Süper Kütleli Kara Deliğin Etrafında Işık Halkası Bulundu

Süper kütleli bir kara deliğin ilk kez çekilen fotoğrafını inceleyen bilim insanları, kara delikler hakkında uzun süredir var olan bir teoriyi doğrulayarak, onu çevreleyen ateşli turuncu parıltının altında saklanan parlak bir ışık halkasını ortaya çıkardı.

2019’da bilim insanları, Dünya’dan yaklaşık 53 milyon ışık yılı uzaklıktaki M87 galaksisinin merkezindeki süper kütleli kara deliğin ilk fotoğrafını elde etmek için Olay Ufku Teleskobu’nu kullandı. Turuncu aleve benzeyen bir şeyle çevrili bulanık koyu bir dairenin oluşturduğu görüntü, projede çalışan bilim insanlarından biri tarafından hemen Yüzüklerin Efendisi’ndeki “Sauron’un Gözü”ne benzetildi.

2019’daki görselde ortaya çıkan turuncu parıltı, kara deliğin tek yönlü ağzında kaybolmadan önce giderek daha dar yörüngelerde dönen gaz ve tozun yoğun ısınmasından kaynaklanıyor.

Ancak bilim insanları, teorik olarak M87’deki kara deliğin etrafını saran parlak bir ışık şeridi olması gerektiğini de biliyordu; ışık parçacıklarından ya da fotonlardan oluşan bir halka, kara deliğin son derece güçlü yerçekimi tarafından bükülmeliydi.

Şimdiyse Waterloo Üniversitesi’nden astrofizikçi Avery Broderick liderliğindeki bir ekip, orijinal Olay Ufku Teleskobu Verilerini yeniden işledi ve Güneş’imizden 6 milyar kat daha büyük kara deliğin çevresindeki parlak bir ışık şeridi olarak tahmin edilen halkayı ortaya çıkardı. Sonuçlar pazartesi günü The Astrophysical Journal akademik dergisinde yayımlandı.

Dr. Broderick yaptığı açıklamada, “Ateşböceklerini görmek için projektörü kapattık” dedi ve ekledi: Bir kara deliğin etrafındaki yerçekiminin temel bir işaretini çözmek gibi çok önemli bir şey yapmayı başardık.

Bir kara deliğin doğrudan görüntülenmesi ve bu görselin yeni bir işleme tabi tutulması, radyo frekansı gökyüzünde devasa bir mercek olarak birlikte çalışan dünya çapında bir dizi radyo teleskobu olan Olay Ufku Teleskobu’nun inşasıyla mümkün oldu.

Teleskobun görseller yerine radyo frekanslarını işlemesi ve sayısız bireysel teleskobu koordine etmesi, Dr. Broderick’in ekibinin kullandığı türden veri işlemeyi kolaylaştırdı. Broderick, “özünde hesaplamaya dayalı” bir bilimsel araç olarak, “Çeliğe olduğu kadar algoritmalara da bağımlı. Son teknoloji ürünü algoritmik gelişmeler, görüntünün temel özelliklerini araştırırken geri kalanını Olay Ufku Teleskobu’nun doğal çözünürlüğünde oluşturmamızı sağladı” dedi.

Dr. Broderick’in ekibi 2019’daki görüntüyü derinlemesine incelerken, Olay Ufku Teleskobu, Samanyolu galaksimizin merkezindeki süper kütleli kara deliğin mayısta yayımlanan ilk görüntüsü de dahil evrenin yeni fotoğraflarını çekmeye devam ediyor. Bilim insanları, süper kütleli kara deliklerin çoğu galaksinin merkezinde gizlenebileceğine ve galaktik evrimde önemli bir rol oynayabileceğine inanıyor.

(Kaynak: Independent Türkçe)

Paylaşın

En Parlak Yıldızların Gezegenleri Parçaladığı Bulundu

Yeni yapılan bir araştırmaya göre gece gökyüzündeki en parlak yıldızlar gezegenleri parçalıyor. Bu, HD 56414 b adlı yeni ve son derece olağandışı bir gezegen keşfeden araştırmacıların iddiası.

Gezegen sıcak ve kısa ömürlü A tipi bir yıldızın etrafında dönüyor. Bilim insanları genellikle bu tür parlak yıldızların etrafında Jüpiter’den daha küçük gaz devleri bulmaz.

