Türkiye, Büyüme Macerasının Sonuna Mı Geldi?

Prof. Dr. Sinan Alçın, “Bundan sonraki süreçte ekonomiyi neler bekliyor?” sorusuna “Türkiye yüksek enflasyonla birlikte, büyüme macerasının sonuna gelmiş bulunuyor” şeklinde yanıt verdi.

Sinan Alçın, Türkiye’nin birinci çeyrekte yüzde 5,7’lik büyümeyi inşaat sektöründeki sıçrama ve vergi gelirleri ile sağladığını belirterek, “Ancak hem konut sektöründe yavaşlama hem de kredi kartı harcamalarındaki düşüş eğilimi ikinci çeyrekte büyümeyi sert şekilde düşürecek. Eylül 2024’te açıklanacak OVP’de de bu nedenle yıl sonu büyümesinin yüzde 3-3,5 seviyesine çekileceğini düşünüyorum” dedi.

Türkiye ekonomisi, Covid-19 pandemisinin baş gösterdiği 2020 yılının ikinci çeyreğinde yaşadığı yüzde 10,4 düzeyindeki küçülmeden bu yana geçen 15 çeyrek boyunca, aralıksız büyümeyi başardı. 6 Şubat 2023’te yaşanan deprem faciasının yarattığı büyük yıkıma rağmen büyümesini sürdüren Türkiye, çeyreklik bazda pek çok kez AB, G-20 ve OECD ülkesi içerisinde başa oynadı.

2023 yılını yüzde 4,5 büyüme ile kapatan Türkiye, 2024’ün ilk çeyreğinde ise yüzde 5,7’lik büyüme yakaladı. Ancak AKP hükümetinin uyguladığı politikalarla kredi kanallarını açık tutarak tüketimi pompalayan Türkiye, yüksek büyüme performansına rağmen refah seviyesini artırmayı başaramadı.

Şimdi ise gözler son 1 yıldır Mehmet Şimşek liderliğinde uygulanan ekonomi politikalarının büyüme üzerinde nasıl bir etki yapacağına çevrilmiş durumda.

Hükümetin Eylül 2023’te açıkladığı 2024-2026 yıllarını kapsayan Orta Vadeli Programı’nda (OVP), Türkiye ekonomisinin 2024’ü yüzde 4 büyüme ile kapatması hedeflenmişti. Büyümenin 2025’te yüzde 4,5 ve 2026’da yüzde 5 düzeyinde gerçekleşmesi öngörülmüştü.

Ancak pek çok ekonomiste göre, Türkiye, “büyüme mucizesi”nin sonuna gelmiş durumda. Geçtiğimiz günlerde açıklanan bazı öncü göstergeler de bu görüşü destekler nitelikte. Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) tarafından açıklanan son verilere göre, sanayi üretimi haziran ayında yıllık yüzde 4,7 azaldı. Bu düşüş yıllık bazda 6 Şubat 2023’teki Kahramanmaraş depremi sonrasındaki en sert daralma olarak kayıtlara geçti.

Sanayi üretiminde daralma devam ederken Türkiye’nin dış ticaretinde de miktarsal düşüş gözleniyor. TÜİK’in 9 Ağustos Cuma günü açıkladığı son Dış Ticaret Endeksleri’ne göre, haziranda ihracat birim değer endeksi yüzde 0,6 azalırken, ithalat birim değer endeksi yüzde 1,4 arttı. Buna karşın miktar endekslerinde ise ihracat yüzde 8, ithalat yüzde 5,7 azalış gösterdi.

Büyüme verileri açısından öncü göstergelerden bir diğeri olan İstanbul Sanayi Odası (İSO) Türkiye İmalat Satın Alma Yöneticileri (PMI) Endeksi’nin Temmuz 2024 verilerine göre ise, Haziran ayında 47,9 olan manşet PMI, Temmuz’da üst üste beşinci ay azalarak 47,2 seviyesine geriledi. Endeksin 50,0 değerinin üzerinde olması 10 imalat sektöründeki iyileşmeyi, bu değerin altında olması ise yeni siparişler, fabrika çıkışları, istihdam, tedarikçilerin teslim süresi ve satın alma stokları gibi göstergelerde bozulmaya işaret ediyor.

Öner Günçavdı: İktidar yeniden büyümeyi seçebilir

DW Türkçe’den Aram Ekin Duran‘a konuşan İstanbul Teknik Üniversitesi (İTÜ) İşletme Mühendisliği Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Öner Günçavdı’ya göre, sanayi üretimi ve ticarette çarkların yavaşlaması iş dünyasını olumsuz etkileyecek.

Türkiye’de başta sanayi şirketleri olmak üzere işletmelerin sıkıntılarının önümüzdeki aylarda artarak devam edeceğini dile getiren Prof. Günçavdı, hükümetin şu anda enflasyonu düşürmek için büyümeden ödün verdiğini, bu durumun işletmeleri zora soktuğunu belirtiyor. Günçavdı, şu görüşleri dile getiriyor:

“Şu anda ekonomi yönetiminde bir enflasyonla mücadele görüntüsü var. AKP’nin bir şekilde ekonomi konusunda kamuoyunun algısını tersine döndürmeye ihtiyacı var. Bu yüzden büyümeden fedakarlık etmesi gerekiyor. Zaten olması gereken de bu. Ancak iktidar, yılın son çeyreğine geldiğimizde iş dünyasının şikayetlerine daha fazla kulağını kapatmayabilir ve yeniden büyüme rotasına sapabilir.”

Türkiye’de 28 Mayıs 2023 seçimlerinin ardından Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı faiz indirimi politikasından vazgeçiren Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in ekonominin başına gelmesi ile politika faizi 9 ayda yüzde 8,5’ten yüzde 50’ye yükseltildi. Politika faizi mart ayından beri bu seviyede sabit tutuluyor. Mayıs 2024’te yüzde 75,5’i gören tüketici enflasyonu ise yaz dönemindeki baz etkisi ile temmuz ayında yıllık bazda yüzde 61,78 seviyesine geriledi.

Ancak Türkiye’de AKP hükümetinin enflasyonla mücadele konusunda izlediği yöntemler, eleştiri konusu olmaya devam ediyor. Bu konudaki en dikkat çeken eleştiri, yüksek enflasyonla sadece TCMB’nin faiz politikasıyla mücadele edildiği ve gerekli yapısal reformların gündeme alınmadığı yönünde.

Prof. Dr. Öner Günçavdı, TCMB Başkanı Fatih Karahan ve başkan yardımcısı Cevdet Akçay gibi isimlerin uyguladıkları para politikasına ilave olarak hükümetten kendilerine destek olacak bir üretim ve gelir politikası beklediğini ifade ediyor.

Henüz bu beklentiyi karşılayacak adımların atılmadığını, enflasyonla mücadelenin en fazla asgari ücretlinin sırtına yüklendiğini savunan Prof. Günçavdı, “Asgari ücret sanki enflasyonun sebebiymiş gibi gösterildi, ara zam yapılmadı. Ama enflasyon verilerinde ara zam yapılmamasının olumlu bir etkisini görmedik temmuz ayında. Ağustosta da görmeyeceğiz gibi. Eğer bu politikanın enflasyona olumlu bir katkısı olmazsa, ekonomi yönetimine güven ağır bir darbe daha alır” değerlendirmesinde bulunuyor.

