Erdoğan’dan” Yeni Anayasa” Açıklaması: İlk 4 Madde İle Tartışmamız Yok

Erdoğan, muhalefetin yeni anayasa çağrısına olumlu yanıt vermemesine ilişkin, “Mızıkçılık yaparak, kaçarak, işi yokuşa sürerek, bu ülkeye hizmet edilir mi? Muhalefet demek her şeye karşı çıkmak, itiraz etmek midir? Muhalefet samimi çağrılarımıza kulak tıkasa da siviller eliyle yapılmış demokratik, kuşatıcı, özgürlükçü anayasa ihtiyacımız var.” dedi ve ekledi:

“Yeni anayasa Türkiye için lüks değil, çok kalmış bir ihtiyaçtır. Bu yönde atılacak bir adım Türkiye Yüzyılı hedefimize daha hızlı ulaşılmasını sağlayacaktır. Meclisimizdeki partilerin çoğunun ilk 4 madde başta olmak üzere pek çok hususta hemfikir olduğunu memnuniyetle müşahede ediyoruz. AK Parti ve Cumhur İttifakı’nın da yeni anayasa iradesi zaten güçlüdür, diridir, dinamiktir. En yılların en çoğunlukçu aritmetiğine sahip 28. dönemde, Meclis’in kendisinden bekleneni özellikle yerine getirmesini ümit ve arzu ediyoruz. Böylece evlatlarımıza daha özgür, müreffeh, güçlü bir ülke bırakma ülkümüze biraz daha yaklaşmış olacağız.”

AK Parti Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Muğla’da bir otelde STK temsilcileriyle bir araya geldi. Erdoğan’ın konuşmasından başlıklar şöyle:

“Seçim kazanmak, seçimden birinci çıkmak elbette önemlidir. Ama aslolan milletin gönlünü kazanmak, hayır duasına mazhar olabilmektir. Bize oy versin ya da vermesin kimseyi ayırmadan, ötekileştirmeden tüm Türkiye’ye hizmet etmek için gece gündüz çalışıyoruz. Bizim siyaset felsefemizde ayrımcılık asla yoktur. Kimseyi inancından, tercihinden, meşrebinden, siyasi partisinden dolayı dışlama yoktur. Etnik kökeni, dünya görüşü sandıktaki tercihi ne olursa olsun 85 milyonun her bir ferdi bizim öz be öz kardeşimiz, canımızın bir parçasıdır. Hep söylüyorum, 85 milyonluk devasa büyük aileyiz. Vatanımız, bayrağımız, İstiklal Marşımız, mazimiz, istikbalimiz birdir. Allah’ın izniyle bunu değiştirmeye kimsenin gücü yetmez.

Bu ülkenin yakın geçmişinde gerçekten büyük acılar yaşandı. Milletin tercihleri yok sayıldı. Milli iradeye darbe vuruldu. Gençlerimizi sokak olaylarında kurban verdik. 40 yıllık terörle mücadelemizde nice koçyiğit ömrünün baharında iken toprağa düştü. Maraş ve Çorum olaylarında insanımızı birbirine kırdırdılar. Sermayenin renklere ayrıldığı, baskıların, tehditlerin, zorbalıkları ayyuka çıktığı, insanların fişlendiği olağanüstü dönemler yaşandı. Kürt kardeşlerimiz bir tarafta terör örgütünün diğer tarafta dikta heveslisi bir avuç kibir abidesinin olduğu cendereye sıkıştırıldı. Kılık kıyafetinden, dış görünüşünden dolayı insanlarımız hakarete maruz kaldı.

Alevi-Bektaşi vatandaşlarımız asırlardan süzülüp gelen kültürlerini tam yaşayamıyor, kimliklerini korkusuzca dile getiremiyordu. Başörtülü kızlarımızın en temel hakları eğitim, çalışma hakları keyfi sebeplerle gasp edilmiş, kısıtlanmıştı. Kerameti kendinden menkul seçkinler mutlu hayat sürerken, toplumun kahir ekseriyeti ya yasaklarla ya da yokluk ve yoksullukla boğuşuyordu. Daha bunun gibi sayısız zorluk, sınamayla karşılaştık. Allah’a hamdolsun bunların neredeyse tamamını artık geride bıraktık.

Krizlerin ve belirsizliklerin kol gezdiği Türkiye’yi son 22 yılda tekrar ayağa kaldırdık. 2002’de 230 milyar dolar ekonomik büyüklüğü olan ülkemizi geçen sene 1 trilyon 130 milyar dolarlık büyüklüğe kavuşturduk. Milli gelirimizin yıl sonunda 1 trilyon 331 milyar dolara, kişi başına gelirimizin ise 15 bin 551 dolara yükselmesini bekliyoruz. İhracatımızı 36 milyar dolardan aldık, 261 milyar doların üzerine çıkardık. Ayrıca bizden önce hayal dahi edilemeyen nice önemli reformu, hak ve özgürlük hamlesini, sabırla, azimle ve kararlılıkla hayata geçirdik. Türkiye’yi güven ve istikrarla uyum içinde en önemlisi de birlik, beraberlik, kardeşlik içinde hamdolsun bugünlere getirdik.

Elini vicdanına koyan herkes geçmişin Türkiye’siyle bugünün Türkiye’si arasındaki devasa farkı görüyor ve kabul ediyor. Yapılanları objektif olarak değerlendiren her bir insanımızın ülkemizin 22 yıldır kat ettiği büyük mesafeyi tasdik ve takdir ediyor. Ekonomide, diplomaside, ticarette, turizmde, savunmada, sağlıkta hasılı aklınıza gelebilecek her alanda gerçekten hiç umulmadık başarılara imza attık.

Şurası da bir gerçek: Hayatın dinamizmi içerisinde beklentiler ve talepler de dönüşmektedir. Dünya değiştikçe insanın aynı kalması fıtrata aykırı bir durumdur. Siyasetin görevi sorulara ve sorunlara makul cevaplar üretmek, halktaki değişim iradesini doğru enstrümanlarla yönetmektir. Şunu da gözden ırak tutmamalıyız: Türkiye gibi demokrasisi 42 yıl önce yapılmış darbe anayasasıyla malul olan ülkelerde değişimi yönetmek çok daha çetrefillidir. Bunun için Türkiye’nin darbe anayasası kamburundan kurtulmasının şart olduğunu uzun bir süredir ısrarla dile getiriyoruz. Bu çağrıyı da muhalefetin iddia ettiği gibi gündem kaygımızdan değil tam aksine ülkemizin yeni anayasa ihtiyacını gördüğümüz için yapıyoruz.

“Yeni anayasa Türkiye için lüks değil, çok kalmış bir ihtiyaçtır”

Ama bizim öyle bir muhalefetimiz var ki, bırakın çözümün parçası olmayı sorunun katlanarak katlanarak büyümesi için elinden geleni ardına koymuyor. Anayasa dahil ülkenin herhangi meselesinde önerileri var mı? Yok. İstemezükten başka lügatlarında kelime var mı? O da yok. Böyle gitsin. ‘Aman Ali Rıza Bey ağzımızın tadı kaçmasın’ modunda son derece konforlu alanda siyasetçilik oynuyorlar. Allah aşkına böyle siyaset olur mu? Mızıkçılık yaparak, kaçarak, işi yokuşa sürerek, bu ülkeye hizmet edilir mi? Muhalefet demek her şeye karşı çıkmak, itiraz etmek midir? Muhalefet samimi çağrılarımıza kulak tıkasa da siviller eliyle yapılmış demokratik, kuşatıcı, özgürlükçü anayasa ihtiyacımız var. Yeni anayasa Türkiye için lüks değil, çok kalmış bir ihtiyaçtır. Bu yönde atılacak bir adım Türkiye Yüzyılı hedefimize daha hızlı ulaşılmasını sağlayacaktır.

Meclisimizdeki partilerin çoğunun ilk 4 madde başta olmak üzere pek çok hususta hemfikir olduğunu memnuniyetle müşahede ediyoruz. AK Parti ve Cumhur İttifakı’nın da yeni anayasa iradesi zaten güçlüdür, diridir, dinamiktir. En yılların en çoğunlukçu aritmetiğine sahip 28. dönemde, Meclis’in kendisinden bekleneni özellikle yerine getirmesini ümit ve arzu ediyoruz. Böylece evlatlarımıza daha özgür, müreffeh, güçlü bir ülke bırakma ülkümüze biraz daha yaklaşmış olacağız. Bu süreçte Muğla’nın iş dünyasıyla, sivil toplumuyla, kanaat önderleriyle bizim yanımızda olması çok önemlidir.

Bütün avantajlarına rağmen Muğla yerel yönetimler boyutunda maalesef hak ettiği ilgiyi görmüyor. Muhalefetin siyasi meselelerdeki lakayt tavrı, yönettikleri şehirlerdeki yerel yönetimlerle ilgili konulara da sirayet ediyor. Sorun çözmek, milletin sıkıntılarını ortadan kaldırmak gibi bir dertleri yok. Polemik ve mazeret üretmeye harcadıkları enerjiyi şehirlerine hizmet etmeye ayırsalar inanın şehirlerimiz çok farklı bir yerde olurdu. Ama bu konuda herhangi bir değişim işareti göremiyoruz.

Bakınız her yıl Muğla ve Bodrum yaklaşık 1,5 milyon misafir ağırlıyor. Ülkemizin turizmdeki hedefleri büyüdükçe buralara gelen yerli ve yabancı ziyaretçi sayısı doğal olarak artıyor. Turizmde 2024 yılı hedefimiz 60 milyon ziyaretçi. Biz turizmde gaza basarken yerel yönetimler tarafında bir atalet; hatta sabotaja varan bir duyarsızlık görüyoruz. Turizmden ekonomik olarak ciddi gelir elde ediyorlar ama iş altyapı ve  üstyapı adımlarına gelince hiçbir adım atmıyorlar.

Örneğin Bodrum başta olmak üzere Muğla’nın birçok ilçesinde içme suyu sıkıntısı çekiliyor. Bu asırda bu zamanda! Ancak görevi içme suyu sorununu çözmek olanlar sorunu görmezden, duymazdan geliyorlar. İstanbul gibi bir şehrin belediye başkanlığını yapmış kardeşiniz olarak,  üstelik de çöp, çukur, çamur, susuzluk bunları yaşayan bir İstanbul devralmıştım. Orada bütün bu sorunları 1 yıl içerisinde sildik, süpürdük. Şimdi aynı durum maalesef Muğla’da var mı, var.

Kirlilik sebebiyle neredeyse canlının yaşamadığı İzmir Körfezi’nde için de aynı şeyler geçerli. Orada da İzmir’e hizmet etmemeyi hayat tarzı üzerinden meşrulaştırmaya çalışan garip bir zihniyet var. Eser ve hizmet siyasetiyle temayüz etmek yerine korkuları körükleyerek, ideolojik belediyecilik yaparak beceriksizliklerini örtmeye çalışıyorlar.

Su sorununu çözmek DSİ’nin görevi değildir. Su sorununu çözmek büyükşehirlerde, büyükşehir belediyelerinin görevidir. Sorunu ben yaşadığım için söylüyorum. İstanbul’u susuzluktan aldık ve kısa zaman içerisinde de sorunu çözdük. Şimdi CHP’nin büyükşehir belediyelerine bakın. Acaba bu sorunları çözdüler mi, çözüyorlar mı, böyle bir dertleri var mı? Muğla büyükşehir. Büyükşehirde su sorunu niçin çözülmez? Aynı durum Van’da vardı. Van’da da Veysel Bey bakan olduğu zaman baktık ki Van maalesef su sorununu çözemiyor. O zaman Veysel Bey’e dedim ki ‘Burada yaşayanlar bizim insanımız, yatırımı yap ve Van’ın su sorununu DSİ ile çözelim’. Van’ın su sorununu biz o zaman DSİ ile çözdük.