Son birkaç on yılda gökbilimciler galaksimizde çeşitli yıldızların etrafında binlerce ötegezegen buldu. Neredeyse hepsi (yüzde 99’dan fazlası), küçük kırmızı cücelerden ortalama büyüklükteki Güneş’imizden biraz daha büyük kütleli olanlara, küçük yıldızların etrafında dönüyor.

Fakat daha büyük kütleli yıldızlar yapayalnız olma eğiliminde. A tipi yıldızlar gibi gece gökyüzümüzdeki en parlak yıldızlardan bazılarını temsil eden nesnelerin etrafında az sayıda ötegezegen bulunur. Bulunan ötegezegenlerin çoğu nispeten kocamandır; Jüpiter büyüklüğünde, hatta daha da büyüktür.

Kısmen bulunması zor olduğundan, yeni gezegen durumun sebebine dair ipucu verebilir. Çoğu ötegezegen, yıldızlarının önünden geçerken meydana gelen ışık düşüşlerini izleyerek keşfedilir. Bu da en yaygın bulunanların kısa ve hızlı yörüngelere sahip olduğu anlamına gelir.

Fakat yeni gezegenin nispeten uzun bir yörünge süresi var. Bunun nedeni, daha kolay bulunanların kendi A tipi yıldızlarına daha yakın olması ve bunu yaparken de gazlarının güneşleri tarafından parçalanarak arkalarında tespit edilmesi imkansız bir çekirdek bırakması olabilir.

Bilim insanları bunu daha önce daha kırmızı yıldızlar için öne sürmüştü. Fakat bunun daha sıcak yıldızlara yayılıp yayılmadığını bilmek zordu çünkü çok azının gezegeni vardı.

UC Berkeley yüksek lisans öğrencisi Steven Giacalone, “Gerçekten devasa yıldızların etrafında bildiğimiz en küçük gezegenlerden biri bu” dedi.

Aslında bu, Jüpiter’den daha küçük bir gezegene sahip olan bildiğimiz en sıcak yıldız. Söz konusu gezegenin başlıca ilginçlik sebebi, bu tür gezegenleri bulmanın gerçekten zor olması ve muhtemelen yakın gelecekte onlar gibi çok fazla gezegen bulamayacağız.

Bulguları açıklayan makale The Astrophysical Journal akademik dergisinde yayımlanmak üzere kabul edildi.

(Kaynak: Independent Türkçe)

Paylaşın

Bilim İnsanları, Yıldız Tozunun Kaynağını Bulduklarına İnanıyor

Bilim insanları Güneş Sistemi’mizdeki yıldız tozunun nereden geldiğini bildiklerine inanıyor. Yıldız tozu genellikle yıldızlardan gelen gazların soğumasından kaynaklanan, rüzgar veya şiddetli bir süpernova yoluyla uzaya püskürtülen toz parçacıkları olarak düşünülür.

Bu süreçte, uçucu olmayan elementlerin büyük bir kısmı yoğunlaşarak yıldız tozuna dönüşür fakat birçoğu tekrar yok olacaktır. Hayatta kalan parçacıklar yaklaşık 4.6 milyar yıl önce Güneş Sistemi’ndeki gezegenlerin bünyesine katıldı.

Bilim insanları, yıllarca Güneş Sistemi’mizdeki yıldız tozunun sadece nispeten az bir kısmının süpernovalardan ve onları doğuran süper dev yıldızlardan geldiğini varsaydı. Fakat yeni araştırmalar, Güneş Sistemi’ndeki yıldız tozunun yüzde 25’inden fazlasının süpernovalardan geldiğini gösteriyor.

Araştırmacılar, “güneş öncesi parçacıklara” veya Güneş Sistemi’mizden önce var olan ve halen bulunabilen yıldız tozuna bakarak bunu keşfetti. Günel öncesi parçacıklar göktaşlarında ya da uzaydan Dünya’ya düşen diğer maddelerde bulunabilir ve sıradışı kimyasal yapılarıyla tanınırlar.

Bilim insanları, güneş öncesi parçacıkları inceleyerek Güneş Sistemi’mize tozlarını bırakan yıldız türlerini belirleyebiliyor. Bu da kimyasal elementlerin nereden geldiğini ve gezegenimizin çevresinin sıfırdan nasıl oluştuğunu daha iyi anlamamızı sağlıyor.

MPI Kimya’da Parçacık Kimyası Bölümü’nde grup lideri ve Nature Astronomy’de yayımlanan makalenin baş yazarı Peter Hoppe, “Yıldız tozunun çok daha büyük bir kısmının süpernova patlamalarından geldiğinin bilinmesi, araştırmacılara yıldızlararası ortamda toz evriminin bilgisayar modellerini oluşturmak için önemli yeni parametreler sağlıyor” dedi.

