Hipofiz Bezi Yetmezliği Nedir, Belirtileri Ve Tedavi Yöntemleri Nelerdir?

Beynin altında, burun kanalların arkasında yer alan Hipofiz Bezi; yaklaşık 0.5 gram ağırlığında çeşitli hormonlar salgılayan bir endokrin bezdir. Hipofiz Bezi; büyüme, fiziksel aktiviteleri yerine getirme ve üretkenlik gibi durumları kontrol eden bir merkez olarak çalışmaktadır. Ön lob ve arka lob olarak iki şekilde yer alan hipofiz bezi çeşitli hormonlar salgılamaktadır.

Hipofiz Bezi çeşitli sebeplerle işlevini yitirir ve salgılama işlemini doğru şekilde gerçekleştiremez. Salgılamanın durması veya azalması durumu hipofiz bezi yetmezliği olarak tanımlanmaktadır.

Hipofiz bezinin görevleri nelerdir?

Hipofiz bezi yukarıda bahsedilen bezlerin fonksiyon görmesini sağlar yani onları çeşitli hormonlar aracılığı ile yönetir. Bu bezden salgılanan 5 temel hormon ve görevleri şu şekildedir:

TSH (tiroid bezini uyaran hormon): boğazımızın ön kısmında bulunan tiroid bezinden hayati olan tiroid hormonlarının üretimini kontrol eder ve bu hormon olmadan gerek zihinsel gerekse de vücuttaki metabolik faaliyetler yavaşlar.

FSH/LH (üreme organlarını uyaran hormonlar): erkekte testisleri, kadında ise yumurtalıkları uyararak cinsel fonksiyonların ve üremenin devamını sağlar.

ACTH (böbrek üstü bezini uyaran hormon) : böbrek üstü bezinden kortizol denilen hayati hormonun salınmasını kontrol eder. Kortizol gerek bağışıklık sistemimizin düzenli çalışmasını gerekse de tansiyon ve damarlarındaki sıvının yeterli düzeyde olmasını sağlar

GH ( büyüme hormonu) : ergenlik çağında boyumuzun uzamasından sorumludur. Ancak son 20 yıldır erişkin yaşta da birçok önemli fonksiyonundan bahsedilmektedir. Hafıza ve zihinsel fonksiyonların düzenlenmesi, vücut yağ ve kas oranlarının düzenlenmesi, kemik dokusunun sağlamlaştırılması, kalp hastalıkları riskinin azaltılması gibi her geçen gün yenileri ortaya çıkan birçok fonksiyonu vardır.

Prolaktin (süt üretimini uyaran hormon) : Kadınlarda doğum sonu emzirmenin sağlanması için temel hormondur. Ancak son yıllarda bağışıklık sisteminde rol aldığı anlaşılmıştır.

Hipofiz bezinin hastalıkları nelerdir ve neden önemlidir?

Hipofiz Bezinden salgılanan hormonların fazlalığı ve bu hormonların eksikliği ile giden 2 grup hastalık mevcuttur. Hipofiz bezinden salgılanan 5 temel hormonun bir veya daha fazlasının çeşitli nedenlerle eksilmesine ‘Hipofiz Yetmezliği’ denir. Hipofiz yetmezliğinin tanısı doğru bir şekilde konduğu takdirde günümüzde tedavisi mümkündür.

Hipofiz yetmezliğinin nedenleri nelerdir?

En sık nedeni hipofiz bezi adenomlarına (adenom: iyi huylu tümöral kitle) bağlı bezdeki normal dokunun basıya uğraması ve/veya hipofiz adenomunun cerrahi veya radyoterapi ile tedavisidir. Kadınlarda doğum sonrası aşırı kanamanın neden olduğu hipofiz bezi hasarı (Sheehan sendromu olarak adlandırılır) ülkemizde hala sık olarak rastlanmaktadır.

Ayrıca son yıllarda şuur kaybına neden olan kafa travmaları (trafik kazaları veya düşmelere bağlı kafaya darbe sonucu veya boks gibi sürekli kafaya darbe alan dövüş sporları) sonrası –15 hastada hipofiz yetmezliği gelişebileceği gösterilmiştir.

Hangi durumda hipofiz yetmezliğinden şüphelenelim?

Hipofiz yetmezliğinin en önemli özelliği genellikle belirtilerinin hafif olması ve yavaş ilerlemesidir. Bu nedenle hastalar dikkat etmezse hipofiz yetmezliği ile farkında olmadan yıllarca yaşayabilir ve genellikle farklı şikayetlerle gittiği doktorlarda bu durumu gözden kaçırabilir.

Bu nedenle yukarıda bahsedilen nedenlere yönelik hikayenin bir hastada olması hipofiz yetmezliğinin araştırılmasını gerektirir. Özellikle, aşağıda sıralanan belirtiler olduğunda hastaların hipofiz yetmezliğinden şüphelenmesi gereklidir:

Baş ağrısı ile birlikte olan veya olmayan görmede azalma (görme alanı kaybı): Hipofiz adenomları veya kitlelerinin hipofiz bezinin hemen üzerindeki (Şekil 1) göz sinirine bası yapması sonucu oluşur. Öncelikle görme alanının dış yanlarında görme alanı kaybı olur ve zamanla ihmal edilirse tam görme kaybına kadar gidebilir. Erken tanı konması ve hipofiz kitlesinin uygun şekilde çıkarılması ile görme kaybı büyük oranda geri döner.

Erkeklerde cinsel fonksiyonlarda azalma, istendiği halde çocuk olmaması (infertilite) vücut kıllarında azalma ve traş olma sıklığında azalma.

Kadınlarda adet sıklığında azalma veya adet kanamalarının tamamen kesilmesi (amenore), istendiği halde çocuk olmaması (infertilite)

Üşüme, uyku isteğinde artış, kilo alma, cilt kuruması, yorgunluk, halsizlik ve kendini kötü hissetme, tansiyon düşüklüğü ve baş dönmesi, aşırı su içme ve idrara gitme (günlük 2.5–3 litreden fazla idrar çıkarma), açlığa tahammülsüzlük: Bahsedilen belirtiler birçok farklı hastalıkta görülebilir ve hipofiz yetmezliği için tipik değildir. Ancak yukarıdaki belirtiler uzun süre devam ediyor ve herhangi bir neden bulunamıyorsa hipofiz yetmezliği akla gelmelidir.

Hipofiz bezi ile ilgili şüphemiz olursa ne yapmalıyız?

Hipofiz yetmezliği şüphesi olan hastaların bir endokrinoloji uzmanına baş vurması uygun olacaktır. Ancak yaşadığınız yerde endokrinoloji uzmanı yok ise iç hastalıkları uzmanına başvurup hipofiz yetmezliği şüpheniz ilgili doktora iletilmelidir.

Eğer hipofiz yetmezliği nedeni olarak hipofiz adenomu ve hipofiz bölgesinde kitle tespit edilmişse endokrinoloji ve beyin cerrahisi uzmanlarının bulunduğu bir merkeze başvurulmalıdır. Eğer hipofiz kitlesi için beyin cerrahisi operasyonu yapılmışsa bu hipofiz yetmezliğinin düzeleceği anlamına gelmez. Bu nedenle amaliyat sonrası da bir endokrinoloji uzmanı tarafından izlem ve gerekirse hipofiz yetmezliği için tedavi şarttır.

Hipofiz yetmezliği tedavisi nasıl yapılır?

Tanı konduktan sonra hipofiz yetmezliğinin tedavisi bu konuda uzman doktor tarafından yapılmalıdır. Tedavide eksik hormonlar [tiroid hormonu, kortizol preparatları veya gonadal (cinsel fonksiyonları düzenleyen hormonlar) hormonlar] doktorunuzun önerdiği doz ve ilaçlarla yerine konur.

Tedavi, eksilen hormonun cinsine ve eksikliğin derecesine bağlı olarak ömür boyu sürebilir. Bu nedenle endokrinolojik yönden takip gereklidir. Uygun tedavi ve takip ile hipofiz yetmezliğine bağlı oluşan bozukluklar büyük oranda geri döner.

Akromegali hasta bilgilendirme formu

Akromegali beyin içerisinde bulunan hipofiz bezindeki iyi huylu bir tümörden büyüme hormonun adı verilen hormonun fazla salgılanması nedeniyle oluşan bir hastalıktır. Büyüme hormonun fazla salgılanması sonucu el, ayak bölgelerinde aşırı büyüme olur.

Ayakkabı numarasında artış, yüzüklerin dar gelmesi, yüz hatlarında kabalaşma, çenede belirginleşme, dişlerde ayrışma gibi bulgular olabilir. Ayrıca baş ağrısı, halsizlik, terlemede artışı ve cinsel fonksiyonlarda azalma gibi genel şikayetler de olabilir. Ayrıca hipofizdeki tümörün boyutuna bağlı olarak görme bozuklukları da oluşabilmektedir.

Akromegali hastalarındaki bu değişiklikler hasta ve yakınları tarafından maalesef geç fark edilir. Belirtiler çok yavaş oluştuğu için çoğu hasta hastalık başladıktan 5–7 yıl sonra tanı konmaktadır. Bu nedenle bazı hastalar akromegalinin vücudun iç organlarında yarattığı bozukluklar nedeniyle hekime başvurabilir.

