Arpacık Nedir, Belirtileri Ve Tedavi Yöntemleri Nelerdir?

Genellikle göz çevresinde ve kirpik diplerinde de görülen Arpacık, göz kapağındaki salgı bezlerinin bakteri veya mikrobik nedenlerle tıkanıp iltihaplanmasından kaynaklanmaktadır.

Arpacığa neden olan bir bakteridir. Bu bakteri türünün adı Stafilolok’tur. Stafilolok bakteri göz kapağı ve göz çevresinde iltihaplı bir enfeksiyon oluşmasına neden olmaktadır. Bakterinin dışında farklı nedenlerden dolayı da arpacık meydana gelmektedir.

Arpacık farklı şekillerde belirti vermektedir. Bu belirtiler gözde ağrı, acı batma, sulanma, kaşıntı ve kızarıklık olarak görülmektedir. Bazı vakalarda şişlik gözle görülür şekildedir. Bazı vakalarda ise görülmemektedir. Gözlerde ışığa karşı hassaslaşmalar yaşanmaktadır.

Arpacık belirtileri nedir?

Arpacık belirti belli durumlarla kendini göstermektedir. Kişilerde genellikle göz kapağı ve göz çevresinde meydana gelmektedir. Bu bölgelerde şişlik olarak kendini göstermektedir. Kişilerin gözünde ağrı ve acı oluşur. Ağrı hastadan hastaya farklılık göstermektedir. Bazı vakalarda hafif olurken bazı vakalarda şiddetli olarak görülür. Gözde batma sıklıkla görülen bir durumdur. Gözlerde sulanma ve kızarıklık oluşur. Aynı zaman kaşıntı hissi yaşanır.

Gözde ağrı
Gözde acı
Gözde batma
Gözde sulanma
Gözde kaşıntı
Gözde kızarıklık

Arpacık nedenleri nedir?

Bakteri ve mikrop kaynaklı bir hastalık olan arpacığa stafilokoksal bakteriler neden olmaktadır. Bu bakteriler burunda da bulunmaktadır. Eller yıkanmadan göze değdiğinde arpacığa davetiye çıkarmaktadır. Kronik göz kapağı iltihabı göz kapağında bulunan bezlerin ciltte yağlanma nedeniyle sık sık tıkanması da arpacık oluşuma riskini artırmaktadır. Kandaki yağ oranı yüksek olan kişilerde de arpacık oluşumu görülmektedir. Vücuttaki vitamin eksikliği ve makyaj malzemelerin başkalarıyla paylaşımı ya da yatmadan önce makyaj temizliği yapılmaması gibi hijyenik olmayan durumlarda arpacığa neden olmaktadır.

Arpacık risk faktörleri nedir?

Göz yorgunluğuna neden olan faktörler, ergenlik dönemi, fiziksel yatkınlık, bahar alerjisi, gözde kullanılan kozmetik ürünlerine karşı alerji, göz temizliğine önem göstermeme, stres, yağlı beslenme ve bağışıklık sistemini zayıflatan ilaçların kullanımı arpacık oluşumu riskini artırmaktadır.

Arpacık komplikasyonları nedir?

En önemli komplikasyonu göz ve göz çevresinde ciddi enfeksiyona neden olabilmesidir. İltihap iyileşse bile bezecikte kistleşme nedeniyle cerrahi tedavi gerekebilir. Eğer hemen tedaviye başlanmaz ise diğer göze de bulaşabilir. Arpacık, gözlerde yanma, batma, hafif bulanık görme ve hafif acıya sebep olmaktadır.

Doktor randevusu öncesi neler yapılmalıdır?

Arpacıkta doktor randevusu öncesi şikayetlerinizi ve şikayetlerinizin ne zaman başladığına dair bilgileri detaylı bir şekilde not edip doktorunuz ile paylaşmanız faydalı olacaktır.

Arpacık tetkik yöntemleri nelerdir?

Arpacık için bir göz hastalıkları uzmanına gitmeniz gerekmektedir. Genellikle göz muayenesi ile ileri tetkiklere gerek kalmadan tanı konulur.

Arpacık tedavi yöntemleri nelerdir?

Göz hastalıkları uzmanı hastayı muayene ettikten sonra verdiği damla ve antibiyotiklerle arpacıktan kurtulmuş olunur. Hasta eğer vaktinde göz hastalıkları uzmanına görünmediyse ya da tedaviye yanıt vermediyse arpacığın ameliyat ile göz kapağından alınması gerekebilir.

Arpacık yaşam stili önerileri

Arpacığın ilk aşamasında doğru tedavi ile başka arpacık oluşumu engellenmiş olunur. Kişinin kendi kendine bir tedavi uygulamaması ve göz temizliğine daha fazla dikkat etmesi gerekir. Hastanın yüzüne kullanacağı havlu temiz olmalı ve gözlerin kirli ellerle temasından sakınılmalıdır.

Not: Sunulan bilgilerin amacı herhangi bir hastalığı teşhis veya tedavi etmek, iyileştirmek veya önlemek değildir. Tüm bilgiler yalnızca genel bilginize yöneliktir, tıbbi tavsiye veya belirli tıbbi durumların tedavisinin yerine geçmez. Uygulamadan önce bu bilgileri doktorunuzla görüşün.

Paylaşın

Tarihi Çivitcioğlu Medresesi!

Çankırı’nın Çivitcioğlu Medresesi, yıl boyunca yerli ve yabancı birçok turistin uğradığı tarihi mekanlardandır. 17. yüzyılda inşa edilen Çivitcioğlu Medresesi, kent merkezinde yer alan Büyük Cami’nin kuzeydoğusunda yer alan dikdörtgen planlı, zemin katı taş, esas yapı bağdadidir.

Yerden 1,5 m yükseklikte ahşap konsollara çıkma yapılarak oturtulan Çivitcioğlu Medresesi, üstü alaturka kiremitli kırma çatı ile örtülüdür. Köşelerde yuvarlatılmış olan saçaklar oldukça geniş ve saçak altları ahşap çıtalarla desteklenmiştir.

Çivitcioğlu Medresesi, avlu içerisinde, iki katlı, doğu batı yönünde sıralanmış tek sıra hücrelerden oluşmaktadır. Hücrelerin önünde her iki katta da ahşap revak sırası bulunmaktadır. Eser günümüzde geleneksel Türk süsleme sanatlarının üretilip sergilendiği sanat merkezi olarak kullanılmaktadır.

Çankırı kısa tarihi 

Çankırı’daki müzelerden, tabiat ve doğa parklarından bahsetmeden önce Çankırı’nın tarihini sizler için kısa bir şekilde özetledir.  Çankırı Anadolunun bereketli toprakları üzerinde kurulmuş bir şehirdir. Çankırı’nın tarihine baktığımız zaman ise Paleolitik Döneme ait taştan yapılmış bazı aletler bulunmuştur. Paleolitik döneme ait eserlerin bulunması Çankırı’nın kültürel ve tarihsel olarak ne kadar eskiye dayandığının göstergesidir. Çankırı isminin kökenine de bakacak olursak Çankırı ismine tarihte ilk kez Bizans kaynaklarında “Gangra” olarak rastlıyoruz.

Çankırı tarihini hatta dünya tarihini değiştirecek arkeolojik yüzey çalışmaları, tarihi eserlere ve yapılara zarar vermemek için hassas bir şekilde devam etmektedir.

Çankırı’da Kalkolitik Döneme ait 5 yerleşim yeri bulunmuştur. Bulunan yerleşim yerleri ise;

Çankırı merkeze bağlı Balıbağı Köyü yakınlarındaki Sarıiçi Höyük, Eldivan İlçesi Elmalı köyü sınırları içerisindeki Fene Höyük. Orta ilçesi Salur Köyü içerisinde bulunan Salur Höyük. Korgun İlçesi Ildızım köyünde bulunan Yüce Höyük ve son olarak Ilgaz İlçesinde bulunan Musaköy Türbesi de bu yerleşim yerlerinden bir tanesidir.

Çankırı’nın tarihinde sadece Paleolitik Dönemi ya da Kalkolitik döneme ait eserler yoktur. Kaya Tuzunun Çankırı için günümüzde bile önemli olduğunu düşünürsek, Tunç Çağında Kaya Tuzunun önemi daha da fazladır. Geçmişte Anadolu’da yaşamış olan Hattiler ve Luviler’e ait yerleşim yeri izlerine Çankırı’da rastlayabilirsiniz.

Çankırı konumu ve yeraltı kaynaklarından dolayı Tunç Çağında bir ticaret merkezi haline gelmiştir. Ticareti yapılan yeraltı kaynaklarının başında ise Obsidyen, Çakmak Taşı ve Çankırı’nın vazgeçilmezi olan Kaya Tuzu gelmektedir.  Eski çağlardaki tuz hem insan sağlığı hem de hayvanların sağlığı için çok büyük bir öneme sahipti. Ayrıca yiyeceklerin korunması ve dericilikte kullanılmasıyla Çankırı’nın jeostratejik konumu çok çok önemli bir hale gelmiştir.

Arkeologlar ve Akademisyenler Çankırı’da tarihi dönemlerde bulunan bu zenginliğin tuz ile doğrudan bir ilişkisi olduğunu öne sürmektedir. Çankırı’da bulunan Sarıiçi Höyük ve Yapraklı Tuzdamınkaşı bu soruların hepsine cevap verecektir. Çankırı sınırları içerisinde günümüze kadar Tunç Çağı dönemine ait 36 yerleşim yeri bulunmuştur. Orta Çağ Tunç döneminde ise Çankırı’da Hitit Krallığına ait izlere rastlanmaktadır.

Anadolu ve Mezopotamya Uygarlıkları arasındaki etkileşimin izleri Çankırı’da net bir şekilde görülmektedir. Asur ve Hitit Krallığı arasında ilişkiler Çankırı’nın gelişimi önemli ölçüde etkilemiştir. Çankırı’da Orta Çağ Tunç dönemine ait 35 yerleşim yeri ve höyük keşfedilmiştir. Çankırı’da bulunan İnandık Köyünden bu döneme ait izlere rastlayabilirsiniz.

