Türk Kahvesinin Fiyatı 8 Yılda 16,5 Kat Arttı

2018’de ortalama 2,73 lira olan 100 gram Türk kahvesinin fiyatı 2025 yılında ortalama 45 liraya yükseldi. Başka bir ifadeyle 8 yılda Türk kahvesinin fiyatı ortalama 16,5 kat arttı.

Bayramda tatlının yanında kahve olmazsa olmaz ikramlardandır. Son yıllarda gerek küresel iklim değişiklikleri gerek de yurt içinde enflasyonla kahve fiyatlarında artış görülüyor. Ramazan Bayramı dönemlerinde 2018’den bu yana Türk kahvesinin fiyatlarındaki değişim de dikkat çeken bir yükseliş gösteriyor.

Bayramlarda tatlı ve kahve tüketimi artıyor. En önemli ikramlardan olan kahve tatlıyı reddeden olsa da misafirlere mutlaka sunuluyor.

Özellikle pandemi döneminde hem tedarik hem de iklim değişiminin etkileriyle önemli yükselişlerin görüldüğü küresel kahve fiyatlarının 2018’den bu yana seyrine bakıldığında yılbaşında 110 dolar seviyesinde olan vadeli Arabica kahvenin güncel fiyatı 379,60 dolar olarak görülüyor.

Dünyada pandeminin başladığı Şubat 2020’nin başından bu yana yükseliş yaklaşık yüzde 209 oranında oluyor. 2025 yılı yılbaşından bu yana kahve fiyatları son haftalarda gerilese de yüzde 19 oranında yükseldi.

Türkiye’de 2018’den bu yana yükselen enflasyon, 2021 sonrası hızlanırken, küresel kahve fiyatlarının yükselişi de eklenince dikkat çeken bir artış yaşandı.

2018 yılı Ramazan Bayramı için kahve alan bir tüketici; zincir marketlerde çok satılan markalardan birinin 100 gramlık bir paketini yaklaşık 2,73 TL’ye alırken, 2025 yılında ikram etmek için aynı kahveyi yüzde 1551 oranında artışla 45 TL’ye alıyor.

8 yılda asgari ücret yüzde 1279 oranında artarken, bayramda sadece kahve ikram etmek isteyen bir asgari ücretli 8 yıl önce 588 paket kahve alabilirken, 2025’te 491 paket kahve alabiliyor.

40 yıl hatırı olan kahve, Türk mutfağı için vazgeçilmez bir lezzet ve bayramların önemli ikramı olarak yerini koruyor.

(Kaynak: Karar)

Paylaşın

Seçim Anketi: CHP, AK Parti’nin Yüzde 3,6 Puan Önünde

31 Mart’a yapılan seçimlerde ikinci parti konumuna gerileyen AK Parti’de erime devam ediyor. SER Araştırma’nın son seçim anketine göre; CHP, AK Parti’nin yüzde 3,6 puan önünde.

Ankete katılan katılımcıların, yüzde 33,8’i CHP’ye oy vereceklerini, yüzde 30,2’si ise AK Parti’ye oy vereceklerini belirttiler.

İstanbul Büyükşehir Belediye (İBB) Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun tutuklanmasının ardından yapılan ilk genel seçim anketi, seçmen eğilimlerinde dikkat çeken değişimlere işaret etti.

SER Araştırma’nın 24-27 Mart tarihleri arasında 26 ilde, 2 bin kişiyle gerçekleştirdiği çalışmaya göre CHP, yüzde 33,8’lik oranla birinci parti konumuna yükseldi. AK Parti yüzde 30,2 ile ikinci sırada yer alırken, DEM Parti yüzde 10,4, MHP yüzde 7,5, Zafer Partisi yüzde 6,4, Yeniden Refah Partisi yüzde 5,9, İYİ Parti yüzde 2,4, TİP ise yüzde 1,6 oranında oy aldı.

Kararsız seçmenin yöneliminde yaşanan değişime de dikkat çeken araştırmada, son gelişmelerin seçmen davranışına doğrudan etki ettiği gözlemlendi. Özellikle 18-24 yaş grubunda Zafer Partisi’ne olan desteğin belirgin biçimde arttığı belirtildi.

Araştırmada seçmene yöneltilen “Oy verdiğiniz parti dışında ikinci tercihiniz hangisi olurdu?” sorusu da ilginç sonuçlar ortaya koydu. Katılımcıların yüzde 23,4’ü CHP’yi ikinci tercih olarak gösterdi. CHP’yi yüzde 16,2 ile Zafer Partisi, yüzde 14,9 ile Yeniden Refah Partisi takip etti. AK Parti yüzde 12,8, TİP yüzde 7,9, MHP yüzde 7,2, İYİ Parti yüzde 6,9, DEM Parti ise yüzde 6,4 oranında ikinci parti tercihi olarak gösterildi.

SER Araştırma’dan yapılan açıklamada, Yeniden Refah Partisi’nin Cumhur İttifakı’na, Zafer Partisi’nin ise Millet İttifakı’na alternatif olarak öne çıktığı belirtildi. Her iki partinin de barajı aşabilecek düzeye ulaştığı değerlendirildi.

(Kaynak: Karar)

Paylaşın

Doğum Sonrası Hipertansiyon Nedir? Nedenleri Belirtileri Ve Tedavisi

Yeni anne olanlar, doğum sonrası sadece uykusuz gecelerle değil aynı zamanda hipertansiyon da dahil olmak üzere bir dizi farklı sorunla da mücadele etmek zorunda kalıyor.

Haber Merkezi / Doğum sonrası hipertansiyon, bir kadının doğumdan sonraki dönemde (genellikle doğumdan sonraki ilk 6 hafta içinde) kan basıncının yüksek olması durumudur. Tıbbi olarak, kan basıncı 140/90 mmHg veya üzerinde ölçüldüğünde hipertansiyon tanısı konur.

Bu durum, hamilelik sırasında hipertansiyonu olan kadınlarda (örneğin, preeklampsi veya gestasyonel hipertansiyon) devam edebilir ya da tamamen yeni bir durum olarak ortaya çıkabilir.

Doğum sonrası dönemdeki hormonal değişiklikler, stres, sıvı dengesizlikleri ve diğer faktörler bu durumu tetikleyebilir.

Türleri ve nedenleri:

Gebelikle ilişkili hipertansiyonun devamı:

Preeklampsi: Doğum sonrası devam ederse, genellikle ilk 48 saat içinde belirgin olur, ancak haftalarca sürebilir.

Gestasyonel hipertansiyon: Gebelikte başlayan yüksek tansiyonun doğumdan sonra normale dönmemesi.

Yeni başlayan hipertansiyon: Doğum sonrası stres, ağrı, ilaç kullanımı (örneğin, NSAID’ler) veya sıvı tutulumu gibi faktörler nedeniyle gelişebilir.

