1972 yılında Giresun’un Eynesil İlçesinde dünyaya gelen Erdoğan Kul, DTCF Türk Dili ve Edebiyatı bölümünü bitirdi. Aynı bölümün Yeni Türk Edebiyatı anabilim dalında yüksek lisans ve doktora yaptı.
Haber Merkezi / Bir süre Kırıkkale Üniversitesinde araştırma görevlisi olarak çalıştı. 1999’dan beri Ankara Üniversitesi Türk Dili bölümünde doktor öğretim elemanı olarak görev yapıyor. Şiir, yazı, inceleme ve çevirileri Yeni Biçem, Lodos, Ludingirra, Kül, Son Duvar, Defter, Edebiyat ve Eleştiri, Sonsuzluk ve Bir Gün, Çağdaş Türk Dili, Dil ve Yaratıcılık, Journal of New World Sciences Academy, Ussuz gibi dergilerde yayımlandı.
Yepyeni ve ayrıksı bir çizginin örnekleri olan şiirlerini henüz kitaplaştırmamış olan Kul’un çalışmaları edebiyat, dilbilim ve müzik alanlarında çok yönlü olarak devam etmektedir.
Başlıca Çalışmaları;
Tezleri;
Ece Ayhan’ın Şiirleri Üzerine Bir Araştırma (Doktora),
Tanzimat Döneminde Roman Anlayışı (Yüksek Lisans)
Yayınladığı/ Yayına Hazırladığı Kitaplar;
Ali Zeki Bey, Alev
Türk Dili (Kemal Ateş ve İbrahim Dizman’la birlikte)
Türkçe Sözlük (Dil Derneği Sözlük Kolu ile birlikte)
Nabizade Nâzım, Karabibik (Kemal Ateş’le birlikte)
Yayına Hazır Çalışmaları;
Sayıklar Bir Dilde Neden Bilmediğim / Ece Ayhan ve Şiiri
Kayıp / Gökyüzü Külleri (şiirler)
Namık Kemal, Makalât-ı Siyasiye ve Edebiye
Namık Kemal, İntibâh
Ali Canip, Milli Edebiyat Meselesi ve Cenap Bey’le Münakaşalarım
Sürmekte Olan;
Şiirde İmge ve Simge
“Düşük sergi”
gece iki büklüm çarpılmış bayraklar mahşeri
saatler kırışık sarkık yüzler bakmanın eşiğinde
bir kemandan hızla akan şimşek dolu kuş mu olsam
yüreklere kapatılan sıtmalı kedi
senin gözlerinden akan sinir mi olsam insan içine
kana kazısam kendimi çürümenin çıldırmanın resmini
güneş benim parmağımdan doğamadan mı patlar
ışık kusulmuş cüzamlı
meyvalar ağır cenaze kokularıyla acımış
geçip gidiyor evlerin içi soyut balıklar
bir dalgınlık potininde siyah-beyaz nöbeti bahçeler
gökyüzü hüzünlü bir kas tarlası
bulutlar köpek kemiklerinden kamaşan tanrı kasları
sen kıpkızıl bağırması karanlıkların
anne ey içimdeki tabut
denizi soyup oyuncaklardan
bütün pencerelerle bir kum tanesine kaçın
arkada hem önde duvarın oltasında aynı adam
cebinde kırık dökük gemi direkleriyle
“El ele”
1.
sonsuz öğle almış seni
bakıyorsun beyazda öte-duran’a
: nerdeyim?
tüy ve hafif gibi mi iç içeydi
insan ve yaşamak? bizden ayıklanan bir şey
varmış gibi
ortak bir dalgınlıktan başlamamız
: burada!
köleliğin
okunaksız bir kölelik senin, sesten
kurtarılmış çocuk yönünde kaybolmak-
geçesin diye, çoktandır tensiz
yaşadığını.
2.
susulur, ağzın içi yoktur sanki,
ilk ve son günü olmayan
çıkageldiğinde.
rahim susuşlu günlerin
dudağından hiç eksik etmediğin
bir parça otu eyliyordur kesin ve biliyorum
ikisi de gerçek olan ölümün
unutmama izin veriyor şimdi seni.
yaram orda, baktığın su diplerinde, hep
ışıl ışıl.
uyumam var kimi zaman böylece, Büyük
Yıkım elimden tutmuş ve biraz daha hafif.
“Yürürtaş”
aşk upuzun bir ölüyü gezdiriyordur dışarda
akşam mı değil mi ne önemi var
sabrın o kızıl müziği öter üstünde doğanın
alnına bastırılacak bir parmak-uçluk is için
anlarsın nasıl öyle özenle
tutturulmuştur yokluğa ay
akşamdır bazen ve ayakları suda küçük bir kız
duyularından
artık vazgeçiyordur
adamsız bir damar bulmuştur bir ara yolda
sevmiş emzirmeye durmuş ve sanki iyileşmiştir
o sıra yaşamaktan
dönüş sonralarında hep aynı yokluğa bakan adam
düşünedursun bakalım dünyadan akılda son kalan
bu yuvarlak mı
(dönüş sonralarında
her yerde birden oluşum
içimde bir çıt sesiyle üstümde bir git)
yürümek vardıkça taşlaşıyor kalıbıma
bilmiyorum bugünlerde kimin düşünde ölmüşüm