DEM Parti’den İktidara: Demokrasi Olmadan Ekonomi Olur Mu?

Meclis’te düzenlediği basın toplantısında konuşan DEM Parti Grup Başkanvekili Gülistan Kılıç Koçyiğit, “Demokrasi olmadan ekonomi olur mu? Barış olmadan ekonomi olur mu? Bunları ekonomi yönetimi bilmiyor mu? Hükümet bilmiyor mu? Mehmet Şimşek bilmiyor mu?” diye sordu.

Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Grup Başkanvekili Gülistan Kılıç Koçyiğit, Meclis’te güncel gelişmelere ilişkin düzenlediği basın toplantısında konuştu. Koçyiğit’in konuşması şöyle:

“Meclis’te biliyorsunuz yine bir yasayı görüşüyoruz. Bu yasanın en can alıcı maddelerinden biri de emekli ikramiyelerinin 3 bin TL’den 4 bin TL’ye çıkarılması oldu. Yani koca AKP iktidarı 22 yıllık iktidarının sonunda, günlerce yaptığı toplantıların ardından kocaman bir rakamı, tam tamına bin TL’yi emeklilere reva gördü. Gece sabahlara kadar Meclis’i çalıştırarak bu “büyük” miktarı emeklilere ulaştırmanın yolunu ve yöntemini aradı.

Biz telaffuz ederken utanıyoruz, söz kurarken utanıyoruz; emekli o parayı çekerken utanıyor, yoksul pazara giderken utanıyor. Ama ne yazık ki iktidar, yarattığı bütün bu yoksulluğun ve yıkımın karşısında utanmak bir yana, pişkin pişkin yoksulun ve emeklinin yüzüne bakarak bin TL’yi büyük bir rakammış gibi anlatmaya devam ediyor.

Neredeyse milyonlarca insan açlık sınırının altında yaşamaya mecbur ve mahkum edilmiş durumda. Milyonlarca insan, asgari ücretin neredeyse yarısıyla yaşamak durumunda kalıyor. 4 milyon emekli, yaşamını çok cüzi miktarlarla idame etmeye çalışıyor. Dünya kadar uluslararası rapor, endeks var. Hepsinde Türkiye ne yazık ki en sonda. Ekonomi, toplum ve yoksullar açısından alarm veriyor. Buna rağmen, iktidar ve sermayesi ellerini ovuştura ovuştura yoksulun, emeklinin, asgari ücretlinin sırtına binmeye devam ediyor. Sadece 2 ay içinde enflasyon oranı yüzde 7,3 oranında arttı. Yani 14 bin 469 TL olan emekli maaşının yüzde 56’sı aslında 2 aylık enflasyon oranıyla zaten eridi gitti. Zaten verilen emekli maaşı da hedef enflasyon üzerinden verilmişti.

Bu da çok düşük tutulmuştu. Yüzde 15,75 üzerinden emeklilere zam yaptılar, sonra hedef enflasyonu revize ettiler ama emekli maaşlarını ve asgari ücreti revize etmek gibi bir gündemi hiç düşünmediler. Halihazırda, hedef enflasyon üzerinden büyük kayıplarla işçiler ve asgari ücretliler çalışıyor, emekliler de yaşamaya çalışıyor. Bugün milyonlarca insan, maaşları 5 kat artırılırsa ancak ve ancak yoksulluk sınırına yaklaşabilir. Neden? Çünkü bu ülkede yoksulluk sınırı 78 bin 230 TL’ye, açlık sınırı 25 bin 720 TL’ye yaklaştı. Emekli ne alıyor? Sadece 14 bin 469 TL.

Peki, bunlarla yaşamak mümkün mü? Bugün de 1000 TL verecekler. Bu gece muhtemelen sabaha karşı yasalaşacak emekli ikramiyelerindeki artış. 1000 TL ile bu ülkede iki kişi yemek yiyemiyor. 1000 TL ile pazara giden dar gelirli, pazar filesinin içine 3 parça şey koyamıyor. 1000 TL ile bir bayram alışverişi, bir tatlı alışverişi, bir şeker alışverişi yapılamıyor. Yoksul insanlar, 1000 TL’nin artık hiçbir dertlerine derman olmayacak bir miktar olduğunu çok iyi biliyor. Ama iktidar bunu pazarlamaya, anlatıp abartmaya devam ediyor.

Sadece ekonomi meselesi bununla da ilgili değil. Ülkenin içinde bulunduğu bütün antidemokratik uygulamaların, İstanbul Belediyesine yapılan operasyonun ekonomik maliyetlerine bakalım. Tüm bunları üst üste koyduğumuzda, nasıl bir girdap içerisinde olduğumuz göreceğiz. Bakın, 3 gün içinde sadece Merkez Bankasının 25 milyar dolar rezervi erimiş. Bu 25 milyar doları nasıl Merkez Bankasına koymuşlardı? Kemer sıkma politikalarıyla. İşçiye, yoksula ve emekliye vermediler ve rezervleri oradan doldurmaya çalıştılar.

Antidemokratik ve hukuksuz bir darbenin sonucunda da bu ülkenin Merkez Bankasının rezervleri dövizi bir yerde tutmak için 3 günde 25 milyar dolar eridi. Neden? Çünkü piyasaya sürekli döviz sattılar. Borsayı kesmek zorunda kaldılar. Çünkü 2 trilyon TL’lik bir borsa kaybı oldu. Uluslararası bazı yatırım kuruluşları bütün haklarından feragat ederek Türkiye piyasasından çekildiler. Bu da yetmedi; bu riskler artınca, borsa çökünce ve dolar rezervleri eriyince Sermaye Piyasası Kurulu önlem için toplantı aldı. Bankalarla toplantı aldılar, bu krizi nasıl engelleriz diye. K

rizi engellemenin yolu açık: Antidemokratik olmayın, hukuksuzluk yapmayın, darbe yapmayın, seçilmiş iradeye el koymayın, belediye başkanlarını tutuklamayın, darbe üzerine darbe yapmayın. Cumhuriyet Başsavcılarını operasyon odağı olarak bindirilmiş kıtalar gibi kullanmayın. Böylece döviz rezerviniz de artar, ekonomik kırılganlığınız da gider, refah da artar. Bir ülkede demokrasi olmadan ekonomi olur mu? Bir ülkede barış olmadan ekonomi olur mu? Bir ülkenin en temel gerekçesi iç huzur ve barış değil midir? Demokratik normların yükseltilmesi değil midir? Adaletin tesis edilmesi değil midir? Bütün bunları ekonomi yönetimi bilmiyor mu, hükümet bilmiyor mu, Mehmet Şimşek bilmiyor mu?

“Ekonomi Bakanı orada boşuna oturuyor”

Şimdi uluslararası finans kuruluşlarıyla online toplantı yapıyor Sayın Şimşek, toparlamaya çalışıyor. ‘İstanbul’un hali nedir? sorularına, yanıt yok diyor.’ Nasıl yanıt yok? Darbeci bir iktidarın ekonomi bakanısınız. Yanıt açık: Halka, hukuka, sandığa darbe yapıyorsunuz. Seçilmiş iradeyi gasp ediyorsunuz. Sandığı tanımıyorsunuz. Seçimsiz bir yönetim ve rejim ilan etmeye, sistemi buraya itmeye çalışıyorsunuz.

AKP şunu söylüyor: ‘Ben sandıktan çıkarsam sandık meşrudur, haktır. O zaman halkın iradesi tecelli etmiştir. Ama sandıktan eğer muhalefet, başka bir parti çıkarsa o sandık gayrimeşrudur. Ben ona öyle ya da böyle el koyarım. Gerekirse iftira atarım, yolsuzluk derim. Gerekirse terör ile iltisak gibi uydurma bir şey yaparım ve kayyım atarım. Kent uzlaşısını kriminalize ederim. HDK’ye, oradan KCK’ye bağlarım. Kopyala-yapıştır dosyalar yaparım. CHP’ye de DEM Parti’ye de kayyım atarım’.

Bütün bunlara Ekonomi Bakanının bir sözü yoksa biz ona söyleyelim: Orada boşuna oturuyorsun. Geldiğinden beri ne enflasyon düştü ne de ekonomik göstergeler düzeldi. Halk açlık ve yoksullukla sınanıyor. Milyonlar açlık ve yoksullukla mücadele etmeye çalışıyor. Uluslararası ekonomi kuruluşlarının peşinde gezerek bu ülkenin ekonomisinin düzeltilemeyeceğini görmek için kahin olmaya da ekonomist olmaya da yüksek tahsile de gerek yok. Gidin sokaktaki Mehmet amcaya sorun, ekonominin nasıl düzeleceğinin reçetesini söylesin. Ama bunları yapmıyorlar. Bütün bunlar umurlarında değil.

Bakın, İstanbul’daki darbeden sonra sokağa çıkan üniversitelilere, gençlere, milyonlara karşı uygulanan polis şiddetinden bunu görüyoruz. Dünden beri bunu Meclis’te ‘vandallık’ olarak tarif ediyor AKP iktidarı. Toplumun hukuka sahip çıkması, adalet talep etmesi, demokrasiye sahip çıkması, seçilmiş iradesinin arkasında durması hangi demokraside ve devlette vandallık olarak yaftalanabilir ki? Nasıl bir vandallık olabilir? Bir vandallık varsa, polisin orantısız bir şekilde halka yönelik şiddetidir.

Sokakta yürüyen kadını durdurup coplayan polis ne yapıyor? Sırtına basıp gözaltına alan polisin pozisyonu nedir? Yakın mesafede insanların gözünün içine gaz ve su sıkmak, insanları yaralamak, kolunu bacağını kırmak nedir? Orantılı mıdır bütün bunlar? Bunlar hukuk devleti ve demokrasiyle bağdaşan şeyler midir? Sokağa çıkmak, protesto etmek evrensel bir haktır. Bugün milyonlar bu evrensel hakkını, Anayasa’dan kaynaklanan hakkını kullanıyor. Demokrasi olsun diye kullanıyor. Bu ülke daha fazla karanlığa sürüklenmesin diye toplum iradesini ortaya koyuyor.

Sandığa attığı oyun gereğini yapıyor. ‘Oy attım sahip çıkıyorum’ diyor. İktidar, bu tabloyu okumak ve sokaktaki milyonların sesine kulak vermek ve antidemokratik uygulamalardan geri adım atmak yerine, bugün sokağı bilerek isteyerek terörize ediyor; sokağa çıkan insanları hedef haline getiriyor. Bunu asla kabul etmiyoruz. Haber takibi yapan, hakikati ve gerçeği halka ulaştırmaya çalışan 16 gazeteci tutuklandı. Gazetecilik suç olabilir mi? Mesleki faaliyetlerini yaptıkları için insanlar nasıl gözaltına alınıp tutuklanır? Bu hangi demokrasi kriteridir? Bu nasıl bir ülkedir? Artık isyan ediyoruz bunlara! Bunları anlatmak zorundayız ama artık söz gerçekten bitti.

Bu darbe sürecinin Türkiye’ye etkilerini daha konuşacağız. Türkiye iki açıdan yol ayrımındadır. Birincisi 27 Şubat’ta yapılan çağrı nedeniyle yol ayrımındadır. 27 Şubat’taki Sayın Öcalan’ın tarihi çağrısı Türkiye’ye şu soruyu soruyor: “Sen Kürt sorununun demokratik çözümünden yana mısın, demokrasiden ve birlikte yaşamdan yana mısın? Yoksa mevcut düzenin devamından mı yanasın? Çözümsüzlükte ısrar ederek iktidarda kalmaya mı çalışacaksın?” Bu soruları bugün AKP iktidarına soruyor. Diğeri İstanbul’daki darbenin kendisidir ve Türkiye’yi bir yol ayrımına getirmiştir. 16 milyonluk bir mega kentin, bir metropolün, dünya başkentlerinden birinin büyükşehir belediye başkanını tutuklamak, onun ilçe belediye başkanlarını tutuklamak bir yol ayrımıdır.

Türkiye karar vermek zorunda, iktidar karar vermek zorunda. Ya antidemokratik uygulamalarla yol almaya devam edecekler ya da gerçekten rotalarını demokrasiye dönecekler ve bu ülkeyi hep beraber düze çıkaracağız. Ama gördüğümüz, anladığımız, okuduğumuz şey iktidarın hukuksuzlukla ayakta kalmaya çalıştığıdır. Zorla ayakta kalmaya çalışıyor. Kendisine rakip olabilecek insanları, antidemokratik yargıyı araçsallaştırarak bertaraf etmeye çalışıyor. Her bir siyasetçi özneyi cezaevine koyup sesini kısarak kendisi için dikensiz gül bahçesi yaratmaya çalışıyor. Bunları kabul etmiyoruz. Bunlara karşı hep mücadele ettik, bundan sonra da edeceğiz.

“Kürt sorunu çözülmeden Türkiye demokratikleşemez”

Bu anlamıyla, çatısı altında bulunduğumuz Meclis’in özel rolüne ve önemine de dikkat çekmek istiyorum. Bugün toplumda büyük bir feryat varken, toplumda büyük bir itiraz hareketi yükselmişken, Newroz alanlarında milyonlar 27 Şubat’taki çağrının etrafında kenetlenmişken, barış ve çözüm talebini birinci elden milyonlar sahiplenmiş ve bu çağrının arkasında durmuşken; Saraçhane’den Amed Newrozuna, İstanbul Newrozundan bugün İzmir’de ve Ankara’da sokağa çıkan her bir yurttaşa kadar bu ülkenin demokratik geleceği için söz söyleyen ve alana çıkan insanların sesine Meclis gerçekten kulak kabartacak mı, yoksa antidemokratik ve toplum karşıtı yasaları çıkarmaya devam mı edecek? Bu soruları hep beraber soruyoruz.

Şunu açık ve net söyleyelim: Biz demokrasi meselesini bir bütün olarak görüyoruz. Sadece Kürt’e demokrasi gibi bir algımız yoktur. Türkiye demokratikleşmeden Kürt sorunu çözülemez, Kürt sorunu çözülmeden Türkiye demokratikleşemez. Bunlar iç içe, birbirine bağlıdır. Kürt sorunu kendinden menkul, Türkiye’nin demokrasi sorunundan ayrı bir sorun değildir. Zaten bu ülke demokratik olmadığı için, özgürlükçü olmadığı için Kürt sorunu diye bir sorunumuz var. Bugün adım atılacaksa, bütün ülkenin demokratikleşmesi için adım atılmak zorundadır. Bu, Kürt’ü de Türk’ü de kapsayacaktır. Ülkede yaşayan 86 milyon insanı kapsayacak bir demokrasi hamlesi olmalı, olmak zorundadır.

Buradan, Meclis Başkanı Numan Kurtulmuş’a da seslenmek istiyoruz. 27 Şubat’ta Sayın Öcalan’ın yaptığı çağrının ardından Meclis Başkanımız, “TBMM, Türkiye’nin bütün sorunlarının çözüm yeridir. Dolayısıyla mesele TBMM’deki siyasi partilerin ortak tavrıyla çözümlenecektir. Gerektiği zaman biz de devreye girerek bu konuyla ilgili meselenin şeffaf, açık, samimi bir şekilde yürütülmesini sağlayacağız” demişti. Soruyoruz: Meclis ne zaman bu sorumluluğu yerine getirecek? Meclis ne zaman toplumsal barış için gerçekten söz söyleyecek, demokrasi taleplerini duyacak ve bu taleplerin gereği olarak hızlı bir şekilde adım atacak? Bu tarihsel sorumluluktan ülkenin seçilmişleri ne zamana kadar kaçacak? Kafalarını kuma gömerek ne kadar yol alabilirler, bu ülkeye ne kadar yol aldırabilirler?

Ülkenin ve halkın gerçek gündemi demokratik alanın genişletilmesi, ekonomik refahın yükseltilmesi, barışın toplumsallaşmasıdır. Bütün bunlar için emek sarf eden bir Meclis pratiğini bütün Türkiye halkları görmek istiyor. Ancak 1 Ekim’den beri içinde bulunduğumuz süreçte iktidarın sürekli parmak salladığını görüyoruz. Herkese parmak sallayan, sürekli aba altından sopa gösteren, kayyım ve tutuklamalarla demokrasi alanını daraltan, antidemokratik uygulamaları son hız devam ettiren bir iktidar pratiğiyle karşı karşıyayız.

Meclis’te ne konuşuyoruz sürekli? İktidarın zorbalıklarını ve antidemokratik uygulamalarını. Biz tecrit kaldırılsın, umut hakkı tanınsın, hasta tutsaklar öncelikli olmak üzere infazda eşitlik sağlansın, TMK ve TCK’daki ayrımcı yasal maddeler hızla ayıklansın, AİHM ve AYM kararları doğrultusunda bu ülkedeki yasal mevzuat hızlı bir şekilde taransın dediğimizde karşımıza tek bir madde ve tek bir sözle çıkıyorlar: Silahlar bırakılsın.

İyi, tamam bırakılsın. Silah bırakılmasın diyen var mı? Sayın Öcalan büyük bir sorumlulukla, 40 yılı aşkın bir süredir içinde bulunduğumuz bu şiddet zeminini sonlandıracak çağrıyı 27 Şubat’ta yapmadı mı? Kendi örgütüne 27 Şubat’ta silah bırakma çağrısı yapmadı mı? Yaptı. Örgüt buna olumlu karşılık verdi mi? Evet. Hatta bir adım attılar ve ateşkes ilan ettiler. Peki, Meclis bugün gerçekten örgütün silah bırakması için gerekli yasal mevzuatı ve sürecin selameti için gerekli olan çerçeve yasayı konuşuyor mu? Hayır. Bu insanlar nereye silah bırakacak? Örgüt nereye ve nasıl silah bırakacak? Bunun yasal güvenceleri nedir? Böyle bir tartışma yürütüyor mu? Hayır.

Bu soruların yanıtlarını alamıyoruz. Bu sürecin selameti açısından, bu sürecin ilerletilmesi açısından Sayın Öcalan’ın koşullarının düzeltilmesine ilişkin bir adım var mı? Onun da olmadığını görüyoruz. Özgür çalışma koşullarının, süreci yürütmek için örgütüyle ilişki kurup kongre yaptırabilecek koşulların sağlanmasına yönelik bir yaklaşım var mı? Hayır. Sayın Numan Kurtulmuş’a atıfla yeniden söyleyelim. ‘Hiç kimsenin süreci zehirlememesi gerektiği kanaatindeyiz. Süreci bir siyasi pazar haline getirmeden tamamlayacağız’ demişti.

