışmaların yoğun yaşandığı bölgelerde, şehirler gerilimleri azaltarak, uzlaşmanın merkezleri haline, güçlü ve güzel yaşamın merkezleri haline, her birimizin çabasıyla gelebilir. Vatandaşlara en yakın, her gün dokunan, onlarla birlikte yaşayan idari yapılar olan kentler, katılımcı politikalarla, büyük çatışmaların temelinde yatan eşitsizliklerin giderilmesine önemli katkılarda bulunabilir.

Bu tarihi toplantıyı açarken, şehirlerin barış, istikrar ve kalkınmayı teşvik etme rolünü güçlendirmek adına bir yol haritası sunuyorum. Orta Doğu ve Kuzey Afrika şehirleri arasında bir barış ve refah ağı kurarak, sürekli diyalog ve bilgi paylaşımı içerisinde ortak projeler geliştirelim. Ortak coğrafyamızın yaşadığı sarsıcı dönüşümler karşısında, özellikle çatışma sonrası toplumlarda kentsel kalkınmayı hızlandıracak kurumsal bir bilgi birikimini oluşturmamız ve bunu birlikte geliştirmemiz gerekiyor. Gelin hep birlikte, savaştan çıkan kentlere, insan ayırımı yapmaksızın bölgesel destek mekanizmaları kuralım.

En başarılı projelerimizi birbirimizle paylaşalım. Sınır ötesi girişimleri teşvik ederek, ortak sanat etkinliklerinden ticaret fuarlarına ve kentsel planlama projelerine kadar, kültürel ve ekonomik değişimleri, güçlü şehirlerimiz öncülüğünde geliştirelim. Birleşmiş Milletler gibi uluslararası aktörlerle çalışarak, şehirlerin barış inşasında kilit aktörler olarak tanınmasını ve desteklenmesini sağlayan girişimleri hep birlikte başlatalım. Uluslararası toplumun, bölgemizdeki çatışmalardan zarar görmüş kentler için bir yeniden güçlü imar fonu oluşturmasına sözcülük ve liderlik yapalım.

Bu fon sayesinde, sadece kentlerin yeniden inşa edilmelerini değil, başka topraklara sığınmak zorunda kalan milyonlarca insanın evlerine onurlu biçimde dönmelerini hep birlikte mümkün kılalım. Bugün, İstanbul’dan, Orta Doğu ve Kuzey Afrika şehirlerinin, yeniliğin ve dayanıklılığın sağlam kaleleri olduğu bir gelecek hayal ettiğimizi bütün dünyaya en güçlü şekilde duyuralım. İstanbullular olarak, bu ilk toplantımıza ev sahipliği yapmaktan büyük onur duymaktayım. Dilerim ki; bugün tohumlarını attığımız bu birliktelik ve dayanışma da tıpkı üç yıl önce aynı hayallerle kurduğumuz B40 Balkan Şehirleri Ağı gibi büyüsün ve güçlensin, birbirimizi birlikte olmaya doğru güzel bir geleceğe kavuştursun.

Bu tarihi toplantıyı, oluşan barış ve iş birliğine yönelik güçlü irademizi, yarın aramıza katılacak yeni belediye başkanlarımızın da okuduğunda ilham alacağı ve davete icabet etmekte kendisini hararetli kılacağı, tüm dünyaya duyuracağımız ortak beyanımızı sizlerle oluşturacak şekiliyle sabırsızlıkla beklediğimi ifade ediyorum. Bu anlamlı buluşmaya katıldığınız ve böylesi bir iradenin kurucusu olma iradesini ortaya koyma duygunuzu kabul ettiğiniz ve buraya geldiğiniz için her birinize teşekkür ediyorum.”

Toplantı, İmamoğlu’nun açılış konuşmasının ardından, gün boyu oturumlarla devam etti. “Barış İnşasında Şehirlerin Rolü: Fırsatlar ve Zorluklar” başlıklı oturumun konuşmacıları; Bağdat Belediye Başkanı Ammar Mousa Kadhim, Ramallah Belediye Başkanı Issa Kassis, İsfahan Belediye Başkan Yardımcısı Kamal Heidari, Adana Büyükşehir Belediye Başkanı Zeydan Karalar ve İBB Genel Sekreter Yardımcısı Mahir Polat oldu.

“Demokrasi, çoğunluğun yönettiği bir duyguyu kapsar”

Oturumu yöneten İmamoğlu, yaptığı değerlendirme konuşmasında özetle şu ifadeleri kullandı: “İstanbul, bugün özellikle sığınmacı misafirleriyle birlikte, neredeyse aktif bir biçimde 20 milyona yakın insana hizmet ediyor. Yani aslında baktığımızda, bu masada bulunan halkların kendi yaşadığı bölgedeki en güçlü izleri, İstanbul’da şu an yaşayabilirler. Ve bu, bugüne dair değil. Tereddütsüz ifade ediyorum ki; kuzeyden güneye, en doğudan en batıya burada bulunan dostlarımız, kendi şehirlerinden izleri İstanbul’da bulabilirler. İçinde etnik kökenleri içinde mezhepleri, içinde farklı inançları güçlü bir şekilde hissedebilecekleri bir şehirdeyiz.

