Halkların Demokratik Partisi (HDP) Eş Genel Başkanı Pervin Buldan, partisinin TBMM’deki grup toplantısında gündeme dair değerlendirmelerde bulundu. Meclis iradesinin vesayet altında olduğu, yoksulluğun, yolsuzluğun, sömürü ve eşitsizliğin büyüdüğü bir süreçte Meclis’in 102’nci kuruluş yıl dönümünü karşıladıklarını dile getiren Buldan’ın açıklamaları şöyle;
“Keşke gerçek bir halk egemenliğinden ve demokratik bir sistemden söz edebilseydik. Çoğulculuğu, kimlik ve inançları, dilleri, âdemi merkeziyetçiliği reddeden, sürekli çatışma üreten, cumhuriyetin demokrasiyle buluşmasını engelleyen bir asırlık darbeci, vesayetçi, retçi, tekçi ve inkârcı sistemin çoklu krizlerini yaşadığımız bir süreçten geçiyoruz. Bu krizlerden çıkmanın yolu elbette ki var. Eşitliği, özgür yurttaşlığı, âdemi merkeziyetçiliği esas alan güçlü bir demokrasidir, toplumsal sözleşmeye dayanan çoğulcu, özgürlükçü, eşitlikçi demokratik yeni bir anayasadır.
İhtiyaç olunanın herkesin hakkını hukukunu koruyan bir adalet ve hukuk sistemi olduğudur. Kadınların özgürlüğüdür ve bu coğrafyanın en acil ihtiyacı olan onurlu adil bir barıştır. Tüm bunlar cumhuriyeti demokrasiyle, Türkiye halklarını demokratik bir yaşamla buluşturacak temel adımlardır. Bu anlamda Türkiye tam bir yol ayrımındadır. Ekonomik, sosyal, hukuksal hiçbir soruna çözüm üretemeyen bu kriz sisteminden kurtulmaya yönelik değişim ve dönüşüm talepleri bütün toplumsal kesimlerde giderek güçlenmektedir.
“Artık yeter” sesleri her yerde gün geçtikçe yükselmektedir. Bu sesten korkan iktidar ise, kaybetmemek, rant ve yolsuzluk düzenini sürdürmek için saldırganlığını her gün arttırmaktadır. Yargı kumpaslarından siyasi darbe operasyonlarına, kutuplaştırma siyasetinden komşu ülke topraklarında savaş çıkarmaya varıncaya kadar iktidarını ayakta tutacak tüm çatışma ve kriz mekanizmalarını devreye sokan bir iktidarla karşı karşıya olduğumuzu özellikle belirtmek istiyorum.
Gezi davası
Kobanê’de insani dayanışma ve yardımlaşmayla, Gezi’de kolektif toplumsal itirazla, sokakta kadınlarla, gençlerle, emekçilerle, siyasette HDP’yle, demokrasi güçleriyle, doğayla savaş tam halinde olduklarını söylemekte bir beis görmüyoruz. Gezi Davası, Kobanê Davası, HDP’yi kapatma davası, demokratik siyaseti engelleme davaları, siyaseti biten, ancak emrindeki yargı gücüyle ayakta durmaya çalışan AKP-MHP iktidarının yarattığı hukuksuzluk karanlığıdır. Dün Gezi Davası’nda karar çıktı.
Beraatla sonuçlanan Gezi Davası’nı kumpaslarla yeniden bir yargılamaya dönüştürdüler, Sevgili Osman Kavala’ya müebbet, Sevgili Mücella Yapıcı başta olmak üzere 7 arkadaşımıza da 18’er yıl ceza verdiler. Buradan hepsine ayrı ayrı selamlarımı ve dayanışma duygularımı gönderiyorum. Hukuk ve adalet mücadelesinde asla yalnız değilsiniz, Türkiye’nin demokratik vicdanı sizinle diyorum. Buradan Meclis kürsüsünden bir kez daha selamlarımı gönderiyorum.
