Aristo’nun İlk Felsefe Okulunun Ev Sahibi ‘Assos’

Birçok uygarlığa ev sahipliği yapmış olan Çanakkale, tarihe tanıklık etmiş şehirlerdendir ve oldukça zengin bir geçmişe sahiptir. Çanakkale’nin Ayvacık İlçesi’nde de tarihi yerlerin oldukça fazla olduğu yerlerdendir.

“Assos Antik Kenti, Larissa Antik Kenti, Tragasia, Polymedion Antik Kenti, Pionia Antik Kenti, Lamponia Antik Kenti, Kolonai Antik Kenti, Chrysa (Khrysa), Apol, Gargaron, Gargara, Amaxitos” bu tarihi yerlerdendir.

Assos Antik Kenti: M.Ö. 2000 yıllarında Lelegler tarafından kurulan kent, denizden yaklaşık 238 m. yüksekliğindeki andezit kayalık bir tepe üzerine kurulmuştur.

İlçeye bağlı Behram Köyü ile iç içe olan Asos, ünlü filozof Aristo’nun (M.Ö. 348) ilk felsefe okuluna ev sahipliği yapmıştır.

Polymedion Antik Kenti: Ayvacık Sivrice burnu batısındaki deniz kenarında küçük bir tepe üzerinde olup, kalıntıların bir kısmı günümüzde deniz altında kalmıştır. İlkçağ kenti alanında toprak, pek bol keramik kırığıyla karışıktır.

Tragasia: Tragasia Troia yarımadasının güney ucunda, Baba burnuna 15 km. uzaklıkta, Gülpınarın da 7-8 km. kuzeydoğusunda olduğu sanılmaktadır.

Tragasai Hellen diline göre Tragasa’nın yeri anlamındadır. Kentin Byzantionlu Stephanos ve Strabon’da ismi geçmesine rağmen ayrıntılı bilgiye rastlanmamaktadır. Günümüzde de kent ile ilgili kalıntı veya buluntulara rastlanmamıştır.

Larissa Antik Kenti: Larissa antik kenti, Çanakkale’nin Ezine İlçesine bağlı Taraklı köyünün bulunduğu yerde idi. Araştırmacılar Larissa’nın yerini kesin olarak belirleyememişlerdir.

Larissa’nın ismine Strabon, Plinius gibi antik tarihçiler değinmiştir.Ancak yörede arkeoloji kazıları yapılmadığından herhangi bir kalıntı ile karşılaşılmamıştır.

Pionia Antik Kenti: Pionia Troas bölgesi antik kentlerinden Pionia’ya Strabon, Pausanias,Pilinus gibi antik tarihçiler değinmişlerse de yeri tam olarak kesinlik kazanamamıştır. Pionia, Hellen dilinde “otlak yeri” anlamına gelen bir sözcüktür.

Pionia’nın bulunduğu sanılan yerlerde arkeolojik araştırmalar yapılmadığından tam bir bilgi edinilememektedir.

Lamponia ( Lamponeia) Antik Kenti: İlçeye 7 km. uzaklıkta Kozlu köyü yakınındaki Asar Tepe üzerinde kurulmuştur. Lamponia’nın bulunduğu yerde arkeoloji kazıları veya yüzey araştırmaları yapılmadığından, yöre de bitki örtüsü altında olduğundan kalıntıları yeterli bir bilgi vermemektedir.

Bununla beraber Kozlu köyünden Lamponia’ya giden yolun sonunda bazı kalıntılar olduğu da görülmektedir. Surlarla çevrelenen kentte çok sayıda kuyu ve sarnıç bulunmaktadır.

Kolonai Antik Kenti: Kolonai antik kentinin yeri de tartışmalı olup kesinlik kazanamamıştır. Thoukydides ve Xenephon’da yalnızca ismi geçen kent hakkında bilgiler çok kısıtlıdır.

Chrysa (Khrysa): Bu kentin yeri Ayvacık İlçesi Gülpınar Beldesinin 2 km. kuzeybatısında, Beşik tepe üzerinde idi. Ünlü Apollo Smintheus tapınağında bu kentte bulunmaktadır. Smintheus, Fare Tanrı demektir.

Kenti, Yunanistan’dan gelen İonlar kuşattığı zaman, gece topraktan çok miktarda tarla faresinin çıkarak askerlerin silah ve teçhizatların deri kısımlarını kemirip kopardıkları ve bu yüzden kenti kuşatan İonların savaşı kaybettiği, ünlü coğrafyacı ve seyyah Strabon tarafından yaklaşık 2000 yıl önce yazılan Geographica adlı kitapta belirtilmektedir. Lekton halkı da bir minnet göstergesi olarak bu tapınağı inşa etmiş olmalıdır.

Apollon Smintheus Mabadi: Apollon Smintheus Tapınağı, Gülpınar Beldesi’nin kuzey-batısıyla, kuzey doğusu arasında kalan vadinin başlangıç eteklerinde Bahçeler-içi olarak adlandırılan mevkide yer alır. M.Ö. 2 YY. yapıldığı anlaşılmıştır.

Gargaron: Antik ismi Gargaron olan Kü-çükkuyu’ nun tarihi M.Ö. 9. yüzyıla kadar gitmektedir. Gargara ismini de İda Dağı’nın Gargara Tepesi’nden almıştır. Gargara’dan Homeros’un İlyada Destanı’nda çok sık bahsedilmektedir.

Küçükkuyu yöresinin, tarihin her döneminde yerleşime tabi tutulduğu bilinmekle beraber ; henüz tarihi geçmişi ile ilgili ayrıntılı çalışmalar da yapılmamıştır. Bu sebeple antik Gargara şehrinin yeri de tam olarak bilinememektedir.

1998 yılında Kültür Bakanlığı tarafından Gargara’nın yeri ile ilgili bir araştırma yapılmıştır. Bu araştırma sonucunda; ilk yerinin Nusratlı Köyü’nün kuzeyindeki Kocakaya Tepe’de olduğu, daha sonra ise Arıklı Köyü’nün doğusundaki Zindan Tepe’ye taşındığı tespit edilmiştir. Her iki tepede de bu araştırma sonucunu doğrulayacak tarihi kalıntılara rastlanmıştır.

Gargara: Eski Helen dilinde ” Kaynaşan Kalabalık” demektir. Kazdağı’nın (İda) yüksek doruklarından birinde, İzmir-Çanakkale yolunun sağ tarafındaki Çaltı Köyü’nün yakınlarında çok eski zamanlarda kurulmuştur.

 Burası Eski Gargara’dır. Sonradan kent halkı biraz daha güneye denize daha yakın bir tepeye taşınmış ve Yeni Gargara kenti orada oluşmuştur. Yeni Gargara’nın da kalıntıları Arıklı Köyü yakınındaki Zindan Tepe üzerindedir.

Hamaxitos: Amaxitos’un Troia yarımadasının güney ucunda Bababurnu yakınındaki Gülpınar’ın 3-4 km. güneybatısında deniz kıyısında olduğu sanılır. Amaxitos ,Hellen dilinde “Araba Yolu” veya “Anayol” anlamında bir sözcüktür.

Antik çağın tarihi ve coğrafyası konusunda bilgiler veren Xenophon, Thoukyidides ve Strabon bu kentin yalnızca isminden söz etmekle yetinmişlerdir. Amaxitos’da kazı ve yüzey araştırması yapılmamıştır. Bunun yanı sıra herhangi bir kalıntı veya buluntu ile karşılaşılmamıştır.

Paylaşın

Medeniyetler Beşiği Bursa’nın ‘Kale Ve Surları’

Tarihi 8 bin 500 yıl öncesine uzanan Bursa, Roma, Bizans, Selçuklu ve Osmanlı’ya ait birçok tarihi esere ev sahipliği yapmaktadır. Bursa’da yer alan kale ve surlarda bu mimari eserler içinde önemli yer tutmaktadır.

Mimari gelişimdeki ivmeyi gösteren kale ve surları sizler için derledik:

Kestel Kalesi: Bursa’nın 12 km doğusunda yer alan Kestel, Bizans döneminde tekfurluk merkezi idi. İlçede bulunan kale, Doğu Roma İmparatorluğu’nun sınır kalesi olması sebebiyle Latin dilinde Kalecik anlamına gelen Kastel (castel) ismini almış ve 1306 yılında Dimboz Muharebesi’nin ardından Osmanlılar’ın eline geçmesi ile ismi Kestel olmuştur.

Gölyazı İç Kale ve Kent Surları: Modern yerleşim halen, yaklaşık 800 m. uzunluğundaki antik surların içinde yer almaktadır. Sur duvarlarının hem savunma için hem de göl taşkınlarına karşı kullanılmasıı mümkündür. Üzerinde geleneksel konut mimarisi örnekleri görülebilen surlarda, yer yer kapılar ve kuleler bulunur. Bunlardan en önemlisi kuzeydeki Simitçikale’dir. Ayrıca meydanda da bir kule bulunmaktadır. Yerleşimin bulunduğu yarımadayı çevreleyen dışkale ve adayı çevreleyen içkale kalıntılarında, yüzyıllar içinde devşirme malzeme ile değişiklikler yapıldığı görülmektedir. Yer yer Roma, Bizans ve Osmanlı tarzı iç içe geçmiştir.

İznik Surları: Romalılar Nicea adını verdikleri bu şehri korumak için büyük uğraş verdiler. Çeşitli saldırılara uğrayan Nicea’yı bu savaş akınlarından koruyabilmek için, Bithynia Krallığı, zamanında başlatılan ancak depremlerle hasar gören surları, daha güçlü olarak inşa ettiler. Kentin çevresini beşkenarlı çokgen şeklinde kuşatan 4970 m. uzunluğundaki surlar, Roma, Bizans ve Osmanlı dönemindeki ilavelerle savunma görevini üstlendi. Sur duvarları her medeniyetin taş ustalığını sergiler ve her medeniyet bir önceki medeniyetin taşlarından yararlandığından, surlar adeta iç içe geçmiş bir tarih örgüsüdür.

Dört ana kapı, zafer takı gibi gösterişlidir ve üçü halen ayaktadır. Lefke Kapı’da mermer friz parçalarının kullanıldığı görülmektedir. İstanbul Kapı Konstantinapolis’e açıldığından en gösterişli kapıdır. Roma Tiyatrosu’ndan getirilen masklarla daha da gösterişli olması sağlanmıştır. Yenişehir Kapı kısmen ayaktadır. Göl Kapı ise tamamen yıkılmıştır.

12 tali kapısı ve 10-15m. aralıklarla yapılmış 114 kulesi bulunan İznik Surları dönemin savaş ve savunma stratejilerinin de inceliklerini anlatır.

Kite Kalesi: Ürünlü Mahallesi’nin güneydoğusunda yer alan Kite Kalesi, düz bir ovada kurulmuş olması nedeniyle belki de tarihte bir başka örneği olmayan bir yapıdır. Kite Kalesi’nden günümüze ulaşan sur kalıntıları, kalenin bir hayli görkemli olduğunu göstermektedir. Bugün çeşitli yüksekliklerde korunabilmiş üç parça duvar kalıntısı ve dörtgen planlı köşe burçlarının temel izleri belirlenebilmektedir.