Muğla’nın, Bodrum’un içme suyu sorununu çözmek için kolları sıvadık. Yatırım programına aldığımız projemiz ile Muğla il merkezinin içme suyu ihtiyacını inşallah karşılayacağız. Toplam 7,6 milyar lira maliyeti olan proje ile yıllık 7,32 milyon metreküp içme suyu depolama, günlük 45 bin metreküp kapasiteli arıtma tesisi ve 12,3 kilometresi tünel olan toplam 80 kilometrelik isale hattını devreye alacağız. Bodrum Barajı’nın proje çalışmalarını da seneye başlatıyoruz. Bodrum’un kanayan yarasına inşallah merhem olacağız.

Bodrum-Yalıkavak yolunun kalan 7 kilometresinin ihalesini yaptık, çalışmalara başladık. inşallah seneye onu da bitiriyoruz. 69 kilometre uzunluğundaki Söğüt-Seydikemer yolunun 21 kilometresini bölünmüş yol olarak tamamladık. 51 kilometrelik Seydikemer-Kalkan yolunun 12 kilometresini tamamladık, kalan kısmı ile çalışmalarımız sürüyor. Marmaris-Datça yolunun 50 kilometresini bitirdik. Kalan 18 kilometre içinde çalışmalarımıza devam ediyoruz. İlçeleriyle birlikte tüm Muğla’yı muhalefetin beceriksizliğine mahkum etmeyeceğiz.”

Paylaşın

Özel’den Sosyalist Enternasyonal’de “Suriye” Çıkışı

Sosyalist Enternasyonal Konsey Toplantısı’nda konuşan CHP Lideri Özgür Özel, “Değerli yoldaşlarım, tüm dünya büyük bir düzensiz göç kriziyle karşı karşıya. Göçmenleri ekonomik sorunların ve toplumsal gerilimlerin başlıca sebebi olarak gösteren radikal sağ politikalar, yabancı düşmanlığını ve ayrımcılığını körüklemektedir” dedi ve ekledi:

Haber Merkezi / “Bununla beraber göç ile ekonomi, güvenlik ve toplumsal sorunlar arasındaki bağ nedeniyle toplumun siyasetten bu soruna çözüm üretmesi beklentisi yadsınamaz bir gerçektir. Ortadoğu, dünya nüfusunun yüzde 5,5’ini oluşturduğu halde dünyadaki sığınmacı ve göçmenlerin yüzde 58’i bu bölgede bulunmaktadır. Dahası Suriyeli sığınmacılar, bu göçmenlerin yüzde 27’sini oluşturmaktadır ve bunların en büyük kısmı da ülkem Türkiye’dedir.”

Özel, konuşmasının devamında, “Türkiye gibi milyonlarca göçmene ev sahipliği yapan bir ülkede göçle bağlantılı sorunların görmezden gelinmesi mümkün değildir. Türkiye, göç sorununu en fazla yaşayan, dünyanın ise hakkaniyetli davranmaktan kaçındığı ülkelerin başında gelmektedir. Türkiye, göç sorunu ile mücadele ederken, göç yükünü adaletli bir şekilde paylaşacak bir dayanışma içinde olunması temel beklentimiz ve çağrımızdır.” ifadelerini kullandı.

Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Genel Başkanı Özgür Özel, Fas’ın başkenti Rabat’ta gerçekleştirilen Sosyalist Enternasyonal Konsey Toplantısına katıldı. Burada konuşan Genel Başkan Özel, şu ifadeleri kullandı:

“Değerli yoldaşlarım, dünyada bir süredir sağ popülizmin, radikal sağın ve seçimli otoriterliğe yaslanan siyasi anlayışların etkisi artmaktadır. Bu gidişat, demokrasinin temel ilkelerine ve insan haklarına meydan okumaktadır. Bu siyasi anlayış, bir yandan da toplumsal kutuplaşmayı artırmakta, toplumsal değişim taleplerinin önünü tıkamakta; kadın, emek, çevre hakkı gibi pek çok temel hakları geri plana itmektedir. Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı’nın 2023-2024 İnsani Gelişme Raporu’na göre bir yandan demokrasinin temel kurallarını ve kurumlarını aşındıran liderler maalesef güçlerini artırıyor, bir yandan da demokrasiye yönelik küresel destek yüzde 90 düzeylerinde. Bunun adı ‘demokrasi paradoksu’dur.

Bu paradoksu aşmak, her alanda adaletli, güvenli ve güvenceli bir düzeni savunan sosyal demokrat anlayışın kararlı iradesiyle mümkündür. Bu iradenin toplumsal desteğinin dünyanın farklı coğrafyalarında güçlü olduğunu görmek umut vericidir. Örneğin lideri olduğum Cumhuriyet Halk Partisi, Türkiye’de son yerel seçimlerden birincilikle çıkmıştır. Dahası 47 yıl sonra Türkiye’nin birinci partisi olmuştur ve güvenle iktidara doğru yürümektedir. Şu anda kazanmış olduğumuz belediyeler, sosyal demokrasinin temel ilkelerinin somut uygulama alanlarına dönüşmüştür. Bu dayanışmacı, kalkınmacı, refah temelli, yani halkçı uygulamalar bir yandan kutuplaşma iklimini dağıtmakta, bir yandan da sosyal adaletin ve kalkınmanın önünü açmaktadır.

Değerli yoldaşlarım, tüm dünya büyük bir düzensiz göç kriziyle karşı karşıya. Göçmenleri ekonomik sorunların ve toplumsal gerilimlerin başlıca sebebi olarak gösteren radikal sağ politikalar, yabancı düşmanlığını ve ayrımcılığını körüklemektedir. Bununla beraber göç ile ekonomi, güvenlik ve toplumsal sorunlar arasındaki bağ nedeniyle toplumun siyasetten bu soruna çözüm üretmesi beklentisi yadsınamaz bir gerçektir. Ortadoğu, dünya nüfusunun yüzde 5,5’ini oluşturduğu halde dünyadaki sığınmacı ve göçmenlerin yüzde 58’i bu bölgede bulunmaktadır.

Dahası Suriyeli sığınmacılar, bu göçmenlerin yüzde 27’sini oluşturmaktadır ve bunların en büyük kısmı da ülkem Türkiye’dedir. Türkiye gibi milyonlarca göçmene ev sahipliği yapan bir ülkede göçle bağlantılı sorunların görmezden gelinmesi mümkün değildir. Türkiye, göç sorununu en fazla yaşayan, dünyanın ise hakkaniyetli davranmaktan kaçındığı ülkelerin başında gelmektedir. Türkiye, göç sorunu ile mücadele ederken, göç yükünü adaletli bir şekilde paylaşacak bir dayanışma içinde olunması temel beklentimiz ve çağrımızdır.

“Filistin’de adil ve kalıcı bir çözüme ihtiyaç var”

Ortadoğu, bir kez daha yangın yerine dönmüştür. Bir yanda Gazze’de, diğer yanda Suriye’de yaşananlar dünyanın gündemindedir. Bizim de öncelikli gündemimiz olmalıdır. Her iki konuda da sosyal demokratlar olarak dayanışma içinde barışı ve insan haklarını savunmak ahlaki sorumluluğumuzdur. Filistin’de yaşanan insanlık dramına acilen son vermeye, adil ve kalıcı bir çözüme ihtiyaç vardır.

Tüm dünyadaki sosyal demokrat parti ve iktidarlar, Filistin’de kalıcı barışı ve iki devletli çözümü savunma konusunda dayanışma içinde hareket etmeliler. Suriye’de ise acilen tüm Suriye vatandaşlarının haklarını anayasal güvenceye kavuşturacak, tüm kimliklere ve dini inançlara saygılı, demokratik bir rejimin inşa edilmesi elzemdir. Bunu yaparken Suriye’nin toprak bütünlüğünün korunması konusunda hassasiyet gösterilmelidir. Bu sürece tüm sosyal demokrat partiler ve iktidarlar da destek vermelidir.

Mücadele etmemiz gereken konular radikal sağın yükselişi, otoriterliğin artışı, ayrımcılığın derinleşmesi, savaşlar ve göç krizi ile de sınırlı değildir. Bunlar kadar önemli olan bir mesele de yoksulluktur. UNDP‘nin insani gelişmeye ilişkin raporları dünyada eşitsizliğin gittikçe derinleştiğini göstermektedir. Dünya, alarm vermektedir. Küresel boyutu olan bütün sorunların çözümü, bütüncül yeni bir kalkınma anlayışına ihtiyaç duymaktadır.

Bu kalkınma anlayışı kapsayıcı, sürdürülebilir ve eşitlikçi olmalıdır. Ayrıca bütün sorunlar farklı ülkelerde solun tek tek güçlenmesi ile aşılabilecek sorunlar da değildir. Önümüzdeki dönemde dünyanın sosyal demokrat partileri içe kapanmacılık, devletler arası ilişkilerin şahsileştirilmesi, savaş çığırtkanlığı, yoksulluk ve yabancı düşmanlığıyla; dayanışmayı, kurumsal diplomasiyi, barışı, refahı ve insan haklarını öne çıkararak mücadele etmek zorundadır. Önümüzdeki seçimlerde iktidar olarak çıkma iddiasındaki partim, bu konuda üzerinden düşeni yapmaya, dayanışmayı güçlendirmeye hazırdır.

Değerli yoldaşlar, Sosyalist Enternasyonal üyesi kardeş partimiz Kırgızistan Sosyal Demokrat Partisi’nin Genel Başkanı Temirlan Sultanbekov, maalesef bugün aramızda değil, koltuğu boş. Çünkü ülkesinde seçimlere üç gün kala partisinin seçime girmesi engellendi, kendisi cezaevine kondu. Bu durumu protesto etmek için de 38 gündür açlık grevini sürdürüyor. Sosyalist Enternasyonal’in Sultanbekov’un bu onurlu mücadelesine destek vermek, özgür bırakılması için yaptığı çağrılara tümüyle katılıyor ve dayanışma duygularımızı bir kez daha buradan tekrar ediyoruz.

Dış Politikadan Sorumlu Genel Başkan Yardımcımız ve Gölge Dışişleri Bakanı İlhan Uzgel, bu konuda Türkiye’deki Kırgızistan Büyükelçiliği’yle temasa geçti, partimizin ve Sosyalist Enternasyonal’in rahatsızlığını bir kez de o düzeyde dile getirdik. Konuyu yakından takip ettiğimizi kendilerine belirttik. Bu konuda Sosyalist Enternasyonal bünyesinde bir heyet görevlendirilmesini, Kırgızistan’a gidilmesini, orada bir toplantı ve basın açıklamasını yapılmasını, hatta ilgili cezaevinin önünde tam bir dayanışma fotoğrafının çektirilmesini öneriyorum ve takdirlerinize sunuyorum.