Kronik hipertansiyon: Gebelikten önce var olan ancak fark edilmemiş bir hipertansiyonun doğum sonrası dönemde belirginleşmesi.

Belirtileri:

Doğum sonrası hipertansiyon genellikle belirti vermeyebilir (asemptomatik), bu yüzden kan basıncı düzenli olarak kontrol edilmelidir. Ancak bazı durumlarda şu belirtiler görülebilir:

Şiddetli baş ağrısı
Bulanık görme veya çift görme
Karın ağrısı (özellikle sağ üst tarafta)
Nefes darlığı
Yüzde, ellerde veya ayaklarda şişlik (ödem)

Bu belirtiler, özellikle preeklampsinin devam ettiği durumlarda ciddi komplikasyonların (örneğin, eklampsi veya HELLP sendromu) habercisi olabilir.

Risk faktörleri

Gebelikte hipertansiyon öyküsü
Obezite
35 yaş üstü olmak
Çoğul gebelik (ikiz, üçüz)
Diyabet veya böbrek hastalığı gibi kronik sağlık sorunları
Ailede hipertansiyon öyküsü

Tedavisi:

Tedavi, hipertansiyonun şiddetine ve nedenine bağlıdır:

Evde yönetim: Hafif vakalarda, dinlenme, tuz alımını azaltma ve kan basıncını düzenli ölçme önerilir.

İlaç tedavisi: Beta blokerler (örneğin, labetalol), kalsiyum kanal blokerleri (nifedipin) veya ACE inhibitörleri gibi ilaçlar kullanılabilir. Emziren anneler için güvenli seçenekler tercih edilir.

Acil durum: Kan basıncı çok yüksekse (örneğin, 160/110 mmHg üzeri) veya preeklampsi belirtileri varsa, hastanede magnezyum sülfat gibi tedaviler gerekebilir.

Ne zaman doktora gidilmeli?

Doğum sonrası hipertansiyon ciddi olabilir, bu yüzden şu durumlarda acilen tıbbi yardım alınmalı:

Kan basıncı 140/90 mmHg veya üzerindeyse ve düşmüyorsa,
Şiddetli baş ağrısı, görme sorunları veya nefes darlığı varsa,
Göğüs ağrısı veya bilinç bulanıklığı gibi belirtiler ortaya çıkarsa.

Paylaşın

Linda Nochlin, Feminizmi Sanat Tarihine Nasıl Getirdi?

Linda Nochlin (31 Ocak 1931 – 29 Ekim 2017), sanat tarihi alanında çığır açan çalışmalarıyla tanınır, özellikle feminist sanat tarihi perspektifini geliştirmesiyle bilinir.

Haber Merkezi / Nochlin, 1971 yılında yayımlanan “Why Have There Been No Great Women Artists?” (Neden Büyük Kadın Sanatçılar Yok?) başlıklı makalesiyle büyük yankı uyandırmıştır. Bu makalede, sanat tarihindeki cinsiyet eşitsizliğini ve kadın sanatçıların marjinalleşmesini, bireysel yetenek eksikliğiyle değil, toplumsal ve tarihsel yapılarla açıklamıştır.

Nochlin, feminizmi sanat tarihine şu yollarla entegre etmiştir:

Sorunun Yeniden Çerçevelendirilmesi: Nochlin, kadın sanatçıların “büyük” olarak kabul edilmemesini bireysel yetenek eksikliğine bağlamak yerine, toplumsal ve tarihsel koşulları sorgulamıştır. Sanat dünyasındaki erkek egemen yapının, kadınların eğitim olanaklarına erişimini kısıtladığını, profesyonel ağlardan dışlandığını ve yaratıcı fırsatlarının engellendiğini ortaya koymuştur. Bu, feminist bir perspektiften, sorunun bireyde değil sistemde olduğunu göstermesi açısından devrimci çıkıştı.

Patriyarkal Kurumların Eleştirisi: Nochlin, sanat akademileri, atölye sistemi ve sanat piyasası gibi kurumların erkek merkezli olduğunu vurgulamıştır. Örneğin, kadınların çıplak modelle çalışmasının yasak olduğu dönemlerde, erkek sanatçıların sahip olduğu anatomi eğitimi avantajına dikkat çekmiştir. Bu tür yapısal engellerin, kadınların sanat tarihinde “büyük” olarak anılmasını zorlaştırdığını savunmuştur.

Sanat Tarihinin Yeniden Okunması: Nochlin, sanat tarihini feminist bir mercekle yeniden değerlendirerek, kanonik anlatının ötesine geçmiştir. Kadın sanatçıların eserlerini ve katkılarını görünür kılmaya çalışmış; aynı zamanda, erkek sanatçıların eserlerindeki cinsiyet temsillerini eleştirel bir gözle incelemiştir. Örneğin, 19. yüzyıl Fransız sanatındaki kadın imgelerinin nasıl patriyarkal bir bakış açısını yansıttığını analiz etmiştir.

Feminist Teori ile Sanat Tarihini Birleştirme: Nochlin, feminizmin teorik araçlarını sanat tarihine uygulamıştır. Sanatın özerk bir estetik alan olmadığını, aksine toplumsal güç ilişkileriyle şekillendiğini öne sürmüştür. Bu yaklaşım, sanat tarihini sadece stil ve biçim analizinden çıkarıp, sosyo-kültürel bir bağlama oturtmuştur.

Provokatif ve Eleştirel Bir Dil: Nochlin’in yazıları, akademik çevreleri provoke ederek tartışma yaratmıştır. “Büyük sanatçı” kavramını sorgularken, bu tanımın erkek egemen bir değerler sistemi tarafından oluşturulduğunu göstermiştir. Bu, sanat tarihçilerini ve akademisyenleri, önyargılarını ve metodolojilerini yeniden gözden geçirmeye zorlamıştır.

Nochlin, sanat tarihinde feminist bir bilinç yaratmakla sınırlı kalmamış; aynı zamanda disiplinin daha kapsayıcı ve eleştirel bir alana evrilmesine öncülük etmiştir. Nochlin’in mirası, bugün hala sanat tarihindeki cinsiyet, sınıf ve güç dinamiklerini inceleyen çalışmalar için bir temel oluşturuyor.

Vassar College’da eğitim alan Linda Nochlin, New York Üniversitesi’nin Sanat Tarihi Enstitüsü’nde doktorasını tamamlamıştır. Nochlin, kariyeri boyunca Vassar College, Yale Üniversitesi ve New York Üniversitesi gibi prestijli kurumlarda ders vermiştir.

19. yüzyıl Fransız sanatı, özellikle Realizm ve Gustave Courbet üzerine uzmanlaşan Linda Nochlin, aynı zamanda modern sanat, feminist teori ve kültürel eleştiri üzerine de pek çok eser üretmiştir.