Balabancık ve Gazi Aktimur Hisarı: Gazi Osman Bey, Bilecik, İnegöl, Sakarya ve Yenişehir’den sonra Bursa’ya yönelmeyi planlamıştır. Sarp kayalıklarla çevrili Bursa kalesi kolay alınamayacağı için Osman Gazi, biri kentin doğusundaki tepede, diğeri de kentin batısındaki kaplıcaların yakınında olmak üzere, havale kulesi dediğimiz iki tane gözetleme yeri yapmış ve giriş-çıkışları kontrol ederek kenti ablukaya almıştır.

Bunlardan doğudakine Balaban Bey, batıdakine de Gazi Aktimur dizdar, yani kale komutanı, olarak atandığı için bu havale kuleleri onların adlarıyla bilinmektedir. Bunlardan Balabancık Hisarı günümüze ulaştığı kadarıyla onarılarak koruma altına alınmıştır. Bursa’nın fethi şenliklerinin Yerkapı’da yapıldığı gibi bazı törenler de Balabancık Hisarı’nda yapılmaktadır.

Bursa Kalesi: Bursa, MÖ. 7. yüzyılda yöreye gelerek yerleşen ve MÖ. 327’de bağımsız bir krallık haline gelen Bithynialılar tarafından M. Ö. 2. yüzyılda kurulmuştur. Bithynia Kralı Prusias, Romalılar’dan kaçarak ülkesine sığınan Kartacalı general Hannibal’ın önerisiyle, M. Ö. 185 yılında Prusias ad Olympum ismi verilen kenti bir tepe üzerine inşa ettirmiş ve etrafını surlarla çevrelemiştir. Zamanla kentin Prusias olan ismi Prusa, daha sonra da Bursa olarak değişime uğramıştır.

Bithynialılar tarafından inşa edilen Bursa Kalesi, zaman içerisinde çeşitli kuşatmalar sırasında hasara uğramış, Roma, Bizans ve Osmanlı dönemlerinde çeşitli onarımlar görmüştür. 1326 yılında Bursa’yı Osmanlı topraklarına katan Orhan Gazi döneminde surlar burçlarla desteklenmiştir. 1640 senesinde Bursa’yı ziyarete gelen ünlü Osmanlı gezgini Evliya Çelebi surların altmış yedi kulesi ve beş kapısının bulunduğunu ve çevresinin onbin adım olduğunu belirtmiştir. Yaklaşık olarak 2 kilometre uzunluğunda olan surların beş kapısı, Hisar (Saltanat) , Kaplıca, Zindan, Pınarbaşı (Su) , Yer (Zemin) Kapısı olarak isimlendirilmiştir.

Paylaşın

Bursa’nın Ev Sahipliği Yaptığı ‘Türbeler’

Birçok uygarlığa ev sahipliği yapmış olan Bursa, Osmanlı mimarisine de ait çok sayıda eser barındırmaktadır. Bursa, Osmanlı mimarisinin hemen hemen tüm aşamalarından örnekler sunmakta ve mimari gelişimdeki ivmeyi göstermektedir.

Bursa’da yer alan türbeler de bu mimari eserler içinde önemli yer tutmaktadır.

Çoban Bey Türbesi: Umur Bey mahallesinde, kendi adıyla anılan sokakta türbe, Osmanlı İmparatorluğunun kurucularından Osman Bey’in oğlu Çoban Bey’e aittir. Türbe kare planlı, üzeri basık kubbe ile örtülüdür. Türbede Çoban Bey’in lahdi ile beraber beş lahit bulunmaktadır. Yapının batı yönünde bulunan duvar kalıntıları Çoban Bey Mescidinin kalıntılarıdır. 1971 yılında Bursa Eski Eserleri Sevenler Kurumu tarafından onarılmıştır.

Osman Gazi Türbesi: Bursa Tophane semtinde, Park girişinin solunda, Şehitlik Anıtının yanındadır. Osman Gazi Söğüt’te vefat ettiği zaman babası Ertuğrul Gazi’nin türbesine gömülmüştür. Bursa’nın Türklerin eline geçişinden sonra naaşı Bursa’ya getirilerek Bizans dönemine ait Saint Elia (Gümüşlü Kümbet) Kilisesine gömülmüştür. İlk önceleri Orhan Gazi ile aynı çatı altına gömülmüşse de 1855 depreminde türbe yıkılınca 1863’de bugünkü türbeyi Sultan Abdülaziz yeniden yaptırmıştır.

Orhan Gazi Türbesi: Bursa Tophane semtinde, Tophane Parkı girişinin sağında, Osman Gazi Türbesi’nin karşısındadır. Bizans döneminde tarihlenen Saint Elie Kilisesi kalıntısı üzerine yapılmıştır. Kiliseye ait mozaik kalıntıları döşemelerinde günümüze kadar gelmiştir. Osman Gazi türbesi ile Orhan Gazi türbesi aynı çatı altında iken 1855 depreminde yıkılmış, 1863’de Sultan Abdülaziz tarafından yenilenmiştir.

Okçu Baba Türbesi: Nusret Paşa Türbesi olarak da bilinir. Hisar bölgesinde Saltanat Kapıya yakın bir alanda bulunan türbenin 14. yüzyılda inşa edildiği düşünülmektedir.Bursa’nın fethinde önemli hizmetleri olan Nusret Paşa’ya aittir. Kareye yakın planlı türbe dıştan kiremit çatılı, içten kubbelidir. Giriş kapısı vurgulanmış olan türbenin kotu çevresinden aşağıdadır.

Cem Sultan Türbesi: Altıgen planlı bu türbe, talihsiz Sultan Cem Sultan’ın mezarını barındırmaktadır. Kubbe ve duvarlar zengin kalem işleri ile bezelidir.Duvarlar pencere üzerlerine kadar altıgen firuze çinilerle kaplıdır. Giriş kısmı mermerdendir. Cem Sultan’ın sandukasının yanında kardeşi Şehzade Mustafa ile II. Bayezid’in Sultan Abdullah ve Alem Şah adlı iki oğluna ait olduğu söylenen iki sanduka daha bulunmaktadır.

Kırgızlar Türbesi: İznik’in fethi sırasında Osmanlı’nın yanında olan Kırgız Türkleri’nden şehit olanlar anısına, Orhan Gazi tarafından 1331 yılında inşa ettirilmiştir. Mimari özellikleri ve kalem işi süslemeleri ile sanat tarihi açısından ayrıcalıklı bir yere sahiptir.

Üftade Türbesi: Üftade Camisinin doğusunda yer alan türbede, 1589 yılında vefat eden Üftade, oğulları Mustafa, Mehmed, Hayreddin, Ahmed’e ait sandukalar ile kimliği belirsiz dokuz ahşap kabir bulunmaktadır. Kare planlı bir yapıdır. Türbe, 1866 yılında Serasker Hasan Rıza Paşa tarafından yeniden inşa ettirilmiştir. Ayrıca türbe ve caminin karşısında eski mezarlar mevcuttur.

Abdal Mehmed Türbesi: Abdal Cami’nin karşısında bulunan türbe 1450 yılında Sultan 2. Murad tarafından yaptırılmıştır. Kare planlı türbenin üstü, sekizgen bir kasnağa oturan, dıştan kurşunla kaplı kubbe ile örtülü olup türbeye beşik tonozlu kapalı bir eyvandan girilir. Türbede Abdal Mehmed’e ait bir sanduka bulunmaktadır. Abdal Mehmed, baş müridi Başçı İbrahim Efendi ile yakın dostluk kurmuş, onun duası ile zengin olmuştur. Zengin olunca türbesinin karşısındaki Abdal Camii’ni yaptırmıştır. Evliya Çelebi, Abdal Türbesi’ni yoldan geçenlerin dinlenip ibadet ettikleri güzel bir bina olarak tarif eder.

Emir Sultan Türbesi: Üç Osmanlı sultanı dönemlerinde yaşamış ve sufilikte velilik rütbesini kazanan Emir Sultan Hazretleri’nin türbesinin Müslüman dünyasında beşinci makam olduğu ileri sürülmektedir. Peygamber soyundan geldiği için “Emir”, gönülleri fethettiği için “Sultan” unvanı almıştır. Türbe yapısal olarak özgünlüğünü yitirmiştir. Ancak sahip olduğu manevi değerinden hiçbir şey kaybetmeyerek günümüze gelmiştir.

Yeşil Türbe: Yeşil Camii’nin güneyinde bulunan Yeşil Türbe, Yıldırım Bayezid’in oğlu Çelebi Mehmed tarafından 824H. (1421) yılında yaptırılmıştır. Türbenin mimarı Hacı İvaz Paşa’dır

Türbe sekiz köşeli bir yapı olup, dıştan yüksek kasnağı, sivri kubbesi ile karakteristik bir uslubun anlatımıdır. Yapı , sandukaların bulunduğu zemin kat ve kripto vazifesi gören tonozla örtülü bir bodrumdan oluşmaktadır. Kubbe her yüzünde sivri kemerli birer küçük pencere bulunan sekiz yüzlü kasanak üzerine oturur. Kubbeye geçiş, prizmatik üçgen dizisinden oluşan bir kuşakla sağlanmıştır. Kuzey yönündeki girişin sağında ve solunda yer alan mihrapcıkları, ayakkabılıkları, kapı üzerindeki skalaktitleri, kitabesi, dilimli kubbesi, çeşitli renk ve motiflerdeki çiniler ile bezenmiştir. Çiniler kabartma ve sır tekniğinin en güzel örneklerindendir.

Türbenin içinde Çelebi Mehmed’in çiniler ile bezenmiş sandukası yer alır. Sekiz köşeli, yanları mermer, üzeri çini kaplı bir mermer kaide üzerine yerleştirilmiş üzeri beyaz, mavi, sarı, lacivert çinilerden oluşan yazı bordürü ile süslenmiştir.

Mihrap nişi oldukça yüksek tutulmuştur. Rumi palmet, kıvrık dal motifleri, kalın yazı dizisi ve tepeliği ile Yeşil Camii mihrabına benzemektedir. Türbenin içte yüzeyini yerden 3.00 m ye kadar yükselen altı köşe firuze duvar çinileri ve altın yaldızlı rozetler oluşturur. Türbenin çinileri, kitabesinde de belirttiği üzere Mecnun Mehmed tarafından yapılmıştır.

Yıldırım Bayezid Türbesi: Türbe 1406 yılında Yıldırım Bayezid’in oğlu Emir Süleyman tarafından yaptırılmıştır. Türbe, önündeki revakıyla, kendinden sonra yapılan revaklı Osmanlı Türbelerinin öncüsü olmuştur. Türbe içinde Yıldırım Bayezid’in sandukası dışında Oğlu İsa Çelebi’nin sandukası da yer almaktadır.