Bahçeşehir Üniversitesi Ekonomik ve Toplumsal Araştırmalar Merkezi’nin (BETAM) 29 Temmuz’da Ozan Bakış ve Tarık Kocar imzasıyla yayınladığı “Ekonomik Büyüme ve Tahminler – Temmuz 2024” araştırmasına göre, Türkiye ekonomisi 2024’ün ikinci çeyreğinde uzun bir aradan sonra ilk kez küçülecek.

BETAM araştırmasında nisan, mayıs ve kısmen açıklanan haziran ayı GSYİH öncü göstergeleri ile yapılan hesaplamalara yer verilerek, şu değerlendirmede bulunuluyor:

“Yaptığımız hesaplamalara göre Türkiye ekonomisinin 2024 yılının ikinci çeyreğinde bir önceki yılın aynı çeyreğine kıyasla yüzde 0,5 oranında küçülmesini bekliyoruz. Mevsim ve takvim etkilerinden arındırılmış verilerle yaptığımız hesaplamalarla ise 2024 yılının ikinci çeyreğinde bir önceki çeyreğe kıyasla GSYİH’nin yüzde 0,6 azalacağını öngörüyoruz.”

Türkiye ekonomisinin 2024’ün ikinci çeyreğine ilişkin büyüme verileri, TÜİK tarafından 2 Eylül tarihinde açıklanacak.

Peki bundan sonraki süreçte ekonomiyi neler bekliyor?

Sinan Alçın: Büyüme macerasının sonuna gelindi

Kırklareli Üniversitesi Uluslararası Ticaret ve Lojistik Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Sinan Alçın, bu soruya “Türkiye yüksek enflasyonla birlikte, büyüme macerasının sonuna gelmiş bulunuyor” yanıtını veriyor.

Bundan sonraki süreçte üretici şirketlerin TL cinsinden kredi bulmakta zorlanmaya devam edeceğini ve kısa vadeli dış borç riskinin artacağını dile getiren Prof. Sinan Alçın, “Buna küresel düzeydeki risk algısındaki artış, Avrupa’daki genel daralma eğilimi de eklendiğinde Türkiye’de ihracatçı sektörlerin kan kaybedeceğini söyleyebiliriz” diye konuşuyor.

Türkiye’nin birinci çeyrekte yüzde 5,7’lik büyümeyi inşaat sektöründeki sıçrama ve vergi gelirleri ile sağladığına işaret eden Alçın, “Ancak hem konut sektöründe yavaşlama hem de kredi kartı harcamalarındaki düşüş eğilimi ikinci çeyrekte büyümeyi sert şekilde düşürecek. Eylül 2024’te açıklanacak OVP’de de bu nedenle yıl sonu büyümesinin yüzde 3-3,5 seviyesine çekileceğini düşünüyorum” değerlendirmesi yapıyor.

Enflasyonu düşürmek için büyümeden ödün verilmesi gerektiğini, ancak AKP iktidarının son anda enflasyonla mücadeleyi ikinci plana atıp yeniden ekonomideki büyümeye odaklanabileceğini ifade eden Prof. Alçın, şu görüşleri dile getiriyor:

“Enflasyonda bir sarmal içindeyiz. Her ne kadar TCMB yıl sonu enflasyon beklentisini yüzde 38’de sabit tutmuş olsa da, son çeyrekte Merkez Bankası’nın politika faizini düşüreceği bir tablo görebiliriz. Çünkü büyümedeki sert düşüş ve üretimdeki daralmaya paralel olarak çok güçlü istihdam kayıpları ortaya çıkabilir. Dolayısıyla aslında Mehmet Şimşek politikalarının hükümet içerisinde çok daha fazla tartışılacağı bir döneme doğru ilerliyoruz.”

Paylaşın

İkame Etkisi Nedir, Nasıl İşler?

Ekonomistler ikame etkisini, belirli bir ürünün fiyatındaki artış nedeniyle satışlarındaki düşüş olarak tanımlar. İkame etkisi tutumluluğu yansıtır: Tüketici pahalı bir ürünle karşılaştıklarında daha ucuz alternatiflerini tercih eder.

Haber Merkezi / Örneğin, balık pazarındaki balık fiyatları artarsa, tüketiciler daha uygun fiyatlı, tavuk gibi, protein kaynaklarına yönelebilir. Balık pazarındaki fiyatlar tekrar uygun seviyeye gerilerse, tüketiciler tekrar balık almaya başlayabilir.

İkame etkisi ve gelir etkisi

İkame etkisi ve gelir etkisi, tüketici harcamalarını tanımlayan ekonomik kavramlardır. İkame etkisi, tüketicilerin ürün A’nın fiyatlarında bir artış olduktan sonra ürün B’yi ürün A ile ikame etmesiyle oluşur. Malların fiyatları arttığında, tüketiciler genellikle daha uygun fiyatlı bir seçenek satın alır.

Buna karşılık, gelir etkisi, tüketiciler daha fazla satın alma gücüne (daha fazla harcanabilir gelire) sahip olduğunda ve daha pahalı bir ürünü satın almak istediğinde ortaya çıkar. Şirketler daha fazla para kazanmak için bir ürünün fiyatını artırabilir, çünkü tüketicilerin bunu alaca ekonomik güçlerinin olduğunu bilirler.

İkame etkisi nasıl işler?

Makroekonomide, ikame etkisi, ürün fiyatı artışlarının talep eğrisini nasıl etkileyebileceğini gösterir; burada maliyet tasarrufu tüketici eyleminin itici gücüdür. İkame etkisi genellikle fiyatlar yükseldiğinde ancak GSYİH (gayri safi yurtiçi hasıla) veya tüketici geliri artmadığında ortaya çıkar.

Para politikaları ikame etkisini etkilemez, sadece tüketici tercihlerini ​​etkiler. Faiz oranları veya enflasyon dönemlerinde şirketlerin ürettiği malların maliyetini artırma olasılığı daha düşüktür, bu nedenle ikame etkisi daha istikrarlı ekonomilerde ortaya çıkar.

İkame etkisinin örnekleri:

Örneğin, çocuğu için spor kampı arayan bir ebeveyn, fiyatları arttığı için spor kampını pas geçebilir ve çocuğunu tamamen farklı bir aktiviteye kaydedebilir. Örneğin, armudun fiyattı artarsa, tüketici fayda ve maliyet düzeyine göre elmaya yönelebilir.

Paylaşın

Vatandaşın Bankalara Borcu 1 Trilyon 798 Milyar Liraya Çıktı

2024 yılının ilk yarısında toplam kredili mevduat hesapları borcu yüzde 70 oranında artarak 290 milyar 555 milyon liraya yükseldi. Ek hesap borçları ise aynı dönemde 119.5 milyar lira arttı.

Böylece vatandaşın toplam borcu 6 ayda 433 milyar lira artışla 1 trilyon 798.2 milyar liraya çıktı.

Türkiye Bankalar Birliği’nin (TBB) Mayıs ayı raporuna göre, bankalara borçlu vatandaşların sayısı 40 milyon 67 bine ulaştı. Ülke genelinde, 2024’ün ilk altı ayında kart borçları ortalama yüzde 23, kredili mevduat hesapları ise yüzde 71 oranında arttı.

Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu’nun (BDDK) ikinci çeyrek Fintürk verileri, 81 ilde banka borçlarının hızla arttığını gösterdi.