Bu durum, süpernova şok dalgaları içlerinden geçerken, özellikle yeni ortaya çıkan süpernova tozunun ve eski yıldızlararası tozun hayatta kalmasını tanımlarken geçerli.

Toz, yıldızlararası moleküler bulutlardaki kimyasal reaksiyonların katalizörü olabileceğinden ve yeni gezegenlerin yapıtaşları olduğundan, yıldız tozunun zamanla uzaya nasıl karıştığını keşfetmek, güneş sistemlerinin nasıl geliştiğine dair yeni bir bakış açısı sağlayabilir.

Yıldız tozu

Yıldızların yaşam döngüleri vardır. Uzayda toz ve gaz parçaları yoğunlaşıp birbirinin üzerine çöküp ısındığında doğarlar. Oluşan yıldızlar milyonlarca ile milyarlarca yıl boyunca yanarlar ve sonra ölürler.

Öldüklerinde rüzgârlarında oluşan parçacıkları uzaya fırlatırlar ve bu yıldız tozu parçalarından yeni gezegenler ve uyduları, göktaşları ile birlikte yeni yıldızlar oluşur.

Bir yıldızdan kopup uzaya saçılarak soğuyan parçalara yıldız tozu adı verilir. Bu yıldız tozları bir meteor içinde sıkışıp milyarlarca yıl boyunca orada kalabilir. Bunlar Güneş Sisteminden önceki zamanda neler olup bittiği hakkında ipuçları taşırlar.

Ancak bu tür antik tanecikleri bulmak zordur. Oldukça ender bulunurlar. Bu taneciklere Dünya’ya düşen meteorların sadece yüzde beşinde rastlanır.

Paylaşın

Çin, Gizli Bir Uzay Aracı Fırlattı

Çin yörüngeye gizli bir yeniden kullanılabilen uzay aracı gönderdi. Çince yayın yapan devlete bağlı medya kuruluşu Şinhua’da yer alan habere göre, dün Jiuquan Uydu Fırlatma Merkezi’nden fırlatılan Uzun Yürüyüş 2F roketi, alçak Dünya yörüngesine “yeniden kullanılabilir bir test uzay aracı” gönderiyor.

Haberde uzay aracının testinin “uzayın barışçıl kullanımı için teknik destek sağlaması planlanan yeniden kullanılabilir ve yörüngedeki hizmetlerin teknik doğrulamasını” içerdiği belirtiliyor.

Fırlatmaya ilişkin herhangi bir fotoğraf veya ilgili bir işlem yayımlanmadı fakat test edilen aracın bir uzay uçağı olduğu tahmin ediliyor. Uzun Yürüyüş 2F roketi alçak Dünya yörüngesine yaklaşık 8 metrik ton taşıyabilir; bu da uzay uçağının ABD Hava Kuvvetleri’nin X-37B uzay uçağına benzer boyutta olduğuna işaret edebilir.

Başka bir gizli Çin uzay aracı Eylül 2020’de fırlatılmış ve Çin’e inmeden önce iki gün boyunca yörüngede kalmıştı. Bu yeni aracın o zamanki araçla aynı olup olmadığı bilinmiyor.

Çin, yeniden kullanılabilir uzay aracı kabiliyetlerini geliştirmek için hamleler yapıyor gibi görünüyor. Çin Devlet Konseyi Enformasyon Bürosu tarafından bu yıl ocakta yayımlanan uzay “resmi raporunda” ülkenin “yeniden kullanılabilir uzay taşımacılığı sistemleri için kritik teknolojiler üzerine araştırmaları güçlendirmeye ve buna uygun uçuş denemeleri yapmaya devam edeceği” belirtildi.

Raporda şöyle devam edildi:

Düzenli fırlatmalara yönelik artan ihtiyaca karşılık olarak Çin, uzaya çıkış ve uzaydan dönüş kapasitesini geliştirmek ve uzaya giriş ve uzaydan çıkışı daha verimli hale getirmek için yeni roket motorları, kombine döngü tahriki ve üst aşama teknolojileri geliştirecek.

Çin, devlete ait Çin Hava-Uzay Bilimleri ve Endüstri Şirketi (CASIC) aracılığıyla Tengyun adlı kendi uzay uçağını da geliştiriyor.

