Halkların Demokratik Partisi (HDP) Grup Başkanvekili Saruhan Oluç, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde (TCMM) düzenlediği basın toplantısında gündeme ilişkin değerlendirmelerde bulundu.
Saruhan Oluç, basın toplantısında, Soma’daki maden faciasının üzerinden 5 yıl geçtiğini ve hayatını kaybeden 301 madenciyi saygıyla andıklarını belirterek, maden sahibine ödül gibi bir ceza verildiğini söyledi.
HDP Hakkari Milletvekili Leyla Güven’in 187 gündür açlık grevinde olduğunu ve cezaevlerinde de açlık grevlerinin devam ettiğini hatırlatan Oluç, cezaevlerinde 15’er kişilik iki grubun da ölüm orucuna başladığını ifade etti.
İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun, “Önümüzdeki 5 yıl aynı şekilde devam edelim orada HDP’nin belediyesi filan kalmaz” dediğini savunan Oluç, “Bu ifadeniz bile hukuksuzluğun çok açık bir şekilde ortaya konulmuş olmasıdır. İçişleri Bakanı’nın zaten hukuk, yasa, anayasa, uluslararası demokratik sözleşme gibi dertlerinin olmadığını bu ülkedeki bütün aklı başında insanlar biliyorlar” diye konuştu.
Oluç, Yüksek Seçim Kurulu’nun (YSK) İstanbul kararına ilişkin tartışmaların devam ettiğini anımsatarak, YSK’nin, Anayasa’nın 79. maddesine göre 7 asil, 4 yedek üyeden oluştuğunu ve işleyişinin yasalarla belirlendiğini kaydetti.
Ekonomik gelişmelere ve dolar kurunda yaşananlara değinen Oluç, palyatif adımlarla Türk lirasının değerinin düşmesinin, doların ise yükselmesinin engellenemeyeceğini öne sürdü.
HDP Grup Başkanvekili Saruhan Oluç, basın açıklamasında şöyle konuştu:
Bugün Soma’da yaşanan maden faciasının, işçi katliamının 5. yıldönümü. 301 işçi, madenci yaşamını yitirmişti. 301 madenciyi saygıyla anıyoruz, onları unutmuyoruz, ailelerine bir kez daha sabır diliyoruz.
Az maliyet-çok kar, az zamanda-çok çalıştırma anlayışı nedeniyle bu katliam yaşanmıştı. Madenlerde özelleştirme, taşeronlaştırma, rödovans, sendikasızlaştırma ve kölelik koşullarında çalıştırma sistemi nedeniyle bu katliam yaşanmıştı.
Aradan 5 yıl geçti, peki bu konuda adalet sağlandı mı? sorusunun yanıtı tek kelime: Hayır. Ödül gibi bir ceza verildi maden sahibine. Bu yetmedi, ocağın işletilmesini yasaklayan yargı kararı kaldırıldı. Bütün bunların hepsi aslında Türkiye’deki çalışma yaşamına ve hukuka ilişkin eksikliklerin, yanlışların çok açık ifadesi.
Siyasi iktidar ve sermaye sahipleri iş cinayetlerinin birinci dereceden müsebbibidir. 2018 yılında en az 1923 işçi hayatını kaybetti. 2019 Ocak-Mart 3 aylık bilançosuna baktığımızda, en az 392 işçi hayatını kaybetti iş cinayetlerinde; hem madenlerde hem de genel olarak çalışma yaşamında. Bu sorunların çözümü çok açık.
Bir; denetimin ciddi olması, yaptırımların ciddi olması ve uygulanması. İki; çalışma yaşamında insanca çalışmayı sağlayacak yasal reformların ve yapısal düzenlemelerin gerçekleşmesi.
Her ikisi de savsaklanıyor. Hem siyasi iktidar hem sermaye sahipleri iş cinayetlerinin birinci dereceden müsebbibi olmaya devam ediyor. Bir kez daha Soma’da yitirdiğimiz 301 madenciyi saygı ile anıyoruz.
“Açlık grevlerinde son derece vahim bir tablo ile karşı karşıyayız”
Açlık grevleri sürüyor biliyorsunuz. Bugün Leyla Güven’in açlık grevinin 187. günü. Milletvekillerimiz Dersim Dağ 72. gününde, Tayip Temel ve Murat Sarısaç 67. gününde. Geçmiş dönem milletvekillerimiz Sebahat Tuncel ve Selma Irmak 118’inci gününde. Dilek Öcalan’ın da içinde bulunduğu bir grup 148. gününde. Açlık grevleri devam ediyor ve cezaevlerinde 150. güne varıldı. Ve 15’er kişilik iki grup ölüm orucuna başladı. Birinci grup 14’ünci gününde, diğeri 4’üncü gününde. Yani açlık grevlerinin tablosu çok vahim, son derece vahim.
