Tamamen Suyla Kaplı Gezegen Keşfedildi

Bilim insanları, uzaylıların yaşadığı gerçek bir su dünyası olabilecek, tüm gezegeni kaplayan okyanusa sahip bir ötegezegenin izini sürüyor… Gökbilimciler yakın bir bölgede, suyla kaplandığı kanıtlanan ilk gezegen olabilecek bir ötegezegen keşfetti.

TOI-1452 b, Ejderha (Draco) takımyıldızında ve Dünya’dan yaklaşık 100 ışık yılı uzaklıkta yer alan, gezegenimizden biraz daha geniş ve büyük bir ötegezegen. Bilimsel dergi The Astronomical Journal’da çarşamba günü yayımlanan bir makalede, Montreal Üniversitesi’nden araştırmacılar, gezegenin kütlesinin büyük ölçüde, kayadan daha seyrek ama gazdan daha yoğun bir şeyden oluştuğunu gösterdiğini belirledi. Bu da küresel bir okyanusun olası bir işareti.

Montreal Üniversitesi’nde astrofizik doktora öğrencisi Charles Cadieux, yapılan açıklamada, “TOI-1452 b, bugüne kadar bulduğumuz en iyi okyanus gezegeni adaylarından biri” dedi.

Yarıçapı ve kütlesi, Dünya gibi temelinde metal ve kayadan oluşan bir gezegen için beklenenden çok daha düşük bir yoğunluğa işaret ediyor.

TOI-1452 b, gökbilimcilerin dikkatini ilk olarak NASA’nın Geçiş Halindeki Ötegezegen Araştırma Uydusu (TESS) uzay aracıyla çekti. Bu uydu, uzak yıldızların ışığında meydana gelen karartılara odaklanıyor. Çünkü bu karartılar o yıldızların önünden bir ötegezegen geçtiğini gösteriyor. TESS verileri de bir ötegezegenin varlığına işaret ediyordu ama bu gözlem kesin değildi.

TOI-1452 b’nin yörüngesinde döndüğü yıldız, ikili bir yıldız sisteminin parçası ve TESS bu sistemdeki yıldızları tek tek çözümleme gücüne sahip değil. Ancak üniversitenin Observatoire du Mont-Mégantic (OMM) gözlemevi, yeni analitik yöntemlerle birlikte TOI-1452 b’nin var olduğunu doğrulayabildi.

Cadieux, “OMM, bu sinyalin doğasını doğrulamada ve gezegenin yarıçapını tahmin etmede çok önemli bir rol oynadı” dedi.

Bu, rutin bir kontrol değildi. TESS tarafından tespit edilen sinyalin gerçekten de bu ikili sistemdeki iki yıldızdan en büyüğü olan TOI-1452’nin etrafında dönen bir ötegezegenden kaynaklandığından emin olmamız gerekiyordu.

Hawaii’deki Kanada-Fransa-Hawaii Teleskobu’na yerleştirilen bir alet daha sonra gezegenin kütlesini ölçtü.

Çoğunlukla kayalık ve metalik bir gezegen olan ve yüzeyinin yaklaşık yüzde 70’inin suyla kaplı olduğu Dünya’nın aksine, TOI-1452 b tamamen olmasa da büyük ölçüde sudan oluşuyor ve kütlesinin yaklaşık yüzde 30’u sıvıdan meydana geliyor gibi görünüyor. Bu, Dünya’nın okyanuslarından çok Satürn’ün uydusu Enceladus’un buzlu kabuğunun altında gizlendiğine inanılan derin sulara benzeyen bir tür derin küresel okyanus. Zira su, gezegenimizin kütlesinin yüzde 1’inden daha azını oluşturuyor.

Ötegezegenler, güneş sistemimizin dışında yer alıyor.

TOI-1452 b’nin bir okyanus gezegeni olup olmadığı ve bunun, sularında uzaylı yaşamı keşfetme ihtimali hakkında ne anlama geldiği hâlâ kesin değil. Ancak araştırmacılar James Webb Uzay Teleskobu’nun yakında bu tuhaf yeni sulu dünyanın gizemini çözmeyi sağlayabileceğini belirtiyor.