Sözcü’den Mehtap Özcan Ertürk’ün haberine göre, Ocak-Haziran döneminde bireysel kredi kartı borçlarında en büyük artış yüzde 49.2 ile Konya’da gerçekleşti. Muğla yüzde 33.2 ve Antalya yüzde 31.2 ile onu izledi. Tunceli, yüzde 10.4 ile kart borçlarının en az arttığı il oldu.

Kredili mevduat hesaplarındaki artış oranında ise yüzde 85.2 ile Giresun ilk sırada yer aldı. Şırnak, yüzde 46 ile bu alanda en düşük artışı gösterdi.

2023 Aralık ayına göre 2024 Haziran sonunda bireysel kredi kartı borçları yaklaşık yüzde 26.4 artarak 1 trilyon 498.6 milyar liraya ulaştı. Bu dönemde vatandaşların bireysel kredi kartlarına olan borcu 313.5 milyar lira arttı.

Yılın ilk yarısında toplam kredili mevduat hesapları borcu yüzde 70 oranında artarak 290 milyar 555 milyon liraya yükseldi. Ek hesap borçları 6 ayda 119.5 milyar lira arttı. Böylece vatandaşın toplam borcu 6 ayda 433 milyar lira artışla 1 trilyon 798.2 milyar liraya çıktı.

BDDK’nın 6 aylık raporunda, bireysel kredi kartlarında en borçlu il 396.6 milyar lira ile İstanbul oldu. Ankara 136.9 milyar lira, İzmir ise 97.5 milyar lira kredi kartı borcu ile onu izledi. En az kredi kartı borcu olan il 796 bin lira ile Ardahan oldu.

Kredili mevduat hesaplarında da durum değişmedi; İstanbul 65.3 milyar liralık borçla ilk sırada yer aldı. Onu 26.6 milyar lira ile Ankara ve 20 milyar lira ile İzmir izledi. Bayburt ise 207 bin liralık KMH borcu ile son sırada yer aldı.

Paylaşın

Olası Faiz İndirimi Yabancı Yatırımcıyı Nasıl Etkiler?

İntegral Yatırım Araştırma Müdürü Seda Yalçınkaya Özer, 2024 yılının son çeyreğinden önce faizlerin indirilmesi yabancı ilgisinin dağılmasına neden olabileceğini söylüyor.

Türkiye’ye henüz istenen düzeyde sıcak para girişi sağlanamadığına işaret eden Özer, “Ancak enflasyondaki kademeli geri çekilmenin sürmesi ve yatırım yapılabilir seviyeye yaklaşmamız fon akımlarını da beraberinde getirecektir. Yeter ki olumlu hikâye bozulmasın” diyor.

28 Mayıs 2023’te tamamlanan milletvekili ve cumhurbaşkanı seçimlerinin ardından AKP iktidarının Mehmet Şimşek yönetiminde uygulamaya koyduğu yeni ekonomi programı, aradan geçen bir yılda yabancı yatırımcıların ilgisini çekmeye başladı.

Erdoğan’ı faiz indirimi politikasından vazgeçiren Mehmet Şimşek ile beraber politika faizi yüzde 8,5’ten yüzde 50’ye yükseltildi ve yabancı sermayenin Türkiye’ye girişini hızlandıracak bir dizi adım atıldı. Ancak son dönemde gerek yılın son çeyreğinde faiz indirimlerinin yeniden başlayacağına dair söylentiler gerekse yurt içi ve yurt dışında artan risk algısı, yabancı yatırımcının Türkiye’ye olan ilgisinin azalacağı endişesi yarattı.

DW Türkçe’den Aram Ekin Duran‘a konuşan uzmanlara göre ise Türkiye’ye olan yabancı yatırımcı ilgisi henüz istenen düzeyde olmasa da devam edecek. Ancak AKP hükümetinin ekonomide güveni azaltabilecek adımlar atması hâlinde, Türkiye’ye sermaye girişi beklentileri yara alacak.

Geçtiğimiz günlerde İngiliz Financial Times gazetesinde yayımlanan bir haberde de Türkiye’ye son dönemde uluslararası piyasalardan gelen sıcak paranın küresel ya da yerel bir şok durumunda hızla kaçabileceği uyarısında bulunuldu.

“İşlemciler milyarlarca doları Türk lirasına yatırıyor” başlıklı analizde, fonların yüksek faizden etkilenip Türkiye’ye yöneldiğine dikkat çekilirken bu durumun ani bir piyasa değişimine karşı ülkeyi kırılgan hâle getirebileceğine işaret edildi.

Son dönemde gerek TCMB’ye duyulan güvenin artması gerekse yabancı sermaye girişini özendiren uygulamalar sonucunda, Türkiye’nin döviz rezervlerinde artışlar görülüyor. TCMB verilerine göre brüt rezervler 19 Temmuz haftasında 153,9 milyar dolara çıktı. Bir önceki hafta brüt rezervler 153,8 milyar dolar olarak kaydedilmişti.

Net rezervlerde ise artış daha belirgin oldu. Verilere göre net rezervler 47,7 milyar dolardan 48,2 milyar dolara çıkarken swap hariç net rezervler 22,2 milyar dolardan 22,9 milyar dolara yükseldi.

Gedik Yatırım Araştırma Direktörü Ali Kerim Akkoyunlu, uygulanan ekonomi politikalarındaki istikrar ve güveni yakından takip eden yabancı yatırımcıların şu anda Türkiye’nin 2025 yılındaki performansını fiyatladığını ifade ediyor. Akkoyunlu, şu görüşleri dile getiriyor:

“Yabancı yatırımcılar Mart sonundan beri tahvil piyasasında 11 milyar dolar net alım gerçekleştirirken hisse senetlerinde Nisan ayındaki 1,2 milyar dolarlık alımlarının ardından sonraki haftalarda toplamda yaklaşık 2 milyar dolar satış gerçekleştirdiler. Faiz indirim döngüsünün başlamasıyla, yabancı yatırımcının hisse senetlerinde de alımlarını artırması beklenebilir.”

Akkoyunlu’nun verdiği bilgilere göre, Ocak 2018 ile Mayıs 2023 arasında Türkiye’den toplam 22,5 milyar dolarlık portföy çıkışı yaşanırken bu tarihten itibaren ise hisse senetlerine 1,8 milyar dolar, Devlet İç Borçlanma Senetleri’ne (DİBS) de 12,5 milyar dolar olmak üzere toplamda 14,3 milyar dolarlık yabancı sermaye girişi yaşandı.

“Carry trade” uygulaması

Bununla birlikte yabancı yatırımcılar, “ucuza kredi alıp pahalıya mevduata bağlama yöntemi” olarak bilinen “carry trade” uygulaması ile de Türkiye’ye Mart 2024’ten bu yana yaklaşık 20 milyar dolarlık giriş yaptı.

Beykoz Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Evren Bolgün, Türkiye’ye portföy yatırımı için gelen yabancı yatırımcı ile doğrudan yatırım yapmak için gelen yabancı sermayenin farklı özelliklere sahip olduğunu söylüyor. Son dönemde Türkiye’nin kredi notlarındaki düzelmenin uluslararası doğrudan yatırımcılar açısından sevindirici bir gelişme olduğunu dile getiren Prof. Bolgün’e göre, Türkiye’de büyük çaplı doğrudan yatırımlar görmek içinse henüz erken.