M.Ö 1500’lü yıllara yani Geç Tunç Çağına incelediğimizde ise Hitit Devletinin başkenti olan Hattuşa’nın önemi daha da artmaktadır. Devrez Vadisi Boyunca bulunan Hitit Krallığından kalan eserlere rastlayabilirsiniz. Çankırı’da Hitit Krallığına ait önemli eserler ise Batı Salman Höyük, Dumanlı Kalesi, Müslüman Kalesi ve Kanlıgöl Kalesidir. Çankırı’da Helenistik Döneme ait izlere rastlayabilirsiniz.

Çankırı ve Anadolu Bölgesinde Hitit Krallığı döneminin sona ermesiyle birlikte Helen izleri kendini göstermeye başlamıştır. Çankırı’da Roma Dönemine ve Helenistik Döneme ait 11 yerleşim yeri tespit edilmiştir. Bulunan yerleşim yerlerinden en önemlileri ise Gangra Kalesi yeni adıyla Çankırı Kalesi, Kimiatene şehri yeni adıyla Kurmalar Antik Yerleşimi ve Antoniopolis (Aydınlar Köyü). Ayrıca 66-67 yılları arasında yapılan çalışmalarda Helen Dönemine ait yeni eserler bulunmuştur ve bu eserlerin ortaya çıkartılıp korunması için çalışmalar günümüzde de devam etmektedir.

Yakın tarihe doğru yaklaştıkça Çankırı’da Bizans dönemine ait izlere rastlıyoruz. Çankırı her dönem olduğu gibi zengin yeraltı kaynakları ve jeostratejik konumu nedeniyle Bizans için çok önemli bir şehir olmuştur. Çankırı Bizans Döneminde Paflagonya eyaletinin başkenti olmuştur. Çankırı’da Bizans dönemine ait 66 yerleşim yeri, 20 Kaya Yerleşkesi, 11 tane de kale vardır. Çankırı’da bulunan kalelerin özelliği ise ulaşım olarak çok zor olmasıyla Çankırı’nın savunmasına önemli katkılar yapmıştır.

Çankırı’da Türk Hakimiyeti başladıktan sonra şehrin neredeyse her yerinde Türk Kültürüne ait izlerler karşılaşabilirsiniz. Osmanlı Döneminde de Çankırı tarım arazileri ve yeraltı kaynakları nedeniyle çok önemli bir şehirdir. Osmanlı Dönemine ait eserlere geçmeden önce Selçuklu Dönemine ait Taş Mescitten bahsetmek gerekebilir.

Çankırı’da Selçuklu dönemine ait bir diğer eser ise İmaret Cami’dir. Camide yapılan restorasyonlar çalışmaları ile bugün varlığını sürdürmektedir. Osmanlı Döneminde ise Paşa Sultan Camii, Dördüncü Murat Hamamı, Örenköy Camii,  Fethiye Türbesi ve Kütüphanesi Çankırı’da bulunan önemli tarihi eserlerdendir.

Paylaşın

Çankırı’nın İncisi ‘Buğday Pazarı Medresesi’

Çankırı il merkezinde yer alan Buğday Pazarı Medresesi, taş subasman üzerine ahşaptan iki katlı olarak inşa edilmiştir. Camii avlusunda yer alan eser 18. yüzyıldan günümüze ulaşmıştır.

Mustafa Hazım Efendi tarafından 1700 lü yılların sonlarında yaptırılan medrese yıllarca yün deposu ve inşaat malzeme deposu olarak kullanıldıktan sonra belediyesi tarafından Vakıflar Bölge Müdürlüğü’nden kiralanarak kültürel amaçlı kullanılmaya başlandı.

Kaybolmaya yüz tutmuş el sanatlarının yanı sıra Çankırı’nın son yıllarda öne çıkan kaya tuzu hediyelik eşyalarının üretildiği ve tuz odasının oluşturulduğu Buğday Pazarı Medresesinde kentin geçmişini yansıtan sözel kültürün yaşatıldığı odalar, yaran kültürünün tüm unsurları ve yöresel kıyafetler de sergileniyor.

Çankırı mutfağı ve kültürüne ait değerlerin üretimi, satışı ve sergilemesi yapılan Buğday Pazarı Medresesi, Çankırı’ya gelenlerin en önemli ziyaret mekanlarından birisi haline geldi.

Çankırı kısa tarihi 

Çankırı’daki müzelerden, tabiat ve doğa parklarından bahsetmeden önce Çankırı’nın tarihini sizler için kısa bir şekilde özetledir.  Çankırı Anadolunun bereketli toprakları üzerinde kurulmuş bir şehirdir. Çankırı’nın tarihine baktığımız zaman ise Paleolitik Döneme ait taştan yapılmış bazı aletler bulunmuştur. Paleolitik döneme ait eserlerin bulunması Çankırı’nın kültürel ve tarihsel olarak ne kadar eskiye dayandığının göstergesidir. Çankırı isminin kökenine de bakacak olursak Çankırı ismine tarihte ilk kez Bizans kaynaklarında “Gangra” olarak rastlıyoruz.

Çankırı tarihini hatta dünya tarihini değiştirecek arkeolojik yüzey çalışmaları, tarihi eserlere ve yapılara zarar vermemek için hassas bir şekilde devam etmektedir.

Çankırı’da Kalkolitik Döneme ait 5 yerleşim yeri bulunmuştur. Bulunan yerleşim yerleri ise;

Çankırı merkeze bağlı Balıbağı Köyü yakınlarındaki Sarıiçi Höyük, Eldivan İlçesi Elmalı köyü sınırları içerisindeki Fene Höyük. Orta ilçesi Salur Köyü içerisinde bulunan Salur Höyük. Korgun İlçesi Ildızım köyünde bulunan Yüce Höyük ve son olarak Ilgaz İlçesinde bulunan Musaköy Türbesi de bu yerleşim yerlerinden bir tanesidir.

Çankırı’nın tarihinde sadece Paleolitik Dönemi ya da Kalkolitik döneme ait eserler yoktur. Kaya Tuzunun Çankırı için günümüzde bile önemli olduğunu düşünürsek, Tunç Çağında Kaya Tuzunun önemi daha da fazladır. Geçmişte Anadolu’da yaşamış olan Hattiler ve Luviler’e ait yerleşim yeri izlerine Çankırı’da rastlayabilirsiniz.

Çankırı konumu ve yeraltı kaynaklarından dolayı Tunç Çağında bir ticaret merkezi haline gelmiştir. Ticareti yapılan yeraltı kaynaklarının başında ise Obsidyen, Çakmak Taşı ve Çankırı’nın vazgeçilmezi olan Kaya Tuzu gelmektedir.  Eski çağlardaki tuz hem insan sağlığı hem de hayvanların sağlığı için çok büyük bir öneme sahipti. Ayrıca yiyeceklerin korunması ve dericilikte kullanılmasıyla Çankırı’nın jeostratejik konumu çok çok önemli bir hale gelmiştir.

Arkeologlar ve Akademisyenler Çankırı’da tarihi dönemlerde bulunan bu zenginliğin tuz ile doğrudan bir ilişkisi olduğunu öne sürmektedir. Çankırı’da bulunan Sarıiçi Höyük ve Yapraklı Tuzdamınkaşı bu soruların hepsine cevap verecektir. Çankırı sınırları içerisinde günümüze kadar Tunç Çağı dönemine ait 36 yerleşim yeri bulunmuştur. Orta Çağ Tunç döneminde ise Çankırı’da Hitit Krallığına ait izlere rastlanmaktadır.

Anadolu ve Mezopotamya Uygarlıkları arasındaki etkileşimin izleri Çankırı’da net bir şekilde görülmektedir. Asur ve Hitit Krallığı arasında ilişkiler Çankırı’nın gelişimi önemli ölçüde etkilemiştir. Çankırı’da Orta Çağ Tunç dönemine ait 35 yerleşim yeri ve höyük keşfedilmiştir. Çankırı’da bulunan İnandık Köyünden bu döneme ait izlere rastlayabilirsiniz.

M.Ö 1500’lü yıllara yani Geç Tunç Çağına incelediğimizde ise Hitit Devletinin başkenti olan Hattuşa’nın önemi daha da artmaktadır. Devrez Vadisi Boyunca bulunan Hitit Krallığından kalan eserlere rastlayabilirsiniz. Çankırı’da Hitit Krallığına ait önemli eserler ise Batı Salman Höyük, Dumanlı Kalesi, Müslüman Kalesi ve Kanlıgöl Kalesidir. Çankırı’da Helenistik Döneme ait izlere rastlayabilirsiniz.

Çankırı ve Anadolu Bölgesinde Hitit Krallığı döneminin sona ermesiyle birlikte Helen izleri kendini göstermeye başlamıştır. Çankırı’da Roma Dönemine ve Helenistik Döneme ait 11 yerleşim yeri tespit edilmiştir. Bulunan yerleşim yerlerinden en önemlileri ise Gangra Kalesi yeni adıyla Çankırı Kalesi, Kimiatene şehri yeni adıyla Kurmalar Antik Yerleşimi ve Antoniopolis (Aydınlar Köyü). Ayrıca 66-67 yılları arasında yapılan çalışmalarda Helen Dönemine ait yeni eserler bulunmuştur ve bu eserlerin ortaya çıkartılıp korunması için çalışmalar günümüzde de devam etmektedir.

Yakın tarihe doğru yaklaştıkça Çankırı’da Bizans dönemine ait izlere rastlıyoruz. Çankırı her dönem olduğu gibi zengin yeraltı kaynakları ve jeostratejik konumu nedeniyle Bizans için çok önemli bir şehir olmuştur. Çankırı Bizans Döneminde Paflagonya eyaletinin başkenti olmuştur. Çankırı’da Bizans dönemine ait 66 yerleşim yeri, 20 Kaya Yerleşkesi, 11 tane de kale vardır. Çankırı’da bulunan kalelerin özelliği ise ulaşım olarak çok zor olmasıyla Çankırı’nın savunmasına önemli katkılar yapmıştır.