Paylaşın

Güzellik Nedir? Sürekli Değişen İdeallerin Tarihi

Güzellik, duyulara hitap eden ve genellikle görsel uyum, simetri, oran veya renk gibi unsurlarla tanımlanan bir histir. Güzellik, en temelinde öznel bir deneyimdir; bir şeyin ya da birinin duyulara, akla veya ruha hoş gelmesiyle ilişkilendirilir.

Haber Merkezi / Antik Yunan’da Platon, güzelliği “iyi” ve “doğru” ile birleştirerek metafizik bir düzleme taşırken, Aristoteles daha çok simetri, oran ve uyum gibi somut ölçütlere odaklandı. Orta Çağ’da ise güzellik, Tanrı’nın yarattığı düzenin bir yansıması olarak görüldü; fiziksel çekicilikten ziyade ahlaki erdemlerle bağdaştırıldı. Modern dönemde ise güzellik, bireysel algılar, kültürel normlar ve hatta ekonomik dinamiklerle şekillenmeye başladı.

Güzellik algısı evrimsel faktörlerle de açıklanabilir, ancak kültürel etkilerle de kolayca değişebilir. Örneğin, bir toplumda dolgun bedenler refahı simgelerken, başka bir toplumda ince bedenler statü ve disiplinle özdeşleşebilir.

Güzellik idealleri, tarihin her döneminde toplumların değerleri, teknolojisi ve iletişim araçlarıyla dönüşme uğramıştır. Antik Mısır’da ince bel, uzun boyun ve belirgin göz makyajı güzellik sembolüydü; Kleopatra’nın efsanevi cazibesi bu standartlardan besleniyordu. Antik Yunan ise “altın oran”ı yüceltti; heykellerindeki kusursuz simetri, bu ideale olan hayranlığı yansıtmaktadır.

Orta Çağ Avrupası’nda soluk ten, iffet ve sadeliğin göstergesi olarak güzeldi; çünkü güneşten bronzlaşmış bir ten, tarlada çalışan köylülerle ilişkilendirilirdi. Rönesans’ta ise dolgun bedenler ve yuvarlak hatlar, bolluk ve doğurganlık simgesi olarak idealize edildi; Botticelli’nin “Venüs’ün Doğuşu” tablosu bu estetiği ölümsüzleştirdi.

Sanayi Devrimi ile birlikte Korseler, ince beller ve narin görünümler popülerleşti. Victoria dönemi İngiltere’sinde “hasta güzellik” kavramı ortaya çıktı; solgunluk ve zayıflık, üst sınıfın çalışmak zorunda olmadığını ima ediyordu.

20. yüzyılda sinema ve reklam endüstrisi, güzellik ideallerini küresel ölçekte standardize etmeye başladı. 1920’lerde “flapper” kızlarının ince, erkeksi siluetleri özgürlüğü temsil ederken, 1950’lerde Marilyn Monroe’nun kum saati figürü kadınsılığı yüceltti. 1990’larda ise “heroin chic” akımı, sıska bedenler ve melankolik ifadelerle moda dünyasını domine etti.

Günümüzde güzellik, sosyal medya filtreleri, estetik cerrahi ve “influencer” kültürüyle yeniden tanımlanıyor. Bir yanda doğal güzellik ve beden pozitifliği savunulurken, diğer yanda filtreler ile kusursuzlaştırılmış yüzler ve vücutlar popülerleşiyor.

Güzellik idealleri, ekonomik koşullar, teknolojik gelişmeler ve toplumsal değerlerle şekilleniyor. Örneğin, geçmişte dolgunluk refahı simgelerken, günümüzde fit bir vücut sağlıklı yaşamla özdeşleşebiliyor. Türkiye’de de bu değişim gözlemlenebilir: Osmanlı’da haremin zarif hanımları güzellik timsaliyken, modern Türkiye’de hem geleneksel hem de küresel etkiler bir arada görülüyor.

Uzak Doğu’da Konfüçyüsçü değerler

Uzak Doğu’daki güzellik idealleri, tarih boyunca kendine özgü kültürel, felsefi ve estetik değerlerle şekillenmiş, genellikle Batı’dan farklı bir çizgi izlemiştir. Çin, Japonya, Kore ve çevre bölgeleri kapsayan bu coğrafyada güzellik, sadece fiziksel görünümle sınırlı kalmamış; zarafet, ahlak ve doğayla uyum gibi unsurlarla da bütünleşmiştir.

20. yüzyılda Batı etkisinin artmasıyla birlikte Uzak Doğu’da da güzellik anlayışında değişimlere sahne oldu. Japonya’da 1920’lerde “modern kız” (moga) akımı, kısa saçlar ve daha özgür bir tarzı popülerleştirdi. Çin’de ise Mao dönemi sade ve işlevsel bir güzellik anlayışını teşvik ederken, ekonomik açılımla birlikte lüks ve zarafet geri döndü. Kore, 2000’lerden itibaren Hallyu dalgasıyla (Kore Dalgası) kendi standartlarını dünyaya ihraç etti.

Günümüzde ise Japonya’da minimalist cilt bakımı ve doğal makyaj trendleri, Kore’de yapay zeka destekli güzellik uygulamaları ve kişiselleştirilmiş kozmetik ürünler, Çin’de ise sosyal medya platformları yüz filtreleri ve ince ayar estetiklerle gençlik odaklı bir güzellik anlayışı ön plana çıkıyor.

Bununla birlikte, Uzak Doğu’da Konfüçyüsçü değerler hala etkili; içsel güzellik ve ahlaki duruş, fiziksel görünüm kadar önemseniyor.

Amerika’da doğayla uyum

Amerika’nın yerli halkları arasında güzellik, genellikle doğayla uyum ve topluluğun değerleriyle bağlantılıydı.

Kızılderililerde uzun, sağlıklı saçlar, güçlü bedenler ve doğal süslemeler (tüyler, boncuklar) güzellik sembolüydü. Bazı kabilelerde yüz boyama veya dövmeler, statü ve güzelliği ifade ederdi. Mayalar’da hafif şaşı gözler (çocuklukta yapılan bir uygulama ile) ve düzleştirilmiş alınlar ideal kabul edilirdi.

Aztekler’de parlak saçlar ve sağlıklı cilt, güzellik ve soyluluğun işaretiydi. İnkalar’da ise bronz ten ve dayanıklı bedenler, zorlu coğrafyada hayatta kalma yeteneğini yansıttığı için değerliydi.

Avrupalıların (İspanyol, Portekiz, İngiliz, Fransız) kıtaya gelmesiyle güzellik standartları, Avrupa merkezli bir çerçeveye kaydı. Bağımsızlık hareketleriyle birlikte, kıta genelinde yerel kimlikler güzellik anlayışını etkilemeye başladı.