Son olarak sözlerimi bitirirken Fas’taki ev sahiplerimize bir kez daha teşekkür ediyorum. Bir sonraki konsey toplantısında sizleri İstanbul’da ağırlayacak olmaktan büyük bir memnuniyet duyuyorum. O toplantıda dünyamızın ve ülkemizin karşı karşıya kaldığı tüm sorunlara çözüm üretecek, demokrasi paradoksunu aşacak, sosyal adaleti sağlayacak ve hep birlikte zenginleşeceğimiz yeni bir kalkınmacı perspektifi hep birlikte tartışmaya sizleri davet ediyorum. Biliyorum ki bu tartışmalardan sol değerlerimize dayanan güçlü bir İstanbul deklarasyonu, bir İstanbul yaklaşımı ve hepimizin önüne yeni bir yol haritası koyabiliriz. Yeni çağın, yeni toplumsal sözleşmesinin çatısını kuracak ve tüm dünyaya bunu ilan edecek gücümüz ve kararlılığımız vardır. Hepinizi dayanışma duygularımla selamlıyorum.”

(Kaynak: chp.org)

Paylaşın

Türkiye, Emeklilere En Az Kaynak Ayıran Ülkeler Arasında

Verilere göre Türkiye emeklilik harcamalarına en az kaynak ayıran ülkeler arasında yer alıyor. Türkiye’de GSYH’den (Gayri Safi Yurt İçi Hasıla) emeklilere yaklaşık yüzde 4 civarında kaynak ayrılırken, dünya ortalamasının yüzde 8.

Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) açıkladığı sosyal koruma istatistiklerine göre 2023 yılında emekli ve yaşlılara gayri safi yurt içi hasılanın (GSYH) yüzde 4,4’ü kadar kaynak ayrıldı. Bu oran 2021 yılında yüzde 4,9, pandemi öncesi 2019’da ise yüzde 6,1 idi. Verilere göre emekli ve yaşlılara yapılan harcamaların GSYH içindeki payı son beş yılda yüzde 28 azaldı.

Sosyal koruma harcamalarının içerisinde emekli ve yaşlılara yapılan harcamaların yanı sıra hastalık/sağlık bakımı, engelli/malül, dul/yetim, aile/çocuk, işsizlik ve sosyal dışlanma yardımlarına ilişkin harcamalar yer alıyor. Bunlar içinde en büyük paya sahip olan kalem yüzde 43,6 ile emekli ve yaşlılar için yapılan harcamalar.

Sosyal koruma harcamalarının genel olarak GSYH’den aldığı pay da son beş yılda azaldı. Bu pay 2019’da yüzde 12,5 iken, 2021’de yüzde 10,9’a, 2023’te ise yüzde 10,1’e geriledi.

DW Türkçe’den Pelin Ünker‘e konuşan çalışma ekonomisi uzmanı Prof. Dr. Aziz Çelik’e göre Türkiye’de hem sosyal koruma harcamalarının genelinde hem de emekliler için yapılan harcamalarda ciddi bir gerileme var. Veriler ayrıca pandemi döneminde bile sosyal korumanın zayıfladığını gösteriyor.

Çelik, “Bunun anlamı emeklilerin ve sosyal koruma kapsamında olanların milli gelirden daha az pay alması ve yoksullaşmalarıdır. GSYH içinde payınız düşüyorsa pastadaki payınız azalıyor ve bölüşüm eşitsizliği artıyor demektir” diyor.

Bunun beklenen bir tablo olduğunu vurgulayan Çelik, “Çünkü emekli aylıkları ciddi biçimde düşürüldü. Emekliler ciddi biçimde yoksullaşıyor” diye ekliyor.

Verilere göre Türkiye emeklilik harcamalarına en az kaynak ayıran ülkeler arasında yer alıyor. Uluslararası Çalışma Örgütü’nün (ILO) 2024-2026 Dünya Sosyal Koruma Raporu’na göre emeklilik harcamalarına en fazla kaynak ayıran ilk üç ülke yüzde 16,9 ile İtalya, yüzde 16,3 ile Yunanistan ve yüzde 14,7 ile Fransa.

Türkiye’de GSYH’den emeklilere yaklaşık yüzde 4 civarında kaynak ayrılırken, dünya ortalamasının yüzde 8. Avrupa ortalamasının ise yüzde 11 civarında olduğunu belirten Prof. Dr. Çelik, “Bu tablo ’emekliler SGK bütçesine yük’ gibi iddiaların temelsiz olduğunu sadece neoliberal safsatalardan ibaret olduğunu gösteriyor. Dahası sosyal harcamalar yük olamaz. Sosyal koruma harcamaları haktır” ifadelerini kullanıyor.

Türkiye Ekonomi Politikaları Araştırma Vakfı (TEPAV) Merkez Direktörü Prof. Dr. Hakkı Hakan Yılmaz da TÜİK verilerinin kamu ve özel sektör tarafından yapılan sosyal koruma harcamalarının tümünü kapsadığına işaret ediyor.

Yılmaz, sosyal koruma harcamaları GSYH’ye oranı 2023’te yüzde 10,1 iken bunun yüzde 7,5’inin kamuya ait olduğu, kalan kısmın özel sosyal harcamalardan oluştuğunu söylüyor. Kamuya ait sosyal koruma harcamalarının ise yüzde 85-86’sının emekli aylıklarından oluştuğunu belirtiyor.

Kamudan emekli aylıklarına yapılan harcamaların nasıl azaldığının 2025 yılı Cumhurbaşkanlığı Yıllık Programı’ndan da görülebileceğine işaret eden Yılmaz, 2019’da GSYH’nin yüzde 8,5’ini oluşturan bu harcamaların 2022’de yüzde 5,2’ye kadar gerilediğini, 2023’te ise yüzde 6,4 olduğunu aktarıyor. Yılmaz’a göre bu veriler, emeklilerin refahtan pay alamadığının göstergesi.

Eurostat verilerine göre Avrupa’da sosyal koruma harcamalarının GSYH’nin ortalama yüzde 20’sini oluşturduğunu, bu harcamaları ise sadece kamunun yaptığı bilgisini veren Yılmaz, Türkiye’deki yüzde 7,5’lik oranın Avrupa’nın ayırdığı payın oldukça gerisinde olduğunu vurguluyor.

Yılmaz’a göre Türkiye’de aile ve çocuğa yapılan sosyal koruma harcamaların düşüklüğü de önemli sorunlardan biri. Yılmaz, “Avrupa’da GSYH’nin ortalama yüzde 1,7’si kadar harcama yapılırken Türkiye’de kamunun sosyal koruma harcamalarında aile ve çocuğa giden rakam GSYH’nin binde 5,5’i” diyor.

Sosyal koruma harcamalarının geleceğe ilişkin önemli bir sinyal verdiğine işaret eden Yılmaz, “Gelir eşitsizliği de dikkate alınarak, asgari ücretin ve emekli aylıklarının özellikle en alt gruplar için sosyal koruma programları ile birlikte bir harmanlanmış bir şekilde düşünülmesi, kamunun sosyal destek programları geliştirmesi gerekiyor” diye ekliyor.

Prof. Dr. Hakan Hakkı Yılmaz, Türkiye’de en yoksul yüzde 10’luk kesimin yüzde 30’unun yaşının 65’in üzerinde olduğu belirterek en yoksul hanelerin toplam kullanılabilir geliri içinde emeklilik kaynaklı transferlerin ağırlığının yüzde 46 olduğu bilgisini veriyor.

Emeklilik dışı sosyal transferlerin kullanılabilir gelir içindeki payının ise özellikle kamu sosyal transferlerinin düşüklüğü nedeniyle en yoksul dilim için yüzde 14,7 olduğunu söyleyen Yılmaz, yaklaşık üç milyon hanenin asgari ücretin altında bir gelirle yaşadığını ifade ediyor.

Yılmaz, “Emekli aylıklarının öncelikle geçimlik ücret ve enflasyon oranlarının altına belirlenmesi özellikle düşük gelirli hanelerde yoksulluğu daha derinleştirecek ve gelir dağılımını bozacak” uyarısı yapıyor.

Kamunun sosyal koruma harcamalarının Türkiye’de düşük olmasının toplamda vergi yükünün düşük olmasıyla ilişkili olduğu görüşünü paylaşan Yılmaz, “Bizim vergi yükümüz gayrisafi yurtiçi hasılanın yüzde 17’si iken bu ortalama bir AB ülkesinde yaklaşık yüzde 23-24. Özellikle belli kesimlerden vergi toplayamadığımız için dönüp bunu da harcamaya çeviremiyoruz. Bir de harcamayı çevirirken başka şeyleri daha çok seviyoruz. İnşaat yapmak gibi” ifadelerini kullanıyor.

“Enflasyona ezdirmedik söylemi inandırıcı değil”

Prof. Dr. Aziz Çelik ise sene başında İşçi ve Bağ-Kur emeklilerine son altı ayın enflasyonu oranında (yüzde16-17) zam yapılması yasanın bir gereği olduğuna işaret ediyor. Memur emeklilerinin toplu sözleşmedeki hüküm nedeniyle bundan yaklaşık 5 puan az zam alacaklarına dikkat çeken Çelik, iktidar tarafından dillendirilen “enflasyona ezdirmedik” söyleminin inandırıcı olmadığını belirtiyor.

Enflasyonun doğru ölçülmediği görüşünü paylaşan Çelik, doğru ölçülse dahi emeklinin enflasyonuyla diğer grupların enflasyonunun aynı olmadığını, örneğin aralık ayında ortalama gıda enflasyonu 48,5 iken emeklilerin gıda enflasyonunun yüzde 67 olduğunu vurguluyor.

“Önemli olan enflasyon değil emeklilerin GSYH’den ne kadar pay aldığı” diyen Çelik, “En düşük emekli aylığı tamamlama işlemiyle 12 bin 500 TL. Bunu enflasyon oranında artırsanız ne olur? Emekli aylıkları sisteminin kendisi adaletsiz” diye ekliyor.

Paylaşın

Süper Lig: Beşiktaş İle Alanyaspor Puanları Paylaştı

Süper Lig’in 17. hafta maçında Beşiktaş ile Alanyaspor, İnönü Stadyumu’nda karşı karşıya geldi. Hakem Cihan Aydın’ın yönettiği karşılaşma 1 -1 eşitlikle sona erdi.

Haber Merkezi / Beşiktaş’ın golünü 7. dakikada Rafa Silva, Alanyaspor’un golünü ise 5. dakikada Nuno Lima kaydetti.

Beşiktaş, bu beraberlik ile puanını 26’ya, Alanyaspor ise 18’e yükseltti.

5. dakikada Nicolas Janvier’in sağ taraftan kullandığı köşe vuruşunda ön direkte Fatih Aksoy’u aşan topu Nuno Lima, altıpas çizgisinin hemen gerinden ağlara gönderdi. 0-1

7. dakikada golün santrasını yapan siyah-beyazlıların hücum girişiminde Alanyaspor’un savunmadan çıkarmaya çalıştığı topu Fatih Aksoy, geri pasla kalecisine aktarmak istedi. Kısa düşen meşin yuvarlağı kapan Rafa Silva, kaleci Ertuğrul Taşkıran’dan sıyrılarak golünü attı: 1-1.