(Kaynak: Independent Türkçe)

Paylaşın

Uzaydaki Kayıp Gizemli Maddenin Sırrın Çözüldü

Bilim insanları uzayda yok olmuş gibi görünen gizemli ve kayıp maddeyi sonunda tespit etti: Bulgunun gezegenler hakkında bildiklerimizin çoğunda muazzam etkileri olabilir.

Yıldızlar büyürken, etraflarında bol miktarda karbonmonoksit bulunur. Karbonmonoksit, yeni gezegenlerin hayata başladığı ön gezegen disklerinde parlar ve bilim insanlarınca kolayca tespit edilebilir.

Fakat bilim insanları son yıllarda bu karbonmonoksit kütlelerinin büyük bir kısmının eksik olduğunu buldu.

Araştırmacılar bu disklerde ne kadar karbonmonoksit olması gerektiğini hesaplayıp bunu gözlemleriyle karşılaştırdıklarında, hesaplar tutmuyor gibi görünüyordu.

Ama anlaşılan o ki bilim insanları bu gizemi çözdü. Araştırmacılar, kayıp maddenin disklerin içindeki buz oluşumlarında saklandığını söylüyor.

Araştırmayı yöneten NASA Hubble bursiyeri Diana Powell, “Bu, gezegenleri oluşturan disklerdeki çözülmemiş en büyük gizemlerden biri olabilir” dedi.

Gözlemlenen sisteme bağlı olarak, karbonmonoksit seviyeleri olması gerekenden üç ila 100 kat daha az görünüyor; hesaplar muazzam oranda tutmuyor.

Kayıp maddenin gizemi sadece kendi özelinde önemli bir inceleme alanı değil. Karbonmonoksit aynı zamanda bize evrenin diğer kısımları hakkında da bilgi verir. Bu nedenle ölçümünde yaşadığımız herhangi bir sorun, diskleri ve oluşturdukları gezegenlere dair anlayışımızı etkileyebilir.

Dr. Powell, “Karbonmonoksit esasen diskler hakkında bildiğimiz her şeyi (kütle, bileşim ve sıcaklık gibi) tanımlayıp takip etmek için kullanılıyor” dedi.

Bu, disklerden yaptığımız çıkarımların çoğunun hatalı ve belirsiz olduğu anlamına gelebilir çünkü bileşiği yeterince iyi anlamıyoruz.

Dr. Powell kayıp karbonmonoksiti bulma çabasında maddenin bir halden diğerine geçme modellerini kullandı, örneğin katının sıvıya dönüşürken erimesi gibi. Bu tür modeller uzak gezegenleri incelemek için kullanılır fakat buzun parçacıklar üzerinde nasıl oluştuğunu anlamamıza da sağlar.

Bu modeli uyarlayan Dr. Powell, karbonmonoksitin zamanla nasıl değiştiğini anlamaya çalıştı. Daha sonra modeli, üzerinde ayrıntılı olarak çalışılan bazı disklerdeki gerçek karbonmonoksit gözlemleriyle karşılaştırdı ve birbirleriyle uyumlu çıktılar.

İleri araştırmalarda modeli daha fazla denemek için NASA’nın James Webb Uzay Teleskobu kullanılabilir. Ayrıca model nihayetinde disklerdeki buzu da tespit edebiliyor.

Bulgular, Nature Astronomy akademik dergisinde yayımlanan “Yüzey enerjisinin etkilediği buz oluşumuyla ön gezegen disklerindeki gaz halindeki CO’nun tükenmesi” (Depletion of gaseous CO in protoplanetary disks by surface-energy-regulated ice formation) başlıklı yeni bir makalede açıklandı.

(Kaynak: Independent Türkçe)

Paylaşın

Bilinen En Büyük Yıldızın En Net Fotoğrafı Çekildi

Gökbilimciler, evrenin bilinen en büyük yıldızının şimdiye kadarki en net görüntüsünü elde etti. Bu gelişme, dev yıldızların daha önce düşünüldüğü kadar büyük olmayabileceğini gösteriyor.

Bilinen en büyük yıldızlardan bazılarının (kimisi Güneş’in kütlesinin 100 katından fazla) nasıl oluştuğunu anlamaya çalışan bilim insanları, bu devlerin gözlem görüntülerini elde etmekte özellikle zorlanıyor.

Bunun nedeni, bu devlerin genellikle tozla kaplı yıldız kümelerinin kalabalık merkezlerinde bulunmalarıdır.