Bu çok önemli. Peki, o halde soralım: Bu kadar önemli ve tarihi bir açıklama varken, bu süreci İstanbul’da kayyım ve tutuklama pratiğiyle, sokaktaki insanlara gazla ve jopla saldırma pratiğiyle kim zehirliyor. Süreç karşıtı bir iklimin oluşması, sürecin zehirlenmesi için kim çalışıyor, kim söz söylüyor, kim harekete geçmiş durumda? Bu soruları biz Sayın Kurtulmuş’a ve bütün iktidar yetkililerine sormak istiyoruz.

Bu ülkede fiili olarak Anayasa askıdadır. Anayasa fiili olarak askıda olduğu için de bugün Kürt sorununu hukuki ve siyasi zeminde konuşamıyoruz. O nedenle bir an önce hukuki ve siyasi zeminin açılması gerekiyor. Bir an önce yasal çerçevesinin ve güvencesinin Meclis tarafından oluşturulması gerekiyor. Bir an önce Meclis’in Kürt sorununun demokratik çözümü için inisiyatif alması, Meclis Başkanının rolünü oynaması gerekiyor. Bütün bunlar için de Meclis’in yeniden kurucu bir anlayışla, 21’inci yüzyılın kurucu meclisi rolüyle harekete geçmesi gerekiyor.

İstanbul Barosunun görevden alınması, İmamoğlu’nun tutuklanması, Eğitim Sen’e soruşturma açılması meselesinde Saray’ın savcısının önemli bir rolü var. Bir zamanların Zekeriya Öz’ünün taklidini yapmaktadır savcı. Onun rolünü üstlenmiştir. Bütün bunların Türkiye’de barış sürecini zehirlediğinin, barış sürecine zarar verdiğinin, barışa sabotaj olduğunun altını çizmek istiyoruz. Bugün İstanbul Adliyesinden Türkiye’nin geleceği belirlenmeye çalışılıyor, İstanbul Adliyesinde Türkiye demokrasisine pusu kuruluyor.

İstanbul Adliyesinden bütün ülkeye yayılacak bir antidemokratik rejim kalıcılaştırılmak isteniyor. Bu ülkenin geleceğini belirleyen Meclis olmalı ama ne yazık ki Saray’dan talimatla bir başsavcı her şeyi belirlemeye ve yönetmeye çalışıyor. Ülkenin demokrasisine ve barışına dinamit koyuyor. Bunu tarihe not düşelim. 19 Mart’tan başlayan bu sürecin gelişmesi ve derinleşmesi Türkiye’ye ve demokrasisine kaybettirir.

Bu sürecin karşısında da demokrasiden, eşitlikten ve özgürlükten yana tutumumuzu sürdürüyoruz. Sokağa çıkan milyonların haykırdığı demokrasi talebinin yanındayız. Hiç kimsenin ama hiç kimsenin umutsuzluğa kapılmaması gerekiyor. Türkiye’nin dört bir yanında üniversiteler demokrasi için alanlara çıkmışsa umudumuz büyüktür. Demokratik bir Türkiye’yi ve cumhuriyeti elbette inşa edeceğiz. Bütün bu süreci zehirleyen antidemokratik uygulamalara rağmen biz barış ve çözüm ısrarımızı sürdürmeye devam edeceğiz.”

Paylaşın

DEM Parti’den PKK’nın Ateşkes Kararına İlişkin İlk Açıklama: Memnuniyet Verici

DEM Partili Gülistan Kılıç Koçyiğit, PKK’nin ateşkes kararına ilişkin yaptığı açıklamada, “Tek taraflı ateşkes ilan etmiş olmaları, herhangi bir sıcak çatışma dışında, meşru savunma dışında bir şey yapmayacaklarını ifade etmiş olmaları, bu adımı hızla pratikleştireceklerinin açık ve net göstergesi. Bu anlamıyla oldukça memnuniyet verici” dedi.

Haber Merkezi /Abdullah Öcalan’ın silah bırakma ve kendini feshetme çağrısına yanıt veren PKK, 1 Mart Cumartesi gününden itibaren geçerli olmak üzere ateşkes ilan ettiğini duyurdu.

PKK, “Yurtsever Halkımıza ve Demokratik Kamuoyuna” başlıklı yazılı açıklamasında, üzerine “saldırı olmadıkça hiçbir gücümüz silahlı eylem yapmayacaktır” ifadelerine yer verdi. Açıklamada, Kongreyi toplamak için “hazır” olduklarını belirterek, “uygun güvenlikli ortamın oluşması ve kongrenin başarısı için de [Öcalan’ın] bizzat yönlendirmesi ve yürütmesi gerektiğini” belirtildi.

Açıklamada, Öcalan’ın çağrının “başarıyla hayata geçmesi için”, örgüt liderinin “fiziki özgür yaşar ve çalışır koşullara kavuşması, arkadaşları dahil istediği herkesle engelsiz ilişki kurabilmesi gerekir. Bunun gereklerinin devletin ilgili kurumları tarafından yerine getirileceğini umut ediyoruz” denildi.

Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Grup Başkanvekili Gülistan Kılıç Koçyiğit, Halk TV’de yayınlanan Hafta Sonu Sabah programında PKK’nın ateş ilanına ilişkin konuştu. Gülistan Kılıç Koçyiğit, konuşmasında şu ifadelere yer verdi:

“Öncelikle şöyle, şunu söyleyelim. 21-22 Ocak 2025’te İstanbul’da Sayın Öcalan’ın mesajını okuyan heyetimiz, yani bu mesajın kendisi tarihi nitelikteydi. Biz asrın mesajı demiştik. Bugün o tarihi çağrıya tarihi bir yanıt geldi, PKK tarafından. O anlamıyla çağrının içeriğine tamamen katıldıklarını gereğini yapacaklarına dair açıklamanın kendisi gerçekten çok önemli. Bu, bunun altını çizmemiz gerekiyor.

Yine bunun ilk adımı olarak da ateşkes ilan etmiş olmaları, tek taraflı ateşkes ilan etmiş olmaları, herhangi bir sıcak çatışma dışında, meşru savunma dışında bir şey yapmayacaklarını yine kamuoyuna ifade etmiş olmaları da bu adımı hızla pratikleştireceklerinin açık ve net göstergesi. Bu anlamıyla oldukça memnuniyet verici.

Acaba PKK ne der, Öcalan’ı dinler mi gibi bazı kaygılar, soru işaretleri ve yer yer de bazı farklı tartışmalar vardı. Bu tartışmalara noktayı koyması açısından da bu açıklamanın çok önemli olduğunu düşünüyorum açıkçası. Çünkü bizatihi her türlü gereğini yapmaya hazır olduklarını söylüyorlar ve bu sürecin yürütülmesi açısından da Sayın Öcalan’ın iletişimini, kongreyi toplama ve örgütün lağvedilmesi meselesinde bizzat sorumluluk alması gerektiğini, bu süreci onun yürütmesi gerektiğine dair de belirlemeleri var.

Bu da konuştuğumuz, tartıştığımız tecrit meselesi ya da sürecin yürümesi için koşulların oluşturulması sağlık, güvenlik ve özgürlük koşullarının oluşturulması meselesini işaret ediyor. Hani benim ilk elden çağrıdan gördüğüm, önemli bulduğum mesajlar bunlardır açıkçası.

Bu kadar büyük tarihi adımlar atılırken bu kadar büyük tarihi çağrılar yapılırken bunların karşılıksız kalması beklenemez tabii ki. Çünkü bu çağrı özünde PKK’nin silahsızlandırılması, PKK’nin feshedilmesini içerse de aynı zamanda başka bir şeyi söylüyor. Devletin demokratikleşmesi, devletin demokrasiye duyarlı hale gelmesi, devletin ülkede yaşayan bütün halkları, bütün inançları, bütün kimlikleri içerecek bir demokratik sistemi kurması yani bir demokratik cumhuriyetin inşası çağrısı aynı zamanda.

“Meclis bu konuda hızla adım atmalı, sorumluluk almalı”

Toplumun, bütün Türk halklarının rızasını almak, hassasiyetlerini gözetmek, toplumun rızasıyla bu yol, işi yürütmek gerekiyor. Bu anlamıyla bu, bunu çok önemsiyoruz. Diğeri bütün siyasi partilerin gerçekten bu sürece katkı koyabilecekleri bir mekanizmanın kurulması. Hiç kimsenin kendisini bu sürecin dışında hissetmemesi. Herkesin bu süreci kendi süreci, bu barışı kendi barışı, bu çözümü kendi çözümü olarak hissedeceği, sözünü söyleyeceği, önerisini yapabileceği bir mekanizmanın da hızla kurulması gerekiyor. Bu da Meclis’e bir sorumluluk yüklüyor. Meclis bu konuda hızla adım atmalı, sorumluluk almalı.”

Paylaşın

DEM Parti, “Süreç” İçin Meclis’i İşaret Etti

MHP Lideri Devlet Bahçeli’nin “Abdullah Öcalan” çağrısı sonrası başlayan sürece ilişkin konuşan DEM Parti Grup Başkanvekili Gülistan Kılıç Koçyiğit, “Kürt’ü görmeyen, reddeden bir anlayıştan, Kürtleri gören sayan bir sürece ihtiyaç var. İmralı ile yapılan görüşmelerin Meclis’e taşınması çok önemlidir” dedi ve ekledi:

“Heyetimiz bunun için bütün siyasi partilerle görüştü. Bu görüşmelerin detaylarını da İmralı’ya taşıdı. Sayın Öcalan, bu görüşmelere büyük kıymet verdi. Tüm bu görüşmelerde ortaya çıkan tartışmaların Meclis’e taşınması gerekiyor. Hiç kimsenin canı istediğinde adım atacağı canı istediğinde bırakacağı bir şey istemiyoruz. Bunun olmaması için bu görüşmelerin Meclis’e taşınması lazım.”

Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti), PKK Lideri Abdullah Öcalan ile yapılan görüşmelerden çıkan mesajların tartışılacağı ‘Toplumsal Barış ve Özgürlük Buluşmaları’na başladı. DEM Parti Ağrı İl Örgütü binasında yapılan buluşmaya çok sayıda kişi katıldı.

Buluşmada konuşan DEM Parti Grup Başkanvekili Gülistan Kılıç Koçyiğit, Ortadoğu’da yaşanan gelişmelere değindi. Koçyiğit, Kürtlerin statüsüne karşı saldırıların sürdüğüne işaret ederek, AKP’nin en büyük korkusunun Kuzey ve Doğu Suriye’nin statüsü olduğunu kaydetti. Koçyiğit, “Kürtlerin statülerinin resmiyet kazanmasını engellemek için her gün Türkiye’den birisi Suriye’ye gidiyor. Kürtlerin adının dahi olmaması için her şeyi yapıyorlar” dedi.

“Bir taraftan Suriye’de Kürt halkını statüsüz bırakmaya çalışıyorlar, diğer taraftan içeride görüşmeler başlatılıyor” diyen Koçyiğit, şöyle devam etti: “Demokratik çözüm için biz de bunu (görüşmeler) istiyoruz. Söylenenlerin sözde kalmaması için çokça direndik ama günün sonunda bunun çok da ilerlemediğini gördük. Sayın Öcalan, yeğeni Ömer Öcalan üzerinden verdiği mesajda tecridin devam ettiğini söyledi.

Sayın Öcalan, bu meseleyi çözecek teorik güce sahip olduğu mesajını vermiştir. Gerçek anlamda Kürt sorunun demokratik çözümüne kapı aralaması gerekenler bütün tartışmayı silah bırakmaya kilitlemiş durumdalar. Bütün kamuoyunu buraya kilitlemişler. PKK, Kürt sorununu nedeni değil, sonucudur. Kürt sorununun ortadan kalkmasını istiyorsanız önce bu sorunun nedenlerini ortadan kaldırmalısınız. Türkiye’nin en köklü sorununu bir konuya bağlayamazsınız. Nedenleri kaldırmadan sonuçlar üzerinden manipülasyon yaparsanız onurlu bir barış ve kalıcı bir sonucu alamazsınız” diye konuştu.

“Görüşmelerin Meclis’e taşınması lazım”

DEM Parti Heyeti’nin sorunun Meclis’te çözülmesi için siyasi partilerle yaptığı görüşmeleri hatırlatan Koçyiğit, “Kürt’ü görmeyen, reddeden bir anlayıştan, Kürtleri gören sayan bir sürece ihtiyaç var. İmralı ile yapılan görüşmelerin Meclis’e taşınması çok önemlidir. Heyetimiz bunun için bütün siyasi partilerle görüştü. Bu görüşmelerin detaylarını da İmralı’ya taşıdı. Sayın Öcalan, bu görüşmelere büyük kıymet verdi. Tüm bu görüşmelerde ortaya çıkan tartışmaların Meclis’e taşınması gerekiyor. Hiç kimsenin canı istediğinde adım atacağı canı istediğinde bırakacağı bir şey istemiyoruz. Bunun olmaması için bu görüşmelerin Meclis’e taşınması lazım” diye konuştu.

Antep’te ‘Toplumsal Barış ve Özgürlük Buluşmaları’ kapsamında DEM Parti halk buluşması gerçekleştirdi. İl örgütünde yapılan halk buluşmasına DEM Parti Emek Komisyonu Eş Sözcüsü Mehmet Bozgeyik ile çok sayıda kişi katıldı. Salona ‘Örgütlü toplum ile özgür yaşama’ pankartı asıldı. Mehmet Bozgeyik, barışın toplumsallaşması için buluşmaların önemli olduğunu kaydetti. Buluşma, sürece dair yapılan değerlendirme, öneri ve eleştirilerle son buldu.

(Kaynak: Mezopotamya Ajansı)

Paylaşın

DEM Parti’den İktidara “İmralı” Çağrısı: Gidiş Gelişlerle Bu İş Yürümez

İktidara İmralı için “pratik adım” çağrısı yapan DEM Parti Grup Başkanvekilleri Gülistan Kılıç Koçyiğit, “Kürt sorunun demokratik çözümündeki bu tarihsel fırsatın ıskalanmaması için Sayın Öcalan’ın çalışma koşullarının hızla düzeltilmesi, tecridin kalkması, sağlık güvenlik ve özgürlüğü için hızla adımlar atılmalıdır” dedi ve ekledi:

“Bu mesele sadece Kürt sorunu çözüm meselesi değildir. Bu mesele aynı zamanda bütün Türkiye’nin demokratikleşmesi meselesidir. Türkiye’nin demokratik bir hukuk devleti olması meselesidir. Bu ülkedeki 85 milyon yurttaşın meselesidir. Hali hazırda Meclis’te bulunan bütün siyasi partilerin ve Meclis dışındaki siyasi partilerin ve toplumsal kesimlerin bu çözüm tartışmalarına omuz vermesi beklentimizi ifade edelim.”

Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Grup Başkanvekilleri Gülistan Kılıç Koçyiğit, Meclis’te basın toplantısı düzenledi. Koçyiğit’in gündeminde İmralı görüşmeleri, ESP üyelerinin tutuklanması, Bolu’daki otel yangını ve ekonomik kriz vardı.

Koçyiğit, Grand Kartal Otel’deki yangısının sorumlusunun AKP ile MHP olduğunu ancak, hiçbir şekilde sorumluluk almadıklarını söyledi. Yaşanan felaketlerin temelinde iktidarın insan yaşamını temel alan bir politikasının olmamasından kaynaklandığını ifade eden Gülistan Kılıç Koçyiğit, “İnsanı yaşatmak doğayı korumak gerçek anlamda insanın refahına yönelik hiç bir bakış açısı yok. Varsa yoksa rant ve talan, sermayeyi yandaşı palazlandırmak üzere bir politikanın olduğunu görüyoruz. İktidarın önceliğinin muhaliflerin sesini bastırmak, onların gözaltına almak, onları tutuklamak olduğunu görüyoruz” ifadelerini kullandı.

Kürt sorununa dair yürütülen tartışmalara değinen Gülistan Kılıç Koçyiğit, PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın süreci “şans” olarak nitelendirdiğini belirterek, “Kendisinin de ifade ettiği gibi bu sefer gerçekten bu sorunu çözmek gerekiyor. Bu şansı, tarihi fırsatı gerçekten değerlendirmek gerekiyor. Bu anlamıyla tarihi fırsatı heba edecek, ıskalamamızı sağlayacak bütün söz, eylem ve pratiklerden hükümetin özenle kaçınması gerekiyor.

O anlamıyla hükümetin hedef olarak ortaya koyduğu toplumun genel olarak beklenti içinde bulunduğu, bu çözüm tartışmalarının nihayete ermesi gerçek anlamda pozitif sonuçlanması için de pratik adımlara yoğunlaşması gerekiyor. Sadece gidiş gelişlerle sadece sözle bu sürecin yürümeyeceği açık bir gerçek. Bu anlamıyla hızlı bir şekilde yasal çerçeve için özellikle Meclis’in inisiyatif geliştirmesi ve bu konuda sorumluluk üstlenmesi gerektiğini ifade edelim” ifadelerini kullandı.

PKK Lideri Abdullah Öcalan’a yönelik tecridin devam ettiğini vurgulayan Gülistan Kılıç Koçyiğit, Hali hazırda tecrit koşuları devam ediyor. Sayın Öcalan’ın rolünü oynaması Kürt sorunun demokratik çözümündeki bu tarihsel fırsatın ıskalanmaması için Sayın Öcalan’ın çalışma koşullarının hızla düzeltilmesi, tecridin kalkması, sağlık güvenlik ve özgürlüğü için hızla adımlar atılmalıdır” diye konuştu.

Sorunun çözümünün olası etkilerine dikkati çeken Gülistan Kılıç Koçyiğit, “Bu mesele sadece Kürt sorunu çözüm meselesi değildir. Bu mesele aynı zamanda bütün Türkiye’nin demokratikleşmesi meselesidir. Türkiye’nin demokratik bir hukuk devleti olması meselesidir. Bu ülkedeki 85 milyon yurttaşın meselesidir. Hali hazırda Meclis’te bulunan bütün siyasi partilerin ve Meclis dışındaki siyasi partilerin ve toplumsal kesimlerin bu çözüm tartışmalarına omuz vermesi beklentimizi ifade edelim. Bugün MYK’mız toplanıyor. Heyetimizin açıklamaları doğrultusunda yeni yol haritamızı tartışacağız, bazı kararlar alacağız” şeklinde konuştu.