Stat: İnönü

Hakemler: Cihan Aydın, Volkan Ahmet Narinç, Murat Altan

Beşiktaş: Mert Günok, Jonas Svensson, Felix Uduokhai, Emirhan Topçu, Bahtiyar Zaynutdinov (Arthur Masuaku dk. 70), Salih Uçan (Cher Ndour dk. 46), Al-Musrati (Mustafa Hekimoğlu dk. 88), Rafa Silva, Gedson Fernandes, Ernest Muçi (Alex Oxlade Chamberlain dk. 70), Semih Kılıçsoy

Alanyaspor: Ertuğrul Taşkıran, Nuno Lima, Fatih Aksoy (Richard Coelho dk. 56), Fidan Aliti, Florent Hadergjonaj, Nicolas Janvier (Buluthan Bulut dk. 86), Gaius Makouta, Yusuf Özdemir, Efecan Karaca (Ui Jo Hwang dk. 74), Loide Augusto (Rony Lopes dk. 86), Sergio Cordova

Goller: Rafa Silva (dk. 7) (Beşiktaş), Nuno Lima (dk.5) (Alanyaspor)

Paylaşın

Almanya’dan Türkiye’ye “Kuzeydoğu Suriye” Uyarısı

Ankara’da gerçekleştirdiği temaslar sonrası açıklamada bulunan Almanya Dışişleri Bakanı Annalena Baerbock, özellikle Kürtlerin güvenliğinin Suriye’nin geleceği açısından kritik olduğunu vurguladı.

Kobani’nin IŞİD’e karşı verilen mücadelenin sembolü haline geldiğini belirten Annalena Baerbock, “Kobani, sadece Kürtler için değil, tüm dünya için IŞİD terörüne karşı direnişin simgesine dönüştü. Kürtler, uluslararası Anti-IŞİD Koalisyonu ile birlikte hareket ederek sadece Suriye’yi değil, aynı zamanda Avrupa’nın güvenliğini de savundu” dedi.

Baerbock Türkiye ziyareti öncesinde Suriyeli Kürtlerle ilgili art arda mesajlar vermiş, Suriye için 8 maddelik bir plan hazırladıklarını belirtmişti.

Almanya Dışişleri Bakanı Annalena Baerbock, cuma günü Türkiye’ye gerçekleştirdiği ziyarette Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT) Başkanı İbrahim Kalın’ın ardından Dışişleri Bakanı Hakan Fidan ile bir araya geldi.

Dışişleri Bakanlığında basına kapalı gerçekleşen görüşme sonrasında ortak basın toplantısı düzenlenmezken, Baerbok Almanya’nın Ankara Büyükelçiliğinde Alman basın mensuplarına açıklamalarda bulundu. Baerbock, “Suriye’de Esad rejiminin çöküşünün ardından halk ilk kez yıllar sonra nefes alabildi, ancak sevinç yerini yeniden kaygıya bıraktı” dedi.

Bakan, özellikle Kürtlerin güvenliğinin Suriye’nin geleceği açısından kritik olduğunu vurgularken, Türkiye ile Kürtler arasında olası çatışmaların bölgedeki durumu daha da kötüleştireceğini belirtti.

Baerbock açıklamasında, Kobani’nin IŞİD’e karşı verilen mücadelenin sembolü haline geldiğini belirterek, “Kobani, sadece Kürtler için değil, tüm dünya için IŞİD terörüne karşı direnişin simgesine dönüştü. Kürtler, uluslararası Anti-IŞİD Koalisyonu ile birlikte hareket ederek sadece Suriye’yi değil, aynı zamanda Avrupa’nın güvenliğini de savundu” diye konuştu.

Türkiye’nin meşru güvenlik kaygılarını anladıklarını söyleyen Baerbock, “Türkiye’nin terörizme karşı duyduğu kaygı, meşru bir endişedir. Ankara’da Ekim ayında yaşanan ölümcül saldırı, bu tehlikenin ne kadar somut olduğunu bir kez daha göstermiştir. Ancak Kuzeydoğu Suriye’den Türkiye’ye yönelik bir tehdit olmamalıdır. Güvenlik politikalarımızı bu çerçevede ele alıyoruz” dedi.

Bakan, terör örgütü IŞİD’in yeniden güç kazanmasının Türkiye, Suriye ve Avrupa için büyük bir tehdit oluşturacağına dikkat çekerek, “Türkiye’nin ve Suriye’nin diğer komşularının güvenliği, Suriye’nin toprak bütünlüğü korunarak sağlanmalıdır. Bu kapsamda, silahlı milislerin silahsızlandırılması ve gelecekteki ulusal güvenlik yapısına entegre edilmesi önemlidir. Bu adım, sadece bölge ülkelerinin değil, uluslararası toplumun güvenlik çıkarlarına da hizmet edecektir” diye konuştu. Baerbock, uluslararası toplumun, Suriye’nin güvenliği ve istikrarı için birlikte hareket etmesinin önemini vurguladı.

Hakan Fidan’dan YPG açıklaması

Türk Dışişleri Bakanlığı kaynaklarına göre Fidan, Alman mevkidaşına “PKK/YPG’nin Suriye’deki Kürtleri temsil ettiği anlayışının yanlış olduğunu, PKK/YPG ve DEAŞ gibi terör örgütlerinin Suriye’deki durumu suistimal etmesine asla müsaade edilemeyeceğini, PKK/YPG’nin silahlarını bırakması ve kendisini lağvetmesinin şart olduğunu, Suriye’nin egemenliği ve toprak bütünlüğünün Suriye’deki PKK/YPG dahil tüm terörist unsurların temizlenmesiyle muhafaza edilebileceğini” vurguladı.

Fidan’ın Baerbock’a “Tüm müttefiklerimizden Türkiye’nin güvenlik kaygılarına saygı göstermesini bekliyoruz” mesajı verdiği ve Suriye’nin yeniden inşası için yapıcı bir yaklaşım ile uluslararası toplumdan destek beklentisini ilettiği bildirildi.

Baerbock Türkiye ziyareti öncesinde Suriyeli Kürtlerle ilgili art arda mesajlar vermiş, Türkiye’ye hareket etmeden önce yaptığı açıklamada “Şam, Halep ve Humus’da binlerce insan katil Beşar Esad kaçtıktan sonra sokaklarda dans ederken Kobani’deki insanlar ilk rahatlamadan sonra yine nefeslerini tuttular. Yeni bir şiddetten korkuyorlar. Bu da bize şunu gösteriyor: Daha barışa çok var. Suriye’nin geleceği hala pamuk ipliğine bağlı” demişti. Suriye için 8 maddelik bir plan hazırladıklarını belirten Baerbock, Suriye’nin kendi içinde tüm grupları kapsayan bir diyalog süreci başlatması gerektiğini vurgulamıştı.

Yeşiller partili politikacı Çarşamba günü de Federal Meclis’te yaptığı konuşmada, Ankara’ya Kürtlerin Suriye’deki kalıcı barış sürecinden dışlanmaması çağrısı yapmış, Türkiye’deki temaslarında bu konuyu “çok, çok açık bir şekilde” gündeme getireceğini belirtmişti.

Baerbock Salı günü de sosyal medya hesabından yaptığı açıklamada “Kobani, Kürtlerin IŞİD’e karşı cesur savaşlarının sembolüdür. Kan dökülmeye devam edilmesi, insanların 14 yıl sonra yaşaması gereken son şeydir. Suriye’nin toprak bütünlüğünün ve barış umudunun korunmasında Türkiye’nin de sorumluluğu bulunmaktadır” ifadelerini paylaşmıştı.

Dışişleri kaynakları, Fidan’ın Baerbock ile görüşmesinde “DEAŞ’lıların bulunduğu kampların ve cezaevlerinin idaresi için alternatifler geliştirilmesi gerektiğini, üçüncü ülkelerin Suriye’de bulunan DEAŞ tutuklusu ve bunların ailesi olan vatandaşlarını geri kabul etmesi gerektiğini” de kaydettiğini aktardı.

Açıklamaya göre Türkiye-AB ilişkilerinin yeniden canlandırılması için AB içinde Almanya’nın öncü bir rol oynamasını beklediklerini belirten Fidan, “İsrail’in Gazze’de uyguladığı soykırıma son verilmesi gerektiğini, Gazze’de acil ateşkes ilan edilmesi ve insani yardımların kesintisiz ulaştırılması için uluslararası toplumun ortak çaba göstermesi gerektiğini” de kaydetti.

Fidan, “Azerbaycan ile Ermenistan arasındaki barış sürecinin başarıyla sonuçlanması açısından tarihi bir fırsat yakalandığını” belirterek üçüncü tarafların adil ve tarafsız şekilde bu süreci teşvik etmeleri gerektiğini ifade etti.

(Kaynak: DW Türkçe)

Paylaşın

Kara Delikler Ve Karanlık Enerjinin Gizemi: Birbirleriyle Bağlantılı Olabilir Mi?

Bilim insanları, evrenin hızlı genişlemesini açıklamak için karanlık enerjiye güvenirken, evrenin hızlı genişlemesinin nedeni veya nedenleri kozmolojideki en büyük sorulardan biri olmaya devam ediyor.

Haber Merkezi / Yeni bir teori, şu ana kadar konuya ilişkin teorilere meydan okuyor: Kara delikler karanlık enerjinin kaynağı olabilir mi ?

Araştırmalar, kara deliklerin “kozmolojik olarak eşleşmiş” olabileceğini, yani kara deliklerin büyümelerinin doğrudan evrenin genişlemesine bağlı olduğunu öne sürüyor. Daha basit bir ifadeyle, evren büyüdükçe kara delikler de büyüyor. Bu bağlantı her iki yönde de kabul edilebilir: kara deliklerin genişlemesi evrenin büyümesini aktif olarak yönlendirebilir.

Bu teori, ilk olarak 1960’larda kara delik fiziğinin erken dönem çalışmaları sırasında öne sürülen fikirlere dayanmaktadır: Kara deliklerin karanlık enerji ürettiğini ileri sürülmektedir. Bir kara delik bir yıldız veya yıldızlararası madde gibi bir madde tükettiğinde, yalnızca yoğun kütle çekim etkileri üretmekle kalmaz, aynı zamanda karanlık enerjinin oluşmasına da katkıda bulunur.

Bilim insanları, be teoriyi test etmek için evrenin boyutunu çeşitli zaman noktalarında haritalayan Karanlık Enerji Spektroskopik Aleti’nden (DESI) gelen verileri analiz ettiler. Bilim insanları ardından, bu bilgiyi evrendeki bilinen yıldız oluşumu oranlarıyla birleştirerek, kara deliklerin büyümesinin evrenin genişlemesiyle uyumlu olup olmadığını değerlendirmek için bir model oluşturdular.

Sonuçlar, kara delik büyümesi ile kozmik genişleme arasında çarpıcı bir ilişki olduğunu ortaya koydu ve karanlık enerjinin yıldızların ve geride bıraktıkları kara deliklerin yaşam döngüsüyle bağlantılı olabileceğini düşündürdü.

Kara delikler gerçekten karanlık enerji üretiyorsa, bu kozmolojideki birkaç kalıcı soruyu çözebilir. Birincisi, uzun zamandır genel görelilik teorisi için bir sorun olan kara deliklerin merkezlerindeki tekilliklere (sonsuz yoğunluk noktaları) olan ihtiyacı ortadan kaldırabilir. Ek olarak, evrenin ivmesinin keşfinden beri bir gizem olan karanlık enerjinin kökenine dair bir açıklama sunar.

Teori ayrıca evrenin genişleme oranının ölçümlerindeki bir tutarsızlık olan Hubble gerginliğine de ışık tutuyor. Galaksilere dayalı gözlemler megaparsek başına saniyede 72,8 kilometrelik bir genişleme oranı verirken, Büyük Patlama’nın artçı ışıması olan kozmik mikrodalga arka planından (CMB) gelen veriler megaparsek başına saniyede 67,4 kilometrelik daha yavaş bir oran öneriyor, bu değerler birbiriyle örtüşmüyor.

Ancak, karanlık enerji kara deliklerden kaynaklanıyorsa, CMB’den çıkarılan genişleme oranı megaparsek başına saniyede 70 kilometreye yakın bir değere kayacak ve galaksi tabanlı ölçümlerle daha yakın bir uyum sağlayacaktır. Bu düzenleme, çelişkili verileri uzlaştırabilir.