CASIC’ten Zhang Hongwen, 2018’de Çin Merkez Televizyonu’na, “SpaceX tarafından benimsenen roket geri dönüşümünün aksine, uzay uçağı sıradan bir havalimanından havalanarak uzay araçlarını yörüngeye taşıyabilir. Bu, gelecekteki uzay taşımacılığında devrim yapacak” demişti.

(Kaynak: Independent Türkçe)

Paylaşın

Yıldızların Kaderini Kara Delikler Belirliyor Olabilir

Çoğu galaksinin merkezinde yer aldığına inanılan süper kütleli kara delikler, galaksilerindeki yıldızların (bazıları doğarken, bazıları hiç var olmuyor) kaderine de hakim olabilir.

Bu, Dünya’dan yaklaşık 156 milyon ışık yılı uzaklıktaki IC 5063 galaksisinin merkezindeki süper kütleli kara deliği inceleyen Avrupalı gökbilimci ekibinin Nature Astronomy adlı bilimsel dergide yayımladığı yeni makalenin bulgusu. Süper kütleli karadelikler, etraflarında dönen gaz ve toz diskleriyle besleniyor. Madde karadeliğe düşmeden hemen önce sıkıştırılıp bastırıldığında açığa çıkan enerji, güçlü enerji jetleri üretiyor.

Birçok karadelik jeti, madde ve enerjiyi galaksilerinin düzlemine dik biçimde dışarı atarken, IC 5063’ün merkezindeki karadelikten kaynaklanan jetler, molekül gaz bulutlarını dönüşümlü biçimde sıkıştırıp dağıtarak galaksinin düzlemine göre fırlatılıyor gibi görünüyor. Sıkıştırılmış bulutlar daha fazla yıldız oluştururken, dağılmış bulutlar daha az yıldıza yol açıyor.

Yunanistan’daki Atina Üniversitesi’nde görev alan gökbilimci ve çalışmanın yazarı Kalliopi Dasyra, yaptığı açıklamada, “Sonuçlarımız süper kütleli karadeliklerin galaksilerin merkezinde yer alsalar bile, yıldız oluşumunu galaksi çapında etkileyebileceğini gösteriyor” dedi.

Bulutların kararlılığındaki basınç değişikliğinin etkisini incelemek bu projenin başarısının anahtarıydı.

Araştırmacılar, söz konusu süper kütleli karadeliğin IC 5063 galaksisi üzerindeki etkisini incelemek için Şili’deki 60’tan fazla radyo teleskop çanağından oluşan Atacama Büyük Milimetre Dizisi’nden ve yine Şili’de yer alan optik teleskop Çok Büyük Teleskop’tan yararlandı.

Karbonmonoksit ve iyonize azot ile kükürt gibi farklı kimyasal türlerin dağılımını ölçen araştırmacılar, jetlerin galaksi genelinde uygulanan basıncı nasıl değiştirdiğini haritalandırmayı başardı.

Ancak araştırmacılar, süper kütleli karadelik jetlerinin galaksilerdeki yıldız oluşumunu nasıl etkileyebileceğini daha iyi anlamak için, özellikle yeni faaliyete geçen James Webb Uzay Teleskobuyla (JWST) daha fazla çalışma yapılması gerekeceğini belirtiyor.

Dr. Dasyra, “JWST verilerini almaktan gerçekten heyecan duyuyoruz” dedi. Çünkü bunlar jet-bulut etkileşimini mükemmel çözünürlükte incelememizi sağlayacak.

(Kaynak: Independent Türkçe)

Paylaşın

Çin, İlk Laboratuvar Modülü Wentian’ı Uzaya Gönderdi

Çin, Dünya yörüngesinde kurduğu uzay istasyonunun parçasını oluşturacak ilk laboratuvar modülü Wentian’ı uzaya gönderdi. 17,9 metre uzunluğunda ve 23 ton ağırlığındaki modül, Çin’in bugüne dek uzaya yolladığı en büyük araç oldu.

İnsanlı Uzay Programı Ajansından (CMSA) yapılan açıklamaya göre, “Wentian” modülü, “Long March-5B Y3” taşıyıcı roketiyle, Haynan Adası’ndaki Wenchang Uzay Aracı Fırlatma Merkezi’nden fırlatıldı.

Fırlatıştan 8 dakika sonra, uzay istasyonunun bulunduğu, yerden 400 kilometre irtifadaki Alçak Yer Yörüngesi’ne ulaşan modülün, istasyona kenetleneceği bildirildi.

Adı, Çince’de “gökleri aramak” anlamına gelen “Wentian” modülünün, istasyonun ana parçası “Tianhe” (göksel uyum) çekirdek modülüne eklenmesi planlanıyor.