Şeker hastalığı, kalp hastalıkları, uyku apne denilen uykuda solunum problemleri, eklem rahatsızlıkları ve çeşitli kanserler bunlardan bazılarıdır. Yüksek tansiyon akromegali hastalarının pek çoğunda tespit edilir. Barsak ve tiroid kanseri sıklığı artmaktadır.

Bulgular

Görmede azalma
Alın kemiğinde belirginleşme
Büyük burun ve çene,diş aralarında açılma
Şeker hastalığı
Büyük el ve ayaklar
Terleme artışı, ciltte yağlanma
Göğüsten süt gelmesi
Kalp büyümesi, yüksek tansiyon
Cinsel sorunlar
Eklem rahatsızlıkları

Tanı

Akromegali tanısı hastadan klinik olarak şüphe oluşması halinde veya tesadüfen çekilmiş olan beyin görüntülemeleri sırasında tespit edilen urların tetkiki sırasında konabilir. Hastadan şüphelenildiği zaman tanı amaçlı bir takım testler yapılır. Bunların en önemlisi şeker yükleme testidir. Yükleme testi sırasında hastaya 75 gr şeker ihtiva eden şekerli su içirilir ve 0, 30, 60, 90 ve 120. dakikalarda hastanın büyüme hormonu değerleri ölçülür. Aynı zamanda serum IGF–1 ölçümleri de hastalığın takip ve tedavisinde sık olarak kullanılır.

Tedavinin hedefleri

Şikayetlerde düzelme
Fiziksel bulguların düzelmesi
Büyüme hormon salınımının normale dönmesi
Tümör kitlesinde küçülme
Tekrarın önlenmesi
Diğer hipofiz hormonlarının salınımının korunması
Normal yaşam süresinin sağlanması

Tedavi ve Takip

Akromegali hastalarında tanı konduktan sonra tedavi planlanmalıdır. Tedavide üç yöntem kullanılır. Bunların ilki cerrahi tedavi, ikincisi ilaç tedavisi ve en son seçenek ise radyoterapi yani ışın tedavidir. Akromegali tedavisinde cerrahi birinci seçilecek tedavi yöntemidir. Anestezi riski taşıyan, ek hastalıkları olan çok ileri yaştaki cerrahi yapılamayacak hastalarda ilk tedavi ilaç tedavisi olabilir.

Bazı hastalarda tümör boyutuna, cerrahi düzelmenin tam olarak sağlanıp sağlanmamasına göre cerrahi tedavi tekrarlanabilir. Cerrahi tedavi sonrasında hastalar klinik düzelmeyi günler içerisinde fark edebilirler. Tam olarak iyileşmenin değerlendirilmesi ise ameliyat sonrası 3. ayda yapılmalıdır. 3. aydaki değerlendirmeler sırasında büyüme hormonu, IGF–1 düzeyleri yanında tekrar şeker yükleme testinde hormon yanıtı da değerlendirilmelidir.

Küçük tümörlerde cerrahi başarı daha yüksek iken, büyük tümörlerde daha düşüktür. Akromegali ameliyatlarından sonra hipofizden salgılanan diğer hormonlarda bir takım bozukluklar, eksiklikler gelişebilir. Hastanın endokrinoloğu tarafından ameliyat sonrası diğer hormonların işleyişi değerlendirilir ve eksiklik varsa mutlaka yerine konulur.

Ameliyat sonrası tamamen düzelme elde edilen hastalarda 6 ayda bir klinik değerlendirme yapılmalı. Aynı zamanda hormon düzeyleri ve IGF–1 ölçümleri ile hipofiz MR’ ları çekilerek tümörün durumu değerlendirilmelidir.

Takip

Akromegali hastaları tanı anında ve tedaviden sonra akromegalinin diğer organlardaki etkilerinin kontrol edilmesi amacıyla bir takım taramalar ile takip edilmelidir. Tanı anında hastalar EKG ve ekokardiyografi ile kardiyolojik etkiler amacıyla değerlendirilmelidir.

Barsak kanseri ve barsak poliplerinin artmış sıklığı nedeniyle tanı anında kolonoskopi ile taramalar yapılmalı. Barsak kanseri ya da polip olmayan hastalarda bu taramanın 5 yıl sonra tekrar edilmesi planlanırken, riskli hastalarda daha erken kontroller yapılmalıdır.

Kadın hastalarda meme muayenesi, meme ultrasonografisi ve gerekirse mamografi ile meme kanseri taraması, erkelerde prostat kanseri taramaları yapılmalıdır. Son yıllarda akromegali hastalarında artan tiroid kanseri sıklığı nedeniyle tiroid ultrasonografisi ile tiroid nodülleri değerlendirilmeli ve gerekirse biyopsi yapılmalıdır. Şüpheli lezyonların tedavisi planlanmalıdır. Akromegali hastalarında uyku apne sendromu.

Not: Sunulan bilgilerin amacı herhangi bir hastalığı teşhis veya tedavi etmek, iyileştirmek veya önlemek değildir. Tüm bilgiler yalnızca genel bilginize yöneliktir, tıbbi tavsiye veya belirli tıbbi durumların tedavisinin yerine geçmez. Uygulamadan önce bu bilgileri doktorunuzla görüşün.

Paylaşın

Hipertansiyon Nedir, Belirtileri Ve Tedavi Yöntemleri Nelerdir?

Yüksek kan basıncı adıyla da bilinen Hipertansiyon, damarın içindeki kanın damar duvarına yaptığı yüksek basınca denir. Uzun dönemde kanın damar duvarlarındaki etkisi damarın iç yüzeyinde hasara yol açar.

Yüksek tansiyon nedeniyle organları besleyen damarlarda tıkanma, genişleme veya yırtılma meydana gelebilir. Hipertansiyon organlara giden kan akışını bozarak organ yetmezliklerine neden olabilir.

Hipertansiyon, uzun süre belirti vermeden böbrek, beyin, kalp ve damar sistemine verebileceği hasar nedeniyle “sessiz düşman” olarak da anılmaktadır. Kan dolaşımı için gereken basıncın normalden fazla olması anlamına gelen ‘yüksek tansiyon’, mutlaka uzman kontrolünde takip edilmelidir. Büyük ve küçük tansiyonun normalden fazla olması durumuna hipertansiyon denilmektedir.

Hipertansiyon belirtileri nedir?

Hipertansiyon genellikle belirti vermeden sinsice ortaya çıkmaktadır. Genellikle ensede zonklama şeklinde ağrı, bulantı-kusma, burun kanaması, nefes darlığı, halsizlik, yorgunluk, kulak çınlaması, gözlerde kararma gibi belirtiler vermektedir.

Hipertansiyon nedenleri nedir?

Genetik ve çevresel faktörler hipertansiyonun sebepleri arasında gelmektedir. Stres, sağlıksız beslenme ve aşırı tuz tüketimi, kilo problemi, böbrek yetmezliği, polikistik böbrek hastalığı, böbrek atar damarında tıkanıklık, tiroid hastalıkları, şeker hastalığı, böbrek üstü bezi hastalığı, kalp hastalıkları, kalp kapak hastalıkları, çeşitli ilaçlar (ağrı kesiciler, hormon ilaçları, kortizon, grip ilaçları, antidepresanlar) hipertansiyona neden olmaktadır.

Hipertansiyon risk faktörleri nedir?

Kalıtım en büyük risk faktörleri arasında gelmektedir. Ailesinde hipertansiyon hikayesi olanlar risk grubu içinde yer almaktadır. Bunun yanında erkek cinsiyeti, yaş (35 ve üzeri), obezite hastaları, alkol ve sigara kullananlar, diyabet hastaları, yanlış beslenen kişiler, doğum kontrol ilaçları kullanananlar da risk grupları arasında gelmektedir.

Hipertansiyon komplikasyonları nedir?

Hipertansiyonun damar sertliği, beyin kanaması, felç, kal krizi, kalp yetmezliği gibi özellikle kalp ve damarlar üzerinde ağır komplikasyonları bulunmaktadır. Görme kaybı, böbrek hasarları ise diğer komplikasyonlar arasında gelmektedir.

Hipertansiyon için doktor randevusu öncesi neler yapılmalıdır?

Doktor randevusundan önce tansiyon düzenli olarak ölçülüp not alınmalı ve bu bilgiler doktor ile paylaşılmalıdır. Bunun yanında kişinin kendini iyi gözlemlemesini ve şikayetlerini doğru şekilde doktora aktarması gerekmektedir.

Hipertansiyon tetkik yöntemleri nelerdir?

Kan basıncı sfigmomanometre olarak adlandırılan ölçüm cihazı ile ölçülmektedir. Hipertansiyon teşhisi koymada hastanın 24 saat boyunca belli aralıklarla tansiyonu ölçülür. Kan basıncının sürekli 120/80 mmHg üzerinde olması teşhis koymada yeterlidir. Bunun yanında kan, idrar tahlili ve görüntüleme yöntemleri de yapılmaktadır. Yapılan tetkiklerde hipertansiyona sebep olabilecek hastalıklar araştırılmaktadır.

Hipertansiyon tedavi yöntemleri nelerdir?