Çankırı’da Türk Hakimiyeti başladıktan sonra şehrin neredeyse her yerinde Türk Kültürüne ait izlerler karşılaşabilirsiniz. Osmanlı Döneminde de Çankırı tarım arazileri ve yeraltı kaynakları nedeniyle çok önemli bir şehirdir. Osmanlı Dönemine ait eserlere geçmeden önce Selçuklu Dönemine ait Taş Mescitten bahsetmek gerekebilir.

Çankırı’da Selçuklu dönemine ait bir diğer eser ise İmaret Cami’dir. Camide yapılan restorasyonlar çalışmaları ile bugün varlığını sürdürmektedir. Osmanlı Döneminde ise Paşa Sultan Camii, Dördüncü Murat Hamamı, Örenköy Camii,  Fethiye Türbesi ve Kütüphanesi Çankırı’da bulunan önemli tarihi eserlerdendir.

Paylaşın

Geleneksel Türk evleri ‘Çankırı Evleri’

Tarihi M.Ö 7000 – 5000 yıllarına kadar dayanan Çankırı, yıl boyunca yerli ve yabancı turistlerin uğrak noktalarından biridir. Çankırı tarihi kent dokusunun önemli bir bölümünü evler oluşturur. 

Konak olarak nitelendirebileceğimiz bu yapılar kenti ikiye bölen Tatlı Çay’ın her iki yakasında da bulunmaktadır.

Çankırı Kalesinin güney ve batı yamaçlarında yoğunlaşan yapılar bazı yöresel farklılıklar dışında geleneksel Türk evi
özelliklerini taşırlar. Genel bir sınıflandırmayla Çankırı, “ahşap çatkı arası kerpiç dolgulu, çıkma destekleri düz, kapalı sofalı ev tipleri” ile Kuzey Anadolu kuşağında izlenen sivil mimarlık örneklerini bünyesinde barındırır.

Şehrin eski iskân alanında evlerin esas cepheleri arazi yapısına uygun olarak güneye akmaktadır. Kuzey yüzleri kapalıdır. Esas cephelerin güneşten ve yamaç manzarasından faydalanması açık sofalı evlerin inşasına olanak vermiştir. Evlerin en eski örnekleri açık sofalı plan tipindedir.

Kentin tarihi seyri içersinde iskân alanlarının genişlememesi evlerin sıkışık düzende yapılmasına yol açmış, çatı saçakları bazı dar sokaklarda birbirine deyecek kadar yaklaşmıştır. Kent merkezinde iki, üç katlı, bitişik ve avlulu olarak yapılan binalar kent merkezinden uzaklaştıkça yerini geniş bahçeli ve ayrık düzende yapılan konutlara bırakmaktadır. Konak olarak nitelendirebileceğimiz bu yapılar kenti ikiye bölen Tatlı Çay’ın her iki yakasında da
bulunmaktadır.

Jeolojik deprem riski ev yapımında yarı ahşap malzeme kullanımını zorunlu kılmıştır. Yapılar genellikle jips taşından örülmüş subasman üzerine, ahşap çatkı arası kerpiç dolgu ile inşa edilmiştir. Yazlık mahiyette kullanılan üst kat köşk odalarında ise bağdadi tekniğinin kullanıldığı örneklere rastlamak mümkündür.

Ahşap malzeme yapılarda kapı, pencere, tavan, döşeme, yüklük, gusülhane, pervaz ve çatı saçaklarında işlenmeden kullanılırken kimi  yapıların tavanlarında, merdiven korkuluklarında, kapılarında, çıkma pervazlarında, şerbetlik ve dolaplarında çeşitli süslemeler yapılarak kullanılmıştır.

Oda ocaklıkları yuvarlak kemerli sade yapıldığı gibi üst yapısı kemerli sığ bir niş ve alçı işi şerbetlikli olarak ta değerlendirilmiştir. Duvar yüzeyleri toprak ve alçı sıva üstüne çoğunlukla beyaz badanalıdır.

Parsel yapısına göre şekillenen avluya giriş, çift kanatlı ahşap kapılarla sağlanır. Yüksek duvarlarıyla dış dünyaya kapanan avluda zemin, toprak ya da taş kaplama olarak düzenlenmiş, yapıya uzak bir köşesi ocaklık olarak tanzim edilmiştir.

Yapı bütünü içerisinde dikkati çeken özeliklerden biriside, avlunun veya parselin bir sınırını oluşturacak biçimde, yapının birinci katındaki açık veya kapalı dış sofadan ulaşılan aynı zamanda avludaki ahşap bir merdivenle çıkılabilen yöresel adı “yazlık” veya “köşk” olan odalardır.

Orta sofalı, iç sofalı ve dış sofalı plan şemalarından birinin veya bir kaçının birlikte uygulandığı yapılarda birinci kattaki sofalar sokağa veya avluya çıkma yaparken bazı yapılarda ise sofanın iki yanında yer alan odalar çıkmalıdır.

Oda ve sofalarda gönyeli (üçgen) veya düz olarak yapılan çıkmalar doğrudan döşeme kirişleri ile taşınabildiği gibi ahşap konsollarla, payandalarla yada bağdadi konsollarla taşınabilmektedir 28. Yapılar kırma çatı üzeri alaturka kiremitle örtülüdür.

Geçmişten günümüze değişen ihtiyaçlar, bilinçsiz onarımlar, miras bölüşmesi gibi nedenlerle özgün dokusu yara alan evlerin bazıları da bakımsızlıktan dolayı yok olma tehdidi altındadır. Merkez haricinde kalan ilçe ve köylerde genel karakteristiğe uygun evler bulunduğu gibi farklı örneklere de rastlamak mümkündür. Korunan örnekler Ilgaz, Çerkeş ve Yapraklı ilçelerinde yoğunlaşmaktadır.

Ilgaz evleri dağ ikliminin gereği olarak genellikle çıkmasız ve düzdür, balkonlar dışa taşmadan üç tarafı kapalı olarak inşa edilmiştir. Yapraklı ve Kurşunlu ilçelerinde konutlar iç ve dış sofalı plan tipinde iki gurupta toplamak mümkündür. Çerkeş ilçesinde ise üst kat sofaları kısa bir çıkma yapan örnekler dışında taş ve tuğla duvarlı farklı bir yapıda koruma altına alınmıştır.

Eldivan, Saray köyde bulunan Paşa Konağı ile Korgun ilçe merkezinde bulunan Sipahi Konağı Cihannüma işlevi gören üst kat birimleri ile farklılık oluşturan başka yapılardır.

Paylaşın

Çanakkale Kemallı Köyü Tarihi Hamamı!

Hamamlar, toplumların kişisel temizlik ve arınma ihtiyaçlarını karşılamakla beraber, sosyal faaliyetlerin bir bölümün gerçekleştirdiği mekanlar olması sebebiyle de önemli yapılardır. 

Mimari kurgu ve ısıtma sitemleri bakımından temel olarak benzerlikler gösteren hamamlar, iç mekan tasarımları ve yapıldığı dönemin üslup özelliklerini taşıyan süslemeleri ile birbirinden ayrılırlar.

Çanakkale’ye yolu düşen herkesin mutlaka gitmesi gereken yerlerden biride Kemallı Köyü Tarihi Hamamı’dır.

Ezine ilçesine bağlı Kemallı Köyü’nde bulunan tarihi hamam 1382 yılında inşa edilmiştir.Küçük boyutlu bir yapı olan hamamın 1 adet soğukluk,1 adet ılıklık ve 2 adet de halvet mekanları olmak üzere moloz taş ve tuğladan inşa edilmiştir.

Doğu yönündeki sokağa bakan mermer söveli kapıdan soğukluğa girilmektedir. Diğer mekanlardan daha büyük olan bu kısım kare planlı ve üzeri kubbelidir. Kubbeye geçiş prizmatik Türk üçgeni ile sağlamlanmıştır. Kuzey duvarında soyunma dolabı nişleri vardır. Batı duvarındaki kemerli girişten ılıklık mekanına geçilmektedir. Ilıklığın güney yönünde halvet bölümleri bulunur. Ilıklık ve halvet mekanlarının üzeri de kubbelidir. Aydınlatma kubbelerdeki cam fanuslarla yapılmaktadır.

Hamam duvarları moloz taşla, kısmen tuğla ile inşa edilmiştir. Taş duvar bir sıra tuğla dizisi ile sonlandırılmıştır. Üst örtünün tamamı ve duvar yüzeylerinin bir kısmı sıvalıdır. Çini, kalemişi ve benzeri süsleme unsuru bulunmamaktadır.

Giriş kapısı üzerindeki mermer üzerine yapılmış kitabede uzun süre harap ve atıl kalan yapının 1948 yılında köy halkı tarafından onarıldığı belirtilmiştir. Bu onarımda zemin döşemesi mozaik görünümlü fayans ile kaplanmış, duvar yüzeyleri ve üst örtüsü çimentolu sıva ile sıvanmıştır. Bu müdahalelere rağmen yapının özgün planı muhafaza edilmiştir. Günümüzde hizmet verecek durumda olmayan yapı, köyün ortak kullanım malzemelerinin konulduğu depo durumundadır.

Vakıflar Genel Müdürlüğü adına kayıtlı durumda olan tarihi hamam 17 Temmuz 2016 tarihinde 3139 sayılı karar ile Çanakkale Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu tarafından “1. Derecede Anıtsal Mimarlık Örneği Yapı” olarak tescillenmiştir.

Çanakkale kısa tarihi

Asya ile Avrupa kıtaları arasında bir köprü konumundaki Çanakkale, insanlığın yerleşik hayata geçtiği dönemden, tarihi çağların başlangıcına kadar, önemli kültürlere ev sahipliği yapmıştır. Binyıllar boyunca farklı toplumların egemenliğinde kalmış olması, mimarisinde ve günlük yaşamda oluşturduğu çok renkli mirasın farklı izlerini göstermektedir.