Araştırmacılar, ayrıca bu tür yıldızların enerji rezervlerini sadece birkaç milyon yıl içinde tüketerek hızlı yaşayıp genç öldüğünü söylüyor.

Şili’de bulunan ve ABD Ulusal Bilim Vakfı’na bağlı NOIRLab’ın işlettiği Uluslararası Gemini Gözlemevi’nin parçası olan 8,1 metrelik Gemini South teleskobunu kullanan gökbilimciler, bilinen en büyük yıldız olan R136a1’in şimdiye kadarki en net görüntüsünü elde edebildi.

Geçmiş çalışmalar R136a1’in Güneş’in 250 ila 320 katı kütleye sahip olduğunu öne sürerken, yeni gözlemler bu dev yıldızın güneş kütlesinin sadece 170 ila 230 katı olabileceğini gösteriyor.

R136a1 hâlâ bilinen en büyük yıldız olarak nitelendirilmesine karşın gökbilimcilere göre bulgular, “yıldız kütleleri üzerindeki üst sınırın önceden düşünülenden daha düşük olabileceğini” gösteriyor.

Çalışma sonuçlarının, Güneş’in kütlesinin 150 katından fazla olan yıldızların yıkıcı patlamalı ölümü sırasında ortaya çıkan helyumdan daha ağır elementlerin evrendeki kökeni üzerine çıkarımları da var.

Devasa yıldızın daha önce teleskopla yapılan gözlemlerinde, yakınındaki kümenin üyesi tüm yıldızları tek tek seçecek kadar net görüntüler elde edilememişti.

Fakat yeni çalışmada, Gemini South’un Zorro cihazı “benek görüntüleme” olarak bilinen bir teknik kullanarak önceki gözlemlerin çözünürlüğünü aşabildi. Bu teknik, yer tabanlı teleskopların Dünya atmosferinin bulanıklaştırıcı etkisinin üstesinden gelmesini sağlıyor.

Araştırmacılar, binlerce kısa pozlama görüntüsü alınan bu tekniği kullanıp verileri dikkatlice işleyerek, bulanıklığın neredeyse tamamını ortadan kaldırabildi.

Çalışmanın ortak yazarlarından Ricardo Salinas, “Bu sonuç, doğru koşullar göz önüne alınarak sınırları zorlanan 8,1 metrelik bir teleskobun, açısal çözünürlük söz konusu olduğunda sadece Hubble Uzay Teleskobu’na değil, James Webb Uzay Teleskobu’na da rakip olabileceğini gösteriyor” dedi.

Sonuçlarımızı yorumlarken dikkatli olunmasını tavsiye etsek de gözlemlerimiz en büyük yıldızların bir zamanlar düşünüldüğü kadar büyük olmayabileceğini gösteriyor.

(Kaynak: Independent Türkçe)

Paylaşın

Süper Kütleli Kara Deliğin Etrafında Işık Halkası Bulundu

Süper kütleli bir kara deliğin ilk kez çekilen fotoğrafını inceleyen bilim insanları, kara delikler hakkında uzun süredir var olan bir teoriyi doğrulayarak, onu çevreleyen ateşli turuncu parıltının altında saklanan parlak bir ışık halkasını ortaya çıkardı.

2019’da bilim insanları, Dünya’dan yaklaşık 53 milyon ışık yılı uzaklıktaki M87 galaksisinin merkezindeki süper kütleli kara deliğin ilk fotoğrafını elde etmek için Olay Ufku Teleskobu’nu kullandı. Turuncu aleve benzeyen bir şeyle çevrili bulanık koyu bir dairenin oluşturduğu görüntü, projede çalışan bilim insanlarından biri tarafından hemen Yüzüklerin Efendisi’ndeki “Sauron’un Gözü”ne benzetildi.

2019’daki görselde ortaya çıkan turuncu parıltı, kara deliğin tek yönlü ağzında kaybolmadan önce giderek daha dar yörüngelerde dönen gaz ve tozun yoğun ısınmasından kaynaklanıyor.

Ancak bilim insanları, teorik olarak M87’deki kara deliğin etrafını saran parlak bir ışık şeridi olması gerektiğini de biliyordu; ışık parçacıklarından ya da fotonlardan oluşan bir halka, kara deliğin son derece güçlü yerçekimi tarafından bükülmeliydi.