Demokrasi, çoğunluğun yönettiği bir duyguyu kapsar. Ama aynı zamanda bütün haklarını savunmak ve onu en güçlü şekilde eşit birey haline getirme duygusunu da korur. Bu kapsamda biz, özellikle tarih boyunca coğrafi merkez olan İstanbul’da, bu duyguyu en üst seviyede tutan, bireysel hak ve özgürlükleri, inançlarıyla ilgili ortamlarını kolaylaştırıcı çalışmaları yapmayı, kendi adımıza, bize binlerce yıllık tarihi sorumluluğun bugünkü sorumluları, muhafızları olarak görüyoruz.

Bu kapsamda böylesi kapsayıcı bir duyguyu, bu kadim kentte ortaya koyma bakış açısıyla olduğunda, inanınız ki Müslümanları, Hristiyanları, Musevileri ya da Türkleri, Kürtleri, Arapları ya da farklı mezhepleri kendi içinde barındıran bütün duygularla, her bireyi mutlu etme ve kendi özel yaşamında kendini güvende hissettiği bir şehir var etme duygusunu, tereddütsüz başımızın tacı ve önümüzdeki en birinci unsur olarak görüyoruz. Bu yönüyle hareket ettiğimizde, biz inanıyoruz ki, İstanbul’umuz, şehrimiz huzurlu olur. İnsanlarımız kendini güvende hisseder.

Ve biz inanıyoruz ki, bu duygu buradan başka şehirlere de dağılır. Sadece ülkemizde değil ve inanıyoruz ki sizin gibi çok yakınımızdaki komşularımıza geçer ve dayanışma içerisinde onlardan bize, bizlerden onlara pozitif duyguyu en güçlü şekilde birbirimize hissettiririz. Ve şu inançla ifade etmek isterim ki; Türkiye Cumhuriyeti Devleti olarak, her komşumuzun kendi içindeki bütün hak ve hukukun korunduğu, adaletin önde olduğu, huzurlu bir ülke olabilmesi, güvende bir olabilmesi, bizim için de bir güvencedir. Bizim de huzur içinde olmamız ve güvende olmamız, onlar için de bir güvencedir. İşte bu dayanışmayı, şehirlerden başlayan, ülkelerimize, sonra ülkeler arası diyaloğa taşıyan, iyi örneklerle birbirimize iyi olmayı hissettiren bir süreci var etmek…

O bakımdan gerçekten değerli bir başlığı, ‘Barış İnşasında Şehirlerin Rolü’ başlığını, çok güçlü kavramlarla tartıştık ve paylaştık. Özellikle güçlü bir biçimde İsfahan Belediye Başkan Yardımcımız Kamal Bey’in, bu buluşmanın bir kurumsallığa dönüşmesi noktasında önerisini de çok değerli bulduğumu ifade etmek isterim.

Umarım bu buluşma, bir sonraki buluşmayı, daha sonra da bunu kurumsal buluşmalara dönüştürerek, farklı şehirlerde de ev sahibi olmalarını sağlayıp, dayanışmayı daha üst seviyeye taşıyarak, yine farklı dünya ölçeğindeki kuruluşlara da altlık oluşturan, onlara daha farklı seviyedeki şehirlerin buluşmalarında oluşan duyguyu aktaran ve dünyayı temsil ettiğini düşünen kurumlarda da eşitsizliklerin ya da güven duygusunu ortadan kaldıracak duyguların var olmasını sağlayacak bir zemini oluşturan bir masaya dönüşebilir, diye de ifade etmek isterim. Ben, barışa dair güçlü ifadelerden ötürü bütün başkanları, bütün katılımcıları tebrik ediyorum.”

Paylaşın

ABD’den “SDG” Açıklaması; Ortaklık Vurgusu

ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken, Suriye’nin kuzeyinde ve doğusunda kontrolü sürdüren Suriye Demokratik Güçleri’nin (SGD) bu ülkede IŞİD’e karşı oynadığı role değinirken, ABD Ulusal Güvenlik Danışmanı Jake Sullivan, ABD’nin SDG ile ortaklığına bağlılığının derin ve kararlı olduğunu vurguladı.

IŞİD’e karşı mücadele misyonu ile ABD öncülüğünde 2015 yılında kurulan SDG, yıllardır Suriye’nin kuzeyi ve doğusunda IŞİD’in yenilgiye uğratıldığı toprakları yönetiyor. SDG’nin omurgasını Halk Savunma Birlikleri (YPG) oluşturuyor. Türkiye ise terör örgütü saydığı YPG’yi PKK’nın Suriye uzantısı olarak görüyor. Washington, Ankara’nın tepkisine rağmen IŞİD tehdidini gerekçe göstererek SDG ile iş birliğini sürdürüyor.

Amerika Birleşik Devletleri (ABD) Dışişleri Bakanı Blinken, Türkiye ziyareti öncesi Ürdün’de yaptığı açıklamada, Esad rejiminin devrilmesinin ardından yeni bir döneme girilen Suriye’deki gelişmelerle ilgili değerlendirmelerde bulundu.

“Türkiye’nin özellikle kendine sürekli tehdit oluşturan terör ve PKK” nedeniyle Suriye’de “ciddi ve açık bir menfaati” bulunduğunu kabul eden ABD Dışişleri Bakanı, “Aynı zamanda biz de Suriye’de yeni çatışmaların tetiklenmesinden kaçınmak istiyoruz” ifadesini kullandı.

Son günlerde ABD’nin bölgedeki birçok “ortağıyla” görüştüğünü belirten Blinken, herkesin Suriye’de “ortak çıkarlar doğrultusunda ilerlemeye” yönelik bir konsolidasyon sağlanması gerektiği konusunda mutabık olduğunu söyledi. ABD’li diplomat, “Bu sohbetleri Türkiye’de Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Dışişleri Bakanı (Hakan) Fidan ile devam ettireceğim” diye ekledi.