Hipertansiyon tedavisinde öncelikle hipertansiyona sebep olan hastalıklar tedavi edilmelidir. Hipertansiyonun nedeni bulunamazsa kan basıncını düşürecek ilaç tedavisine başlanmaktadır. Bunun yanında hastanın yaşam şekliyle ilgili değişikliklere de gidilmektedir. Hipertansiyon hastalarının heyecan ve stresten uzak durmaları gerekir.

Beslenme tedavisi de hipertansiyonun tedavi seçenekleri arasında gelmektedir. İlaç tedavisiyle birlikte beslenme alışkanlıklarında birtakım köklü değişikliklere gidilmektedir. Özellikle tuz kullanımı kısıtlanmaktadır. Süt ve süt ürünlerinde yarım yağlı veya light ürünler tercih dilmelidir. Doymuş yağlar yerine zeytinyağı kullanılmalıdır.

Hipertansiyon hastaları için yaşam stili önerileri

Hipertansiyon hastaları hastalığın ciddiyetine varmalı ve hayat stilini değiştirmeye istekli olmalıdırlar. Stresten uzak durup sağlıklı beslenmeye yönelmeliler. Tuzlu gıdalardan uzaklaşılmalı, sebze ve meyve ağırlıklı akdeniz tipi beslenme uygulanmalıdır. Bunun yanında günlük fiziksel aktivite ve egzersize yer verilmelidir.

Not: Sunulan bilgilerin amacı herhangi bir hastalığı teşhis veya tedavi etmek, iyileştirmek veya önlemek değildir. Tüm bilgiler yalnızca genel bilginize yöneliktir, tıbbi tavsiye veya belirli tıbbi durumların tedavisinin yerine geçmez. Uygulamadan önce bu bilgileri doktorunuzla görüşün.

Paylaşın

Hallux Valgus Nedir, Belirtileri Ve Tedavi Yöntemleri Nelerdir?

Halluks Valgus, ayak başparmağında oldukça sık görülen ve yaygınlığı giderek artan ortopedik bir hastalıktır. Ayak başparmağının iç yanındaki kemik çıkıntısını ifade eder.

Kesin nedeni bilinmeyen bu rahatsızlık zamanında tedavi edilmezse sadece başparmağı değil, tüm ayağı ilgilendirebilecek belirtilerle birlikte iş gücü kaybı, yaşam kalitesi bozukluğu ve estetik sorunlara yol açabilir.

Özellikle ailesinde Halluks Valgus öyküsü olan biri genetik yatkınlığı nedeniyle erken yaşlarda önlem almalıdır.

Hallux Valgusun belirtileri nedir?

Ayak başparmağının ayağa birleştiği bölümde kemiksi bir çıkıntı

Ağrı ve hareket kısıtlılığı da olaya eşlik eder

Bu hafif ancak yaygın sorun kadınlarda daha sık görülür. Bazı kişiler genetik olarak bunyona eğilimli olsa da, daha çok yüksek topuklu ve sivri burunlu dar ayakkabıların giyilmesi sonucu oluşur.

Hallux Valgusun nedenleri nedir?

Hallux valgusun meydana gelmesinde genetik faktörler önemli rol oynamaktadır. Bunun yanında topuklu ayakkabılar, on kısmı sivri ayakkabılar ayaklarda deformasyona sebep olmaktadır. Oluşan deformasyonla başparmak etrafında şişlik meydana gelmektedir. Şişlik büyüdükçe ayakkabı içindeki basınç artmaktadır ve kişi zamanla ayakkabı giyemeyecek duruma gelmektedir.

Hallux Valgusun risk faktörleri nedir?

Ailesinde hallux valgus hikâyesi olanlar, topuklu ayakkabı, sivri burunlu ayakkabı kullanımı, yapılan yanlış spor hareketleri hallux valgus açısından risk oluşturmaktadır. Bunun yanında kadınlarda hallux valgus görülme olasılığı daha yüksektir. Bunda kadınların topuklu ayakkabıları çok fazla kullanması önemli bir rol oynamaktadır.

Hallux Valgusun komplikasyonları nedir?

Ayak başparmağında oluşan deformasyon ayakkabı kullanımı zorlaştırmaktadır. Tedavi edilmediğinde diğer ayak parmaklarında da deformasyonlar oluşmakta ve yürümede sıkıntılara sebep olmaktadır. Bunun yanında ayaklarda şişlik ve bursit gelişimi gibi komplikasyonları da bulunmaktadır.

Hallux Valgus için doktor randevusu öncesi neler yapılmalıdır?

Hallux valgus hastalığında çok fazla vakit kaybetmeden doktora başvurmak gereklidir. Ayak başparmağında şişlik meydana geldiğinde ve belirgin şekilde çıkıntılık olduğunda doktor randevunuzu ertelemeyin. Bununla birlikte şikâyetlerinizi doktorunuza doğru şekilde aktarın.

Hallux Valgusun tetkik yöntemleri nelerdir?

Hallux valgus fizik muayene ile anlaşılacağı gibi ayağın birkaç açıdan çekilmiş grafilerinin radyolojik incelemesi ile teşhis konulmaktadır. İnceleme sonucunda tedavi şekli belirlenmektedir.

Hallux Valgusun tedavi yöntemleri nelerdir?

Ayağınıza iyi uyan ayakkabıların kullanımı çoğu kez en iyi çaredir ve bunyonun yarattığı rahatsızlığı önleyebilir. Eğer bursit gelişirse, eski bir ayakkabının bunyonun üstüne gelen bölümünde açılacak bir delik rahatlama sağlayacaktır.

Bunyonun üstüne konacak yumuşak bir yastıkçık yararlı olabilir. Bazı nadir durumlarda fazla kemik dokusunu çıkartmak ve kemiğe eski biçimini vermek için ameliyat yapılabilir.

Hallux Valgus hastaları için yaşam stili önerileri

Hallux valgusa karşı önlem almak için öncelikle ayakkabı tercihine dikkat edilmedir. Hallux valgusun meydana geldiği durumlarda ise önü geniş ve ortopedik ayakkabılar tercih edilmeli topuklu ayakkabı ve önü sivri ayakkabılardan kaçınılmalıdır. Doktorun tavsiyesi doğrultusunda ayak bileğinizi güçlendirecek egzersizler yapabilirsiniz.

Not: Sunulan bilgilerin amacı herhangi bir hastalığı teşhis veya tedavi etmek, iyileştirmek veya önlemek değildir. Tüm bilgiler yalnızca genel bilginize yöneliktir, tıbbi tavsiye veya belirli tıbbi durumların tedavisinin yerine geçmez. Uygulamadan önce bu bilgileri doktorunuzla görüşün.

Paylaşın

Guatr Nedir, Belirtileri Ve Tedavi Yöntemleri Nelerdir?

Guatr tek bir hastalık olmaktan çok tiroid bezinin az, normal veya fazla çalışmasıyla birlikte görülebilen tiroid bezi büyümelerini ifade etmektedir. Tiroid bezi salgıladığı hormonlar aracılığıyla vücudumuzun ve alışma hızını düzenlemektedir.

Tiroid Bezi, büyümeyi kontrol eden hormonları üretmekle birlikte sindirim sistemi, kalp, beyin ve vücut ısısına kadar vücudun birçok alanında etkin rol oynamaktadır.

Guatrın sebepleri nelerdir?

Tiroid bezinin büyümesine ve guatr tablosunun oluşumuna sebep olan başlıca nedenler şu şekilde sıralanabilir:

İyot eksikliği,
Tiroid bezinin normalden fazla çalışması,
Tiroid bezinin normalden az çalışması,
Tiroid bezinde içinde ve üzerinde oluşan küçük şişlikler (nodüller),
Tiroid kanseri,
Tiroid bezi iltihaplanması.

Guatr bulgu ve belirti nelerdir?

Guatr bazı olgularda hiçbir belirti vermediği gibi hastalar öksürük, yutma güçlüğü, boyunda şişlik, ağrı ve nadiren solunum güçlüğü yakınmaları ile gelebilir. Tiroid bezinin büyümesi sonucunda sözü edilen yakınmalar ortaya çıkabileceği gibi tiroid bezinin salgıladığı hormon düzeylerinin olması gerekenden az veya fazla olmasından kaynaklanan belirtiler de görülebilir.

Tiroid hormonlarının normalden fazla salgılanması durumunda baş ağrısı, baş dönmesi, çarpıntı, titreme, sinirlilik, bulantı, kusma ve ishal görülebilir. Tiroid bezinin salgıladığı hormonların normalden az olması sonucunda ise kilo alma, kabızlık, halsizlik, ciltte kuruma, saç dökülmesi gibi söz konusu olabilir.

Guatr kimlerde daha sık görülür?

Kadınlarda, 50 yaş üzeri kişilerde, iyot eksikliğine bağlı olarak Doğu Karadeniz ve Doğu Anadolu bölgelerinde, radyasyona maruz kalanlarda, lityum gibi bazı ilaçları kullananlarda, sigara içenlerde, bazı enfeksiyonlarda, bağışıklık sistemi sorunları olanlarda, gebelik ve menopoz dönemlerinde ve ailesinde guatr öyküsü olanlarda guatr daha sık görülür.

İç/ dış guatr ve zehirli guatr ne demektir?