Türkiye’nin hâlâ “yatırım yapılabilir” seviyenin dört kademe altında bir nota sahip olduğuna işaret eden Bolgün, “Daha yolun başında sayılırız. Yatırım yapılabilir nota ulaşmamız, benim tahminime göre 3-4 yıl sürecek” diyor.

Son yıllarda Türkiye’ye giren doğrudan yabancı yatırımların yılda 4-5 milyar dolar civarında olduğunu, bunun da yarısının gayrimenkul yatırımları olduğunu kaydeden Bolgün, “Son dönemde gayrimenkul yatırımlarının da hız kestiğini görüyoruz” diye ekliyor.

Borsa tarafında ise yabancı varlığının yüzde 40’ın altında seyrettiğini ve hisse alım satımı yapan yabancıların Türkiye’ye hızlı girip çıkan sıcak para olduğunu anlatan Bolgün, şu değerlendirmelerde bulunuyor:

“Burada da yaklaşık 20 milyar dolarlık bir birikim oluşmuş durumda. Bunu sağlamak için faiz de dört aydır yüzde 50’de duruyor. Önümüzdeki aylarda enflasyonun kademeli olarak yüzde 40 seviyelerine düşmesiyle faiz indirimi gündeme gelecek. Şu anki Türkiye’de sıcak para girişlerini destekleyen ve bunun olabildiğince kesintisiz sürmesi beklentisiyle karşı karşıya olan bir ekonomi yönetimi var. Ama bu özellikle sanayi, imalat ve ihracat kesimi tarafında ciddi ölçüde gelir erozyonu yaratıyor. Sonuçta son bir yılda enflasyon yüzde 70 artarken dolar kuru sadece yüzde 24 arttı.”

Bu arada ekonomi yönetiminin uluslararası yatırımcıları Türkiye’ye çekebilmek için yürüttükleri küresel temaslar da devam ediyor. Son olarak Brezilya’daki G20 toplantılarına katılan Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek, burada yaptığı açıklamada, Türkiye’de uygulanan ekonomi programı ile makro istikrarı güçlendireceklerini ve büyüme potansiyelini artıracaklarını vurguladı.

İntegral Yatırım Araştırma Müdürü Seda Yalçınkaya Özer, yaptığı değerlendirmede, Türkiye’yi tercih eden kısa vadeli yabancı sermayenin daha çok yurt içi piyasada ihraç edilen borçlanma senetlerini ifade eden DİBS üzerinden giriş yaptığına işaret ediyor.

DİBS işlemlerinde, borçlu olan devlet DİBS sahiplerine kupon ödeme tarihlerinde ve vade sonunda borçlu olduğu tutarı ödüyor. DİBS’ler vadeleri boyunca ikincil piyasalarda kişi ve kurumlar tarafından alınıp satılabiliyor.

Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası’nın (TCMB) 19 Temmuz haftasını kapsayan son Haftalık Menkul Kıymet İstatistikleri’ne göre, yurt dışında yerleşik kişiler 19 Temmuz haftasında net 124,2 milyon dolarlık hisse senedi alırken 700 milyon dolarlık DİBS ve 10,5 milyon dolarlık Genel Yönetim Dışındaki Sektör (ÖST) varlığı sattı.

Devlet tahvillerinde bir haftada 700 milyon dolara ulaşan bu yabancı satışı, son dönemin en sert satış işlemi olarak kayıtlara geçti. Aynı dönemde yurt dışında yerleşik kişilerin DİBS stoku 13 milyar 174 milyon dolardan 12 milyar 292 milyon dolara, ÖST stokları da 423,7 milyon dolardan 410,9 milyon dolara indi.

Yurt dışında yerleşik kişilerin 12 Temmuz itibarıyla 41 milyar 52 milyon dolar olan hisse senedi stoku ise 19 Temmuz’da 41 milyar 448 milyon dolara yükseldi.

Yılın başından bu yana yabancıların hisse tarafında zaman zaman alıcılı, zaman zaman da satıcılı bir seyir izlediklerini kaydeden Özer, “Rezerv birikiminin sürdürülebilir olması, ortodoks ekonomi politikalarının devam etmesi, gündemin ekonomide kalması ve enflasyonun seyri yabancı yatırımcının odağında olmaya devam edecek” diyor.

Peki, son dönemde sıkça gündeme gelen faiz indirimi süreci, Türkiye’ye olan yabancı ilgisini nasıl etkiler?

Özer’e göre, 2024’ün son çeyreğinden önce faizlerin indirilmesi yabancı ilgisinin dağılmasına neden olabilir. Türkiye’ye henüz istenen düzeyde sıcak para girişi sağlanamadığına işaret eden Özer, “Ancak enflasyondaki kademeli geri çekilmenin sürmesi ve yatırım yapılabilir seviyeye yaklaşmamız fon akımlarını da beraberinde getirecektir. Yeter ki olumlu hikâye bozulmasın” diyor.

Paylaşın

Türkiye, Yeniden “Yatırım Yapılabilir Ülke” Seviyesine Ne Zaman Çıkar?

Dr. Atahan Çelebi, uluslararası kredi derecelendirme kuruluşlarının Türkiye’nin notunu yükseltmesine ilişkin yaptığı değerlendirmede, bundan sonra gerek yerli gerekse yabancı yatırımcıların en önemli beklentisinin Türkiye’nin notunun “yatırım yapılabilir” seviyeye çıkması olduğunu kaydetti.

Atahan Çelebi, “Türkiye’den kurumsal tahvil alımları, menkul kıymet alımları esasen bu koşul sağlanırsa gerçekleşecek. O yüzden ekonomi politikalarında yaşanan olumlu sürecin devam etmesi gerekiyor. Özellikle döviz rezervlerindeki artışın sürmesi, net rezervin yükselmesi önemli. Ekonomik göstergeler, uygulanan politikaların etkisini yansıtmalı” diye konuştu.

İstatistiksel olarak bakıldığında Türkiye koşullarında bir ülkenin kredi notu düştükten sonra yeniden yükselişe geçmesi için yedi yıla yakın bir süre gerektiğine işaret eden Çelebi, “Ancak Türkiye’deki öngörülemez siyasi süreçler belirsizliği artırıyor” dedi.

Türkiye’de Mehmet Şimşek yönetiminde uygulanan ekonomi politikaları, uluslararası kredi derecelendirme kuruluşları tarafından olumlu karşılanmaya devam ediyor. Fitch Ratings ve S&P’nin Mart ve Mayıs aylarında yaptığı not artırımlarından sonra, Moody’s de tarihinde ilk kez Türkiye’nin kredi notunu iki kademe birden yükseltti.

Böylelikle Moody’s kararı öncesinde Uganda, Moğolistan ve Kongo ile aynı seviyede yer alan Türkiye, iki kademe not artışından sonra ise Bangladeş, Kosta Rika ve Namibya ile aynı seviyeye yükselmiş oldu. Ekonomideki sıkıntıları hafifletebilmek için uluslararası sermaye girişlerine ihtiyaç duyan Türkiye, hala her üç kuruluşun listesinde “yatırım yapılabilir ülke” seviyesinin dört basamak altında yer alıyor.

DW Türkçe’den Aram Ekin Duran‘a konuşan ekonomist ve yatırım danışmanlarına göre, AKP iktidarı ekonomide her şeyi doğru yapsa bile, Türkiye’nin “yatırım yapılabilir ülke” seviyesine çıkması en az iki yıl alacak. Olası bir erken seçim kararı ve sonrasında “rasyonel” politikalardan uzaklaşılması halinde ise ülke notu yeniden düşüşe geçebilir.