Blinken, Suriye’nin kuzeyinde ve doğusunda kontrolü sürdüren Suriye Demokratik Güçleri’nin (SGD) bu ülkede IŞİD’e karşı oynadığı role de değindi. ABD destekli bu Kürt güçlerin Suriye’de IŞİD’in yeniden güçlenmesinin önlenmesi bakımından “kritik” bir rolü olduğunu belirten Blinken, Suriye’de sağlıklı bir geçiş sürecinin arzu edildiği şu dönemde “IŞİD’in o çirkin yüzünü tekrar gösterememesini sağlamak zorunda olduklarını” vurguladı.

AK Parti Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken’ı Esenboğa Havalimanı’nda kabul etti. Görüşmede Dışişleri Bakanı Hakan Fidan da bulundu.

Beyaz Saray Ulusal Güvenlik Danışmanı Jake Sullivan Suriye konusunda Türkiye ile ciddi ve yoğun görüşmeler yaptıklarını söyledi. Sullivan, Merkez Kuvvetler Komutanı (CENTCOM) Erik Kurilla’nın iki gün önce Suriye Demokratik Güçleri’ni ziyaretine atıfta bulundu.

Suriye Demokratik Güçleri ve Türkiye’nin desteklediği isyancı gruplar arasındaki çatışmalarla ilgili soruyu cevaplayan Sullivan, ABD’nin Kürt ortaklarıyla da istişare içinde olduklarını belirtti.

Jake Sullivan, “Türkiye ile beklentilerimiz ve şu anda belirsiz olan durumda ilerlenecek en iyi yolun ne olduğu konusunda Türkiye ile görüşüyoruz. Kırılgan bir durum. Sürekli çalışma ve geliştirme gerektiren ve önümüzdeki süreçte bir numaralı öncelik olarak tedbirli olacağımız bir durum” ifadelerini kullandı.

Ulusal Güvenlik Danışmanı, ABD’nin Suriye Demokratik Güçleri ile ortaklığına bağlılığının derin ve kararlı olduğunu vurguladı. Jake Sullivan, “Bu taahhüt onlarla (SDG) IŞİD’e savaşmak için ortaklık içinde olduğumuz için var. SDG yalnızca IŞİD’den gelen tehdidin baskılanması konusunda değil aynı zamanda Suriye’nin doğusunda çok sayıda IŞİD teröristinin gözaltı merkezlerinde tutulmasında da son derece yetkin terörle mücadele ortakları oldular” dedi.

ABD’nin haftasonu Suriye’de IŞİD’e ait tesis ve çeşitli hedeflerin B-52 uçaklarıyla vurulduğu harekatını hatırlatan Jake Sullivan, “Bu devam eden çalışmanın sekteye uğramamasını sağlamak istiyoruz. İkinci olarak da IŞİD’in yenilgiye uğratılmasına yönelik devam eden çalışma konusundaki taahüdümüz oldukça güçlü bir şekilde yenilendi” ifadelerini kullandı.

Sullivan, “Bu harekatla, karşı karşıya kaldığımız her yerde IŞİD tehdidini vurmaya devam edeceğimizi ve bunu yapmak için de ortaklarımızla çalışacağımızı söylüyoruz” diye konuştu.

Paylaşın

OECD’den Türkiye’ye Uyarı: Ekonomi Küçülüyor

OECD, Türkiye’nin G20 ülkeleri arasında üçüncü çeyrekte büyüme kaydedemeyen az sayıda ülke arasında olduğunu belirtti. OECD, Türkiye ekonomisinin daralma gösterdiği bu dönemde, G20 ülkelerinin toplam büyüme oranı yüzde 0.7 olarak kaydetti.

Türkiye’nin üçüncü çeyrekte daralmaya devam etmesinin arkasında; iç talepteki zayıflama, enflasyonist baskılar ve sanayi üretimindeki gerileme gibi faktörlerin olduğu değerlendiriliyor.

Türkiye’nin sanayi üretimindeki düşüşün büyüme üzerinde belirgin bir baskı yarattığını vurgulayan OECD, “Sağlıklı bir ekonominin temel şartı olan üretim artışı gerçekleşmedikçe, büyüme ve enflasyonla mücadelede sürdürülebilir bir başarı elde etmek zor” değerlendirmesinde bulundu.

OECD’nin (Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü) 2024 yılı üçüncü çeyrek büyüme verilerine ilişkin yayımladığı rapor, küresel ekonomideki istikrarlı büyümeye karşın Türkiye’nin ekonomisindeki daralmayı gözler önüne serdi.

Karar’dan Büşra Akdaş’ın aktardığına göre; G20 ülkeleri arasında yer alan Türkiye, üçüncü çeyrekte yüzde -0.2 oranında küçülme kaydederek, ekonomik büyüme performansı açısından en zayıf ülkeler arasında yer aldı.

Türkiye ekonomisi, ikinci çeyrekte de yüzde -0.2 oranında daralma kaydederek negatif büyüme eğilimini sürdürdü. OECD raporunda, Türkiye’nin G20 ülkeleri arasında üçüncü çeyrekte büyüme kaydedemeyen az sayıda ülke arasında olduğu belirtildi. Rapora göre, Türkiye ekonomisinin daralma gösterdiği bu dönemde, G20 ülkelerinin toplam büyüme oranı yüzde 0.7 olarak kaydedildi.