Tıbbi terim olarak pek kullanılmamakla beraber özellikle halk arasında muayenede tiroid bezinin büyümediği fakat hormon dengesizliği olan guatr hastalığı “iç guatr”, muayenede saptanabilen guatr olguları ise “dış guatr” olarak ifade edilebilmektedir. Tiroid bezinin normalden fazla hormon salgılaması ile kendini gösteren olgular ise hastalığını “zehirli” guatr olarak nitelendirilmektedir.

Tiroid nodüllerinin sıcak veya soğuk olması ne demektir?

Tiroid nodüllerinin büyük çoğunluğu iyi huylu olmasına karşın, %5 civarında nodül içinde kanser bulunabilmektedir. Nodüllerin soğuk veya sıcak olması sintigrafi ile tespit edilebilmektedir. Soğuk nodüllerde kötü huylu nodül olma ihtimali diğer nodüllerden daha fazladır.

Guatr tanısı nasıl konulur?

Guatr tanısı boyun bölgesinin hekim tarafından muayene edilmesinin ardından kanda tiroid hormon düzeylerinin ölçümü ve ultrasonografik inceleme ile konulabilmektedir. Ayrıca gerektiğinde sintigrafi ve tiroid bezinden yapılacak ince iğne biyopsileri tanıda yardımcı olabilmektedir.

Guatr tedavisi ne şekilde yapılır?

Guatr tedavisinde ilaç tedavisi, radyoaktif iyot tedavisi ve cerrahi tedavi olmak üzere 3 farklı yöntem vardır.
Hormon eksikliği olan hastalar tiroid hormonu ilaç olarak verilmektedir.

Hormon fazlalığı olan hastalara hormon yapımını baskılayacak ilaçlar verilerek hormon düzeyi normale çekildikten sonra ameliyat veya radyoaktif iyot tedavisi yapılır.

Hormon seviyelerinin normal olduğu ve genelde nodüllerin görüldüğü durumlarda genellikle cerrahi tedavi uygulanır.

Cerrahi tedavide tiroid bezinin bir bölümü veya tamamı çıkarılmaktadır. Ameliyatta tiroid bezi komşuluğundaki dokuların korunması önem taşımaktadır. Ayrıca ameliyat bölgesinde iz bırakmamak için özen göstermek gerekir.

Hangi durumlarda guatr hastalığının ameliyatla tedavi edilmesi önerilir?

Guatr olgularında hormon düzeylerinde bozukluk, solunum ve yutma problemleri, kanser şüphesi ve guatra bağlı estetik problem nedeniyle cerrahi tedavi önerilmektedir.

Guatr ameliyatının riskleri nelerdir?

Guatr ameliyatında en önemli riskler ses tellerini çalıştıran sinirlerin zedelenmesi ve tiroid bezi komşuluğunda bulunan paratiroid bezinin zarar görmesidir. Ses telini çalıştıran sinirin tek veya iki taraflı olarak zedelenmesi ses kısıklığı ve nefes darlığı ile sonuçlanabilirken, paratiroid bezinin zarar görmesi kalsiyum seviyesinin düşmesine enden olmaktadır. Kalsiyum gereksinimi karşılanmazsa metabolizma, kalp ve sinir sistemi ile ilgili ciddi problemleri ortaya çıkmaktadır.

Guatr hastalığında kanser görülme olasılığı var mıdır?

Guatr hastalığında altta yatan kanser olup olmadığını net olarak belirlemek ancak ameliyatta çıkarılan dokunun incelenmesiyle mümkün olabilir. Tüm guatr hastaları göz önüne alındığında %15 civarında kanser görülme olasılığı söz konusudur.

Not: Sunulan bilgilerin amacı herhangi bir hastalığı teşhis veya tedavi etmek, iyileştirmek veya önlemek değildir. Tüm bilgiler yalnızca genel bilginize yöneliktir, tıbbi tavsiye veya belirli tıbbi durumların tedavisinin yerine geçmez. Uygulamadan önce bu bilgileri doktorunuzla görüşün.

Paylaşın

Grip Nedir, Belirtileri Ve Tedavi Yöntemleri Nelerdir?

“İnfluenza” olarak adlandırılan grip virüsünün solunum yollarına yerleşmesi sonucunda meydana gelen Grip, bulaşıcı bir hastalıktır. Toplumda çok sık görülen grip, özellikle kış aylarında ve mevsim geçişlerinde görülmektedir. 

Grip virüsü birkaç gün etkili olduğu gibi, diğer virüslerle etkileşime geçtiğinde haftalarca sürebilir.

Gribin belirtileri nedir?

Grip pek çok belirti göstermektedir. En belirgin özellikleri arasında:

Yüksek ateş
Soğuk ter ve titreme
Burun akıntısı
Hapşırma, kuru öksürük
Baş ağrısı
Eklem ve uzuv ağrıları,
Yorgunluk, bitkinlik hissi
Bulantı, kusma ve ishal (yetişkinlere göre çocuklarda daha sık görülür)

Gribin Nedenleri Nedir?

Gribe neden olan “influenza” virüsü sürekli değişerek vücudun savunma sistemlerini atlatıp vücuda yerleşir ve kuluçkaya yatar. Kuluçka döneminde vücuda yayılır ve grip gerçekleşir. Grip virüsü sürekli değişime uğradığı için kişilerde çabuk yayılmaktadır.

Ancak değişime uğramayan virüslerde vücut daha önce görülen gribe karşı bağışıklık kazanmıştır. Solunum yoluyla bulaşan grip virüsü diğer virüslerle enfekte olduğunda iyileşme süresi uzayabilmektedir.

Gribin risk faktörleri nedir?

Grip, bazı grup ve durumlarda risk faktörü oluşturmaktadır. Risk faktörleri aşağıdaki gibidir:

65 yaş üzeri kişilerde ve çocuklarda grip tehlikeli olabilmektedir.
Sağlık çalışanları sürekli gripli hastalarla ilgilendikleri için risk faktörü taşımaktadırlar.
Huzurevi, askeriye, okul yurtları gibi kalabalık ortamlarda grip daha çabuk yayılmaktadır.
Bağışıklık sistemi güçsüz olanlar gribe daha çabuk yakalanmaktadır. Bunun yanında HIV/AIDS gibi bağışıklık sistemini yavaşlatan hastalıklarda grip çok riskli olmaktadır.
Astım, diyabet ve kalp hastalıkları gibi sağlık sorunları grip riskini artırabilmektedir.
Hamilelikte özellikle 2. ve 3. aylarda gribe yakalanma olasılığı çok yüksektir.

Gribin Komplikasyonları Nedir?

Gribin en sık yaşanan komplikasyonları arasında zatürre gelmektedir. Bunun yanında bronş-akciğer iltihabı, kulak iltihabı, böbrek iltihabı üst çene ve alın kemiği sinüsleri iltihabı diğer komplikasyonlar arasında gelmektedir. Nadir olarak görülse de irinli eklem iltihabı da yer almaktadır.

Grip için doktor randevusu öncesi neler yapılmalıdır?

Ateş, öksürük, hapşırma, burun akıntısı gibi belirtilerle kendini gösteren grip hastalığında, doktor randevusundan önce belirtilerin ve şikâyetlerin iyi gözlemlenmesi gerekmektedir. Ülkemizde grip hafife alınarak çoğu zaman doktor muayenesine gerek duyulmamaktadır. Ancak gelişebilecek komplikasyonlara göre mutlaka doktora başvurulmalıdır.

Gribin tetkik yöntemleri nelerdir?

Grip vakalarında tanı koymak oldukça basittir. Genellikle gözlenen belirtilerle grip tanısı konulmaktadır. Gerekli durumlarda boğaz kültürü ve kan testi de yapılmaktadır. Ancak çoğu zaman yapılan fiziksel muayene sonucunda rahatlıkla tanı konur. Kuru öksürük, ateş, kas ve eklem ağrıları gibi belirtiler tanı koymada yol göstermektedir.

Gribin tedavi yöntemleri nelerdir?

Grip belirtileri ortaya çıktıktan ve tanı konulduktan hemen sonra tedaviye başlanması oldukça önemlidir. Bu şekilde hastalığın süreci ve bulaşma durumu da kısalmış olacaktır. Tedavi yöntemleri arasında yatak istirahati, ateş düşürücü ve ağrı kesici ilaçlar verilmektedir. Bunun yanında beslenme ve bol sıvı tüketimi de büyük önem taşımaktadır.

Grip hastaları için yaşam stili önerileri

Grip hastaları, hastalık süresince istirahat etmeli ve etrafındakilerle çok fazla temas etmekten kaçınmalıdır. Ellerini sık sık sabun ile yıkamalı ve beslenmesine dikkat etmelidir. Sık sık üzerini, yastık kılıfını ve çarşafını değiştirmeleri gerekir. Bu süreçte vitamin takviyesi de etkili olacaktır. C vitamini bakımından zengin olan meyveleri tüketebilirler.

Not: Sunulan bilgilerin amacı herhangi bir hastalığı teşhis veya tedavi etmek, iyileştirmek veya önlemek değildir. Tüm bilgiler yalnızca genel bilginize yöneliktir, tıbbi tavsiye veya belirli tıbbi durumların tedavisinin yerine geçmez. Uygulamadan önce bu bilgileri doktorunuzla görüşün.