Uluslararası kredi derecelendirme kuruluşu Moody’s, Türkiye’nin kredi notunu “B3″ten “B1″e yükseltirken, kredi notu görünümünü “pozitif” olarak korudu. Moody’s raporunda, Türkiye’nin kredi notunun tarihte ilk kez iki kademe birden yükseltilmesinin temel nedeni olarak ortodoks para politikasına kararlı ve “giderek daha iyi yerleşen geri dönüş” gösterildi.

Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası’na (TCMB) olan güvenin arttığına ve uygulanan para politikasının güçlendiğine işaret edilen raporda 2025 yılı sonu enflasyon beklentisi de yüzde 38’den yüzde 30’a çekildi.

Ayrıca sıkı politika duruşunun Türkiye’nin yüksek dış kırılganlığını önemli ölçüde azalttığına işaret edilen açıklamada, pozitif görünümün yukarı yönlü risk dengesini yansıttığı kaydedildi. Öte yandan ülkedeki siyasi risklerin kredi notunu olumsuz etkileme potansiyelinin devam ettiğine vurgu yapıldı.

Sagam Strateji Danışmanlık Kurucusu Ekonomist Murat Sağman’a göre, iki kademe not artırımının başlıca sebebi Mehmet Şimşek ile birlikte “ortodoks” para politikalarına geri dönüş ve Merkez Bankası politikalarındaki kredibilite artışı oldu.

Moody’s’in Türkiye değerlendirmesinde Fitch ve S&P’ye göre zaten geri kalmış olduğuna, dolayısıyla iki kademeli bir artışın şaşırtıcı olmadığına vurgu yapan Murat Sağman, “Şimdi en azından bir dengelenme oldu. İki kademde birden not artışı yapılması ise Türkiye için bir ilk” diyor.

Ancak Türkiye’nin kredi notu artmış olsa da Türkiye hala “yatırım yapılabilir ülke” seviyesinde değil. Türkiye’nin bu seviyeye ulaşması için ise Fitch, S&P ve Moody’s’den dört kademe daha not artırımı alması gerekiyor.

Türkiye’nin notu en son Mayıs 2013’te “yatırım yapılabilir ülke” seviyesine çıkarılmıştı. 15 Temmuz 2016’daki darbe girişiminin ardından Türkiye’nin kredi notu her üç şirket tarafından da düşürülmeye başlanmış, 2019’da ise en düşük seviyeyi görmüştü.

Ne zaman “yatırım yapılabilir ülke” olur?

Bundan sonraki süreçte en çok merak edilen konu ise, Türkiye’nin ne zaman yeniden “yatırım yapılabilir ülke” seviyesine çıkacağı. Peki Türkiye’nin önünde daha ne kadar yol var?

Küresel sermaye, döviz ve emtia piyasalarına ilişkin danışmanlık hizmeti sunan STRFS (Stratejistanbul Financial Solutions) Başstratejisti Dr. Atahan Çelebi, yaşanan not artışlarının Türkiye’ye sermaye girişi açısından olumlu bir gelişme olduğunu söylüyor. Bununla birlikte Çelebi, not artışının beklenen bir gelişme olduğu için 22 Temmuz Pazartesi günü piyasalar açıldığında ciddi bir etki yaratmayacağı görüşünde.

Bundan sonra gerek yerli gerekse yabancı yatırımcıların en önemli beklentisinin Türkiye’nin notunun “yatırım yapılabilir” seviyeye çıkması olduğunu kaydeden Atahan Çelebi, “Türkiye’den kurumsal tahvil alımları, menkul kıymet alımları esasen bu koşul sağlanırsa gerçekleşecek. O yüzden ekonomi politikalarında yaşanan olumlu sürecin devam etmesi gerekiyor. Özellikle döviz rezervlerindeki artışın sürmesi, net rezervin yükselmesi önemli. Ekonomik göstergeler, uygulanan politikaların etkisini yansıtmalı” diye konuşuyor.

İstatistiksel olarak bakıldığında Türkiye koşullarında bir ülkenin kredi notu düştükten sonra yeniden yükselişe geçmesi için yedi yıla yakın bir süre gerektiğine işaret eden Çelebi, “Ancak Türkiye’deki öngörülemez siyasi süreçler belirsizliği artırıyor” diyor.

Türkiye’de önümüzdeki üç yıl sonunda yeni bir seçim ortamına girileceğinin altını çizen Atahan Çelebi, şu değerlendirmede bulunuyor:

“Bu noktada para politikasının ve mali disiplinin devam edip etmeyeceği tartışma konusu. Eğer bu koşullar altında devam edersek, benim tahminim 2 yıl içerisinde Türkiye’nin kredi notu yine yatırım yapılabilir seviyenin alt kısmına ulaşacaktır. Fakat tekrar altını çizelim. Seçim döneminde daha önce yaşandığı gibi gevşek politikalar, geri dönüş sinyalleri verilirse bu kredi artışları beklemeye girer. Ve bu pozitif eğilim kısa sürer.”

Son not artırımının sadece bir başlangıç olduğunu, henüz “yatırım yapılabilir” seviyeye çıkmak için dört not artırımına daha ihtiyaç olduğunu dile getiren Ekonomist Murat Sağman da, şu görüşleri dile getiriyor:

“Yatırım yapılabilir seviyeye gelmemiz, her şeyi doğru yaparsak iki yıldan önce olmaz. Doğru politikalar dediğimiz enflasyonun düşmesi, hukuk başta olmak üzere kurumların bağımsız çalışması… Bunlar çok önemli. Tabi ki bu not artışları yatırımcı ilgisini artıracaktır ama yeterli değil.”

Son not kararı ile birlikte 2024 başından bu yana üç büyük uluslararası kredi derecelendirme kuruluşu da Türkiye’nin notunu artırmış oldu. Moody’s Ocak ayında Türkiye’nin B3 olan kredi notunu değiştirmemiş, görünümünü durağandan pozitife yükseltmişti. Fitch Ratings, Mart ayında Türkiye’nin kredi notunu “B”den “B+”ya yükseltirken, not görünümünü “durağan”dan “pozitif”e çıkarmıştı. S&P ise Mayıs yerel seçimlerin ardından Türkiye’nin kredi notunu “B”den “B+”ya yükseltmişti.

Paylaşın

FT’den Türkiye’ye “Sıcak Para” Uyarısı

Financial Times’da Türkiye ekonomisine ilişkin değerlendirmelerin yer aldığı bir analizde, son zamanlarda Türkiye’ye giriş yapan sıcak paranın büyük bir kısmının “hızlı para” akışı şeklinde olduğu ve bu nedenle olası bir şokta hızlı çıkış olabileceği uyarısı yapıldı.

Düşük maliyetli borçlanarak yüksek getiri sağlayan paralara yatırım yapma stratejisi olan ‘carry trade’ akışına dikkat çekilen analiz haberde, Türk lirasının yılbaşından bu yana ABD dolarına karşı yüzde 18 kazanç sağladığı ifade edildi.

Birleşik Krallık’ın önde gelen finans yayınlarından Financial Times, Türkiye’ye son zamanlarda giren yabancı sıcak paranın potansiyel küresel veya yerel şoklar nedeniyle “hızla” ülkeden çıkabileceğini ifade etti.