İnsanların yerleşik hayata geçerek, hayvancılık ve tarım yaptıkları Neolitik Dönem (M.Ö. 8000-5500) insanlık tarihi açısından Neolitik Devrim olarak adlandırılır. Bu döneme ait köy yerleşimlerin varlığı Anadolu’nun her bölgesinde olduğu gibi, Çanakkale’de de bilinmektedir. Bunlardan en önemlisi Ayvacık İlçesi Bademli Köy yakınlarında yüksek doğal bir tepe üzerinde yer alan Coşkuntepe’dir.

Burada yaklaşık olarak M.Ö. 6000 yıllarında yaşamlarını özellikle balıkçılık ve hayvancılıktan kazanan bir halkın var olduğunu ortaya koymuştur. Aynı tarihlerde Gelibolu Yarımadasında Karaağaçtepe ve Hamaylıtarla mevkileri ve Gökçeada’da Uğurlu/Zeytinli mevkiinde M.Ö. 6000 tarihli ilk köy yerleşimlerinin varlığı bilinmektedir.

Kalkolitik dönemi temsil eden yerleşimler yaklaşık olarak M.Ö. 5000 civarında iskan gören Kumtepe, Beşik-Sivritepe ve Gülpınar’dır.

Yaklaşık olarak M.Ö. 3000 ve 1200 yılları arasını kapsayan Tunç Çağı, Çanakkale bölgesinde en iyi Troia yerleşimi ile temsil edilmektedir. Üst üste on ayrı yerleşim katının oluşturduğu bir höyük görünümündedir. Troia, Ege Denizini Marmara ve Karadeniz dünyasına bağlayan önemli bir noktada yer almaktadır.

Schliemann tarafından bulunan ve uzun yıllar efsanevi Troia Kralı Priamos’un hazinesi olarak bilinen altın buluntuların aslında daha önceki bin yılda Troia II de ortaya çıkan soylu sınıfa ait olduğu anlaşılmıştır. Yaklaşık beş metreye varan sağlam sur duvarlarına sahip bir yerleşim olması Troia’nın ne kadar güçlü bir Tunç Çağı yerleşimi olduğunu doğrulamaktadır.

Troia’da ele geçen ve yaklaşık M.Ö. 1200 tarihli mühür üzerindeki Hint-Avrupa dilinin Anadolu grubuna ait olan Luwi dilindeki yazıt, Çanakkale bölgesinde bilinen ilk yazı örneği olarak kabul edilebilir. Hitit çivi yazılı belgelerinde bahsedilen Wilusa’nın Troia kentini veya Troas bölgesini nitelediği bilinmektedir.

Çanakkale’de Troia dışında çok sayıda Tunç Çağı yerleşimi daha bulunmaktadır. Bunlara örnek olarak Kumtepe, Hanay Tepe, Beşiktepe, Larissa, Tuzla ve Külahlı verilebilir. Çanakkale’nin doğu kesimlerinde Çan, Biga, Bayramiç ve Yenice civarında da Tunç Çağı yerleşimlerinin varlığı bilinmektedir. (Örneğin Pekmezli, Üyücükler, İkizce gibi)

Hitit İmparatorluğu’nun 1190 yıllarında son bulmasıyla Tunç Çağı yerini Demir Çağ’a bırakır ki, bu dönemde Anadolu’da birtakım yerli Anadolu halkları egemenlik sürerler. Bunlardan birisi de sonraları Çanakkale bölgesini de egemenlikleri altına alacak olan Lydia Krallığıdır. M.Ö. 1200 civarında Çanakkale Bölgesi’nde Troia Savaşları’nın başlaması ile Akhalar bölgeye gelmiştir.

M.Ö. 750-550 yılları arasındaki ikiyüz yıllık bir Hellen kolonizasyonu sonunda, çoğu deniz kıyısında olmak üzere bölgede Hellen ticaret kolonisi olarak çok sayıda şehir kurulmuştur. Miletoslular tarafından kurulan Parion, Priapos, Abydos; Aioller tarafından kurulan Sestos, Assos, Dardanos, İonlar tarafından kurulan Hamaksitos; Kolophonlu’lar tarafından kurulan Lampsakos bu koloni şehirlerinden bazılarıdır.

Çanakkale Bölgesi’nde M.Ö. 7. yüz yılın ilk yarısından itibaren ise Lidya Devleti’nin bir hakimiyet kurduğunu görürüz. Öyle ki, bu dönemde koloni kentleri Lidya kralının izni alınarak kurulmuştur. M.Ö. 6. yüz yılın ortalarına doğru ise Atina, Persler ile yapmış olduğu Salamis savaşını kazandıktan sonra, yönünü bu bölgeye çevirmiştir.

Çanakkale Bölgesi M.Ö. 6. yüzyıl ortalarında Pers egemenliğini tanımıştır. İki büyük Pers imparatoru olan Dareios ve Kserkses ise, Troas Bölgesini daima Avrupa’ya ulaşmak için bir kilit noktası olarak görmüşlerdir. Herodotos’a göre Hellespontos üzerinde Asya’dan Avrupa’ya geçmek için, ilk köprüyü yapan Pers imparatoru Kserkses olmuştur.

M.Ö. 4.yüzyıl başlarına gelindiğinde ise, bazı Troas kentleri Pers egemenliğine karşı ortak bir isyana girişmişlerdir. 387 yılında imzalanan Antialkides Barışı ile Perslere tamamen teslim olmuşlardır.

M.Ö. 334 yılında Makedonya kralı Büyük İskender, Perslere karşı büyük bir harekat başlatmış ve Çanakkale Boğazı’nı geçerek Troas Bölgesi’ne gelmiştir. Burada bugünkü Karabiga yakınlarında Koçabaş Çayı kıyısında ünlü Granikos Meydan Savaşı’nda Pers ordusunu yenilgiye uğratarak bölgedeki Pers egemenliğine son vermiştir.

Büyük İskender’in ani ölümü üzerine generallerinden biri olan Antigonos M.Ö. 323 sonrasında Çanakkale bölgesini yönetimi altına almıştır. Bölgedeki fazla nüfusa sahip olmayan, küçük, güçsüz ve dağınık halde bulunan kentler bir araya getirilerek Antigoneia (AleksandriaTroas) adı altında büyük bir kent kurulmuştur. Ancak Çanakkale bölgesinin yönetimi İpsos Savaşı’ndan (M.Ö. 301) sonra tekrar değişmiş, yönetim doğudaki Antigonos’tan batıdaki Lysimakhos’un eline geçmiştir.

M.Ö. 3. yüz yılın başlarında Balkanlar’da ekonomik zorluklar içinde kalmış olan Galatlar, M.Ö. 280 yılında Çanakkale Boğazını’nı geçerek bölgeye egemen olmuşlardır. Burada fazla kalamayarak doğuya yönelmişlerdir. Aynı dönemlerde Bergama Krallığı’da kurulmuştur.

Bölge ise M.Ö. 280-188 yılları arasında Seleukos Krallığı’na bağlanmıştır. M.Ö. 190 yılında Romalılar ile Seleukos kralı III. Antiokhos arasında Magnesia’da yapılan savaştan sonra, savaşın galibi Romalılar bölgeyi bu başarının kazanılmasında kendilerine yardımcı olan Bergama kralı II. Eumenes’e (M.Ö. 197-150) vermişlerdir.

Çanakkale Bölgesi Bergama Kralı III. Attalos’un krallığını M.Ö.133 yılında bir vasiyetname ile Roma İmparatorluğu’na bırakması üzerine Roma eyalet sistemi içerisine alınmış ve Asia eyaletine bağlanmıştır.

Roma İmparatorluğunun 395 yılında ikiye ayrılmasından sonra Çanakkale bölgesi Doğu Roma İmparatorluğu’nun hakimiyeti altında yönetilmiştir. İmparator Justinian, Sestos’da boğazın geçişini kontrol altında tutmak için bir kale inşa ettirmiştir.

Bölgede Türklerin görünmesi Doğu Roma imparatorluğu dönemine rastlamaktadır. 14. yüzyıl başlarında Anadolu Selçuklu Devleti yıkılınca Ege kıyılarına kadar uzanmışlar ve Çanakkale yöresine de yerleşmeye başlamışlardır. Türklerin bölgede askeri güç olarak tekrar görülmesi 1095’de Çaka beyin Nara Burnu önlerine kadar ilerlemesi ile başlamıştır.

1097’de haçlıların İznik’i alması ile Anadolu içlerine çekilen Anadolu Selçukluları, haçlıların çekilmesinden sonra üst üste akınlar düzenleyerek kaybettikleri yerleri geri alarak, Çanakkale yöresine kadar ilerlemişlerdir. Beylikler döneminde de Karesi Beyliği sınırlarını Çanakkale’ye doğru genişletmiştir.

Çanakkale boğazında Türk hakimiyeti Osmanlılar zamanında oluşmuştur. 1345’te Karesi Beyliği topraklarının büyük bölümünü Osmanlılar kendi topraklarına kattılarsa da Çanakkale Boğazı üzerindeki hakimiyeti 1354 yılında Süleyman Paşanın Gelibolu Kalesi’ni fethi ile gerçekleşmiştir. Ardından da 1356’da Gelibolu’dan sonra Tekirdağ’a kadar Rumeli kıyıları fethedilmiştir.