Wentian’ın, çekirdek modülün yedeği olarak da kullanılabilecek bir deney platformu olması hedefleniyor.

Çin, ABD’nin uzay araştırmaları alanında iş birliğini yasaklaması ve Uluslararası Uzay İstasyonu (ISS) programına katılımını engellemesi nedeniyle kendi uzay istasyonunu kurmak için çalışmalar yürütüyor.

Bir çekirdek modül, iki laboratuvar modülü ve bir uzay teleskobundan oluşması planlanan Tiangong (gök sarayı) istasyonu tamamlandığında, Rusya’nın artık faal olmayan Mir Uzay İstasyonu ile yaklaşık aynı boyutlarda olacak.

İstasyonun ana parçası olan “Tianhe” (göksel uyum) adı verilen çekirdek modül, 29 Nisan 2021’de uzaya fırlatılmıştı.

Ana iskeletin tamamlanması için çekirdek modüle iki laboratuvar modülünün eklenmesi öngörülüyor. “Mengtian” (gökleri düşlemek) adı verilen ikinci laboratuvar modülünün de ekimde uzaya gönderilmesi planlanıyor.

Ana iskelet kurulduktan sonra “Shuntian” (gökleri dolaşmak) adı verilen uzay teleskobu, ayrı bir modül olarak istasyona eklenecek. 2022 sonunda tamamlanması hedeflenen istasyonda üç kişilik taykonot ekibi görev yapıyor.

(Kaynak: Euronews Türkçe)

Paylaşın

Daha Önce Keşfedilenlerin Hiçbirine Benzemeyen Bir ‘Kara Delik’ Bulundu

Bilim insanları daha önce bulunanlara benzemeyen, uykudaki bir kara deliği buldu. Araştırmacılar Samanyolumuzun komşu galaksisi Büyük Macellan Bulutu’nda yıldız kütleli bir kara delik olduğunu gösteren beklenmedik veriler için başka bir açıklama olmadığını söylüyor.

Kara deliği meydana getiren yıldızın güçlü bir patlama yaşamaksızın kayıplara karışmış gibi göründüğünü de ifade ediyorlar.

Bunun gibi başka kara delikler de daha önce bulunmuştu. Ancak araştırmacılar bunun bu özellikleri (uykuda, yıldız kütleli bir kara delik) taşıyıp da kesin tespit edilen bir nesne olduğunu söylüyor.

Keşfin dikkat çekici olmasının sebeplerinden biri de, diğer kara delik keşiflerinde aslında yanılma olduğunu gösteren önceki çalışmalarının bir sonucu olarak, arkasındaki ekibe “kara delik polisi” ve “kara delik yok edicileri” lakaplarının verilmesi.

Amsterdam Üniversitesi’nden Tomer Shenar yönettiği araştırmayla ilgili yaptığı açıklamada, “İlk kez ekibimiz bir kara delik keşfini reddetmek yerine bildirmek için bir araya geldi” dedi.

Araştırmacılar kara deliği “samanlıktaki iğne” diye tanımladı. Gökbilimciler uyuyan kara deliklerin evrende nispeten yaygın olduğuna inanıyor ancak bunların çok azını biliyoruz ve doğrulanmış örnekleri nadir.

Bu tür kara deliklerin fark edilmesinin zor olmasının sebeplerinden biri, uykuda olmalarının çevreleriyle çok fazla etkileşime girmedikleri anlamına gelmesi. Araştırmacılar onları aramak için yıllarını harcadı ama sonuçta hep zorlandılar.

Ayrıca bu tür kara deliklere işaret eden birçok olgu için çok fazla açıklama var yani bunları doğrulamak zor olabilir.

Yeni örneği bulmak için araştırmacılar, Büyük Macellan Bulutu’nun bir parçası olan Tarantula Bulutsusu’ndaki neredeyse bin devasa yıldızı inceledi. Yanlarında kara delikleri barındırabilecek örnekler aradılar.

Nihayet VFTS 243’ü keşfettiler. Araştırmacılar bu tür bulguların şüpheyle karşılanabileceğini göz önünde bulundurarak kontrol ettiklerini ve gerçekten böyle bir kara delik olduğunu ve bulgularından emin olduklarını söyleseler de konuyla ilgili daha fazla araştırma yapılmasını da teşvik ediyorlar.

