1948 yılında Uşak’ta dünyaya gelen Ender Sarıyatı, henüz 28 yaşındayken 1976 yılında İzmir’de yaşama veda etti. Öğrenimine, küçük yaşta ailesiyle birlikte göç ettiği İzmir’de başladı. İzmir Namık Kemal Lisesini birinci sınıfta terk etti.
Haber Merkezi / İşsizlik, alkol, öfke ile geçen yıllar sinir sistemini bozdu. Bir ara evlenip bir çocuk sahibi de olduysa da, söz konusu nedenlerle, eşi onu boşamak zorunda kaldı. Hayatının son dönemlerinde Ege Üniversitesi Psikiyatri Kliniğinde tedavi gördü.
İlk şiirleri, İzmir Namık Kemal Lisesinin yayın organı olan Genç Kalemler’de yayımlandı. Diğer şiirleri Ege Ekspres gazetesinin “Gençlerle Baş Başa” sayfası ile Dost, Soyut ve Yordam dergilerinde yayımlanarak ilgi gördü. Şiilerinde toplumcu gerçekçiliğin etkisinde kalmakla birlikte arayışlarını sürdürdü.
Ataol Behramoğlu’nun şiirlerine ilgi duyduğu, yakın arkadaşlarının Ahmet Bahçevan, Hüseyin Peker, Sevgi Güven ve Cavit Kürnek olduğu belirtildi. Öykücü Sevgi Özcan, onun için “68 kuşağının şanlı süvarisi” nitelemesini yaptı. Şiirleri 2000 yılında dostlarının yardımıyla Ahmet Günbaş tarafından, hakkında toplanabilen bilgilerle birlikte, Ölüme Direnen Şiirler adıyla kitaplaştırıldı.
“Birazda yaşamak korkusu”
sevgiyi ve baharı sil hançerden
çok şeyler anlatır, denizler
balıklar ve her gün
ölü bir güzün
karnaval diye katıldığı cami avluları
sebil ve kuşlarla dolmaktadır
kız usulca açar bacağını
her kızın bacağı biraz antalya
kızlar
cumhuriyetten yakınmaktadır
paralı varşovalı iyi giyimli insanlar
dirilir yüreklerinde derin acılarıyla
yüreklerinde cumhuriyet biraz da
yaşamak ve aldatılmak korkusu
ne yapsak ne etsek biz biraz da buyuz
geceyi ağartan dağ erikleri
eski saz, çakal ulumaları, yalnızlık
güle benzer mezarlıklar
uzun uzun seyreder gibi körfezi
gök yere değerken izmir
kemeraltı…
hüzünden birer heykel gibi insanlar
sonra manisa sonra kubilay
kasım boynuma atkı ve
sessiz körfeziyle izmir
duyulmaz ezilişleriyle insanlardan
birer resmi geçit gibi
sabah buğuludur
radyo ve
vücudumu vida gibi delen neyzen tevfik
neler anlatamaz bu sabah
bir bardak çay fabrika bacaları
acı ve hasret
kasımda hep büyüttüğüm izmir
sabahları her gül biraz umut
ve sevgilim
ve dostum
günlerce düşündürür ölümü
çünkü yabancı sular denizlerimize
karışmaktadır ve her insan
biraz kaybetmek, biraz da yaşamak korkusudur.
“Eski bir şiir”
git, öbür gemilerini sür kıyıma yalnızlık
sesi eski günlere döndüren beni
çoğalır çoğalırdı bir kadın
şarkılar söyleyen saat
onun yüzlü okşayan sesi
çoğaltır çoğaltırdı yüreğimi upuzun
bir caddede
asmaların yeşile döndüğü yerde
büyürdü gözleri üzerime koca bir sevişme
aşk, eski bir şiir oluyor bende
geçerken yaşayamadığım o hayatın kıyısından
baktıkça da artıyor kimsesizliğim
göğü dolduran her şeye
bakarken duraklara ve kitaplara
yüzün geliyor aklıma
başıboşluğum
ve sonra üç beş mısra bende çoğalan ırmaklar
çiçek deyince gözlerin çoğalıyor
bir başakta çoğalıyor saçların
bende hançerler çoğalıyor geçtikçe
yüzünden yalnızlıklar müzesi
gittikçe dönüyorum bir deniz kıyısından
her şey gizlilik suya baktıkça
sen biraz gizliliksen baktıkça tenha yerlerine
beni kandıran tanrıya benziyorsun
tenha bir durağa kırmızı bir elmaya
saat üçlere ve her şey sana benziyor
her şey baktıkça.
aşk, eski bir şiir oluyor bende
Sıyrıldıkça kaldırımlar kadın kokusundan