Bilim insanları, şimdi daha fazla kanıt toplamaya odaklanarak, karanlık enerjili kara deliklerin var olup olmadığını ve evreni nasıl etkilediklerini belirlemeyi amaçlıyor.

Kara deliklerin karanlık enerji için fabrikalar olarak hizmet edebileceği fikri, keşfedilmemiş topraklara atılmış cesur bir adımdır. Çoğu şey teorik olarak kalsa da, yeni teori hem evrenin genişlemesini hem de onu yönlendiren gizemli güçleri anlamanın yeni yollarına kapı aralıyor.

Kara delikler evrenin en büyük gizemlerinden birini çözmenin anahtarı olabilir mi? Bunu ancak zaman ve daha fazla araştırma gösterecek.

Paylaşın

Uluslararası Af Örgütü, Lübnan Hizbullahı’nı Savaş Suçu İşlemekle Suçladı

Uluslararası Af Örgütü, Lübnan Hizbullahı’nın uluslararası hukuku ihlal ettiği belirtildi. Af Örgütü’nün konuya ilişkin hazırladığı rapor, bölgede kaydedilen video ve fotoğrafların analizine dayanıyor.

Uluslararası Af Örgütü Almanya Genel Sekreteri Julia Duchrow, çatışmalarda sivillerin ve sivil yapıların hedef alınamayacağını ve korunması gerektiğini vurgularken, “Sivil yerleşim bölgelerinde veya bu bölgelere yakın alanlarda yapım özellikleri gereği hedef belirleyemeyen silahların kullanımı, insancıl hukukun açık bir ihlalidir” ifadelerini kullandı.

Uluslararası Af Örgütü tarafından Berlin’de yapılan açıklamada, Lübnan Hizbullahı’nın uluslararası hukuku ihlal ettiği belirtildi.

Açıklamada, “belgelerle ortaya konan üç ayrı roket saldırısının savaş suçu kapsamında soruşturulması gerektiği” ifade edilirken, Ekim ayında gerçekleşen söz konusu üç saldırıda sekiz sivilin hayatını kaybettiği ve en az 16 kişinin yaralandığı bildirildi.

Uluslararası Af Örgütü, Hizbullah’ın, uluslararası insancıl hukukun sivillerle silahlı güçler arasında ayrım yapma ilkesini ihlal ettiğine vurgu yaparken, yayınladığı videolarla, Hizbullah’ın çok sayıda sivilin bulunduğu bölgelere defaten düşük hassasiyetli silahlarla saldırılar düzenlediğine ilişkin görüntüleri paylaştı.

Söz konusu roket saldırıları, 29 ve 31 Ekim tarihlerinde gerçekleşti. Af Örgütü, 29 Ekim’de İsrail’in kuzeyine yapılan saldırıda, İsrail vatandaşı 23 yaşındaki bir Filistinlinin hayatını kaybettiğini açıkladı. Açıklamaya göre 31 Ekim’deki saldırıda ise iki ayrı bölgede Hizbullah roketleriyle yedisi sivil olmak üzere toplam sekiz kişi öldü. Ölenler arasında dört Taylandlı tarım işçisinin de bulunduğu ifade edildi.

Uluslararası Af Örgütü Almanya Genel Sekreteri Julia Duchrow, çatışmalarda sivillerin ve sivil yapıların hedef alınamayacağını ve korunması gerektiğini vurgularken, “Sivil yerleşim bölgelerinde veya bu bölgelere yakın alanlarda yapım özellikleri gereği hedef belirleyemeyen silahların kullanımı, insancıl hukukun açık bir ihlalidir” ifadelerini kullandı.

Uluslararası Af Örgütü’nün konuya ilişkin hazırladığı rapor, bölgede kaydedilen video ve fotoğrafların analizine dayanıyor.

(Kaynak: DW Türkçe)

Paylaşın

Süper Lig: Fenerbahçe’den Zirve Yolunda Puan Kaybı

Süper Lig’in 17. hafta açılış maçında Eyüpspor ile Fenerbahçe, Recep Tayyip Erdoğan Stadyumu’nda karşı karşıya geldi. Hakem Emre Kargın’ın yönettiği karşılaşma, 1 – 1 eşitlikle sona erdi.

Haber Merkezi / Eyüpspor’un golünü 26. dakikada Ahmed Kutucu, Fenerbahçe’nin golünü ise 45+4. dakikada En-Nesyri kaydetti.

Fenerbahçe, bu beraberlik ile puanını 36’ya Eyüpspor ise 27’ye yükseltti.

26. dakikada Caner Erkin’in ortasında ceza yayına yakın bir noktadan Mame Thiam’ın pasında Ahmed Kutucu’nun ceza yayı içinden gelişine vuruşunda meşin yuvarlak filelerle buluştu. 1-0

45+4. dakikada sol taraftan topla çıkan Kostic’in içeri çevirdiği topta En-Nesyri’nin ceza sahası içerisinde dokunuşunda meşin yuvarlak uzak kale direği dibinden filelerle buluştu. 1-1

Ayrıntılar geliyor…

Paylaşın

DEM Partili Temelli’den “Suriyeliler” Açıklaması: Büyük Kısmı Dönmeyecek

Suriye’de yaşanan gelişmelere ilişkin konuşan DEM Partili Sezai Temelli, “Herkes mülteciler geri gidecek sanıyor yeni bir mülteci krizi kapıda. Eğer çatışma devam ediyorsa, demokratikleşememiş bir Suriye varsa, cihatçı politikalara destek veriyorsanız hiç şüpheniz olmasın mülteci krizi kapınızdadır. Buradaki mültecilerin çok büyük bir kısmı gitmeyecek” dedi.

Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Grup Başkanvekili Sezai Temelli, TBMM Genel Kurulunun 2025 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu kapanış oturumunda konuşma yaptı. Temelli, şunları söyledi:

“Hepinizi saygıyla selamlıyorum. Türkiye halklarını, kadınları, emekçileri, gençleri ve çocukları selamlıyorum. Onların barış içinde yaşayacakları bir ülke için bugün cezaevinde bedel ödeyen siyasi tutsak yoldaşlarımı, sürgündeki arkadaşlarımı selamlıyorum. Maalesef iki gazeteci katledildi. Nazım Daştan ve Cihan Bilgin. Kınıyorum, lanetliyorum. Artık bunlara bir son verin. Bu savaşa, bu katliama bir son verin. Bu SİHA’ları, İHA’ları durdurun. Yine bugün Êzidilerin Ezi Bayramı. Bayramlarını kutluyorum. Bu vesileyle Şengal’de katledilen ve soykırıma uğrayan Êzidi halkına da selam ve saygılarımı iletiyorum.

Bütçe süreci çok yoğun bir süreç. Birçok arkadaşımızın emeği var. En çok da idari personelin var. Burada sabahtan akşama kadar, bazen günde 15 saate kadar çıkan mesaiyle emeklerini esirgemeyen bütün emekçilere teşekkürü borç biliyorum. Bütçe deyince bütçe hakkı, bütçe hakkı deyince de aklımıza gelen ilk şey Magna Carta. Tam 913 yıl olmuş. 913 yıl önce saraya ve krala karşı verilen mücadele sonucunda bütçe hakkı elde edilmiştir. Burada bütçe tarihi anlatmayacağım ama size ironik bir şey söyleyeceğim. Bu bütçe hakkını tekrardan saraya kaptırdık. Ama herkes emin olsun ki o hakkı yeniden alacağız.

Bütçe hakkı önemli. Çünkü birçok eşiğin temelini oluşturuyor. Bütçenin öyle bir gücü var. Bu gücün farkında olmak lazım. Sayın Erdoğan bunun farkında. O gücü kapmış, kendi lehine ve yandaşlarına çok güzel kullanıyor. Ama o güç halkın çıkarlarına ve yararlarına kullanılmalıdır. Nedir her şeyden önce bütçe hakkı? Bütçe, telafi edici bir güce sahiptir. Toplumdaki eşitsizliklerin, toplumda yaşanan sorunların ve krizlerin ortadan kaldırılması için bütçe işte tam da orada gücünü gösterir. Ekonomik istikrar için bütçe. Evet, gerçekten böyle bir gücü vardır bütçenin. Ekonomik büyüme yolculuğunu belirleyen bir güce sahiptir bütçe. Eşitlikçi bir toplum yaratma gücüne sahiptir.

Makro bir şeydir ama tüm mikro yaşamlara değen bir güçtür. Demokrasiyi bütçesiz düşünmemiz mümkün değildir. Bir ülkenin demokratikleşmede kat ettiği yol da onun bütçe yapım süreçlerinde aslında ortaya çıkar. Oraya baktığınızda anlarsınız bu ülke ne kadar demokratikleşmiş, ne kadar demokratikleşmemiş? Nasıl bütçe yapıyorsak o kadar demokratikleşmişizdir. O zaman bugün buraya bakıp demokratik bir ülkeden söz edebilir misiniz? Salt şekil sathını sağlayan bir bütçe maratonuna bakıp bütçe yaptığınızı söyleyebilir misiniz? Bütçeyi yaptılar, getirdiler, şeklini tamamladılar ve şimdi alıp götürecekler. Dolayısıyla demokrasi ve bütçe ilişkisine baktığımızda hiç de umut vadeden bir durum göremiyoruz.

Hukuk devleti ve adalet mekanizması da bütçeyle ilişkilidir. Bu bütçeye baktığınızda adalet adına ne görüyorsunuz? Adalet Bakanlığının cezaevleri yatırımlarını görüyorsunuz. Yani bir toplumu nasıl topyekün tutsak edeceğini düşünen anlayışı görüyorsunuz. O tecrit anlayışı şimdi cezaevi cezaevi tüm topluma yayılıyor. Oysa bir bütçe gerçek anlamda olsaydı, bütçenin gücünü gerçekten bütçeye yansıtabilseydik, o zaman cezaevi yatırımlarını değil toplumsal suçla mücadelenin nasıl sağlanacağını konuşurduk. Ama biz bunu konuştuk mu? Yok. Anayasal güvence, anayasal bütçe. Bu anlamda da bütçe önemli. Anayasası olmayan devletler var. Evet, anayasa şart değil. Bazen bir cümle olabilir, bazen hiç olmayabilir. Önemli olan toplumsal mutabakatı nasıl sağladığınızdır.

Ama bütçesiz devlet olmaz, bütçesiz toplum olmaz. Bütçe yoksa toplum yoktur zaten. Bütçe bu denli önemli bir şey, önemli bir güç. Peki, 2025 Bütçesi nasıl bir bütçe? Her şeyden önce istikrarlı bir bütçe. Neyin istikrarı? 23 yıldır aynı bütçeleri yapma istikrarı. Bu konuda inanılmaz istikrarlısınız. Ekonomide istikrar yok, hiçbir yerde istikrar yok ama sizin bütçe yapım süreciniz istikrarlı. Neoliberal akla, muhafazakar akla sımsıkı bağlısınız ve en sonunda neofaşist bir yere kadar geldiniz. Dolaysıyla faşizmin ekonomisi, faşizmin bütçesi için bundan dahi iyi bir örnek görmeniz mümkün değil.