Analizde, “İşlemciler milyarlarca doları Türk lirasına yatırıyor” başlığı altında, fonların yüksek faizden faydalanmak amacıyla Türkiye’ye yöneldiği ancak bu durumun ani piyasa değişimlerine karşı ülkeyi savunmasız bırakabileceği vurgulandı.

Düşük maliyetli borçlanarak yüksek getiri sağlayan paralara yatırım yapma stratejisi olan ‘carry trade’ akışına dikkat çekilen haberde, Türk lirasının yılbaşından bu yana ABD dolarına karşı yüzde 18 kazanç sağladığı ifade edildi. Türkiye’ye Ekim 2023’ten bu yana toplamda 24 milyar dolarlık carry trade amaçlı fon akışı gerçekleşirken, TL tahvillere son bir yılda 12,5 milyar dolarlık yabancı girişi olduğu belirtildi.

Analizde, Türkiye’ye girişlerin büyük bir kısmının “hızlı para” akışı şeklinde olduğu ve bu nedenle olası bir şokta hızlı çıkış olabileceği uyarısı yapıldı. Abrdn yatırım şirketinden Kieran Curtis, “Bu tür işlemlerde hızlı paranın payı artıyor, bu da tersine dönmeye daha yatkın hale getiriyor” dedi.

Bir Türk ekonomi yetkilisi de benzer görüşleri paylaşarak, dışsal şokların kararsız yatırımcıları Türkiye piyasalarından kaçırabileceğini kabul etti.

Hedge fon yöneticileri, Türkiye’ye olan ilginin yanı sıra yerel tasarruf sahiplerinin TL’ye olan güvenini kaybetme riskine de dikkat çekti. Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası’nın (TCMB) rezervlerindeki artışın yabancı sıcak para çıkışına karşı koruma sağlayabileceği ifade edilirken, büyük ölçekli doğrudan yabancı yatırımların henüz gerçekleşmediği kaydedildi.

FIM Partners’ın makro strateji şefi Charlie Robertson, Mehmet Şimşek’in yatırımcılara öngörülebilirlik sunabileceğini, ancak bunun sonuçlarının birkaç yıl içinde görülebileceğini belirtti.

(Kaynak: Independent Türkçe)

Paylaşın

Reuters’tan Türkiye Ekonomisi Analizi: Karanlık Günler Bekliyor

Birleşik Krallık merkezli haber ajansı Reuters, çalışan kesimin ve emekli olanların büyük bölümünün açlık sınırı altında yaşadığı Türkiye’ye ilişkin dikkat çeken bir analiz yayınladı:

“Erdoğan sabır çağrısında bulundu ancak 2024, 2018’den beri yaşanan bir dizi döviz krizinden bu yana ekonomik talihleri hızla kötüleşen Türkler için bir neslin en zorlu dönemine dönüştü.”

Reuters, Türkiye’nin ekonomi politikalarıyla ilgili bir analiz yayımladı. Reuters muhabiri Birsen Altaylı’nın kaleme aldığı “Erdoğan ekonomik hatalarını telafi ederken Türkleri karanlık günler bekliyor” başlıklı analizde, hükümetin son dönemdeki para politikalarının iyileşme sinyali verdiği fakat halkın yaşam maliyeti sorununu bir süre daha yaşayacağı değerlendirmesi yapıldı.

Haberde, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın 5 Temmuz’da yaptığı açıklamada “Biraz sabra ihtiyacımız var. Enflasyonda düşüş daha yeni başladı” sözleri hatırlatılarak şu yorumlar paylaşıldı: Erdoğan sabır çağrısında bulundu ancak 2024, 2018’den beri yaşanan bir dizi döviz krizinden bu yana ekonomik talihleri hızla kötüleşen Türkler için bir neslin en zorlu dönemine dönüştü.

Analizde, Adalet ve Kalkınma Partisi’nin (AK Parti) marttaki yerel seçimde aldığı yenilgide, para politikalarından memnun olmayan emekli kesimin de rol oynadığı değerlendirmesi paylaşıldı. Erdoğan’ın Mehmet Şimşek’i Hazine ve Maliye Bakanı olarak atadıktan sonra ekonomiyi canlandırmak için yeni bir programı devreye soktuğu ve önümüzdeki dönemde bunun sınanacağı da belirtildi.

Merkez Bankası’nın bir süre faiz artırımına gittikten sonra oranı yüzde 50’de sabitlediğine dikkat çekilerek şu yorumlar paylaşıldı: Bu durum, kendisini faizin ‘düşmanı’ diye tanımlayan Erdoğan’ın, yükselen fiyatlara rağmen ekonomik büyümeyi artırmak için kolay para politikası uyguladığı ve 5 Merkez Bankası başkanını görevden aldığı 5 yıllık sürecin şoke edici şekilde tersine dönmesi anlamına geliyor.

Derecelendirme kuruluşlarının Türk varlıklarının notunu yükselttiğine ve birçok yabancı yatırımcının geri döndüğüne işaret edilirken, para politikalarının sokağa henüz olumlu yansımadığı savunuldu. Erdoğan, salı günkü açıklamasında enflasyonun düştüğüne dikkat çekerek “Bazı kesimlerin hayat pahalılığı sebebiyle yaşadığı zorlukların bilincindeyiz” demişti.

Reuters, 73 yaşındaki emekli Fettah Deniz’in “Halen yürüyorum ama gerçekten yaşamıyorum” sözlerine de yer verdi. Ajansın görüştüğü 28 yaşındaki özel sektör çalışanı Silan ise 50 bin TL’yle İstanbul’da rahat yaşayamadığını söyledi.

Analizde, ev fiyatlarının neredeyse yüzde 50’i arttığı ve “İstanbul’daki restoran fiyatlarının Londra ve Dubai’dekilere yaklaştığı” belirtildi.

Bir finans firmasında çalıştığını söyleyen 58 yaşındaki Aynur, yaşam maliyeti sıkıntısını şöyle anlattı: Dışarıda yemek yemek ve tatil yapmak artık sözkonusu değil. İnsanların evinize gelmesini de istemiyorsunuz çünkü onları ağırlamaya gücünüz yetmiyor. Sosyal hayatım sona erdi.

(Kaynak: Independent Türkçe)

Paylaşın

İktidar, İsraf Harcamalarından Vazgeçmiyor

Asgari ücret ve emekli aylıkları zammına ‘kaynak yok’ açıklamasında bulunan iktidarın, israf harcamalarından vazgeçilmediği ortaya çıktı. Yılın ilk altı aylık döneminde bütçe açığı 747 milyar 183 milyon liraya ulaştı.

Erdoğan tarafından harcanabilen ve hesabı sorulamayan örtülü ödenek harcaması yılın ilk yarısında 5 milyar 966 milyon TL’ye çıktı.

Kırtasiye, yayın, baskı ve cilt giderleri başlığı altındaki harcama kaleminde Ocak-Haziran döneminde toplamda 5 milyar 318 milyon lira harcandı. Aynı dönemde temsil ve tanıtma harcamaları ise 1 milyar 375 milyon TL’ye ulaştı.