I.Murad döneminde Anadolu kıyılarının tamamı Osmanlı hakimiyetine geçmiş, fakat Boğaz’ın tamamen kontrolü Fatih Sultan Mehmed’in İstanbul’u fethinden sonra, Boğaz’ın en dar yerine 1462’de inşa ettirdiği kalelerden sonra gerçekleşmiştir. Boğaz bundan sonra, hem İstanbul’un savunmasını üstlenmiş hem de Karadeniz –Akdeniz geçişi ile ilgili hakimiyet planlarının kilidini teşkil ederek sürekli askeri önemini korumuştur…

Paylaşın

Mimari Sanatın Eşsiz Eserleri ‘Çeşmeler’

Çeşmeler, halkın su ihtiyacını karşılamak amacıyla yapılan ve zamanla mimari sanatın eşsiz eserleri haline gelen yapılardır. Birçok uygarlığa ev sahipliği yapmış olan Çanakkale’ye yolu düşen hemen herkesin görmesi gereken yapılar arasında tarihi çeşmelerde önemli bir yer tutmaktadır. Haber Kaos ekibi olarak Çanakkale il sınırları içinde bulunan tarihi çeşmeleri sizler için derledik. Kilitbahir Çarşı Sebili Çarşı Sebili Çanakakle İli Eceabat İçesi Kilitbahir Köyü’nde Muhtarlık Binasının önündedir.Halk arasında buraya Şadırvan, Damat İbrahim Paşa Çeşmesi, Padişah 3. Ahmet Çeşmesi ‘de denilmektedir. Padişah III.Ahmed’in damadı emirleriyle Sultan Ahmet’in damadı Nevşehir’li İbrahim Paşa tarafından yaptırılmıştır Musluklarının kenarındaki lale resimleri ile diğer çiçek dekorları dikkat çeker.Üzerinde yapılış kitabesi mevcuttur. Kale Meydan Çeşmesi Ecebat İlçesi Kilitbahir Köyü’nde 2.nci Abdülhamit döneminde 1890 lı yıllarda inşa edilmiştir. Köyün ortasında dörtgen kesme taştır.Dört yüzünde dört musluğu ve dört kitabesi halen mevcuttur. Dede Çeşmesi: Çanakkale’nin Bayramiç ilçesinde yer alan çeşme, Hadımzade Ahmet Ağa tarafından 1739 yılında yaptırılmıştır. Çarşı Camiinin Kuzey doğusunda dört yolun kesiştiği küçük meydanın ortasındaki yaşlı çınar ağacının altındadır. Tepecik Çeşmesi: Çanakkale’nin Bayramiç ilçesinde yer alan çeşme, 1786 yılında yaptırılmıştır. Kitabede yaptırılanın adı tahribat nedeniyle bugün okunamamaktadır. Tepecik Mahallasindedir. Eski Hükümet Alanı Çeşmesi: Çanakkale’nin Bayramiç ilçesinde yer alan çeşme, Hadımzade Osman bey tarafından 1792 yılında yaptırılmıştır. Eski Hükümet Binasının dousunda Hadımoğlu Konağının da yer aldığı meydanın köşsende eski bir evin cephe duvarına bitişiktir. Beylik Çeşmesi: Çanakkale İli Eceabat İlçesi Kilitbahir Köy’ndedir. 2. Abdülhamit döneminde 1890 lı yıllarda inşa edilmiştir.Dörtgen kesme taştır. Namazgah Tabyalarının üzerinde köyün Havuzlar çıkışındadır. Garip Çeşme: Çanakkale’nin Bayramiç ilçesinde yer alan çeşme, yaptıranı ve tarihi bilinmemektedir. Kaymakamlık Lojmanı karşısındaki geniş alanın batı köşesindedir. Cami-i Cedit (Karşıyaka Camii) Çeşmesi: Çanakkale’nin Bayramiç ilçesinde yer alan çeşme, Taş Köprünün bitişiğindeki Caminin yanındadır. Pıtıreli Köyü Çeşmesi: Çanakkale’nin Bayramiç ilçesinde yer alan çeşme, Pıtıreli Köyü’ndedir. 1780 yılında yapıldığı tahmin edilmiştir. Çanakkale kısa tarihi Asya ile Avrupa kıtaları arasında bir köprü konumundaki Çanakkale, insanlığın yerleşik hayata geçtiği dönemden, tarihi çağların başlangıcına kadar, önemli kültürlere ev sahipliği yapmıştır. Binyıllar boyunca farklı toplumların egemenliğinde kalmış olması, mimarisinde ve günlük yaşamda oluşturduğu çok renkli mirasın farklı izlerini göstermektedir. İnsanların yerleşik hayata geçerek, hayvancılık ve tarım yaptıkları Neolitik Dönem (M.Ö. 8000-5500) insanlık tarihi açısından Neolitik Devrim olarak adlandırılır. Bu döneme ait köy yerleşimlerin varlığı Anadolu’nun her bölgesinde olduğu gibi, Çanakkale’de de bilinmektedir. Bunlardan en önemlisi Ayvacık İlçesi Bademli Köy yakınlarında yüksek doğal bir tepe üzerinde yer alan Coşkuntepe’dir. Burada yaklaşık olarak M.Ö. 6000 yıllarında yaşamlarını özellikle balıkçılık ve hayvancılıktan kazanan bir halkın var olduğunu ortaya koymuştur. Aynı tarihlerde Gelibolu Yarımadasında Karaağaçtepe ve Hamaylıtarla mevkileri ve Gökçeada’da Uğurlu/Zeytinli mevkiinde M.Ö. 6000 tarihli ilk köy yerleşimlerinin varlığı bilinmektedir. Kalkolitik dönemi temsil eden yerleşimler yaklaşık olarak M.Ö. 5000 civarında iskan gören Kumtepe, Beşik-Sivritepe ve Gülpınar’dır. Yaklaşık olarak M.Ö. 3000 ve 1200 yılları arasını kapsayan Tunç Çağı, Çanakkale bölgesinde en iyi Troia yerleşimi ile temsil edilmektedir. Üst üste on ayrı yerleşim katının oluşturduğu bir höyük görünümündedir. Troia, Ege Denizini Marmara ve Karadeniz dünyasına bağlayan önemli bir noktada yer almaktadır. Schliemann tarafından bulunan ve uzun yıllar efsanevi Troia Kralı Priamos’un hazinesi olarak bilinen altın buluntuların aslında daha önceki bin yılda Troia II de ortaya çıkan soylu sınıfa ait olduğu anlaşılmıştır. Yaklaşık beş metreye varan sağlam sur duvarlarına sahip bir yerleşim olması Troia’nın ne kadar güçlü bir Tunç Çağı yerleşimi olduğunu doğrulamaktadır. Troia’da ele geçen ve yaklaşık M.Ö. 1200 tarihli mühür üzerindeki Hint-Avrupa dilinin Anadolu grubuna ait olan Luwi dilindeki yazıt, Çanakkale bölgesinde bilinen ilk yazı örneği olarak kabul edilebilir. Hitit çivi yazılı belgelerinde bahsedilen Wilusa’nın Troia kentini veya Troas bölgesini nitelediği bilinmektedir. Çanakkale’de Troia dışında çok sayıda Tunç Çağı yerleşimi daha bulunmaktadır. Bunlara örnek olarak Kumtepe, Hanay Tepe, Beşiktepe, Larissa, Tuzla ve Külahlı verilebilir. Çanakkale’nin doğu kesimlerinde Çan, Biga, Bayramiç ve Yenice civarında da Tunç Çağı yerleşimlerinin varlığı bilinmektedir. (Örneğin Pekmezli, Üyücükler, İkizce gibi) Hitit İmparatorluğu’nun 1190 yıllarında son bulmasıyla Tunç Çağı yerini Demir Çağ’a bırakır ki, bu dönemde Anadolu’da birtakım yerli Anadolu halkları egemenlik sürerler. Bunlardan birisi de sonraları Çanakkale bölgesini de egemenlikleri altına alacak olan Lydia Krallığıdır. M.Ö. 1200 civarında Çanakkale Bölgesi’nde Troia Savaşları’nın başlaması ile Akhalar bölgeye gelmiştir. M.Ö. 750-550 yılları arasındaki ikiyüz yıllık bir Hellen kolonizasyonu sonunda, çoğu deniz kıyısında olmak üzere bölgede Hellen ticaret kolonisi olarak çok sayıda şehir kurulmuştur. Miletoslular tarafından kurulan Parion, Priapos, Abydos; Aioller tarafından kurulan Sestos, Assos, Dardanos, İonlar tarafından kurulan Hamaksitos; Kolophonlu’lar tarafından kurulan Lampsakos bu koloni şehirlerinden bazılarıdır. Çanakkale Bölgesi’nde M.Ö. 7. yüz yılın ilk yarısından itibaren ise Lidya Devleti’nin bir hakimiyet kurduğunu görürüz. Öyle ki, bu dönemde koloni kentleri Lidya kralının izni alınarak kurulmuştur. M.Ö. 6. yüz yılın ortalarına doğru ise Atina, Persler ile yapmış olduğu Salamis savaşını kazandıktan sonra, yönünü bu bölgeye çevirmiştir. Çanakkale Bölgesi M.Ö. 6. yüzyıl ortalarında Pers egemenliğini tanımıştır. İki büyük Pers imparatoru olan Dareios ve Kserkses ise, Troas Bölgesini daima Avrupa’ya ulaşmak için bir kilit noktası olarak görmüşlerdir. Herodotos’a göre Hellespontos üzerinde Asya’dan Avrupa’ya geçmek için, ilk köprüyü yapan Pers imparatoru Kserkses olmuştur. M.Ö. 4.yüzyıl başlarına gelindiğinde ise, bazı Troas kentleri Pers egemenliğine karşı ortak bir isyana girişmişlerdir. 387 yılında imzalanan Antialkides Barışı ile Perslere tamamen teslim olmuşlardır. M.Ö. 334 yılında Makedonya kralı Büyük İskender, Perslere karşı büyük bir harekat başlatmış ve Çanakkale Boğazı’nı geçerek Troas Bölgesi’ne gelmiştir. Burada bugünkü Karabiga yakınlarında Koçabaş Çayı kıyısında ünlü Granikos Meydan Savaşı’nda Pers ordusunu yenilgiye uğratarak bölgedeki Pers egemenliğine son vermiştir. Büyük İskender’in ani ölümü üzerine generallerinden biri olan Antigonos M.Ö. 323 sonrasında Çanakkale bölgesini yönetimi altına almıştır. Bölgedeki fazla nüfusa sahip olmayan, küçük, güçsüz ve dağınık halde bulunan kentler bir araya getirilerek Antigoneia (AleksandriaTroas) adı altında büyük bir kent kurulmuştur. Ancak Çanakkale bölgesinin yönetimi İpsos Savaşı’ndan (M.Ö. 301) sonra tekrar değişmiş, yönetim doğudaki Antigonos’tan batıdaki Lysimakhos’un eline geçmiştir. M.Ö. 3. yüz yılın başlarında Balkanlar’da ekonomik zorluklar içinde kalmış olan Galatlar, M.Ö. 280 yılında Çanakkale Boğazını’nı geçerek bölgeye egemen olmuşlardır. Burada fazla kalamayarak doğuya yönelmişlerdir. Aynı dönemlerde Bergama Krallığı’da kurulmuştur. Bölge ise M.Ö. 280-188 yılları arasında Seleukos Krallığı’na bağlanmıştır. M.Ö. 190 yılında Romalılar ile Seleukos kralı III. Antiokhos arasında Magnesia’da yapılan savaştan sonra, savaşın galibi Romalılar bölgeyi bu başarının kazanılmasında kendilerine yardımcı olan Bergama kralı II. Eumenes’e (M.Ö. 197-150) vermişlerdir. Çanakkale Bölgesi Bergama Kralı III. Attalos’un krallığını M.Ö.133 yılında bir vasiyetname ile Roma İmparatorluğu’na bırakması üzerine Roma eyalet sistemi içerisine alınmış ve Asia eyaletine bağlanmıştır. Roma İmparatorluğunun 395 yılında ikiye ayrılmasından sonra Çanakkale bölgesi Doğu Roma İmparatorluğu’nun hakimiyeti altında yönetilmiştir. İmparator Justinian, Sestos’da boğazın geçişini kontrol altında tutmak için bir kale inşa ettirmiştir. Bölgede Türklerin görünmesi Doğu Roma imparatorluğu dönemine rastlamaktadır. 14. yüzyıl başlarında Anadolu Selçuklu Devleti yıkılınca Ege kıyılarına kadar uzanmışlar ve Çanakkale yöresine de yerleşmeye başlamışlardır. Türklerin bölgede askeri güç olarak tekrar görülmesi 1095’de Çaka beyin Nara Burnu önlerine kadar ilerlemesi ile başlamıştır. 1097’de haçlıların İznik’i alması ile Anadolu içlerine çekilen Anadolu Selçukluları, haçlıların çekilmesinden sonra üst üste akınlar düzenleyerek kaybettikleri yerleri geri alarak, Çanakkale yöresine kadar ilerlemişlerdir. Beylikler döneminde de Karesi Beyliği sınırlarını Çanakkale’ye doğru genişletmiştir. Çanakkale boğazında Türk hakimiyeti Osmanlılar zamanında oluşmuştur. 1345’te Karesi Beyliği topraklarının büyük bölümünü Osmanlılar kendi topraklarına kattılarsa da Çanakkale Boğazı üzerindeki hakimiyeti 1354 yılında Süleyman Paşanın Gelibolu Kalesi’ni fethi ile gerçekleşmiştir. Ardından da 1356’da Gelibolu’dan sonra Tekirdağ’a kadar Rumeli kıyıları fethedilmiştir. I.Murad döneminde Anadolu kıyılarının tamamı Osmanlı hakimiyetine geçmiş, fakat Boğaz’ın tamamen kontrolü Fatih Sultan Mehmed’in İstanbul’u fethinden sonra, Boğaz’ın en dar yerine 1462’de inşa ettirdiği kalelerden sonra gerçekleşmiştir. Boğaz bundan sonra, hem İstanbul’un savunmasını üstlenmiş hem de Karadeniz –Akdeniz geçişi ile ilgili hakimiyet planlarının kilidini teşkil ederek sürekli askeri önemini korumuştur…  
Paylaşın