I. Murad Türbesi: Hüdavendigar Camii karşısında yer alan I. Kosova Savaşı’nda (1389) şehit olan Sultan I. Murad’ın türbesini oğlu Yıldırım Bayezid yaptırmıştır. Ancak günümüzde mevcut olan türbe, eski temelleri üzerine, 1855 depremi sonrasında yeniden yapılmıştır. Türbenin içerisinde pirinç parmaklıklarla çevrili Sultan I. Murad’ın sandukası vardır. Türbede Sultan I. Murad’ın Türbesi dışında yedi şehzade sandukası bulunmaktadır.

Paylaşın

Medeniyetler Beşiği Bursa’nın Kilise Ve Havraları

Yaklaşık 8500 yıl geçmişe sahip Bursa, farklı din ve etnik unsurları bir arada barındırması bakımlardan önemli bir şehirdi. Birçok uygarlığa ev sahipliği yapmış olan Bursa’da yapılan kiliselerin büyük bölümü XIX. yüzyılda yapılmıştır.

Bursa merkezde, Mudanya / Trilye Aya Yani Manastırı, Mudanya / Tirilye / Hagios Taxiarchoi / Archaneloi Kilisesi, Mudanya / Tirilye / Fatih Cami (St. Stephanos Kilisesi), Mudanya / Tirilye / Panagia Pantobasilia (Kemerli Kilise), İznik / Böcek Ayazması, Namazgah Kilisesi, Demir Kapı Kilisesi, Geruş Havrası, Fransız Kilisesi Kültür Evi, olmak üzere 6 kilise ve 3 havra bulunuyor.

Mudanya / Trilye Aya Yani Manastırı: Tirilye’ye 5 km uzakta, 3 km’lik toprak bir yol, zeytinliklerden ve günebakan tarlalarından geçerek Aya Yani Kilisesi’ne ulaşılır. Denizden daha heybetli görülen ve özel bir arsada bulunan manastır, bugün harap durumdadır. Kilise ismini Tirilye’nin adı üzerine türetilen rivayetlerden birine konu olan papaz Aya Yani’den almıştır.

Hagios Taxiarchoi / Archaneloi Kilisesi: Mudanya’nın Kumyaka (Siği) Köyü sahilinde bulunan kilisenin 19. yüzyıl sonlarında yapıldığı söylenir. Ancak mimari özellikleri ve malzeme açısından bakıldığında kilisenin yapımının 8-9. yüzyıl olabileceği düşündürmektedir. Nitekim bazı kaynaklarda kilisenin yapım tarihi olarak 780 yılı belirtilmektedir.

Stephanos Kilisesi: Yapı haç formunda inşa edilmiştir. 610 – 850 yılları arasından günümüze kalan Bizans mimarisi örnekleri pek azdır. Bunların arasında olan Tirilye’nin bugün Fatih Camisi olarak bilinen (eski adı Hagios Stephanos – Hinolakkos Kilisesi’dir) yapısıdır. Bölgenin Türklerin eline geçmesiyle birlikte yapıya minare ve mihrap eklenerek camiye dönüştürülmüştür. Ancak her ne kadar günümüzde cami olarak kullanılsa da kilisenin genel yapısı korunmuştur.

Mudanya / Tirilye / Panagia Pantobasilia (Kemerli Kilise): 1676 yılında Dr. J. Covel tarafından hazırlanan el yazması bir belgede, kilisenin Panagia Pantobasilissa’ya (Bakire Meryem) adandığı belirtilmektedir. Yapının kubbe ve çan kulesi Şubat 1855’teki büyük depremde yıkılmış, 1883 yılında onarılmışsa da özgün niteliğini yitirmiştir.

Sütunları İskenderiye’den getirilen Kilise’nin dünyada duvarına resim yapılan ilk kilise olduğu ifade edilmektedir. Duvarlarında kat kat resimler yapılmış bu kilise Ortodoks dünyası için önemlidir.

Dört büyük meleklerin resmedildiği freskler yapıda zamana direnerek günümüze kadar gelmeyi başarmışlardır.

Böcek Ayazmazı: Vaftiz törenlerinin yapıldığı Böcek Ayazması 6. yüzyıldan günümüze ulaşmış sağlam eserlerdendir. Koimesis Kilisesi yakınlarında yer alan vaftizhaneye 11 basamaklı merdivenlerle ulaşılmaktadır.

Namazgah Kilisesi: Namazgah semtinde yer alan kilise bazilikal planda inşa edilmiştir. Bugün kullanılmamaktadır.

Demir Kapı Kilisesi: Bulunduğu mahallenin ismi ile anılan kilise bir Rum Ortodoks kilisesidir. Bazilikal plana sahip olan kilise 1926 yılından sonra Yılmaz İpek’in özel mülkiyetine geçmiş olup, 1985 yılına kadar ipek büküm ve dokuma işlemlerinin yapıldığı bir fabrika olarak hizmet vermiştir.

Geruş Havrası: Altıparmak Caddesi’nin güneyinde yer alan Geruş Havrası 16. yüzyıl başlarında Sultan II. Selim’in izni ile yaptırılmıştır. “Geruş” İbranice kovulmuş anlamına gelmektedir. 15. yüzyıl sonlarında İspanya’dan sınır dışı edilen ve Osmanlı İmparatorluğu tarafından kabul edilen Musevilere referansla havra bu isim ile anılmaya başlanmıştır. Havra dikdörtgen planlı olup kesme taştan inşa edilmiştir. Bugün ibadete açıktır.

Fransız Kilisesi Kültür Evi: 1880’lerde ibadete açılmış olan kilise dönemin Fransız levantenleri tarafından yapıldığı ve kullanıldığı, 1960 yılında ise artık özgün işlevini yitirmiş olduğu bilinmektedir.

Boyuna düzende tek nefli plan şemasına sahip olan Katolik kilisesi genelinde sade bir görüntüye sahip olup, beden duvarı üzerinde yükselen kademeli kuleler ve ana kilise mekanının sivri kemerli pencereleri ile gotik tarzdaki uygulamalar ile yapıya hareketlilik kazandırılmıştır.

Bir dönem depo olarak kullanılan yapının restorasyon çalışmaları 2004 yılında tamamlanarak, Fransız Kilisesi Kültür Evi işlevi verilerek kullanıma açılmıştır.

Paylaşın

Bursa’nın Simgelerinden ‘Saitabat Şelalesi’

Yemyeşil çimenler ve çınar ağaçlarıyla çevrili olan ve Uludağ’dan gelen suların aşağı akmasıyla oluşan Saitabat Şelalesi, bir kanyondan dökülmektedir. Bursa’nın Kestel ilçesinin Saitabat Köyü’nde yer alan şelalenin aktığı kanyonda, suyunun debisine rağmen sert kayalar yer almaktadır.

Muhteşem bir tabiata sahip olan Saitabat Şelalesi’nin çevresi piknik alanı ve mesire yeri olarak kullanılmaktadır. Alabalıklarıyla meşhur olan Saitabat Şelalesi, yüzme ve doğa yürüyüşü için uygundur.

Bursa’nın kısa tarihi

Şehir merkezinde yer alan Hisar bölgesinde elde edilen kesin bulgular MÖ 2500-2700 yıllarını gösterir. Fakat Akçalar Aktopraklık kazılarında bugün Bursa il sınırları içinde kalan eski uygarlık alanlarının 8500 yıl öncesine kadar uzandığı ortaya çıkmıştır.

Bursa bölgesi, MÖ 4. yüzyılda Bitinya Devleti kurulana dek, çeşitli kolonilerin ve ülkelerin egemenliğindeydi. Ünlü tarihçi Herodot’a göre, o tarihte Bursa ve civarında var olan tek kent, MÖ 12. yüzyılda kurulan Cius’tur (Gemlik). Apamea (Mudanya) kentinin ise MÖ 10. yüzyılda kurulduğu sanılmaktadır. Uluabat Gölü’nün üzerinde bir adada bulunan Apollonia’nın da (Gölyazı), MÖ 6. yüzyıldan önce kurulduğu sanılmaktadır.

Krezus/Kroisos (MÖ 561-546) döneminde Lidyalıların egemenliğine giren Bursa bölgesi daha sonra Pers egemenliğine geçer. Bölge, bu savaşlar sırasında çok tahrip olur. Bu sırada Yunan göçmenleri bölgeye gelerek Marmara Denizi kıyılarına yerleşir. Kadıköy’de Kurulu bulunan Chalchedon Cumhuriyeti, Bursa ve civarına saldırarak tahrip eder. Dedalses, Perslere karşı savaşarak Bursa bölgesinde bağımsız bir Bitinya Devleti kurar.

Bursa’nın kent statüsüne yükselip çevresinin surlarla çevrilmesi, Bitinya kralı I. Prusias (MÖ 232-192) döneminde gerçekleşir. Kartaca kralı Hannibal, Roma imparatoru ile yaptığı savaşı kaybedince, askerleriyle birlikte I. Prusias’a sığınır, I. Prusias tarafından büyük itibar görmesi üzerine, onun onuruna Bursa Kalesi’ni inşa eder. Böylece Bursa’nın ilk şehir planı da Kartaca kralı Hannibal tarafından yapılmış olur. Kente Prusa adı verilir.

MÖ 74 yılında Roma’ya bağlanan Bitinya Krallığı, uzun yıllar Roma egemenliğindeydi. Şehir, MS 395 yılında Roma İmparatorluğu’nun ikiye bölünmesiyle Bizans yönetiminde kalır. MS 500’lerde bölgede ipek üretimine başlanır ve şehrin doğal sıcak suları nedeniyle küçük bir kaplıca kentine dönüşmesi bu zamanda gerçekleşir. Pythia’da (Çekirge) yeni hamamların yaptırılması İmparator Justinianus (527-565) zamanına denk gelir.

Müslümanlar ilk kez, Abbasiler (Harun Reşid, 8. yüzyıl) döneminde Bursa’ya kadar gelir. 955 yılında ise Halep’teki Hamedanlılar, İznik’i ele geçirip 23 yıl süreyle egemen olurlar. Türkler Bursa bölgesine ilk kez 1080 yılından sonra gelirler ve İznik, 1081-1097 yılları arasında Anadolu Selçuklu Devleti’ne başkentlik yapar. 1097 yılında ise bölge, Haçlı Savaşları’na sahne olur. İznik, Haçlıların eline geçer.

Bu savaşlar sırasında İstanbul’da Latin hükümeti kurulunca, Bizans İmparatorluğu’nun başkenti İznik olur. 1204-1261 yılları arasında Nicaea’ya (İznik) bağlı sönük bir tekfurluk olarak yaşamını sürdürdüğü anlaşılan Prusa, hisardan ibaret bir kent olarak 14. yüzyıla kadar Bizans yönetiminde kalır.

Bursa, Osmanlı Devleti’nin kurucusu ve ilk sultanı olan Osman Bey’in uzun yıllar süren kuşatmasından sonra, kılıçla değil, “vire” olarak anılan biçimde; teslim yoluyla, 6 Nisan 1326′da oğlu Orhan Bey tarafından alınarak Osmanlıların başkenti olur. Osman Gazi de vasiyeti gereği Tophane’deki Gümüşlü Kubbe’ye (Saint Elia Manastırı) gömülür.