Kıta genelinde 20. yüzyıl, Hollywood ve televizyonun etkisiyle güzellik ideallerinin standartlaşmaya başladığı bir dönemdi. Kıta Amerikası’nda güzellik, 21. yüzyılda hem yerel hem de küresel etkilerle yeniden şekilleniyor.

Kıta Amerikası’nda güzellik, Avrupa sömürgeciliğinin tek tip dayatmalarından yerli ve Afrika kökenli estetiğin direncine, oradan da modern çeşitliliğe uzanan bir yelpazede gelişti. Kuzey’de daha bireysel ve ticari bir anlayış hakimken, Güney’de topluluk ve doğayla bağlantı hâlâ etkili.

Direncin ve çeşitliliğin hikayesi Afrika

Afrika kıtasında güzellik idealleri, binlerce etnik grubun inanılmaz çeşitliliğiyle şekillenmiştir. Afrika’nın güzellik anlayışı, tarih boyunca coğrafi koşullardan, toplumsal yapılarından, sömürgecilikten ve modern küresel trendlerden etkilenerek sürekli değişime uğramıştır.

Afrika’nın eski uygarlıklarında güzellik, genellikle fiziksel özelliklerin ötesinde sembolizm ve toplumsal rolle bağlantılı iken Orta Çağ’da güzellik, genellikle etnik kimlik ve topluluğun değerleriyle şekillendi.

Avrupa sömürgeciliği, Afrika’daki güzellik anlayışını dönüştürürken, bağımsızlık hareketleri güzelliği, kültürel yeniden doğuşla birleştirdi. Günümüzde Afrika’daki güzellik idealleri, hem yerel geleneklerden hem de dijital çağın etkilerinden beslenmekte.

Paylaşın

Süper Lig: Derbinin Kazananı Beşiktaş

Süper Lig’in 29. hafta maçında Beşiktaş ile Galatasaray, İnönü Stadyumu’nda karşı karşıya geldi. Hakem Yasin Kol’un yönettiği karşılaşmadan Beşiktaş, 2 – 1 galip ayrıldı.

Haber Merkezi / Beşiktaş’ın gollerini 23. dakikada Rafa Silva ve 66. dakikada Gedson Fernandes, Galatasaray’ın tek golünü ise 45. dakikada Lucas Torreira kaydetti.

Galatasaray’dan Przemyslaw Frankowski, 36. dakikasında kırmızı kartla oyun dışında kaldı. Beşiktaş’tan ise 90+6. dakikada Semih Kılıçsoy kırımız kart gördü.

Beşiktaş, bu galibiyet ile puanını 47’ye yükseltti. Galatasaray ise 71 puanda kaldı.

Ligde Beşiktaş derbisine kadar bu sezon 27 maça çıkan Galatasaray, 22 galibiyet, 5 beraberlik yaşadı. Galatasaray, 29. haftayı mağlubiyetle kapatarak namağlup ünvanını kaybetti.

23. dakikada Joao Mario’nun pasında topla buluşan Rafa Silva’nın sol taraftan ceza sahası içine girip Sanchez’i çalımladıktan sonra çaprazdan vuruşunda meşin yuvarlak yakın köşeden ağlarla buluştu. 1-0

45. dakikada Abdülkerim Bardakcı’nın pasında Lucas Torreira’nın kaleyi karşısına aldıktan sonra ceza yayının gerisinden sert vuruşunda meşin yuvarlak kaleci Mert Günok’un sağından filelerle buluştu. 1-1

66. dakikada Joao Mario’nun ceza sahası çizgisi üzerinden sol çaprazdan vuruşunda kale önünde Gedson’un tamamladığı meşin yuvarlak ağlara gitti. 2-1

Stat: İnönü

Hakemler: Yasin Kol, Abdullah Bora Özkara, Samet Çiçek

Beşiktaş: Mert Günok, Jonas Svensson, Gabriel Paulista, Emirhan Topçu, Arthur Masuaku, Alex Oxlade Chamberlain, Gedson Fernandes, Milot Rashica, Joao Mario (Mustafa Hekimoğlu dk. 85), Ernest Muçi (Semih Kılıçsoy dk. 65), Rafa Silva (Salih Uçan dk. 90+3)

Galatasaray: Fernando Muslera, Przemyslaw Frankowski, Davinson Sanchez, Abdülkerim Bardakcı (Kaan Ayhan dk. 83), Eren Elmalı, Lucas Torreira (Ahmed Kutucu dk. 83), Gabriel Sara (Dries Mertens dk. 71), Yunus Akgün (Mario Lemina dk. 62), Alvaro Morata, Barış Alper Yılmaz, Victor Osimhen

Goller: Rafa Silva (dk. 23), Gedson Fernandes (dk. 66) (Beşiktaş), Lucas Torreira (dk. 45) (Galatasaray)

Kırmızı kartlar: Semih Kılıçsoy (dk. 90+6) (Beşiktaş), Przemyslaw Frankowski (dk. 36) (Galatasaray)

Sarı kartlar: Jonas Svensson, Arthur Masuaku, Milot Rashica (Beşiktaş), Barış Alper Yılmaz, Davinson Sanchez, Ahmed Kutucu (Galatasaray)

Paylaşın

Babacan: Otoriterliğe Karşı Demokrasinin Yanında Durduk

Ramazan Bayramı nedeniyle parti teşkilatlarına yönelik kutlama mesajı paylaşan DEVA Partisi Lideri Ali Babacan “Biz, yasaklara karşı, özgürlüklerin yanında durduk. Biz, keyfiliğe karşı, hukukun yanında durduk. Biz otoriterliğe karşı, demokrasinin yanında durduk. Bugünkü önceliğimiz bu” dedi.

Demokrasi ve Atılım (DEVA) Partisi Genel Başkanı Ali Babacan, Ramazan Bayramı nedeniyle parti teşkilatlarına yönelik kutlama mesajı paylaştı. Ali Babacan, mesajında şu ifadelere yer verdi: “Demokrasimiz aldığı her darbe sonrası nasıl daha da güçlendiyse, nasıl dövülen bir demir gibi daha da mukavim hale geldiyse yine öyle olacak. Bayram sabahı çocuklarınızla, ailenizle, dostlarınızla bayramlaşırken bu söylediklerimi hatırınızdan çıkarmayın” diyen Babacan, bugünkü meselenin siyasetin yapılacağı ‘maç sahasını’ açık tutabilmek olduğunu söyledi.

