Gazze’de İsrail Saldırılarında Can Kaybı 50 Bin 357’ye Çıktı

Gazze Şeridi’nde İsrail saldırılarında hayatını kaybedenlerin sayısı 50 bin 357’ye yükseldi. Gazze’de İsrail saldırılarında yaralananların sayısı ise 114 bin 400’e çıktı.

Haber Merkezi / Gazze’de İsrail saldırılarında ölenlerin yüzde 70’ini çocuklar ve kadınların oluşturduğu aktarılırken, saldırılar sonucu oluşan yıkımdan dolayı çok sayıda kişinin hala enkaz altında olduğu vurgulandı.

Sivil savunma ve acil sağlık ekiplerinin bu kişilere ulaşmakta zorluk yaşadığı kaydedildi.

Ramazan Bayramı’nda, İsrail hava saldırılarında Gazze Şeridi’nde en az 80 kişi hayatını kaybetti, çok sayıda kişi de yaralandı.

İsrail ordusundan henüz saldırılarla ilgili bir açıklama yapılmadı.

11 gün önce operasyonlara yeniden başlanmasından bu yana İsrail’in hava saldırıları 1000’den fazla kişi hayatını kaybetti. Gazze’deki Filistin Sağlık Bakanlığı’na göre, 7 Ekim 2023’ten bu yana toplam can kaybı 50 bin 357’ye, yaralı sayısı ise 114 bin 400’e ulaştı.

İsrail, Hamas’la iki aylık ateşkesi bozmuş, Gazze’ye yönelik hava ve kara operasyonlarını yeniden başlatmıştı.

İsrail’in saldırıları, Hamas’ın 7 Ekim 2023’te İsrail’e düzenlediği saldırıyla başlamıştı. Saldırıda çoğunluğu sivil olmak üzere yaklaşık bin 200 kişi ölmüş, 251 kişi de rehin alınmıştı.

İsrail Savunma Bakanı İsrael Katz, İsrail’in Hamas’ın kalan rehineleri teslim etmemesi halinde, birliklerine Gazze Şeridi’nin bazı kısımlarını kalıcı olarak ele geçirme emrini verdiğini söylemişti.

Paylaşın

MHP Lideri Bahçeli’den” Yeni Anayasa” Çağrısı

Yeni anayasa için çağrı yapan MHP Lideri Devlet Bahçeli, “Cumhuriyetin temel niteliklerini koruyan, çatısının başkanlık sisteminin ana ilkelerince örüldüğü, milli ve katılımcı, kapsayıcı demokratik yeni bir anayasa ile darbe kalıntıları tamamen temizlenebilecektir” dedi.

Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) Genel Başkanı Devlet Bahçeli, ülke gündemine ilişkin TÜRKGÜN gazetesine değerlendirmelerde bulundu. Bahçeli, şunları kaydetti:

“Terörsüz Türkiye hedefimiz inşallah gerçeğe dönüşmektedir. Türkiye çok şükür milli birliğin tahkim olduğu, barış ve huzurun kalıcılaşacağı bir döneme girmiştir. Yeni bir siyasi ve toplumsal hayat vasat bulmaktadır. İmralı’nın 27 Şubat’ta DEM Parti heyeti aracılığı ile yaptığı PKK’ya tüm bileşenleriyle silah bırakma ve kendisini feshetme çağrısı tarihi bir dönüm noktasıdır. Milletimiz umutlu bir bekleyiş içerisindedir.

Bu beklentiyi hüsrana değil, sevince dönüştürmek elimizdedir. ‘Neyi, nasıl yaparsak milletimizin hayrına olur’ düşüncesiyle hareket etmek durumundayız. Yol haritamızı bu doğrultuda hukuk, ahlak ve demokratik siyaset çerçevesinde belirleyip iyi niyetle uygulamalıyız. O takdirde yeni bir Türkiye’yle, güvenlikli, huzurlu yeni bir hayatla buluşmamız mümkün olabilecektir.

Terörsüz Türkiye demokrasinin daha güçlendiği bir Türkiye olacaktır. Yeni bir dünya düzeninin şekillendiği dönemde bu gelişmeyi Türkiye için bir fırsata dönüştürmek mümkündür. Elbet terörsüz Türkiye’den rahatsızlık duyanlar da devrededir. Terörden, terörün kanlı elinden, bölücülük melanetinden çıkar devşiren odaklar süreci enfekte etmenin yarışındadır. O sebeple barış ve huzurun inşasında herkese sorumluluk düşmektedir.

Başarmak için dezenformasyonlara, tahriklere, yalan ve iftiralara kulak asmadan kararlı bir tavır gösterilmesi şarttır. Toplumsal barışın güçlendirilmesi ve kutuplaşmanın azaltılması için siyasi aktörlerin kapsayıcı bir dil kullanmasına ihtiyaç vardır. Kullanılacak dilin devletimizin bekasından, milli birlik ve beraberlikten, huzur ve barıştan yana olması tahrikleri boşa çıkaracaktır.

İhtiyacımız; çatışmacı değil uzlaşmacı, ayrıştırıcı değil bütünleştirici, kavgacı değil barışçı, ötekileştirici değil kucaklayıcı, bölen değil birleştiren, kaostan değil huzurdan beslenen bir anlayışa, Türkiye’yi ve Türk milletini geleceğe birlikte taşıma iradesinedir. Takdirle ifade etmek gerekir ki TBMM’nde temsil edilen siyasi partilerin ve siyasetin büyük bir ekseriyeti toplumsal uzlaşmaya dönük mutabakattan yanadır.

Kuşkusuz büyük değişimler fırsatlarla birlikte riskleri de içermekte, bu nedenle birçok dinamiğin dikkatli yönetilmesini zaruri kılmaktadır. Bu kapsamda öncelikle İmralı’nın çağrısında yer aldığı üzere silahlar bırakılmalı, süratle kongreyi toplayıp PKK’nın tüm bileşenleriyle tasfiye edilme kararı hayata geçirilmelidir.

Türkiye için tarihi bir fırsat olan PKK’nın silah bırakması ve fesih sürecinin uzun vadeli beklenen başarıya ulaşması için siyasi, ekonomik ve toplumsal açıdan yeni atılımlar ve kapsamlı reformlarla milli birliğimiz daha da güçlendirilmeli, toplumsal uzlaşı, adalet ve eşitlik esas olmalıdır. Bunu mümkün kılacak siyasi ve sosyal şartlar mevcuttur. Yönetim sistemimiz etkinlik ve esneklik sağlayabilecek özelliktedir.”

“Türkiye prangalarını söküp atmıştır”

“Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemiyle birlikte parlamenter sistem döneminde yaşanan anti demokratik süreçler, muhtıra ve darbeler dönemleri kapanmış, Türkiye prangalarını söküp atmıştır” ifadelerini kullanan Bahçeli, açıklamasına şöyle devam etti:

Cumhuriyetimizin yeni yüzyılına girdiğimiz süreçte bugün bölücü terör prangasından da tümüyle kurtulmak, terörsüz Türkiye’yi inşa etmek vaktidir. Yeni bir toplumsal sürece girdiğimiz dönemde, demokratik olgunluk ve uzlaşı kültürünün egemen olduğu, dışlayıcı ve ötekileştirici söylem ve üslubun törpülendiği, Türkiye’nin millî ve manevî değerlerinin ortak payda olarak kabul edildiği bir siyaset anlayışının hâkim kılınmasını önemli bulmaktayız.