G20 ülkelerinde genel olarak büyüme oranlarının istikrarlı bir seyir izlediği üçüncü çeyrekte, bazı ülkeler büyüme hızlarını artırmayı başardı. Özellikle Hindistan ve Endonezya gibi gelişmekte olan ekonomiler sırasıyla yüzde 1.1 ve 1.2 büyüme ile dikkat çekti. Öte yandan, Çin’de büyüme yüzde 0.5’ten 0.9’a, Meksika’da ise yüzde 0.4’ten 1.1’e yükseldi.

Türkiye’nin aksine, daha önce daralma kaydeden Almanya ve Güney Kore ekonomilerinde toparlanma görüldü. Almanya üçüncü çeyrekte yüzde -0.3’lük küçülmeden yüzde 0.1’lik büyümeye geçerken, Güney Kore de yüzde -0.2’den yüzde 0.1’lik büyümeye geri döndü.

OECD raporunda, Türkiye’nin yıllık bazda büyüme performansında da G20 ortalamasının gerisinde kaldığı vurgulandı. G20 ülkelerinin yıllık büyüme oranı üçüncü çeyrek itibarıyla yüzde 2.8 olurken, Türkiye’nin ekonomisi bu dönemde daralmaya devam etti. Hindistan, yüzde 5.8’lik yıllık büyüme oranıyla G20’nin lideri olurken, Türkiye, ekonomideki daralma ile dikkat çekti.

Türkiye’nin üçüncü çeyrekte daralmaya devam etmesinin arkasında; iç talepteki zayıflama, enflasyonist baskılar ve sanayi üretimindeki gerileme gibi faktörlerin olduğu değerlendiriliyor.

OECD raporu ayrıca, Türkiye’nin sanayi üretimindeki düşüşün büyüme üzerinde belirgin bir baskı yarattığını ifade ediyor. Raporda, “Sağlıklı bir ekonominin temel şartı olan üretim artışı gerçekleşmedikçe, büyüme ve enflasyonla mücadelede sürdürülebilir bir başarı elde etmek zor” ifadelerine yer verildi.

Paylaşın

UEFA Avrupa Ligi: Galatasaray Galibiyeti Uzatmalarda Kaçırdı

UEFA Avrupa Ligi 6. hafta maçında Malmö ile Galatasaray, Yeni Malmö Stadyumu’nda karşı karşıya geldi. Hakem John Brooks’un yönettiği karşılaşma 2 – 2 eşitlikle sona erdi.

Haber Merkezi / Malmö’nün gollerini 24. dakikada Botheim ve 90+1. dakikada Sergio Pena, Galatasaray’ın gollerini ise 43. dakikada Jelert ve 65. dakikada Yunus Akgün kaydetti.

Yoluna namağlup devam eden Galatasaray, puanını 12’ye çıkardı. Malmö ise puanını 4’e çıkardı.

Bu sezon UEFA Avrupa Ligi’nde kaybetmeyen Galatasaray, 3 galibiyet, 3 beraberlik aldı. Galatasay bu süreçte PAOK’u 3-1,  Elfsborg’u 4-3 ve Tottenham 3-2 yenerken, RFS ile ise 1-1 ve AZ Alkmaar ile 1-1 berabere kaldı.

24. dakikada Larsen’in sağdan ortasında altıpas içinde arka direğe sarkan Botheim’in kafayla vurduğu top, uzak direğe çarparak ağlara gitti.

43. dakikada Kerem Demirbay’ın soldan ortasında altıpas gerisine hareketlenen Jelert’in vurduğu top filelerle buluştu: 1-1.

56. dakikada Dries Mertens ile verkaç sonrasında ceza sahası içine giren Yunus Akgün’ün sol çaprazdan yerden vuruşunda meşin yuvarlak ağlarla buluştu: 1-2

90+2. dakikada Busanello’nun pasıyla ceza sahası içine giren Sergio Pena’nın sol taraftan uzak direğe plase vuruşunda meşin yuvarlak ağlara gitti: 2-2

Stat:Yeni Malmö

Hakemler: John Brooks, Simon Bennett, Daniel Robathan

Malmö: Joakim Oscar Persson, Stryger Larsen, Colin Rosler, Nils Zatterström, Busanello, Lasser Berg Johnsen, Otto Rosengren (Sergio Pena dk. 74), Anders Christiansen (Isaac Thelin dk. 74), Hugo Bolin (Taha Abdi Ali dk. 65), Sören Rieks (Oliver Berg dk. 82), Erik Botheim

Galatasaray: Fernando Muslera, Metehan Baltacı, Davinson Sanchez (Kerem Demirbay dk. 32), Abdülkerim Bardakcı, Elias Jelert (Hakim Ziyech dk. 87), Lucas Torreira, Gabriel Sara (Efe Akman dk. 87), Berkan Kutlu, Yunus Akgün, Dries Mertens (Victor Nelsson dk. 73), Michy Batshuayi

Goller: Erik Botheim (dk. 24), Sergio Pena (dk. 90+2) (Malmö), Elias Jelert (dk. 43), Yunus Akgün (dk. 56) (Galatasaray)

Paylaşın

Özel’den Erdoğan’a “Beşar Esad” Yanıtı: Benim İçin Her Zaman Diktatördü

CHP Lideri Özgür Özel, Beşar Esad’ın düşüşü öncesinde yaptığı çağrıyı eleştiren Erdoğan’a yanıt veren, “Benim için Esad her zaman diktatördü. Her zaman Suriye’nin demokratikleşmesini savundum” dedi ve ekledi:

“Esad rejimi 61 yıl artı 12 günde yıkıldı. Cezaevinizde işkence varsa, siz zenginseniz halk yoksulsa, eninde sonunda rejim yıkılır. Esad babasının yaptıklarını da ödedi. Meseleyi Baas rejiminden demokrasiye evriltme noktasında fırsatı yakaladı, Erdoğan gibi çarçur ettiği gibi 13 yıl var. Ben hiçbir zaman Esad’çı olmadım, Esad’a ‘Esed’ demedim.”

Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Genel Başkanı Özgür Özel, Habertürk’te gündeme ilişkin açıklamalarda bulundu. Özel’in açıklamalarından öne çıkan başlıklar şöyle:

“Cumhurbaşkanlığı sitesinde 6’sında ne söylenmiş. ‘Esad’a çağrımız olmuştu, ne yazık ki olumlu cevap alamadık. İdlib zaten tamam ama Humus muhaliflerin elinde. Bu sıkıntılı yürüyüşler arzu ettiğimiz şekilde değil, gönül bunları istemiyor maalesef bölge sıkıntıda’. Ertesi gün zafer. Erdoğan’ın elinde MİT var, sahada Türkiye Cumhuriyeti’nin birçok elemanı var. Biz ana muhalefet partisiyiz. Sağ olsunlar devletin bilgisi, belgesini kendilerine özel gibi tutuyor. Erdoğan ‘durum hiç istemediğimiz gibi ilerlemiyor, muhalifler Şam’a doğru ilerliyor’ diyor.

Bu sözü ben söylemiş olsam, bugünün 10 katı eleştiri alırdım. Ben ne dediğimin çok farkındayım. O gün değil Pazartesi Şam düşseydi, kimse Özgür Özel bunu dedi demezdi. Kilis’teyim o arada. O konuşmayı yaptıktan 16 saat sonra Esad’ın ülkeyi terk ettiğini öğrendik. Şimdi enteresan durum şu; ben o konuşmayı yaparken dünya kadar akrabası Hatay’da yaşayan Arap Aleviler var. Diplerinden geçip Şam’a gittiler. O gidenler kim? HTŞ. İdlib’den geçtiler. Şam’a gittiler. Lazkiye’nin dibinden geçtiler. 8 yıl önce ne görüntüler vardı. o HTŞ içinde unsurlar var. Şam düşünce neler olabilir?

İçinde dünya kadar selefi unsurların olduğu HTŞ’nin yakıp yıkmayacaklarını, Lazkiye’ye gidip, katliam yapmayacaklarını kim garanti edebilir? Bunu ancak Esad’la temas sağlanabilirse uluslararası güvenceler sağlanırdı. TSK bu noktada üstüne düşeni yapabilirdi. O gün olmayacağını birimiz garanti edebilir miydik? Cihatçılar haldır huldur gidiyor. Erdoğan ‘hiç istediğimiz gibi gitmiyor’ diyor.

Şimdi hepimiz açısından korkulanların olmadığı konuya elverince. Benden bir gün önce adam diyecek ki ‘Her an Şam düşebilir, keşke Esad bizle konuşsaydı’ diyecek, buna kimse bir şey demeyecek! Ben dedim ki ‘Esad’a çağrımdır, Erdoğan’la temas kurulmalı’ diyorum. Ben Erdoğan’la yaptığım görüşmede de KKTC Cumhurbaşkanı, sayın Aliyev’le yaptığım telefon görüşmesinde bir yerinde şunu söylerim ‘CHP şu anda ana muhalefet son seçimin galip, Türkiye’nin birinci partisi; ama yurt dışına gittiğinde Türkiye’nin partisi’ derim.

Biz dış politikaya böyle bakarken, Türkiye’nin çıkarlarını korumak için elimize düşen ne varsa yaparken, böyle meselede dönüp de ‘partisinin içindeki karışıklıklar’ diyorsa nezaketsizlik yapıyorsa, Erdoğan buna tenezzül ediyorsa hakikaten işi zor demektir. Erdoğan’ın bir gün önce ettiği lafı açıp da okuyunca kimsenin savunacak hali yok. Şimdi Erdoğan başardı etti deniyor. 13 yıl önce söylediği sözü sanki bugün onu haklı çıkarmış. Geçen 13 yıl boyunca her şey onu haksız çıkardı. 13 yıl boyunca, daha doğrusu 20 yıl boyunca Suriye’de inanılmaz zigzaglar yaşadı.

Ailecek görüştü Şam’da. O zaman da baskılar vardı Suriye’de. Sonra Esad’a Esed diyerek onu düşmanlaştırdı. Sığınmacı sorunu başımıza bela olunca ‘Esad’la diyalog kur’ deyince ‘Ben eli kanlı diktatörle görüşmem’ dedi. Son 1 yıl içinde ‘Ben de Esad’la görüşeceğim’ dedi. ‘Esad’la görüşme istedim Esad kabul etmedi’ dedi. Bunlar tutarsızlık. 13 yılda Türkiye 200 milyar dolar kaybetti. Resmi rakamlara göre 2 milyon 953 bin sığınmacımız var. Aylan bebekler karaya vurdu. Dünya kadar bebek, kadın öldü. 283 asker şehidimiz var.