Bursa Osmanlı hâkimiyeti ile birlikte bilhassa ilk 200 yıllık dönemde diğer kentlere göre büyük gelişmeler gösterir, şehir hisarın dışında, batı ve doğuya doğru genişler ve birçok mimari yapı ile süslenir ve 1365’te Edirne’nin fethedilip başkent yapılmasına kadar imparatorluğa başkent olur. Edirne ve daha sonra İstanbul’un başkent olmasından sonra, Bursa hep Anadolu’nun başkenti olarak itibar ve değer görmüştür.

Bursa yöresi 1900’lerin başında Hüdavendigar Vilayetinin sınırları içindeydi. Kentin belediyesi 1877’de kuruldu. Osmanlı Devleti’nin yıkılmaya başladığı dönemde, Birinci Dünya Savaşı sonrasında Türkiye İtilaf Devletleri tarafından işgal edilir. Bursa, 8 Temmuz 1920 tarihinde Yunanlılar tarafından işgal edildiğinde, şehri korumakla görevli askerler, silah ve cephane yetersizliğinden fazla direnemez.

Şehrin işgali, sadece Bursa’da değil, tüm ülkede büyük üzüntü yaratır. Ankara’daki TBMM kürsüsü üzerine, Bursa düşman işgalinden kurtuluncaya kadar kalmak üzere siyah bir örtü örtülür. Şehir, 2 yıl, 2 ay, 2 günlük işgalden sonra 11 Eylül 1922 günü Yunan işgalinden kurtulur.

İşgal sonrası Balkanlardan gelen göçmenlerin büyük bölümünün Türkçe dahi bilmeyen, faklı gelenekler ve kültür taşıması, cumhuriyet Bursa’sı için daha farklı ve ciddi sorunların ortaya çıkmasına neden olur. Fakat Gazi Mustafa Kemal Atatürk’le doğan yepyeni Türkiye Cumhuriyeti’nin diğer bütün illerinde olduğu gibi, Bursa da yaralarını kısa sürede sarar, toplumsal ve kültürel sorunları aşmayı bilir ve kalkınır.

Cumhuriyet yönetimi, yakılmış, yıkılmış bir Bursa’dan kısa sürede modern bir kent yaratmayı başarır. Yeniden ipek fabrikaları kurulur, gerek kent merkezi, gerekse ilçe ve köylerde büyük bir imar atılımı başlar. Cumhuriyet devrimlerine sahip çıkan Bursa, çok kısa süre içinde büyük bir gelişme göstererek ülkenin dördüncü büyük kenti olur.

Paylaşın

Şifa Kaynağı ‘Sadağı Kanyonu’

Romatizma hastalarına şifa kaynağı olan Sadağı Kanyonu aynı zamanda doğa yürüyüşleri ve kampçıların da sıklıkla tercih ettiği Bursa’nın doğal güzelliklerinden biridir.

Sadağı Kanyonu, Bursa’ya 58 kilometre mesafedeki dağ ilçesi Orhaneli’nin 6 kilometre güneybatısında yer alan Sadağı köyünün 1.5 kilometre dışındaki su bendinin ardından başlar.

Sadağı Kanyonu’nu gezmek isteyenler, yer yer 60 metreyi bulan kaya blokları arasından akan Sadağı deresinde zaman zaman suya girerek ilerlemek zorundadırlar.

Sadağı kanyonun en ilgi çekici yeri olan kaya hamamı yörede avlanmak üzere Orhaneli’ni kuran, İ.S. 117/138 yılları arasında hüküm süren Roma İmparatoru Hadrianus’un karısı için yaptırdığı yer olarak bilinir.

Üç tarafı taş duvarla çevrili olan ve derenin karşı kıyısından kaynayan 60 derecelik sıcak suyu termal tesise alınsa da kaya hamamı halen sağlam durmaktadır.

Bursa’nın kısa tarihi

Şehir merkezinde yer alan Hisar bölgesinde elde edilen kesin bulgular MÖ 2500-2700 yıllarını gösterir. Fakat Akçalar Aktopraklık kazılarında bugün Bursa il sınırları içinde kalan eski uygarlık alanlarının 8500 yıl öncesine kadar uzandığı ortaya çıkmıştır.

Bursa bölgesi, MÖ 4. yüzyılda Bitinya Devleti kurulana dek, çeşitli kolonilerin ve ülkelerin egemenliğindeydi. Ünlü tarihçi Herodot’a göre, o tarihte Bursa ve civarında var olan tek kent, MÖ 12. yüzyılda kurulan Cius’tur (Gemlik). Apamea (Mudanya) kentinin ise MÖ 10. yüzyılda kurulduğu sanılmaktadır. Uluabat Gölü’nün üzerinde bir adada bulunan Apollonia’nın da (Gölyazı), MÖ 6. yüzyıldan önce kurulduğu sanılmaktadır.

Krezus/Kroisos (MÖ 561-546) döneminde Lidyalıların egemenliğine giren Bursa bölgesi daha sonra Pers egemenliğine geçer. Bölge, bu savaşlar sırasında çok tahrip olur. Bu sırada Yunan göçmenleri bölgeye gelerek Marmara Denizi kıyılarına yerleşir. Kadıköy’de Kurulu bulunan Chalchedon Cumhuriyeti, Bursa ve civarına saldırarak tahrip eder. Dedalses, Perslere karşı savaşarak Bursa bölgesinde bağımsız bir Bitinya Devleti kurar.

Bursa’nın kent statüsüne yükselip çevresinin surlarla çevrilmesi, Bitinya kralı I. Prusias (MÖ 232-192) döneminde gerçekleşir. Kartaca kralı Hannibal, Roma imparatoru ile yaptığı savaşı kaybedince, askerleriyle birlikte I. Prusias’a sığınır, I. Prusias tarafından büyük itibar görmesi üzerine, onun onuruna Bursa Kalesi’ni inşa eder. Böylece Bursa’nın ilk şehir planı da Kartaca kralı Hannibal tarafından yapılmış olur. Kente Prusa adı verilir.

MÖ 74 yılında Roma’ya bağlanan Bitinya Krallığı, uzun yıllar Roma egemenliğindeydi. Şehir, MS 395 yılında Roma İmparatorluğu’nun ikiye bölünmesiyle Bizans yönetiminde kalır. MS 500’lerde bölgede ipek üretimine başlanır ve şehrin doğal sıcak suları nedeniyle küçük bir kaplıca kentine dönüşmesi bu zamanda gerçekleşir. Pythia’da (Çekirge) yeni hamamların yaptırılması İmparator Justinianus (527-565) zamanına denk gelir.

Müslümanlar ilk kez, Abbasiler (Harun Reşid, 8. yüzyıl) döneminde Bursa’ya kadar gelir. 955 yılında ise Halep’teki Hamedanlılar, İznik’i ele geçirip 23 yıl süreyle egemen olurlar. Türkler Bursa bölgesine ilk kez 1080 yılından sonra gelirler ve İznik, 1081-1097 yılları arasında Anadolu Selçuklu Devleti’ne başkentlik yapar. 1097 yılında ise bölge, Haçlı Savaşları’na sahne olur. İznik, Haçlıların eline geçer.

Bu savaşlar sırasında İstanbul’da Latin hükümeti kurulunca, Bizans İmparatorluğu’nun başkenti İznik olur. 1204-1261 yılları arasında Nicaea’ya (İznik) bağlı sönük bir tekfurluk olarak yaşamını sürdürdüğü anlaşılan Prusa, hisardan ibaret bir kent olarak 14. yüzyıla kadar Bizans yönetiminde kalır.

Bursa, Osmanlı Devleti’nin kurucusu ve ilk sultanı olan Osman Bey’in uzun yıllar süren kuşatmasından sonra, kılıçla değil, “vire” olarak anılan biçimde; teslim yoluyla, 6 Nisan 1326′da oğlu Orhan Bey tarafından alınarak Osmanlıların başkenti olur. Osman Gazi de vasiyeti gereği Tophane’deki Gümüşlü Kubbe’ye (Saint Elia Manastırı) gömülür.

Bursa Osmanlı hâkimiyeti ile birlikte bilhassa ilk 200 yıllık dönemde diğer kentlere göre büyük gelişmeler gösterir, şehir hisarın dışında, batı ve doğuya doğru genişler ve birçok mimari yapı ile süslenir ve 1365’te Edirne’nin fethedilip başkent yapılmasına kadar imparatorluğa başkent olur. Edirne ve daha sonra İstanbul’un başkent olmasından sonra, Bursa hep Anadolu’nun başkenti olarak itibar ve değer görmüştür.

Bursa yöresi 1900’lerin başında Hüdavendigar Vilayetinin sınırları içindeydi. Kentin belediyesi 1877’de kuruldu. Osmanlı Devleti’nin yıkılmaya başladığı dönemde, Birinci Dünya Savaşı sonrasında Türkiye İtilaf Devletleri tarafından işgal edilir. Bursa, 8 Temmuz 1920 tarihinde Yunanlılar tarafından işgal edildiğinde, şehri korumakla görevli askerler, silah ve cephane yetersizliğinden fazla direnemez.

Şehrin işgali, sadece Bursa’da değil, tüm ülkede büyük üzüntü yaratır. Ankara’daki TBMM kürsüsü üzerine, Bursa düşman işgalinden kurtuluncaya kadar kalmak üzere siyah bir örtü örtülür. Şehir, 2 yıl, 2 ay, 2 günlük işgalden sonra 11 Eylül 1922 günü Yunan işgalinden kurtulur.

İşgal sonrası Balkanlardan gelen göçmenlerin büyük bölümünün Türkçe dahi bilmeyen, faklı gelenekler ve kültür taşıması, cumhuriyet Bursa’sı için daha farklı ve ciddi sorunların ortaya çıkmasına neden olur. Fakat Gazi Mustafa Kemal Atatürk’le doğan yepyeni Türkiye Cumhuriyeti’nin diğer bütün illerinde olduğu gibi, Bursa da yaralarını kısa sürede sarar, toplumsal ve kültürel sorunları aşmayı bilir ve kalkınır.

Cumhuriyet yönetimi, yakılmış, yıkılmış bir Bursa’dan kısa sürede modern bir kent yaratmayı başarır. Yeniden ipek fabrikaları kurulur, gerek kent merkezi, gerekse ilçe ve köylerde büyük bir imar atılımı başlar. Cumhuriyet devrimlerine sahip çıkan Bursa, çok kısa süre içinde büyük bir gelişme göstererek ülkenin dördüncü büyük kenti olur.

Paylaşın

Bursa’nın Dünyaca Ünlü Sembolü ‘İnkaya Çınarı’

Yaklaşık 600 yaşında olan İnkaya Çınarı, muhteşem görünümü ile dünyaca ünlüdür. Bursa’ya yolu düşen yerli ve yabancı turistlerin uğramadan geçmediği önemli bir semboldür.

Adını Osmanlı Devleti’nin ilk köylerinden biri olan İnkaya Köyü’nden alan İnkaya Çınarı, Bursa’nın Osmangazi İlçesi yakınlarından geçen Uludağ yolu üzerinde yer almaktadır.