Önümüzdeki süreçte siyasi, sosyal ve ekonomik hayata yönelik bir uzlaşma zemini oluşturulabilecek, birlikte yaşama iradesini güçlendirilebilecek aynı zamanda da gelişmiş bir ülke hedefine odaklanılabilecektir. Bu zemin çerçevesi; öncelikle Türkiye Cumhuriyeti’nin beka ve birliğini azim ve sadakatle savunarak, ülkemizin geleceğini millet iradesinden aldığı güçle güvenceye kavuşturacak, demokrasi, insan hakları ve hukukun üstünlüğüne, milli birlik ve kardeşlikte uzlaşmaya açılan bir siyasetin şekillenmesidir. Zira tüm partilerin bir ‘Türkiye Partisi’ olarak siyaset yapması Türk toplumunun tüm unsurlarıyla kaynaşması için de oldukça önemlidir.”

Türkiye’nin bugüne kadar önemli demokratik ve ekonomik reformlara imza attığını anımsatan Bahçeli, şu ifadeleri kullandı: “Bize göre Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sisteminin yönetim istikrarını, temsil adaletini ve uzlaşma kültürünü tesis eden yapısını daha da kurumsallaştıracak atılımları yapmak 28’nci dönem TBMM’nin önemli bir sorumluluğudur. Bu kapsamda; devletimizin kuruluş ilkelerini, Cumhuriyetin temel niteliklerini koruyan, çatısının başkanlık sisteminin ana ilkelerince örüldüğü, milli ve katılımcı, kapsayıcı demokratik yeni bir anayasa ile darbe kalıntıları tamamen temizlenebilecektir.

Siyasi partiler ve seçim kanunlarında siyaset alanını genişletecek, katılımı artıracak, parti içi demokrasiyi güçlendirecek, parti üyeliğini sağlam teminatlara bağlayacak, siyasette etik ve ilkeyi hâkim kılacak değişiklikler hayata geçirilebilecektir. Toplumsal temsili her alanda yaygınlaştıracak, yasama yürütme ilişkisini güçlendirecek, denge ve denetimi daha da etkinleştirecek düzenlemeler yapılabilecektir.

Bu kapsamda yasama yürütme ilişkilerine, yürütmenin kapsayıcılığına, yargının bağımsız ve tarafsızlığına, katılımcılığa ve temsil adaletine, aynı zamanda da yönetim istikrarına uygun düzenlemeler yapılabilecektir.

TBMM İçtüzüğünde yasama kalitesini artıracak, yasa yapımında katılımcılığı sağlayacak, etkin işleyen bir yasama faaliyetine imkan veren değişiklikler hayata geçirilebilecektir. Sağlam teminatlara bağlanmış bir yargı bağımsızlığı demokratik rejim için hayati önemdedir. Bu kapsamda insan odaklı hizmet, hak ve özgürlüklerin daha etkin korunması, yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığının geliştirilmesi, hukuk güvenliğinin güçlendirilmesi, adalete erişimin kolaylaştırılması, makul sürede yargılanma hakkının gözetilmesi ve yargıya güvenin arttırılmasını sağlayacak adımlar süreklilik içinde atılabilecektir.

Demokratikleşmeye dönük adımlara, milletimizi çağdaş medeniyetler seviyesine ulaştırma gayesi olarak bakılarak, etnik siyasetin taleplerini aşan bir siyaset tarzıyla bakılabilecektir. İmralı çağrısında yer alan ‘kültüralist politikalar dahil hiçbir talep söz konusu değildir’ söylemi çerçevesinde devletin atacağı adımlar etnik değil insani düzlemde ve herkese göre olmalıdır.

MHP siyaseti, milletin huzur ve refahının teminine yönelik politikaların geliştirilmesinin yolu olarak görmektedir. Bu anlayış, Türk milletinin tarih ve kültür potasında erittiği değerler bütününü esas alan ‘kapsayıcı, kucaklayıcı ve uzlaşmacı’ tavrımızın yansımasıdır. O sebeple terörsüz Türkiye sürecinde tüm vatandaşlarımızı ‘Her şeyden önce Türkiye’ ve ‘Herkes eşittir Türkiye’ anlayışı ile ‘millî birlik ve kardeşlikte buluşmaya, Türkiye’nin kutlu geleceğini hep birlikte inşa etmeye’ çağırıyoruz.”

Paylaşın

Sezgi Felsefesi Nedir: Altı Filozofun Düşünceleri

Sezgi, genellikle bir şeyin doğrudan, aracısız ve anlık bir şekilde kavranması olarak tanımlanır. Sezgi felsefesi ise, bilgiye ulaşmada sezginin rolünü ele alan ve onu akıl, mantık veya duyusal deneyim gibi diğer bilgi kaynaklarıyla karşılaştıran bir düşünce alanıdır.

Haber Merkezi / Felsefede sezgi, farklı filozoflar tarafından farklı şekillerde ele alınmış ve değerlendirilmiştir.

Antik Yunan düşünürü Platon’un idea teorisinde “sezgi” önemli bir yer tutar. Platon’a göre, gerçek bilgi duyusal dünyadan değil, idealar dünyasından gelir ve bu bilgiye sezgisel bir kavrayışla ulaşılır. Akıl yürütme, bu sezgisel hakikati açığa çıkarır.

Modern felsefenin kurucularından Rene Descartes, sezgiyi “zihnin saf ve dikkatli bir kavrayışı” olarak tanımlar. Descartes’a göre, bazı temel gerçekler (örneğin, “Cogito, ergo sum” – Düşünüyorum, öyleyse varım) sezgiyle açık ve seçik bir şekilde bilinir.

Immanuel Kant, sezgiyi duyusal algının temel bir bileşeni olarak görür. Ancak bu, modern anlamda “sezgi”den farklıdır; Kant için sezgi, duyuların ham verisini zihne sunar ve bilgi, bu verinin aklın kategorileriyle işlenmesiyle oluşur.

20. yüzyılın önemli sezgi filozoflarından Henri Bergson, sezgiyi analitik akıldan üstün tutar. Bergson’a göre, akıl dünyayı parçalara ayırarak anlamaya çalışırken, sezgi yaşamın akışını ve sürekliliğini (duration) bütüncül bir şekilde kavrar. Bergson’a göre, gerçeklik ancak sezgiyle tam anlamıyla anlaşılabilir.

Modern felsefede ve bilişsel bilimlerde, sezgi genellikle bilinçdışı süreçlerle ilişkilendirilir. Psikologlar, sezgisel yargıların geçmiş deneyimlerin hızlı bir sentezi olduğunu öne sürerken, bazı filozoflar bunun rasyonel düşünceye alternatif değil, tamamlayıcı olduğunu savunur.