Sivil şehitlerimiz var. Türkiye’de bu kadar büyük felaketleri yaşadı. Sonunda dediğim oldu. 13 gün değil 13 yıl. Türkiye’de pekçok siyasetçiye, genel başkana, başbakana nasip olmayan bir iktidar süresini aşan sürede başaramamışsınız. Orada asker kaybetmişsiniz, sonra ‘ben haklı çıktım’. Yok öyle şey. Şu anda yaşananlar, söylenenler, korkulanların daha gerisinde uzak bir tabloya işaret ediyor. Umut edelim aklı selim hakim olur. Bunu konuşuruz.

Ben tatile gitmedim ki yasını tutayım. Benim için Esad her zaman diktatördü. Her zaman Suriye’nin demokratikleşmesini savundum. Esad rejimi 61 yıl artı 12 günde yıkıldı. Cezaevinizde işkence varsa, siz zenginseniz halk yoksulsa, eninde sonunda rejim yıkılır. Esad babasının yaptıklarını da ödedi. Meseleyi Baas rejiminden demokrasiye evriltme noktasında fırsatı yakaladı, Erdoğan gibi çarçur ettiği gibi 13 yıl var. Ben hiçbir zaman Esad’çı olmadım, Esad’a ‘Esed’ demedim.

Dış politikada üçlü sacayağı dedik, komşunun iç işlerine karışma, devlet dışı unsurlarını muhatap alma dedik. Ben Şam’a gitseydim, Esad’la konuşsaydım, bu ülkede bu iktidarın sürmeyeceğini sonunun Irak’tan, Libya’dan, Kaddafi’den, Saddam’dan farklı olmayacağını, geçiş hükümetine iktidarını devretmesini, demokratik olarak Arap Alevilerin, Dürzilerin, Sünnilerin, Arapların, Türkmenlerin, Kürtlerin temsil edileceği demokratik meclisten bahsedecektim. Demokrasi varsa ekonomi iyiye gider. Ben Suriye’ye gidip de Esad’a ‘gel tavla oynayalım’ demeyecektim. Erdoğan da demez.

“Biz Suriye’de demokrasi telkin ettik”

Bu işin sonuna geldiği görülüyordu. Bu işin nereye gittiği görülüyordu. Belki 10 gün 20 gün, 50 günde düşecekti. Bir doğru çıkış planı bulunsaydı, Lazkiye’de onlara otonom bölge sağlanıp, Esad’ın da güvenliği sağladığı bölge temin edilerek iktidarı devretmesini. Suriye’de geçiş hükümetine, demokrasiye adım atsaydı bu hale gelmezdi. Biz Suriye’de demokrasi telkin ettik.

İbrahim Kalın bir devlet memuru. AK Parti’nin temsilcisi değil. Fiilen bunu sekteye uğratacak işler yapsa da. AK Parti’ye sunum yaptı, kendisine mektup yazdım. ‘Ne oluyoruz bize de gelmelisiniz’ dedim. Verilecek bir bilgi AK Parti açısından kıymetli, son seçimlerin birinci partisi açısından ne olabilir dedim. Allah’ı var geldi. 29 Ekim törenlerinde. ‘Sayın Başkan mektubunuzu aldım, hak veriyorum’ dedi.

Gününe karar verdik. İbrahim Kalın’a orada da dedim ‘Biz Türkiye’nin menfaatleri neyi gerektiriyorsa orada dururuz’ diye. Eleştireceğimiz zaman eleştiririz. Kurumları devletin kurumları sayarız. Bu kurumun başkanı Cumhurbaşkanı olabilir bir parti genel başkanı olabilir, bu da arizidir. O kurumun başında milli ismi vardır.

Bize eşit mesafede olması gereken bir kurum olarak görürüm MİT’i. Bugünkü gidişini siyasi şov gibi değerlendirmek istemem. 2012 yılında Erdoğan’ın ağzından ‘Çok yakında Emevi camiine gideceğiz’ demişti. 12 yıl önce. Bu namaz o namaz değil. Şimdi kılarsa da o namaz değil. O kadar şehit, dünya kadar sığınmacı var. O namaz o günkü namazdı. Erdoğan’ın namazının kazasını yapmak da MİT başkanına düşmez.”

Paylaşın

Venedik Komisyonu’ndan Türkiye’ye “Yargı Siyasileşiyor” Uyarısı

Venedik Komisyonu’nun, Türkiye’de Hakimler ve Savcılar Kurulu (HSK) ve üyelerinin seçimine ilişkin raporunda, “hukukun üstünlüğünü, yargı bağımsızlığını ve tarafsızlığını” tesis etmekle yükümlü olan HSK’nın, özellikle 15 Temmuz darbe girişiminden ve “cumhurbaşkanlığı hükümet sistemine” geçilmesinden sonra siyasallaştığı vurgusu yer aldı.

Venedik Komisyonu raporunda, yeni anayasa tartışmalarında yargı bağımsızlığının tesis edilmesi ve HSK’nın yapısının bağımsız hale getirilmesi meselesinin ele alınmasının şart olduğunu belirterek bir dizi tavsiyede de bulundu.

Ankara’nın kurucu üyeleri arasında yer aldığı Avrupa Konseyi’nin, üye devletlerin anayasal konulardaki danışma organı olan, üye ülkelerdeki yasal ve kurumsal yapıların hukukun üstünlüğü alanlarındaki uluslararası deneyimle uyumlu hale getirilmesi amacıyla görev yapan Venedik Komisyonu’nun, Türkiye’de Hakimler ve Savcılar Kurulu (HSK) ve üyelerinin seçimine ilişkin raporu yayımlandı.