Paylaşın

Gebelik Nedir? Belirtileri, Riskleri, Yaşam Stili Önerileri

Gebelik, kadın ve erkeğin üreme hücrelerinin birleşip ana rahmine yerleşmesiyle doğuma kadar geçen 40 haftalık (280 gün) döneme verilen isimdir. Gebelik bir hastalık olmayıp normal bir durum olmasına rağmen, beraberinde getirebileceği değişik durumlar ve tehlikeli neticeler dolayısıyla hamileliğin bir an önce teşhis edilmesi gerekir.

Bunun başlıca iki sebebi vardır:

Birincisi düşüklerin büyük bir kısmının hamileliğin başında olmasıdır. Eğer bir kadın hamile olduğunu bilir, hamileliğin başında gerekli tedbirleri alır ve devamlı tıbbi kontrol altında bulundurulursa, düşüklerin büyük bir kısmı önlenebilir.

İkincisi hamilelikte kullanılması zararlı ilaçların farkında olmadan kullanılma ihtimalinin mevcut olmasıdır. Bebeğin organ taslaklarının büyük kısmı ilk ayda teşekkül eder. Bu sırada alınan ilaçlar veya tedbirsizlik yüzünden hasıl olan hastalıklar, sakat bebeklerin doğmasına sebeb olabilirler. Bu yüzden beklenen veya beklenmeyen adet gecikmesi olan her kadın, hamilelik açısından tedkik yaptırmalıdır.

Gelişmiş gebelik testleriyle hamilelik, son adet tarihinin ilk gününden itibaren 40 gün geçtikten sonra teşhis edilebilir. Kandaki gebelik hormonunun tesbiti ile daha önce de teşhis etmek mümkündür. Fakat, bu zor ve her yerde yapılma imkanı bulunmayan bir testtir.

Gebeliğin belirtileri nelerdir:

En önemli bulgu kadındaki adet gecikmesidir. Ancak her adet gecikmesi kadının gebe olduğu anlamına gelmez. Kadının yaşamındaki değişiklikler, bazı rahatsızlıklar, psikolojik durumu ve stres gibi bir çok etken kadının adet düzeninin bozulmasına ve gecikmelere neden olabilir. Gebelik belirtileri aşağıda listelendiği gibidir:

Adet kanamasının gelmemesi (amenore)
Mide bulantısı ve kusma
İdrar ile ilgili şikayetleri
Yorgunluk ve bitkinlik hali
Fetal hareketlerin hissedilmesi
Göğüslerde beliren değişiklikler
Vajinal mukoza renk değişikliği
Artmış deri pigmentasyonu ve abdominal striaların görülmesi.

Gebeliğin nedenleri nedir?

Erkek ve kadının cinsel olarak birleşmesin sonucunda spermin, yumurtalıklar tarafından atılan yumurtaya yerleşmesi ve bunun rahimin iç kısmındaki endometriuma tutunması sonucunda gebelik meydana gelmektedir. İnsan doğası gereği, diğer canlılarda olduğu gibi üreme ihtiyacı duymaktadır. Bu ihtiyaç doğrultusunda da planlı veya plansız şekilde gebelik meydana gelmektedir.

Gebeliğin risk faktörleri nedir?

Gebelikte öncelikle anne adayının yaşı önem taşımaktadır. İdeal yaş 18-25 yaş arasıdır.
Kilolu ve aşırı kiloluların gebeliği risk taşımaktadır.
Daha önce geçirilen jinekolojik operasyonlar,
Daha önce yaşanan doğum ve düşük durumları,
Kan grubu uyuşmazlığı,
Çoğul hamilelik,
Hipertansiyon,
Şeker hastalığı,
Hamilelik ve anemi (kansızlık durumu),
Hamilelikte enfeksiyonlar,
Hamilelik sırasında görülen kanamalar,
Suların erken gelmesi,
Erken doğum tehdidi,
Kalıtsal faktörler,
Hamilelik ve çeşitli sistemlere ait hastalıklar gebelikte risk faktörü oluşturmaktadır.

Gebeliğin komplikasyonları nedir?

Gebelikte en sık rastlanan komplikasyonlar arasında; düşük, dış gebelik, rahim ağzında yaşanan problemler, şeker hastalığı, kan grubu uyuşmazlığı, üzüm gebeliği, gebelik toksemisi, son üç ayda yaşanan kanamalar, bel ağrısı, karın ağrısı, kabızlık, kramp, gaz, sık idrara çıkma, idrar kaçırma, uykusuzluk, mide bulantısı ve kusma, varis ve çatlaklar meydana gelen hafif ve ağır komplikasyonlar arasında gelmektedir.

Gebelik için doktor randevusu öncesi neler yapılmalıdır?

Gebelik süresi boyunca ayda en az 1 kez doktor kontrolünün yapılması gerekmektedir. Doktor muayenesi öncesinde ise hafta hafta ortaya çıkan belirtiler doktor ile paylaşılmalıdır. Bunun yanında yaşanan problemler de aktarılmalıdır.

Gebeliğin tetkik yöntemleri nelerdir?

Gebelik tanısı koymada pek çok yol bulunmaktadır. İlk başvurulan yöntem anne adayının eczaneden edindiği hamilelik testleridir. Anne adayı bu testi evde kendi kendine yapmaktadır. Ancak bu testler her zaman doğru sonuç vermeyebilir.

Bu yüzden hastane ortamında idrar ve kan tahlili yapılması gerekmektedir. Sperm yumurtalığa yerleştikten sonra yani döllenmeden 5-6 gün sonra rahme yerleşir. HCG (human chorionic gonadotropin) adı verilen gebelik hormonu salgılanmaya başlar.

Kanda ve idrarda bu hormonların (HCG hormonu) tayini ile hamilelik teşhisi kesin olarak konulabilir. Kanda bakılan hormon testi, henüz bir adet gecikmesi olmadan önce bile hamileliği gösterebilir. İdrarda ise sıklıkla 3-4 günlük bir gecikmeden sonra hamilelik teşhis edilebilir

Gebeliğin tedavi yöntemleri nelerdir?

Gebelikte gelişebilecek problemlere karşı gebelik süresinde birtakım takviyelerin yapılması gerekmektedir. Bebekte oluşabilecek sinir sitemi bozuklukları riskini azaltmak için hamile kalmadan en az 1 ay öncesinden folik asit desteği alınmalı ve gebeliğin ilk 3 ayında devam etmelidir.

Bebeğin nörosensöriyal gelişimi için omega-3’den zengin deniz ürünlerinin tüketilmesi gerekmektedir. Bunun yanında kemik gelişimi için dengeli şekilde kalsiyum tüketilmelidir. Bunların dışında gebelik sürecinde;

Tam kan sayımı (Hemogram): Annede kansızlık (anemi) var mı araştırılmalı.
Eşlerin kan grupları: Kan uyuşmazlığı saptanırsa önlem alınması.
Kan uyuşmazlığı varsa IDCT (İndirekt Coombs testi)
Tam idrar tetkiki (Gerekirse idrar kültürü)
TSH: Annede guatr ve troid hormon bozukluğu varsa bebeği etkileyebilir, bozukluk saptanırsa dahiliye uzmanı tarafından tedavi gerektirir.
Hepatit B için HBsAg ve AntiHBs testleri yapılır: Annede Hepatit B saptanırsa bebeğe bulaşmayı engellemek için doğumdan sonra bebeğe antikor iğnesi yapılır.
HCV testi
HIV (AIDS) testi
Sfiliz (frengi) için VDRL testi düzenli olarak yapılabilir ancak şart değildir.
Diyabet açısından riskli hastalarda açlık kan şekeri
Biyokimya (kolesterol, böbrek ve karaciğer testleri v.b) hamilelikte rutin önerilen bir test değildir. Anne yaşı ileri ise veya sistemik bazı hastalıkları varsa yapılmalıdır.

Gebeler için yaşam stili önerileri

Gebelik öncesinde ve sonrasında doktor kontrolünde beslenme, ilaç kullanımı, egzersiz, uyku düzeni kısacası hayatın her anında birtakım noktalara dikkat edilerek bu süreç atlatılmalıdır. Öncelikle gebelikte beslenmeye özen gösterilmeli, vitamini kalsiyum ve omega-3 bakımından zengin bir beslenme programı uygulanmalıdır.

Doğumun ve gebeliğin rahat geçebilmesi için düzenli olarak fiziksel aktivitelere zaman ayırılmalıdır. Ancak bu aktiviteler gebeliği riske sokacak aktiviteler olmamalıdır. Gebelikte önerilen yüzme ve yürüyüş aktiviteleridir. Bunların yanında gebeliği ve anne adayının hayatını riske sokacak olan enfeksiyon ve bulaşıcı hastalıklar gibi olası durumlara karşı önlem alınmalı ve uzak durulmalıdır.

Not: Sunulan bilgilerin amacı herhangi bir hastalığı teşhis veya tedavi etmek, iyileştirmek veya önlemek değildir. Tüm bilgiler yalnızca genel bilginize yöneliktir, tıbbi tavsiye veya belirli tıbbi durumların tedavisinin yerine geçmez. Uygulamadan önce bu bilgileri doktorunuzla görüşün.