Emekli maaşları ile ilgili Meclis’e gelecek olan torba yasaya da değinen Gülistan Kılıç Koçyiğit, şöyle devam etti: “Bunu çokça mecliste konuştuk ama altını hızlıca çizip söyleyelim. Resim enflasyon bile yüzde 45 iken emekli maaşlarını yüzde 15.75 oranında emekli maaşlarına zam yaptılar, 12 bin 500 liradan 14 bin 469 liraya çıkardılar. Bun tam bir insafsızlıktır, emekliği, açlığı yoksulluğa sefalete terk etmektir. Asla kabul etmiyoruz.

Emeklilerin GSMH’da aldığı pay son 5 yılda yüzde 28 oranında düştüğünü görüyoruz. Her gün toplumsal refahımızın gerildiği, zararların, borçların toplumsallaştığı karların ise bir avuca aktarıldığını görüyorduk. Gelen torba yasada işsizlik fonu ile ilgili bir düzenleme var. İşsizlik sigorta fonuna ilişkin bu düzenleme 2024 Ocak ve Aralık aylarında 33,33 aylık bin liralık sermayeye bir aktarım yapılıyor. Onlara asgari ücret desteği veriliyor. Bu anlamıyla işsizlik sigortası fonunun 99 yılında kurulduğunu hatırlatmak istiyorum.”

ESP’ye yönelik operasyona tepki

Gülistan Kılıç Koçyiğit, 34 ESP’nin tutuklanmasına da tepki gösterdi. Gülistan Kılıç Koçyiğit, şöyle konuştu: “Bu da yetmiyor Şimdi İstanbul Barosu’na operasyon çekmek istiyorlar. En son resen bir soruşturma başlatıldı. Rojava bölgesinde kuzey ve Doğu Suriye’deki 2 gazetecinin katledilmesiyle ilgili açıklama yaptıkları için soruşturmanın devamı olarak oranın yönetim kurulunda yer alan avukat Fırat Epözdemir gözaltına alındı ve tutuklandı.

Peki, bir delil var mı, hukuki bir gerekçe var mı? Hayır, ne bir delil var ne bir hukuki gerekçe. Tamamen İstanbul Barosu’nu kriminalize etmek ve seçimde alamadıkları ikili baro yönetimiyle alamadıkları bütün baskılara rağmen alamadıkları İstanbul Barosu’na operasyon çekmek için kumpas kurmuş durumdalar. Kumpası işletmeye devam etmek istiyorlar. Bunun üzerinden de her gün adliyede adalet mücadelesi veren bir avukat arkadaşımızı da gözaltına alıp tutukladılar.” (MA)

Paylaşın

DEM Parti: Barışın Yolu Kayyımdan Geçmez

İçişleri Bakanlığı önünde açıklama yapan DEM Parti Grup Başkanvekilleri Gülistan Kılıç Koçyiğit, “Kayyum gasptır, talandır, iradeyi yok saymaktır, kadın özgürlük mücadelesini yok saymaktır, demokrasi adına kalan bütün kırıntıları yok sayan yeni bir rejimin adıdır” dedi ve ekledi:

Haber Merkezi / “Bir taraftan barış diyorlar. Bir taraftan kayyum atıyorlar. Barışın yolu, kayyumdan geçmez. Barışın yolu asla ve asla darbelerden geçmez. Bugün barış ortamını zehirleyen bir kayyum rejimi var. Bütün Türkiye Halkları bilsin, bizler yan yana gelirsek, omuz omuza mücadele edersek, Esenyurt’tan Hakkari’ye kardeşlik ve demokrasi köprüleri kurarsak, işte o zaman bu iktidarı yeneriz. Barışı da, demokratik rejimi de AKP’ye rağmen inşa ederiz. Bunun koşulları her zamankinden fazla vardır. Bunun koşulları olgunlaşmıştır.”

Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Grup Başkanvekilleri Gülistan Kılıç Koçyiğit ve Sezai Temelli’nin de aralarında olduğu DEM Parti heyeti, kayyumları protesto için TBMM’den İçişleri Bakanlığı önüne yürüdü ve basın açıklaması yaptı.

Sandığa saygı duymayan bir iktidarla karşı karşıyayız”

Gülistan Kılıç Koçyiğit, açıklamasında şu ifadeleri kullandı: “Bugün İçişleri Bakanlığının önündeyiz. Neden buradayız? Çünkü bu bakanlık, 8 yılı aşkın bir süredir halk iradesine darbe yapan, kayyım atayarak halk iradesine el koyan, sandık demokrasisini yok sayan AKP iktidarının bir kayyım aparatına dönüşmüştür. İçişleri Bakanlığının önündeyiz. Çünkü bu ülkede, 2015’te başlayan ve sistematik olarak devam ettirilen, halk iradesini yok sayan bir anlayış tahkim edilmek isteniyor.

AKP iktidarı, 2016’daki darbe girişiminden sonra ilan ettiği OHAL ile hayata geçirdiği KHK’ları daha sonra yasallaştırdı. OHAL’den beslenen, o cunta aklından beslenen KHK’larla her gün demokrasiye, sandığa, halk iradesine darbe üstüne darbe yapıyor. Sandığa saygı duymayan, halka saygı duymayan, seçme ve seçilme hakkını her gün ama her gün yok sayan bir iktidar aklıyla karşı karşıyayız.

Bu iktidar 31 Mart Yerel Seçimlerinde yenildi. Halkın büyük çoğunluğu AKP iktidarına kırmızı kart gösterdi. Büyük kentler dahil, ülkenin nüfusunun yüzde 70’inden fazlası AKP iktidarını yerel yönetimlerde iktidardan düşürdü ve “Aklınızı başınıza alın, demokrasiye dönün, hukuka dönün, halkın iradesine saygı duyun” diye açık bir çağrı yaptı. Tıpkı 2015’te yaptığı gibi. AKP de “Mesajı aldık” dedi. Biz de herhalde demokrasiye dönecekler, hukukun üstünlüğünü kabul edecekler, kendilerinin de Anayasayla bağlı olduğunu hatırlayacaklar, sandığa ve seçmen iradesine saygı duyacaklar, sandıkla gelenin sandıkla gideceği bir döneme adım atacaklar diye düşündük.

Türkiye halklarında böyle bir beklenti oluştu. Ancak sürekli olarak meşruiyetini yitiren, anketlerde eriyen, teşkilatları çözülen, koltuğunu kaybedeceğini anlayan AKP çok kısa bir süre sonra yine bildik yöntemlere tevessül etti, yine halkın iradesine darbe yaptı. 3 Haziran’da Hakkari’de başlayan kayyım süreci, 31 Ekim’de Esenyurt’a uzandı. En son da 4 Kasım’da, yani HDP’ye ve demokratik siyasete darbe yapılan tarihin yıldönümünde yine yeni bir darbeyle uyandık. Türkiye halklarına yeni bir darbe yaptılar.

2016’da kayyım atandığı zaman, “Bugün Hakkari’ye, Van’a, Mardin’e, Diyarbakır’a kayyım atanması yarın İzmir’e, Adana’ya, Mersin’e, İstanbul’a kayyım atanacağının habercisidir. Bu ülkede hukuksuzluk önce Kürt coğrafyasında sınanıyor. Bütün hukuksuzluklar önce Kürt halkına yapılıyor. Ama bilin ki Kürt halkına yapılan hiçbir hukuksuzluk asla ama asla orayla sınırlı kalmıyor. Oradan Türkiye’ye yayılıyor” demiştik ve ne yazık ki haklı çıktık.

O gün Türkiye demokrasi güçleriyle ve parlamentoda grubu bulunan siyasi partilerle yeterince yan yana gelmediğimiz için, bu kayyım hukuksuzluğuna yeterince ses çıkarılmadığı için, Türkiye’nin dört bir yanında kayyıma karşı sokaklara çıkılmadığı için bugün Esenyurt’a, yani kent uzlaşısıyla kazanılmış bir CHP belediyesine de kayyım atanmış oldu. O nedenle çağrımız açık ve net: Bu hukuksuzluk bütün Türkiye halklarına yapılıyor.

Bu darbe bütün Türkiye demokrasisine yapılıyor. Bu hepimize yönelik bir tehdittir. Hepimizin seçme ve seçilme hakkını yok sayan, yurttaşlık hakkını yok sayan, sandık demokrasisini yok sayan yeni bir süreci başlatmak istiyorlar. Bu çok açık ve nettir. Yeni yol yürüyüşlerini Türkiye’nin dört bir yanını cehenneme çevirerek, hukuksuzlukları yayarak, darbeyi genişleterek, darbeyi genelleyerek yapmak istiyorlar. İşte buna karşı bizim de yan yana gelmemiz lazım.

Çünkü biliyoruz ki kayyım gasptır, talandır, iradeyi yok saymaktır; kayyım, kadın özgürlük mücadelesini yok saymaktır, ket vurmaktır. Kayyım, Türkiye’de demokrasi adına kalan bütün kırıntıları yok sayan yeni rejimin adıdır, AKP iktidarının en temel niteliğidir. Kendini demokrasiye bağlı hissetmeyen, sandıktan kendi çıktığı sürece o sandığa saygı duyan ama halkın başka tercihleri olduğunda bütün bu tercihleri yok sayan bu iktidara karşı bugün yan yana gelmemiz, birleşmemiz ve hep beraber demokrasiyi savunmamız gerekiyor.

Bir taraftan barış diyorlar, bir taraftan kayyım atıyorlar. Barışın yolu kayyımdan geçmez, darbelerden asla geçmez. Bugün barış ortamını zehirleyen bir kayyım rejimi vardır. Bütün demokratik muhalefet, mücadelenin paydaşları, bizler yana yana gelip omuz omuza mücadele edersek, Esenyurt’tan Hakkari’ye kardeşlik ve demokrasi köprüleri kurarsak işte o zaman bu iktidarı yeneriz, bu faşizmi yeneriz. Bu ülkede demokratik cumhuriyeti de barışı da AKP’ye rağmen inşa ederiz. Bunun koşulları her zamankinden fazla vardı. Bunun koşulları olgunlaşmıştır.

Bizler kayyım değil demokrasi diyoruz. Esenyurt’ta da Hakkari’de de Halfeti’de de Mardin’de de Batman’da da kayyıma karşı direnmeye ve anayasal, demokratik, barışçıl protesto hakkımızı kullanmaya sonuna kadar devam edeceğiz. Hiç kimse halkımızın iradesini yok sayan bu ceberut rejime, bu faşist akla diz çökeceğimizi, teslim olacağımızı sanmasın. Bütün tarihimiz bu hukuksuzluklara karşı direniş ve mücadeleyle doludur. 2016’da nasıl mücadele ettiysek, 2019’da nasıl mücadele ettiysek, bugün de çok daha güçlü, çok daha geniş bir zeminde bu hukuksuzluklara karşı mücadele edeceğiz.

Kadınlardan gençlere, işçilerden emekçilere, siyasi partilerden demokratik kitle örgütlerine kadar hiçbirimiz kafamızı kuma gömemeyiz. Bu böyle bir dönem değildir. Kral çıplak. Karşımızda zorbalık, zalimlik, hukuksuzluk ve demokrasi düşmanlığı yapan bir iktidar var. Çok açık ve net barışı zehirleyen bir iktidar var. Barışımızı çalan bir iktidar var. İşte zorbalığa karşı direnmek haktır, meşrudur. Hukuku, demokrasiyi, temel hak ve özgürlükleri savunmak bizler için tarihi bir görevdir, sorumluluktur.

İşte bu sorumluluk bilinciyle ve bu tarihi görevin bize yüklediği misyonla bugünden yarına mücadelemizi büyüteceğimizi ve bu faşizme karşı tereddüt etmeden nerede olursak olalım dik duracağımızı, sözümüzü söyleyeceğimizi bütün Türkiye halkları bilmelidir. Yan yana duralım, el ele duralım, omuz omuza duralım ve bu faşizmi yerle yeksan edelim. Demokratik cumhuriyeti inşa edelim. Türkiye halklarının özlediği o barışı kuralım. Hep beraber eşit, özgür ve demokratik bir ülkede yaşamanın yolunu hep beraber bulalım.

“Türkiye’nin barış ve demokrasi umutlarını ortadan kaldırıyorlar”

Açıklamada söz alan Sezai Temelli ise şunları söyledi: “Bugün özellikle buraya geldik. Bakın arkamızda İçişleri Bakanlığı, önümüzde de Türkiye Büyük Millet Meclisi var. Yani atanmış ve seçilmişlerin karşı karşıya geldiği bir noktada duruyoruz. Atanmış bir içişleri bakanı Hakkari’de seçilmiş belediye eş başkanına karşı; atanmış bir içişleri bakanı Halfeti’de, Batman’da, Mardin’de, Esenyurt’ta seçilmişlere karşı. Aslında sistemin ne denli çarpık ve antidemokratik olduğunu, ne denli hukuk tanımaz olduğunu resmeden bir yerde duruyoruz.

Bir tek oy bile almamış ama halkın oyuyla seçilmişlere karşı bu icraatları hayata geçiriyor. Aslında Türkiye’nin demokrasi ve barış umutlarını da ortadan kaldırıyorlar. Toplumsal barış için ortaya çıkmış olan beklentileri ve umutları adeta dinamitliyorlar. Barışı yok sayan bir anlayışla bu zihniyet ayakta duramaz. Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi aslında bir kayyım sistemidir, bundan da öteye gidemiyor. Dönüyor dolaşıyor aynı yere geliyor.

Bakana, içişleri bakanı olmadan önce sorduk nasıl bir bakan olacağını. “Ben benden öncekilere benzemem. Ben hukukun dediği neyse onu yaparım, benim icraatım böyle olacak” demişti. Bu tutanaklarda var. Meğerse zihniyet hiç değişmemiş, sadece ambalaj farklıymış. Dolayısıyla kendinden önceki içişleri bakanının yapmış olduğu icraatları yine hukuk tanımaz bir şekilde Anayasayı ihlal ederek sürdürmeye devam ediyor.

OHAL döneminde çıkarılmış olan bir kanun hükmünde kararnameye sığınarak bugünkü hukuk sistemini yok saymayı, ona karşı darbeci bir akılla hareket etmeyi içine sindirebiliyor. Kendinden önceki içişleri bakanı da bunu yapıyordu. Cumhurbaşkanının yanına çıkıp bu kayyım tezgahını örgütleyen anlayışı aynen devam ettiren bir zihniyetle karşı karşıyayız. Bunu kabul etmiyoruz. Kimse kabul etmiyor.

Böyle bir vesayetçi anlayışı hiçbir seçilmiş kabul edemez. Tek bir oy bile almamış bir zihniyet gelip halkın, milyonların oyuyla seçilmişlere bu vesayeti dayatacak. Bunu kabul etmiyoruz. Kabul etmediğimiz için de alanlardayız, sokaklardayız, mücadele ediyoruz. Halk sokaklarda protestolarını gerçekleştiriyor. Buna karşı yaptıkları ise daha beter. Sokakta protesto hakkını kullanan halka, gençlere, kadınlara gözaltında sürecindeki işkenceleri, hukuk tanımazlığı sokaklara kadar yayabiliyorlar.

Bu işkencelere, hukuk tanımazlığa, saldırılara karşı direnmeye devam edeceğiz. Çünkü biz hukuku savunuyoruz; hukuk devletini, demokrasiyi, barışı savunuyoruz. Biz meşruyuz ama bize saldıranlar meşruiyetini yitirmiştir. Toplumda, halkta meşru bir karşılıkları söz konusu değildir. Kayyımın savunulması kabul edilebilir değildir. Zaten savunamadıkları için işkence yapıyorlar, hukuku yok sayıyorlar.

Savunulacak bir tarafı olmadığı için her türlü yalan ve iftirayla günlerini kurtarmaya çalışıyorlar. Kayyım geleli daha 10 gün olmasına rağmen, her kayyım 10 tane suç işlemiştir en az. Çünkü 2016’dan 2024’e kadar geçen 8 senede kayyımların yaptıkları bir suç icraatıdır. Dosyalar ortadadır. Yaptıkları yolsuzluklar, gasplar ve hukuk dışı bütün icraatları ortadadır. Biz beklerdik ki toplumsal barışa dair adım atılması umudunun yükseldiği bu dönemde, İçişleri Bakanı çıksın geçmiş kayyım döneminin icraatlarına yönelik soruşturmalar başlatsın.

Çünkü kendi personeli, kendi valisi, kendi kaymakamıdır. Bu yolsuzluklarla, bu irade ve hak gaspıyla ilgili soruşturmalar başlatmasını beklerdik kendisinden. Bırakın bunu yapmayı, bunların üstünü örten, yine kayyımla yoluna devam etmek isteyen bir iktidar anlayışını sergilediler. Bunu kabul etmiyoruz ve buna karşı mücadelemizi vereceğiz. DEM Parti bugün bu mücadelenin en önünde yer almaktadır.

Buradan ben de bir kez daha çağrı yapmak istiyorum: Eğer demokratik bir ülkede yaşamak istiyorsanız, eğer hukuk devletinin hakim olduğu bir ülkede yaşamak istiyorsanız, eğer barışınızı arıyorsanız mutlaka kayyıma karşı çıkmalısınız. Hukuk devletini dinamitleyen tecrit anlayışı 25 yıldır bu ülkede her yeri çürüttü, çürütmeye de devam ediyor. Çöktürme Planını yapanlar, o planın altında kaldılar.

O zaman şimdi hukuka, demokrasiye ve barışa hep birlikte sahip çıkma zamanıdır. Tecride karşı, siyasi tutsaklığa karşı, hukuk dışı olan her şeye karşı, başta da kayyımlara karşı yan gelmeliyiz. Biz buradan bir kez daha demokrasiden yana olanları, kadınları, emekçileri, bu halkın mağdur edilmiş ve sömürülmüş tüm insanlarını bu mücadelede yan yana olmaya davet ediyoruz.”

Paylaşın

TBMM Genel Kurulu: Can Atalay Görüşmesinde Kan Aktı

Türkiye İşçi Partisi’nden (TİP) Hatay milletvekili seçildiği halde cezaevinden tahliye edilmeyen Can Atalay için toplanan TBMM Genel Kurulu’nda, AK Parti Milletvekili Alpay Özalan, TİP Milletvekili Ahmet Şık’a yumruk atarken, saldırı esnasında DEM Parti Milletvekili Gülistan Kılıç Koçyiğit’in de kaşı açıldı.