BirGün’den Havva Gümüşkaya’nın haberine göre, kamuda tasarruf ve emekli aylıklarına zam tartışmalarının yaşandığı döneme ait bütçe rakamları israf harcamalarından vazgeçilmediğini ortaya çıkardı. Asgari ücret ve emekli aylıkları zammına ‘kaynak yok’ denilerek direnildiği haziran ayında bütçeden 866 milyar 498 milyon TL harcandı. Bütçe giderleri geçen yılın aynı ayına göre yüzde 78 arttı.

Temsil ödeneği bitti: Tasarruf genelgesinde yüzde 25 oranında kesinti yapılacağı belirtilen temsil ve tanıtım harcamaları ödeneğinin yüzde 74’ü yılın ilk yarısında harcandı.

Mayıs ayında yayımlanan genelgede “Temsil ve ağırlama ödenekleri zorunlu haller dışında kullanılmayacaktır. Uluslararası toplantılar ile milli bayramlar hariç; açılış, konferans, seminer, yıldönümü ve benzeri kutlama ve organizasyonlara ilişkin faaliyetler nedeniyle, gezi, kokteyl, yemek ve benzeri faaliyetler düzenlenmeyecek, hediye verilmeyecek ve diğer adlar altında ödeme yapılmayacaktır” ifadeleriyle açıklanan temsil ve tanıtma harcamalarında tasarrufun uygulanmadığı bütçe rakamlarıyla açığa çıktı.

Haziran ayında 70 milyon 936 bin TL’lik harcamanın 51,4 milyon TL’si temsil, tanıtma ve ağırlama gideri, 19,5 milyon TL’si ise toplantı ve organizasyon gideri olarak kaydedildi. Geçen yılın Ocak-Haziran döneminde 521 milyon 274 bin TL olan temsil ve tanıtma harcamaları yaklaşık 3 kat artarak 1 milyar 375 milyon TL’ye ulaştı.

Örtülü ödenek arttı: Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan tarafından harcanabilen ve hesabı sorulamayan örtülü ödenekten haziran ayında 932 milyon TL’lik harcamaya imza atıldı. AKP iktidarlarında denetimsizliğin, israfın simgesi olarak öne çıkan örtülü ödenek harcaması yılın ilk yarısında 5 milyar 966 milyon TL’ye çıktı. 2023’ün ilk yarısında 1 milyar 951 milyon TL olan örtülü ödenek harcaması yüzde 205 arttı.

Uçak kiraları katlandı. Kamunun israf harcamaları arasında gösterilen kiralama işlemlerinin de tasarruf genelgesine rağmen devam ettiği ortaya çıktı. Yılın en büyük uçak kiralaması haziran ayında gerçekleştirildi. 573 milyon 697 bin TL hava taşıtı kiralama gideri olarak kaydedildi. Hava taşıtı kiralarına Ocak-Haziran döneminde 1 milyar 581 milyon TL harcandı. Geçen yılın aynı döneminde hava taşıtı kiralarına 727 milyon 654 bin TL aktarılmıştı.

Ocak-Mayıs döneminde geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 108 oranında artan kira ödemeleri 9 milyar 608 milyon TL’ye çıktı. Bunun 2 milyar 61 milyon TL’sini otomobil kiraları oluşturdu.

Derneklere 1,5 milyar TL: Bütçede “Kâr amacı gütmeyen kuruluşlar” ana başlığı altında belirtilen dernek, birlik, kurum, kuruluş, sandık olarak isimlendirilen kuruluşlara yılın ilk yarısında aktarılan kamu kaynaklarının tutarı 1 milyar 560 milyon TL’ye ulaştı. “Diğer” olarak tanımlanan belirsiz ‘kâr amacı gütmeyen’ kuruluşlara ise Ocak-Haziran dönemine 178 milyon 457 bin TL aktarıldı.

Baskıya 3 milyar ödeme: Kırtasiye, yayın, baskı ve cilt giderleri başlığı altındaki harcama kaleminde Ocak-Haziran döneminde toplamda 5 milyar 318 milyon TL harcandı. Bu harcamanın yüzde 62’si baskı ve cilt gideri olarak kaydedildi. Geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 48 artan baskı ve cilt gideri 3 milyar 503 milyon TL’yi buldu.

KDV yüzde 246 arttı: Vergi gelirleri tahsilatı, geçen yılın ocak-haziran dönemine göre yüzde 100,5 artarak 3 trilyon 213 milyar 365 milyon liraya ulaştı. Vergi gelirlerinin bütçe tahminine göre gerçekleşme oranı ise yüzde 43,4 olarak kayıtlara geçti.

Vergi türleri itibarıyla ocak-haziran döneminde geçen yılın aynı dönemine göre gelir vergisi yüzde 126,7, kurumlar vergisi yüzde 60,2, dâhilde alınan katma değer vergisi yüzde 246,6, özel tüketim vergisi yüzde 87,3, banka ve sigorta muameleleri vergisi yüzde 205,9, ithalde alınan katma değer vergisi yüzde 75,8, damga vergisi yüzde 85, harçlar yüzde 62,9 ve diğer vergi gelirleri yüzde 74,6 arttı.

Paylaşın

Sosyal Yardıma Muhtaç Hane Sayısında Çarpıcı Artış

2024 yılının ilk beş aylık döneminde 4 milyon 278 bin 728 hane sosyal yardımdan yararlanırken, sosyal yardıma muhtaç hane sayısı, 2024 yılının ocak ayına göre 498 bin 120 arttı.

Sosyal ve Ekonomik Destek (SED) hizmetinden yararlanan çocuk sayısı da 2024 yılı mayıs ayın itibariyle 3 milyon 479 bin 832’ye yükseldi.

Birgün’den Mustafa Bildircin’in resmi verilerden aktardığına göre, Türkiye’deki 17 milyon 114 bin 912 yurttaş yaşamını sosyal yardımlarla sürdürmeye çalışıyor.

Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı’nın sosyal yardım verileri de Türkiye’deki derin ekonomik krizin ulaştığı boyutu bir kez daha gözler önüne serdi. Türkiye’nin sosyal yardım karnesini 1 Haziran itibarıyla ortaya koyan verilere göre, sosyal yardıma muhtaç hane sayısı 4,2 milyonu aştı.

Açlık sınırının altında geliri olan hanelerin dahil edildiği Aile Destek Programı’na yönelik veriler de iktidarın gizlemek istediği derin yoksulluğu açığa çıkardı.

2022 yılında 3 milyon 99 bin 560 hane ile başlayan program kapsamındaki hane sayısı, aylar içinde tırmanarak Mayıs 2024’te 3 milyon 479 bin 832’ye çıktı.

Aylık geliri brüt asgari ücretin üçte birinin altında olan kişiler için genel bütçeden ödenen Genel Sağlık Sigortası (GSS) primine ilişkin veriler de Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı’nca paylaşıldı. Mayıs 2024 verilerine göre, 9 milyon 444 bin 458 kişinin GSS primi bütçeden karşılandı.

Ailesinin yoksulluğu nedeniyle bakılamayan ve ailesinden alınma riski bulunan çocukların sayısını ortaya koyan Sosyal ve Ekonomik Destek (SED) hizmetinden yararlanan çocuk sayısının ulaştığı boyut da dikkati çekti.

Buna göre, 2020 yılında 129 bin 422 olan SED hizmetinden yararlanan çocuk sayısı, 2022’de 157 bin 248’e, 2023’te ise 264 bin 995’e, 2024’ün Mayıs ayında ise 170 bin 694’e kadar çıktı.