Makalenin ortak yazarlarından biri olan, “kara delik yok edicisi” lakabına sahip Kareem El-Badry, “Tabii ki sahadaki diğer kişilerin analizimizi dikkatle incelemesini ve alternatif modeller geliştirmeye çalışmasını bekliyorum” dedi.

Bulguları açıklayan, “Büyük Macellan Bulutu (LMC) içindeki devasa bir ikili sistemde gözardı edilebilir bir tekmeyle doğan, X-ışını sessizliğine sahip kara delik” isimli bir makale dün Nature Astronomy adlı bilimsel dergide yayımlandı.

(Kaynak: Independent Türkçe)

Paylaşın

Evrenle İlgili Asırlık Bir Gizem Çözülmek Üzere

Bilim insanları evrenimizdeki kozmik ışınlarla ilgili 100 yıllık bir gizemi çözmeye bir adım daha yaklaştı. Astrofizikçiler neredeyse ışık hızında hareket eden ve Dünya’yı bombardımana tutan yüklü parçacıkların nereden geldiğini anlamaya çalışıyordu.

Bu parçacıkların izini sürmek inanılmaz derecede zor. Galaksinin manyetik alanları, uzaydaki yolculukları sırasında yükleri nedeniyle parçacıkları saptırabiliyor ve nereden geldiklerinin bilinmesini neredeyse imkansız hale getiriyor.

Ancak nötrino adı verilen başka tür bir parçacık bu sırrı çözebilir. Nötrinolar kozmik ışınlar tarafından üretilen nötr parçacıklar. Çok az kütleye sahip oldukları ve maddeyle etkileşime girmedikleri için kökenlerinin belirlenmesine yardımcı olabilirler.

2017’de bu nötrinolardan biri bulunmuştu. Bilim insanları, Güney Kutbu’nun derinliklerindeki IceCube Nötrino Gözlemevi’ni kullanarak, parçacığın izini TXS 0506 +056 adlı blazara, yani süper kütleli bir kara delikten beslenen bir galaktik çekirdeğe kadar sürdü.

Clemson Üniversitesi’nden Doç. Dr. Marco Ajello, bilim insanlarının blazar olduğuna inandıkları nesnelerin bir kataloğunun yanı sıra IceCube tarafından elde edilen verileri kullanarak, bu nötrinoları yayan blazarların bir alt kümesini bulduklarını düşünüyor. Bunun bir tesadüf olma ihtimalinin milyonda birden az olduğunu söylüyorlar.

Ajello, “O zamanlar (2017’de) bir ipucumuz vardı ve artık kanıtımız var” dedi.

Bavyera’daki Julius-Maximilians-Universität Würzburg’dan Sara Buson, “Sonuçlar ilk kez, PeVatron blazarlarının alt örneklerinin galaksi dışı nötrino kaynakları ve dolayısıyla kozmik ışın hızlandırıcıları olduğuna dair tartışmasız gözlemsel kanıtlar sunuyor” diye ekledi.

Araştırmacılar bu nötrinoları keşfetmenin astrofizikte önemli bir dönüm noktası olduğunu ve blazarları incelemenin bilim insanlarının onların neden iyi hızlandırıcılar olduğunu bulmalarını sağlayabileceğini söylüyor. Kozmik ışınlar, nötrinolar ve kütleçekimsel dalgalar gibi diğer kozmik “habercileri” anlamak, astrofizikçilere evreni incelemek için sadece ışığı kullanmaktan daha geniş bir temel sağlayacak.

Ajello, “Aynı anda hissetmek, duymak ve görmek gibi. Çok daha iyi anlayağız” dedi.

Aynı şey astrofizik için de geçerli çünkü farklı habercilerin çoklu tespitlerinden elde ettiğiniz içgörü, yalnızca ışıktan elde edebileceğinizden çok daha ayrıntılı.

(Kaynak: Independent Türkçe)

Paylaşın

Uzak Bir Galaksiden ‘Kalp Atışı’ Sinyalleri Geldiği Tespit Edildi

Bilim insanları uzak bir galaksiden alışılmadık ve tekrarlayan bir sinyal geldiğini tespit etti. Saptanan radyo enerjisi patlaması, kalp atışına benzetilen bir düzende yanıp sönüyor.

Bilim insanları bunun hızlı bir radyo patlaması veya uzayın derinliklerinden gelen ve araştırmacıların hâlâ anlamadığı, gizemli ve güçlü enerji patlamaları olduğunu söylüyor.