Immanuel Kant’ın Aşkın İdealizmi

Immanuel Kant’ın Aşkın İdealizmi, onun felsefi sisteminin temel taşlarından biridir ve özellikle Saf Aklın Eleştirisi (1781, 1787) adlı eserinde detaylı bir şekilde ortaya konur. Kant’ın teorisi, bilginin doğası, gerçekliğin algılanışı ve insan zihninin rolü üzerine devrim niteliğinde bir yaklaşımdır.

Kant, aşkın idealizmiyle rasyonalizm ile ampirizm arasındaki çatışmayı uzlaştırmayı amaçlar ve “Kopernik Devrimi” olarak adlandırılan bir dönüşüm önerir: Gerçekliği anlamak için nesnelerin bize uyum sağlaması yerine, bizim zihnimizin nesneleri algılama biçimimize nesnelerin uyum sağladığını savunur.

Henri Bergson’un Sezgisel Yöntemi

Henri Bergson’un sezgisel yöntemi, onun felsefi sisteminin temel taşıdır ve özellikle Yaratıcı Evrim (1907) ile Metafiziğe Giriş (1903) gibi eserlerinde detaylı bir şekilde geliştirilmiştir. Bergson, sezgiyi, bilginin doğası ve gerçekliğin kavranışı üzerine yenilikçi bir yaklaşım olarak öne çıkarır.

Sezgisel yöntem, analitik aklın ve bilimsel düşüncenin sınırlarını aşarak, yaşamın akışkan, dinamik ve sürekli değişen doğasını (duration – süre) doğrudan kavramayı amaçlar. Bergson’a göre, gerçeklik, mekanik ve statik bir yapıdan ziyade yaratıcı bir evrim sürecidir ve bu gerçeklik, ancak sezgiyle tam anlamıyla anlaşılabilir.

Edmund Husserl’in Fenomenolojik Sezgisi

Edmund Husserl’in fenomenolojik sezgisi, onun fenomenoloji felsefesinin temel bir unsuru olarak ortaya çıkar ve özellikle Mantıksal Araştırmalar (1900-1901) ile Fenomenolojinin İdeaları (1913) gibi eserlerinde sistematik bir şekilde geliştirilmiştir.

Husserl, fenomenolojiyi “şeylerin kendisine dönmek” ilkesiyle tanımlar; bu, önyargılardan, teorilerden ve varsayımlardan arınarak, bilincin deneyimlerini doğrudan ve saf bir şekilde incelemeyi amaçlar. Fenomenolojik sezgi, bu süreçte bilincin nesneleri kavrama yetisi olarak merkezi bir rol oynar ve Husserl’in “özgörme” ya da “eidetik sezgi” dediği kavrayışla bağlantılıdır.

Rudolf Steiner’ın Manevi Bilimi

Rudolf Steiner’ın Manevi Bilimi (veya diğer adıyla “Ruh Bilimi”), onun geliştirdiği antropozofi felsefesinin temelini oluşturan bir yaklaşımdır. Steiner, bu kavramı, insanın fiziksel dünyayı aşan ruhsal boyutlarını ve evrenle olan ilişkisini anlamaya yönelik bir yöntem olarak tanımlar.

Antropozofi, “insan bilgeliği” anlamına gelir (Yunanca anthropos – insan ve sophia – bilgelik) ve Steiner’ın hem bilimsel hem de manevi bir araştırma yolu olarak sunduğu bir disiplindir. Manevi Bilim, duyularla algılanan maddi gerçekliğin ötesine geçerek, insanın ruhsal doğasını ve kozmik bağlantılarını sezgisel bir kavrayışla keşfetmeyi amaçlar.

Soren Kierkegaard’ın Varoluşsal Sezgisi

Soren Kierkegaard’ın varoluşsal sezgisi, onun felsefi yaklaşımının temelinde yer alan ve bireyin öznel deneyimlerini, özellikle de varoluşsal kaygı, inanç ve özgürlük gibi temaları merkeze alan bir kavramdır. Kierkegaard, genellikle modern varoluşçuluğun babası olarak kabul edilir ve felsefesi, sistematik ve nesnel akıl yürütmeden ziyade bireyin içsel yolculuğuna odaklanır.

Onun sezgisi, insanın kendi varlığını anlamaya yönelik derin bir içgörü ve doğrudan bir kavrayış olarak ortaya çıkar; bu, soyut spekülasyonlardan veya evrensel hakikatlerden çok, bireysel varoluşun somut gerçekliğiyle ilgilidir.

Gaston Bachelard’ın Epistemolojik Sezgisi

Gaston Bachelard’ın epistemolojik sezgisi, onun bilim felsefesi ve bilgi teorisi alanındaki yenilikçi yaklaşımının temel bir unsuru olarak ortaya çıkar. Fransız filozof ve bilim tarihçisi olan Bachelard, özellikle Bilimsel Zihnin Oluşumu (1938) ve Yeni Bilimsel Tin (1934) gibi eserlerinde, bilimin gelişimini ve bilimsel bilginin doğasını anlamak için sezgisel bir bakış açısı sunar.

Bachelard’ın epistemolojik sezgisi, bilimsel aklın statik bir yapı olmadığını, aksine dinamik, yaratıcı ve sürekli dönüşen bir süreç olduğunu vurgular. Bu yaklaşım, bilimsel ilerlemeyi anlamada sezgisel kavrayışın rolünü merkeze alır ve geleneksel pozitivist yaklaşımlara meydan okur.

Paylaşın

Otomotiv Sektörü: Yabancı Şirketler Türkiye’den Çıkış Hazırlığında

TAYSAD Eski Başkanı Albert Saydam, Türkiye’de uzun yıllardır faaliyet gösteren bazı küresel otomotiv tedarikçilerinin, artan maliyetler ve azalan rekabet gücü nedeniyle Türkiye’deki yatırımlarını gözden geçirdiğini açıkladı.

Albert Saydam, “Yıllardır Türkiye’de üretim yapan, binlerce çalışanı bulunan ve alanında küresel lider konumunda olan bazı firmalar, yönetim kurulu düzeyinde Türkiye’deki varlıklarını sorgulamaya başladı. Hatta bu firmalardan biri, gelecek yıl fabrikalarından birini kapatmayı değerlendiriyor” dedi.

Taşıt Araçları Tedarik Sanayicileri Derneği (TAYSAD), Türk otomotiv sektörüne ilişkin kritik uyarılarda bulundu. Derneğin yeni başkanı Yakup Birinci ve eski başkanı Albert Saydam, İstanbul’da düzenledikleri basın toplantısında hem üretim verilerine dair endişeleri hem de yabancı sermayeli firmaların Türkiye’deki varlıklarını gözden geçirmeye başladığını duyurdu.