Apandisit Nedir, Belirtileri Ve Tedavi Yöntemleri Nelerdir?

Apandisit, kalın bağırsağa bağlı olan ve yaklaşık 9 cm uzunluğunda olan ince uzun bir organımızdır. Apandis karnın sağ alt bölümünde bulunur. Apandisin iltihaplanarak şişmesi nedeniyle meydana gelen ağrı “apandisit” olarak adlandırılmaktadır.

Apandisin görevi sindirim için gerekli olan iyi bakterilere ev sahipliği yapmasıdır. Bunun yanı sıra apandisin bağışıklık sistemine katkıda bulunmaktadır. Apandisin gerekliliği tam olarak belirtilememekle birlikte olası bir durumda apandisin alınması kişinin yaşamını ve vücut işleyişini etkilemediği belirtilmektedir.

Kısacası apandisi alınmış bir kişinin vücut işleyişinde herhangi bir değişiklik söz konusu olmaz. Genellikle 10-30 yaş aralığında görülen apandisit, apandisin bir enfeksiyon sonucunda iltihaplanarak tıkanmasıdır. Apandisit, sıkça karşılaşılan bir rahatsızlık olmakla birlikte dikkat edilmesi gereken tehlikeli bir durumdur. Zamanında müdahale edilmeyen apandisin patlaması durumunda enfeksiyon vücuda yayılarak hasta için ciddi bir tehlike oluşturabilir.

Enfeksiyon sonucunda oluşan iltihaplanma ve şişlik şiddetli ağrılara neden olmaktadır. Karın bölgesinde meydana gelen ağrı daha sonra karnın sağ alt kısmında yoğunlaşarak şiddetlenir. Hayati önem taşıyan ve korkulan bir durum olan apandis patlaması, enfeksiyonun vücuda yayılarak kişinin sağlığını tehlikeye atmaktadır. Bu nedenle bu bölgede meydana gelen ağrılar ciddiye alınmalı ve ağrının uzun sürmesi durumunda mutlaka bir hastaneye gidilmelidir.

Apandisit ağrısının yanı sıra kusma, mide bulantısı, ateş, kabızlık, ishal, sırt ağrısı ve gaz gibi sorunlar görülebilmektedir. Apandisitin en belirgin özelliği karnın sağ alt bölümde meydana gelen şiddetli ağrıdır. Ancak bu ağrıya eşlik eden diğer sağlık sorunları kişiden kişiye değişkenlik gösterebilir. Bazı kişilerde kabızlık, ishal veya gaz gibi sorunlar meydana gelirken bazılarında ise iştahsızlık, ateş ve kusma gibi belirtiler de gözlemlenebilir.

Apandisit Teşhisi

Öncelikle göbek deliği çevresinde başlayan hafif ağrı ilerleyen saatlerde karnın sağ alt kısmında yoğunlaşarak şiddetleniyorsa akla ilk gelen belirtilerden biri apandisittir. Bu ağrının şiddetlenmesi ve uzun sürmesi durumunda mutlaka bir sağlık kuruluşuna başvurulmalıdır. Aksi halde erken teşhis edilmeyen ve önlem alınmayan apandisit, apandisin patlamasıyla birlikte ciddi bir tehlike oluşturabilir.

Aşağıdaki belirtilerin görülmesi durumunda bir an önce doktora başvurmalısınız;

Kanlı ishal
Sık sık idrara çıkma
İdrar yaparken hissedilen yanma
Aniden ortaya çıkan keskin ve şiddetli ağrı
Kilo kaybı
Uzun süren karın ağrısı
İştahsızlık ile birlikte bulantı ve kusma
Baş ağrısı
Ateş

Çeşitli hastalıkların belirtileri ile benzerlik gösteren apandisit, teşhisi zor olan rahatsızlıklardandır. Kişinin doktora gitmeyi ihmal ederek rastgele ağrı kesici ilaç içmesi ağrının dinmesine yardımcı olarak teşhisin zorlaşmasına sebebiyet verir. Öncelikle iltihabın belirlenmesi için karın bölgesi muayene edilir. Sonrasında ise idrar testi ve rektal muayene yapılır. Karın bölgesinin ultrasyon ile incelenmesinden sonra ise kan testi ile kanda iltihabın olup olmadığı incelenir.

Apandisit Ağrısı ve Akut Apandisit Belirtileri Nelerdir?

Apandisit kalın bağırsak ile ince bağırsağın birleşim yerine yakın kör bir bağırsaktır. Normalde küçüklerde çocuklarda ve bebeklerde Salma mekanizmamıza yardımcı olan bir organdır. Ancak yaş ilerledikçe bu özelliğini kaybeder ve kör bir organ şeklinde kalır. Kör bağırsak dediğimiz apandistin değişik sebeplerden dolayı iltihaplanması akut apandisit dediğimiz acil müdahaleyi gerektiren tabloyu ortaya çıkarmaktadır.

Akut apandisite günümüzde değişik sebepler yol açabilmektedir.Karşımıza çıkan sebepler arasında apandisit lümeninin yabancı bir cisimle tıkanması ki bu yabancı cisim yediğimiz bir meyve çekirdeği olabilir, yediğimiz bir etin kemik parçası olabilir. Bunun dışında apandisitin kendine ait lenfoit yapısının şişmesine ve tıkanmasına bağlı olabilir.

Bir takım enfeksiyonlar birtakım parazitler apandisitin ve kalın bağırsağın birtakım tümörleri ile apandisit lümenin tıkanmasına bağlı ortaya çıkabilir.
Apandisit de karşımıza çıkan en sık belirti karın ağrısıdır. Karın ağrısı özellikle karın üst kısmında mide kısmından başlar. Daha sonra karnın sağ alt kısmına doğru iner.
Mide de başladığı için hastaların çoğu midede ülser veya galsit olabileceği düşüncesiyle acil polikliniğe başvururlar.
Fakat yapılan tahliller sonrası akut apandisit tespit edilir.
Bu ağrı dışında hastada meydana gelen iştahsızlık da sık görülen belirtilerdir.
Bunun yanında bulantı kusma olabilir.
Ateş halsizlik de bu tabloya eklenebilir.