Şimdiyse Waterloo Üniversitesi’nden astrofizikçi Avery Broderick liderliğindeki bir ekip, orijinal Olay Ufku Teleskobu Verilerini yeniden işledi ve Güneş’imizden 6 milyar kat daha büyük kara deliğin çevresindeki parlak bir ışık şeridi olarak tahmin edilen halkayı ortaya çıkardı. Sonuçlar pazartesi günü The Astrophysical Journal akademik dergisinde yayımlandı.

Dr. Broderick yaptığı açıklamada, “Ateşböceklerini görmek için projektörü kapattık” dedi ve ekledi: Bir kara deliğin etrafındaki yerçekiminin temel bir işaretini çözmek gibi çok önemli bir şey yapmayı başardık.

Bir kara deliğin doğrudan görüntülenmesi ve bu görselin yeni bir işleme tabi tutulması, radyo frekansı gökyüzünde devasa bir mercek olarak birlikte çalışan dünya çapında bir dizi radyo teleskobu olan Olay Ufku Teleskobu’nun inşasıyla mümkün oldu.

Teleskobun görseller yerine radyo frekanslarını işlemesi ve sayısız bireysel teleskobu koordine etmesi, Dr. Broderick’in ekibinin kullandığı türden veri işlemeyi kolaylaştırdı. Broderick, “özünde hesaplamaya dayalı” bir bilimsel araç olarak, “Çeliğe olduğu kadar algoritmalara da bağımlı. Son teknoloji ürünü algoritmik gelişmeler, görüntünün temel özelliklerini araştırırken geri kalanını Olay Ufku Teleskobu’nun doğal çözünürlüğünde oluşturmamızı sağladı” dedi.

Dr. Broderick’in ekibi 2019’daki görüntüyü derinlemesine incelerken, Olay Ufku Teleskobu, Samanyolu galaksimizin merkezindeki süper kütleli kara deliğin mayısta yayımlanan ilk görüntüsü de dahil evrenin yeni fotoğraflarını çekmeye devam ediyor. Bilim insanları, süper kütleli kara deliklerin çoğu galaksinin merkezinde gizlenebileceğine ve galaktik evrimde önemli bir rol oynayabileceğine inanıyor.

(Kaynak: Independent Türkçe)

Paylaşın

En Parlak Yıldızların Gezegenleri Parçaladığı Bulundu

Yeni yapılan bir araştırmaya göre gece gökyüzündeki en parlak yıldızlar gezegenleri parçalıyor. Bu, HD 56414 b adlı yeni ve son derece olağandışı bir gezegen keşfeden araştırmacıların iddiası.

Gezegen sıcak ve kısa ömürlü A tipi bir yıldızın etrafında dönüyor. Bilim insanları genellikle bu tür parlak yıldızların etrafında Jüpiter’den daha küçük gaz devleri bulmaz.

Son birkaç on yılda gökbilimciler galaksimizde çeşitli yıldızların etrafında binlerce ötegezegen buldu. Neredeyse hepsi (yüzde 99’dan fazlası), küçük kırmızı cücelerden ortalama büyüklükteki Güneş’imizden biraz daha büyük kütleli olanlara, küçük yıldızların etrafında dönüyor.

Fakat daha büyük kütleli yıldızlar yapayalnız olma eğiliminde. A tipi yıldızlar gibi gece gökyüzümüzdeki en parlak yıldızlardan bazılarını temsil eden nesnelerin etrafında az sayıda ötegezegen bulunur. Bulunan ötegezegenlerin çoğu nispeten kocamandır; Jüpiter büyüklüğünde, hatta daha da büyüktür.

Kısmen bulunması zor olduğundan, yeni gezegen durumun sebebine dair ipucu verebilir. Çoğu ötegezegen, yıldızlarının önünden geçerken meydana gelen ışık düşüşlerini izleyerek keşfedilir. Bu da en yaygın bulunanların kısa ve hızlı yörüngelere sahip olduğu anlamına gelir.

Fakat yeni gezegenin nispeten uzun bir yörünge süresi var. Bunun nedeni, daha kolay bulunanların kendi A tipi yıldızlarına daha yakın olması ve bunu yaparken de gazlarının güneşleri tarafından parçalanarak arkalarında tespit edilmesi imkansız bir çekirdek bırakması olabilir.