Haber Merkezi / Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM), Türkiye İşçi Partisi (TİP) Hatay Milletvekili Can Atalay’ın milletvekilliğinin düşürülmesi ile ilgili Anayasa Mahkemesi’nin (AYM) “yok hükmünde” kararının ardından bugün olağanüstü toplandı.

Muhalefet partileri tam kadro oturuma katılır ve yeterli yoklama sayısı olan 200’e ulaşırken, Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) oturuma hiç katılmadı. AKP ise yoklama yapıldığı sırada dışarda kuliste bekledi. AKP’li vekiller yoklama sayısına ulaşıldığının anlaşılması üzerine Genel Kurul’a girdi.

Oturumun açılmasının ardından usul tartışmaları ve yapılan ilk konuşmalar sırasında TİP Milletvekili Ahmet Şık söz aldı. Meclis kürsüsündeki konuşmasında bu usulsüzlüğe dikkat çekmek isteyen Ahmet Şık, “Bir tespitle başlayacağım. Sizde hiç utanma yok. Haysiyetiniz yok. O yüzden burada usulü konuşmaya da gerek yok. Hakikat her zaman acıdır” dedi.

Ahmet Şık’ın konuşmasının ardından AK Parti sıralarından yükselen sesler ve hakaretler nedeniyle TBMM Başkan Vekili Bekir Bozdağ, oturuma 15 dakika ara verdi. Aranın ardından Bekir Bozdağ kürsüde kullanılan ifadelerde dikkat edilmesi uyarısını yapmasının ardından Ahmet Şık’a yeniden söz verdi.

Tekrar kürsüye çıkan Ahmet Şık şunları kaydetti: “Usül tartışması yaşandı ama burada usülü konuşmaya hiç gerek yok. Çünkü anayasasızlığın hüküm sürdüğü, kanunsuzluğun teamül haline geldiği bu ülkede size mevzuat anlatacak falan değilim. Din şarlatanlığınıza, göstermelik milliyetçiliğinize kanan, hırsızlığınızı, hukuksuzluğunuzu görmezden gelenleri makbul vatandaş olarak gören sizlerden en çok duyduğumuz söz, vatan haini, bölücü, hain, FETÖ’cü, terörist.

Sizden olmayan herkese terörist dediğiniz için Can Atalay’a da terörist demeniz hiç şaşırtıcı değil. Ama herkes bilsin bu ülkenin en büyük terör örgütü hanedanlık ile devlete çöken işte bu sıralarda oturanlardır. Hepinizin toplamının bu ülkeye faydası, bir Can Atalay kadar etmez.”

O esnada AK Parti İzmir Milletvekili Alpay Özalan, kürsüye saldırarak Ahmet Şık’a yumruk attı. TİP Sözcüsü Sera Kadıgil, Meclis’ten yaptığı canlı yayında AK Partili milletvekillerinin saldırısı esnasında DEM Parti Milletvekili Gülistan Kılıç Koçyiğit’in de kaşının patladığını duyurdu.

DEM Parti Grup Başkanvekili Gülistan Kılıç Koçyiğit “İyiyim. Kaşım açılmıştı, yakınlaştırdık bir striple. Şu an bir sorun yok. Çok açık ve net söyleyelim: Önceden planlanmış ve kurgulanmış bir saldırıydı. Bu öyle münferit bir saldırı değil,” dedi.

DEM Parti, TBMM Grup Başkanvekili Gülistan Kılıç Koçyiğit’in yaralanmasıyla ilgili açıklama yaparak şöyle dedi: “Hukuk tanımayan, AYM kararlarını uygulamayan ve Meclis’i şiddet arenasına çeviren AKP’li vekiller yine vandallıkta sınır tanımıyor. Sayısal üstünlüğüne güvenerek muhalif milletvekillere saldıran ve Grup Başkanvekilimiz Gülistan Kılıç Koçyiğit’in kaşını yaran bu saldırganlığı en sert biçimde kınıyoruz. Hiçbir saldırı bizi halk için siyaset yapmaktan ve hakikatleri savunmaktan alıkoymayacak!”

“Mecliste kan akmaya başlıyorsa vatandaş ne yapacak?”

Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Genel Başkanı Özgür Özel olayla ilgili olarak “Meclis sözün söyleneceği yer. Mecliste kan akmaya başlıyorsa vatandaş ne yapacak” değerlendirmesini yaptı.

Özgür Özel, “Utanç verici. Yerlerde kan var, kadınlara vuruyorlar. u duruma şahit olduğum için inanılmaz derecede utanç içindeyim. Numan Kurtulmuş’u derhal tüm siyasi partilerin genel başkanlarını ya da grup başkanlarını toplantıya çağırmaya davet ediyorum. Bu Meclis açısından taşınabilecek bir yük olmaktan çıktı” dedi.

“Demokrasiyi savunmaya devam edeceğiz”

DEM Parti Eş Genel Başkanları Tülay Hatimoğlu ve Tuncer Bakırhan’da saldırıya ilişkin ortak bir açıklama yaptı: Açıklamada şu ifadelere yer verildi: “Anayasa Mahkemesinin Sevgili Can Atalay’ın milletvekilliğinin iade edilmesini salık veren kararının uygulanması için muhalefet partileri olarak TBMM’yi olağanüstü toplantıya çağırdık. Anayasa Mahkemesi kararı açık olmasına rağmen AKP-MHP iktidarı hak-hukuk tanımama tutumunu parlamento çatısı altında sürdürmek istemektedir.

Muhalefetin TBMM’yi olağanüstü toplantıya çağırmasını sindiremeyen iktidar, çözümü fiziksel şiddete varan saldırılarda bulmuştur. Kadın milletvekillerimize AKP’li erkek milletvekilleri tarafından saldırı yapılması siyasi haydutluktur. Bu saldırılar halk iradesini, hukuku tanımamaktır ve siyasi acizliktir. Grup Başkanvekilimiz başta olmak üzere hiçbir arkadaşımız bu saldırılar karşısında geri adım atmayacaktır.

Parlamento dışında iktidara muhalefet eden toplumsal kesimlere en şiddetli şekilde saldıran AKP-MHP iktidarı, bu tutumunu parlamento içine de taşımaya çalışmaktadır. Yaşamı, insanı, demokrasiyi, hukuku ve doğayı savunan toplumsal kesimlere karşı sokakta ve meydanlarda hukuk tanımaz bir çetecilik ve zorbalıkla saldırma talimatı veren iktidar, milletvekilleri aracılığıyla bunu TBMM’ye taşımıştır. AKP’liler, Can Atalay’ın milletvekilliğinin iadesi için yapılan toplantıda muhalefetin sesini kısmak ve hukuksuzluğu devam ettirmek için muhalefet milletvekillerine parlamento kürsüsünde saldırmıştır.

Parlamentoda şiddetin ve saldırganlığın hukukunu kurmak isteyen AKP’ye karşı en güçlü şekilde direneceğimizi bir kez daha kamuoyuna deklare ediyoruz. Muhalefet milletvekillerine saldırarak haksızlık ve hukuksuzluk rejimini sürdürmek isteyen bu anlayışı en güçlü şekilde kınıyoruz. Bedeli her ne olursa olsun haklı davamızda demokrasiyi, adaleti ve barışı savunmaya bir an bile durmadan devam edeceğiz.”

Can Atalay’dan Genel Kurul öncesi mesaj

Bu arada Can Atalay, toplantı öncesi sosyal medya hesabından TBMM Başkanlığı’na bir mesaj gönderdi.

Atalay mesajında, “AYM kararı Meclis’te okunarak özlük haklarım tesis edilecektir. Konu, bu kadar açık ve basitken aksi yönde öne sürülen her türlü gerekçe, yalnızca Anayasa’ya uymamanın bahanesi olacaktır. Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin, yeniden Anayasa’nın yok sayılması anlamına gelecek böylesi ağır bir sorumluluk altına sokulmayacağına inanıyorum” dedi.

Can Atalay, adının “milletvekilliği sona erenler” listesinden çıkarılmasını, özlük haklarının iade edilmesini ve komisyon üyeliğinin tekrar tesis edilmesini beklediğini belirtti.

Paylaşın

AK Parti Döneminde Halktan 3 Trilyon Dolar Vergi Toplandı

Meclis’te düzenlediği basın toplantısıyla gündemdeki gelişmeleri değerlendiren DEM Parti Grup Başkanvekili Gülistan Kılıç Koçyiğit, iktidarın “kaynak yok” açıklamalarına tepki göstererek, “Söz konusu halk olunca hep kaynak yok diyorlar. Ama AKP iktidarı 22 yılda halktan tam 3 trilyon dolar vergi toplamış. Yani kişi başına gelirin 10 bin doların altında olduğu bir ülkede, kişi başına 35 bin dolar vergi toplamış. Bu devasa bir para. Bu korkunç bir para. Peki, bu parayı ne yaptınız? Paraları nereye harcadınız? Halkın vergilerini kime, hangi yandaşa peşkeş çektiniz?” dedi.

Haber Merkezi / Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Grup Başkanvekili Gülistan Kılıç Koçyiğit, Meclis’te düzenlediği basın toplantısıyla gündemdeki gelişmeleri değerlendirdi. Gülistan Kılıç Koçyiğit, şunları söyledi:

“Yasama faaliyetleri son hız devam ediyor. Normalde hukuk devletinde kanun yapıcılar yasayı toplumsal sorunların çözümü için getirirler. Hukuk devleti dediğimiz şeyde toplumsal ihtiyaçların giderilmesi için yasa yapılır. Ama AKP iktidarındaki bütün yasa yapma süreçlerine baktığımızda, demokratik muhalefetin, Meclis’teki muhalefetin ve toplumun itirazlarına rağmen yasaların yapıldığını görüyoruz. Ne yazık ki gerçek gündemleri değil kendi siyasal ihtiyaçlarını gören bir yerden yasa yapmaya çalışıyorlar. Yaz dönemlerinde de üst üste Anayasa’ya aykırı yasa teklifleriyle Meclis’in meşgul edildiğini; halkın gerçek gündemlerinin değil AKP’nin gündemlerinin işletildiğini görüyoruz.

Yasa yapma anlayışları tam da AKP’nin siyasal anlayışı ile örtüşüyor. Torba torba yasa hazırlıyorlar ama torba torba bu ülkenin hak ve özgürlüklerini götürüyorlar. Her torbanın arkasına rant politikasını gizlemişler. Bu yasa yapma sürecinin sağlıksız olması da toplumun yasa yapma süreçlerini yakından takip edememesinin, STK’lerin ve muhalefet partilerinin yasa yapma süreçlerine etkin katılamamasının bir sonucudur. Bu yasa yapma taktiğinin özel olarak tercih edildiğini, bunun AKP’nin bir içtihadı haline geldiğini belirtmemiz gerekiyor.

Ne yapıyorlar bu kadar yasa getiriyorlar, bu yasalar ne işe yarıyor? Toplumsal kutuplaşma ve çatışmayı daha derinleştiriyor. Kutuplaşma ve çatışmayı derinleştirecek ve körükleyecek yasa tekliflerini üst üste getiriyor AKP-MHP ittifakı. Getirdikleri yasa tekliflerinin merkezinde kesinlikle toplum, halk, yoksul, emekli, köylü, kadın, çocuk yok. En önemlisi de ülke kaygısı yok. Ne var? AKP’nin koltuk kaygısı ve sevdası var. Yasa yapma sürecinin tekçi ve yasakçı olduğunun, özgürlük ve demokrasi karşıtı siyaseti büyütmeye dönük olduğunun altını çizmek gerekiyor.

Halihazırda son haftalarda gelen yasalara bakalım. Öğretmenlik Meslek Kanunu, 9. Yargı Paketi, Tasarruf Paketi, Vergi Paketi, hayvan katliamlarının önünü açacak olan yasa teklifi. Bir de duyduğumuz üzere 12 maddelik Ticaret Kanununu komisyona getirmek istiyor AKP’nin kendisi. Bunların her birinin içeriğine acil ihtiyaç mıdır diye baktığımız zaman hiçbirinin acil olmadığını, bu ülkedeki dertlere derman olmadığını görüyoruz. Buna rağmen ısrarlı bir şekilde getiriyorlar ve yangından mal kaçırırcasına üst üste teklifleri bindiriyorlar. Yaz günü Meclis’e fazla mesai yaptırarak, 20 saati bulan komisyon çalışmalarıyla hem bütün muhalefete, bütün milletvekillerine hem de topluma sağlıksız bir yasama faaliyeti dayatıyorlar.

Biz bütün bu süreç boyunca dünya kadar kanun teklifi verdik. Halkın gerçek sorunlarının çözülmesi için verdiğimiz teklifler vardı. Asgari ücretin artması için, emeklilerin insanca yaşaması için kanun teklifi verdik. Dar gelirlilere kira yardımı için kanun teklifi verdik. Kadınlar için verdik, çocukların haklarını gözeten kanun teklifleri verdik. En önemlisi temel hak ve özgürlükleri artıracak kanun teklifleri verdik ama bunların hiçbirisine yanıt alamadık. Biz toplumsal sorunların çözülmesi için siyaset yapıyor ve mücadele ediyoruz ama AKP iktidarı için toplumsal sorunlar bir sorun değil. Çünkü onlar için daha büyük sorunlar var.

Sermayeyi korumak, kendi iktidarlarını korumak, yandaşlarını korumak gibi temel dertleri var. Açık ve net söyleyelim: Biz bu ülkede, Meclis’te halkın sorunlarını cesurca halkın kürsüsünden ifade etmeye devam edeceğiz. Halkın, emekçinin, yoksulun, kadının, çocuğun, börtü böceğin ve doğanın haklarını savunmaya devam edeceğiz. Meclis’i AKP ve MHP’nin insafına asla terk etmeyeceğiz. Burayı halkın meclisi yapmaya, halkın sözünü kurmaya, etkin muhalefet yapmaya devam edeceğiz. Bu parlamento AKP ve MHP’den ibaret değil.

Sayısal çoğunluk onlarda olabilir ama siyasi çoğunluk, siyasi kararlılık, siyasi irade demokratik ve toplumsal muhalefettedir, bizlerdedir. Ülkenin gerçek sorunlarını ve bunlara yönelik çözüm önerilerimizi Meclis kürsüsünden verdiğimiz önergeler ve kanun teklifleriyle dile getirmeye devam edeceğiz. Bu parlamentoyu halkın ve hakikatin parlamentosu yapma mücadelemiz kesintisiz bir şekilde devam edecek. Parlamento kürsüsünde iktidarın yalanlarını deşifre etmeye ve hakikati anlatmaya devam edeceğiz. Bunun güvencesi bizleriz, DEM Parti’dir.

Geçen hafta Tarım Orman ve Köyişleri Komisyonuna hayvan katliamı yasasını getirdiler. Ortada halihazırda bir yasa var, 2014’te çıkan 5199 Sayılı Yasa var. Bu yasanın eksiklerinin giderilmesi ve etkin uygulanması mümkün. Bunların hiçbirini yapmadılar ve şimdi toplu hayvan katliamının önünü açacak bir teklif getirdiler. 20 yıldır iktidar olan bir AKP gerçeği var, halihazırda bir yasa var. Daha önce Meclis’in kurduğu bir araştırma komisyonu ve bunun raporu var. Bu yasanın, araştırma komisyonu raporu gözetilerek eksiklikleri giderebilir ama bunu yapmayı tercih etmiyorlar.

Çünkü bu iktidar düşmanlaştırmadan, nefretten, ötekileştirme politikasından besleniyor. Bugün getirdikleri katliam yasasının da bunun bir parçası olduğunu ifade etmemiz gerekiyor. 18 saatlik komisyon toplantısı boyunca her bir milletvekili arkadaşımız bu yasanın neden geçmemesi gerektiğini uzun uzun anlattı. Ama karşımızda gerçekten utanmaz, çocuklarını köpek saldırılarında yitirmiş insanların acısını istismar edecek kadar aymaz bir akıl olduğunu gördük.

Kürtleri, Ermenileri, Alevileri, kadınları, sığınmacıları, LGBTİ+’ları ötekileştiren, düşmanlaştıran ve siyasetini onun üzerinden kuran akıl, bugün de sokakta yaşayan köpekleri katlederek bu politikasını yeni bir aşamaya getirmeye ve buradan faşizmi kurumsallaştırarak tam bir tür soykırımına varacak bir yasayı Meclis’ten geçirmeye çalışıyor. Biz buna asla ve asla razı olmayacağız. Bugün tarif edilen sorunun kaynağında AKP iktidarının olduğunu biliyoruz. “Kısırlaştır, aşılat ve yerinde yaşat” diyen yasayı uygulamayan iktidar, mevcut sorunun bizzat müsebbibidir. Bu sorunu gidermek de iktidarın uhdesindedir.

“İktidar 22 yılda halktan 3 trilyon dolar vergi toplamış”

Bununla da bitmiyor. Normalde Temmuz’da asgari ücrete zam yapılması gerekiyordu. 6 aylık enflasyon oranları açıklandı. Biz bunları konuşurken Türkiye’de nasıl bir ekonomik tablo var. Milyonlarca insan sefalet ücretiyle yaşamaya çalışıyor, açlık sınırının altında yaşamaya çalışıyor, gündelik yaşamlarını kredi kartlarıyla devam ettirmeye çalışıyor. Borç batağına saplanmış bir Türkiye halkları gerçeği var. Bunu nereden biliyoruz? Kredi kartı harcama kalemlerinde en fazla borcun gıdada olduğunu herkes ve bütün istatistikler ortaya koyuyor. Emekçinin ve emeklinin durumu böyleyken, onlarla dalga geçen bazı yaklaşımlar olduğunu görüyoruz.

“Bekleyin enflasyon düşecek, alım gücünüz artacak ve siz de refaha ulaşacaksınız”. Bunu söyleyen her gün talan eden, her gün kasaları boşaltan, her gün halkın sırtına yeni vergi yükleri bindiren ve yandaşlarını semirten iktidarın bizzat kendisi. Yaz geldi, büyük bir infial oluştu emekli maaşları ile ilgili. Bir düzenleme yaptılar, en düşük emekli maaşını 12 500 TL yaptılar ama kök maaşlarda bir değişiklik yok. Hatırlarsanız seçim öncesinde benzer bir basınç oluşmuştu ve yine emekli maaşlarında düzenlemeye gittiler. 10 bin TL’ye tamamladılar, kök maaşları yine artırmadılar. Kök maaşlar artmadığı için her zam döneminde eski düşük ücretler üzerinden zam alınıyor.