Nasıl bir bütçe? Militer bir bütçe. AKP döneminde, en iyi hesaplara göre 1 trilyon dolar, yanlış duymadınız, 1 trilyon dolar bu güvenlikçi anlayışa ve savaş sanayisine ayrıldı. Yine 40 yılı aşkın süredir Türkiye ekonomisinden 4 trilyon dolar üzerinde bir kaynağın buraya ayrıldığını biliyoruz. Bu sene de 47 milyar dolar ayırdınız sadece bütçeden. Bütçe dışı fonları da kattığınızda bu rakam 60 milyar dolara çıkıyor.

Nasıl bir bütçeniz var? Miyop. Evet, bütçeniz miyop. Ne uzağı görebiliyor ne de zamanında ileriye bakabiliyor. Sadece kendi durduğu yere bakıyor ve bütün yaşamın orada şekillendiğini kabul ediyor. Kalkınma planı yapıyorsunuz, kalkınma planına uymayan bütçeler yapıyorsunuz. Sayın Cevdet Yılmaz bu anlamda çok yoruluyor. Hem kalkınma planı hem orta vadeli program hem bütçe yapıyor. Fakat bir sorun var ki bunlar birbirine uymuyor. Sanırsınız ki üç Cevdet Yılmaz var, üç farklı iş yapıyor. Bari bunları uyumlu hale getirin. Destek istiyorsanız hazırız.

Peki, nasıl bir bütçe? Şirket bütçesi. Şirket aklıyla yapıyorsunuz. Oysa sosyal devlet dediğinizde bütçeye bakarsınız. Orada sosyal çıkmış yerine şirket girmiş. Daha önce Cumhurbaşkanı da söylemişti. Devleti A.Ş. gibi yönetmek demişti ve sözünde duruyor. Dolayısıyla bir şirket bütçesi var ve içinde sosyal yok. Nasıl bir bütçenizin olduğunu çok iyi açıklıyor. Finansmanında da bunu görüyorsunuz. Örneğin Hazine ve Maliye Bakanı burada, ‘Cumhuriyet döneminin bütçelerinden ve ekonomisinden ayrıldık’ dedi. Ne yaptınız? Cumhuriyet dönemi boyunca cumhuriyet 4.5 büyümüş, şimdi 5.4 büyümüş. Devasa bir fark, 0,9 puan fark yaratmışsınız. Ne pahasına yaratmışsınız peki? Özelleştirme. Bu ülkenin varını yokunu sattınız. 75 milyarı sattınız. Devasa borçlandınız. Ne pahasına? Topladığınız acımasız vergiler pahasına. Bütün bu bedellere karşılık 0,9 fark yaratmışsınız, bununla da övünüyorsunuz. Bu farkı da nasıl yarattığınıza dönüp baktığımızda hep Allah’ın lütfuyla yarattınız. Orada da acı bir tarih ve hikaye var.

Bugün kur-faiz sarmalından kurtulamamış bir ekonomi var. Cari açık var, bütçe açığı var, tasarruf açığı var. Önce kur korumalı mevduatla yama yapmayı denediniz, tutmadı. Hazine ve Maliye Bakanı değiştirdiğiniz. Şimdi Carry Trade ile yama yapacaksınız. Size üzücü haberi vereyim, o da olmayacak. Taşıma suyla değirmen dönmez. Dönse de bir süre döner sonra aslında daha büyük felaketlerin, daha büyük krizlerin oluşumuna neden olur.

Evet, Türkiye’nin borcu çok az. Bununla övündü Hazine ve Maliye Bakanı. “Bazı ülkelerin borçluluk oranı yüzde 245. Biz de çok düşük” dedi. Bu övünülecek bir şey olsa övünelim. O örnek gösterdiğiniz ülkelerde enflasyon yüzde 5’in altında. O örnek gösterdiğiniz ülkelerde işsizlik yüzde 5’in altında, yaşam standardı bize tur bindirir. Ama siz diyorsunuz ki bizim borcumuz az. Neden borcunuz az biliyor musunuz? Sermayeyi fonladığınız için borcunuz az, halkın yararını düşündüğünüz için değil. Valla biz o kadar borca razıyız, yeter ki bu kadar enflasyon olmasın, bu kadar borçlanma olmasın, bu krizler olmasın. Dolayısıyla işlediğiniz suçları bir de marifetmiş gibi gelip burada anlatmanız kabul edilebilir değil.

Bu sabah Merkez Bankası bir kez daha enflasyon tahminini değiştirdi. Yukarıya doğru. Politika iflas etmiş ama öngörü yok, tahmin yok, hesap yok! Yine yükseliyor enflasyon. Asgari ücret görüşmeleri ya da kamu emekçilerinin zamlarının belirleneceği veya emeklilere verilecek maaşların belirleneceği sırada TÜİK eliyle enflasyonu düşürmeyi başarıyordunuz. Ama bu kez onu da yapamıyorsunuz. Yani durum felaket. Bu 22 yılda, temenni metnini geçmeyen ama bir türlü de bu temennilerin hayata geçmediği 23 bütçe geride bıraktık.

Dolayısıyla 2025 yılında bizi bekleyen şey yine krizdir. Ama bu kriz sadece ekonomiden kaynaklanmıyor, ciddi bir öngörü sorunundan kaynaklanıyor. Hem ekonomide hem siyasette bunu çok net görmemiz mümkün. ‘Türkiye Yüzyılı” denen bir kavram var, çok kullanıyorsunuz, çok seviyorsunuz. Bu kavramı ne zaman ilk defa kullandınız hatırlıyor musunuz? Çözüm Sürecinde. O yıllarda Türkiye’nin 2. yüzyılının projeksiyonunu yapıyordunuz. Barış umudu yükselmişti, müzakere vardı, İmralı’nın kapıları açıktı ama tecrit devam ediyordu, bunun da altını çizelim.

O yıllarda Türkiye Yüzyılı nasıl olacak diye konuşurken, kişi başına gelirin 25 bin dolar olacağını söylüyordunuz. ‘Gayri Safi Yurtiçi Hasılamız böyle olacak’, ‘enflasyon böyle olacak’. İnanılmaz bir fotoğraf ortaya koyuyordunuz. Masayı devirdiniz, şimdi geldiğiniz noktada 12 bin 500 dolar seviyesinde kişi başına gelir. Aslında baskıladığınız dövizden dolayı orada. Dövizi baskılamasanız şu anda kişi başı gelir 9 bin dolardır. Evet, 9 bin dolar. Dolayısıyla sadece temenni metni değil mesele, aslında çarpık bir öngörü ve bir hesapsızlık burada kendini gösteriyor.

“Yapısal sorunları çözmek zorundasınız”

Sadece ekonomiden kaynaklanmıyor bu, ortada bir siyasi kriz var. Siyasi kriz ile ekonomik krizin birbiri üzerindeki etkisi bunu bu hale getiriyor. Siyasi krizin temelinde bulunan birçok sorun dile getirilebilir, ancak en belirginlerinden bir tanesi de yönetim krizi. Bir yönetememe haliyle karşı karşıyayız. Ciddi yapısal sorunları var ülkenin. Geçen yüzyıla ‘Türkiye Yüzyılı’ diyemememizin nedeni, o yapısal sorunları çözememiş olmamızdır. Yani geride bırakılan yüzyıl Türkiye Yüzyılı olamamıştır. Yeni yüzyıla bir umut yüklüyorsunuz, Türkiye Yüzyılı olsun diyorsunuz, olsun. Ancak olması için yapısal sorunları çözmek zorundasınız. Nedir o? Kürt meselesidir. Nedir o?

Cumhuriyetin demokratikleşmesidir. Nedir o? Yoksulluğun yeniden üretimine son verilmesidir. Yani yoksullukla mücadeledir. Peki, siz ne yapıyorsunuz? Oligarşinin tunç yasasını çalıştırmaya devam ediyorsunuz. Bürokratik, siyasi ve iktisadi oligarşi ayakta. Bütün yaşamı bu oligarşik akıl belirlemeye devam ediyor. Burada bir ittifak var. Bu bir suni ittifak. Bu suni ittifak, bu yapay ittifak -ki yapay zekaya da sorabilirsiniz- dağılmaya mahkum. Bu yapay ittifak dağılmadığı sürece de bu yapısal sorunları çözme şansınız yok. Bütçe yaparak, plan yaparak çözemezsiniz. Siyasete bu müdahale yapılmadığı sürece, bu krizleri çözmemiz mümkün değil. Kim yapacak bu müdahaleyi? Tabii ki halk yapacak. Yani bu oligarşik akılla ittifak yapanlar ve oligarşik aklın içine kendini yerleştirenler bu çözümü üretemezler.

Bugün Türkiye’de artı değer üzerinden baktığımızda aşırı bir sömürü var ve bir sömürgeci akıl var. Dolayısıyla hem Kürt meselesinin çözümsüzlüğü hem Cumhuriyetin demokratikleşememesi hem yoksullukla mücadele edemememizin nedeni işte bu sömürü ve sömürge aklıdır. Bu çoklu kriz ortamından çıkmanın yolu da her şeyden önce bu yapısal meselelere gerçekten çözüm üretmekten geçiyor. Kamusal tercihleri dikkate alan ve bunları bütçelere yansıtan bir yaklaşımdan bakmalıyız. Toplumsal barışın sağlanmasında kilit rolün burada olduğuna inanıyoruz.

Hep toplumsal barıştan bahsederken, sanki Kürt halkı ile Türk halkı kavgaya tutuşmuş gibi bir mesele anlatılıyor. Hayır! Türkiye’de Kürt halkı ile Türk halkı arasında bir kavga yok. Suriye’de de yok, Irak’ta da yok. Dünyanın hiçbir yerinde yok. Ama iktidarların toplumla kavgası var. Kendi kavgalarını işte bu toplumsal barışı dinamitleyerek saklamaya çalışıyorlar. Çünkü iktidarlar halklara yabancı. Kürt halkı ile Türk halkının ortak vatanda ortak kaderinde, ortak geleceğinde bir sorun yok ama sizin zihinlerinizde ciddi bir sorun var. Bu sorunu mutlaka aşacağız, bundan da kuşkunuz olmasın.

Sayın Cevdet Yılmaz, konuşmanızı dikkatle dinledim. Meclis’te bir bütçe sunumu yapıyordunuz ve verdiğiniz ilk müjde neydi? “Kırmızı Kitap’ı yeniliyoruz”. Yahu Kırmızı Kitap bir MGK aklı, bir darbe aklıdır! 60 darbesini yapanların aklıdır. 12 Mart muhtırasının aklıdır. 12 Eylül’ün aklıdır. Neden bunu yeniliyorsunuz? Bunu kaldırıp atın ki toplum kendi mutabakatı üzerinden anayasasını ve bütçesini yapabilsin. Kırmızı Kitap’ı salladığınız sürece tahditli demokrasinin, kusurlu demokrasinin ötesine geçemezsiniz. Zaten geçmek de istemiyorsunuz.

Seçim Kanunundan yakındınız. Daraltılmış bölgeyi istiyorsunuz. Yani buradaki temsiliyet sizi rahatsız ediyor. Daraltmak istiyorsunuz temsiliyeti. Kenan Evren, ‘İki buçuk parti yeter’ diyordu. Siz ‘iki parti yeter’ demeye kadar gideceksiniz. Bu temsiliyet krizini, temsiliyet alanları açarak aşmak yerine temsiliyeti daraltarak açmak istiyorsunuz. Siyasi Partiler Kanunu. Demokratikleşmiş, kendi iç yapısını demokratikleştirmiş bir siyasi partiye tahammülüz yok. Eş başkanlığa tahammülünüz yok. Belediye eş başkanlarımızı suçlamanızın nedeni bu. Yani kadın temsiliyetinin eşit şekilde sağlandığı yapılara bile tahammülünüz yok. Aslında yaşama tahammülünüz yok. Anayasadan, anayasa yapmaktan bahsediyorsunuz. Yolu böyle temizlerseniz, o yolun sonunda anayasa yapmazsınız, yapamazsınız. O yolun sonunda başka bir yere gidersiniz ki dilim el vermiyor söylemeye.