Değerli arkadaşlar, biz mücadelemizi meşru demokratik siyaset zemininde veriyoruz. Ülkemizin sorunlarını çözmenin doğru yolu siyasettir diyoruz. Bunun meşru yolu da budur diyoruz. Ancak iktidar adım adım o siyaset zeminini de yok ediyor. Bizim şu an önceliğimiz, bu yasakçı zihniyetle mücadele etmek ve siyaset yapmanın o zeminini korumak…

Son bir haftadır CHP ve İBB etrafında meydana gelen gelişmelere de öncelikle bu pencereden bakmak zorundayız. Bugün meselemiz diploma meselesi veya kent uzlaşısı değil… Bugün meselemiz CHP kurultayındaki şaibeler veya Büyükşehirle ilgili yolsuzluk iddiaları da değil… Gün gelir, bu iddiaların açığa kavuşturulmasıyla ilgili de söyleyecek çok sözümüz olur merak etmeyin.

Ama arkadaşlar, bizim bugünkü meselemiz siyasetin yapılacağı ‘maç sahasını’ açık tutabilmek. Çünkü maçın oynanacağı saha kapanırsa kimin şike yaptığının, kimin doping kullandığının bir önemi kalmayacak. Mesele tam da burada… Demokrasi sahası tamamen kapanınca, oynayacak maç kalmayacak, siyaset yapacak zemin kalmayacak. İşte tam da bu sebeple geçen hafta salı gününden bu yana, bizim yanında durduğumuz ana muhalefet partisi değildi. Bizim yanında durduğumuz, Büyükşehir’in Belediye Başkanı da değildi. Biz, yasaklara karşı, özgürlüklerin yanında durduk. Biz, keyfiliğe karşı, hukukun yanında durduk. Biz otoriterliğe karşı, demokrasinin yanında durduk. Bugünkü önceliğimiz bu.

Memleketimizin içine düştüğü duruma baktığımızda, gerçekten çok duaya ihtiyaç var. Ama biliyorsunuz, önce tedbir sonra tevekkül… Evet, hep beraber ülkemiz için daha çok dua edeceğiz. Ama arkadaşlar aynı zamanda, ülkemiz için hep beraber daha çok çalışacağız, dosdoğru çalışacağız.

Bakın demokrasimiz büyük sınamalardan geçiyor. İktidarın baskı rejimi, her alanda yoğunlaşıyor. Meydanlarda seslerini duyurmaya çalışan gençler gözaltına alınıyor, tutuklanıyor. 260 kişi, tam 260 bugün. Gencecik çocuklar. İşleri sadece haber yapmaya çalışmak olan gazeteciler gözaltına alınıyor, tutuklanıyor, ev hapsine tabi tutuluyor. Basın kuruluşlarına para cezası kesiliyor, günlerce kapatma cezası veriliyor. İş dünyasını temsil eden kuruluşların başkanları, asıl yatırım yapacak istihdam oluşturacak kişiler, sadece sorunları açık şekilde dillendirdikleri için, polis eşliğinde karakola ifade vermeye götürülüyor. Sivil toplumdan, sanat dünyasından muhalif görüşlü insanlar kendilerini demir parmaklıkların arkasında buluyor. Şu anda ülkemizde iki siyasi partinin genel başkanı tutuklu… Pek çok ilçe belediye başkanı tutuklu, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı tutuklu…

“Her zaman doğruya doğru, yanlışa yanlış dedik”

Değerli arkadaşlar, biz her zaman doğruya doğru, yanlışa yanlış dedik. Tek başımıza da kalsak, hakkın ve adaletin yanında durduk. Bu yüzden alnımız ak, başımız dik… Çok şükür, sokağa çıktığınızda, insanlarla konuştuğunuzda biz DEVA Partisi’ndeniz, biz DEVA Partiliyiz dediğinizde hiç kimse size diyemez ki ‘Ya siz bizi aldattınız’, ‘Ya kardeşim siz şurada bir yanlış yaptınız, siz şöylesiniz böylesiniz’ diyemez, çok şükür. İşte tam da bu yüzden sevdiklerimizin yüzüne, gönül rahatlığı ile bakabiliyoruz. En önemlisi de aynadaki suretimize gönül rahatlığıyla bakabiliyoruz.Hamdolsun, Allah bozmasın, Allah utandırmasın…

Önümüzdeki haftalarda, önümüzdeki aylarda arkadaşlar yapacak çok işimiz var. İktidarın yaptıklarını da görüyorsunuz, ana muhalefetin durumunu da görüyorsunuz.  Türkiye’yi bu iki tercihten birisine mecbur bırakamayız. ‘Bu ikisinden birini seçmek zorundasınız, başka çareniz yok’ diyemeyiz. Bu bizim siyasi sorumluluğumuzdur. Milletimizin karşısına çıkmak, ‘Buradayız’ demek aynı zamanda bizim vicdani sorumluluğumuzdur. Ahlaki sorunluluğumuzdur.

DEVA Partisi’nin varlık sebebi tam da budur. İşte biz ne yapacağız arkadaşlar, milletimizin karşısına çıkacağız ve ‘Biz buradayız’ diyeceğiz ‘burada.’ Umutsuz olanların umudu olacağız. ‘Çaresizim’ diyenlere, ‘Çare biziz, millet olarak çare hepimiz’ diyeceğiz. Hep beraber DEVA Partisi’nin bu ülkeyi nasıl yöneteceğini kapı kapı anlatacağız. Sokak sokak, cadde cadde, mahalle mahalle anlatacağız. Ve unutmayalım, ilkelerimizden sapmayacağız. Konuşunca doğruyu söyleyeceğiz.Söz verince tutacağız. Emanete hıyanet etmeyeceğiz. Devletin dini adalettir diyeceğiz. İşi ehline vereceğiz. Her daim istişare ile hareket edeceğiz. Açık olacağız, şeffaf olacağız. Her zaman hesap vermeye hazır olacağız. Bunları yapacağız, korkmayacağız.

Evet, olup biten her şeye rağmen umudumuzu asla kaybetmeyeceğiz. Rahat olacağız, ama rehavet içinde de olmayacağız. Ülkemiz bu günleri de atlatacak. Demokrasimiz aldığı her darbe sonrası nasıl daha da güçlendiyse, nasıl dövülen bir demir gibi daha da mukavim hale geldiyse yine öyle olacak. Bayram sabahı çocuklarınızla, ailenizle, dostlarınızla bayramlaşırken bu söylediklerimi hatırınızdan çıkarmayın. İçiniz çok ferah olsun.

Milletin iradesine parmak sallayıp da yenilmeyen, demokrasiye kafa tutup bozguna uğramayan kimse olmadı olmaz. Mesele sadece zaman meselesi, mesele sabır meselesi. Yeter ki biz azimli olalım, yeter ki sebat edelim, yeter ki biz çok çalışalım ama dosdoğru çalışalım. Tüm bu duygularla Ramazan Bayramınızı tekrar kutluyorum. Ailenize, dostlarınıza, akrabalarınıza, komşularınıza, sevdiklerinize selamlarımı ve sevgilerimi iletiyorum. Bayramı sevdiklerinizle birlikte, sağlık ve bereket içinde geçirmenizi temenni ediyor, nice bayramlara diyorum.”