Bu da emeklileri büyük bir açlık ve sefalete mahkum ediyor. 12 500 TL’ye tamamladıkları maaşlar, yaklaşık 2 milyon emekliyi etkiliyor ama bu 2 milyon emekli Ocak ayında 12 500 TL üzerinden zam alamayacak. Kök ücretleri 10 bin TL üzerinden kalmış oluyor. Yine 10 bin TL altındaki rakam üzerinden zam alacaklar, büyük bir haksızlığa maruz kalacaklar. Emeklilere zam tartışmaları başlarken utanmadan sıkılmadan dönüp şunu söylüyorlar: “Kaynak yok”. Kaynak gerçekten yok mu? Tabii ki kaynak var ama emeklilere ayıracakları kaynağı sermayeye, yandaşlara peşkeş çektikleri için emekliye kaynak bulamıyorlar.

Sadece garanti projelere bütçeden 163 milyar TL ayırmışlar. Yetmemiş bir yılda 4 defa enflasyon güncellemesi yapmışlar. Temmuz ayı geldi, asgari ücretliler zam talep ediyor ama kaynak yok diyorlar. Söz konusu halk olunca hep kaynak yok diyorlar. Ama AKP iktidarı 22 yılda halktan tam 3 trilyon dolar vergi toplamış. Yani kişi başına gelirin 10 bin doların altında olduğu bir ülkede, kişi başına 35 bin dolar vergi toplamış. Bu devasa bir para. Bu korkunç bir para. Peki, bu parayı ne yaptınız? Paraları nereye harcadınız? Halkın vergilerini kime, hangi yandaşa peşkeş çektiniz? Halk adına buradan sormak istiyorum.

Türkiye enflasyonda ilk 5’te. Gıda enflasyonunda OECD ülkeleri arasında ilk 1’de. Bu ülkede tarihin en büyük yoksulluğu ve açlığı yaşanıyor. Orta sınıf kalmamış, herkes açlıkta ve sefalette eşitlenmiş durumda. Çocuklar yeterince beslenemediği için saç kırıkları oluşuyor, bodur kalıyor. Emekçiler ve emekliler açlık sınırının altında bir ücrete mahkum edilmiş. Kadın yoksulluğu almış başını gidiyor. Çocuklar okula aç gidip geliyor. Öğrenciler okula gidemiyor.

Okul terklerinin en fazla arttığı dönemdeyiz. Neredeyse günde tek bir öğünle bütün günü okulda geçiren bir gençlik ve öğrenci gerçeği var. Bütün bunlar yokmuş gibi zevk ve sefa içinde günlerini gün etmeye, şatafat ve israflarından hiçbir şey yitirmemeye gayret ediyorlar. “2024 yılını emekliler yılı ilan ettik” demişlerdi. Biz söyleyelim: 2024 yılı da 2025 yılı da emekliler yılı olacak. Çünkü emekliler örgütlenmeleri ve mücadeleleriyle, ortaya koydukları itirazlarıyla AKP’nin sonunu getirecek toplumsal kesimdir. Emeklinin yüzüne bakamayan, karşısına çıkamayan, korkan ve kaçan bir iktidar gerçeğiyle karşı karşıyayız. Böyle bir iktidar olmak da AKP’ye nasip oldu.

2002 yılında en düşük emekli maaşı 216 TL imiş. 216 TL ile 7 tane çeyrek altın alınabilirmiş. Yani tanesi 32 liradan 7 çeyrek altın alınabiliyormuş. Şimdi en düşük emekli maaşını 12 bin 500 TL’ye tamamladılar. Sadece 3 çeyrek altın alınabiliyor. Yani emeklinin 4 çeyrek altınını çaldı bu iktidar. 2002 yılında en düşük emekli maaşıyla yaklaşık 20 kilo et alınabiliyordu. Bugün en düşük emekli maaşıyla sadece 16 buçuk kilo et alınabiliyor. Yine emeklinin sofrasından 3 buçuk kilo eti çalan bir iktidar gerçeğiyle karşı karşıyayız.

Yeni vergi düzenlemesi içerisine konulan emekliliklerle ilgili düzenleme, komisyon aşamasındayken en düşük emekli maaşı ve asgari ücretin 32 bin TL’ye çıkarılması için önerge verdik. Tabii yine her zamanki gibi AKP-MHP oylarıyla reddedildi. Bu önergemizi Genel Kurul aşamasında da vereceğiz. İşçinin, emekçinin, yoksulun, dar gelirlinin hakkını hukukunu korumaya devam edeceğiz. İktidara ve parlamentodaki tüm muhalefet partilerine de çağrımız bizim önergemize destek vermeleridir. Gelin bir nebze de olsa emeklinin, yoksulun yüzünü güldürelim, sorunlarına çözüm olalım.

“Emekçiler de yoksullar da sizi ölçüyor, günü geldiğinde sizi tek tek tartacaklar”

Tayyip Erdoğan, Kıbrıs dönüşü uçakta her zamanki gibi açıklamalar yaptı. En düşük emekli maaşının 12 bin 500 lira olacağını açıkladı. “Muhalefete bakıyorsunuz, düşünmeden 17 bin olsun diyor. Bunların sırtında maalesef küfe yok. Biz ölçüyoruz, biçiyoruz nasıl bu işi ekonomik dengeleri bozmayacak biçimde götürürüz diye” ifadelerini kullandı. Şimdi buradan Erdoğan’a şunu sormak istiyoruz: Ölçüp biçiyorsunuz da ne hikmetse 22 yıldır hep sermaye ve yandaşlarınız kazanıyor. Emekçiler ve emekliye gelince biçiyorsunuz ve ortada bir şey kalmıyor. Asgari ücretliye zam yapmıyorsunuz, sermayeye ve yandaşa gelince de bol kepçe dağıtıyorsunuz. Emekçiye gelince kesip biçiyorsunuz.

AKP’nin, yani Sayın Erdoğan’ın sırtında bir küfe falan yok. Asıl küfe emekçinin sırtında. Emekçinin belini büken küfenin içerisinde de Erdoğan ve şürekasının olduğunu çok iyi biliyoruz. Halkın sırtına binip halkın alın terini sömüren büyük bir sömürü çarkı içerisinde zevk sefa içinde yaşayan bir iktidar gerçeği var. Saray’ın bir günlük harcaması 34 milyon. Yani 17 bin TL asgari ücretlik 3 bin kişinin ücreti yapıyor.

İçte biçtikleri kimdir? Asgari ücretlidir. Ölçüyorsunuz, çünkü garanti ödemelerine 163 milyar TL ayırıyorsunuz. Biçiyorsunuz, çünkü açlık sınırı 20 bin TL’ye, yoksulluk 65 bin TL’ye yaklaşmış durumda. Bu ülkede asgari üscret sadece 17 bin TL. O yüzden tartınız bozuk, ölçünüz bozuk. Sizin ölçünüz sadece yandaşlarınız için çalışıyor. Emekçiye gelince gözünü kapatan, onları sırtında bir yük olarak gören bir siyasi akla ve bakışa sahipsiniz. Ama emekçiler de sizi ölçüyor, yoksullar da sizi ölçüyor ve günü geldiğinde sizi tek tek tartacaklar.

“Kadın cinayetleri politiktir”

Hatırlayacaksınız; İstanbul Sözleşmesinden çıkma tartışmaları olduğunda, AKP iktidarı kesinlikle kadın cinayetlerinde artış olmayacağını, kadına yönelik şiddetin duracağını söylemişti. Elimde 1 Ocak ile 30 Haziran arasındaki veriler var. Sadece 1 Ocak ile 30 Haziran arasında 221 kadın erkekler tarafından katledildi. Bu katleden erkeklerin 80 tanesi hane içerisindendi. 37’si de boşanma aşamasında olan eşlerini, sevgililerini öldüren erkeklerdi. Yani erkek şiddeti her geçen gün artıyor. Peki, gerçekten bu erkek şiddeti, kadın cinayetleri engellenemiyor mu? Bu kadın kırımı gerçekten durdurulamıyor mu? Özel politik bir tercih olarak AKP’nin bunun önüne geçmediğini, kadınları korumadığını, 6284 Sayılı Yasayı etkin uygulamadığını, bu şiddete cevaz verdiğini görüyoruz. İşte bu nedenle kadın cinayetleri politiktir.

Yandaşlar, çeteler, mafyalar, sosyal medya fenomenleri bir şekilde yolunu bulup cezaevinden tahliye ediliyor. Ama söz konusu Kürtler, Kürt kadınlar ve muhalif kadınlar olunca cezaevlerine atıyorlar. En son Batman’da yaşadığımız örneği sizinle paylaşmak istiyorum. Batman’da 3 tane anne tek bir tanık beyanıyla tutuklandı. Her biri 70 yaşın üzerinde olan bu anneler cezaevinde çıplak arama işkencesine maruz kaldılar.

Odaları keyfi bir şekilde basıldı, su verilmedi, bir gün boyunca sadece ekmek verildi. Kirli bir şilte üzerine yatmaları istendi. Okuma yazma bilmemelerine rağmen taleplerini dilekçeyle yazmaları dayatıldı. Avukatlarıyla görüştürülmediler. Bütün bunları kim yaptı? AKP iktidarının bizzat kendisi. Polisin cezaevinden her seferinde sedyeyle taşıyarak hastaneye getirdiği Hatice Yıldız her gün baygınlık geçirmesine rağmen cezaevinde tutulmaya devam ediyor.

81 yaşındaki Makbule Özer, 65 yaşındaki Besra Erol, 76 yaşındaki Hanife Aslan düşman ceza hukukunun bir uygulaması olarak hala cezaevinde tutulan Kürt analar. Bu yaklaşım Kürt’e yönelik, kadına yönelik düşman hukukunun bir yansımasıdır. Adalet Bakanlığına bir kez daha çağrı yapıyoruz: Başta Batman’daki anneler olmak üzere yaşlı annelerimizi cezaevine koymaktan, cezaevinde işkence yapmaktan, her türlü hukuksuzluğu yapmaktan vazgeçin. Batman’daki annelerimizi ve diğer annelerimizi derhal serbest bırakın.

Cezaevlerinde muktedir olduğunu zanneden gardiyanlara, cezaevi müdürlerine ve yetkililere de seslenmek istiyorum: Sanmayın ki bütün yaptığınız hukuksuzluklar yanınıza kalacak. Sanmayın ki bu iktidar sizi bu hukuksuzluklardan koruyacak. Gün gelecek ve bu ülkede demokrasi ve hukuk tesis edilecek, siz de yaptığınız işkence ve eziyetler nedeniyle yargılanacaksınız. İktidarın kanunsuz emirlerine uyan ya da kişisel nedenlerle cezaevlerinde işkence yapan herkesin iki elimiz yakasındadır. Bütün hukuksuz süreçleri takip edeceğiz. Onların yargılanması ve ceza alması için elimizden geleni yapacağız.

Biliyorsunuz bu ülkede çocuğa yönelik şiddet ve istismar da en temel gündemlerden biri. Ne yazık ki bu gündem kamuoyunun gözünden kaçırılıyor. TÜİK’in sene başında açıkladığı cinsel istismara maruz kalan çocuk verilerine göre son 9 yılda çocuklara yönelik cinsel istismar oranı 3 kat artmış durumda. Bunun resim kayıtlar olduğunu, resmi kayıtlara yansımayanların çok daha fazla olduğunu iyi biliyoruz. Geçen sene 31 bini aşkın çocuk, cinsel istismara maruz kalmış ve bunların belki de 2-3 katı verilere girmemiştir. Sadece son birkaç haftada hepimizi derinden üzen iki örnekten bahsetmek istiyorum.

Konya’da evli olduğu dini nikahlı eşinin, çocuğuna cinsel istismarına göz yuman, rıza gösteren ve kayıt altına alan bir kadın, kayıtlarının yıllar sonra ortaya çıkması sonucu tutuklandı. Diğeri de Diyarbakır’da 7 yaşından itibaren amcası ve amcasının oğlu tarafından sistematik cinsel istismara maruz kalan bir kız çocuğunun yaşadıkları. Şu anda 13 yaşında o çocuk ve sınıfta çizdiği resimlerin hep aynı olması nedeniyle rehberlik öğretmeni tarafından fark ediliyor, 6 Kasım 2023’te olay açığa çıkıyor. Amca ve kuzeni gözaltına alınıyor, tecavüzcü olanlar gözaltına alınıp tutuklanıyor ama 8 ay sonra uzun tutukluluk nedeniyle tahliye ediliyorlar. Bütün bu örnekler neyi gösteriyor? Bu ülkede çocuklar korunmuyor, bu ülkede yargıdan kolluğa kadar hiç kimse çocuğun üstün yararını gözetmiyor.

Bizzat söylemin kendisi, yargılama usulleri ve bu cezasızlık politikası çocuk istismarı oranlarını artırıyor. Bu cezasızlık politikalarına karşı çok daha etkin bir politika yürütülmesi ve hızla bir çocuk bakanlığının kurulması gerekiyor. Biz DEM Parti olarak hem Çocuk Komisyonumuzla hem de tüm mekanizmalarımızla bundan sonra da çocukların üstün yararını gözeten ve çocuklara yönelik cinsel taciz ve istismarın önüne geçen politikalar için elimizden gelen her şeyi yapacağız. Meclis’e de çağrı yapıyoruz: Madem çalışacağız, gelin, hep beraber el ele verelim çocuk istismarının ve kadına yönelik şiddetin önüne geçelim.”

Paylaşın

DEM Parti’den “Tasarruf Paketi” Tepkisi: Faturayı Halka Yıkmaya Çalışıyorlar

DEM Parti Grup Başkanvekili Gülistan Kılıç Koçyiğit, “AKP – MHP iktidarı yine bir paketle göz boyamaya çalışıyor, tasarruf paketi getiriyor. Her gün israf eden, har vurup harman savuran iktidar ama tasarrufu halkın yapmasını bekliyorlar. Bütçeyi savaşa, ranta ve talana harcayan iktidar ama göz diktiği halkın cebi, halkın sofrası. Getirdikleri paketle yarattıkları büyük ekonomik yıkımın faturasını halka yıkmaya çalışıyorlar” dedi ve ekledi:

Haber Merkezi / “Yani karları sermayeye aktarıyorlar ama maliyeti toplumsallaştırıp halka çıkarmaya çalışıyorlar. Bir israf ve şatafat sofrası kurmuşlar orada yiyip içiyorlar ama hesabı halka ödetmek istiyorlar. AKP-MHP bir kriz iktidarıdır. Yalandan, talandan, ranttan tasarruf yapmadan bu ülke düzlüğe çıkmaz. Aldıkları ekonomik kararlar bu kadar derin ekonomik krize yol açmışken, gerçekleri karartmaya ve toplumun gözünden kaçırmaya çalışıyorlar. Mali disiplini güçlendirmek, kamu kaynaklarını etkin kullanmak için kanun teklifi veriyoruz diyorlar. Bu ülkeyi 22 yıldır kim yönetiyor? AKP sanki ülkeyi 22 yıldır kendisi yönetmiyormuş gibi, sanki tasarrufu başka bir odak engelliyormuş gibi bir algı yaratmaya devam ediyor. İsraf düzeni hali hazırda devam ederken ve Saray’a oluk oluk para akarken bu tasarruf paketi ile ne yapmaya çalışıyorsunuz. Halkın sofrasındaki ekmeği çalmaya doymadınız mı? Ne zaman doyacaksınız? Allah gözünüzü doyursun.”

Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Grup Başkanvekili Gülistan Kılıç Koçyiğit, Meclis’te düzenlediği basın toplantısında gündeme ilişkin değerlendirmelerde bulundu. Koçyiğit, şunları söyledi:

“Hz. Hüseyin’in Yezid’e karşı direnişinde 72 yol arkadaşıyla beraber katledilmesinin üzerinden yüzlerce yıl geçti. Aleviler bu katliamın ardından yas tutmaya başladılar. Dün de Yas-ı Matem Orucu başladı. Dün akşam ilk oruç açmayı gerçekleşirdi Aleviler. Hüseyni çizgide, hak ve hakikat çizgisinde direnenler önünde saygıyla eğiliyorum. Yas-ı Muharrem Ayında oruç tutan bütün canlarımızın oruçlarının kabul edilmesini diliyorum.

2 Temmuz, Madımak Katliamının yıldönümüydü ve biz de Eş Genel Başkanımız Tuncer Bakırhan, milletvekillerimiz, MYK-PM üyelerimiz ve partililerimizle birlikte Sivas’taydık. Sivas’ta katledilen 33 canımızı andık, karanfillerimizi bıraktık. Toplumun hafızasında bu katliamın silinmemesi çok önemli. Bunun bazı gerekleri var ama ne yazık ki bu gereklerin hiçbiri yerine gelmedi. Dava cezasızlıkla sonuçlandı. Alevilerin en büyük talebi olan Madımak’ın utanç müzesi olması talebi yerine getirilmiş değil. Madımak utanç müzesi olmalıdır ve bu konuda hızla adım atılmalıdır.

Alevilere yönelik katliamlarda bir cezasızlık hüküm sürüyor. Madımak Katliamının davasının zaman aşımıyla akamete uğratılması ve yine aynı şekilde Çorum ve Maraş katliamlarında yaşanan yargısal süreçlerin her birindeki hukuksuzluklar ve garabetler hem kamu vicdanını hem Alevi halkını incitti. Oysa ki hem evrensel hukukta hem de Türk Ceza Kanunu’nda insanlığa karşı suçlarda zaman aşımı yoktur. Sivas Katliamı insanlığa karşı bir suçtur ve bu suçun gerçek faillerinin açığa çıkarılması bu ülkenin en büyük sorumluluklarındandır.

Aleviler bu ülkede eşit yurttaşlık istiyor, anayasal güvence istiyor, inançlarını özgürce yaşamak istiyor; din derslerinde asimile edilmek istemiyor. Bu ülkede Aleviler güvercin tedirginliğinde yaşamak istemiyor. Bu taleplerin her birinin yerine getirilmesi için de yıllardır mücadele ediyorlar, alanlarda sözlerini söylüyorlar. Fakat bütün bu mücadeleyi görmezden gelen iktidar Alevileri asimile etmek için yeni yol ve yöntemler deniyor.