Gezi Davasının hâkimi biliyorsunuz, AKP’nin bir milletvekili aday adayı çıktı. Kobani kumpas davasının mahkeme başkanı da bir çete üyesi çıkmıştı. Yargının kimlere teslim edildiğinin karanlık bir resmidir bu tablo. Ortada bağımsız bir yargı yok. Ortada hukuk hiç yok. Artık bir ortada bir düşman hukuku bile kalmamış durumdadır. AKP’nin ele geçirip yönettiği mahkemelerin kendileri de, yargılamaları da, kararları da asla hukuki değildir, tam anlamıyla siyasi kararlardır, duruşmalardır.
“Gezi davasında verilen cezalar; tüm topluma yönelik bir gözdağıdır”
Mahkeme üyesinin karara düştüğü şerh zaten her şeyi izah ediyor, bizlere açıklıyor. Şerhteki ‘Her türlü kuşkudan uzak, somut, kesin ve inandırıcı başkaca delil yoktur’ tespiti, hukuksuz, delilsiz yargılamanın bir kumpas olduğunu açıkça ortaya koymaktadır. Aynı kumpası biz delilsiz Kobanê davasında da gördük. En son, Kobanê’ye yapılan insani yardımla ilgili 20 arkadaşımızı hukuksuzca tutukladılar. Burada da ortada da tek bir delil yok! Gezi davasında verilen cezalar; tüm topluma yönelik bir gözdağıdır.
Karar, demokratik hak, eşitlik ve özgürlük taleplerini, toplumsal muhalefeti yargı kumpaslarıyla, hukuksuz cezalarla engelleme girişimidir. Gezi dayanışmasında verilen cezanın üzerinden bir saat geçmeden AKP Genel Başkanı yargı mensuplarıyla iftar yemeğinde çıkıp bir de halkın aklıyla alay edercesine adalet dersi verdi. ‘Adaletin olmadığı yerde huzur olmaz. Adalet duygusunun zedelendiği yerde sosyal barış olmaz’ dedi. Bunları söyleyen aynı zamanda ‘AİHM kararlarını tanımıyorum’ diyen zihniyettir. Bu ülkede adalet duygusunu zedeleyen de, barışı yok eden de, toplumda huzur bırakmayan da sizin iktidarınızdır. Sorumluyu başka yerde aramayın.
“Mücadele sürecektir…”
Buradan bir kez daha vurguluyorum: Taksim’deki toplumsal dayanışma, bu ülkedeki adalet için, eşitlik için, özgürlük için asla sönmeyecek bir umuttur. Bu umudu, cezalarınızla, baskılarınızla, başkanı çete üyesi, hâkimi milletvekili aday adayınız olan iktidar mekanizmalarınızla asla kıramayacaksınız, asla kıramayacaksınız, asla kıramayacaksınız. Şimdi adalet, hukuk ve eşitlik mücadelesini, Gezi’nin umuduyla birlikte daha da büyütmek için daha fazla ortak mücadele zamanıdır. HDP adalet mücadelesinin sözüdür, gücüdür, yoludur. Sözümüzdür; Berkinlerin, Ali İsmail Korkmazların, Ethem Sarısülüklerin hayalleri yaşam bulana kadar bu mücadele sürecektir.
İktidarın, ayakta kalmak için sürdürdüğü savaşın bir diğer ayağı da biliyorsunuz komşu ülke topraklarında hala sürmektedir. Ukrayna savaşı için ‘Savaşın kazananı olmaz’ diyen iktidar, bir takım emperyal hedeflerle sınırın diğer tarafında, Federal Kürdistan Bölgesi’nde yeni bir çatışma dalgasını başlattı. Uluslararası hukuku yok sayarak, komşu ülkenin topraklarına girerek, o ülkenin iradesini ve egemenlik haklarını yok saymak, yayılmacılıktır, bir savaş politikasıdır.
Sürekli krizden ve çatışmadan beslenen iktidarın, Irak’a, Suriye’ye, Ortadoğu’ya savaş ihraç ederek, hem bu bölgeyi daha da istikrarsızlaştırmayı, hem de Kürt halkı başta olmak üzere tüm bölge halklarının barış içinde ortak geleceğini hedef aldığını biliyor ve görüyoruz. Ne yazık ki bu politikanın bedelini her zamanki gibi yine canıyla ve ekmeğiyle halka ödetecekler. Çatışmacı siyaset Kürt sorununu daha da derinleştirecek ve çıkmaza sürükleyecektir.