Paylaşın

Özel’den Erdoğan’a “Mandacı” Yanıtı: Sen Altıncı Filoya Secde Edensin

Erdoğan’ın “CHP Genel Başkanı çıkıp siyasi mandacılık talep ediyor” sözlerine yanıt veren CHP Lideri Özgür Özel, “Sen, altıncı filoya secde edenlerin arasında saf tutansın, altıncı filoya secde edenlersin” dedi.

İstanbul Büyükşehir Belediye (İBB) Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun tutuklanmasını protesto eden yüz binlerce kişi büyük Maltepe mitinginde buluştu. Konuşmalar başlamdan önce alanı dolduran yüz binlerce kişi, “Hak, hukuk, adalet” ve “Hükümet istifa” sloganları attı.

CHP’nin düzenlediği “Cumhurbaşkanı adayımız Ekrem İmamoğlu’na Özgürlük Mitingi”ne birçok siyasi parti ve sivil toplum örgütü de destek verdi.

Mitinge vatandaşların yanı sıra CHP’nin farklı illerdeki örgütleri, Türk Tabipleri Birliği (TTB), Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği (TMMOB), Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonu (KESK) ve Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası (Eğitim Sen)’in aralarında bulunduğu meslek örgütleri ve sendikalar ile TİP, SOL Parti, BTP, DEM Parti’nin de dahil olduğu İstanbul Emek, Barış ve Demokrasi Güçleri gibi siyasi partiler katılıyor. Emek, Barış ve Demokrasi Güçleri, Saraçhane’ye sadece 21 Mart’ta katılma çağrısı yapmıştı.

Mitingde konuşan CHP Genel Başkanı Özgür Özel, şu ifadeleri kullandı: “Silivri Cezaevi’ne, Edirne’ye, Sincan’a, Kandıra’ya, bu cezaevlerinde siyasi tutsak olan Cumhurbaşkanı adayımıza, genel başkanlara, belediye başkanlarına, belediye meclis üyelerine, siyasetçilere ama en çok da hepimizin gelecek umudu gençlere, öğrencilere merhaba.

19 Mart darbe girişimini tam olarak tarih önünde mahkum eden ise bizim 23 Mart’ta üyelerimizi sandık başına davet etmişken, üyeler gelip oy kullanacakken, o güne isabet ettirerek tutuklama yapanlara karşı sandıkların yanına koyduğumuz dayanışma sandıklarına, o 23 Mart sabahı yataklarından kalkanlar elini yüzünü yıkayıp devrim yapmaya gidiyorlardı. 15,5 milyon kişi Türkiye’nin dört bir yanında kalktılar, geldiler, seçtiler ve tarihe geçtiler.

15,5 milyon kişinin Türkiye’de oluşturduğu o kuyruklar, o iki elinde bastonuyla merdivenleri tırmanan annem, 3 aylık bebeğini karnında taşıyan, karnında cinsiyeti belli olmayan çocuğunun geleceğini demokratik devrimde arayan anne, gençler, işçiler, emekçiler, emekliler, köylüler hep beraber sandıklara koştular, demokrasiye sahip çıktılar. Tek adama hayır, diktaya hayır, millet biziz, bizim dediğimiz olur, biz kazanacağız dediler. Biz kazanacağız dediler. Şimdi o on milyonlar artık eve girmez.

19’undaki darbe girişiminin 7 gün boyunca Saraçhane’de gece mitingleriyle, 23’ünde sandık başında tüm Türkiye’de 15,5 milyon kişiyle ve bugün Maltepe’de daha önce yine bize ait olan rekoru hep birlikte kırmamız ve tarihin en büyük buluşmasını burada gerçekleştirmemizle birlikte geriye püskürtülmüştür. Ancak darbeciler halihazırda bizim irademize, gelecek hayalimize, cumhurbaşkanı adayımıza darbe girişiminde bulunanlar halihazırda iktidarda oldukları için şu an başımızdaki cunta pozisyonundadırlar.

Halk desteği, kamuoyu desteği hatta devletin içinde destekleri gitgide erimiştir. Başımızdaki cunta darbe girişimine birtakım ufak tefek yerlerden devam etmeye çalışmakta. Örneğin Radyo Televizyon Üst Kurulu’ndan, oranın penceresinden demokrasiye kurşun atmaktadır. Kapatma kararı verilen Sözcü TV ile çeşitli cezalarla lisans iptaline niyetlenilen Halk TV ile, Tele1 ile, Fox TV ile bu meydanları gören, bu meydanlarla konuşan, milletin sesini milletten esirgemeyenlerle dayanışma içinde olacağız ve özgür basına, cesur basına kuvvetli destek alkışlarınızı yolluyoruz.

“Turpun büyüğü sensin Erdoğan”

Erdoğan öyle bir işin içine girdi ki altında kendisi kaldı, kalacak. Örneğin ‘Turpun büyüğü heybede.’ dediği gün gizli tanık, hangisi bilmiyorum odunlardan, ya Meşe ya Çınar ya Ladin ifade vermiş Ekrem Başkan hakkında ve o ifade daha tutanağa geçmeden Tayyip Bey’e söylenmiş. Keyifle söylüyor. ‘Turpun büyüğü heybede.’ Şimdi ben size bu turpun büyüğünü göstereceğim. Arkadaşlar ekrana yansıtsınlar. Turp Tayyip’in uydurduğu rezil palavralardır. İşte turp budur!

İşte sana turp. Tayyip’in uydurduğu rezil palavraya turp diyoruz. Şimdi diyor ki daha turplar var, daha büyüğü var. Evet, demek ki daha büyük iftira atacak, daha büyük yalan söyleyecek ama Tayyip Bey eğer turp demek suç demekse, turpun büyüğü suçun büyüğü demekse ve turpun büyüğü sonra çıkacaksa yani en büyük suç, en büyük suçlu ortaya çıkacaksa o zaman hepimiz buradan bir şey anlıyoruz. Turpun büyüğü sensin Erdoğan, sensin! Sensin!

Erdoğan, bir yandan suçüstü yakalanmıştır ve bu ülkenin gençleri korkuya boyun eğmeyeceklerini, baskıya diz çökmeyeceklerini, susmayacaklarını hepimize ve bütün Türkiye’ye göstermiştir. Üniversiteleri, sokakları, sosyal medyayı hatta tüm hayatımızı baskılayacaklarını sananlar, biraz önce söyledim, İstanbul Üniversitesi’nin öncü gücüne, ODTÜ’nün devrimci kimliğine, Yıldız Teknik’e, İTÜ’ye, Boğaziçi’ne, Türkiye’deki üniversite gençliğine yenilmişlerdir.