Yakup Birinci, küresel ekonomide yaşanan dalgalanmalar, ticaret savaşları ve arz zinciri sorunları nedeniyle dünya genelinde otomotiv üretiminin beklenen 100 milyon adedin altında, 92-93 milyon adet bandında seyrettiğini ifade etti. Bu küresel daralma karşısında Türkiye’nin üretim kapasitesinde düşüş eğilimi gösterdiğine dikkat çekti.

Ekonomim’in haberine göre; Birinci, “Şu anda üretim 1,8 milyon adet civarında seyrediyor. Ancak bu rakamın 2026 yılında 1,4 milyon adede kadar düşme riski bulunuyor. Türkiye’nin toplam pazardaki payı azalıyor. İç pazarın daralması da bu düşüşte belirleyici faktörlerden biri,” dedi. Sektör için “tehlike çanları çalıyor” uyarısında bulunan Birinci, rekabet gücünün korunamaması halinde Türkiye’nin küresel sıralamadaki konumunun sarsılabileceğini vurguladı.

Türkiye’nin 2025 yılında ilk kez küresel otomotiv üretiminde ilk 10 ülke arasına girmesinin mümkün olduğunu belirten Birinci, bu başarının kalıcı hale gelmesi için yıllık üretimin 2 milyon adete yaklaşması gerektiğini söyledi. “Aksi takdirde 10’unculuktan bir anda 15’inci sıraya düşmek işten bile değil” ifadelerini kullandı.

“Firmalardan biri, gelecek yıl fabrikalarından birini kapatmayı değerlendiriyor”

TAYSAD Eski Başkanı Albert Saydam ise Türkiye’de uzun yıllardır faaliyet gösteren bazı küresel otomotiv tedarikçilerinin, artan maliyetler ve azalan rekabet gücü nedeniyle Türkiye’deki yatırımlarını gözden geçirdiğini açıkladı. Saydam, “Yıllardır Türkiye’de üretim yapan, binlerce çalışanı bulunan ve alanında küresel lider konumunda olan bazı firmalar, yönetim kurulu düzeyinde Türkiye’deki varlıklarını sorgulamaya başladı. Hatta bu firmalardan biri, gelecek yıl fabrikalarından birini kapatmayı değerlendiriyor” dedi.

TAYSAD yönetimi, üretimde sürdürülebilirliği sağlamak ve Türkiye’yi küresel otomotiv değer zincirinde üst sıralarda tutabilmek için devlet destekli yapısal reformlara ihtiyaç olduğunu vurguladı. Kur, enerji, iş gücü maliyetleri ve yatırım ortamının yeniden ele alınması gerektiği ifade edildi.

Paylaşın

Madara Atlısı: Avrupa’da Türünün Tek Örneği

“Madara Süvarisi” ya da “Madara Binicisi” olarak da bilinen Madara Atlısı, Bulgaristan’ın kuzeydoğusunda, Şumen yakınlarındaki Madara köyü civarında bulunan tarihi bir kaya kabartmasıdır. 

Haber Merkezi / Madara Atlısı, 100 metre yüksekliğindeki bir kayalığın yaklaşık 23 metre yukarısına oyulmuştur. Kabartma, bir atlı figürünü tasvir eder; atlı, mızrağıyla bir aslanı vururken, önünde uçan bir kartal ve peşinden koşan bir köpek de sahnede yer alır. Bu kompozisyon, genellikle zafer ve güç sembolü olarak yorumlanır.

Yüzyılın başlarında, Birinci Bulgar Devleti’nin kuruluşundan kısa bir süre sonra yapıldığı tahmin edilen Madara Atlısı, Bulgar tarihinin ve kültürünün önemli bir simgesidir.

Birçok tarihçi, kabartmanın Han Tervel’i temsil ettiğini ve 705 yılında Bizans İmparatoru II. Justinianus’a yardım ederek kazanılan zaferi kutladığını öne sürer. Anıtın etrafındaki Yunanca yazıtlar da bu döneme dair bilgiler sunar ve Bulgar hanları Tervel, Krum ve Omurtag’dan bahseder.

Madara Atlısı, Avrupa’da Erken Orta Çağ’dan kalma tek kaya kabartması olmasıyla eşsizdir ve bu özelliğiyle 1979 yılında UNESCO Dünya Mirası Listesi’ne alınmıştır. Bulgaristan’ın milli sembollerinden biri olarak kabul edilir ve ülkenin kültürel kimliğinde önemli bir yer tutar.

Paylaşın

Alzheimer, Basit Bir Testle Erken Teşhis Edilebilir

Bilim insanları, Alzheimer hastalığı riski altında olanları, semptomlar ortaya çıkmadan yıllar önce tespit etmek için evde uygulanabilen bir test geliştirdiler.

Haber Merkezi / ABD’deki Massachusetts General Hospital tarafından yapılan yeni bir araştırmada, farklı kokuları tanımlama ve hatırlama özelliğinin bilişsel gerileme için bir uyarı işareti olabileceği keşfedildi.

Bilim insanları, araştırma kapsamında, AROMHA adlı evde uygulanabilen bir koku testi geliştirdiler.

Bu test, katılımcıların kokuları ayırt etme, tanıma ve hatırlama özelliklerini değerlendiriyor. Bulgular, bilişsel bozukluğu olan yetişkinlerin bu testte daha düşük skorlar aldığını ve bu yöntemin Alzheimer gibi nörodejeneratif hastalıkların erken belirtisi olabileceğini gösteriyor.

Bilim insanları, kokuyu işlemekten sorumlu beyin bölgelerinin Alzheimer hastalığından ilk etkilenenler arasında olması nedeniyle kokuya odaklanmayı seçtiler.

Araştırma, bu beyin bölgelerinin Alzheimer hastalığına işaret eden değişiklikleri, hafıza sorunlarının başlamasından 15 ila 20 yıl önce başlayarak, semptomlar ortaya çıkmadan çok önce gösterebileceğini vurgulamakta.

Öte yandan test, Alzheimer dışında diğer demans türleri veya koku kaybına yol açabilecek farklı durumlar (örneğin, sinüzit veya Parkinson) arasında ayrım yapmada tek başına yeterli değil. Bu yüzden tanı için ek testlerle desteklenmesi gerekiyor.

Test nasıl uygulanıyor?

Katılımcıya bir dizi koku örneği (örneğin, nane, tarçın, limon gibi) sunulur. Katılımcıdan bu kokuları koklaması, tanımlaması ve bazen bir süre sonra hatırlaması istenir. Performans, yaşa ve cinsiyete göre standart bir skalaya göre değerlendirilir.

Paylaşın

CHP’den “Ekrem İmamoğlu Ve Erken Seçim” İçin İmza Kampanyası

Cumhuriyet Halk Partisi (CHP), İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) Başkanı ve CHP’nin Cumhurbaşkanı adayı Ekrem İmamoğlu’nun serbest bırakılması ve erken seçim düzenlenmesi talebiyle imza kampanyası başlattı.