AKP Genel Başkanı geçen haftaki grup konuşmasında ‘Bu yapılan operasyondan tek rahatsız olan parti HDP’dir’ dedi. Bu sözler aynı zamanda savaş politikalarına karşı çıkmayan siyasal muhalefetin içine düştüğü durumu da ortaya çıkarmaktadır. Buradan şunu özellikle vurgulamak istiyorum: İktidar olarak siz gayet rahat olabilirsiniz, ama biz, evet savaş politikalarınızdan kesinlikle rahatsızlık duyuyoruz. Sadece biz değil, halk da, bölge halkları da huzursuzluk ve rahatsızlık duyuyor. Siz rahat olabilirsiniz, ama biz gençlerin cenazesinin gelecek olmasından kesinlikle rahatsızlık ve üzüntü duyuyoruz. Bölge halklarının huzurunu kaçırmanızdan evet rahatsızlık duyuyoruz. Toplumun yoksullaşarak ağır bedel ödeyecek olmasından evet kesinlikle rahatsızlık duyuyoruz. Siz bizim barış politikamızdan rahatsızlık duyuyorsunuz. Bunu görüyor ve biliyoruz. Ama vazgeçmeyeceğiz. Savaşa her zaman karşı çıkarak, barışı güçlü bir biçimde savunmaya devam ederek sizi rahatsız etmeye devam edeceğiz. Bunu da böyle bilin.
Dur diyelim
Savaş, sizin varlık nedeniniz olabilir ama halklar adına barışı savunmak da bizim varlık gerekçemizdir. Ve bundan asla geri adım atmayacağız. Sizin çatışmacı siyasetine karşı biz diyalog ve müzakereyi, demokratik çözümü her zaman ve her zeminde savunarak iktidarınızı rahatsız etmeye devam edeceğiz. Buradan tüm topluma, demokratik kamuoyuna, demokrasi güçlerine, sivil toplum örgütlerine, tüm vicdanlı insanlara seslenmek istiyorum.
Bu ülkeyi yoksullaştıran, soframızdaki ekmeğe göz diken, kamuyu yolsuzluk çukuruna sokan bu adaletsiz ve vicdansız iktidar düzeninden kurtulmanın yolu, kendi iktidarları için başlattıkları savaşa karşı en güçlü şekilde karşı çıkmaktan geçer. Gelin hep birlikte savaş politikalarına da, talan düzenine de birlikte karşı çıkalım. Dur diyelim! Savaşsız, sömürüsüz, ortak ve eşit geleceğimiz için, demokrasi için, adalet için, ekmeğimiz ve alın terimiz için savaş karşıtı ittifakı hep birlikte büyütelim. Şimdi tam da bunun zamanıdır.
İktidarın çatışmacı-yayılmacı politikalarına karşı ses çıkarmayan siyasal muhalefetin de bu tutumunu gözden geçirmesi ve iktidarın ömrünü uzatacak politikalara hizmet etmekten kaçınması gerekir. Halkın beklentisi budur. Eğer ortak geleceği konuşmak istiyorsanız, savaş politikalarına karşı durmanız, barışın yanında yer almanız gerekir. Büyük bir ekonomik yıkım yaşayan bu halk, ne yeni bir savaşın ağır maliyetini, ne de bu iktidarın talan ve hukuksuzluklarını daha fazla kaldırabilecek durumdadır. Bu gerçeği herkesin iyi görmesi, net, ilkeli ve cesur olması gerekir.
Türkiye halkı yoksullaştı
Çatışmalı sürecin tırmandığı her dönem Türkiye halkları daha fazla yoksullaştı. Bakın rakamlar açık ortadadır! Bu yıl toplanacak toplam vergi tutarı tam 1 trilyon 450 milyar TL’dir. Bu vergilerin çatışmalara, faize ve ranta harcanacağı da gün gibi ortadadır. Geçmiş deneyimler bunu göstermektedir. 2015’ten bu yana savaş bütçesi tam olarak 6 kat artmış durumdadır. 2013-2015 çözüm süreci döneminde savunmaya ayrılan tutar; 40 ile 50 milyar lira arasındayken, 2022 yılında bu rakam 280 ila 290 milyar TL’dir.