Bilim insanları bunu daha önce daha kırmızı yıldızlar için öne sürmüştü. Fakat bunun daha sıcak yıldızlara yayılıp yayılmadığını bilmek zordu çünkü çok azının gezegeni vardı.

UC Berkeley yüksek lisans öğrencisi Steven Giacalone, “Gerçekten devasa yıldızların etrafında bildiğimiz en küçük gezegenlerden biri bu” dedi.

Aslında bu, Jüpiter’den daha küçük bir gezegene sahip olan bildiğimiz en sıcak yıldız. Söz konusu gezegenin başlıca ilginçlik sebebi, bu tür gezegenleri bulmanın gerçekten zor olması ve muhtemelen yakın gelecekte onlar gibi çok fazla gezegen bulamayacağız.

Bulguları açıklayan makale The Astrophysical Journal akademik dergisinde yayımlanmak üzere kabul edildi.

(Kaynak: Independent Türkçe)

Paylaşın

Bilim İnsanları, Yıldız Tozunun Kaynağını Bulduklarına İnanıyor

Bilim insanları Güneş Sistemi’mizdeki yıldız tozunun nereden geldiğini bildiklerine inanıyor. Yıldız tozu genellikle yıldızlardan gelen gazların soğumasından kaynaklanan, rüzgar veya şiddetli bir süpernova yoluyla uzaya püskürtülen toz parçacıkları olarak düşünülür.

Bu süreçte, uçucu olmayan elementlerin büyük bir kısmı yoğunlaşarak yıldız tozuna dönüşür fakat birçoğu tekrar yok olacaktır. Hayatta kalan parçacıklar yaklaşık 4.6 milyar yıl önce Güneş Sistemi’ndeki gezegenlerin bünyesine katıldı.

Bilim insanları, yıllarca Güneş Sistemi’mizdeki yıldız tozunun sadece nispeten az bir kısmının süpernovalardan ve onları doğuran süper dev yıldızlardan geldiğini varsaydı. Fakat yeni araştırmalar, Güneş Sistemi’ndeki yıldız tozunun yüzde 25’inden fazlasının süpernovalardan geldiğini gösteriyor.

Araştırmacılar, “güneş öncesi parçacıklara” veya Güneş Sistemi’mizden önce var olan ve halen bulunabilen yıldız tozuna bakarak bunu keşfetti. Günel öncesi parçacıklar göktaşlarında ya da uzaydan Dünya’ya düşen diğer maddelerde bulunabilir ve sıradışı kimyasal yapılarıyla tanınırlar.

Bilim insanları, güneş öncesi parçacıkları inceleyerek Güneş Sistemi’mize tozlarını bırakan yıldız türlerini belirleyebiliyor. Bu da kimyasal elementlerin nereden geldiğini ve gezegenimizin çevresinin sıfırdan nasıl oluştuğunu daha iyi anlamamızı sağlıyor.

MPI Kimya’da Parçacık Kimyası Bölümü’nde grup lideri ve Nature Astronomy’de yayımlanan makalenin baş yazarı Peter Hoppe, “Yıldız tozunun çok daha büyük bir kısmının süpernova patlamalarından geldiğinin bilinmesi, araştırmacılara yıldızlararası ortamda toz evriminin bilgisayar modellerini oluşturmak için önemli yeni parametreler sağlıyor” dedi.

Bu durum, süpernova şok dalgaları içlerinden geçerken, özellikle yeni ortaya çıkan süpernova tozunun ve eski yıldızlararası tozun hayatta kalmasını tanımlarken geçerli.

Toz, yıldızlararası moleküler bulutlardaki kimyasal reaksiyonların katalizörü olabileceğinden ve yeni gezegenlerin yapıtaşları olduğundan, yıldız tozunun zamanla uzaya nasıl karıştığını keşfetmek, güneş sistemlerinin nasıl geliştiğine dair yeni bir bakış açısı sağlayabilir.

Yıldız tozu

Yıldızların yaşam döngüleri vardır. Uzayda toz ve gaz parçaları yoğunlaşıp birbirinin üzerine çöküp ısındığında doğarlar. Oluşan yıldızlar milyonlarca ile milyarlarca yıl boyunca yanarlar ve sonra ölürler.