En son Kültür ve Turizm Bakanlığına bağlı bir Alevi Bektaşi Kültür ve Cemevi Başkanlığı kurdular. Şimdi de cemevlerini Saray’a bağlamaya çalışıyorlar. Amaç Saray’a ve iktidara bağlı bir Alevilik yaratmaktır. Yani Alevilere kayyım atamak istiyorlar. Kerbala’dan bugüne yas tutan ve mücadele eden Aleviler bugüne kadar nasıl biat etmedilerse bundan sonra da biat etmezler. Kerbala’dan Sivas’a yas tutuyoruz ama hak ve hakikat için mücadele ediyoruz, Hüseyni duruşu ortaya koyuyoruz. Ben bu vesileyle yola ikrar veren, yoldan dönmeyen, canını veren ama yolundan ve sözünden dönmeyen bütün Alevi canlarımıza aşkı niyaz ediyorum. Bir kez daha onların bu Hüseyni duruşunu selamlıyorum.

AKP – MHP iktidarı yine bir paketle göz boyamaya çalışıyor, tasarruf paketi getiriyor. Her gün israf eden, har vurup harman savuran iktidar ama tasarrufu halkın yapmasını bekliyorlar. Bütçeyi savaşa, ranta ve talana harcayan iktidar ama göz diktiği halkın cebi, halkın sofrası. Getirdikleri paketle yarattıkları büyük ekonomik yıkımın faturasını halka yıkmaya çalışıyorlar. Yani karları sermayeye aktarıyorlar ama maliyeti toplumsallaştırıp halka çıkarmaya çalışıyorlar. Bir israf ve şatafat sofrası kurmuşlar orada yiyip içiyorlar ama hesabı halka ödetmek istiyorlar.

AKP – MHP bir kriz iktidarıdır. Yalandan, talandan, ranttan tasarruf yapmadan bu ülke düzlüğe çıkmaz. Aldıkları ekonomik kararlar bu kadar derin ekonomik krize yol açmışken, gerçekleri karartmaya ve toplumun gözünden kaçırmaya çalışıyorlar. Mali disiplini güçlendirmek, kamu kaynaklarını etkin kullanmak için kanun teklifi veriyoruz diyorlar. Bu ülkeyi 22 yıldır kim yönetiyor? AKP sanki ülkeyi 22 yıldır kendisi yönetmiyormuş gibi, sanki tasarrufu başka bir odak engelliyormuş gibi bir algı yaratmaya devam ediyor. İsraf düzeni hali hazırda devam ederken ve Saray’a oluk oluk para akarken bu tasarruf paketi ile ne yapmaya çalışıyorsunuz. Halkın sofrasındaki ekmeği çalmaya doymadınız mı? Ne zaman doyacaksınız? Allah gözünüzü doyursun.

“Kamuda tasarruf yapmak istiyorsanız gerçek vergi adaletini sağlayın”

Bu tasarruf paketini açıklamalarından hemen sonra Hazine ve Maliye Bakanlığının tuvaletlerinin onarımına 23 milyon 933 bin TL’lik bir harcamanın yapılacağı basına yansıdı. Bakanlık bunu yalanladı mı, hayır. Aksine özrü kabahatinden büyük bir açıklama ile bakım ve onarım giderlerinin tasarruf giderlerinin kapsamı dışında olduğunu ifade etti. Bunu söyleyince toplumun ikna olacağını sanıyorlar. 23 milyon 933 bin liralık onarımı tasarruf paketinin dışında tutuyorlar ama muhalefetteki bütün belediyelerin en küçük harcamalarını tasarruf paketi kapsamında engelliyorlar.

Bu ne perhiz bu ne lahana turşusu. Tasarruf böyle olmaz. Tasarruf ciddidir; popülist, göz boyayan önlemlerle gerçekleşmez. Kamuda tasarruf yapmak istiyorsanız vergi yapısını düzeltmeniz, gerçek vergi adaletini sağlamanız gerekiyor. Politik tercihlerinizi savaştan, Saray’dan ve sermayeden yana kullanmak yerine bütçe kaynaklarını halkın ihtiyaçlarını karşılamak için kullanmanız gerekiyor.

Teklifte toplumun gözünden kaçırılmaya çalışılan devasa düzenlemeler olduğunu görüyoruz. Bunlardan biri BOTAŞ tarafından yapılacak doğalgaz alımlarına geniş yetkiler verilmesi. AKP yaklaşık 200 defa Kamu İhale Kanunu’nda değişiklik yaptı ama bu kanun hiçbir zaman demokratik olmadı, şeffaf olmadı, toplumdan yana olmadı. Hep yandaşa ihale ve rant aktarmanın mevzuatını yapmaya çalıştılar. AYM her seferinde Anayasaya aykırılık nedeniyle kanuni düzenlemeyi iptal ediyor ama AKP virgülüne dokunmadan yeniden Meclis’e getirerek kanunlaştırmaya çalışıyor. Başka bir şey daha var; BOTAŞ tarafından yapılacak her türlü doğalgaz alımı Kamu İhale Kanunu’nun dışına çıkarılıyor ve Cumhurbaşkanına yetki veriliyor. Biz bu tür düzenlemelerin altında bir bit yeniği olduğunu biliyoruz. BOTAŞ’ın ihaleleriyle ne yapmaya çalışıyorsunuz? Neden BOTAŞ ihalelerini Kamu İhale Kanunu’nun dışına çıkararak istisna tutuyorsunuz? Bunu halk ve kamu adına soruyoruz.

Bu düzenlemelerin bir avuç sermayedar için olduğunu çok iyi biliyoruz. Teklifte bir madde daha var. Türkiye Varlık Fonu Yönetim A.Ş’nin piyasa denge alt fonunda, kamu bankalarının sermayelerinin güçlendirilmesi amacıyla 2024 mali yılı içerisinde özel tertip devlet iç borçlanması senedi ihraç edilmesi hususunda Hazine ve Maliye Bakanlığına yetki verileceği ifade edilmiş. Şimdi bu Türkiye’deki Varlık Fonu ilk kurulduğu zaman da çok tartışılmıştı. Türkiye’nin en büyük iktisadi varlıkları o fonun içerisine konuldu, fon Sayıştay denetiminden kaçırıldı. Şeffaflıktan uzak, kimin neyi nasıl yönettiğini bilmiyoruz.

Fona devredilen bütün teşekküllerin zarar ettiğini biliyoruz. Yine fonun içerisinde olan kamu bankalarının yandaşlara nasıl kredi verdiğini ve bu kredilerin tahsil edilmediğini çok iyi biliyoruz. Ama şimdi fonun zararını da bütün halkın sırtına yıkmaya çalışan bir düzenleme yapmaya çalıştıklarını görüyoruz. Sermaye yapısını güçlendirmek için yandaş kredilerin peşine düşmeyen iktidar, yeniden borçlanma senedi aracılığıyla yükü topluma, yoksula yüklemeye çalışıyor. İşte iktidarın tercihi budur. AKP-MHP iktidarı her koşulda yandaşın ve sermayenin kazandığı bu kazancın yükünü halka yüklediği bir mali düzen kurmuştur. Karlar sermayeye, maliyetler halka. Onlar için kasa hiçbir zaman kaybetmiyor.

Bu ayın başında kira artışındaki yüzde 25 sınırı kaldırıldı. TÜİK verilerine göre kira artışları yüzde 60,5 olarak belirlenmişti. Milyonlarca dar gelirli, asgari ücretli sadece kira için çalışıyor. Biz bu hafta başında belirli bir gelirin altında olanlar için kira desteği sağlanması konusunda bir kanun teklifi veriyoruz. Bu kanun teklifine bütün muhalefet partilerinin desteğini bekliyoruz. Bu ülkedeki milyonlarca yoksul, dar gelirli ve çiftçi için talep ediyoruz. Gelin el ele verelim ve halkın sorunlarını bir nebze olsun hafifletelim.

“2024 emeklilerin canına okuma yılıydı”

Bir emekli maaşı 2016 yılında asgari ücretin yüzde 66 fazlasıyken, bugün asgari ücretten yüzde 28 daha düşük durumda. Emeklilerin maaşları tam anlamıyla sefalet ücretine dönmüş durumda. En düşük emekli maaşı 10 bin TL’ye tamamlanmış ama bu kök aylıklarda yapılmadığı için kök aylıklar 10 bin TL’’nin altında olmaya devam ediyor. Yaklaşık 4 milyon emeklinin kök maaşı 10 bin TL’nin altında. Şimdi emekli maaşlarına 24.73’lük enflasyon zammı yapılacak fakat bu zam da emeklileri hiçbir şekilde kurtarmıyor. Özellikle kök ücreti 10 bin TL’nin altında kalanlar açısından ciddi bir haksızlık olduğunu ifade edelim. Bugün basına yansıyan bilgiye göre kök maaşı 10 bin TL altında olanlara bir ek katkı sunulacak. Yaklaşık 1 milyon 800 bin emekliyi kapsadığı ifade ediliyor.

10 bin TL ve çok az üzerinden olan 4 milyon emekli var. Kök ücretleri artırmayarak büyük bir zulüm yapıyorlar ama ikinci bir zulüm daha var. Eğer emekli maaşı 10 bin 100 TL ise ek ücret vermiyorlar. İkinci kez emeklileri mağdur ediyorlar. AKP kurduğu bu zulüm düzenine rağmen 2024 yılının emekliler yılı olduğunu söylemişti. Oysa 2024 ve son yıllar emeklilerin canına okuma yıllarıydı. Emekliler açısından artık bıçak kemikte. Emeklilerin kök ücretlerinin artırılmamasına, asgari ücret karşısında erimesine bir çözüm bulunması gerekiyor. Bunun için bir yasa teklifi hazırlıyoruz, yakında Meclis’e sunacağız. Emekliler cülus bahşişi değil haklarını istiyorlar. Emeklilere haklarını verin, cülus bahşişi sizin olsun.

Biliyorsunuz harika bir kurumumuz var: TÜİK. Enflasyon sepetini herkesten gizliyor TÜİK. Alaattin Aktaş köşesinde TÜİK’in 2022’den beri enflasyon sepetindeki 100 kalem hizmet ve malın fiyatını detaylı bir şekilde kaleme aldı. Bu 100 kalem mal ve hizmetin fiyatını görünce TÜİK’in neden enflasyon sepetini açıklamadığını çok iyi anlıyoruz. Pakette neler var? TÜİK’e göre Haziran ayında bir adet yumurta 2.47 TL, bir kg kuru soğan 7.76 TL, toz şekerin kilosu 20,73 TL, bir litre zeytinyağı 113 liraymış. Şimdi bu ürünleri hangi markette aldığını TÜİK’E sormak istiyoruz. Adresini verin biz de gidelim, o marketten alışveriş yapalım.

Bizim alışveriş yaptığımız marketlerde hiç böyle rakamlar yok. TÜİK’E göre ev kirası 5 bin 844 lira. Şehirde 5 bin 844 liraya siz bir oda tutamazsınız. TÜİK’e soruyoruz bu evi nerede kiralamışlar? Söylesin biz de hep beraber o mahalleye, o şehre taşınalım. Zira böyle bir fiyatla hiç karşılaşamıyoruz. Yine sepetin içerisindeki çarpıcı rakamlardan birisi uzman doktor muayene ücreti 33 lira 69 kuruşmuş. Evet, bir uzman doktor. Normal koşullarda bir özel hastaneye gittiğinizde katkı payı diye neredeyse 1000 TL veriyorsunuz ama burada bir uzman doktor muayenesi 33 lira 69 kuruş diye geçmiş. Soruyoruz bu hangi hekimdir ki böyle halk yararına çalışıyor, bu kadar ucuza muayene yapıyor? Söyleyin halkımız da gitsin orada muayene olsun.

“TÜİK Saray’ın aparatı haline gelmiştir”

Tüm bunları üst üste koyduğumuz zaman neyi görüyoruz? Bu enflasyon rakamlarıyla işçinin, emekçinin, yoksulun ve asgari ücretlinin cebindeki parayı gasp eden bir yandaş TÜİK kurumu olduğunu görüyoruz. Eskiden bu ülkenin en fazla güvendiği kurumlardan biriydi TÜİK, bugünse Saray’ın aparatı haline gelmiştir. TÜİK’in Saray’ın mali politikaları doğrultusunda enflasyon oranını açıklayan bir kuruma dönüştüğüne görüyoruz. Tabii ki bunu kabul etmiyoruz. Elbette TÜİK de bunun hesabını verecek, iktidar da bunun hesabını verecek.

Meclis gündemi oldukça hareketli. Yaza girdiğimizden beri üst üste getirdikleri yasa teklifleriyle Meclis’i Ağustos’a kadar çalıştırmayı düşünen bir AKP iktidarı var. Günlerce konuşuldu, 9’uncu Yargı Paketi. 8 tane yargı paketinden ne hayır gördük de 9’uncudan ne bekliyoruz? Valla hiçbir hayrını görmedik. Varsa yoksa hukuksuzluk, haksızlık, yandaşı kurtarmaya çalışan yargı paketleri. Adaletsizliği ve hukuksuzluğu derinleştiren yargı paketleri getirdiler. 9’uncu Yargı Paketi nedeniyle toplumda da bir umut, bir beklenti doğdu.

Bizim de günlerce telefonlarımız çaldı, gittiğimiz her yerde halkımız soruyor. Evet, sonuçta olan oldu ve dağ fare bile doğurmadı. AKP’nin yapacağı yargı paketinden, AKP’nin getireceği reformdan kim ne bekleyebilir ki? Ortada bir yargı mı var ki reformu olsun? Ortada bir hukuk mu var ki reformu olsun? Buradan sormak istiyoruz. Tabii ki yok. Ortada ne bir hukuk var ne de bir yargısal düzen var. Güçler dengesi tamamen ortadan kaldırılmış ve yargı AKP’nin aracı haline dönüşmüş durumda.

Sayın Bakan açıklama yapmış ve demiş ki “Uygulamada olan Yargı Reformu Strateji Belgesinin gerçekleşme oranı yüzde 70 civarında, İnsan Hakları Eylem Planının gerçekleşme oranı da yüzde 66 civarında”. Tam bir Alice Harikalar Diyarı! Sorayım bu tam dezenformasyon değil de nedir? Kayyımlar atanmaya devam ediyor mu, evet. Siyasetçiler ağır cezalar almaya devam ediyor mu, evet. Kobani ve Gezi davalarındaki hukuksuzluklar bütün toplumun gözü önünde oluyor mu, evet. Gazeteciler, kadın aktivistler, avukatlar, öğrenciler her gün darp edilip gözaltına alınıyor mu? Evet. Cezaevlerinde her gün ölüm ve ihlaller oluyor mu, tecrit devam ediyor mu? Evet. Her gün en az bir kadın bu ülkede erkekler tarafından katlediliyor ve Aile Bakanlığı başta olmak üzere bütün hükümet bunu seyrediyor mu?

Evet. Ankara Gar Katliamı ve SOMA başta olmak üzere bütün toplumun takip ettiği davalar cezasızlıkla sonuçlandı mı, evet. Tabanımızda her gün insanlar gözaltına alınıp tutuklanıyor mu, evet. Meclis’te iki kelime Kürtçe konuştuğumuzda mikrofonumuz kapatılıyor mu? Evet. Kadınların kazanımlarına saldıran, ayrımcı düzenlemeler getiren, sorunları derinleştiren paketler o zaman nasıl reform oluyor? Getirdikleri yargı paketine reform demek için akıl tutulması yaşamak gerekiyor. Çünkü ortada bir reform yok. Aslında çürümüş bir yargısal düzeni makyajlamaya çalışan bir akıl var.

Gerçek bir reformdan bahsedebilmek için demokratik siyaseti ağır tahribata uğratan, özgürlükleri askıya alan, haksız tasfiyelere yol açan, yargının siyasal iktidarın aracı olduğu algısını güçlendiren uygulamaların son bulması ve adalet sisteminin düzeltilmesi, bir onarım sisteminin yaratılması gerekiyor. Partimizin bu konuda yıllardır ifade ettiği gibi bir yol temizliğine ihtiyaç var. Gerçek bir yargı reformunun yolu buradan geçiyor. Bunun için de AKP ve MHP’nin yargının üzerinden elini çekmesi gerekiyor. Kuvvetler ayrılığı ilkesinin işletilmesi, yargının tam bağımsızlığının işletilmesi gerekiyor. Ama bütün bunlardan uzak bir akılla paket paket hakkı, hukuku ve adaleti çalan bir iktidarla karşı karşıyayız.

Öğretmenlik Meslek Kanunu geçen hafta komisyonda görüşüldü, bu hafta da Meclis’e gelecek. Öncelikle teklifin hazırlanma biçimini eleştirmek istiyoruz. Topluma rağmen kanun yapma pratiğinin bir devamıdır Öğretmenlik Meslek Kanunu. 18 milyona yakın öğrenci ve 1 milyon 200 öğretmeni ilgilendiren, toplumun yüzlerce yıllık geleceğini bağlayan bir meselede sendikaların, emek ve meslek örgütlerinin ve akademisyenlerin, siyasi partilerin görüşü alınmadan getirilen bir yasal düzenleme ile karşı karşıyayız.

AKP’nin eğitim sistemiyle kavgalı olduğunu çok iyi biliyoruz. İşte bu kanun teklifi AKP’nin eğitimle kavgasının bir yansımasıdır. Eğitimi ideolojik ve politik bakışına göre şekillendirmesinin yasasıdır. Bu teklifte öğretmen yoktur. Teklifte öğretmenlerin gerçek ihtiyaçlarının tespiti, haklarının geliştirilmesi, sosyal statülerinin artırılması gibi hakları hiç sayılmıştır. Sorumluluk çok ama hak yok. Bunu asla ama asla kabul etmiyoruz. Yine teklifte özel okul ve kurslarda öğretmenlik yapan öğretmenler başta olmak üzere tavan ücret düzenlemesi es geçilmiştir.