“Bu ülkeyi yönetenlere soruyoruz, ne bekliyorsunuz?”
Önce yetkililere, Adalet Bakanlığı’na, bu ülkeyi yönetenlere soruyoruz, ne bekliyorsunuz? Adaletin, hukukun uygulanması için, var olan yasaların, Anayasa’nın ve uluslararası demokratik sözleşmelerin uygulanması için ne bekliyorsunuz?
Bir kez 2 Mayıs’ta avukatların İmralı’ya gitmesinin sorunu çözemediğini görüyorsunuz. Sorunun çözülmesi, gayri hukuki durumun sona ermesi için niye adım atmıyorsunuz? İnsan hakları hukukuna aykırı bu durumu düzeltmek için niye adım atmıyorsunuz?
Bu keyfi tutum gerçekten kabul edilemez. Bir kez daha Adalet Bakanlığı başta olmak üzere yetkililere sesleniyoruz. Bir an evvel hukukun uygulanmasını sağlayın, bir an evvel hükümlü haklarını İmralı’da bulunan hükümlüler için de kullanılabilir hale getirin.
“CHP ve İYİ Parti, MHP’nin söylediğini söyleyemeyecek mi?”
Muhalefet partilerine sormak istiyoruz; Meclis’te grubu bulunan İYİ Parti’ye, CHP’ye sormak istiyoruz: “Öcalan avukatlarıyla ve ailesi ile görüşebilmeli, hukuk uygulanmalı” cümlesini kurmak sizin açınızdan bu kadar zor mu? İnsani ve hukuki bir talebin yerine getirilmesini söylemek sizin için bu kadar zor mu?
MHP Genel Başkanı Bahçeli bile, ki pozisyonu bellidir, o bile avukat görüşünün yapılabilmesi konusundaki görüşünü beyan etti. Sizler muhalefet partisisiniz. Bu hukuk dışılığa itiraz etmeyecekseniz, neye itiraz edeceksiniz? Hukuk ve demokrasi konusundaki çifte standardınıza ne zaman son vereceksiniz? Bir kez daha insani ve hukuki açıdan bir an evvel adım atılması ve bu duruma son verilmesi gerekmektedir.
“İçişleri Bakanı hukuk dışı kararlar veriyor ve uygulatıyor”
Dün anneler günüydü ve yine cezaevleri önünde İstanbul Bakırköy’de, Diyarbakır, Van, Gebze ve diğer cezaevleri önünde anneler ağır baskı ile karşılaştı. Daha önce de söylemiştik. Bu tabloları yaratmayın. Bu tabloları insanlara yaşatmayın.
Annelere yönelik bu davranış hukuksuzdur. Bu davranışın kararını veren İçişleri Bakanlığı aslında hukuksuz bir adım atmaktadır. O kararı valiler ve kaymakamlara iletmektedir ve onlar da hukuksuz bir kararı yerine getirmektedirler.
Annelere yönelik saldırılar ve şiddet hukuksuzdur. Annelerin vicdani hakkıdır ses çıkarmak, çocuklarıyla dayanışma göstermek. Bu ayrı. Ama aynı zamanda anayasal haklarıdır. Gösteri hakkı anayasal haktır. Şiddet kullanmadan gösteri yapmak anayasal bir haktır. Bunun karşısında kullanılan şiddet ise hukuksuzluktur.
Tabii bu İçişleri Bakanlığı’nın ilk icraatı değil. İçişleri Bakanı şimdi de muhtarları görevden almaya ve kayyım atamaya başladı. 10 mahalle muhtarı Diyarbakır Lice ilçesinde görevden alındı.
Neden görevden alındılar belli değil. Haklarında kesinleşmiş bir yargı kararı yok. Her biri yüzde 80-85 oy almış muhtarlar. Halkın teveccühüne sahip oldukları için görevden alındılar. Suçlu ilan ediliyorlar. Neye göre? Haklarında bir mahkeme kararı bulunmuyor. Anayasa’nın 132. Maddesi de, AİHS 6/2 Maddesi de der ki, “suçluluğu ispatlanıncaya hiç kimse suçlu ilan edilemez”. Masumiyet (suçsuzluk) karinesi diye bir şey var, ama İçişleri Bakanı’nın umurunda değil bu.