Bu sesi duyması gereken iktidar duymak yerine hırsla, kinle çocuklarımıza saldırmayı tercih etti. Polisimizi evlatlarımızın üzerine yolladı. Kanunsuz emirler verdi ve uygulattı. Çocuklarının yanında durmak için meydanlara koşan anneleri, babaları, nineleri, dedeleri bile marjinal diye tanımlattı. Yüzlerce çocuğumuzu, binlerce evladımızı gözaltına aldılar. Yüzlercesini tutukladılar. Bir tek amaçları vardı: Sindirelim, korkutalım, bir daha dışarı çıkmasınlar. Türkiye’nin görülmüş en büyük cadı avından sonra ilk kez, ilk kez yapılan çağrıda Maltepe Meydanı’nda 2,2 milyon kişiyi görüyor musun Erdoğan? Erdoğan, gençleri sindirecektin! Burada sinen kimse görüyor musun?

Erdoğan sıkışınca her türlü iftirayı attığı gibi şimdi de dönmüş bize mandacı demiş. Aslında Erdoğan birisi mandacı olacaksa, birisi mücadeleden yana olacaksa orada saflar çoktandır belli. Sen değil misin 200 yıldır “Bu millete istikamet dayatılıyor.” diyerek demokrasiye, padişahın yetkilerinin azalmasına, Sened-i İttifak’tan beri karşı çıkan? Siz değil misiniz 150 yıldır “CHP ve biz iki ayrı akım, karşı karşıyayız.” diyen? Hadi safları netleştirelim.

Biz 150 yıldır bir anayasa isteyenleriz, bir meclisi savunanlarız. Sizin yolunuz Meşrutiyet’ten sonra meclisi 33 yıl kapatanların yoludur. Biz İkinci Meşrutiyet’ten, onun için canını ortaya koyanlardan yanayız, onların yolundayız. Sizin yolunuz Damat Ferit hükümetlerinin yoludur. Siz Sevr’i imzalayanların siyasi devamlılarısınız, biz Sevr’i yırtıp atanlarız, Lozan’ı yapanlarız.

Siz Milli Mücadele aleyhine bildiri yayınlayıp İngiliz uçaklarından attıran İskilipli Atıf’ın devamlılarısınız, biz Milli Mücadele’ye destek olan Ankara Müftüsü Rıfat Börekçi’nin yolundan gidenleriz. İşgal başlayınca arka kapıdan İngiliz zırhlısına binip kaçanların devamı olanlar bize mandacı diyecek haddi nerede buluyorlar?

İstanbul işgal edildiğinde Kartal İstinbotu’nun ucuna çıkıp yanındaki yaverine ‘Geldikleri gibi gidecekler.’ diyen benim genel başkanımdır, Gazi Mustafa Kemal Atatürk’tür. Şimdi burada meydan hep bir ağızdan bağırıyor. Ne bağırıyor biliyor musun? Sen, altıncı filoya secde edenlerin arasında saf tutansın, altıncı filoya secde edenlersin. Biz altıncı filoyu denize döken Deniz Gezmiş’in arkadaşlarıyız.”

Paylaşın

İmamoğlu, Maltepe’de Konuştu: Mertlikle Namertliği Yeneceğiz

Ekrem İmamoğlu, “Özgürlük Mitingi”ne gönderdiği mesajında, “Cumhurbaşkanı adayı olarak, adil, dürüst, mert bir yarış içinde olacağım. Çünkü millet, bütün iktidarlardan büyüktür. Bütün baskılardan, bütün kumpaslardan büyüktür!” dedi.

İstanbul Büyükşehir Belediye (İBB) Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun tutuklanmasını protesto eden yüz binlerce kişi büyük Maltepe mitinginde buluştu. Konuşmalar başlamdan önce alanı dolduran yüz binlerce kişi, “Hak, hukuk, adalet” ve “Hükümet istifa” sloganları attı.

CHP’nin düzenlediği “Cumhurbaşkanı adayımız Ekrem İmamoğlu’na Özgürlük Mitingi”ne birçok siyasi parti ve sivil toplum örgütü de destek verdi.

Mitinge vatandaşların yanı sıra CHP’nin farklı illerdeki örgütleri, Türk Tabipleri Birliği (TTB), Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği (TMMOB), Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonu (KESK) ve Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası (Eğitim Sen)’in aralarında bulunduğu meslek örgütleri ve sendikalar ile TİP, SOL Parti, BTP, DEM Parti’nin de dahil olduğu İstanbul Emek, Barış ve Demokrasi Güçleri gibi siyasi partiler katılıyor. Emek, Barış ve Demokrasi Güçleri, Saraçhane’ye sadece 21 Mart’ta katılma çağrısı yapmıştı.

Mitinginde, Ekrem İmamoğlu’nun tutukluğu bulunduğu Silivri Cezaevi’nden gönderdiği mektubun bir kısmı, CHP İstanbul İl Başkanı Özgür Çelik tarafından paylaşıldı. Ardından yapay zeka ile kendi sesiyle seslendirilen mesajında İmamoğlu, “Sizlere, içimdeki memleket sevgisi kadar büyük, uçsuz bucaksız hücremden sesleniyorum” dedi. Duvarların, parmaklıkların kendisini susturamayacağını vurgulayan İmamoğlu, konuşmasında şu ifadeleri kullandı:

“Sevgili vatandaşlarım, kıymetli kardeşlerim; hepinizin yüreğindeki adalet, demokrasi ve özgürlük talebini duyuyorum. Biliyorum ki burada toplanan yüzbinlerce insan, sadece Ekrem İmamoğlu için değil, memleketi için, adalet için, demokrasi için bir araya geldi. Çünkü mesele, Ekrem İmamoğlu meselesi değildir. Mesele, memleket meselesidir. Mesele, ülkemizin geleceğidir.

Bu yüzden en çok gençler sokakta, en çok gençler ayakta! Çünkü onlar, geleceklerini çalanları sorguluyor. Onlar, alın terleriyle, emeğiyle, hakkıyla kazanmak istiyor. Ama karşılarında hep aynı düzeni, hep aynı adaletsizliği görüyorlar. Onlar, hayatlarının ellerinden kayıp gittiğini en çok hissedenler. Bu yüzden gençler haklıdır. Bu yüzden gençler meydanlardadır.

“Hücre duvarları yok hükmünde”

Ben, buradan, dört duvar arasından ama dimdik ayakta, sizlere sesleniyorum. Etrafımdaki taş duvarlar, demir parmaklıklar suçlular için, pişmanlık duyanlar için aşılmaz engeller olabilir. Ama benim için yok hükmündedir! Çünkü ben, hiçbir suç işlemedim! Belediye başkanı olarak yaptıklarımdan pişmanlık değil, gurur duyuyorum. 6 yıl içinde devletin 1300 kez denetlediği, her seferinde aklandığımız bir belediyenin başkanıyım. 48 idari, 51 şahsi soruşturmadan alnımın akıyla çıkmış bir yöneticiyim.