İmamoğlu’nun memleketi olan Trabzon’un Akçaabat İlçesi, Cevizli Köyü’nde tutuklu İBB Başkanı’nın babası Hasan İmamoğlu, oğulları Mehmet Selim ve Semih ile bayram namazı kılan Özel’in başlattığı kampanya kapsamındaki ilk imzayı 93 yaşındaki Rükiye Köroğlu attı. Ardından da CHP lideri Özel imza verdi.

Kılınan bayram namazının ardından gazetecilere açıklamada bulunan Özel, şu ifadeleri kullandı: “Tüm Türkiye’nin birleştiği, kucaklaştığı, küslüklerin unutulduğu bu bayram ülkemize büyük bir ayrılık yaşandırılıyor.

19 Mart günü başlayan bir süreçle, bu toprakların, bu memleketin oğlu Ekrem İmamoğlu, Türkiye’nin bir sonraki Cumhurbaşkanı olacağına inandığımız, 15,5 milyon kişinin oy kullanarak adaylaştırdığı Ekrem İmamoğlu, kendisini sevenlerden, babasından, evlatlarından, eşinden, dostundan, köylülerinden uzak tutuluyor.

Biz de bugün onun gelemediği köyüne hep beraber geldik, namazımızı kıldık, onun hemşerileriyle bayramlaştık ve buradan bir büyük kampanyayı başlatmaya geldik.

Caminin dışına çıktığımda Rukiye Teyzem geldi, 96 yaşında. Rukiye Köroğlu. Dün akşam hiç uyumadım, sabahı bekledim. Seni görmeye, Ekrem oğlum için ilk imzayı ben vermeye geldim dedi. Bu anlamlı, bu önemli imzayı buradan ilk kez Rukiye anneden alacağız. Sonra kendi köylülerinden, Akçaabatlılardan, Trabzonlulardan, dalga dalga bütün Türkiye’ye bu imza kampanyası yayılacak.

Ekrem Başkan’ın özgürlüğü için, Türkiye’nin güzel yarınlara, aydınlık yarınlara, yoksulluğun ortadan kalkacağı, işsizliğin ortadan kalkacağı yarınlara herkesin kavuşması için adayımızı talep ettiğimiz ve önümüze sandığın gelmesini istediğimiz imza kampanyasını başlatıyoruz.”

Özgür Özel daha sonra Trabzon Meydanı’na geldi. Burada kitleye konuşan Özel’in hedefinde Erdoğan vardı. Özel, “Ekrem İmamoğlu’nun suçu Tayyip Erdoğan’ın rakibi olmaktır” dedi. “Hepimiz biliyoruz ki Ekrem İmamoğlu’nun içeriye atılmasının sebebi geçmişte Tayyip Bey’i yenmiş olması, gelecekte de onu yenecek güçte, dirayette, kararlılıkta bir aday olmasıdır.” diye konuştu.

Özel şunları söyledi: “Bakanlarının yatak odalarından ayakkabı kutularıyla paralar çıkanlar, kendi çocuğu ile sıfırlamaları konuşanlar, bir yüzükle siyasete girip bugün yedi sülalesini zenginleştirenler Ekrem İmamoğlu’na tutup da hırsız, yolsuz diyemez.

Eğer bir belediyede kent rantını, kişisel ranta çevirmek nedir diye merak eden varsa bunu en başta AKP’nin Ankara Büyükşehir Belediye Başkanlığını 25 yıl yapan ve Bülent Arınç’ın deyimiyle ‘Ankara’yı parsel parsel satan’ Melih Gökçek’e sonra İstanbul’u yıllarca yönettirdiklerine soracaklar.

‘Bu kente biz ihanet ettik’ diyen Recep Tayyip Erdoğan’ın Beylikdüzü’nü dört katlık imarla yemyeşil tutan Ekrem İmamoğlu’na söyleyecek tek bir sözü yoktur. Bu bayram Ankara’daki bütün bayramlaşmalardan çekildik. Bu bayram evlatlarımız hapisteyken, Ekrem İmamoğlu için ‘Her şey çok güzel olacak’ diyen Berkay’ımız hapisteyken, binlerce öğrenci hapisteyken, gözaltındayken, mahkeme koridorlarındayken bu bayram bize bayram olarak değil hüzün olarak gelmiştir.”

Özel’e burada Erdoğan’ın affettiği 10 hükümlü arasında Hizbullahçıların olması da soruldu. “Erdoğan’ın iki Hizbullah hükümlüsünün kalan cezalarını affetmesini nasıl değerlendirdiği” sorusuna Özel, şu yanıtı verdi:

“Cumhurbaşkanının sağlık gerekçeleri ile af yetkisini kullanması Anayasa’da tanımlanan bir hak. Biz bugün Cumhurbaşkanı son günlerde yaşananları, gözü yaşlı anneleri, 16 yaşında çocukları, onları evde bekleyen küçük kardeşlerinin gözyaşlarını görür, babaların bugün bayram sofrasında evladının yerinin boş kalmasına gönüllerinin razı olmadığını görür, hiç olmazsa tutukluluklara itirazlar var bu konuda bir kendi niyetini ifade etse, dese ki ‘gençler bayramda evlerinde olsalar iyi olur’ dese onun talimatıyla iş görenler gereğini yapar diye düşünüyorduk.

Ama maalesef o günahsız, elinde kir, kan olmayan tertemiz evlatları aileleri buluşturacağına; Hizbullahçı terör örgütünün, domuz bağcıların, elinde kan olanların, kir olanların affedilmesini tercih etti bu bayram gününde. Erdoğan’a şu kadarını söylüyoruz; zulüm ile abad olunmaz. Bu kadar zulmün sonu felakettir. Bu ülkeyi bir felakete sürükleme, bu ülkenin gencecik evlatlarına zulmetmeyi bırak. İstediğin kadar kötülük yap bu iyiliğe, annelerin gözyaşlarına, küçük kardeşlerin, ninelerin dualarına yenileceksiniz, yenileceksiniz, yenileceksiniz.”

Haftada iki miting

CHP Lideri Özgür Özel, sosyal medya hesabından yaptığı açıklamada ise bundan sonra her hafta sonu farklı bir ilde, her çarşamba da İstanbul’un bir ilçesinde miting düzenleyeceklerini duyurdu.

“Ben milletim, milli iradeyim! Adayımı bırak, sandığı getir! Adayımı yanımda, sandığı önümde istiyorum!” ifadelerini kullanan Özel, “Bundan sonra her hafta sonu farklı bir ilimizde, her çarşamba İstanbul’un bir ilçesinde gece mitinginde meydanlarda olacağız! Miletin önünde hiçbir güç duramayacak!” dedi.

Paylaşın

Aşırı Tuz Tüketimi Yüzde Şişkinliğe Neden Olabilir Mi?

Yüksek sodyumlu bir beslenme sadece kan basıncını yükseltmekle kalmaz, aynı zamanda cilt sağlığını da etkiler. Yeni yapılan bir araştırmaya göre, aşırı tuz tüketimi ciltte ve yüzde şişkinliğe neden olabilir.