Apandisit Belirtileri

Apandisitin başlıca belirtisi karın bölgesinde meydana gelen ağrıdır. Bu ağrı daha sonra karnın sağ alt bölümünde yoğunlaşarak şiddetlenir. Apandisit ağrısı böbrek ağrısı veya böbrek taşı ile karıştırılabilir. Bu nedenle oldukça dikkat edilmeli ve ağrının uzun sürmesi durumunda bir an önce en yakın sağlık kuruluşuna başvurulmalıdır.

Apandisitte karın ağrısına eşlik eden başka belirtilerde söz konusudur. Bu belirtiler kişiden kişiye değişebileceği gibi kabızlık, ishal, ateş, mide bulantısı, iştahsızlık, gaz ve sırt ağrısı olarak sıralanabilir.

1. Apandis Ağrısı

Apandisitin ilk belirtisi göbek deliği çevresinde meydana gelen ağrıdır. Hafif bir şekilde başlayan ağrı, ilerleyen saatlerde keskin ve şiddetli bir ağrıya dönüşür. Ağrı apandisin şişmesiyle birlikte karnın sağ alt bölümde yoğunlaşır. Öksürme ve yürüme gibi durumlarda ağrı şiddetlenebileceği gibi karnın sağ alt bölümüne bastırılmasıyla hissedilmeyen ağrı baskının hafiflemesinden sonra şiddetlenerek hissedilir duruma gelir.

Dikkate alınmayan apandisit gerekli önlemlerin alınmaması durumda patlayarak hastanın sağlığını ciddi anlamda tehlikeye atabilir. Bu nedenle apandisitten şüphenilmesi durumunda mutlaka bir uzmana başvurmalısınız. Aksi halde rastgele içilen ağrı kesici ilaçlar ağrınızın dinmesine yardımcı oluken teşhisin gecikmesine neden olarak tedavide geç kalınmasına yol açabilir.

2. Karında Şişlik

Karın ağrısının yanı sıra karında şişlik oluşması apandisitin bir diğer belirtilerindendir. Enfeksiyon sonucu oluşan iltihap apandisin şişmesine neden olur ve karın bölgesinin hassaslaşmasına neden olur. Kişi karın bölgesine dokunduğunda şiddetli bir ağrı hisseder ve karın bölgesinde bir şişlik söz konusudur.

3. Mide Bulantısı ve Kusma

Apandisit belirtilerinden bir diğeri ise mide bulantısı ve kusmadır. İlerleyen enfeksiyon ile karın ağrısı şiddetlenir ve kusma gibi problemleri de beraberinde getirir. İlerleyen enfeksiyon karın ağrısının yanı sıra, bulantı, kusma, kabızlık, ishal ve gaz sorunu gibi mide rahatsızlıkları ile benzerlik gösterek belirtiler meydana gelebilir.

Ancak bu belirtiler kişiden kişiye değişkenlik gösterir. Enfeksiyon sonucu iltahaba neden olan apandisit, yükselen ateş ile belirti verebilir. Ateşin yükselmesine neden olan bağışıklık sistemi böylece enfeksiyonun daha fazla yayılmasını önler. Genellikle karın ağrısı ve şişlik gibi sorunların ardından gelen ateş, titreme, terleme, baş ağrısı ve ürperme gibi sorunları da beraberinde getirir.

Apandisit Tedavisi

Apandisitin tedavi yöntemi ameliyattır. Öncelikle iltihap akıtılır ve sonrasında ciltte yaklaşık 10 cm bir kesik açılarak apandis alınır. Ameliyat sırasında hastaya genel anestezi uygulanır. Ancak apandisin patlaması sonucunda iltihap vücuda yayılmış ise ameliyat sırasında bu iltihap temizlenir.

Ameliyattan 12 saat sonra ayağa kalkabilen hasta 2-3 gün sonrasında ise günlük yaşantısına geri dönebilir. Ancak ameliyat sonrasında kusma, baş dönmesi ve göz kararması gibi durumlar söz konusu ise mutlaka doktora başvurulmalıdır. Bunun yanı sıra ameliyat bölgesinde kızarıklık, akıntı ve ağrı gibi durumlarda dikkat edilmesi gereken unsurlardır.

Apandisit hastaları için yaşam stili önerileri

Apandisit ameliyatı sonrasında hasta ortalama olarak 7-10 gün sonra kişi günlük aktivitelerine dönebilmektedir. Ameliyat sebebiyle özel bir kısıtlama gerekmemektedir.

Not: Sunulan bilgilerin amacı herhangi bir hastalığı teşhis veya tedavi etmek, iyileştirmek veya önlemek değildir. Tüm bilgiler yalnızca genel bilginize yöneliktir, tıbbi tavsiye veya belirli tıbbi durumların tedavisinin yerine geçmez. Uygulamadan önce bu bilgileri doktorunuzla görüşün.

Paylaşın

Aort Kapak Hastalıkları Nedir, Belirtileri Ve Tedavi Yöntemleri Nelerdir?

Aort kapak hastalığı, kalbin sol bölgesinden tüm vücuda giden anaatardamar arasında olan kapacığın geriye kaçırma yani kapanamama bozukluğudur. Bu durum farklı nedenlerden dolayı meydana gelmektedir.

Haber Merkezi / Aort kapak hastalıkları genellikle doğuştan kalbin iki yaprakçıklı olması, doğuştan bağ dokusu yetmezliği olması ve romatizmal kireçlenme nedenleriyle oluşmaktadır.

Aort Kapak Hastalıkları belirtileri nelerdir?

Aort kapak hastalıkları aort kapak darlığı ve aort kapak yetmezliği olarakikiye ayrılarak farklı şekilde görülmektedir. Yaşanan bu rahatsızlıklar iki farklı hastalıklar olsa da genellikle belirtileri aynı şekilde seyreder. Her iki hastalıkta oluşan belirti ve şikayetler genellikle bayılma, göğüs ağrıları, çarpıntı, yorgunluk ve nefes darlığı olarak olarak görülmektedir. Bu şikayetlerin hepsi aort kapak yetmezliği ve aort kapak darlığı anlatmaktadır.

Bayılma
Göğüs ağrısı
Nefes darlığı
Çarpıntı
Yorgunlu

Aort Kapak Hastalıkları nedenleri

Aort kapak darlığı ve aort kapak yetmezliği hastalıkların oluşma nedeni genellikle aynıdır. Bu iki hastalığın ilk nedeni doğumsal nedenlerdir. 3 yaprakçıklı olması gerekli kapakların iki yaprakçıklı olması ile yaşanır. Bu durum nedeniyle kapak tam olarak kapanamaz. Kapağın tam olarak kapanamaması ise aort yetersizliğinin oluşmasına neden olmaktadır.

Kapakların 3 yaprakçıklı olmaması hali aort kapak darlığına da neden olur. Romatizmal hastalıklar özellikle ateşli romatizmal hastalıklar aort kapak darlığını oluşturan etkenler arasındadır. Aynı zamanda aort kapak yetersizliğide bu durumda görülmektedir. Yaşın ilerlemesi ile kapaklarda kalınlaşma yaşanır. Kalınlaşmalar esnekliğin bozulmasını sağlar. Bu yüzden aort kapak yetmezliği görülür.

Aort kapak hastalıklarının oluşmasında farklı nedenlerde vardır. Bunlar genellikle bazı hastalıklardan oluşur. Bu hastalıklar birbirinden farklı durumlardan meydana gelen hastalıklardır. Hipertansiyon, şeker hastalığı, börek yetmezliği, kolestrol ve bağ dokusu hastalıkları aort kapak hastalıklarında risk faktörleri olarak bilinmektedir. Aynı zamanda sigara kullanımı bu hastalıkta risk faktörleri arasındadır.

Doğuştan iki yaprakçıklı olması
Bağ dokusu yetmezliği
Ateşli romazitmal hastalıklar
Yaşın ilerlemesi

Aort Kapak Hastalıkları risk faktörleri nedir?

Yaşlanma, kapaklardaki kireçlenmenin doğal sebebidir. Bu yüzden, aort kapak hastalıkları açısından, 65 yaş ve üstündeki bireyler birincil risk teşkil ederler.

Aort Kapak Hastalıkları komplikasyonları nedir?

Aort kapak hastalıklarının komplikasyonları, hastalığın türüne bağlı olarak değişiklik gösterir.
Aort darlığı rahatsızlığında görülen birtakım komplikasyonlar: Göğüs ağrısı, kalp yetmezliği, ritim bozukluğu, bayılma.
Aort yetmezliği rahatsızlığında görülen birtakım komplikasyonlar: Göğüs ağrısı, aşırı hissedilen yorgunluk, nefes darlığı, çarpıntı.

Doktor randevusu öncesi neler yapılmalıdır?

Herhangi bir kalp sorunundan şüpheleniliyorsa, yapılacak ilk iş hastanelerin kardiyoloji bölümlerine gitmek olmalıdır.

Tetkik yöntemleri nelerdir?

Aort darlığının tetkik yöntemleri: Kalp ultrasonu yöntemiyle kalpte üfürüm sesinin var olup olmadığına ve darlığın derecesine bakılır. Aort kapak alanı; 1.5 cm2’den büyük ise hafif aort darlığı, 1.0 cm2 ile 1.5 cm2 arasında ise orta aort darlığı, 1.0 cm2’den küçük ise ciddi aort darlığı teşhisi konur.
Ayrıca tanı amaçlı cerrahi müdahalede bulunulabilir.
Aort yetmezliğinin tetkik yöntemleri: Aort darlığını teşhis birtakım yöntemler kullanılarak sol karıncık boşluğunun boyutuna ve kalbin kasılma fonksiyonuna bakılır.

Aort Kapak Hastalıkları tedavi yöntemleri nelerdir?