Yine teklifte kariyer ve ücret farklılaşmasına, eşit ücret ilkesine, toplumsal cinsiyet sorunlarının giderilmesine, tek tipçi eğitim anlayışının yarattığı sorunlara, kadın emekçilerin sorunlarına, iş kazalarına, meslek hastalıklarına yer verilmemiştir. Eğitim emekçilerine yönelik şiddet üstün körü ele alınmıştır. Öğretmenlerin dışındaki eğitim emekçilerinden, ücretli ve özel sektör öğretmenlerinden bahsedilmemiştir. Eğitim yaşamında fiilen olan, sayıları yüz binleri aşan idari, teknik ve yardımcı personelin sorunları da görmezden gelinmiştir.

Bu anlamıyla bu teklifte öğretmenlerin sorunlarının çözümüne, ücretli öğretmenliğe, meslek hastalıklarına, yıpranma paylarına dair hiçbir düzenleme yoktur. İktidar bu kanun teklifini ideolojik saiklerle hazırlamıştır. Ek olarak 1 milyon 200 bin öğretmenin eğitim akademisinde eğitim alması pratik olarak mümkün değildir. Müfredat ve Öğretmenlik Meslek Kanunu sömürünün, hak gaspının ve Siyasal İslam’ın kurumsallaşmasıdır. AKP-MHP iktidarının kendi ideolojik bakışına göre geleceği şekillendirmesinin aracına dönüşmüştür.

100 yıldır asimilasyoncu anlayışla sürdürülen eğitim sistemi Kürtleri ve diğer halkaları yok sayarak yol almaya devam ediyor. Anadilinde eğitim hakkı mevzubahis dahi edilmemiştir. Alevilere ve farklı inanç gruplarına mensup öğrencilere zorunlu din dersi dayatması devam etmekte ve buna dair tek bir kelam edilmemektedir. Bu teklifin tümden çekilmesi talebimizi yeniden ifade ediyoruz. AKP’nin oldu bitti uygulamasıyla bu kadar köklü bir değişiklik yapmasına yol vermeyeceğiz, rıza göstermeyeceğiz.

Dün Fransa’da sonuçlanan seçimlerde Yeni Halk Cephesi birinci çıktı. Tabii Avrupa ve dünyada aşırı sağın ve faşizmin yükselmesi bütün toplumsal kesimde endişe yaratmış durumda. Bu anlamda aşırı sağ ve faşizmin geriletilmesi açısından çok önemli bir başarı olduğunu ve bir başlangıç olduğunu ifade etmek istiyorum. Sosyal demokratların ve solun bu başarısının umudu artırdığını ifade etmek gerekiyor. Faşizme karşı mücadelenin yolu birleşmekten, buluşmaktan, yan yana durmaktan ve mücadele etmekten geçiyor. Fransa’da halkın ortaya koyduğu bu tutumun karşılığı da hükümet kurarak verilir. Bir kez daha bu başarıdan dolayı Fransa’da yaşayan halkların hepsini kutluyoruz.

30 Temmuz’da Marmara ve Ege’den başlattığımız İradeye Saygı Yürüyüşü devam ediyor. Bugün Hakkari’ye vardı yürüyüşçülerimiz. Biz hem Hakkari’de hem de Türkiye’nin dört bir tarafında haksızlığa ve hukuksuzluğa karşı mücadele etmeye devam edeceğiz. Günlerdir yolda olan bütün arkadaşlarımızı buradan selamlıyoruz. Emeklerine ve yüreklerine sağlık. Türkiye’ye demokrasiye gelecekse bu tutkuyla ve mücadeleyle gelecek.”

Paylaşın

DEM Parti’den “Hakkari” Açıklaması: Mücadelemizi Kesintisiz Yürüteceğiz

Meclis’te basın toplantısı düzenleyen DEM Parti Grup Başkanvekili Gülistan Kılıç Koçyiğit, Hakkari Belediyesi’ne kayyım atanmasına ilişkin, “Kayyım atama kararı geri alınıncaya kadar ve orada bulunan belediye meclis üyeleri kendi içlerinden seçtikleri Viyan Tekçe arkadaşımızın belediye eş başkanvekili olarak atanıncaya kadar bu mücadelemizi kesintisiz yürüteceğiz” dedi.

Haber Merkezi / Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Meclis Grup Başkanvekili Gülistan Kılıç Koçyiğit, Meclis’te düzenlediği basın toplantısında gündeme ilişkin değerlendirmelerde bulundu. Koçyiğit, şunları söyledi:

“Hakkari Belediyemize kayyım atanmıştı. O günden bugüne biz hem Hakkari’de hem de ülkenin dört bir yanında demokratik haklarımıza sahip çıkmak alanlardayız, mücadele yürütüyoruz. Hakkari’den Edirne’ye, Diyarbakır’dan İstanbul’a kadar Türkiye’nin dört bir yanında sokağa çıkan, sözünü söyleyen, demokrasiye sahip çıkan herkese teşekkür ediyoruz.

Tabii ki bu mücadele devam ediyor. Bu kapsamda 13 Haziran’da Hakkari’de, 14 Haziran’da Mersin’de mitingler gerçekleştireceğiz. Kayyım atama kararı geri alınıncaya kadar ve belediye meclis üyelerinin kendi içlerinden seçtikleri Viyan Tekçe arkadaşımız belediye eş başkanvekili olarak atanıncaya kadar bu mücadelemizi kesintisiz yürüteceğiz.

Hakkari’de başlayan kayyım meselesinin AKP-MHP ittifakı tarafından tırmandırılmaya, devam ettirilmeye çalışıldığını çok iyi biliyoruz. Bunu birkaç ay önce yandaş kalemşörlerin yazdığı haberlerden, televizyonlardan verdikleri demeçlerden biliyoruz. Rant muslukları kesildiğinde nasıl iftiraya başvurduklarını, nasıl algı ve manipülasyonlarla kayyıma ortam hazırlamaya çalıştıklarını çok iyi biliyoruz. Dün Yeni Şafak’ta çıkan haberin kendisi bir haber değil olsa olsa MİT raporudur. Yeni Şafak arkadaşlarımızı hedef göstermiştir, algı operasyonu yapmıştır, yalan söylemiştir. Manipülasyonun ve operasyonun merkezinde yer alıyor.

Bu mesnetsiz iddiaların her birine karşı hem kurumsal olarak Diyarbakır Büyükşehir Belediyemiz hem de adı zikredilen her bir arkadaşımız suç duyurusunda bulunacaktır. Minareyi çalmak için kılıf hazırlamaya çalıştıklarını, yeni kayyımlara zemin hazırlamaya çalıştıklarını iyi biliyoruz. Yandaş kanallardan bakanlıklara kadar uzanan, oradan Saray’a kadar devam eden ve İletişim Başkanlığı tarafından yönetilen bir operasyonla, bir algı süreciyle karşı karşıyayız. Neredeyse belediye eş başkanlarımızın nefes almasını bile sorun haline getirecek, buna bile saldıracak kadar akıldan izandan yoksun bir tabloyla karşı karşıya olduğumuzu ifade edelim.

“Erdoğan’ın fotoğrafının asılması zorunlu değil, indirilmesi de suç değil”

Tatvan Belediye Eş Başkanı Mümin Erol hakkında AKP Genel Başkanı Tayyip Erdoğan’ın fotoğrafını makam odasından indirdiği için soruşturma başlatıldı. Buradan soruyoruz: Hangi kanuna göre bu soruşturma başlatıldı? Hangi kanuna göre bir siyasi rakibin fotoğrafını indirmek suç? Saray’ın kanunlarında mı? Büyük ihtimalle öyle. Çünkü hiçbir kanunda Erdoğan’ın fotoğrafının siyasi rakipleri tarafından indirilmesinin suç olduğu yazmıyor. Yine hiçbir kanun ve yönetmelikte de asılmasının zorunlu olduğu yazmıyor.

Ama ne yapılıyor? Adalet Bakanı hemen bir açıklama yayınlıyor ve “birlik ve beraberliğimizi bozmaya yönelik bir tutum ve davranıştır” diyor. Üstelik konuşmasının başında ironik bir şekilde, Türkiye’nin bir hukuk devleti olduğu vurgusunda bulunuyor. Hangi hukuk devletinde partili bir cumhurbaşkanının fotoğrafını indirmek suç olabilir? Cumhurbaşkanı tarafsız konumunu kendi isteğiyle 2017 yılında yapılan anayasa değişikliği ile terk etmemiş midir? “Partili cumhurbaşkanı” sıfatını almamış mıdır? Tarafsızlıktan kendi talebiyle vazgeçmemiş midir?

Bakanın açıklaması aslında zorlama bir suç üretme meselesinin ta kendisidir. Suç üretmek de ceza hukukunun en temel ilkesi olan yasallık ilkesini çiğnemek demektir. Böyle bir suç yok. Bakanın açıklamasının hukukla alakası yok, siyaseten ise karşılığı yok. Hiçbir DEM Partili siyasetçi Erdoğan’ın fotoğrafını asmak zorunda değildir. Bakan Bey hukuk fakültesi eğitimini yeniden almalıdır.

Çünkü açıklamaları bizi mezuniyeti konusunda şüpheye düşürüyor. Tek başına bu bile kayyım gerekçesi yapılan dosyaların nasıl zorlama, nasıl uydurma olduğuna iyi bir örnektir. Belediye başkanlarımız yasaya göre suç olmayan, tam tersine hak olan eylemleri gerekçe gösterilerek görevden uzaklaştırılmıştır. Bugün aldığımız bir haber Mümin Erol’un ifadeye çağrıldığıdır. Yani olmayan bir suçtan algı yarattılar, soruşturma başlattılar. Şimdi de olmayan suçtan belediye eş başkanımızın ifadesini aldılar. Ne diyelim, tam bir akıl tutulması ile karşı karşıyayız.

6 Haziran’da açıklanan hububat fiyatlarına ilişkin de birkaç şey söylemek istiyorum. Türkiye son yıllarda çok ciddi bir tarım krizi içinde. Bu krizin en temel nedeni ise AKP’nin neoliberal tarım politikaları ve Kürt sorunundaki çözümsüzlüğün kendisi. AKP, sermayeyi esas alan tarım politikalarıyla küçük ölçekli çiftçileri ezmiş ve tarımsal üretimi ne yazık ki ithalata bağımlı hale getirmiştir.

Kürt sorununun çözümsüzlüğü nedeniyle milyonlarca metrekare alan, meralar yasaklı olduğu için ne yazık ki atıl kalmakta ve üreticiler tarafından kullanılmamaktadır. AKP’nin çiftçinin dertlerini önemsemediği, 6 Haziran’da yaptığı hububat taban fiyatı açıklamasında da açık ve net bir şekilde görülüyor. Tarım ve Orman Bakanlığı ekmeklik buğdayın kilogram fiyatını 9.25 lira, durum buğdayının kilogram fiyatını 10 lira, arpanın kilogram fiyatını ise 7.25 lira olarak açıkladı. Bütün bunlar neyi gösteriyor? Tam anlamıyla üreticinin üretimden ellerinin çektirileceği bir tablonun açığa çıktığını açık ve net görüyoruz.

“Çiftçilerin bu koşullarda üretime devam etmesi mümkün değil”

Resmi enflasyon bile yüzde 75’lerde. Ve en önemli girdilerden biri olan yakıtın, yani mazotun fiyatının son bir yılda yüzde 104 zamlandığı bir ortamda çiftçiye yapılan bu sembolik zamların akılla bir alakası yok. Çiftçinin aklıyla dalga geçen ve çiftçinin üretimden el çekmesine neden olan bir yaklaşım olduğunu ifade etmemiz gerekiyor. Bu sürede sadece mazot mu yüzde 104 zamlandı? Hayır, gübreden tohuma, tarımsal ilaçtan taşıma ve depolamaya kadar bütün girdi fiyatlarında çok ciddi zam var. Ama ne yazık ki AKP, çiftçiye bütün bunlar için yüzde 10 zam yaptı.

Arpa için onu bile yapmadı. Orada da yüzde 4 oranında kaldı. Tam bir fiyasko ile karşı karşıyayız. Çiftçiler bir yıl boyunca üretiyorlar, sonra da ürünlerini satarak borçlarını ödemek istiyorlar ve üretime devam etmek istiyorlar. Peki bu koşullarda mümkün mü? Değil. Zarar eden çiftçi üretime devam eder mi? Siz olsanız üretime devam eder misiniz? Çiftçiyi yok sayan, onu üretimden koparan politikaların arkasında AKP’nin desteklediği büyük tarım tekellerinin ve sermayenin olduğunu söylesek yanlış mı olur? Küçük ölçekli çiftçinin üretimden el çekmesini sağlayan ama buna karşılık ithalat yapan firmaları destekleyen bir tarımsal politikanın olduğunu görüyoruz.

Bütün bunları üst üste koyduğumuzda, çiftçilerin üretim yapmasının koşullarının olmadığını görüyoruz. Çiftçi borçları almış başını gidiyor. Çiftçilerin borçları 700 milyara yaklaşmış durumda. Bu borçların sebebi de her şeye rağmen üretimin içinde kalma ısrarları. Ama AKP her yıl çiftçinin bu ısrarını yok etmek için hamle üzerine hamle yapıyor. Bunun sonucunda çiftçi borcunu ödeyemiyor, üretime devam edemiyor. Bunun altını çizmemiz gerekiyor. Bu üretimden kopuşun afaki olmadığını söylememiz lazım.

Son yıllarda çiftçi sayısı hızla geriledi, 2 milyon 177 binlere kadar düştü. Bunun nedeni çiftçilerin yüksek girdi maliyetleriyle baş edememesi ve artan borçlarıdır. Bununla birlikte, çiftçiler TMO’ya ürünlerini satmak istediklerinde randevu alamıyor. Randevular 3-4 ay sonrasına veriliyor ve o zamana kadar çiftçilerin ürünlerini depolayabilecekleri alanları yok. Depolama maliyetine katlanmamak için de çiftçiler ürünlerini elden çıkarıyor. Bu elden çıkarma dönemlerinde de tüccarlar ucuz fiyata ürünleri alıyor. Bugün devletin açıkladığı taban fiyatın altında çiftçiler ürünlerini tüccarlara satmak zorunda kalıyor. Büyük bir çıkmaz olduğunu söylememiz lazım.

Hububat alım fiyatlarının revize edilmesi gerekiyor. Hızlı bir şekilde bu ülkenin stratejik bir tarım planını ortaya koyması gerekiyor. Hızlı bir şekilde küçük ve orta ölçekli çiftçilerin destekleneceği bir destek paketinin açıklanması gerekiyor. Tarım stratejik bir alandır, aynı zamanda milyonlarca insanın gıda güvenliğini ve beslenmesini ilgilendirir. Bunlar yapılmazsa bu gidişle bu ülkede ekmeğin 20 TL olacağı günler uzak değil.

Bütün bunların sonucunda ne oluyor? Türkiye gıda enflasyonunda OECD ülkeleri içerisinde birinci, 37 ülke arasında en yüksek enflasyona sahip ülke konumunda. İşte bu bir zamanların tarım ülkesi olan Türkiye’de oluyor. AKP bunu başardı. Yani kendi kendine yeten 7 ülkeden biri olan Türkiye, bugün gıda enflasyonda birinci pozisyona yükselmiş durumda. Yine BM Gıda ve Tarım Örgütünün verilerine göre son 1 yılda gıda fiyatları bir önceki yıla göre 3,4 düşüş gösterirken, Türkiye’deki gıda fiyatları ise küresel eğilimin aksine çok şiddetli bir şekilde artmaya devam ediyor.

TÜİK aylık gıda enflasyonunu yüzde 1,69, yıllık gıda enflasyonunu yüzde 70,14 olarak hesapladı. Ankara’daki gıda fiyatlarını referans alan TÜRK-İŞ ise mutfak enflasyonunu aylık 7.02, yıllık bazda ise yüzde 83,06 olarak gerçekleştiğini açıkladı. Bütün bunlar bize büyük bir gıda krizinin olduğunu ve dar gelirlinin, emeklinin, işçinin aslında gıdaya erişemediğini ortaya koyuyor. O nedenle bu konuda çok hızlı bir şekilde hükümetin adım atması gerektiğini, üretimde ısrar eden milyonlarca çiftçi adına buradan bir kez daha ifade etmek istiyorum.

Biliyorsunuz Milli Eğitim Bakanlığı “Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli” adıyla yeni bir reform yapacağını iddia ediyor. AKP iktidara geldiğinden beri 8 bakan değiştirdi, 17 kez de eğitim reformu yapacağını ifade etti. Her gelen bakan süreci kendisiyle başlattı, çok şaşaalı güzel sözler söyledi ama eğitimdeki sorunlar gittikçe derinleşti, kangrenleşti. “Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli” adıyla hazırlanan müfredat programını 10 yıldır hazırladıklarını ifade ettiler.

Bu süreçteki usulsüzlüklerine, paydaşlara danışmamalarına, bu meselenin özüne baktığımızda modelin tam olarak AKP-MHP ittifakının itaati merkeze alan yeni bir nesil yetiştirme projesi olduğunu ifade etmemiz gerekiyor. AKP-MHP’nin ideolojik amaçlarla hazırladığı bu program tam anlamıyla asimilasyoncudur, dinsel inancı araçsallaştırmaktadır, bilim dışıdır, cinsiyetçi öğeler ve konulardan oluşmaktadır. Çok kimlikli, çok dilli Türkiye gerçeğine aykırıdır ve tam anlamıyla kamucu eğitim yerine piyasayı esas almaktadır. Ayrıca kapsayıcı olmadığını, son derece ideolojik saiklerle hazırlanmış bir program olduğunu da ifade edelim. DEM Parti olarak bu programı, bu müfredatı reddediyoruz.

Geçtiğimiz hafta Türkiye Yüzyılı Maarif Modelinin tanıtım programında konuşan Erdoğan, ideolojik nedenlerle bu programa karşı çıkanları kendilerini sorgulamaya davet etmiş. Biz de Tayyip Erdoğan’a, kendisini sorgulamaya davet ediyoruz. Şunu çok iyi biliyoruz ki bu programı ideolojik nedenlerle bütün topluma ve bu ülkedeki milyonlarca öğrenciye dayatıyorsunuz. Bu, sizin yeni nesil oluşturma, yeni nesil yetiştirme projenizdir. “Dindar ve kindar nesil” yetiştirme hedefine giden yolda yeni bir adım attınız.