Haber Merkezi / Aşırı tuz tüketimi, vücudun sodyum seviyesini dengelemek için daha fazla su tutmasına neden olur ve bu da özellikle göz, yüz, eller veya ayaklarda şişkinliğe yol açar. Tuz tüketimi ile cilt şişkinliği arasındaki bağlantı çeşitli şekillerde ortaya çıkar.

Yetişkinler günlük ortalama 4.310 mg sodyum tüketir; bu, Dünya Sağlık Örgütü’nün önerdiği 2.000 mg sınırının iki katından fazladır.

Çok fazla tuz tüketmek susuzluğa yol açabilir, bu da vücudun su tutmasına ve gözle görülür şişkinliğe neden olabilir. Yüksek sodyum alımı ayrıca iltihaplanmayı tetikleyerek özellikle göz altı gibi hassas bölgelerde sıvı birikmesine yol açabilir.

Cilt şişkinliğinin diğer nedenleri nelerdir?

Cilt şişkinliği veya yüz şişkinliği başka faktörlerden de kaynaklanabilir.

Susuzluk (Dehidrasyon): Yeterince su tüketilmediğinde, vücut su kaybını önlemek için mevcut suyu tutabilir, bu da şişkinliğe yol açabilir.

Hormonal değişiklikler: Adet dönemi, hamilelik veya hormon tedavileri gibi durumlar su tutulmasını artırabilir, özellikle yüzde ve ellerde şişkinlik görülebilir.

Alkol tüketimi: Alkol, vücudun su dengesini bozarak dehidrasyona ve ardından ödem oluşumuna neden olabilir.

Alerjiler: Polen, toz, gıda alerjileri veya cilt ürünlerine tepki gibi alerjik durumlar, yüzde ve diğer bölgelerde şişkinliğe yol açabilir.

Uyku eksikliği: Yetersiz uyku, lenfatik sistemin düzgün çalışmasını engelleyerek sıvı birikimine ve şişkinliğe neden olabilir.

Böbrek sorunları: Böbrekler sıvı dengesini düzenleyemediğinde ödem oluşabilir.

Kalp yetmezliği: Dolaşım sorunları sıvı birikimine yol açabilir.

Tiroid hastalıkları: Hipotiroidizm gibi durumlar ciltte şişkinlik yaratabilir.

İlaçlar: Kortikosteroidler, doğum kontrol hapları veya bazı tansiyon ilaçları gibi yan etkisi su tutulumu olan ilaçlar şişkinliğe neden olabilir.

Yüksek karbonhidrat tüketimi: Fazla karbonhidrat, glikojen depolanırken su tutulmasına yol açabilir.

Enfeksiyon veya yaralanma: Ciltte lokal bir enfeksiyon, böcek ısırığı veya travma, o bölgede şişkinliğe sebep olabilir.

Lenfatik sistem sorunları: Lenf dolaşımının bozulması (örneğin lenfödem) sıvı birikimini artırabilir.

Cilt şişkinliği nasıl tedavi edilir?

Cilt şişkinliği (ödem) tedavisi, altında yatan nedene bağlı olarak değişir. Eğer ciddi bir sağlık sorunundan kaynaklanmıyorsa, evde uygulanabilecek bazı yöntemler ve yaşam tarzı değişiklikleri genellikle yardımcı olabilir.

Evde uygulanabilecek yöntemler:

Su içmek: Dehidrasyonu önlemek ve vücudun fazla sodyumu atmasına yardımcı olmak için bol su tüketilmeli.

Tuz alımını azaltmak: İşlenmiş gıdalar, fast food ve aşırı tuzlu yiyeceklerden kaçınılmalı.

Soğuk kompres: Yüzdeki şişkinliği azaltmak için soğuk bir bez veya buz paketi (bir havluya sarılı) uygulanmalı. Bu, kan dolaşımını düzenler ve sıvı birikimini azaltabilir.

Ayakları veya elleri yükseltmek: Şişkinlik bacaklarda veya ellerdeyse, bu bölgeleri kalp seviyesinden yukarı kaldırmak yerçekimiyle sıvı drenajını kolaylaştırır.

Hafif egzersiz: Yürüyüş, yoga veya esneme gibi aktiviteler dolaşımı artırarak sıvı birikimini azaltabilir.

Masaj: Hafif bir masaj, lenfatik drenajı teşvik ederek şişkinliği hafifletebilir.

Beslenme ve yaşam tarzı değişiklikleri:

Potasyum zengini gıdalar: Muz, avokado, ıspanak gibi potasyum açısından zengin besinler sodyum dengesini düzenler ve su tutulmasını azaltır.

Alkol ve kafeini sınırlamak: Bunlar dehidrasyona neden olarak şişkinliği artırabilir.

Yeterli uyku: Düzenli ve kaliteli uyku, vücudun sıvı dengesini korumasına yardımcı olur.

Sıkı kıyafetlerden kaçınmak: Dolaşımı kısıtlayan kıyafetler şişkinliği kötüleştirebilir.

Tıbbi tedavi (gerektiğinde):

Eğer şişkinlik altta yatan bir sağlık sorunundan kaynaklanıyorsa, doktorun önerdiği tedaviler devreye girer:

Diüretikler: Böbreklerin fazla sıvıyı atmasını sağlayan ilaçlar (sadece reçeteyle).

Alerji tedavisi: Antihistaminikler veya alerjiye yönelik ilaçlar, alerjik şişkinliklerde kullanılabilir.

Hormon tedavisi: Hormonal dengesizlikler için doktor kontrolünde düzenleme yapılabilir.

Temel hastalığın tedavisi: Böbrek, kalp veya tiroid sorunları gibi durumlar için spesifik tedaviler gerekebilir.

Paylaşın

Erdoğan’dan “Süreç” Açıklaması: Yol Haritamıza Uygun Şekilde Sürdürüyoruz

Erdoğan, Ramazan Bayramı dolayısıyla yayımladığı mesajında, “Terörsüz Türkiye” hedefi doğrultusunda başlattıkları çalışmaları yol haritasına uygun şekilde sürdürdüklerini belirterek, “Devletimiz, çağrı yapılmasını sağlayarak üzerine düşeni yapmıştır” dedi

Haber Merkezi / PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın örgüte silah bırakması ve kendini feshetmesi çağrısı yaptığı mektubu 27 Şubat’ta kamuoyuna açıklanmış, 1 Mart’ta da PKK ateşkes ilan etmişti.

Erdoğan’ın mesajı şöyle devam etti: “Şimdi sıra, örgütün çağrıya amasız fakatsız uymasına gelmiştir. Bu konuda da sınırsız bir vakte ve tahammüle sahip değiliz. Daha fazla oyalanılmadan, örgütün kendini feshetmesini ve silahlarını tamamen bırakmasını bekliyoruz.”

Erdoğan, “küresel, bölgesel ve iç dinamiklerin” sürecin başarıyla sonuçlanmasına “hiç olmadığı kadar uygun bir zemin” sunduğunu belirtti.