Bursa’ya yolu düşen yerli ve yabancı turistlerin uğramadan geçmediği önemli bir semboldür. Çapı 3, yüksekliği ise 35 m. olan bu anıt ağaç, 13 ana kola sahiptir. Dalların kalınlığı 3-4 metreyi bulan çınar, 9,2 metrelik çevresiyle Türkiye’nin en yaşlı ağaçlarından biridir.

Bursa’nın kısa tarihi

Şehir merkezinde yer alan Hisar bölgesinde elde edilen kesin bulgular MÖ 2500-2700 yıllarını gösterir. Fakat Akçalar Aktopraklık kazılarında bugün Bursa il sınırları içinde kalan eski uygarlık alanlarının 8500 yıl öncesine kadar uzandığı ortaya çıkmıştır.

Bursa bölgesi, MÖ 4. yüzyılda Bitinya Devleti kurulana dek, çeşitli kolonilerin ve ülkelerin egemenliğindeydi. Ünlü tarihçi Herodot’a göre, o tarihte Bursa ve civarında var olan tek kent, MÖ 12. yüzyılda kurulan Cius’tur (Gemlik). Apamea (Mudanya) kentinin ise MÖ 10. yüzyılda kurulduğu sanılmaktadır. Uluabat Gölü’nün üzerinde bir adada bulunan Apollonia’nın da (Gölyazı), MÖ 6. yüzyıldan önce kurulduğu sanılmaktadır.

Krezus/Kroisos (MÖ 561-546) döneminde Lidyalıların egemenliğine giren Bursa bölgesi daha sonra Pers egemenliğine geçer. Bölge, bu savaşlar sırasında çok tahrip olur. Bu sırada Yunan göçmenleri bölgeye gelerek Marmara Denizi kıyılarına yerleşir. Kadıköy’de Kurulu bulunan Chalchedon Cumhuriyeti, Bursa ve civarına saldırarak tahrip eder. Dedalses, Perslere karşı savaşarak Bursa bölgesinde bağımsız bir Bitinya Devleti kurar.

Bursa’nın kent statüsüne yükselip çevresinin surlarla çevrilmesi, Bitinya kralı I. Prusias (MÖ 232-192) döneminde gerçekleşir. Kartaca kralı Hannibal, Roma imparatoru ile yaptığı savaşı kaybedince, askerleriyle birlikte I. Prusias’a sığınır, I. Prusias tarafından büyük itibar görmesi üzerine, onun onuruna Bursa Kalesi’ni inşa eder. Böylece Bursa’nın ilk şehir planı da Kartaca kralı Hannibal tarafından yapılmış olur. Kente Prusa adı verilir.

MÖ 74 yılında Roma’ya bağlanan Bitinya Krallığı, uzun yıllar Roma egemenliğindeydi. Şehir, MS 395 yılında Roma İmparatorluğu’nun ikiye bölünmesiyle Bizans yönetiminde kalır. MS 500’lerde bölgede ipek üretimine başlanır ve şehrin doğal sıcak suları nedeniyle küçük bir kaplıca kentine dönüşmesi bu zamanda gerçekleşir. Pythia’da (Çekirge) yeni hamamların yaptırılması İmparator Justinianus (527-565) zamanına denk gelir.

Müslümanlar ilk kez, Abbasiler (Harun Reşid, 8. yüzyıl) döneminde Bursa’ya kadar gelir. 955 yılında ise Halep’teki Hamedanlılar, İznik’i ele geçirip 23 yıl süreyle egemen olurlar. Türkler Bursa bölgesine ilk kez 1080 yılından sonra gelirler ve İznik, 1081-1097 yılları arasında Anadolu Selçuklu Devleti’ne başkentlik yapar. 1097 yılında ise bölge, Haçlı Savaşları’na sahne olur. İznik, Haçlıların eline geçer.

Bu savaşlar sırasında İstanbul’da Latin hükümeti kurulunca, Bizans İmparatorluğu’nun başkenti İznik olur. 1204-1261 yılları arasında Nicaea’ya (İznik) bağlı sönük bir tekfurluk olarak yaşamını sürdürdüğü anlaşılan Prusa, hisardan ibaret bir kent olarak 14. yüzyıla kadar Bizans yönetiminde kalır.

Bursa, Osmanlı Devleti’nin kurucusu ve ilk sultanı olan Osman Bey’in uzun yıllar süren kuşatmasından sonra, kılıçla değil, “vire” olarak anılan biçimde; teslim yoluyla, 6 Nisan 1326′da oğlu Orhan Bey tarafından alınarak Osmanlıların başkenti olur. Osman Gazi de vasiyeti gereği Tophane’deki Gümüşlü Kubbe’ye (Saint Elia Manastırı) gömülür.

Bursa Osmanlı hâkimiyeti ile birlikte bilhassa ilk 200 yıllık dönemde diğer kentlere göre büyük gelişmeler gösterir, şehir hisarın dışında, batı ve doğuya doğru genişler ve birçok mimari yapı ile süslenir ve 1365’te Edirne’nin fethedilip başkent yapılmasına kadar imparatorluğa başkent olur. Edirne ve daha sonra İstanbul’un başkent olmasından sonra, Bursa hep Anadolu’nun başkenti olarak itibar ve değer görmüştür.

Bursa yöresi 1900’lerin başında Hüdavendigar Vilayetinin sınırları içindeydi. Kentin belediyesi 1877’de kuruldu. Osmanlı Devleti’nin yıkılmaya başladığı dönemde, Birinci Dünya Savaşı sonrasında Türkiye İtilaf Devletleri tarafından işgal edilir. Bursa, 8 Temmuz 1920 tarihinde Yunanlılar tarafından işgal edildiğinde, şehri korumakla görevli askerler, silah ve cephane yetersizliğinden fazla direnemez.

Şehrin işgali, sadece Bursa’da değil, tüm ülkede büyük üzüntü yaratır. Ankara’daki TBMM kürsüsü üzerine, Bursa düşman işgalinden kurtuluncaya kadar kalmak üzere siyah bir örtü örtülür. Şehir, 2 yıl, 2 ay, 2 günlük işgalden sonra 11 Eylül 1922 günü Yunan işgalinden kurtulur.

İşgal sonrası Balkanlardan gelen göçmenlerin büyük bölümünün Türkçe dahi bilmeyen, faklı gelenekler ve kültür taşıması, cumhuriyet Bursa’sı için daha farklı ve ciddi sorunların ortaya çıkmasına neden olur. Fakat Gazi Mustafa Kemal Atatürk’le doğan yepyeni Türkiye Cumhuriyeti’nin diğer bütün illerinde olduğu gibi, Bursa da yaralarını kısa sürede sarar, toplumsal ve kültürel sorunları aşmayı bilir ve kalkınır.

Cumhuriyet yönetimi, yakılmış, yıkılmış bir Bursa’dan kısa sürede modern bir kent yaratmayı başarır. Yeniden ipek fabrikaları kurulur, gerek kent merkezi, gerekse ilçe ve köylerde büyük bir imar atılımı başlar. Cumhuriyet devrimlerine sahip çıkan Bursa, çok kısa süre içinde büyük bir gelişme göstererek ülkenin dördüncü büyük kenti olur.

Paylaşın

Doğa Harikası ‘Ayvaini Mağarası’

İki girişi olan Ayvaini Mağarası, Bursa’nın Mustafakemalpaşa İlçesine bağlı Doğanalan Köyü yakınlarında başlayıp, Bursa’nın Nilüfer ilçesine bağlı Ayvaköy civarında sonlanmaktadır.

Yaklaşık 5,5 km uzunluğu olan mağara, girişlerinin sarp olması nedeniyle turizme kapalı olmakla beraber profesyonel dağcı ve mağaracılar tarafından tercih edilebilir.

İçinden geçen Karadonlu deresi mağara boyunca 60’tan fazla irili ufaklı gölet oluşturmuştur. Her adımda mağarayı süsleyen sarkıtlar, dikitler ve travertenler birer doğa harikasıdır.

Güney Marmara Bölgesi’nin en uzun mağarası olan Ayvaini Mağarası’nın turistik gezilere açılması için çalışmalar sürdürülmektedir.

Bursa’nın kısa tarihi

Şehir merkezinde yer alan Hisar bölgesinde elde edilen kesin bulgular MÖ 2500-2700 yıllarını gösterir. Fakat Akçalar Aktopraklık kazılarında bugün Bursa il sınırları içinde kalan eski uygarlık alanlarının 8500 yıl öncesine kadar uzandığı ortaya çıkmıştır.

Bursa bölgesi, MÖ 4. yüzyılda Bitinya Devleti kurulana dek, çeşitli kolonilerin ve ülkelerin egemenliğindeydi. Ünlü tarihçi Herodot’a göre, o tarihte Bursa ve civarında var olan tek kent, MÖ 12. yüzyılda kurulan Cius’tur (Gemlik). Apamea (Mudanya) kentinin ise MÖ 10. yüzyılda kurulduğu sanılmaktadır. Uluabat Gölü’nün üzerinde bir adada bulunan Apollonia’nın da (Gölyazı), MÖ 6. yüzyıldan önce kurulduğu sanılmaktadır.

Krezus/Kroisos (MÖ 561-546) döneminde Lidyalıların egemenliğine giren Bursa bölgesi daha sonra Pers egemenliğine geçer. Bölge, bu savaşlar sırasında çok tahrip olur. Bu sırada Yunan göçmenleri bölgeye gelerek Marmara Denizi kıyılarına yerleşir. Kadıköy’de Kurulu bulunan Chalchedon Cumhuriyeti, Bursa ve civarına saldırarak tahrip eder. Dedalses, Perslere karşı savaşarak Bursa bölgesinde bağımsız bir Bitinya Devleti kurar.

Bursa’nın kent statüsüne yükselip çevresinin surlarla çevrilmesi, Bitinya kralı I. Prusias (MÖ 232-192) döneminde gerçekleşir. Kartaca kralı Hannibal, Roma imparatoru ile yaptığı savaşı kaybedince, askerleriyle birlikte I. Prusias’a sığınır, I. Prusias tarafından büyük itibar görmesi üzerine, onun onuruna Bursa Kalesi’ni inşa eder. Böylece Bursa’nın ilk şehir planı da Kartaca kralı Hannibal tarafından yapılmış olur. Kente Prusa adı verilir.

MÖ 74 yılında Roma’ya bağlanan Bitinya Krallığı, uzun yıllar Roma egemenliğindeydi. Şehir, MS 395 yılında Roma İmparatorluğu’nun ikiye bölünmesiyle Bizans yönetiminde kalır. MS 500’lerde bölgede ipek üretimine başlanır ve şehrin doğal sıcak suları nedeniyle küçük bir kaplıca kentine dönüşmesi bu zamanda gerçekleşir. Pythia’da (Çekirge) yeni hamamların yaptırılması İmparator Justinianus (527-565) zamanına denk gelir.