Fakat bu patlamalarda tuhaf bir şey var: Normalde milisaniyeler süren FRB’lere (hızlı radyo patlaması) kıyasla 3 saniyeye kadar devam eden bu patlamalar, diğerlerine göre çok yavaş.

Sinyal, evrende nadiren bulunan bir tür “periyodik” örüntüde yanıp sönüyor. Enerji patlamaları her 0,2 saniyede bir tekrarlanıyor.

Massachusetts Teknoloji Enstitüsü (MIT) Kavli Astrofizik ve Uzay Araştırmaları Enstitüsü’ndeki doktora sonrası araştırmacısı Daniele Michilli şunları söyledi:

“Evrende kesin surette periyodik sinyaller yayan çok fazla şey yok.

Kendi galaksimizde bildiğimiz örnekler, bir deniz fenerine benzer şekilde dönerek ışınlı salımlar üreten radyo pulsarları ve magnetarlardır.

Ve bu yeni sinyalin normalden çok güçlü bir magnetar veya pulsar olabileceğini düşünüyoruz.”

FRB 20191221A olarak adlandırılan sinyal şimdiye kadar tespit edilen en uzun ömürlü, en net periyodik örüntüye sahip FRB.

Kaynağı Dünya’dan birkaç milyar ışık yılı uzaktaki bir galakside yatıyor.

Fakat sinyallerin kesin kaynağının ne olabileceği gizemini korusa da gökbilimciler sinyalin bir radyo pulsarından veya bir magnetardan yayılabileceğinden şüpheleniyor.

Bunların her ikisi de son derece yoğun, hızla dönen, dev yıldızların çökmüş çekirdekleri olan nötron yıldızlarıdır.

Ekip, bu kaynaktan daha sonra astrofizik saati olarak kullanılabilecek daha fazla periyodik sinyal tespit etmeyi umuyor.

Örneğin, patlamaların sıklığı ve kaynak Dünya’dan uzaklaştıkça nasıl değiştikleri, evrenin genişleme hızını ölçmek için kullanılabilir.

Aralık 2019’da Kanada Hidrojen Yoğunluğu Haritalama Deneyi (Chime), gelen verileri tarayan Michilli’nin dikkatini hemen çeken muhtemel bir FRB sinyali yakalamıştı.

Michilli şöyle konuştu:

“Alışılmadık bir şeydi.

Yaklaşık 3 saniye süren sinyaller sadece çok uzun değildi, aynı zamanda bir saniye içinde eşit aralıklarla (tak, tak, tak) kalp atışı gibi yayılan, olağanüstü derecede düzenli periyodik zirveler vardı.

Bu, sinyalin kendisinin periyodik olduğu ilk örnek.”

Nature dergisinde raporlanan keşif, MIT araştırmacıları da dahil Chime/FRB Collaboration üyeleri tarafından yazılan “Sub-second periodicity in a fast radio burst” (Hızlı radyo patlamasında saniye altı periyodiklik) başlıklı bir makalede yayımlandı.

(Kaynak: Independent Türkçe)

Paylaşın

James Webb, Evrenin En Derin Ve Net Fotoğrafını Çekti

James Webb Uzay Teleskobu’nun ilk tamamen renkli fotoğrafı yayımlandı. Dünyaya milyarlarca ışık yılı uzaklıkta olan galaksileri de içeren fotoğraf, evrenin bugüne kadar çekilmiş en derin, en detaylı fotoğrafı.

Teleskobun çektiği tamamı renkli fotoğraflar bugün ilerleyen saatlerde NASA tarafından yayımlanacak ama ilk fotoğraf, Beyaz Saray’da Başkan Joe Biden’a verilen bir bilgilendirme sırasında Biden’a gösterildi. Ardından da internet ortamında paylaşıldı.

Biden, görüntünün paylaşılması sonrası “Bu fotoğraflar tüm dünyaya Amerika’nın büyük işler başarabileceğini hatırlatacak. Amerikan halkına ve özellikle çocuklarımıza da, kapasitemizin üzerinde hiçbir şey olmadığını hatırlatacak” ifadelerini kullandı:

“Daha önce hiç kimsenin görmediği imkanları görebiliyoruz; daha önce hiç kimsenin gitmediği yerlere gidebiliyoruz.”

10 milyar dolarlık James Webb Uzay Teleskobu (JWST), 25 Aralık 2021’de uzaya fırlatılmış; ünlü Hubble Uzay Teleskobu’nun yerini alacağı söylenmişti.