AK Parti Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Ramazan Bayramı dolayısıyla mesaj yayımladı. Mesajına milleti selamlayarak başlayan Erdoğan, başı rahmet, ortası mağfiret, sonu da azaptan kurtuluş olan bir ramazan ayını daha tamamlayarak kavuşulan mübarek Ramazan Bayramı’nı canı gönülden tebrik etti.

Erdoğan, Ramazan Bayramı’nın, ülke, millet, İslam dünyası ve tüm insanlık için huzura, felaha, esenliğe, kardeşliğe vesile olması temennisinde bulunarak, “Rabbime, bizleri sağlık ve afiyet içerisinde bir Ramazan Bayramı’na daha eriştirdiği için hamdüsenalar ediyorum.” ifadesini kullandı.

“Maalesef, bu ramazan ayını da gönül coğrafyamızın farklı köşelerinde yaşanan zulümler, katliamlar, acılar sebebiyle yine buruk geçirdik.” diyen Erdoğan, mesajında şunları kaydetti:

“Bilhassa Gazze’de yaşanan soykırım, bir parça vicdanı, ahlakı, izanı olan herkesin yüreğini parçalayacak görüntülerle, sürekli daha vahim bir boyuta ulaşıyor. Türkiye olarak, bu vahşete karşı duruşumuzu net bir şekilde ifade ediyor, yardımlarımızla kardeşlerimizin yaralarını sarmaya çalışıyoruz. Ancak, Batılı ülkeler başta olmak üzere, dünya bu zulme karşı fiilen harekete geçmedikçe, zalimlerin cesareti ve cüreti artmakta, mazlumların feryatları arşa ulaşmaktadır. İnşallah önümüzdeki dönem, bu konuda tüm dünyada bir uyanışa vesile olur.”

Erdoğan, diğer yandan Suriye’de yaşanan, Türkiye’yi de yakından ilgilendiren gelişmeleri anbean takip ettiklerine ve gerekli tedbirleri aldıklarına işaret ederek, “Suriye’nin toprak bütünlüğü ve milli birliği çerçevesinde atılan adımları sabote ederek, güney sınırlarımızdaki istikrarsızlığı sürdürmek isteyenlerin farkındayız ve inşallah hiçbirine müsaade etmeyeceğiz.” mesajını verdi.

“Devletimiz, çağrı yapılmasını sağlayarak üzerine düşeni yapmıştır”

“Terörsüz Türkiye” adımına değinen Erdoğan, “Aynı şekilde, ‘Terörsüz Türkiye’ hedefimiz doğrultusunda başlattığımız çalışmaları, yol haritamıza uygun şekilde sürdürüyoruz. Devletimiz, çağrı yapılmasını sağlayarak üzerine düşeni yapmıştır. Şimdi sıra, örgütün çağrıya amasız fakatsız uymasına gelmiştir. Bu konuda da sınırsız bir vakte ve tahammüle sahip değiliz. Daha fazla oyalanılmadan, örgütün kendini feshetmesini ve silahlarını tamamen bırakmasını bekliyoruz. Küresel, bölgesel ve iç dinamiklerimiz bize, böyle bir sürecin başarıyla neticelenmesine, hiç olmadığı kadar uygun bir zemin sunmaktadır. Bunu hep birlikte başardığımızda, ülkemizi 40 yıllık kanlı ve zorlu bir musibetten, inşallah tamamen kurtarmış olacağız.” ifadelerini kullandı.

Son iki yıldır gündemlerinin ilk sırasından asla düşürmedikleri bir diğer meselelerinin de deprem bölgesinin ayağa kaldırılması olduğunu belirten Erdoğan, mesajında şunları aktardı:

Depremin ikinci yıl dönümü vesilesiyle, 201 bin konutumuzun anahtarlarını hak sahiplerine teslim ettik. Yıl sonuna kadar bu rakamı, konut ve iş yeri olarak 453 bine çıkartmayı hedefliyoruz. Böylece, milletimize verdiğimiz sözleri harfiyen yerine getirerek, depremin fiziki yıkımını tümüyle telafi ediyoruz. Her birini rahmetle yad ettiğimiz kayıplarımızın hatırası, elbette ebediyen yüreklerimizde yaşayacaktır. Şehirlerimizi yeniden ayağa kaldırarak, bu büyük felaketle hayatları altüst olan vatandaşlarımıza yeni bir ufuk, yeni bir fırsat sunacağız. Rabbim ülkemizi ve milletimizi bu tür felaketlerden muhafaza eylesin, diyoruz.

Deprem tehdidinin Marmara bölgesi başta olmak üzere, ülkenin pek çok yerinde hala en önemli meseleleri olmaya devam ettiğini belirten Erdoğan, “Hükümet olarak biz tüm planlamalarımızı ve hazırlıklarımızı yaptığımız halde, belediyelerin umursamazlığı sebebiyle arzu ettiğimiz hızda bir dönüşüm gerçekleştiremiyoruz. Önümüzdeki dönemde, gerekirse bu sorunu aşacak ilave tedbirlerle, İstanbul’u depreme hazırlama hususunda daha etkin adımlar atacağız.” ifadelerine yer verdi.

Erdoğan, mesajını şöyle sürdürdü: Emniyet ve yargı güçlerimiz tarafından son dönemde yapılan operasyonlar, belediyelerden kaynaklanan gecikmelerin sebebini daha iyi anlamamıza vesile olmuştur. Altyapısı ve üstyapısıyla İstanbul’a hizmet için tahsis edilen kaynakların şahsi ikbal hırsları ve kişisel ticari çıkarlar uğruna yağmalanması, bu şehrin halkına yapılmış en büyük ihanettir. Elbette her İstanbullunun kendisinin ve evlatlarının geleceğini, hayatını, güvenliğini, huzurunu çalanlardan hesap sorma hakkı vardır. Batı ülkelerinde ortaya çıktığında ‘Demokrasinin, hukuk devletinin, ahlaklı siyasetin ve ilkeli yönetimin gereği’ olarak alkışlanan yargı süreçlerinin, ülkemizde politize edilerek sulandırılmasına kimse itibar etmemelidir.

Mesajında, “Yolsuzluk ve rüşvet çarkının üzerini örtmek için, kamu güvenliğini ve ekonomimizi hedef alacak kadar şuurunu kaybedenleri, ‘Türkiye’yi çökertirsek, iktidarı da çökertmiş oluruz.’ anlayışıyla hareket edenleri, aziz milletimizin ferasetine havale ediyoruz.” diyen Erdoğan, “Yargı sürecinde ortaya çıkacak yeni gelişmeleri de dikkate alarak, bu hususta gerçekçi, adil ve vicdanlı bir tavırla hayatına ve şehrine sahip çıkacak her bir İstanbullu kardeşime şükranlarımı sunuyorum. Cumhurbaşkanı ve hükümet olarak, Türkiye Yüzyılı vizyonumuz doğrultusunda ülkemizi her alanda hak ettiği seviyelere çıkarmak için kararlılıkla çalışmayı ve mücadele etmeyi sürdüreceğiz.” ifadelerini kullandı.