Uzun uzun bu alandaki sorunlara değinmeyeceğim ama şunu söyleyelim. Eğitim alanında dünya kadar sorun var. Bu ülkede ataması yapılmayan bir milyon öğretmen bekliyor. 2023’te KPSS’ye giren ve atama başvurusu yapan öğretmen sayısı 572 bin. Bakanlık 68 bin olarak ifade etmişti ataması yapılması gereken öğretmen sayısını ama buna karşılık 20 bin öğretmen ataması gerçekleştirildi. Peki, ataması yapılan öğretmenlere ve halihazırda çalışan öğretmenlere ne oluyor? Onlar da yoksulluk girdabıyla ve mobbingle karşı karşıyalar.

Her gün CİMER’e yapılan şikayetler nedeniyle mesleklerini icra edemiyorlar, kendilerini geliştiremiyorlar, çağa uygun bir şekilde eğitim hizmetlerini verme konusunda ciddi sorunlar yaşıyorlar. Bütün bunlara tek bir söz söyleyen yok, tek bir çözüm üreten yok. Bununla beraber hala ideolojik saiklerle eğitim süreci yürütülüyor. Özellikle dershanelerde ve özel okullarda çalışan öğretmenler için taban maaş uygulamasının olmaması, çoğunun ya asgari ücretle ya da asgari ücretin altında maaşlarla çalıştırılmaya zorlanması tam bir gasptır. Bakanlık buna dair bir şey diyor mu? Hayır demiyor. Ve bütün bu süreci haksız ve hukuksuz bir şekilde topluma karşı, eğitim bileşenlerine karşı, öğrencilere ve velilere karşı adım adım yürütmeye devam ediyorlar.

Bir yüzyıllık asimilasyon süreci varken, hala bu ülkede Kürtler başta olmak üzere dünya kadar halk kendi anadilinde eğitim alamıyor, Aleviler zorunlu din derslerinde asimile edilmeye devam ediliyor. Laik ve bilimsel eğitimden zaten artık bahsedemiyoruz. Tam bir dinci eğitim modeli son gaz devam ettiriliyor. Bütün bunlara karşı demokratik kamuoyunun ve eğitim örgütlerinin yan yana gelerek oluşturdukları bir platform var. 45 kurum bir araya geldi ve “Müfredata Hayır Platformu”nu kurdular. 11 Haziran Salı günü büyük bir okul boykotunu örgütlediler. Biz de buradan bütün halklarımıza ve çocuklara çağrı yapmak istiyoruz. İrademe, öğrencime, anadilime, bedenime, eğitim hakkıma sahip çıkıyorum diyerek bu boykota bütün öğrencileri katılmaya davet ediyoruz.

“Kadını sadece anne olarak görüp aile içinde rol biçiyorlar”

Son dönemlerde sık sık Türkiye’deki doğurganlık istatistikleri açıklanıyor. Bu doğurganlık istatistikleri üzerinden, kadınların çocuk yapmaları üzerinden iktidar ve hatta bazı muhalefet partileri tarafından yeni bir dönemin başlatıldığına tanıklık ediyoruz. AKP ve MHP doğurganlık oranlarının düşmesini bir varoluşsal tehdit olarak görüyor. Bu tarihsel bir tartışma. Uzun yıllardır ulus devletler kadınlara ulusun anneleri rolünü biçmiştir. Doğurganlığı artırmanın iki temel amacı vardır; birisi kapitalizme ucuz işçi yetiştirmek, diğeri de aslında militarizme savaşlar için asker yetiştirmek.

Bu iki hedef nedeniyle her seferinde kadın bedenine müdahale edildiğini, kadının eve ve aileye hapsedilmeye çalışıldığını çok iyi biliyoruz. Özellikle Türkiye’deki dönüşümün de buna uygun olduğunu ifade etmemiz gerekiyor. Bu hedeflere ulaşmak için çalışma yaşamından Medeni Kanun’a kadar büyük bir değişim ve dönüşümü AKP yapmak istiyor. Sözde doğum sonrası izni artırmaya çalışıyorlar ama çok iyi biliyoruz ki kadını gözeten bir yerden değil. Yine uzaktan ve esnek çalışmayı getiriyorlar. Bununla kadınları yeniden iş hayatının dışına atıyorlar. Bununla beraber afetlerde bile yine aileyi korumayı esas alan bir vizyon belgesi yayınladılar. Bununla da kadını özne olarak görmediklerini, eşit yurttaş olarak görmediklerini, sadece anne olarak gördüklerini ve aile içinde rol biçtiklerini görüyoruz.

Ben küçük bir istatistik paylaşarak bu meselenin ne kadar acı olduğunu göstermek istiyorum. 2021 yılında 117’si 15 yaşından küçük olmak üzere 7 bin kız çocuğu bu ülkede doğum yaptı. 2022’de yaklaşık 32 bin çocuk istismara maruz kaldı. 2023’te ise 40 bin 713 yeni dosya açıldı. Peki, bütün bunların olduğu ülkede Aile Bakanlığı buna dair tek bir şey yapıyor mu? Hayır yapmıyor. 2024’ün ilk 2 ayında 74 kadın, 24 Şubat’ta ise aynı günde 7 kadın katledildi. 2023’te en az 33 kadın yine erkekler tarafından katledildi. Peki, AKP iktidarı ya da Aile Bakanlığı bütün bunlara yönelik tek bir söz kuruyor mu? Hayır!

Bütün bunları engelleyici hiçbir tedbir almıyor. Ama onun yerine kadınların ve LGBTİ’lerin haklarını tırpanlamaya devam ediyor, kadınları aile içerisinde tanımlayıp mahkum etmeyi sürdürüyor. Buradan söyleyelim: Kadın özgürlük mücadelemizi ne olursa olsun her zeminde devam ettireceğiz. Kadın bedeninin kontrol edilmesi politikalarına karşı her zeminde mücadele edeceğiz. Kadınların ve LGBTİ’lerin daha adil, eşitlikçi ve özgürlükçü bir toplumda yaşaması için olan mücadelemizi devam ettireceğiz. Kadını nesne olarak gören, kadını birey olmaktan çıkaran, aileye mahkum eden bu anlayışa geçit vermeyeceğiz.

Son bir çağrıyla bitireyim. Ayın 12’sinde Diyarbakır’da faili meçhul bırakılmaya çalışılan Tahir Elçi’nin karar duruşması var. Tahir Elçi cinayeti yakın dönemde bütün kamuoyunun gözü önünde işlenen ama karartılmaya çalışılan bir cinayet olması bakımından çok önemlidir. Savcının verdiği son mütalaaları da bütün kamuoyu çok iyi biliyor. Biz bir kez daha Türkiye’deki vicdan sahibi herkesi, bu ülkede hukuktan yana olan herkesi bu cinayetin karanlıkta kalmaması ve bir dönemin aydınlatılması için orada olmaya ve dayanışmaya çağırıyoruz. Hükümete de hukuka uyması, gerçek katilleri ve o katillerin arkasındaki karanlık güç odaklarını açığa çıkarması çağrımızı da yinelemek istiyorum.”

Paylaşın

DEM Parti’den ‘Kayyım’ Açıklaması: AKP’nin Normalleşme İddiası Çökmüştür

DEM Parti Sözcüsü Gülistan Kılıç Koçyiğit, Hakkari Belediye Eş Başkanı Mehmet Sıddık Akış’ın yerine kayyım atanmasına ilişkin yaptığı açıklamada, “AKP’nin normalleşme iddiası çökmüştür” dedi.

Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti ) Grup Başkanvekili Gülistan Kılıç Koçyiğit, partisinin genel merkezinde düzenlediği basın toplantısında gündeme ilişkin açıklamalarda bulundu. Koçyiğit’in açıklamalarından başlıklar şöyle:

“Hakkari eş başkanımız Mehmet Sıddık Akış, bugün sabah Van’da gözaltına alındı. Sonrasında Hakkari Belediyesi polisler tarafından ablukaya alındı. Seçilmiş belediye meclis üyelerimiz ve belediye çalışanları içeri giremezken, Vali Yardımcısı belediyeye girerek eş başkanımızın görevden alındığını şifahen bildirdi. Sonrasında ise İçişleri Bakanlığı belediyemize kayyım atandığını ilan eden bir açıklama yaptı.

Kayyım atadıkları belediye başkanımız için uydurma gerekçeler sunarak bu hukuksuzluğa hukuk kılıfı bulmaya çalıştıklarını biliyoruz. Ülkede hukukun ne hale geldiğini hepimiz biliyoruz. Verilen bütün kararların siyasi olduğunu, yargının siyasetin aparatı haline geldiğini sadece biz değil, tüm dünya biliyor. Görevden alma, irade gaspı ve hukuki bir kılıf uydurarak demokrasiye darbe yapmak, bu iktidarın bu yüzyılda işlediği en korkunç suçlardan biridir.

Şimdi yine siyasetçilerimizle ilgili her zaman yaptıkları gibi karalama ve algı operasyonları ile toplumu manipüle etmeye çalışıyorlar. Kendini anayasadan üstün gören bir parti ile yönetiliyor tüm Türkiye. İstediği zaman seçim yapar, istediği zaman seçimi yeniler, istediğinde de seçimsiz belediyeye kayyım atar. Fakat hesaba katmadığı bir şey var: demokrasiyi halk söke söke alır.

31 Mart seçimlerinden çıkan en önemli sonuçlardan biri, Kürt halkının darbeci, gaspçı, talancı kayyımları süpürüp tarihin çöp sepetine atmasıydı. Kayyım kararıyla iktidar, 31 Mart seçimlerindeki yenilginin intikamını belediyelerimizden almaya başladı. Önce Van’da, seçilmiş eş başkanımız memnu haklarını almış olmasına rağmen, seçildikten sonra adeta bir tuzak kurarak mazbatasını vermediniz.

Van halkı iradesine sahip çıktı ve zaten kendisine ait olanı geri aldı. Daha dün, 2 Haziran’da, Hilvan halkı türlü hilelerle yenilediğiniz seçimde yeniden DEM Parti dedi. İptal ettiğiniz seçimde oy farkı neredeyse 10 katına çıktı. Hilvan’da halkımız hilecilerin boylarının ölçüsünü aldılar. Halkımız yine iradesine sahip çıktı ve en güzel cevabı size verdi.

1 ay önce sarayın tetikçileri, kazandığımız belediyelere dair gasp etme girişimlerinin sözlü duyurusunu yaymaya başladılar. Kazanılmış belediyemizde asılsız iddialarla, ısmarlama talimatla ve siyasi hazımsızlık sonucu gasp girişimleri, demokrasinin temel ilkelerine ve halkın iradesine açık bir saldırıdır. Mehmet Sıddık Akış, seçimle iş başına gelen, yerel ihtiyaçları bilerek ve bu doğrultuda hizmet üretmeye gönül vererek eş başkan olmuştur. Siz isteseniz de istemeseniz de Hakkari’nin iradesi DEM Parti’dir, Kürt halkıdır, Sıddık Akış’tır.

Bakın bu OHAL hukukudur. KHK ile getirdikleri irade gaspları, siyasi darbeler bugün hâlâ Kürtlere karşı, Kürt halkının iradesini sindirme ve yıldırma politikası olarak kullanılıyor. Kürdün OHAL’i bitmiyor. Biz ne kadar demokratik siyasette ısrar ediyorsak, iktidar da o kadar bu ısrarımızdan bizi vazgeçirmeye çalışıyor.

Normalleşme ve yumuşama safsataları günlerdir almış başını gidiyor. Bu mudur normalleşme? Bu mudur demokratik anayasa için ilk yaptığınız? AKP-MHP iktidarının normalleşme iddiası çökmüştür. Yeni anayasa iddiaları da kayyımın enkazının altında kalmıştır. Yeni anayasanın ve normalleşmenin Kürtleri kapsamadığı açığa çıkmıştır.

31 Mart gününden bu yana, yıllarca çarçur edilen belediyelerimiz sayesinde halkımız nefes aldı. Kayyımların zevki sefa içinde yaşayarak bıraktıkları tahribatı onarmak için kolları sıvadık. Kayyım siyasetinin çoktan iflas ettiğini, kayyımların rüşvet, yolsuzluk, yandaş kayırmacılığı ve Kürt düşmanlığından başka bir miras bırakmadığını hepimiz biliyoruz. Hakkari Belediyemizin toplam borcu 348 milyon lira. Belediyelerimiz halka yeniden açılacak diye coşkuyla karşılandı. Ne bu coşkuyu yarım bırakmanıza ne de halkımızın hakkı olan hizmeti yarıda bırakmanıza müsaade edeceğiz.

Hakkari halkı, kendilerini temsil edeceklerine inandıkları kişiyi seçmiş, önümüzdeki 5 yılı onunla yürümek istediklerini açıkça ifade etmiştir. Fakat bugünkü gasp girişimi halkın beklentilerini boşa çıkarmaya ve yerel demokrasinin işlevsiz hale getirilmesinin önünü açmaktadır. Yerel yönetimler, demokrasinin kılcal damarlarıdır; halkın iradesi seçimle tecelli etmiştir. Siyasi rekabeti sandıkta kaybetmiş olanların, hukuk dışı antidemokratik uygulamaları bu gerçeği değiştirmeyecektir. Belediyemize dönük bu hukuksuzluk, sadece Hakkari halkına ya da DEM Parti’ye değil, tüm demokrasi güçlerine ve yüzyıllar önce kazanılmış seçme seçilme özgürlüğüne yapılmıştır.

Tüm demokratik kamuoyunu bu konuyla ilgili tepkisini en yüksek şekilde göstermelidir. Siyasi partilerden sivil topluma, aydın ve sanatçılardan yüreği demokrasiden yana atan herkese kadar herkes bu kayyım hukuksuzluğuna ses çıkarmalı, Hakkari halkının iradesinin yanında olduğunu göstermelidir.

31 Mart seçimlerinde kaybettiklerini kayyım yoluyla geri almalarına bir kez izin verirsek, Hakkari’de başlayan saldırı ve gasp dalgasının nerede sonuçlanacağını asla bilemeyiz. Bu anlatılan, tüm ülkenin hikayesidir. Seçimlerde oy kullanmış tüm yurttaşlar, kendi oylarına nasıl saygı duyulmasını istiyorlarsa Hakkari için de aynı duyarlılığı göstermelidir. Tüm demokrasi güçlerini bu hukuksuzluğa karşı bir araya gelmeye ve Hakkari halkıyla dayanışmaya çağırıyoruz.

Bütün belediyelerimizin önünde de belediyelerimiz savunmak için nöbet eylemi başlatıyoruz. Bütün halkımızı bu nöbetlere destek vermeye çağırıyoruz. Bugün saat 18.00’de İstanbul Şişhane’de bir buluşma gerçekleştireceğiz.”

Hakkari Belediye Başkanı’nın yerine “kayyım” atandı

DEM Partili Hakkari Belediye Başkanı Mehmet Sıddık Akış’ın gözaltına alınması sonrasında İçişleri Bakanlığı Akış’ın görevden uzaklaştırıldığını ve yerine kayyum atandığını bildirdi.

Bakanlıktan yapılan açıklamada, “Mehmet Sıddık Akış’ın Anayasa’nın 127’nci maddesi ile 5393 sayılı Belediye Kanunu’nun 47’nci maddesi gereğince geçici bir tedbir olarak İçişleri Bakanlığı’nca görevden uzaklaştırılmıştır. 5393 sayılı Belediye Kanunun 45 ve 46’ncı maddeleri uyarınca Hakkari Valisi Ali Çelik, Hakkari Belediye Başkan Vekili olarak görevlendirilmiştir” ifadeleri kullanıldı.

Açıklamada, Akış’ın “Silahlı terör örgütünü yönetmek, silahlı terör örgütüne üye olmak ve örgüt propagandası yapmak” suçlarından yargılandığı belirtilerek, “Silahlı terör örgütüne üye olmak suçundan hakkında Hakkari Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından” açılan soruşturma kapsamında gözaltına alındığı kaydedildi.

Akış’ın gözaltına alınması sonrasında polis sabah saatlerinde Altay Caddesi’ni giriş ve çıkışlara kapatıp, Hakkari Belediyesi’nde arama başlattı. Bu arada partililer ise belediye binası önünde toplanmaya başladı. Polisin belediyede yaptığı aramaların tamamlanmasının ardından kurum çalışanlarının içeri girmesine izin verildi. Meclis üyeleri ve belediye başkan yardımcılarının ise binaya girmelerine izin verilmedi.

Hakkari Valiliği ise kentte gösteri ve yürüyüşlerin bugünden itibaren 10 günlüğüne yasaklandığını duyurdu. Bu açıklama öncesinde DEM Parti Genel Merkezi’nin sosyal medya hesabından yapılan paylaşımda, Hakkari Belediye Eş Başkanı Mehmet Sıddık Akış’ın Van’da gözaltına alındığı bildirildi.

Hakkari Belediyesinin “polis zoruyla gasp” edildiği belirtilerek, “Bu kayyımcı anlayışı reddediyoruz. Halkımız bu kayyımcı anlayışı tanımadığını 31 Mart’ta demokratik yollarla gösterdi. Bu darbeci ve kayyımcı zihniyet sadece Hakkari’ye değil bütün Türkiye halkının iradesine yönelik bir tehdittir” ifadeleri kullanıldı. DEM Parti paylaşımında “Demokrasiden yana herkese bu darbeye açık tavır alma” çağrısı yaptı.

DEM Parti eş başkanları Tuncer Bakırhan ve Tülay Hatimoğulları sosyal medya hesaplarından yaptıkları paylaşımlarda Hakkari Belediyesine kayyum atanmasına tepki gösterdi. Hatimoğulları, “Sandıkta halkın iradesine yenilen iktidar, yine irade gaspı peşinde. Polis zoruyla belediyemizi gasp etmeye kalkan, Eş Başkanımız Mehmet Sıddık Akış’ı gözaltına alan bu kayyımcı anlayışa asla boyun eğmeyeceğiz” dedi.

Bakırhan da paylaşımda “Halk iradesini hiçe sayan AKP-MHP, emrindeki yargı ve polis eliyle halkın meşru ve demokratik temsilcilerine karşı gözaltı hukuksuzluğuna başvurdu. Hakkari Belediye Eş Başkanımızın gözaltına alınması karanlık ve kirli bir hukuksuzluktur. Bu darbeci, kayyımcı ve yeminli Kürt düşmanı anlayışı ret ediyoruz” ifadelerine yer verdi.

Mehmet Sıddık Akış, 31 Mart yerel seçimlerinde oyların yüzde 48,91’ini alarak Hakkari Belediye Başkanı olarak seçilmişti.

Paylaşın