Müslümanlar ilk kez, Abbasiler (Harun Reşid, 8. yüzyıl) döneminde Bursa’ya kadar gelir. 955 yılında ise Halep’teki Hamedanlılar, İznik’i ele geçirip 23 yıl süreyle egemen olurlar. Türkler Bursa bölgesine ilk kez 1080 yılından sonra gelirler ve İznik, 1081-1097 yılları arasında Anadolu Selçuklu Devleti’ne başkentlik yapar. 1097 yılında ise bölge, Haçlı Savaşları’na sahne olur. İznik, Haçlıların eline geçer.

Bu savaşlar sırasında İstanbul’da Latin hükümeti kurulunca, Bizans İmparatorluğu’nun başkenti İznik olur. 1204-1261 yılları arasında Nicaea’ya (İznik) bağlı sönük bir tekfurluk olarak yaşamını sürdürdüğü anlaşılan Prusa, hisardan ibaret bir kent olarak 14. yüzyıla kadar Bizans yönetiminde kalır.

Bursa, Osmanlı Devleti’nin kurucusu ve ilk sultanı olan Osman Bey’in uzun yıllar süren kuşatmasından sonra, kılıçla değil, “vire” olarak anılan biçimde; teslim yoluyla, 6 Nisan 1326′da oğlu Orhan Bey tarafından alınarak Osmanlıların başkenti olur. Osman Gazi de vasiyeti gereği Tophane’deki Gümüşlü Kubbe’ye (Saint Elia Manastırı) gömülür.

Bursa Osmanlı hâkimiyeti ile birlikte bilhassa ilk 200 yıllık dönemde diğer kentlere göre büyük gelişmeler gösterir, şehir hisarın dışında, batı ve doğuya doğru genişler ve birçok mimari yapı ile süslenir ve 1365’te Edirne’nin fethedilip başkent yapılmasına kadar imparatorluğa başkent olur. Edirne ve daha sonra İstanbul’un başkent olmasından sonra, Bursa hep Anadolu’nun başkenti olarak itibar ve değer görmüştür.

Bursa yöresi 1900’lerin başında Hüdavendigar Vilayetinin sınırları içindeydi. Kentin belediyesi 1877’de kuruldu. Osmanlı Devleti’nin yıkılmaya başladığı dönemde, Birinci Dünya Savaşı sonrasında Türkiye İtilaf Devletleri tarafından işgal edilir. Bursa, 8 Temmuz 1920 tarihinde Yunanlılar tarafından işgal edildiğinde, şehri korumakla görevli askerler, silah ve cephane yetersizliğinden fazla direnemez.

Şehrin işgali, sadece Bursa’da değil, tüm ülkede büyük üzüntü yaratır. Ankara’daki TBMM kürsüsü üzerine, Bursa düşman işgalinden kurtuluncaya kadar kalmak üzere siyah bir örtü örtülür. Şehir, 2 yıl, 2 ay, 2 günlük işgalden sonra 11 Eylül 1922 günü Yunan işgalinden kurtulur.

İşgal sonrası Balkanlardan gelen göçmenlerin büyük bölümünün Türkçe dahi bilmeyen, faklı gelenekler ve kültür taşıması, cumhuriyet Bursa’sı için daha farklı ve ciddi sorunların ortaya çıkmasına neden olur. Fakat Gazi Mustafa Kemal Atatürk’le doğan yepyeni Türkiye Cumhuriyeti’nin diğer bütün illerinde olduğu gibi, Bursa da yaralarını kısa sürede sarar, toplumsal ve kültürel sorunları aşmayı bilir ve kalkınır.

Cumhuriyet yönetimi, yakılmış, yıkılmış bir Bursa’dan kısa sürede modern bir kent yaratmayı başarır. Yeniden ipek fabrikaları kurulur, gerek kent merkezi, gerekse ilçe ve köylerde büyük bir imar atılımı başlar. Cumhuriyet devrimlerine sahip çıkan Bursa, çok kısa süre içinde büyük bir gelişme göstererek ülkenin dördüncü büyük kenti olur.

Paylaşın

Fenerbahçe, Ersun Yanal’la İlk 3 Puanını Aldı!

Fenerbahçe, Spor Toto Süper Lig’in 19. haftasında Şükrü Saracoğlu’nda ağırladığı Malatyaspor’u 3-2 mağlup etti. Fenerbahçe’nin gollerini 2 ve 30. dakikalarda Mehmet Ekici ile 86. dakikada Mehmet Topal kaydederken, Malatyaspor’un gollerini ise 28. dakikada Mina ve 45+3’te Donald attı.

Fenerbahçe, bu galibiyet ile puanını 20’ye yükseltti ve 14. basamağa çıktı. Malatyaspor ise haftayı 32 puanla 3. sırada tamamladı.

77 gün sonra ligde maç kazanan Fenerbahçe, Ersun Yanal yönetiminde Süper Lig’deki ilk galibiyetini aldı.

Fenerbahçe’nin yeni transferi Victor Moses, sarı-lacivertli formayla ilk maçına çıktı.

Fenerbahçe, 2. dakikada Mehmet Ekici’nin atığı golle karşılaşmada (1-0) öne geçti. Malatyaspor bu golle, 28. dakikada Mina’yla karşılık verdi (1-1).

Mehmet Ekici 31. dakikada kendisinin ve takımının 2. golünü kaydetti (2-1). 45+3. dakikada Malatyaspor Donald’ın attığı golle beraberliği yakaladı (2-2).

Karşılaşma 2-2 berabere bitecek sanılırken, 86. dakikada Mehmet Topal sahneye çıktı ve karşılaşmanın sonucunu belirleyen golü kaydetti (3-2).

Stat: Şükrü Saracoğlu

Hakemler: Ali Palabıyık, Kerem Ersoy, Serkan Olguncan

Fenerbahçe: Volkan Demirel, Isla, Neustaedter, Sadık Çiftpınar, Hasan Ali Kaldırım, Mehmet Topal, Benzia (Dk. 67 Moses), Mehmet Ekici (Dk. 84 Valbuena), Dirar, Ayew (Dk. 80 Eljif Elmas), Soldado

Malatyaspor: Farnolle, Chebake, Mina, Robin Yalçın, Erkan Kaş, Donald, Murat Yıldırım, Aleksic (Dk. 67 Ahmed Ildız), Guilherme, Adem Büyük (Dk. 46 Bifouma), Ömer Şişmanoğlu (Dk. 78 Pereira)

Goller: Dk. 2 ve 31 Mehmet Ekici, Dk. 86 Mehmet Topal (Fenerbahçe), Dk. 28 Mina, Dk. 45+3 Donald (Malatyaspor)

“Çok önemli üç puan aldık “

Fenerbahçe Başkanı Ali Koç, karşılaşma sonrası yaptığı açıklamada, “Çok önemli üç puan aldık. Çok mutluyuz, sevinçliyiz. Niye sevinçliyiz? Çünkü şanssızlık mı dersiniz, uğursuzluk mu dersiniz. Ne derseniz deyin. Kötü futbolun yanında birçok değişken, birçok olumsuz gelişmelerle bir türlü istediğimiz sonuçları elde edemiyorduk. O yüzden bu gece şanssızlığımızı kırdığımızı düşünüyorum. Onun için muyluyuz. Aksi taktirde içinde bulunduğumuz konuma baktığınızda mutlu olunacak çok fazla bir şey de yok. Biz inanıyoruz ki, bu galibiyetle beraber seri yakalayacağız. Bugün dahil önümüzdeki 4 maçta 10 puan, 12 puan almak bizim için çok önemli. Alacağımızı da düşünüyorum” dedi.

Bu henüz başlangıç”

Fenerbahçe Teknik Direktörü Ersun Yanal, karşılaşma sonrası, “Bugün rakibimize oranla çok daha fazla topla oynayıp rakip kalede çok daha fazla görünen bir takım olduk… Bu sene Fenerbahçe oyununu giderek arttırıp en iyi performansı oynamak durumunda. Bu henüz başlangıç. Bugüne kadar Fenerbahçe’nin olmaması gereken bir performanstaydık. Bu performansı çok hızlı yükseltmemiz lazım. Önümüzde günler var. Bunu en iyi şekilde geçeceğimizi düşünüyorum” değerlendirmesinde bulundu.

“Bugün her şeyden önemli olan kazanmaktı”

Fenerbahçe’nin başarılı stoperi Sadık Çiftpınar, karşılaşma sonrası yaptığı açıklamada, “Ne olursa olsun sonuç olarak kazanmak çok önemliydi” ifadelerini kullandı.

“Bu arma için savaşacağız “

Fenerbahçe’nin kaptanı Volkan Demirel, maçının ardından yaptığı açıklamada, “Biz Fenerbahçeliyiz. Durum, konum ne olursa olsun bu arma için savaşacağız, mücadele edeceğiz. Hep beraber buralardan çıkacağız” dedi.

“Önemli olan üç puandı”

Fenerbahçe’nin başarılı ortasaha oyuncusu Mehmet Ekici ise, “Önemli olan üç puandı. Bunu bugün başardık, umarım böyle devam ederiz. Maça iyi başladık. Top bizdeydi ve istekliydik. Herkes elinden geleni yaptı” değerlendirmesinde bulundu.

“Başımız dik gidiyoruz “

Malatyaspor Teknik Direktörü Erol Bulut, karşılaşma sonrası yayıncı kuruluşa yaptığı açıklamada, “Bu takım 15 ay benim burada olduğum sürece kovalayan bir takım vardı, şimdi kovalanan bir Malatyaspor var. O yüzden biz başımız dik gidiyoruz.” dedi.

(Haber Kaos)

Paylaşın

Hacivat – Karagöz’ün Memleketi Bursa’nın Simgeleri

Tarihi 8 bin 500 yıl öncesine uzanan ve 2 binin üzerinde korunması gereken kültürel varlığa sahip olan Bursa, önemli bir turizm şehridir. Birçok uygarlığa ev sahipliği yapan Bursa’nın simgelerini sizler için derledik.

Bursa Saat Kulesi: Bursa’da Tophane Parkı içinde yer alan Saat Kulesi, ilk olarak Osmanlı Padişahı Sultan Abdülaziz döneminde yaptırılmış ancak 1900’lü yıllarda bilinmeyen bir tarihte yıkılmıştır. 2 Ağustos 1904’te yapımına tekrar başlanmış olan Saat Kulesi, 31 Ağustos 1905’te tamamlanarak II. Abdülhamit’in tahta çıkışı şerefine, 31 Ağustos 1906 günü Vali Reşit Mümtaz Paşa tarafından törenle hizmete sokulmuştur.

Bursa İpeği: İpek Yolu güzergâhının Anadolu’daki son duraklarından ve önemli merkezlerinden olan Bursa’nın adı ipek ve ipekçilikle özdeşleşmiş bir kent olarak bilinir. “İpek”, “İpekçilik” terimleri, Bursa’nın adını, yeşilini, güzelliğini yüzyıllardır kervanlarla dünyanın bir ucuna taşımış değerlerin başında yer alır. İpekçiliğin ilk aşaması olan ipek böcekçiliğinin geçmişi çok eskilere dayanır. MÖ 552’de Bizans’a gizlice getirilen ipekböceği tohumları ile Marmara kıyılarında yayılmaya başlamıştır.