“İçişleri Bakanı’nın hukuk gibi bir derdi yok”
Hangi anlayışla İçişleri Bakanı görevden alıyor? Geçen gün söyledi: “Önümüzdeki 5 yıl aynı şekilde devam edelim, böyle devam edersek 5 yıl sonra HDP belediyesi kalmaz”. 5 yıl sonrasını hep beraber görürüz, böyle davranmaya devam ederseniz. Ama kayyım atamaya devam etme yönündeki bu ifadeniz bile hukuksuzluğun açık bir şekilde ortaya konulmuş olmasıdır. Niyetiniz belli. İçişleri Bakanı’nın zaten hukuk, yasa, Anayasa, uluslararası demokratik sözleşme gibi bir derdi olmadığını herkes biliyor.
“YSK yıllardır Anayasa’yı çiğniyor”
Bir konuya daha değinmek istiyorum. YSK ile ilgili tartışmalar. Biliyorsunuz İstanbul kararı ile YSK’nin hukuka ve demokrasiye açık bir şekilde darbe yaptığını ifade ettik. Bugünlerde tartışılan bir diğer konu var.
YSK, oluşumuna baktığımızda anayasal bir kurumdur. 7 asil 4 yedek üyesi olan bir YSK vardır. İşleyişi yasalarla belirtilmiştir. Her anayasal kurum gibi asil üyelerle toplanır. Asil üyelerinin katılamaması durumunda yedek üyelerin devreye girmesi söz konusu olabilir.
Ama 8 senedir YSK bu şekilde çalışmıyor. Yani Anayasa ve yasaya aykırı bir şekilde çalışıyor. Asil üyelerle, yedek üyeler birlikte toplanıyor. 2014’ten bu yana da, 5 senedir de yedek üyelere oy kullandırarak çalışıyor.
Yani mesele sadece İstanbul kararı ile ilgili değil, yıllardır Anayasa çiğneniyor. 2014’ten bu yana verdiği tüm kararlarda; Cumhurbaşkanlığı seçimi, referandum, bütün kararlarda meşruiyeti sorgulanan bir kurum haline gelmiştir. YSK’nin Anayasa’yı ve yasaları çiğneme hakkı yoktur.
“Kararlarına itiraz edilecek merci olmamasına güveniyorlar”
Şuna güveniyorlar belli ki; kendilerinden sonra bir üst mahkeme olmadığı için kararları bir üst mahkemeye taşınamadığı için böyle rahat davranıyorlar. Mesela KHK’li olanlardan mazbataları geri alıp seçilmemiş ikinci kişiye mazbatayı verme hukuksuzluğunu yapıyorlar. Kendilerini halk iradesinin yerine, Meclis iradesinin yerine ikame edebiliyorlar. Anayasa’yı ve yasaları çiğnemekten geri durmuyorlar. Günü geldiğinde bunların hepsinin hesabı hukuken sorulacaktır.
“Dolar yükselmiyor, TL’nin değeri düşüyor”
Biliyorsunuz geçtiğimiz hafta dolar 6.25’lere kadar yükseldi. Daha sonra yapılanlarla 5,98’e kadar geriledi. Buraya gelmeden önce baktım; şu anda yine 6’nın üzerinde. Neden böyle?
Çünkü gerçekler Hazine ve Maliye Bakanı’nın anlattığı gibi değil. Başarılı ekonomi yönetimi yüzünden dolar 6,25’ten 5,98’e inmedi. Hazine ve Maliye Bakanı çarpıtıyor.
Yükselme nedenleri: Birincisi, Türkiye’de hukukun üstünlüğü, yargı bağımsızlığı ve demokrasi açısından atılan bütün yanlış adımlardır. Yanlış adımların güvensizliği ekonomi çevrelerinde artırmasıdır. Güvensizlik arttığı için TL’nin değeri düşüyor. Dolar yükselmiyor, TL’nin değeri düşüyor. İkincisi; ekonomide doğru adım atılmadığını iş çevrelerinin görmesidir. İş çevreleri bunu gördüğü için TL değer kaybediyor.
“Palyatif tedbirlerle ve pembe tablolar çizerek krizi çözemezsiniz”
Peki doların düşüş nedenleri neydi? Bir tanesi, Merkez Bankası’nın örtülü faiz artırımıdır. Yani gecelik faiz oranı örtülü olarak yüzde 1,5 artırıldı. Birinci nedeni buydu, palyatif bir tedbir. İkincisi; kamu bankaları 4 buçuk milyar dolar satım yaptılar. Bu da palyatif bir tedbirdir.