Uzayda çeşitli incelemeler yapması planlanan teleskobun iki önemli hedefi de var: Biri 13,5 milyar yıl önce Evren’in bilinen ilk yıldızlarının fotoğrafını çekmek; diğeri de dünyaya çok uzak mesafedeki gezegenlerin yaşanabilir olup olmadığına bakmak.

Biden’la ve ardından kamuoyuyla paylaşılan fotoğraf; James Webb’in ilk hedefini gerçekleştirebildiğini gösterdi.

Fotoğrafta görülen aslında Southern Hemisphere bölgesinde birden çok galaksinin toplandığı, Volans takımyıldızını gösteren bir alan. Buraya verilen isim SMACS 0723.

Galaksi topluluğu aslında Dünya’ya çok da uzak değil; sadece 4,6 milyar ışık yılı uzakta. Ancak bu birçok galaksinin bir araya geldiği yerde, aslında çok çok daha uzakta olan cisimlerin ışıkları da büyütülmüş şekilde görülebiliyor.

Bu da zoom lensinin uzay teleskoplarındaki astronomik karşılığı olan ‘yerçekimi etkisi’yle mümkün olabiliyor.

6,5 metrelik altın aynalı ve süper-hassas kızılötesi araçlarıyla Webb, Büyük Patlama’dan (Big Bang) yaklaşık 600 milyon yıl sonrasına kadar var olan galaksilerin bozulmuş şekillerini de fotoğraflamayı başardı. (Evren’in 13,8 milyar yaşında olduğu biliniyor)

Daha da önemlisi; bilim insanları Webb’in elde ettiği verilerin kalitesine bakarak aslında teleskobun, bu fotoğrafta görülen cisimlerden çok daha ilerisini de görebildiğini söylüyor.

Yani bu fotoğrafın bugüne kadar çekilmiş en derin Evren fotoğrafı olduğunu söylemek mümkün.

NASA’dan Bill Nelson, “Işık, saniyede 186.000 mil hızla ilerliyor. Ve şu küçük benekler halinde gördüğünüz ışıklardan biri 13 milyar yıldır seyahat ediyor” açıklaması yaptı:

“Aslında çok daha geriye gidiyoruz çünkü bu daha sadece ilk fotoğraf. 13,5 milyar yıl kadar geriye gidebiliyor. Evren’in 13,8 milyar yaşında olduğunu bildiğimize göre; bu fotoğraflar sizi neredeyse her şeyin başlangıcına götürüyor.”

Hubble, haftalarca uzayda kalarak buna benzer bir sonuç elde etmeye çalışmıştı. Webb ise bu derinlikteki cisimlerin görüntülerine ulaşmak için sadece 12 buçuk saatlik bir gözlem yaptı.

Salı günü ilerleyen saatlerde NASA ve uluslararası ortakları olan Kanada ve Avrupa Uzay Ajansları, Webb’den gelen diğer renkli görselleri de paylaşacak.

Böylece Güneş Sistemi dışındaki gezegenlerle ilgili de daha detaylı bilgi edinilebilecek.

Webb, Dünya’dan yaklaşık 1.000 ışık yılı uzaktaki dev bir gezegen olan WASP-96 b’yi de analiz etti. Paylaşılacak bilgiler, bu gezegenin atmosferi hakkında bize bir fikir verecek.

WASP-96 b, kendisine ışık sağlayan hayat kaynağı olan yıldızın yörüngesinde çok çok yakın şekilde dönüyor. Bir gün Webb’in tıpkı Dünya gibi hayat kaynağı olan gezegene daha uzak olan ve insan için yaşam kaynağı olabilecek gazlara sahip atmosferi olan bir gezegeni tespit edeceği umuluyor.

NASA’daki bilim insanları, Webb’in hedeflerini kesinlikle gerçekleştirebileceğine inanıyor.

Henüz kamuoyuyla paylaşılmamış görüntülerle ilgili yorum yapan Dr. Amber Straughn, “İlk fotoğrafları gördüm, muhteşemler” dedi:

“Sadece görüntü olarak bile muhteşemler. Bilimin detaylarının arkasında saklı ipuçlarıyla yapabileceklerimizi görmek ise beni çok heyecanlandırıyor.”

Webb projesinin programında çalışan bilim insanlarından Dr. Eric Smith de, halkın yeni telekobun önemini şimdiden anladığını düşünüyor:

“Webb’in tasarımı ve görünümü, bence halkın bu göreve bu kadar hayran kalmasının arkasında yatan asıl nedenler. Gelecekten bir uzay gemisine benziyor”

(Kaynak: BBC Türkçe)

Paylaşın