Öldüklerinde rüzgârlarında oluşan parçacıkları uzaya fırlatırlar ve bu yıldız tozu parçalarından yeni gezegenler ve uyduları, göktaşları ile birlikte yeni yıldızlar oluşur.

Bir yıldızdan kopup uzaya saçılarak soğuyan parçalara yıldız tozu adı verilir. Bu yıldız tozları bir meteor içinde sıkışıp milyarlarca yıl boyunca orada kalabilir. Bunlar Güneş Sisteminden önceki zamanda neler olup bittiği hakkında ipuçları taşırlar.

Ancak bu tür antik tanecikleri bulmak zordur. Oldukça ender bulunurlar. Bu taneciklere Dünya’ya düşen meteorların sadece yüzde beşinde rastlanır.

Paylaşın

Çin, Gizli Bir Uzay Aracı Fırlattı

Çin yörüngeye gizli bir yeniden kullanılabilen uzay aracı gönderdi. Çince yayın yapan devlete bağlı medya kuruluşu Şinhua’da yer alan habere göre, dün Jiuquan Uydu Fırlatma Merkezi’nden fırlatılan Uzun Yürüyüş 2F roketi, alçak Dünya yörüngesine “yeniden kullanılabilir bir test uzay aracı” gönderiyor.

Haberde uzay aracının testinin “uzayın barışçıl kullanımı için teknik destek sağlaması planlanan yeniden kullanılabilir ve yörüngedeki hizmetlerin teknik doğrulamasını” içerdiği belirtiliyor.

Fırlatmaya ilişkin herhangi bir fotoğraf veya ilgili bir işlem yayımlanmadı fakat test edilen aracın bir uzay uçağı olduğu tahmin ediliyor. Uzun Yürüyüş 2F roketi alçak Dünya yörüngesine yaklaşık 8 metrik ton taşıyabilir; bu da uzay uçağının ABD Hava Kuvvetleri’nin X-37B uzay uçağına benzer boyutta olduğuna işaret edebilir.

Başka bir gizli Çin uzay aracı Eylül 2020’de fırlatılmış ve Çin’e inmeden önce iki gün boyunca yörüngede kalmıştı. Bu yeni aracın o zamanki araçla aynı olup olmadığı bilinmiyor.

Çin, yeniden kullanılabilir uzay aracı kabiliyetlerini geliştirmek için hamleler yapıyor gibi görünüyor. Çin Devlet Konseyi Enformasyon Bürosu tarafından bu yıl ocakta yayımlanan uzay “resmi raporunda” ülkenin “yeniden kullanılabilir uzay taşımacılığı sistemleri için kritik teknolojiler üzerine araştırmaları güçlendirmeye ve buna uygun uçuş denemeleri yapmaya devam edeceği” belirtildi.

Raporda şöyle devam edildi:

Düzenli fırlatmalara yönelik artan ihtiyaca karşılık olarak Çin, uzaya çıkış ve uzaydan dönüş kapasitesini geliştirmek ve uzaya giriş ve uzaydan çıkışı daha verimli hale getirmek için yeni roket motorları, kombine döngü tahriki ve üst aşama teknolojileri geliştirecek.

Çin, devlete ait Çin Hava-Uzay Bilimleri ve Endüstri Şirketi (CASIC) aracılığıyla Tengyun adlı kendi uzay uçağını da geliştiriyor.

CASIC’ten Zhang Hongwen, 2018’de Çin Merkez Televizyonu’na, “SpaceX tarafından benimsenen roket geri dönüşümünün aksine, uzay uçağı sıradan bir havalimanından havalanarak uzay araçlarını yörüngeye taşıyabilir. Bu, gelecekteki uzay taşımacılığında devrim yapacak” demişti.

(Kaynak: Independent Türkçe)

Paylaşın

Yıldızların Kaderini Kara Delikler Belirliyor Olabilir

Çoğu galaksinin merkezinde yer aldığına inanılan süper kütleli kara delikler, galaksilerindeki yıldızların (bazıları doğarken, bazıları hiç var olmuyor) kaderine de hakim olabilir.

Bu, Dünya’dan yaklaşık 156 milyon ışık yılı uzaklıktaki IC 5063 galaksisinin merkezindeki süper kütleli kara deliği inceleyen Avrupalı gökbilimci ekibinin Nature Astronomy adlı bilimsel dergide yayımladığı yeni makalenin bulgusu. Süper kütleli karadelikler, etraflarında dönen gaz ve toz diskleriyle besleniyor. Madde karadeliğe düşmeden hemen önce sıkıştırılıp bastırıldığında açığa çıkan enerji, güçlü enerji jetleri üretiyor.