Paylaşın

Frengi Nedir, Belirtileri Ve Tedavi Yöntemleri Nelerdir?

Treponema pallidum subspecies pallidum isimli bakteriinn neden olduğu Frengi (Sifiliz), cinsel yolla bulaşan tehlikeli bir hastalıktır. En önemli bulaşma yolu bu hastalığı taşıyan birisi ile cinsel temastır; tokalaşmak veya elbiselerden hastalık bulaşmaz.

Geçmişte, yaygın bir hastalık olan frengi günümüzde etkili tedaviler sayesinde hızla azalmaktadır.

Frenginin belirtileri nedir?

Frengide bakteri vücuda girdikten sonra belirtiler evre evre ortaya çıkmaktadır.

1.evrede; bakteri kan yolu ile vücuda yayılır. 20-25 gün sonra bakterinin vücuda girdiği bölgede ıslak, etrafı kırmızı ancak ağrı yapmayan sivilce şeklinde yaralar meydana gelmektedir. Bu yaralar genellikle vajinada, genital bölgede, ağız ve dudak kısmında oluşmakta ve 2-3 hafta sonra geçmektedir.

2.evrede; tedavi edilmeyen hastalık bu evrede tüm vücuda yayılmaktadır. Yorgunluk, baş ve eklem ağrıları, el, ayak ve vücudun bazı bölgelerinde döküntüler yaşanmaktadır. İştahsızlık ve kilo kaybı görülür. Kaşlar ve saçlar dökülmeye başlar. Hastalığın bu evresi 1 yıldan fazla sürebilir.

Latent evre: Bu evrede yapılan testlerle hastalığın pozitif ve bulaşıcı olduğu görülür. Pek çok organı etkileyen bakteri vücutta olduğu için bu evre 5-10 yıl sürebilir.

Frenginin nedenleri nedir?

Cinsel yolla bulaşan treponema pallidum adlı bakterinin neden olduğu frengi, yıllarca sinsi şekilde kendini gizleyebilen bir hastalıktır. Tedavi yöntemleri gelişmiş olmasına rağmen son yıllarda cinsel ilişki serbestliğinin artması nedeniyle bu hastalıkta artış gözlemlenmektedir.

Frenginin risk faktörleri nedir?

Erken yaşta cinsel ilişki
Korunmasız şekilde cinsel ilişki
Çok eşli cinsel yaşam
Eşcinsel ilişki
AIDS’e yol açan HIV virüsü ile enfekte olmuş olma gibi faktörler frengiye yakalanma riskini arttırır.

Frenginin komplikasyonları nedir?

Tedavi edilmeyen frengi, vücudun pek çok bölümünü etkilemekte ve hasara yol açmaktadır. HIV enfeksiyonu riskini artırmaktadır. İnme, menenjit, sağırlık, görsel sorunlar, demans gibi bir dizi sorunlara yol açmaktadır.

Bunun yanında kalp-damar hastalıklarına ve kalp kapakçığında iltihaplanmalara neden olmaktadır. Son olarak gebelik durumunda doğmamış bebeğe hastalığın taşınma durumu söz konusudur. Düşük ve ölü doğum yapma gibi komplikasyonları da bulunmaktadır.

Frengi için doktor randevusu öncesi neler yapılmalıdır?

Doktor randevusu öncesinde kesin tanı konulabilmesi için her belirtinin iyi şekilde gözlemlenmesi ve doktora doğru şekilde aktarılması gerekmektedir.

Frenginin tetkik yöntemleri nelerdir?

Hasta şikayetlerinin yanında yapılan kan testi ve klinik belirtilerle tanı konulmaktadır. Bunun yanında genital bölgede veya vücudun diğer bölgelerinde meydana gelen akne şeklindeki yaralardan örnek alınarak mikroskobik incelemesi yapılmaktadır. Bakterinin karanlık saha mikroskobik varlığıyla tanı konulmaktadır.

Frenginin tedavi yöntemleri nelerdir?

Pek çok hastalık çeşidinde olduğu gibi frengide de erken teşhis çok önemlidir. Kendini çok iyi gizleyen bir hastalık olduğu için tedavide geç kalmamak önem taşımaktadır. Doktorun hastaya özel uygulayacağı penisilin, doksisiklin, tetrasiklin türü antibiyotiklerle frengi tedavi edilmektedir.

Hastalık sırasında tedavinin işe yarayıp yaramadığını anlamak için testlere devam edilmektedir. Tedaviden 2 gün sonra bulaşıcı olma durumu ortadan kaybolur. Tedavi edilen kişinin ve partnerinin de mutlaka muayene olması gerekmektedir.

Düz Taban nedir, belirtileri ve tedavi yöntemleri nelerdir?

Bariyer yöntemlerin (prezervatif) kullanımı frengi gibi cinsel yolla bulaşan pek çok hastalığın önüne geçmede etkili olacaktır. Bunun yanında tek eşlilik de hastalığa yakalanma riskini azaltacaktır. Kan nakli yapılacak durumlarda kanın uygun testlerden geçtiği mutlaka kontrol edilmelidir.

Not: Sunulan bilgilerin amacı herhangi bir hastalığı teşhis veya tedavi etmek, iyileştirmek veya önlemek değildir. Tüm bilgiler yalnızca genel bilginize yöneliktir, tıbbi tavsiye veya belirli tıbbi durumların tedavisinin yerine geçmez. Uygulamadan önce bu bilgileri doktorunuzla görüşün.

Paylaşın

Düz Taban Nedir, Belirtileri Ve Tedavi Yöntemleri Nelerdir?

Düz Taban (Pes Planus), ayağın içteki ve ön ayak tabanındaki kavislerin azalması veya çökmesidir. Düz Taban olmanın iki türü vardır. Esnek olanı sıklıkla görülenidir ve özel bir tedavi gerektirmez.

Seyrek görülen rijit tipinde kemik, yumuşak doku bozuklukları görülür ve cerrahi tedavi gerektirebilir.

Düz tabanın belirtileri nedir?

Düz tabanlı olan kişilerde çabuk yorulma, uzun süre ayakta kalamama, uzun süre yürüyememe, ayaklarda ağrılar, içe basma, topuğun dışa dönmesi, dizlerinin birbirine çarpması ve bacak ve bel ağrıları en açık belirtiler arasında gelmektedir.

Tedavi edilmeyen ileriki evrelerde ise başparmakta şekil bozuklukları ve kireçlenme gelmektedir. Kişinin kullandığı ayakkabılar da düz tabanlık hakkında belirti vermektedir. Ayakkabıda belli bölgelere yapılan baskılar ve şekil bozuklukları da düz tabanlık belirtisi olarak görülmektedir.

Düz tabanın nedenleri nedir?

Düz taban, özellikle kadınlarda görülen hastalıklar arasında gelmektedir. Düz tabanlık gelişmesine genetik faktörler önemli rol oynamaktadır. Bunun yanında bebeklerde ve çocuklarda düz tabanlık fazla görülmekle birlikte, bu durum çoğunlukla normal olarak değerlendirilmekte ve zamanla düzelmektedir.

Düz tabanın risk faktörleri nedir?

Düz taban hastalığında özellikle bebekler, çocuklar ve 40 yaş üstü yetişkinler risk grubu içinde yer almaktadır. Bunun yanında diyabet hastaları, obezite hastaları da risk grubu içinde yer almaktadır. Kemik kırıkları, sigara ve alkol kullanımı ise düz tabanlıkta riski artırmaktadır.

Düz tabanın komplikasyonları nedir?

Ayakta şekil bozuklukları, yürüme bozuklukları, geçmeyen kronik ağrıları.

Hangi durumlarda doktora başvurulmalıdır?

Ayaklarınız çabuk yoruluyorsa ve uzun süreli ayakta kalmakla giderek artan oranda bacağınıza yayılan ağrılarınız oluyorsa,
Topuk etrafında ağrı gelişiyor ve baldır kaslarında sertlikler ve kasılma oluşuyorsa,
Ayaklarınızdaki ağrı sportif faaliyetlerinize engel olmaya başladıysa,
Ayakkabı iç pençeleri zamanından önce eskiyorsa ve ayaklarınızda güçsüzlük varsa düz tabanlığın değerlendirilmesi açısından hekiminize başvurmanızda fayda olacaktır.

Düz Taban İçin Doktor Randevusu Öncesi Neler Yapılmalıdır?

Ayak şeklindeki ve tabanındaki değişiklikler gözlemlenmeli ve doktora başvurulmalıdır. Doktor randevusu öncesinde ayakların gerekli temizliği yapılmış şekilde randevuya gidilmelidir.

Düz tabanın tetkik yöntemleri nelerdir?

Düz tabanlıkta yapılan fiziksel muayenenin yanında birtakım testler ve tetkiklerle tanı konulmaktadır.

Çocuk ayakucunda ve topukta yürütülür.
Islak ayak testi
Birkaç açıdan çekilmiş ayak röntgeni
Özel fotoğraf
Bilgisayarlı metot
Doktora götürdüğünüz zaman taban düzlüğünün kalıcı (rijit) olduğu veya topukta sertliğe bağlı olarak mı geliştiği araştırılır. Bazı düztabanlıklar çeşitli kas ve sinir hastalıklarına bağlı gelişebilir (bunlar daha ciddi problemlerdir). Bazı nörolojik hastalıklarda düztabanlık vardır veya ailede başka düztaban olup olmadığı araştırılır.