Şimdi ise aynı devlet, yıllarca bulamadığı suçları, uydurma tanıkların ifadeleriyle bulduğunu iddia ediyor! Hadi oradan! Ben, bu uyduruk davalarda kendimi aklamak zorunda değilim. Kendini aklamak zorunda olan, hukuku siyasi çıkarları için ayaklar altına alanlardır. Yargıyı talimatla çalıştıranlardır. Beni ve yol arkadaşlarımı saf dışı bırakmaya çalışanlardır.

Recep Tayyip Erdoğan, bana karşı attığı her adımla, seçimden kaçtığını, rakibinden korktuğunu gösteriyor. Kendi kitlesine bile anlatamayacağı hamlelerle, kendisini seven vatandaşlarımızı utandırıyor. Adil bir yarıştan kaçan, yargıyı baskı altına alarak seçim kazanmaya çalışan bir anlayış, milletin vicdanında mahkum olmuştur.

Bakın, yıllardır krizlerin sorumluluğunu üstlenmeyen bir yönetimle karşı karşıyayız. Dış güçler, faiz lobisi, bakkallar, fırıncılar suçlandı ama bir tek Erdoğan ve iktidarı sorumluluğu kabul etmedi! Şimdi de haksız tutuklamalarla ekonomiyi daha da batırıyorlar. 3 günde Merkez Bankası’ndaki 26 milyar dolar eridi! Ama sorumlusu kim? Erdoğan’a göre, adalet isteyen, hakkını arayan vatandaşlar!

Bu millet, tarihi boyunca kimseye boyun eğmedi! Sandıktan kaçanlara, milli irade hırsızlarına mı boyun eğecek? Zorbalıkla, baskıyla, hukuksuzlukla bizi susturabileceklerini sanıyorlar. Ama bilmiyorlar ki, biz buradayız! Bu meydanları dolduran milyonlar, Cumhuriyetin mirasına sahip çıkıyor! Millet iradesine sahip çıkıyor!

Ben, size bir söz verdim: Hak yemem, hakkımı da yedirmem! Ne olursa olsun, milletin hak ettiği güzel günler için mücadeleden asla vazgeçmeyeceğim. Cumhurbaşkanı adayı olarak, adil, dürüst, mert bir yarış içinde olacağım. Çünkü millet, bütün iktidarlardan büyüktür. Bütün baskılardan, bütün kumpaslardan büyüktür! Kimse umutsuz olmasın. Biz kazanacağız. Adalet kazanacak. Demokrasi kazanacak. Türkiye kazanacak! Ve hep birlikte, yeniden her şeyi çok güzel yapacağız!”

“Ya hep beraber ya hiçbirimiz”

Mitingde Ekrem İmamoğlu’nun eşi Dilek İmamoğlu da konuştu. Dilek İmamoğlu miting alanındaki kitleye “Mücadeleye devam” diye seslendi ve düzenlenen gösterilerin ve verilen mücadelenin sadece eşi Ekrem İmamoğlu için olmadığını vurguladı. “Ekrem için değil, kendimiz için değil, Türkiye için mücadeleye devam” diye konuşan Kaya İmamoğlu, yarın başlayacak bayramın milyonların yoksulluğunun, ülkedeki adaletsizliğin ve çaresizliğinin gölgesinde geçeceğini de belirtti.

Kendi evlatlarının da bu bayrama babasından uzak gireceğini vurgulayan  İmamoğlu, “Ekrem sevdiklerine sarılamayacak. Ve tabii Ekrem ile birlikte haksızlık ve hukuksuzluğa uğrayan arkadaşları ve aileleri de bu bayram sevincini eksik yaşayacak. Elbette çok üzülüyoruz, elbette içimiz yanıyor ama gelecek güzel günlere inancımızı asla yitirmeyeceğiz. Birbirimizin acısını paylaşmaya, birbirimize umut vermeye mecburuz, çünkü biz 86 milyonluk bir aileyiz” diye konuştu.

19 Mart’ta Erkem İmamoğlu’nun gözaltına alınmasıyla başlanan eylemlerde başı çeken gençlere de değinen Dilek Kaya İmamoğlu, protestolara katılan gençlerin suçlu gibi lanse edilmesini de eleştirdi: “Evlatlarımızı haksız hukuksuz yere siyasi maksatlarla parmaklıklar ardına koyamazsınız. Adaletsizliğe itiraz eden, haklarını arayan evlatlarımıza türlü türlü eziyetler yaşatamazsınız. Türkiye kendi evlatlarına, kendi evlatları eliyle acılar çektiren bir ülke olamaz, olmayacak.”

“Türkiye laiktir, laik kalacak” ve “Erdoğan diktatör” sloganlarıyla konuşması kesilen Dilek İmamoğlu, adaletsizliğe, haksızlığa karşı durmanın bir partisi ve ideolojisi olmadığını, bunun bir vicdan meselesi olduğunu da söyledi ve “Varlığınızla güç veriyorsunuz. Tekrar etmek istiyorum; Adalet yasaklanamaz, vicdan hapsedilemez. İyi ki varsınız, iyi ki birlikteyiz. Ya hep beraber ya hiçbirimiz” ifadeleriyle konuşmasını sonlandırdı.

Paylaşın

Süper Lig: Trabzonspor Bir Puana Razı Oldu

Süper Lig’in 15. hafta maçında Trabzonspor ile Göztepe, Trabzon Stadyumu’nda karşı karşıya geldi. Hakem Ali Şansalan’ın yönettiği karşılaşma 1 – 1 eşitlikle sona erdi.

Haber Merkezi / Trabzonspor’un golünü 32. dakikada Oleksandr Zubkov, Göztepe’nin golünü ise 30. dakikada Romulo Cardoso kaydetti.

Bu sonuçla birlikte Trabzonspor puanını 36’ya, Göztepe ise 38’e yükseltti.

30. daikkada Visca’nın ceza sahası içinde Ogün Bayrak’ı düşürmesi sonucu VAR’a giden Ali Şansalan penaltı noktasını gösterdi. 31. dakikada penaltıyı kullanan Romula, meşin yuvarlağı Uğurcan Çakır’ın solundan ağlarla buluştu. 0-1

32 dakikada Mustafa Eskihellaç, yarı sahadan aldığı topla birlikte ceza sahası yayı üzerinde pasını Zubkov’a verdi. Bu oyuncunun sağ çaprazdan bekletmeden vuruşunda meşin yuvarlak kaleci Lis’in sağından filere gitti. 1-1

Paylaşın