İznik Çinisi: Birçok medeniyete başkentlik yapmış olan kent, aynı zamanda çininin de başkenti idi. Bu muhteşem sanat, usta ellerde hayat bularak, 14. ve 15. yüzyıllarda altın dönemini yaşamıştır. Dönemin birçok cami ve saraylarının bezenmesinde kullanılan çini, bu yapıların ihtişamını daha da artırmıştır.

% 80 kuvars (Quartz) yani yarı değerli taş minareli içerdiği için seramik literatürüne, “Üretilmesi İmkansız Seramik” olarak girmiştir.

Sanatkarlar, yaşadıkları dönemin sosyal yaşantısını, inançlarını motiflerle sembolize ederek çinilere işlemişlerdir. İslam felsefesi ile yoğrulan motiflerde ana tema Tanrı’ya ulaşmaktır. Üzüm her dönem bereketi simgelerken, lale hayatı temsil etmektedir. Barış ve sevginin simgelerinin, renkler ve motiflerle anlatıldığı çini, günümüze aktarılmış olan tarihi ve kültürel miraslarımızdan önemli bir bölümünü oluşturmaktadır.

Tirilye: Bursa’ya bağlı Mudanya sahilinin keşfedilmemiş cennet köşelerinden biri olan Tirilye, zeytini ve şarabı ile tanınan bir kasabadır. Oldukça bol balık çıkarılan kasabada Rumlar’dan kalma 7 kilise, 3 ayazma bulunduğu söylenir.

Sütunlarının İskenderiye’den getirilen Panagia Pantobalissa adlı “kemerli kilise”nin dünyada duvarına resim yapılan ilk kilise olduğu söyleniyor. Kasabadaki Fatih Camii, eski St. Stephanos Kilisesi’nden çevrilmiştir.

Bursa Evleri: Özgün yapıları, cumbalı balkonları, işlemeli ahşap doğramaları ve yüksek duvarlı bahçeleriyle sivil mimari örneği ”Eski Bursa Evleri”, betonarme yapılardan bunalan kent sakinlerini, yaşanmışlığın verdiği sıcaklıkla tarihsel yolculuğa çıkarıyor. 

Cumalıkızık: Bursa’nın doğusunda Ankara yolu üzerinde Bursa’ya 13 km mesafede, Uludağ’ın yamaçlarında beş kızıklı köyden biridir. Orhan Gazi Vakfiyesi’ne bağlı bir köydür. Osmanlı dönemi konut dokusunu günümüze kadar koruyan nadir köylerden olan 700 yıllık tarihi Cumalıkızık köyü, Osmanlı dönemi kırsal mimarisinin önemli örneklerinden biri olup, halen geleneksel yaşam biçimini korumaktadır. Cumalıkızık Köyü dokusunun korunması amacıyla 1980 yılında koruma altına alınmıştır.

Gölyazı: Bursa sınırları içinde, doğa ile tarihin bir arada yaşadığı bir eşsiz güzellik de Uluabat Gölü kıyısındaki Gölyazı Köyü’dür. İlkbaharda yükselen sular nedeniyle yarı bellerine kadar su içinde kalan ağaçlar, yine bu sularda sevgi dolu bir melodi gibi süzülen ördekler, Arnavut kaldırımlı dar sokaklar; antik çağda Apolyont olarak bilinen bu köyün güzelliklerinden yalnızca birkaçıdır. Tümüyle SİT alanı olan bu bölge, özellikle Apollon Tapınağı ve kilisesi ile dikkati çeker.

Saitabat Şelalesi: Bursa’dan 12 km uzaklıkta yer alan Saitabat yemyeşil çimenler ve çınar ağaçlarıyla çevrili bir alan. Uludağ eteklerindeki şelalenin aktığı kanyon, doğa sporları ile uğraşanların buluşma noktası. Odun ateşinde, kiremitte tereyağı ile pişirilen alabalıklarıyla meşhur olan şelalenin çevresinde piknik alanları bulunuyor.

Bursa Oynar Güvercini: Bursa’nın sembolleri arasında yer alan ve dünyada “Bursa Roller” adıyla bilinen, “Bursa Güvercini”, Osmanlı döneminde yetiştirilmiş bir ırk olup, dünyanın zengin ve parlak tüylü kuşlarındandır.

Bursa Bıçakları: Bursa’ya bıçakçılık “93 Savaşı”ndan sonra Balkan göçmenleri tarafından getirilmiştir. Bu tarihten itibaren göçmen ustalar ve yetiştirdikleri çıraklar aracılığı ile bıçakçılık mesleği gelişerek bugünkü düzeyine gelmiştir. Ancak Bursa bıçakçılığının, temelini oluşturan demircilerin serüvenine baktığımızda yedi yüz yıllık bir geçmişe sahip olduğu kayıtlardan anlaşılmaktadır. Bursa el zanaatları arasında geçmişten günümüze kadar özel bir yeri olan bıçakların ünü günümüzde de sürmektedir. Orhan Gazi’den başlayarak ilk yedi padişahın kılıç, kama, balta, mızrak gibi aletleri Bursa demirci-bıçakçılarının eseridir. Bugünün bıçakçıları geçmişin demircileri idi Kılıç-Kalkan: Kılıç-Kalkan, dünyada müziksiz oynanan halk oyunlarından biridir. Bu oyunun Anadolu’daTürklerden önce de oynandığı belirlenmiştir. M. Ö. 430-355 yılları arasında yaşayan Xsenophon, Anabasis adlı eserinde; bir zafer sonrası düzenlenen eğlence gecesinde Thraklar ile Bursa çevresinde yaşayan Mysialılara mensup askerlerin, hançerleriyle hafifçe sıçrayarak türküler eşliğinde dövüşür gibi yaptıklarını, hançerlerin birbirine vurularak ses çıkarmak suretiyle dans ettiklerini” aktarmaktadır. Osmanlılar döneminde, Bursa’nın fethi sonrası kente giren gazilerin kılıç ve kalkanlarla zafer dansları yaptıkları anlatılmaktadır. Kılıç Kalkan Oyunu, adı üzerinde, oyuncuların kuşandıkları kılıç kalkanla oynanır. Kılıç ve kalkan ile oyuncuların ayak ve diz vuruşlarıyla çıkardığı sesler, müziğin ve ritmin yerini tutar. Eski dönemin savaşlarını simgeleyen kılıç-kalkan oyunları altı figürden oluşup her birinin anlamı vardır.

Sekiz, on ya da daha fazla kişi tarafından oynanan Kılıç Kalkan oyununun;

  • Birinci figürünün anlamı; “askere yeni katılmış erleri uğurlayanlara saygı selamı”
  • İkinci figürün anlamı; “acemi erlerin kılıçları üzerine “ölmek var, dönmek yok” şeklinde merasimle yemin etmeleri”
  • Üçüncü figürün anlamı; “oyuna girerken, vücut hareketleri ile birinci vuruş cengine girişmek” Dördüncü figürün anlamı; birinci vuruştan sonra, ikinci vuruşma için tarafların karşılıklı anlaşmaları
  • Beşinci figürün anlamı; anlaşma gereği bir tek vuruş hakkı olan “baş vuruşu”na girişilmesi
  • Altıncı ve son figürün anlamı ise; sonucu alınmamış her iki cengin neticesinde, tarafların en iyi cengaverlerinin dövüşü. Bursa’da faaliyette bulunan çok sayıdaki Kılıç-Kalkan ekibi olmakla birlikte Kılıç Kalkan Derneği’ne bağlı folklor ekibi özgün karakteriyle yurtiçinde ve yurtdışında çok sayıda festivallerde Bursa’yı ve Türkiye’yi temsil etmektedir.

Karagöz-Hacivat: Halk dilinde Karagöz oyunu olarak adlandırılan gölge oyunu, Türk kültür yaşamında önemli bir yer almaktadır. Karagöz oyununun kökeni konusunda yapılan araştırmalarda ise bu oyunun Bursa ile yakın ilintisi olduğu görülmüştür. Çünkü hem bu gölge oyununun kahramanları olan Karagöz ile Hacivat Bursalıdır, hem de bu oyunu yaratan Şeyh Küşteri Bursalıdır. İşte bu nedenle Bursa´da uluslararası düzeyde gölge oyunu festivalleri düzenlenmektedir. Türk Gölge Oyunu olarak karşımıza çıkan Karagöz oyununun birçok kültürün etkisiyle olgunlaştığı ve Osmanlı Türklerinde de bir senteze ulaştığı kabul edilebilir.

Bursa Kumaşları: Köklerini Anadolu’dan alan dokuma sanatının, XV. yüzyıldan itibaren serüvenine Bursa’da başladığı, XVI yüzyıldan itibaren de bu kervana İstanbul’un dahil olduğu görülmektedir. Bursa kumaşları dokuma tekniği, malzeme özellikleri ve desen zenginlikleriyle bu sanatın doğuşundan itibaren dünya kumaşçılığı içinde çok önemli bir yer edinmiş, desenleri ve renkleriyle Türk kültürünün ve zevkinin bütün inceliklerini yansıtmışlardır.

Kelle Peyniri (Mahlaç): Bursa´nın Karacabey ilçesinde üretilen bu peynir, koyun ve inek sütünün karıştırılıp pişirilmesi ile imal edilir. Çok gözenekli, çok tuzlu ve kendine özgü tattadır. Kelle peyniridir. Tarihçesi hakkında kesin bilgiler bulunmamakla birlikte en az 200 yıllık geçmişi olduğu sanılıyor. Karacabey’in eski adı olan Mihaliç adından esinlenen Mahlaç peyniri en kaliteli Türk peynirlerindendir. Mahlaç peyniri daima tam yağlı koyun sütü ile çoğunlukla kıvırcık koyunun sütünden üretilmiştir.

Kemalpaşa: M. Kemalpaşa’da yapılan ve ‘peynir tatlısı’ olarak da anılan yöreye özgü bir tatlıdır. Bu tatlı, köy peynirinden yapılmaktadır. Peynir, un, irmik ve yumurta ile yoğrularak 3-4 cm çapında küçük kurabiyeler haline getirilir ve büyük pişme tablalarında fırınlanır. Daha sonra torbalanır ve satışa sunulur. Pişirilmesi ise kaynayan şekerli şerbete atılmasıyla olmaktadır. Ahmet Tabak adlı ustanın 1930’lu yıllarda kurduğu dükkânında ürettiği tatlı tüm ülkemizde yayılmıştır. Daha çok bakkal ve marketlerde hazır olarak satılan tatlılara sadece ravak yapılıp servise konulabilmektedir.