Düz tabanın tedavi yöntemleri nelerdir?

Düz tabanlıkta hastanın şikâyetlerine ve yaşına göre tedavi seçenekleri değişmektedir. Uygulanan tedaviler genellikle hastaların şikâyetlerini ortadan kaldırmaya yöneliktir. Çocuklarda görülen ağrılı düz tabanlıkta ayakkabı değişikliği ve kişiye özel tabanlıklar önerilmektedir. Sonuç alınamadığı durumlarda cerrahi tedaviye başvurulmaktadır. Yetişkinlerde görülen düz tabanlıkta da ise öncelikle düz tabanlığa neden olan hastalık tedavi edilmelidir.

Düz taban hastaları için yaşam stili önerileri

Düz taban olan kişilerin öncelikle ayakkabı seçiminde dikkatli davranmaları gerekmektedir. Ayak çukurunu korumaya alan ortopedik ayakkabılar tercih edilmelidir. Bunun yanında ağrıları engellemek için tabanlıklar düzenli olarak kullanılmalıdır. Doktor tarafından önerilen egzersizlerin doğru ve sürekli yapılmasına özen gösterilmelidir.

Not: Sunulan bilgilerin amacı herhangi bir hastalığı teşhis veya tedavi etmek, iyileştirmek veya önlemek değildir. Tüm bilgiler yalnızca genel bilginize yöneliktir, tıbbi tavsiye veya belirli tıbbi durumların tedavisinin yerine geçmez. Uygulamadan önce bu bilgileri doktorunuzla görüşün.

Paylaşın

Diyabet Nedir, Belirtileri Ve Tedavi Yöntemleri Nelerdir?

Halk arasında şeker hastalığı adıyla bilinen Diyabet, insülin hormonunun eksikliği veya etkisizliği sonucu ortaya çıkan ve kan şekeri yüksekliği ile seyreden, kronik ve ilerleyen bir hastalıktır.

İnsülin, vücudumuzda pankreas tarafından salgılanır, yemeklerle alınan besinlerdeki şekerin hücre içine girerek enerji olarak kullanılabilmesi için anahtar görevi görür. İnsülinin yokluğu veya etkisizliği sonucu hücre içine giremeyen şeker kanda yükselmeye başlar.

Tip 1 diyabet, otoimmün bir hastalıktır yani vücut, pankreasın beta hücrelerine nedeni bilinmeyen bir şekilde sanki yabancı bir dokuymuşcasına onları hedef alarak saldırır ve beta hücrelerini yok eder. Sonuç olarak vücutta insülin eksikliği ortaya çıkar ve kan şekeri yükselir.

Tip1 diyabette insülin salgısı hiç yoktur veya yok denecek kadar az olduğundan tedavisinde mutlaka insülin kullanılır. Tip 1 diyabetin belirtileri hızla ortaya çıkar ve hemen insülin başlanmazsa ciddi sonuçlara yol açabilir.

Tip 2 diyabette ise vücutta insülin salgısı yetersizdir, salgı bozukluğunun yanısıra insülin direnci vardır. Bu nedenle de tedavisinde her zaman insülin gerekmeyebilir. Bazen beslenme tedavisi ve egzersizin yanısıra ağızdan şeker düşürücü ilaçlarla tedavi edilebilirken, ilerleyen dönemde insülin kullanılması gerekmektedir. Tip 2 diyabet en sık görülen tip olup tüm diyabetlilerin %90-95’ini oluşturur.

Diyabetin belirtileri nedir?

Diyabet pek çok belirtiyle kendini göstermektedir. Bu belirtiler arasında:

Çok su içme
Sık idrara çıkma
Çok yemek yeme
Ani kilo kaybı veya kilo problemi
Kadınlarda vajinal kaşıntı
Bulanık görme
Halsizlik, yorgunluko
Yaraların geç iyileşmesi
Sık sık enfeksiyon gelişmesi gibi belirtiler gelmektedir.

Diyabetin Nedenleri Nedir?

Diyabet, şeker hastalığı ömür boyu süren kronik bir hastalıktır. Aile yakınlarında diyabet öyküsünün olması, pankreasın yeterli miktarda insülin üretememesi veya hiç üretmemesi diyabete neden olmaktadır. Tip 2 diyabet, here yaşta ortaya çıkabileceği gibi genellikle yaşlılarda ve çocuklarda ortaya çıkmaktadır. Bu diyabet türünde pankreas çok az insülin üretir ya da hiç üretmez. Tip 1 diyabetin nedeni ise tam olarak bilinememektedir. Aile geçmişi tip 1 diyabette önemli bir faktördür.

Diyabetin risk faktörleri nedir?

45 yaş üstü kişiler
Ailesinde şeker hastalığı olanlar
Kilolu ve obez kişiler
Sağlıksız beslenenler
Gebelik şekeri geçirenler
4 kg’dan büyük bebek doğuran kadınlar
Spor yapmayan ve hareketsiz bir yaşama sahip olanlar

Diyabetin Komplikasyonları Nedir?

Diyabet zamanla kalp, damar, böbrek göz ve sinir sisteminde pek çok komplikasyona neden olmaktadır. Diyabetik ayak ülserlerinde geçmeyen yaralar meydana gelir ve düzenli bakımı yapılmadığında amputasyon işlemi uygulanmaktadır. Diyabetik retinopatide yüksek şekere bağlı olarak retina damarlarındaki tahribat körlüğü kadar yol açmaktadır.

Diyabetik nefropati olarak adlandırılan komplikasyonlarda böbrek yetmezliği ve böbrek kaybı gibi problemler yaşanmaktadır. Diyabetik nöropatide ise sinirlerde meydana gelen komplikasyonlar söz konusudur. Sinirlerde meydana gelen tahribatla özellikle ayaklarda karıncalanma ve his kaybı yaşanmaktadır.

Diyabetin için doktor randevusu öncesi neler yapılmalıdır?

Diyabet için doktor randevusu öncesinde ölçülen kan şekeri verilerinin düzenli olarak kaydedilmiş olması gerekmektedir. Bunun yanında beslenme programının ve tüketilen gıdaların kaydedilmesi de faydalı olacaktır.

Diyabetin tetkik yöntemleri nelerdir?

Diyabet teşhisi koymak için ortaya çıkan belirtilerle birlikte açlık kan şekeri ölçümü (AKŞ) ve Oral Glikoz Tolerans Testi (OGTT) yapılmaktadır. AKŞ ölçümü 100-125 mg/dl olması gizli şeker şüphesi uyandırmaktadır.

Bunun yanında AKŞ ölçüm sonucunun 126 mg/dl veya daha fazla olduğunda diyabet tanısını koymak kolaylaşmaktadır. Şeker yükleme testinden 2 saat sonraki kan şekeri değeri önem taşımaktadır. Ölçüm sonucunda 140-199 mg/dl ise gizli şeker, 200 mg/dl veya daha yüksek ise şeker hastalığı tanısı konulur.

Diyabetin tedavi yöntemleri nelerdir?

Şeker hastalığı tedavisinde ilaç tedavisi, insülin tedavisi, beslenme ve fiziksel aktivite önemli bir rol oynamaktadır. İnsülin üretimin yetersiz olduğu tip 2 diyabette genellikle ilaç tedavisiyle birlikte tıbbi beslenme tedavisi uygulanmaktadır.

Tip 2 diyabetli kişiler genellikle kilolu kişilerdir. Bu yüzden tedavide kilo kaybı önemlidir. Kilo kaybıyla diyabette de önemli bir yol kat edilmektedir. Tip 1 diyabette ise insülin üretimi hiç olmadığı için ömür boyu insülin kullanımı söz konusudur. Hastanın durumuna göre insülin miktarı ve sıklığı ayarlanmaktadır.

Bunun yanında beslenmede de birtakım noktalara dikkat edilmesi gerekmektedir. Diyabette pankreas adacık hücre nakli gibi cerrahi tedaviler de yer almaktadır. Bu ameliyat soncunda hastaların %80’inde ilk bir yıl içinde insüline bağlı kalmadan yaşama söz konusudur. Ancak ilerleyen yıllarda şeker hatalığı tekrar gün yüzüne çıkacaktır.

Diyabet hastaları için yaşam stili önerileri:

Şeker hastalarının özellikle beslenmelerine dikkat etmeleri gerekmektedir. Alınan gıdalar kan şekerini doğrudan etkilemektedir. Bu yüzden glisemik indeks tablosuna göre kan şekerini yavaş etkileyen gıdalar tüketilmelidir. Uzun süre aç kalınmamalı, sık sık ama az az gıdalar tüketilmeli ve ara öğüne mutlaka yer verilmelidir.

Bunun yanında egzersizler ve fiziksel aktiviteler önem taşımaktadır. Diyabette gelişebilecek ayak yaralarına karşı ayaklar sık sık kontrol edilmeli, pamuklu çoraplar tercih edilmeli ve diyabet ayakkabıları kullanılmalıdır.