Nitekim bu adımların sonuçları görüldü ve tekrar ibre tersine döndü. Palyatif adımlarla doların yükselmesini engelleyemezsiniz. Bunu defalarca söyledik bir kez daha söylüyoruz. Bu palyatif adımların ekonomik maliyeti son derece ağır olacaktır. Başarısız bir ekonomi yönetimi ve başarısız bir Hazine ve Maliye Bakanı vardır. Pembe tablolar çizerek ekonomiyi toplamanız mümkün olmayacaktır.
Soru: Muhalefet partilerinin Öcalan’ın avukatlarıyla görüşmesi noktasında adım atmasından bahsettiniz. Bahçeli’nin açıklamasını örnek gösterdiniz. İktidara bir çağrınız yok mu? Bahçeli’nin açıklamasını samimi buluyor musunuz?
Biz bütün muhalefet partilerinin ve iktidar partisinin Türkiye’deki hukuka, Anayasa’ya ve hükümlü haklarına, uluslararası demokratik sözleşmelere uygun davranması gerektiğini düşünüyoruz. Bahçeli’nin sözü buna işaret eden bir sözdür. Muhalefet partilerinin de hukuka sahip çıkma, hükümlü haklarına sahip çıkma konusunda aynı cesareti göstermesi gerektiğini düşünüyoruz. İYİ Parti ve CHP’ye çağrımız bu açıdandır. Hukuk uygulansın sözünü açık şekilde ifade etmeleri gerekir ki, bütün partiler hukuk ve demokrasi konusunda hukukun üstünlüğü konusunda buluşabilmiş olsun.
Soru: Öcalan, avukatlarıyla 8 yıldır görüşmedi. Neden şimdi olduğu tartışılıyor. İstanbul seçimleri de bir tarafta. İktidara bir çağrınız yok mu?
Tabii ki iktidara çağrımız var. Adalet Bakanlığı başta olmak üzere ülkeyi yönetenlere çağrımız çok açık. Açlık grevlerinin bir an evvel sonlandırılması, herhangi bir insanın yaşamına ve sağlığına zarar gelmemesi için 2 Mayıs’ta avukatların İmralı’ya gitme uygulaması istikrarlı olarak devam etmelidir. Hukuka uygun davranılırsa ne açlık grevi kalır, ne ölüm orucu kalır. Onların da talebi hukukun uygulanması, hükümlü haklarının uygulanması talebidir. Bu talep doğrultusunda iktidarın adım atması, bir normalleşme yaşanması gerekir. Herkes biliyor ki, son 8 yıl içinde 810 kez avukat başvuru yapması ve bunların 809’unun reddedilmiş olması son derece keyfi ve hukuka uymayan bir tutumdur. Artık bunun değiştirilmesi gerektiğini açık bir şekilde ifade etmek istiyoruz. Çağrımızı da yeniliyoruz.
Soru: İstanbul seçimlerine ilişkin HDP açıklama yapmasına rağmen tartışmalar devam ediyor. HDP’nin İmamoğlu’nu destekleyip desteklemeyeceği yönünde tartışmalar var. HDP nerede duruyor?
31 Mart öncesinde de bunları yaşamıştık. Bakın HDP’nin kurulları var ve bu kurullar demokratik tartışma geleneğine sahip kurullardır. Bu kurullar toplanır, tartışır ve karar alır. Bunlardan biri MYK’dir. MYK toplanmış ve tartışmıştır. Belli bir yol haritası üzerinde mutabakat sağlanmıştır. Ama MYK tek kurul değildir; diğer taraftan Parti Meclisi var. PM de toplandı ve tartıştı. Bugün MYK ve Meclis Grubu birlikte toplantı halinde şu anda. Orada da tartışılacak. Son olarak da İstanbul’da il ve ilçe örgütü yöneticilerimizle ve seçim çalışması yürüten komisyonlarla birlikte bir toplantı olacaktır. Bütün bu tartışmalar bittikten sonra da HDP yetkili ağızlarından sonuçlar ve kararlar açık bir şekilde deklare edilecektir. Olağan bir süreç işlemektedir. Yavaş işliyor diyebilirsiniz, ama öyle değil, bir hafta içinde hepsi tamamlanmış olacaktır. Bugün yine dijital medyada gördüm. “Türk vekillerle Kürt vekiller anlaşamadı” diye bir haber vardı. Gülüp geçiyoruz bu haberlere. Türk ya da Kürt vekiller ayrımı yok kendi içimizde. Hepimiz HDP vekilleriyiz. Tutumumuz da bu hafta sonunda net bir şekilde kamuoyuyla paylaşılacaktır.