Bugüne değin savaşın tırmandığı her dönem milli gelir de sürekli düşmüş durumdadır. Türkiye bugün dünya milli gelir sıralamasında 23’üncüdür. Dikkatinizi çekerim Türkiye’nin 16. sırada yer aldığı tek dönem ise barış ve müzakere süreçlerinin yürütüldüğü 2013-2015 yıllarıdır. Bu rakamların bize söylediği şudur: Atılan her mermi, atılan her bomba, milli gelirin, soframızdaki ekmeğin, cebimizdeki paranın daha da küçülmesi demektir. İşsizliğin, açlığın, sefaletin daha fazla büyümesi demektir.
Kürtler kazanmasın diye yürütülen düşmanlık politikasının Türkiye toplumuna işte maliyeti budur! Bakın İpsos’un yaptığı son bir araştırma var: Her 100 kişiden 83’ünün alım gücü düşmüştür. Her 10 kişiden 4’ü ailesinin maddi desteğine muhtaç hale gelmiştir. Bu iktidar tarafından getirilmiştir! Yine TÜİK’in çarpıttığı rakamlara göre bile, her 3 çocuktan 1’i yoksuldur. Milyonlarca çocuk beslenme, sağlık, eğitim gibi temel haklardan mahrumdur.
Öğrenciler barınamıyor, beslenemiyor, hastalar ilaç alamıyor, çiftçiler tarlasını ekemiyor, işçiler evine ekmek götüremiyor, memurlar ayın ortasını dahi getiremiyor, Çocuklar aç yatıyor, bebekler mama yiyemiyor, Borç batağında ve işsiz olan gençlerin hepsi yurtdışına gitmek istiyor. Türkiye halkının şu gerçeği net olarak görmesi gerekir. Sizin tercihiniz olmayan bir savaşı, bu iktidar kendi bekası için yine sizin vergilerinizle sürdürmektedir.
Halk aş-iş istiyor
Elbette ki bir gerçeklik daha var. Bakın! Halk aş-iş istiyor, iktidar sınır ötesi operasyon başlattık diye cevap veriyor. Gençler bugün işsiz, umutsuz, iktidar 2053 vizyonunu bekleyin diyor. Emekliler insanca yaşam istiyor, iktidar ülkeyi kimse bölemez diyor. Üretici, çiftçi perişan, gıda krizi kapıda, iktidar Irak’ı Suriye’yi kurtaracağız diyor. Enflasyon dozer gibi herkesi eziyor, iktidar, ekonomide en güçlü dönemdeyiz diyor. Ekonomiyi yolsuzluk ve rant kuşatmasına alan iktidarın Maliye Bakanı da ‘Gerekirse gemileri karadan yürütürüz’ dedi, bunu dün şaşırarak izledik.
Bunlar yürütme konusunda gayet ustalar. Neleri yürüttüklerini de hepimiz çok iyi biliyoruz. Bunlar halkın vergilerini yürütüyorlar. Uluslararası Şeffaflık Derneği’nin yolsuzluk araştırması raporuna göre toplumun yüzde 74’ü yolsuzlukların arttığını söylemektedir. Her 3 kişiden 2’si önümüzdeki 2 yılda yolsuzluğun daha da artacağı kanaatindedir. İşte, toplumdaki bu yolsuzluk algısını, beka ve savaş algısıyla yıkmak istiyorlar. Bütün çabaları bunun içindir.
Medyada her gün “milyonluk ihaleler AKP’linin yakınına gitti” başlıklı bir haberi görmek mümkündür. İşte yürüttükleri gemi tam da budur, ihale gemileridir. Çifter maaşlardır, örtülü ödenek vurgunlarıdır. Halk ise ucuz, bayat ekmek kuyruğuna mahkûm edilmektedir. Ekmek kuyruklarının sebebi; halkın cebinden çalınan paraların ranta ve savaş aktarılmasıdır. Sınır ötesinde tankları yürütürken, sınır içinde de rant gemisini yürütmeye devam ediyorlar. Yapılan son araştırmalarda 4 kişilik bir ailenin açlık sınırı 6 bin 170 liraya yükselmiştir.