Aort kapak hastalıkları; romatizmal ateş rahatsızlığının oluşmasını önlemek ve enfeksiyon riskini en aza indirmek amacıyla gerekli ilaçlar ile tedavi edilebilir. İleri boyuttaki rahatsızlıklarda aort kapağını değiştirmek üzere cerrahi müdahale söz konusu olabilir.

Aort Kapak Hastalıkları yaşam stili önerileri

Aort kapak hastalıkları gibi kalp rahatsızlıkları riskini minimuma indirmek için, yaşam boyu sürekli çalışan kalbe iyi bakmak gerekir. Sağlıklı beslenmeli, sigara ve alkol gibi zararlı alışkanlıklardan vazgeçmeli, yaşa ve şartlara uygun düzenli egzersizleri ihmal etmemelidir.

Not: Sunulan bilgilerin amacı herhangi bir hastalığı teşhis veya tedavi etmek, iyileştirmek veya önlemek değildir. Tüm bilgiler yalnızca genel bilginize yöneliktir, tıbbi tavsiye veya belirli tıbbi durumların tedavisinin yerine geçmez. Uygulamadan önce bu bilgileri doktorunuzla görüşün.

Paylaşın

Antifosfolipid Antikor Sendromu Nedir, Belirtileri Ve Tedavi Yöntemleri Nelerdir?

Antifosfolipid Aantikor Sendromu (APS) otoimmün bir bozukluktur. Otoimmün bozukluklar, vücudun bağışıklık sisteminin vücudun doku ve hücrelerine saldırıp onlara zarar verecek antikorlar ürettiğinde ortaya çıkar.

Haber Merkezi / Antikorlar bir tür proteindir. Bağışıklık sistemi genellikle bu proteinleri infeksiyona karşı savunma amacıyla üretir.

Antifosfolipid antikor sendromunda vücut yanlışlıkla fosfolipidlere (bir tür yağ) saldıran antikorlar üretir. Fosfolipidler kan hücreleri ve kan damarlarını döşeyen hücreler dahil olmak üzere tüm canlı hücrelerde ve hücre membranlarında bulunur.

Antikor fosfolipidlere saldırınca hücrelere zarar verir. Bu durum vücudun atardamar ve toplardamarlarında istenmeyen kan pıhtılarının oluşmasına neden olur. (Bunlar kalbinize ve vücudunuza kan taşıyan damarlardır.)

Genellikle, kan pıhtılaşması normal bir vücut işlemidir. Kan pıhtıları kan damarı duvarlarındaki küçük kesik ve çatlakların kapatılmasına yardımcı olur. Bu süreç çok fazla kan kaybedilmesini önler. Bununla birlikte APS’da çok fazla kan pıhtılaşması kan akımını engelleyebilir ve vücut organlarına zarar verebilir.

Antifosfolipid Antikor Sendromu belirtileri nedir?

Antifosfolipid Antikor Sendromunda tromboz yaşanması, gebeliğin ilk aylarında tekrarlayan düşükler, yoğun baş ağrıları, eklem ağrıları, vücudun birçok yerinde özellikler bacaklarda kanın pıhtılaşmasının artışı ve arterlerin tıkanması en önemli belirtiler arasında gelmektedir.

Antifosfolipid Antikor Sendromu nedenleri nedir?

Antifosfolipid Antikor Sendromu otoimmün kaynaklı olup; vücudun normalden fazla sayıda antikor üreterek, vücuttaki kan pıhtısının artış göstermesiyle ortaya çıkan bir hastalıktır.

Antifosfolipid Antikor Sendromu risk faktörleri nedir?

Antifosfolipid Antikor Sendromu, nedeni çok anlaşılamamakla birlikte ; genetik faktörlerin ve enfeksiyonların fazla antikor üretimine neden olabileceği düşünülmektedir. Bu nedenlerin yanında ;
Uzun süre hareketsiz kalma,
Obezite,
Hipertansiyon,
Sigara kullanımı ,
Damar sertliği,
Hormon tedavileri,
Östrojen hormonuna etki eden menopoz ve doğum kontrol haplarının kullanımı da risk faktörü oluşturabilir.

Antifosfolipid Antikor Sendromu komplikasyonları nedir?

Antifosfolipid Antikor Sendromu, organları etkileyerek vücuda zarar verebilir. Özellikle de bacaklarda oluşan kan pıhtıları akciğere kadar ilerleyerek akciğerdeki kan akımının engellenmesi ve kandaki oksijenin azalmasına neden olarak hayati tehlike oluşturabilir. Antifosfolipid Antikor Sendromu hamilelerin gebelik sürecini etkileyerek, tekrarlayan düşüklere sebep olabilir.

Doktor randevusu öncesi neler yapılmalıdır?

Antifosfolipid Antikor Sendromunda belirtileri taşıyan kişilerin doktor randevusu öncesinde yaşadıklarını not alması ve doktoruna en doğru şekilde anlatması büyük önem taşır.

Antifosfolipid Antikor Sendromu tetkik yöntemleri nelerdir?

Antifosfolipid Antikor Sendromunda tromboz ve tekrarlayan düşükler göz önüne alınır. Bunların yanında kandaki antifosfolipid antikorlara bakılır. Kandaki antikorlara 3 ay sonra tekrar bakılarak sonuçların pozitif olması beklenir. Tromboz yaşamayan hastanın kan testleri pozitif olsa da antifosfolipid antikor sendromu tanısı konulamayabilir.

Antifosfolipid Antikor Sendromu tedavi yöntemleri nelerdir?

Antifosfolipid Antikor Sendromu oluşumuna neden olan bir hastalık varsa önce o hastalığın tedavisi esas alınır. Bununla birlikte tromboz ve tekrarlayan düşükleri önlemekse tedavinin asıl amacıdır. Tromboz oluşumuna neden olan kan pıhtılarını önlemek için doktor kontrolünde kan sulandırıcı ilaçlar kullanılarak kandaki pıhtı seviyesi kontrol altına alınmaya çalışılır. Tekrarlayan düşükleri önlemek içinse; hamileliğin başlangıcında tedaviye başlanır, doğum sırasında ve sonrasında da anne ve bebek sağlığını olumsuz yönde etkilemeyecek olan kan sulandırıcılarla tedaviye devam edilir. Hamilelik süresince anneye osteoporoz riski için D vitamini ve kalsiyum takviyesi verilebilir.

Antifosfolipid Antikor Sendromu yaşam stili önerileri

Antifosfolipid Antikor Sendromu hastalarında tromboz yaşama tehlikesi oldukça önemlidir. Bu nedenle doktor kontrolünde hasta sürekli takip edilerek ilacın düzenli ve doğru dozda alınımı sağlanmalıdır. Tromboza neden olabilecek diyabet, kolesterol, obezite gibi hastalıkların tedavi edilmesi gerekmektedir. Doğum kontrol ve menopoz tedavisi için kullanılan östrojen hormonlarını etkileyen ilaçlardan uzak durulmalıdır.

Not: Sunulan bilgilerin amacı herhangi bir hastalığı teşhis veya tedavi etmek, iyileştirmek veya önlemek değildir. Tüm bilgiler yalnızca genel bilginize yöneliktir, tıbbi tavsiye veya belirli tıbbi durumların tedavisinin yerine geçmez. Uygulamadan önce bu bilgileri doktorunuzla görüşün.

Paylaşın

Fenerbahçe’den Avrupa’ya Buruk Veda!

Fenerbahçe, UEFA Avrupa Ligi son 32 turu rövanş maçında deplasmanda karşılaştığı Rusya ekibi Zenit’e 3 – 1 mağlup oldu ve Kupa’ya veda etti. Fenerbahçe, İstanbul’daki ilk maçı 1-0 kazanmıştı.

Haber Merkezi / Fenerbahçe’nin golünü 42. dakikada Mehmet Topal kaydederken, Zenit’in gollerini ise 4. dakikada Ozdoev ile 37. ve 76. dakikalarda Azmoun kaydetti.

Goller:

4. dakikada Zenit öne geçti. Soldan gelişen atakta Driussi’nin ortasında penaltı noktası civarında Sadık Çiftpınar’dan seken top Azmoun’un üzerine geldi. Azmoun, topu göğsüyle sağında müsait durumda bulunan Ozdoev’in önüne gönderdi. Ozdoev, kaleciyle karşı karşıya kaldığı pozisyonda meşin yuvarlağı filelere gönderdi: 1-0.

37. dakikada Zenit farkı 2’ye çıkardı. Driussi’nin soldan ortasında penaltı noktasında iyi yükselen Azmoun, kafayla topu ağlarla buluşturdu: 2-0.

43. dakikada Fenerbahçe farkı 1’e indirdi. Sağ tarafta topla buluşan ve yay içine hareketlenen Mehmet Topal’ın sol ayağıyla yaptığı sert vuruşta, meşin yuvarlak filelere gitti: 2-1.

76. dakikada Zenit farkı yeniden 2’ye çıkardı. Dzyuba’nın ara pasında ceza sahası içinde kaleciyle karşı karşıya kalan Azmoun, meşin yuvarlağı ağlarla buluşturdu: 3-1.

Stat: Krestovsky

Hakemler: Michael Oliver, Stuart Burt, Simon Bennett

Zenit: Andrei Lunev, Branislav Ivanovic, Igor Smolnikov, Aleksandr Anyukov, Yaroslav Rakitskyi, Hernani Junior (Robert Mak dk. 56), Wilmar Barrios, Magomed Ozdoev, Artem Dzyuba (Musaev dk. 88 ?), Serdar Azmoun (Zabolotny dk. 80 ?), Sebastian Driussi

Teknik Direktör: Sergei Semak

Fenerbahçe: Harun, Sadık, Şener, Hasan Ali (İsmail dk. 67), Skrtel, Jailson (Slimani dk. 80 ?), Eljif Elmas, Mehmet Topal, Moses, Alper (Tolgay dk. 46), Ayew

Teknik Direktör: Ersun Yanal

Goller: Ozdoev (dk. 4), Azmoun (dk. 37 ve 76) (Zenit), Mehmet Topal (dk. 43) (Fenerbahçe)

Paylaşın