Birçok karadelik jeti, madde ve enerjiyi galaksilerinin düzlemine dik biçimde dışarı atarken, IC 5063’ün merkezindeki karadelikten kaynaklanan jetler, molekül gaz bulutlarını dönüşümlü biçimde sıkıştırıp dağıtarak galaksinin düzlemine göre fırlatılıyor gibi görünüyor. Sıkıştırılmış bulutlar daha fazla yıldız oluştururken, dağılmış bulutlar daha az yıldıza yol açıyor.

Yunanistan’daki Atina Üniversitesi’nde görev alan gökbilimci ve çalışmanın yazarı Kalliopi Dasyra, yaptığı açıklamada, “Sonuçlarımız süper kütleli karadeliklerin galaksilerin merkezinde yer alsalar bile, yıldız oluşumunu galaksi çapında etkileyebileceğini gösteriyor” dedi.

Bulutların kararlılığındaki basınç değişikliğinin etkisini incelemek bu projenin başarısının anahtarıydı.

Araştırmacılar, söz konusu süper kütleli karadeliğin IC 5063 galaksisi üzerindeki etkisini incelemek için Şili’deki 60’tan fazla radyo teleskop çanağından oluşan Atacama Büyük Milimetre Dizisi’nden ve yine Şili’de yer alan optik teleskop Çok Büyük Teleskop’tan yararlandı.

Karbonmonoksit ve iyonize azot ile kükürt gibi farklı kimyasal türlerin dağılımını ölçen araştırmacılar, jetlerin galaksi genelinde uygulanan basıncı nasıl değiştirdiğini haritalandırmayı başardı.

Ancak araştırmacılar, süper kütleli karadelik jetlerinin galaksilerdeki yıldız oluşumunu nasıl etkileyebileceğini daha iyi anlamak için, özellikle yeni faaliyete geçen James Webb Uzay Teleskobuyla (JWST) daha fazla çalışma yapılması gerekeceğini belirtiyor.

Dr. Dasyra, “JWST verilerini almaktan gerçekten heyecan duyuyoruz” dedi. Çünkü bunlar jet-bulut etkileşimini mükemmel çözünürlükte incelememizi sağlayacak.

(Kaynak: Independent Türkçe)

Paylaşın

Çin, İlk Laboratuvar Modülü Wentian’ı Uzaya Gönderdi

Çin, Dünya yörüngesinde kurduğu uzay istasyonunun parçasını oluşturacak ilk laboratuvar modülü Wentian’ı uzaya gönderdi. 17,9 metre uzunluğunda ve 23 ton ağırlığındaki modül, Çin’in bugüne dek uzaya yolladığı en büyük araç oldu.

İnsanlı Uzay Programı Ajansından (CMSA) yapılan açıklamaya göre, “Wentian” modülü, “Long March-5B Y3” taşıyıcı roketiyle, Haynan Adası’ndaki Wenchang Uzay Aracı Fırlatma Merkezi’nden fırlatıldı.

Fırlatıştan 8 dakika sonra, uzay istasyonunun bulunduğu, yerden 400 kilometre irtifadaki Alçak Yer Yörüngesi’ne ulaşan modülün, istasyona kenetleneceği bildirildi.

Adı, Çince’de “gökleri aramak” anlamına gelen “Wentian” modülünün, istasyonun ana parçası “Tianhe” (göksel uyum) çekirdek modülüne eklenmesi planlanıyor.

Wentian’ın, çekirdek modülün yedeği olarak da kullanılabilecek bir deney platformu olması hedefleniyor.

Çin, ABD’nin uzay araştırmaları alanında iş birliğini yasaklaması ve Uluslararası Uzay İstasyonu (ISS) programına katılımını engellemesi nedeniyle kendi uzay istasyonunu kurmak için çalışmalar yürütüyor.

Bir çekirdek modül, iki laboratuvar modülü ve bir uzay teleskobundan oluşması planlanan Tiangong (gök sarayı) istasyonu tamamlandığında, Rusya’nın artık faal olmayan Mir Uzay İstasyonu ile yaklaşık aynı boyutlarda olacak.