Sınırların ötesindeki savaş, sınırın içindeki açlık sınırını ve halkın açlıkla olan savaşını büyütmektedir. Tüm bu tablonun mimarı suç ekonomisi inşa eden, yandaş ekonomisini finanse eden ve savaş ekonomisiyle servet kazanan AKP-MHP iktidarıdır! Bakın emekliler günlerdir bayram ikramiyelerine insan onuruna yaraşır bir zam bekliyordu. İktidar, milyonlarca emeklinin bu insani talebini bir kez daha görmezden geldi, yok saydı. Çünkü emekliye gitmesi gereken kaynakları başka yerlere, 5’li çetelerine aktarıyorlar.
Sefalet Türkiye’si yaratılar
Evlere şekerin, lokumun, çocuklara bayramlığın alınamadığı, emeklilerin torunlarına bayram harçlığı veremediği, ulaşım zamları nedeniyle insanların bir birini ziyarete dahi gidemediği bir sefalet Türkiye’si yarattılar. Halkın bayramını zehir ettiler. Yazıklar olsun size diyoruz! Bir de dün kabine toplantısında çıkmış, AKP Genel Başkanı, ‘2023, emeklerin karşılığını alma, hasadı yapma vaktidir’ diyor.
Evet, ektiğinizi biçeceksiniz! Yaptığınız zulmün, hukuksuzlukların hasadını bir bir toplağınızı çok iyi biliyoruz! Halk sandıkta iki yakanıza yapışacak ve tarihin en büyük hesabını soracaktır! Bu tablo tabi ki kaderimiz değildir. Türkiye halklarının mahkum olduğu bir kader asla değildir. Ne yoksulluğa, ne de yoksulluğun temel sebebi olan savaş ve rant politikalarına mecbur da değiliz. Bu ülkede onurlu ve insanca bir yaşam sürmek elbette mümkündür. Bunun yolu da sömürüye ve adaletsizliğe karşı ortak mücadeleden geçer.
Newroz’daki büyük halk iradesiyle, 1 Mayıs’ın direniş ruhunu birleştirerek, adalet mücadelesiyle, ekmek mücadelesini buluşturarak bu savaşı ve ekonomik yıkımı durdurabiliriz. O yüzden alanlarda, fabrikalarda, yaşamın her alanında emek, demokrasi ve adalet mücadelesini büyütmek hepimizin öncelikli gündemi olmak zorundadır. Birleşerek büyürüz, birleşecek kazanırız! Bunu hiç kimse aklından çıkarmasın. Değerli emekçi halkımız, hepinizi bildiği gibi önümüzdeki Pazar 1 Mayıs’tır.
İşçiler, emekçiler, bu 1 Mayıs’ta sömürüye, eşitsizliğe ve adaletsizliğe, hayat pahalılığına, işsizliğe, güvencesiz çalışmaya, yoksullaştıran savaş politikalarına karşı ‘bu düzen böyle gitmez birlikte değiştireceğiz’ diyerek alanları doldurmaya hazırlanmaktadır. Biz de HDP olarak her yıl olduğu gibi bu yıl da yine 1 Mayıs meydanlarında olacağız. Tıpkı 8 Mart mitingleri gibi, tıpkı halen konuşulan ve ülkenin dört bir yanında milyonların katıldığı Newroz’lar gibi, 1 Mayıs’ın da kitlesel geçmesi için alanlarda olacağız. Bu 1 Mayıs aynı zamanda demokrasi güçlerinin bir araya geleceği ve AKP-MHP iktidarına karşı omuz omuza mücadeleyi en fazla büyüteceği bir gün olacaktır. Bu ülkenin yoksulları, ezilenleri, emekçileri dayanışarak, birleşerek cesaret ve umut biriktiriyorlar. İşte bu cesaret ve umut karşısında duramayacaklarını bir kez daha belirtmek istiyorum.