Raporda, “hukukun üstünlüğünü, yargı bağımsızlığını ve tarafsızlığını” tesis etmekle yükümlü olan HSK’nın, özellikle 15 Temmuz darbe girişiminden ve ‘cumhurbaşkanlığı hükümet sistemine’ geçilmesinden sonra siyasallaştığı vurgusu yer aldı. HSK üyelerinin seçilme biçimine eleştiriler getirilirken, Adalet Bakanı ile yardımcısının HSK üyeliğinden çıkarılması tavsiyesinin altı çizildi. Komisyon, yeni anayasa tartışmalarında yargı bağımsızlığının tesis edilmesi ve HSK’nın yapısının bağımsız hale getirilmesi meselesinin ele alınmasının şart olduğunu belirterek bir dizi tavsiyede de bulundu.

Venedik Komisyonu raporunda, HSK üyelerinin nasıl atandığı veya seçildiği konusu, Avrupa’daki ve dünyadaki standartlar çerçevesinde mercek altına alındı. Aynı zamanda, Türkiye’de parlamenter sistemden başkanlık sistemine geçiş ve bunun, rapordaki ifadeyle, “en güçlü denge denetim mekanizmalarının gerektiren bağımsız yargı ile ve kuvvetler ayrılığı üzerindeki önemli etkisi” incelendi.

Komisyon, Türkiye’de yapılan son yasal değişikliklerle Adalet Bakanı ve Adalet Bakanı Yardımcısı’nın HSK’ya üye olduğunu, yedi üyenin TBMM Genel Kurulu tarafından, dört üyenin de Cumhurbaşkanı tarafından atandığını hatırlatarak şu ifadeleri kullandı:

“Venedik Komisyonu şunu hatırlatır ki, Avrupa standartlarına göre yargı konseyi üyelerinin en az yarısının ‘meslektaşları tarafından seçilmiş’ yargıçlar olması gerekiyor. Bu seçim yönteminin nedeni, yargı bileşenini siyasi müdahaleden yalıtmaktır. Yargı konseyinin yargı mensubu üyeleri sadece, yargıçlar ve savcıların bakış açısını temsil etmelidir.”

Raporda, HSK’da ise sekiz üyenin yargıç veya savcı olmakla beraber meslektaşları tarafından seçilmediği değil, yürütme tarafından atandığı veya parlamento tarafından seçildiği vurgulandı; “Gerçekten de, bu kişilerin dördü Cumhurbaşkanı tarafından takdir yetkisiyle atanıyor. Zira ne Anayasa ne de yasalar, belirli bir kategorinin resmi üyeliği dışında herhangi bir uygunluk veya uygunsuzluk kriteri belirlemiyor” denilerek şu eleştiriler getirildi:

“Dolayısıyla, Cumhurbaşkanı tarafından atanan dört HSK üyesi siyasi atama olarak görülmeli ve uluslararası standartlar anlamında ‘yargı üyesi’ olarak kabul edilmemeli.

Dahası, Meclis tarafından seçilen yedi üyenin çoğunluğunun da, özellikle de parlamento seçimlerinin cumhurbaşkanlığı seçimleriyle eş zamanlı yapılması göz önüne alındığında, Cumhurbaşkanı ile aynı siyasi görüşe sahip olması muhtemeldir.

Son olarak Cumhurbaşkanı’nın iki resen üyeyi [adalet bakanı ve yardımcısı] de ataması nedeniyle yürütme kurumu, HSK’nın 13 üyesinden en az 10’unu fiilen seçebilir ve böylece yargı üzerinde güçlü bir siyasi etki uygulayabilir.”

Venedik Komisyonu, kuvvetler ayrılığının ve hukukun üstünlüğünün temel taşı olan yargının bağımsızlığını sadece, “işleyişi yürütme ve yasama organlarının müdahalesinden korunan, bağımsız bir yargı kurulunun” garanti edebileceğini hatırlatarak “Hukukun üstünlüğüne saygı, demokratik bir ülkede vatandaşların hak ve özgürlüklerinin korunması için bir ön koşuldur” vurgusu yaptı.

Hangi tavsiyelerde bulundu?

Venedik Komisyonu’nun 30 sayfalık raporunda, Türkiye’ye şu tavsiyelerde bulunuldu:

HSK üyelerinin en az yarısının, yargı sisteminin farklı seviyeleri tarafından seçilmesi;

Üyeler arasında cinsiyet, azınlık ve coğrafi kapsam açısından uygun düzeyde çeşitliliğin sağlanması;

Cumhurbaşkanı’nın, resmi atama görevini yerine getirmesi dışında HSK üyelerinin belirlenmesi sürecinin dışında tutulması;

Meclis’in yargı kökenli üyeler konusunda seçme sürecinin dışında kalması;

Adalet Bakanı ve Adalet Bakanı Yardımcısı’nın HSK’dan çıkarılması;

HSK üyelerinin ve Meclis tarafından seçilen yargı dışı üyelerin sayısının artırılması;

Yürütme ve yasama organlarının üyeleri ile açık bir siyasi bağlantısı olan adayların dışarıda tutulması;

Barolar Birliği ve üniversiteler gibi diğer kurumların adayların ön seçimini yapmasını sağlayacak bazı yasal değişikliklerin yapılması;