Neden böyle oluyor? Evet, oligarşi böyle çalışıyor. Ama küresel ekonomi-politiğe baktığınızda bunun nedenlerini de anlamak mümkün. Üçüncü Dünya Savaşından bahsediyoruz. Çok önceden bu konu dile getirilmişti ki hatta 99 yılında Sayın Öcalan bunu dile getirmişti. ‘Üçüncü Dünya Savaşı kapımızda, büyük risk var’ demişti. Bütün Ortadoğu halkları için ve özellikle Türkiye için ne kadar önemli riskler barındırdığını dile getirmişti. İki kutuplu dünyadan çıktığımız andan itibaren aslında yeni bir dünyanın kendi savaş algoritması oluşmaya başlamıştı. Kutupsuz dünyanın ızdırabıdır bu.

Kutupsuz dünyanın ızdırabında emperyal ilişkiler, yeni dünya düzenini belirlerken kutupsuz kaldı. Kutup lazımdı, bir kutup buldular. O uluslararası kurumlar, uluslararası bürokrasi bir kutup buldu: Terör. Kavram setine terörü yerleştirdiler ve ABD, özellikle Afganistan’dan başlayıp Suriye’ye kadar NATO’yla bütün ülkelerin jandarması oldu. Çünkü bir düşman lazım, çatışma lazım. Kavram setinin içine geldiler terörü yerleştirdiler ve dünya bu kavramı kullanarak aslında geride bıraktığımız onlarca yılı heba etti.

Bunun bedeline en çok da Ortadoğu halkları ödedi. Çünkü Ortadoğu halklarının hepsi terörist ilan edildi. Yoksulların dillerinin ve dinlerinin buluştuğu Ortadoğu coğrafyası adeta ‘Teröristan’a döndü. İnsan bu sözü Ortadoğu’ya söyleyebilir mi? Bütün bu kutsallığın topraklarına dönüp ‘Teröristan’ diyebilir misiniz hiç? Dememeniz lazım. Çünkü siz daldınız o kavram setinin içine, aynı terör kavramını yerleştirdiniz. Terör aşağı, terör yukarı… Sonra da stratejik özerklikten bahsediyorsunuz. Sizinki stratejik özerklik olmaz, sizinki savrulma olur. Bir gün NATO’da, bir gün G7’de, bir gün G20’de, bir gün G8’desiniz. Bir gün Dünya Bankası, bir gün IMF habire dolaşıyorsunuz.

Dolaştığınız bütün bu mekanların kodları değişse de hepsi kapitalist modernitenin bürokrasisidir. O bürokrasinin Ortadoğu’ya biçtiği rol bellidir. Ortadoğu’ya biçilen o rolün içinde mi olacaksınız, yoksa Ortadoğu halklarının yanında mı olacaksınız? Türkiye’nin geleceği mi sizin için önemli, yoksa emperyalistlerin geleceği mi? Türkiye’nin ve Ortadoğu halklarının geleceği mi önemli, yoksa bugün stratejik özerklik olarak önümüze gelen ama aslında IMEC Projesinin hayata geçmesi için araçsallaştırılmış bir dış politika mı önemli? Dış politika deyince bu güncelleme aklımıza geliyor.

Son günlerin moda deyimi, İngilizcesini de söyleyeyim kayda geçsin. Çünkü burada İngilizce söylendi ve söylendiğinde de nedense mikrofon kesilmedi. Update, yani güncelleme. Güncelleme mi istiyorsunuz, tamam güncelleyelim. İç ve dış politikayı güncelleyelim. O zaman dönüp bölgeye bir daha bakalım. Nasıl güncelleyeceğiz? Kavram setimizden bu terörü çıkaralım bir kere. Rojava gerçekliğine dönüp bakalım. Rojava halklarının oradaki seküler yaşamının, oradaki var ettiği demokrasinin sadece bizim için değil bütün Ortadoğu için ne kadar kıymetli olduğunu anlamaya çalışalım. Buradan başlayalım. Bu yeni kavram setidir, yeni bir politik hattır.

Bu hepimiz için iyi olandır. Çünkü hiç kimse bizim için iyi olanı ajandasına yapıp da kalkıp Ortadoğu’ya gelmez. Geliyorsa bilin ki orada hepimiz için bir kötülük vardır. Şimdi bu kötülüğü sonlandırmanın zamanıdır. Samimiyseniz, o zaman doğru yerden başlamanız lazım. Bugün doğru yer Rojava’dır. Rojava’ya kalkıp onların ajandasından bakarsanız, ‘IMEC’i kaçırdık bari inşaat sektörüyle gidelim Suriye’yi yeniden yapılandıralım’ derseniz, o tuzağa düşersiniz. O tuzağa düştüğünüz yerde de aslında sizi büyük riskler bekliyor. Kapınızdaki bu büyük riskler nedir? Savaştır. Savaş kaçınılmazdır.

“Biz öyle zihnini batıya teslim etmiş bir parti değiliz”

Afganistan’da savaş çıktığında, Ruslar Afganistan’ı işgal ettiğinde yazılan makalelere bakın. Daha o gün Suriye yazılıyordu. Kimse tınlamadı. Daha ilk Afganistan işgali sırasında Suriye üzerine makaleler yazılmaya başlanmıştı. Yahu bunları izleyin ya da izleyemiyorsanız bizi dinleyin. En azından bir olumlu adım atarsınız. Çünkü biz izliyoruz. Çünkü biz Ortadoğu halkıyız, biz Ortadoğu partisiyiz. Biz öyle zihnini batıya teslim etmiş bir parti değiliz. O yüzden izlemek, müdahale etmek zorundayız. Bütün bunların gelip yansıdığı yer tabii ki Türkiye. Gabrial Garci Marquez’in ‘Yüzyıllık Yalnızlık’ adlı romanı meşhurdur. Bizim için bir roman yazılsaydı, adı ‘Yüzyıllık Yıpranmışlık’ olurdu.

Çok yıprandık, her yapımızla yıprandık. Bütün bu yıpranmışlıktan çıkmanın yolu, bu risklere karşı ortak bir siyaseti var etmektir. Savaşa karşı barış siyasetini var etmeliyiz. Mutlaka barış siyasetinin gereği neyse bunu hayata geçirmeliyiz. Yeni mülteci riski kapımızda. Herkes mülteciler geri gidecek sanıyor, hayır, yeni mülteciler gelecek. Eğer çatışmalı ortam devam ediyorsa, demokratikleşememiş bir Suriye varsa, orada selefi-cihatçı anlayışı hakim kılacak politikaya destek veriyorsanız, hiç kuşkunuz olmasın ki yeni bir mülteci krizi kapınızda. Buradaki mültecilerin de çok büyük bir kısmı geri gitmeyecek. Kim gider böyle bir çatışmanın içine, bu riskler varken.

Bir başka risk de ekonomi üzerinde. Ekonomide yaptığınız hiçbir planlamanın tutması mümkün değil. Türkiye kırılgan ekonomiler listesinden hiç çıkmıyor, neden düşündünüz mü? Bu kadar fedakarlık, kemer sıkma, yaptırımlar ama ilk 5’te yerimizi kimseye kaptırmadan durmaya devam ediyoruz. Enflasyon, sefalet endeksi, işsizlik ne sayarsanız sayın ilk 5’teyiz, kırılganız. Çünkü bu kırılganlığı aslında kendimiz yaratıyoruz. Çözüm basit. Çok farklı yerlerde bunları aramaya gerek yok. Demokratikleşme. Her şeyin anahtarı bu. Bir demokratik ülkelere bakın, bir de otoriter rejimlerle yönetilen ülkelere bakın, fark kendisini ortaya koyuyor. Bunun için söze gerek yok. Demokratik ülkelere öykünüyorsanız gereğini yapın ama yapmıyorsunuz. Otoriter rejimle demokrasicilik oynamaya çalışıyorsunuz. Bu da sadece krizleri büyütüyor.

Kürt meselesini çözeceğiz, çözmezsek bu yapısal sorunları çözemeyiz diyoruz ama siz kayyım atıyorsunuz. Kayyım atadığınız bir yerde nasıl bir demokrasi programınız olabilir. Bu arada en son kayyım atadığınız Van Bahçesaray. 8 ay kimse gidemiyor Bahçesaray’a. Yol yapacağınıza kayyım atıyorsunuz. İşte sizin haliniz bu. Kayyım da gidemeyecek. O kayyım da 8 ay gidemeyecek, gitse de zaten gelemeyecek.

Peki, ne yapmalı? Her şeyden önce bütçe yapmalı. Bütçe yapacak iradeyi ortaya koymalı. Bütçenin demokratikleşmesi önemli bir role sahip. Bütçe yapabilmeyi başarırsak, bu sorunların birçoğunu aşabiliriz. Siyasi krizi aşabiliriz, kayyımlarla yönetilen bir ülke ayıbından kurtulabiliriz. Özgürlükleri var edebilir, vesayetten kurtulabiliriz. Vesayeti biz 2 saat önce Meclis’in kapısında yaşadık. Basın açıklaması yapacaktık. Yollara düşüp gelen arkadaşlarımızın çözüme dair yapacağı basın açıklaması, Meclis’in kapısında yapılmadı. Neden? Orada Meclis Başkanının ricasına bile saygı göstermeyen bir vesayet aklı vardı. Sayın Başkan, biz sizin hakkınızı orada savunduk. AKP’li bakanlığın yapamadığını biz orada yaptık. Savunmaya da devam edeceğiz. Neden biliyor musunuz? Çünkü seçilmişsiniz. İşte demokrasi burada. Eğer bu hakları birlikte savunacaksak var edebiliriz. Yoksa çözemeyiz.

Yoksullukla mücadele için de bütçe yapmalıyız. Bütçenin demokratikleşmesi bu ayaklar üzerinde olabilir. Bunun için yol gösterici bir program var: Radikal demokrasi, halk için bütçe, ekmek ve adalet için bütçe. Yapıyoruz. Diyeceksiniz ki bu kadar bütçe olur mu? Burada hakikatin sadeliğini görüyorsunuz. Buraya ciltler getiriyorsunuz, işe yaramıyor. Ben geçen sene Hazine ve Maliye Bakanına yaptığımız bütçeyi verdim. Tenezzül edip okusaydı, bu sene bütçe bu kadar kötü olmazdı.

Dolayısıyla hakikate kulak verin. Radikal demokrasi aslında günümüz demokrasisinin önünü açan bir anlayıştır. Katılımcı bütçe yapmalıyız, dolayısıyla demokrasiyi toplumun tüm yapılarında hayata geçirmeliyiz. O yüzden de bütçe dediğiniz şey sadece burada yapılan bir şey olmamalı. Tüm yerellerde yapılabilmeli. Yapılmış yerel bütçeler mutlaka desteklenmeli. O yüzden yerel yönetimler ve yerel demokrasi, demokrasimizin baş köşesine oturmalı. Siz baş aşağı ediyorsunuz, onu en alta alıyorsunuz. O da yetmiyor, Kürt illeri söz konusu oldu mu üzerinde tepinip bir de kayyım atıyorsunuz.