İnegöl Köftesi: İnegöl’e özgü bir ızgara köftedir. Yuvarlak ve iri olarak yoğrulan köfteler ızgara ile pişirilmektedir. İnegöl köftenin ünü tüm Türkiye’ye yayılmıştır. İnegöl köftenin mucidi, Rumeli’den göç eden Mustafa Besler adlı kişidir. 30’lu yıllarda başlayan İnegöl köftesi üretimi kısa sürede tüm ülkeye yayılmıştır. İnegöl köftesinin en önemli özelliği baharat kullanılmayan bir köfte olmasıdır. Her köfte, 12-15 gr. arasında ve yuvarlaktır. Bazı yerlerde yassı da yapılmaktadır. İnegöl köftesi; dana eti, kuzu eti, tuz, sodyum-bikarbonat ve soğanın belirli oranlarda karışımından oluşur. Yapılan köfteler 2-3 saat buzdolabında bekletildikten sonra pişirilmeye hazır olur.

Kayhan Pideli Kebabı: Önceleri Bursalıların ramazan aylarında en sevdikleri bu kebap, günümüzde İskender kebaptan sonra yaygınlaşan kebap çeşidi olup, “pideli köfte”de denilmektedir. Çok ince pideden yapılır. Kare biçiminde kesilen pideler tereyağlı et suyuna batırılarak yumuşatılır. Büyük bir kebap sahanına muntazam olarak dizilir. Orta yere kavrulmuş kuşbaşı etler konulur. Üstü gene pideyle kapatılır. Yemeden önce kızgın tereyağı, istenirse yoğurt ve salça dökülerek servis yapılır. Evliya Çelebi’nin bile sözünü ettiği pideli kebap geleneği asırlardır devam ettirilmekte olup, Bursa mutfak kültürünün en önemli yemekleri arasında yerini almıştır.

İskender Kebabı: Bursa’dan tüm dünyaya yayılan bir marka olarak İskender kebabı 150 yıl önce keşfedilmişti. Kebapçı İskender Bey (1848-1934), 19. yüzyılın ikinci yarısına kadar, yüzlerce yıldır ateşe paralel pişirilen kuzuyu, kemik ve sinirlerinden arındırarak dikey madeni çubuk üzerinde, kendi ekseni etrafında döndürerek yeni bir kebap icat etmiş, İskender kebabı böyle ortaya çıkmıştır. İskender kebabı, sadece şişin dik tutulmasından ibaret bir iş değildir.

Uludağ’ın nefis yağlarından ve zümrüt yaylalarında otlayan çok lezzetli etleri olan koyunlarından yapılan bu kebaplar, yiyenlere derin bir haz ve iştah verir.

Kestane ve Kestane Şekeri: Bursa’nın özgün ürünlerinden biri de kestanedir. Bursa’da aşılı kestaneler büyük alanlar kaplamaktaydı. Yiğitali köyünden, İnegöl-Oylat bölgesine kadarki alan önceleri tümüyle kestane ağaçlarıyla kaplıydı. İç pazarda, sofralık olarak daha ziyade aşı kestaneler müşteri bulurdu. Çabuk dağıldığından, bu tür kestaneler şekerciler tarafından kullanılmaz. “Karaaşlama”denilen bu cins kaynatılarak ya da kavrularak tüketilir. “Turfanda” kestane cinsi şeker sanayinde kullanılır.

Bursa’nın ünlü kestane şekerleri de küçük taneli olan bu kestanelerden yapılır. Uludağ eteklerinin ünlü kestanesinden yapılan kestane şekeri, şekerli şerbette kaynatılan kestaneden yapılmaktadır. Kestane şekerlerinin çeşitleri Bursa´nın karakteristik tatlılarındandır. Bursa’da asırlardır evlerde üretilen kestane şekeri, 1900’lü yılların başında duble olarak Uludağ eteklerinin ünlü kestanesinden yapılan kestane şekeri, şekerli şerbette kaynatılan kestaneden yapılmaktadır. Kestane şekerlerinin çeşitleri Bursa´nın karakteristik tatlılarındandır.

Şeftali: Bursa, şeftalisiyle ünlü bir şehirdir. Bursa’da çok farklı türleri yetişen şeftali, yaz aylarının en sevilen meyvelerinden biridir. Dünyaya Çin´den yayıldığı düşünülen şeftali uzun yaşam ve ölümsüzlük sembolü olarak görülür. Şeftali ağacı ortalama 30 yıl yaşar, ancak Bursa’da en çok 15-20 yıl sonra ağaçları sökülür. Bol sulu olup, tatlı meyvesinin en önemli özelliği kabuğunun tüylü olmasıdır. Bu kadifemsi dokudan hoşlanmayanlar için son yıllarda Bursa’da nektarin denilen tüysüz bir çeşidi yaygın olarak üretilmeye başlanmıştır.

Çekirdeği kolay ayrılana yarma, ete yapışık olana et şeftalisi denir. Yarma şeftali genellikle taze meyve olarak tüketilir. Et şeftalisi ise konserve yapımında kullanılır. Ülkemizde beyaz ve sarı etli olarak bilinen iki tür vardır. Bursa Ovası’nın yapılaşmaya açılmasıyla şeftali üretim alanları da gitgide azalmaktadır.

Bursa Kaplıcaları: Bursa, hamam ve özellikle kaplıcalar açısından dünyanın en zengin kentlerinden biridir. Bursa kaplıcalarıyla ilgili en erken bilgi, 82 yılında Dion’un konuşmalarında görülür. Osmanlılar, bir yandan Bizans´tan kalma hamamları onarırken, bir yandan da kendileri için yeni kaplıcalar, termal hamamlar yaptılar. Bursa´nın kaplıca suları şehrin batısındaki Bademli Bahçe ve Çekirge bölgelerinden çıkar. Her iki bölgeden çıkan termal suların kimyasal analizleri farklı olduğu gibi, aynı bölgeden çıkanlarınki de farklıdır. Buna göre kaynakların aralarında bağlantı olmadığı kabul edilebilir. Çekirge´de bulunan sulara çelikli, Bademli Bahçe´de bulunanlara kükürtlü sular denir. Kara Mustafa Kaplıcası´nın suyu ise tamamen farklıdır. Vakıf Bahçe´de bulunan kâgir depodan çıkan su 32 yere verilir. Bunlar arasında hamamlar, oteller ile şahısların evleri vardır.

Uludağ: Bizans öncesinde Olympos olarak anılan dağ, Bizans döneminde manastırlarla dolu olduğu için Keşiş Dağı olarak da isimlendirilmiştir. Bursa denince akla ilk gelenlerden olan Uludağ, 2543 metre yüksekliği ile kuzey-batı Anadolu’nun en yüksek zirvesini oluşturmaktadır. Bu yönü ile amatör dağcıların ve doğa yürüyüşü yapanların uğrak yerlerindendir. Marmara Denizi’ne 35-40 km uzakta olan Uludağ, 1961 yılında “Milli Park” ilan edilmiştir.

Erguvan: Bursa’nın köklü geçmişinden bugünlere ulaşan simgelerinden biri olan erguvan ağacı; dayanışma, hoşgörü, sevgi ve kardeşliğin simgesi olarak yüzyıllar boyunca düzenlenen bir şenliğe adını vermiştir.

Misi Köyü (Gümüştepe Mahallesi): Bursa merkezine yakın, gezilmesi gereken, tabiatla iç içe olunabilecek bir yer olan Misi Köyü, 2000 yıllık tarihi geçmişe sahiptir.

Günümüzde Gümüştepe Mahallesi adıyla Nilüfer İlçesi’ne bağlanan Misi Köyü’nün çok eski bir yerleşim yeri olduğu bilinmektedir. Misi Köyü’nün ilk adının Mysia olduğu sanılmaktadır. M. S 183 yılında Alex adlı bir keşiş, seksen beş kişilik bir maiyetiyle Hıristiyanların öncüleri olarak İnkaya ve Misi köylerine yerleştikleri , “konsül” ün toplanarak İncil tartışması yapıldığı tarihi kayıtlarda mevcuttur. Bugün kalıntılara rastlanılan manastır civarında İncil’in bir nüshasının gömülü olduğuna inanılır. Bu kalıntılar dolayısıyla bölge Hıristiyanlar için de önem taşımaktadır.

Irgandı Köprüsü: Gökdere üzerindeki en önemli yapı Irgandı Köprüsü’dür . Dünya üzerinde dört arastalı köprüden biri olan Irgandı Köprüsü, Osmangazi ve Yıldırım ilçelerini birbirine bağlar. Çeşitli kaynaklarda Irgandı Köprüsü’nün 1442 yılında Pir Ali oğlu Tüccar Muslihiddin tarafından mimar Abdullah oğlu Timurtaş’a yaptırıldığı ifade edilmektedir. Tarihi kaynaklara göre üzerinde, 31 dükkan ve bir mescitten oluşan tonozlu kagir bir yapı ile köprünün ana taşıyıcı tonozunun her iki yanında birer adet depo (ahır) bulunan köprü, 1855 depreminde büyük hasar görmüş ve üzerindeki kagir yapı yerine irili ufaklı ahşap dükkanlar inşa edilmiştir. 1922 yılında kenti terk eden Yunanlıların bombalaması sonucu köprü yeniden tahrip olmuştur. 1949 yılında köprü betonarme olarak ve orijinal haline göre 60 cm. daha yüksekte yeniden yapılmıştır. 1988 yılından 2004 yılına kadar süren çeşitli bireysel ve kurumsal çabalar sonucunda, 2004 yılında 19. yüzyıldaki durumuna uygun olarak restore edilen köprü günümüzde çeşitli el sanatı atölyelerini ve dükkanları içermektedir. 17. yüzyılda Bursa’ya gelen Evliya Çelebi, bu köprünün mimarisi ile ilgili öyküler anlatmaktadır.

Kapalı Çarşı: Bursa çarşısının en eski bölümünü oluşturan Uzun Çarşı, Emir Han’ın kuzeyinde yer alan dükkanlar ile oluşmaya başlamıştır. Eski belgelerden günümüzdeki kapalıçarşının 15. yüzyılın ilk yarısında Uzun Çarşı olarak adlandırıldığı anlaşılmaktadır. Uzun Çarşı aksının zamanla kuzey ve güneyinde, hanlara sırtlarını dayamış küçük işyerleri kurulmuştur. Bu çarşıda sırasıyla elbiseciler, şekerciler, ayakkabıcılar ve bıçakçıların yer aldığı bilinmektedir. Gayrimenkullerin açık artırma usulüyle satılması Sûk-i Sultani olarak da adlandırılan bu çarşıda gerçekleştirilmiştir. Bugün de keyif alarak gezebilecek aynı zamanda alışveriş veriş yapabileceğimiz, ağırlıklı olarak kuyumcu esnafına ait dükkanların bulunduğu bir çarşı olarak hizmet vermektedir.

Emir Sultan Türbesi: Üç Osmanlı sultanı dönemlerinde yaşamış ve sufilikte velilik rütbesini kazanan Emir Sultan Hazretleri’nin türbesinin Müslüman dünyasında beşinci makam olduğu ileri sürülmektedir. Peygamber soyundan geldiği için “Emir”, gönülleri fethettiği için “Sultan” unvanı almıştır. Türbe yapısal olarak özgünlüğünü yitirmiştir. Ancak sahip olduğu manevi değerinden hiçbir şey kaybetmeyerek günümüze gelmiştir.

Paylaşın