Not: Sunulan bilgilerin amacı herhangi bir hastalığı teşhis veya tedavi etmek, iyileştirmek veya önlemek değildir. Tüm bilgiler yalnızca genel bilginize yöneliktir, tıbbi tavsiye veya belirli tıbbi durumların tedavisinin yerine geçmez. Uygulamadan önce bu bilgileri doktorunuzla görüşün.

Paylaşın

Uygarlıkların Kesişme Noktası Çorum’un Kaleleri!

Birçok uygarlığa ev sahipliği yapmış olan Çorum, mutlaka gidip görmesi gereken kentler arasındadır. Çorum’da gezilip görülmesi gereken yerler arasında özelikler kaleler öne çıkmaktadır.

Haber Kaos ekibi olarak Çorum il sınırları içinde bulunan kaleleri sizler için derledik.

Çorum Kalesi:

Şehrin güneyinde, alçak bir tepe üzerinde, ovaya hakim bir konumda kurulmuş olan kalenin kesin yapım tarihi bilinmemektedir. 17. yy. da Çorum’a gelen Evliya Çelebi kalenin Sultan Kılıç Arslan tarafından inşa edilmiş bir Selçuklu yapısı olduğunu anlatır.

Kalenin asıl girişi, kuzey cephede ortada bulunan dikdörtgen şeklindeki çıkmadan içeri açılan kapı ile sağlanmaktadır. Kapıdan girildiğinde sağ ve sol taraflarda birer oda bulunmaktadır. Bu odalardan soldaki kale muhafızına ait olup, sağdaki ise zindan olarak kullanılmıştır.

Selçuklu mimari özelliği taşıyan Çorum Kalesi’ne ait ilk yazılı belgeler M. 1571 (H. 979) tarihlidir. M. 1577 (H. 985) tarihli belgeden ise kaleden “ Sultan Süleyman Hayratı” olarak söz edilmektedir. 16 yy. da Çorum’a gelen Evliya Çelebi şehrin kıble yönündeki kalenin Sultan Kılıç Arslan tarafından inşa edilmiş bir Selçuklu yapısı olduğunu söyler.

1842 yılında Çorum’da W. F. Ainsworth kalenin eski malzeme ile inşa edilmiş yeni bir yapı olduğunu, yapılırken eski planın büyük olasılıkla korunduğunu gözlemlerinde aktarmıştır. Yine aynı yıl gezgin W.J. Hamilton ise kentin güneydoğusunda bir tepe üzerine inşa edilmiş kare planlı kale yapısının Sultan Süleyman tarafından inşa edildiğinin söylendiğini belirtmektedir.

Yapı malzemesi olarak düzgün kesme taş, moloz taş ve Roma-Bizans dönemlerine ait devşirme taşlar kullanılmıştır. Kale içinde küçük bir cami ile konutlar yer almaktadır.

İskilip Kalesi

İlçe merkezinde bulunan ve Osmanlı Dönemine tarihlenen kalenin üç yanı sarp kayalık olup, sadece kuzeybatıdan çıkış mümkündür. Kalenin inşa edildiği sarp kayalığın eteklerinde Roma Devrine ait kaya mezarları bulunmaktadır.

İlçe Merkezinde Kızılırmak’ın kuzey kenarındaki tabii kayalığın üzerine inşa edilmiştir.  Selçuklu Dönemine tarihlenen kale içinde ikinci bir kapı daha bulunmaktadır.

Kale, İstanbul’dan Amasya’ya uzanan ticaret yolu üzerindedir. Kalenin güneyinde Roma Dönemi kaya mezarları yer almaktadır. Kalenin inşa edildiği sarp kayalığın eteklerinde Roma Devrine ait kaya mezarları bulunmaktadır.

Osmancık Kandiber Kalesi

İlçe Merkezinde Kızılırmak’ın kuzey kenarındaki tabii kayalığın üzerine inşa edilmiştir. Selçuklu Dönemine tarihlenen kale içinde ikinci bir kapı daha bulunmaktadır. Kale, İstanbul’dan Amasya’ya uzanan ticaret yolu üzerindedir.

Hacıhamza Kalesi

Hacıhamza Beldesindeki İncesu Deresi’nin kuzeyinde yer alan kale ikizkenar yamuk planlıdır. Şeriye Sicil kayıtlarında III. Ahmet tarafından 1723 yılında yapıldığı anlaşılan kale, 1940’lı yıllara kadar kasaba halkını içinde barındırmıştır. Kalenin içinde, cami, medrese, han ve hamamdan oluşan külliye mevcuttur.

Kale duvarları moloz taştan yapılmış, taş aralarında harç kullanılmıştır. Kale kapılarından günümüzde kuzeydeki kapı ayakta kalmıştır.

Halk arasında Küçük Kapı olarak bilinen kapı, boyutları nedeniyle insanların geçişi amacıyla yapılmış olmalıdır. Doğu kapısı yıkılmış olup, yerine evler yapılmış bulunmaktadır. Kale, yer yer yıkılmış, üzerlerine evler yapılmış olmasına rağmen varlığını bugüne kadar koruyabilmiştir.

Çorum kısa tarihi

Boğazkale kazılarında elde edilen eserler ve çevredeki mağaralar Çorum ve çevresinin çok eski bir yerleşim alanı olduğunu göstermektedir. Binlerce yıllık medeniyet üstüste gelmiş bir târih şehridir.

Boğazkale ve çevresinde yapılan kazılarda M.Ö. 4000-5000 yıllarına âit olduğu tesbit edilen kalıntılar bulunmuştur. M.Ö. 1700 yıllarında kurulan Hitit Devleti ve bundan sonra kurulan devletler pekçok târih mîrâsı bırakmışlardır. Başkenti Hattuşaş olan ilk Hitit Devleti, M.Ö. 1200 yıllarına kadar hüküm sürmüş, sonra Frigler Devleti kurulmuştur.

Güneye çekilen Hititler, bir müddet daha yaşamış ve târih sahnesinden silinmiştir. Hititlerden daha ileri olduğu tesbit edilen Frigler de M.Ö. 676 târihine kadar Çorum’a birçok târih mîrâsı bırakmışlardır. Kafkaslardan Anadolu’ya gelen Kimmerler, her yeri yakıp yıkarak Frigler devrine son vermiş ve bölgeyi yağmaladıktan sonra çekip gitmişler, daha sonra Çorum ve çevresine Asurlular hâkim olmuştur.

Bu sırada doğuda büyüyen Medler M.Ö. 612 yılında Asurluları yenerek buraları ele geçirmişlerdir. M.Ö. 585 yıllarında parçalanan Medlerin yerine Persler hâkimiyet sürmüştür. M.Ö. 332’de Makedonya imparatoru İskender, Anadolu’yu almış, İskender’in ölümünden sonra M.Ö. 276 yıllarında Galatlar Çorum’a hâkim olmuştur. Pontus Rum tehdidi altında kalan Galatlar, Roma İmparatorluğu’na bağlanmış, böylece Bizanslılar hâkimiyet sürmeye başlamıştır.

Bu târihten sonra 1071 yılına kadar Çorum, Bizanslıların prensliği olarak uzun yıllar kalmış, bu arada İslâm orduları zaman zaman buralara seferler düzenlemiştir. Emevîler zamânında İstanbul’u kuşatan İslâm ordusu, geri dönerken Eshâb-ı kirâmdan Kereb-i Gâzi, Süheyb-i Rûmî ve Ubeyd-i Gâzi’nin Çorum civârında şehîd oldukları ve mübârek kabirlerinin Hıdırlık mevkiinde olduğu rivâyet edilir.

Büyük Türk sultânı Alparslan’ın 1071’de Malazgirt Muhârebesiyle Anadolu kapıları Türklere açılmış, Bizans hâkimiyeti son bulmuştur. Dânişmend Ahmed Gâzi, Amasya’yı aldıktan sonra, o zamanki adıyla Nikonya olan Çorum’u almak üzere amcasının oğlu Çavlı Beyi gönderdi. Yapılan çetin muhârebeden sonra 1075’te Çorum fethedildi.

Alayuntlu boyundan Çorumlu oymağının başı İlyas Bey, buraya vâli tâyin edildi. Daha sonraları Anadolu Selçukluları, bu bölgede Dânişmendlileri yenerek hâkimiyet kurdular. 1243 yılında Baycu Noyan komutasındaki Moğol saldırısına uğrayan Selçuklular, Çorum ve çevresinden çekilmiş, böylece Çorum bir süre başsız kalmış, ferdî mücâdeleler olmuştur. 1308’de kurulan İlhanlılar bölgeye hâkim oldular.

Daha sonra da Eratna Beyliğinde kalan Çorum, 1398’de Yıldırım Bâyezîd Han zamânında Osmanlı topraklarına katılmış, bundan sonra bir daha Osmanlılardan çıkmamıştır. Selçuklular ve Osmanlılar tarafından birçok eserlerle îmâr edilen Çorum’da sık sık meydana gelen zelzelelerden dolayı pekçok eser tahrib olmuştur.

Osmanlı devrinde Çorum, Sivas-Rum beylerbeyliğine bağlı 8 sancaktan biriydi. Tanzimâttan sonra Ankara eyâletinin 5 sancağından biri oldu. Cumhuriyet devrinde ise il hâline getirildi.

Paylaşın