Böyle bir bütçe her şeyden önce sadece Kürt sorununu çözmekle kalmaz ekonominin de sorunlarını çözer. Hem Kürt sorunu hem ekonominin sorunları, demokratikleşme meselesinde zaten bağdaşan meselelerdir. İşsizlik sorunu dediğinizde, orada karşınıza Kürt sorunu çıkar. İşsizlik haritasına baktığınızda Kürt illeri işsizlikte ilk onda. Kürt illeri yoksullukta ilk onda. Göç vermede ilk 10’da. Neden? Çünkü Kürt sorununu çözemediniz. Çözemediğiniz için doğru ekonomik kararlar da alamıyorsunuz. Böylece de bölgesel eşitsizlik, yerinden edilmeler ortaya çıkıyor.

Kolayını bulmuşsunuz, terör! Kavram setiniz değişmiyor, kitlendiniz bir kere. Ancak buradan çıkmanın yolu barış siyasetidir. İşte o barış siyaseti, barışın ekonomisidir aynı zamanda. Bakın öyle kitlenmişsiniz ki bir örnek daha vereceğim. Van’dan bir örnek vereceğim. Bizim Muş, Van, Ağrı oralar nedense bu külfetin en çok çekildiği yerler. Burada Hakkarili arkadaşlarım da diyor ki Hakkari’yi de söyle. Evet, topyekün hepimiz. Kürt illeri söz konusu oldu mu bir farkımız yok. Tatvan’dan Van’a giderken bir tünel var.

Sayın Cevdet Yılmaz siz genelde Bingöl’den öteye geçmiyorsunuz. Bingöl Havaalanı ile Bingöl merkez arasındaki 25 -30 km yol şahane, Cumhurbaşkanı Yardımcımızın orada seyahat ederken rahatsız olmaması için. Fakat Tatvan-Van arasındaki tünelden hiç geçtiniz mi? Marmara otoyolunda dört gidiş dört dönüş tünel var. Tatvan’dan Van’a giderken 2. tüpü bile yapmamışlar. Biri gidişe biri gelişe düşüyor. Bu kadar mı ayrımcılık içinize sinmiş? Bu kadar mı Kürt düşmanısınız? Yahu yola bir tünel daha açacaksınız! Bu kadar olur! O yoldan geçtiğiniz gün ayrımcılık yaptığınızı anlayacaksınız. Bir özür borcunuz olduğunu söyleyeceksiniz.

Borçlanma, enflasyon, vergi yükü, bütün bunlara baktığınızda hepsi yoksulların üzerinde. İnsanlar borçlu ve borçlarını ödeyemiyor. Bölgeye gittiğinizde ise o insanlar 2 kat borçlu. Çünkü borcunu bir nebze ödeyecek ekonomik kaynaklardan da yoksun. Merası yok, tarlası yok, olan tarlasını ekecek parası yok; gübreyi alamıyor, elektrik faturasını ödeyemiyor. Biz bunları burada anlattıkça siz gülüyorsunuz. Gülmeyin. Ciddi şeylerden bahsediyoruz. Sorunu çözecekseniz ciddiyetle ele alın.

Hazine ve Maliye Bakanı, ‘Ben vergiyi tabana yayacağım’ dedi. Tabana yaydınız da yükü de tabana yaydınız. Biraz da tavana yayın vergiyi. Bugün gelir vergisinin yüzde 93’ü stopaj. Yüzde 7 beyana dayalı. Bu mu tabana yaymak? Bu nasıl bir anlayış? Bu vergi yükü yoksulluğun bir diğer nedeni. Enflasyon hiçbir hedefi tutmadı. Şimdi asgari ücreti konuşuyoruz. Asgari ücrete ne kadar zam yapmayı düşünüyorsunuz? Ben size söyleyeyim. En az yüzde 44 yapmalısınız ki tutarlı olasınız. Neden? Çünkü yeniden değerleme oranınız yüzde 44. Bütün vergileri yüzde 44 artırmıyor musunuz? Evet. O zaman maaşları ve ücretleri de artırın, çünkü vergi ödeyeceğiz. Bu mantık zincirini bile kuramıyorsak vay halimize! Dediğimiz gibi, bunu çözmenin yolu bütçeyi demokratikleştirmektir, bütçeyi kapsayıcı kılmaktır.

Yani bütçede engelliler olmalı. Bu bütçede engelliler yok. Bütçede sosyal yardıma muhtaç olanlara verdiğiniz rakam aylık 7 bin 500 lira. 2025 yılında sosyal yardımınız 7 bin 500 lira. Ayıptır! Utanmanız lazım. Bu ülkede sosyal yardıma o kadar çok insan var ki! Rakamını bakanlık açıkladı, 19 milyon insan sosyal yardımla yaşıyor. Yani 4 milyondan fazla aileden bahsediyoruz. Bütçeyi kadınlaştırmak gerekiyor. Toplumsal cinsiyete duyarlı bütçe yapmak zorundasınız, yaşamın yarısı kadın. Yaşamın özgürleşmesi için bütçeyi kadınlaştırmalısınız. Bütçeyi doğallaştırmanız lazım, ekolojik gelişmeye saygı göstermeniz lazım. Doğaya saygı göstermeniz lazım. Orada burada ağaç kesip yerine ağaç dikerek ekoloji olmaz. Doğaya saygı göstermeniz lazım.

Bütçeyi emekçilerin bütçesi haline getirmek lazım. Eşit yurttaşlık temelinde bir bütçe yapmak için her şeyden önce emeğin bütçesini yapmak lazım. Dışlanmış, ötekileştirilmiş, yok sayılmış kim varsa mutlaka bütçede olmalı, temsil edilmeli. Peki, bütçede nasıl temsil edilecek? Burada temsil edilirse edilecek. Seçkinlerin, erkeklerin, sağlamların, sermayenin bütçesini değil halkın bütçesini yaptığınız zaman, işte o zaman bütçe demokratikleşir, ülke demokratikleşir.

Peki, nereden başlamalı? Ne yapılması gerektiğini konuştuk ama ‘Nereden başlamalı?’ sorusuna da bir yanıt vermemiz gerekiyor. İmralı’dan başlamalı. Bu kadar net. Bütün bu hikaye, oradan başlanırsa ancak halkın ve toplumun beklentilerine yanıt verilebilir. Dolayısıyla biliyorum ki şu anda Sayın Öcalan bizi seyrediyor. Ben buradan diyorum ki Sayın Öcalan biz hazırız. Yine bütün parlamentoya ve partilere sesleniyorum: Sizler de bir an önce lütfen hazırlanın.”

Paylaşın

ABD’den “IŞİD Lideri Ebu Yusuf Öldürüldü” Açıklaması

ABD, Irak Şam İslam Devleti (IŞİD) Lideri Ebu Yusuf ve bir militanın daha öldürüldüğünü açıkladı. Açıklamada öldürülen iki IŞİD mensubu hakkında daha fazla ayrıntı verilmedi.

ABD’nin bu yıl IŞİD’le mücadele kapsamında Suriye’de bulundurduğu asker sayısını iki katına çıkardığı bildirmişti.

ABD Savunma Bakanlığı (Pentagon) Suriye’de 2 bin ABD askeri bulunduğunu, takviye askerlerin IŞİD militanlarına karşı yürütülen misyonu desteklemek üzere gönderilen geçici güçler olarak kabul edildiğini belirtmişti. Bu sayı, ABD’nin daha önce açıkladığı 900 askerin iki katından fazla.

ABD’nin Ortadoğu’daki birliklerinden sorumlu olan Merkez Kuvvetler Komutanlığı (CENTCOM) sosyal medya hesabından yaptığı açıklamada, Perşembe günü Suriye’nin doğusundaki Deyrizor vilayetinde düzenlenen saldırıda IŞİD lideri Ebu Yusuf ve bir militanın daha öldürüldüğünü bildirdi.

Saldırının “daha önce Suriye rejimi ve Ruslar tarafından kontrol edilen bir bölgede yapıldığı” kaydedilen CENTCOM açıklamasında, “Bu hava saldırısı CENTCOM’un bölgedeki ortaklarıyla birlikte teröristlerin, ABD’den, müttefiklerimizden ve ortaklarımızdan sivillere ve askeri personele yönelik saldırı planlama, organize etme ve düzenleme çabalarını bozma ve etkisiz hale getirmeye yönelik süregelen kararlılığının bir parçası” denildi.

Açıklamada öldürülen iki IŞİD mensubu hakkında daha fazla ayrıntı verilmedi. Washington, Suriye Cumhurbaşkanı Beşar Esat’ın 8 Aralık’ta Heyet Tahrir el-Şam (HTŞ) örgütü tarafından devrilmesinden bu yana yeniden güç kazanmasından endişe edilen IŞİD’e karşı askeri eylemlerini arttırdı.

Esat’ın devrildiği gün CENTCOM’un 75’ten fazla IŞİD hedefine saldırı düzenlediği açıklanmıştı. Bu hafta başında da CENTCOM, “eski rejim ve Rus kontrolündeki bölgelerde” gerçekleştirdiğini söylediği saldırılarda 12 IŞİD militanının öldürüldüğünü duyurmuştu.

CENTCOM Komutanı Erik Kurilla bugünkü açıklamasında, “Daha önce de ifade edildiği üzere, bölgedeki müttefik ve ortaklarıyla birlikte çalışan ABD, IŞİD’in Suriye’deki mevcut durumdan faydalanmasına ve yeniden yapılanmasına izin vermeyecektir. IŞİD’in şu anda Suriye’deki tesislerde tutulan 8 binden fazla üyesini gözaltından kaçırma niyeti var. Suriye dışında operasyonlar yürütmeye çalışanlar dahil bu liderleri ve unsurları yoğun şekilde hedef alacağız” dedi.

Son saldırının duyurulması, ABD’nin bu yıl IŞİD’le mücadele kapsamında Suriye’de bulundurduğu asker sayısını iki katına çıkardığını açıklamasını izledi. ABD Savunma Bakanlığı (Pentagon) Suriye’de 2 bin ABD askeri bulunduğunu, takviye askerlerin IŞİD militanlarına karşı yürütülen misyonu desteklemek üzere gönderilen geçici güçler olarak kabul edildiğini belirtti. Bu sayı, ABD’nin daha önce açıkladığı 900 askerin iki katından fazla.

Pentagon Sözcüsü Tümgeneral Pat Ryder Perşembe günü gazetecilere yaptığı açıklamada sayının ne zamandan beri 2 bin olduğunu bilmediğini ancak muhtemelen aylardır olduğunu ve Suriye Cumhurbaşkanı Beşar Esat’ın düşüşünden önceye dayandığını söyledi. Ryder, “Sayıyı bugün öğrendim… Burada durup size 900 diyen biri olarak, bu konuda elimizde ne olduğunu size bildirmek istedim” dedi.

ABD, 2014 yılında Irak ve Suriye’nin büyük bölümünü ele geçiren ancak daha sonra geri püskürtülen IŞİD’in yeniden güç kazanmasını önlemek için Suriye’de yerel güçlerle birlikte çalışan 900 askeri bulunduğunu birkaç yıl önce kamuoyuna açıklamıştı.

Başkan Joe Biden’ın yönetimi ABD askerlerinin Suriye’de kalacağını söylese de Donald Trump 20 Ocak’ta yeni başkan olarak göreve başladığında bu askerleri çekebilir. Trump ilk yönetimi sırasında ABD askerlerini Suriye’den çıkarmaya çalışmış ancak yetkililerin direnişiyle karşılaşmış ve nihayetinde bazı askerler kalmaya devam etmişti.

(Kaynak: VOA Türkçe)

Paylaşın