Bizler bir araya gelerek, ortak mücadelede buluşarak değiştireceğimize inanıyoruz. Buna tüm halklarımızın da inanmasını istiyoruz. Demokrasi ittifakı derken tam da bunu kastediyoruz. Meydanların kardeşliğinden, sokakların özgürlüğünden söz ediyoruz. İktidarı değiştirmenin bir yolu seçim sandığı ise bir yolu da 8 Mart, Newroz ve 1 Mayıs meydanlarından geçmektedir. Tüm emekçileri, yoksulları ezilenleri kısacası hakkını arayan herkesi, 1 Mayıs meydanlarını doldurmaya bir kez daha davet ediyoruz. Orada herkes olmalıdır çünkü orada herkese yer vardır. Yaşasın 1 Mayıs, Biji Yek Gulan! diyoruz.
HDP’nin savunması
Son olarak, bildiğiniz üzere partimize açılan kapatma davasında esasa ilişkin savunmamızı geçen hafta hukukçu arkadaşlarımız Anayasa Mahkemesi’ne sundu. Demokrasinin güçlendirilmesi, tarihsel ve güncel sorunların şiddet dışı yöntemlerle, diyalog ve müzakere yoluyla, demokratik siyaset eliyle çözülebilmesi için HDP’nin önemi, rolü ve çabasını detaylı olarak anlattık. Savunmamız; sadece HDP’nin savunması olarak algılanmamalıdır. Savunmamız aynı zamanda demokrasinin, kadın özgürlük mücadelesinin, ötekileştirilen tüm kesimlerin, ekolojinin, toplumsal barışın, açlığa ve sefalete sürüklenen halkın, gençlerin, çocukların kısaca tüm Türkiye halklarının savunmasıdır.
HDP’yi savunmak kendimizi savunmaktır, kendi hikâyemizi, kendi sözümüzü, emeğimizi ve geleceğimizi savunmaktır. Bizim durduğumuz yer; halkımızın yıllardır başını eğmeden cesurca verdiği mücadelenin yanıdır. Farklı seslerle, renklerle ve kimliklerle bir arada oluşumuzdur. Bizim durduğumuz yer kadınların yanıdır, gençlerin yanıdır, Newroz alanlarından barış ve özgürlük diyen milyonlarla omuz omuza olmaktır.
Bizler, faşizmin saldırılarına karşı bu ülkenin demokratik geleceğini inşa etmek için ilerlemeye kesintisiz olarak devam edeceğimizi bir kez daha ifade etmek isterim. HDP’yi savunmak derken tam da kastettiğimiz budur, adaleti ve hukuku savunmaktır, ortak dayanışmayı büyütmektir. Emek için, özgürlük için, eşitlik için, adalet için, demokrasi için, onurlu bir yaşam için bu yolu birlikte yürütmek zorunluluğuna hepimiz sahibiz.
Adıyaman’ın Kömür ilçesinde mermer ocağına karşı direnen bir anne var. 70 yaşındaki İsê Arslan der ki; ‘Sonunda başımız gitse de, onlar doğamızdan gidene kadar direneceğim.’ İşte kılavuzumuz budur. İsê anneye de buradan kucak dolusu sevgilerimi gönderiyor, direnişini selamlıyorum. Ve bir kez daha ve hiç tereddüt etmeden söylüyoruz ki, HDP bu topraklarda kök salmış halklarımızın partisidir. Halklaşan bir partiyi engelleyemezsiniz, bu coğrafya halklarının demokrasi, adalet ve eşitlik yürüyüşünü durduramazsınız.
Halklar tarihle olan randevularını kaçırmaz! Halklar bahçesi olan partimiz HDP de yaşanan bu tarihi süreçte, tarihe ve ezilen, sömürülen, direnen, barış talebi görmezlikten gelinen, hayatı kıskaca alınan tüm halklar ile beraber bu randevusuna geç kalmayacaktır. Türkiye halkları ve toplumu bunu iyi bilmelidir. Rolünü en güçlü şekilde oynayamaya devam edecektir. Bir su misali, mutlaka mecrasında akacak ve kaynağa ulaşacaktır. Hepimizin yolu açık olsun. Aynı zamanda önümüzdeki haftaki Mübarek Ramazan Bayramınızı da kutluyor, barış, huzur ve adalete vesile olmasını yürekten temenni ediyorum.”