Erdoğan, idari izinle 9 güne çıkardıkları bayram tatilinde yollara çıkan tüm vatandaşlarından, trafik kurallarına riayet etmelerini beklediğini belirterek, “Bir kez daha Ramazan Bayramı’nın gönüllerimize sekinet, kalplerimize sevgi, ülkemize huzur, mazlum coğrafyalara barış getirmesini diliyorum. Vatandaşlarımın her birini tekrar muhabbetle selamlıyorum. Bayramınız mübarek olsun. Kalın sağlıcakla.” ifadeleriyle mesajını tamamladı.

Paylaşın

Antik Mısır’da Ma’at Kimdi (Neydi)?

Antik Mısır’da Ma’at, hem bir tanrıça hem de bir kavram olarak önemli bir yere sahipti. Ma’at, düzen, denge, adalet, doğruluk ve evrensel uyumu temsil eden soyut bir ilkeydi; aynı zamanda bu değerleri kişileştiren bir tanrıçaydı.

Haber Merkezi / Kısaca Ma’at, Antik Mısır’da hem bir tanrıça hem de düzeni sağlayan ilahi bir kavramdı.

Ma’at, firavunların görev tanımının özünü oluşturuyordu. Firavunlar, sadece politik liderler değil, aynı zamanda Mısır’ın kozmik ve toplumsal düzenini garanti altına alan kutsal figürlerdi. Ma’at’ı sürdürmek, firavunların hem bu dünyada hem de öteki dünyada başarılı olmalarının anahtarıydı.

Ma’at, Antik Mısır kozmolojisinde evrenin temel işleyişini sağlayan ilahi düzeni ifade ederdi. Mısırlılar, dünyanın kaos (isfet) karşısında ayakta kalabilmesi için Ma’at’ın varlığına inanırlardı. Bu kavram, toplumsal hayatta adaletin sağlanmasından doğanın döngüsel düzenine kadar her şeyi kapsardı.

Tanrıça Ma’at, genellikle genç bir kadın olarak tasvir edilirdi ve başının üzerinde bir devekuşu tüyü taşırdı. Bu tüy, Ma’at’ın sembolüydü ve doğruluk ile adaleti temsil ederdi. Ayrıca kanatları olan bir figür olarak da betimlenebilirdi, bu da onun evrensel kapsayıcılığını vurgulardı. Ma’at, diğer tanrılarla doğrudan bir aile bağı içinde değilmiş gibi görünse de, güneş tanrısı Ra’nın kızı olarak kabul edilirdi ve onunla yakın bir ilişki içindeydi.

Ma’at, ölümden sonraki yaşamda da kritik bir rol oynardı. Antik Mısır inancına göre, ölen kişinin kalbi, “Kalbin Tartılması” adı verilen bir törende Ma’at’ın tüyüne karşı tartılırdı. Bu törende, yeraltı dünyasının tanrısı Anubis tartıyı denetler, yazıcı tanrı Thoth ise sonucu kayda geçirirdi. Eğer kalp, Ma’at’ın tüyünden hafifse (yani kişi hayatını adalet ve doğrulukla yaşamışsa), ruh Osiris’in huzurunda sonsuz yaşama kabul edilirdi. Aksi halde, kalp günahlarla ağırlaşmışsa, canavar Ammit tarafından yutulurdu.

Ma’at, sadece bir tanrıça ya da ilke değil, Mısır medeniyetinin temel felsefesiydi. Hukuk sisteminden günlük ahlaki davranışlara kadar her alanda etkiliydi. Rahipler ve yöneticiler, Ma’at’a uygun hareket etmeye çalışır; tapınaklarda ona dualar sunulurdu. Ancak Ma’at’a adanmış büyük tapınaklar yerine, onun adı genellikle diğer tanrıların tapınaklarında anılırdı, çünkü o her yerde var olan bir ilkeydi.

Firavunların Ma’at ile İlişkisi

Antik Mısır’da Ma’at ile firavunların görevi arasında derin bir bağ vardı. Ma’at, düzen, adalet, doğruluk ve evrensel uyumu temsil eden ilahi bir ilke ve tanrıça olarak, Mısır kozmolojisinin temel taşıydı. Firavunlar ise bu ilahi düzeni yeryüzünde somutlaştıran ve sürdüren kişiler olarak görülürdü. Firavunların en önemli görevi, Ma’at’ı korumak ve kaosun (isfet) hakimiyetini engellemekti.

Firavunlar, tanrılar ile insanlar arasında bir köprü olarak kabul edilirdi. Özellikle güneş tanrısı Ra’nın oğlu ya da temsilcisi olarak görülen firavun, Ma’at’ın yeryüzündeki uygulayıcısıydı. Tahta çıktıklarında, Ma’at’ı sürdürme sorumluluğunu üstlendiklerine dair bir tür ilahi sözleşme yapmış sayılırlardı.

Ma’at, toplumsal düzenin ve adaletin simgesiydi. Firavunlar, yasaları uygulamak, halkı korumak ve adil bir yönetim sağlamakla yükümlüydü. Bu, vergi toplama, suçluları cezalandırma ve zayıfları koruma gibi pratik görevleri içerirdi. Ma’at’a uygun hareket etmek, firavunun meşruiyetinin temel dayanağıydı.

Mısır inancında kaos (isfet), evrenin düzenini tehdit eden bir güçtü. Firavunlar, iç isyanları bastırmak, dış düşmanlara karşı ülkeyi savunmak ve doğal afetlerle mücadele etmek gibi eylemlerle Ma’at’ı korurdu. Örneğin, bir savaş zaferi ya da Nil’in düzenli taşması, firavunun Ma’at’ı başarıyla sürdürdüğünün kanıtı olarak görülürdü.

Firavunlar, Ma’at’ı tapınaklarda ve dini törenlerde onurlandırırdı. Özellikle “Ma’at’ın Sunumu” adlı bir ritüelde, firavun sembolik olarak Ma’at’ın heykelciğini tanrılara sunar, böylece ilahi düzeni koruma taahhüdünü yenilerdi. Bu, hem dini hem de siyasi bir mesaj taşırdı.

Ma’at’ın Firavunluk Üzerindeki Etkisi

Bir firavunun başarılı sayılması, Ma’at’a ne kadar bağlı olduğuna bağlıydı. Eğer ülkede huzursuzluk, kıtlık ya da yenilgi yaşanırsa, bu, firavunun Ma’at’tan saptığının işareti olarak yorumlanabilirdi.

Firavunlar, Ma’at’ı koruduklarını göstermek için anıtlar, yazıtlar ve sanat eserleri kullanırlardı. Örneğin, tapınak duvarlarında düşmanları yenerken tasvir edilmeleri, kaosa karşı Ma’at’ı savunduklarını vurgulamak içindi.

Firavunlar da diğer insanlar gibi ölümden sonra Ma’at’ın tüyüne karşı kalplerinin tartılmasını beklerdi. Ancak onların konumu, bu yargılamada hem bir ayrıcalık hem de daha büyük bir sorumluluk getirirdi.

Paylaşın