İstasyonun ana parçası olan “Tianhe” (göksel uyum) adı verilen çekirdek modül, 29 Nisan 2021’de uzaya fırlatılmıştı.

Ana iskeletin tamamlanması için çekirdek modüle iki laboratuvar modülünün eklenmesi öngörülüyor. “Mengtian” (gökleri düşlemek) adı verilen ikinci laboratuvar modülünün de ekimde uzaya gönderilmesi planlanıyor.

Ana iskelet kurulduktan sonra “Shuntian” (gökleri dolaşmak) adı verilen uzay teleskobu, ayrı bir modül olarak istasyona eklenecek. 2022 sonunda tamamlanması hedeflenen istasyonda üç kişilik taykonot ekibi görev yapıyor.

(Kaynak: Euronews Türkçe)

Paylaşın

Daha Önce Keşfedilenlerin Hiçbirine Benzemeyen Bir ‘Kara Delik’ Bulundu

Bilim insanları daha önce bulunanlara benzemeyen, uykudaki bir kara deliği buldu. Araştırmacılar Samanyolumuzun komşu galaksisi Büyük Macellan Bulutu’nda yıldız kütleli bir kara delik olduğunu gösteren beklenmedik veriler için başka bir açıklama olmadığını söylüyor.

Kara deliği meydana getiren yıldızın güçlü bir patlama yaşamaksızın kayıplara karışmış gibi göründüğünü de ifade ediyorlar.

Bunun gibi başka kara delikler de daha önce bulunmuştu. Ancak araştırmacılar bunun bu özellikleri (uykuda, yıldız kütleli bir kara delik) taşıyıp da kesin tespit edilen bir nesne olduğunu söylüyor.

Keşfin dikkat çekici olmasının sebeplerinden biri de, diğer kara delik keşiflerinde aslında yanılma olduğunu gösteren önceki çalışmalarının bir sonucu olarak, arkasındaki ekibe “kara delik polisi” ve “kara delik yok edicileri” lakaplarının verilmesi.

Amsterdam Üniversitesi’nden Tomer Shenar yönettiği araştırmayla ilgili yaptığı açıklamada, “İlk kez ekibimiz bir kara delik keşfini reddetmek yerine bildirmek için bir araya geldi” dedi.

Araştırmacılar kara deliği “samanlıktaki iğne” diye tanımladı. Gökbilimciler uyuyan kara deliklerin evrende nispeten yaygın olduğuna inanıyor ancak bunların çok azını biliyoruz ve doğrulanmış örnekleri nadir.

Bu tür kara deliklerin fark edilmesinin zor olmasının sebeplerinden biri, uykuda olmalarının çevreleriyle çok fazla etkileşime girmedikleri anlamına gelmesi. Araştırmacılar onları aramak için yıllarını harcadı ama sonuçta hep zorlandılar.

Ayrıca bu tür kara deliklere işaret eden birçok olgu için çok fazla açıklama var yani bunları doğrulamak zor olabilir.

Yeni örneği bulmak için araştırmacılar, Büyük Macellan Bulutu’nun bir parçası olan Tarantula Bulutsusu’ndaki neredeyse bin devasa yıldızı inceledi. Yanlarında kara delikleri barındırabilecek örnekler aradılar.

Nihayet VFTS 243’ü keşfettiler. Araştırmacılar bu tür bulguların şüpheyle karşılanabileceğini göz önünde bulundurarak kontrol ettiklerini ve gerçekten böyle bir kara delik olduğunu ve bulgularından emin olduklarını söyleseler de konuyla ilgili daha fazla araştırma yapılmasını da teşvik ediyorlar.

Makalenin ortak yazarlarından biri olan, “kara delik yok edicisi” lakabına sahip Kareem El-Badry, “Tabii ki sahadaki diğer kişilerin analizimizi dikkatle incelemesini ve alternatif modeller geliştirmeye çalışmasını bekliyorum” dedi.

Bulguları açıklayan, “Büyük Macellan Bulutu (LMC) içindeki devasa bir ikili sistemde gözardı edilebilir bir tekmeyle doğan, X-ışını sessizliğine sahip kara delik” isimli bir makale dün Nature Astronomy adlı bilimsel dergide yayımlandı.

(Kaynak: Independent Türkçe)

Paylaşın