HSK üyelerinin görev süresi güvencesi ve dokunulmazlıktan yararlanması için anayasal ve yasal düzenlemeler yapmak; yaptırım ve işten çıkarma için açık ve sınırlı gerekçeler belirlemek, görevlerinin icrasıyla ilgisi olmayan disiplin ve işten çıkarma gerekçeleri dışında güçlü güvenceler sağlamak;

HSK Başkanı’nın, kurumun üyeleri tarafından seçilen tarafsız bir kişi olması;

HSK Başkanı’nın genel yetkilerinin, bu göreve kimin geleceğinden bağımsız olarak azaltılması; özellikle de hâkim ve savcıların teftiş ve soruşturmalarına onay verme yetkisi ile HSYK üyeleriyle ilgili ceza soruşturmaları, disiplin soruşturmaları ve kovuşturmalarıyla ilgili yetkinin kaldırılması;

HSK’nın tüm kararlarına karşı yargısal inceleme getirilmesi;

Özellikle müfettişlerin hareketliliği açısından HSK’yı Adalet Bakanlığı’ndan açıkça ayırmak;

Anayasa’nın, HSK’ya ilişkin esasları belirleyen 159. maddesindeki bazı ifadelerin, yargı üzerinde “denetim” ve müdahale anlamına gelmeyecek şekilde değiştirilmesi.”

Venedik Komisyonu, raporun sonunda “Komisyon, Türk makamlarını, önümüzdeki aylarda Türkiye’de gerçekleşmesi beklenen ‘anayasa görüşmeleri’ sırasında yukarıda belirtilen önerileri ele almaya davet eder” ifadelerini kullandı; bu konuda daha fazla yardım için yetkililere ve Meclis’e destek olabileceklerini vurguladı.

(Kaynak: Artı Gerçek)

Paylaşın

CHP’li Alp: Kürt Sorunu Vardır

CHP Milletvekili İnan Akgün Alp, AK Parti’nin hala “Kürt sorunu yoktur” çizgisinde olduğunu belirterek, “Kürt vardır, Kürt sorunu da vardır, Kürtlerin hakları da vardır, Kürtçe de vardır” dedi.

Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Kars Milletvekili İnan Akgün Alp, Meclis bütçe görüşmelerinde yaptığı konuşmada Kürt sorununa, Suriye’deki gelişmelere ve Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin açıklamalarına değindi.

Gazete Duvar’ın aktardığına göre; Alp, Suriye’de yaşanan gelişmelere dair, “Esad, ülkesini cihadçılara terk edip gitmek zorunda kalmıştır. Bu hadise bir kez daha bize göstermiştir ki ateş bizi yakmadan Kürt sorununu çözmek lazımdır” dedi. AK Parti’nin hala ‘Kürt sorunu yoktur’ çizgisinde olduğunu ifade eden Alp, “Kürt vardır, Kürt sorunu da vardır, Kürtlerin hakları da vardır, Kürtçe de vardır” dedi.

Kürt sorununun yıllarca uygulanan ret, inkar ve asimilasyon politikalarına dayandığını ifade eden Alp’e AK Parti sıralarından ‘Asimilasyonu bir açıkla, kim kimi asimile ediyor?’ Sorusu gelince Alp, Ehmedê Xanî’nin sözüyle Kürtçe cevap verdi ve “Şunu açıklıyorum asimilasyon politikasında; ‘Mirov li ser zimanê xwe şîn dibe, dar li ser koka xwe,’ Ne demek bu: İnsan diliyle ağaç da köküyle yaşar. Sen bunu 25 yıl anlayamadın” dedi.

MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin ‘İmralı’ çağrısını da değerlendiren Alp, “Devlet Bahçeli’nin uluslararası hukukun gereklerini yerine getirmek suretiyle Kürt sorununun çözümü yolunda bir üst anlaşmazlık noktasının aşılabileceği mesajını da içeren çağrısına ciddiyetle yaklaşmak gerekir. Böyle bir çağrı yapıldıktan sonra çağrının muhatabının da bir cevap vermesine olanak sağlanmalıdır” diye konuştu.

Paylaşın

UEFA Avrupa Ligi: Beşiktaş Buz Kesti

UEFA Avrupa Ligi 6. hafta maçında Bodo / Glimt ile Beşiktaş, Aspmyra Stadyumu’nda karşı karşıya geldi. Hakem Filip Glova’nın yönettiği karşılaşmadan Bodo / Glimt 2 – 1 galip ayrıldı.

Haber Merkezi / Bodo / Glimt’in gollerini 37. dakikada Philip Zinckernagel ve 43. dakikada Odin Luras Björtuft, Beşiktaş’ın golünü ise Gedson Fernandes kaydetti.

Bodo / Glimt, bu galibiyet ile puanını 10’a yükseltti. Beşiktaş ise 6 puanda kaldı.

22. dakikada Zaynutdinov, sol kanatta topu sürerek kale sahasına ortaladı. Gedson Fernandes, kale ağzında yaptığı dokunuşla topu ağlara gönderdi. 0-1

37. dakikada Ersin Destanoğlu eliyle oyunu hemen hareketlendirmek istedi, ancak top rakip takımın oyuncularda kaldı. Philip Zinckernagel kale yakınından sol ayakla vuruşunu yaparak meşin yuvarlağı ağlarla buluşturdu. 1-1

43. dakikada Philip Zinckernagel’in kullandığı köşe vuruşunda penaltı noktasının sağında savunmadan ileriye gelen Odin Luras Björtuft sağ ayağıyla uzak köşeye şutunu çekti ve topu ağlarla buluşturdu. 2-1

Paylaşın