Bakanlığın verilerine göre, 2024 yılının Ocak-Mayıs döneminde 4 milyon 278 bin 728 hane sosyal yardımdan yararlandı. Sosyal yardıma muhtaç hane sayısı, 2024 yılının Ocak ayına göre 498 bin 120 arttı.

 

Paylaşın

Suriyeliler, Ekonomik Krizin Nedenlerinden Biri Mi?

Gaziantep Ticaret Odası Başkanı Tuncay Yıldırım, “Bugün Gaziantep’te faaliyet gösteren kayıtlı Suriyeli işletme sayısı, odamız, Sanayi Odası ve Esnaf Odaları dahil toplam 6 bin 300. Kayıtlı Suriyeli istihdam sayısı ise 12 bin. Bu sayılar bile şehrimizdeki Suriyeli nüfusu düşününce kayıt dışılığın boyutunu gözler önüne sermeye yeter” dedi.

Otomotiv sektörü işletmecisi Mehmet Çelik ise konuya ilişkin yaptığı değerlendirmede, “İlk geldiklerinde misafir olarak geldikleri ve bir süre sonra tekrar dönecekleri söylendi. Hepimiz onlar için elimizden geleni yaptık. Evlerimizi de açtık, eşyalarımızı da paylaştık çünkü olması gereken buydu” dedi ve ekledi:

“Bu misafirlik 10 yılı geçti, şu anda aklınıza gelebilecek her türlü sektörde onlar çalışıyor. Herkes kendi kısmetini kazanır ama maliyet ve giderleri hesaplayınca haksız bir rekabet oluyor. Biz de bu durumdan olumsuz etkileniyoruz. Ben kiramı, vergimi, personel maaşını, sigortamı, faturalarımı öderken, onlar ya bunların birçoğunu ödemiyor ya da bir işletmede 5-6 ortak çalışıyor, giderleri olmadığı için de bizden fazla kazanmış oluyorlar.”

Türkiye’de son dönemde sığınmacılara yönelik artan öfkenin nedenlerinin birinin ülkedeki ekonomik koşullar ve sığınmacıların kayıt dışı çalışmasından kaynaklanan haksız rekabet olduğu değerlendirmeleri kimi çevrelerce yapılıyor.

İçişleri Bakanlığı’na bağlı Göç İdaresi Başkanlığı (GİB) verilerine göre, 27 Haziran 2024 itibariyle İstanbul’dan sonra geçici koruma kapsamındaki en fazla Suriyeli, 429 bin 855 kişinin yaşadığı Gaziantep’te bulunuyor. İstanbul’da ise bu sayı 530 bin 506.

36 bin üyeli Gaziantep Ticaret Odası’nca geçen hafta düzenlenen bir toplantıda, ekonomik sorunların tetikleyicilerinden biri olarak iç savaş nedeniyle Türkiye’ye sığınan Suriyeli göçmenler gösterildi. İktidara yapılan çağrıda “13 yıllık misafirliğin son bulması” ve başta kayıtdışı göçmenler olmak üzere tüm Suriyeli sığınmacıların geri gönderilmesi talep edildi.

VOA Türkçe’den Orhan Erkılıç‘a konuşan Gaziantepli esnaf, Ticaret Odası ile aynı düşünceleri paylaşırken, Suriyeli işletme sahipleri ise kente ekonomik anlamda faydaları dokunduğunu dile getiriyor.

Ülkelerinde savaş bitse bile farklı grupların kontrolünde olan bölgelerin iş, ticaret ve yaşam için henüz güvenli olmadığına dikkat çeken Suriyeli iş insanları, Türkiye’deki ekonomik krizden kendilerinin de olumsuz etkilendiğini ifade ediyor. Peki, Suriyeliler’in Türk ekonomisine katkısı ne?

Bu hafta görevinden istifa eden Çevre ve Şehircilik Bakanı Mehmet Özhaseki, AK Parti genel başkan yardımcısıyken 2021’de “Suriyeliler giderse ekonomi çöker” demişti. Ancak rakamlar bunu doğrulamıyor. Birçok Suriyeli’nin düşük ücretle ve kayıtdışı çalıştığı görülüyor.

Birleşmiş Milletler’e bağlı Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) Türkiye Ofisi tarafından Şubat 2020’de yayınlanan “Türk İşgücü Piyasasında Suriyeli Mülteciler” araştırmasına göre, Türkiye’de yaklaşık 950 bin Suriyeli çalışıyor. Ancak çalışan Suriyeliler arasında kayıt dışı çalışanların oranı yüzde 91,6 gibi çok yüksek bir seviyede bulunuyor.

Daha yakın tarihli bir rapor ise Türkiye Ekonomi Politikaları Araştırma Vakfı (TEPAV) tarafından hazırlanan “İşgücü Piyasasında Suriyeliler” raporu. 2021 tarihli raporda, “Suriyeliler’in çoğunlukla kayıt dışı istihdam edilmelerinin temelinde kültürel farklar, işverenlerin yaklaşımları, ekonomik koşullar ve yasal düzenlemeler gibi nedenler yatmaktadır” tespitinde bulunuluyor.

“Haksız rekabet yaratıyorlar”

Gaziantep Ticaret Odası Başkanı Tuncay Yıldırım, 46 meslek grubunu temsilen yönetim kurulu üyelerinin de katıldığı basın toplantısında Suriyeli sığınmacıların kayıt dışı ticari faaliyetler yoluyla “haksız rekabet” yarattığını ve yaşanan birçok ekonomik sorunun kaynağı olduğunu savundu.

Son günlerde yoğun şekilde tartışılan pahalılık, fahiş fiyatlar ve barınma sorunlarına dikkat çeken Yıldırım, “Elbette tüm bu bahsettiğimiz sorunların tetikleyicilerinden biri hiç şüphesiz 13 yıldır şehrimizde yaşayan geçici koruma altındaki Suriyeliler’dir. Kayıt dışı ticari faaliyetlerinin yarattığı haksız rekabet, kimi sektörlerde elde ettikleri üstünlükler, işletmelerimizin iç ve dış pazar kayıpları, kiralar başta olmak üzere genel fiyat seviyesine ve sosyo-kültürel yapımıza olan olumsuz etkileri ne yazık ki her geçen gün artan bir oranda hissediyoruz’’ dedi.

Yıldırım, “Bugün Gaziantep’te faaliyet gösteren kayıtlı Suriyeli işletme sayısı, odamız, Sanayi Odası ve Esnaf Odaları dahil toplam 6 bin 300. Kayıtlı Suriyeli istihdam sayısı ise 12 bin. Bu sayılar bile şehrimizdeki Suriyeli nüfusu düşününce kayıt dışılığın boyutunu gözler önüne sermeye yeter. Bu durumun Türk işletmeler açısından yarattığı haksız rekabeti hepiniz tahmin edebilirsiniz” diye konuştu.

Otomotiv sektörü işletmecisi Mehmet Çelik ise , 2011 sonrası Türkiye’ye gelen Suriyeli sığınmacıların şu anda her sektörde çalıştığını ifade ederek, şunları anlattı: “İlk geldiklerinde misafir olarak geldikleri ve bir süre sonra tekrar dönecekleri söylendi. Hepimiz onlar için elimizden geleni yaptık. Evlerimizi de açtık, eşyalarımızı da paylaştık çünkü olması gereken buydu.

Bu misafirlik 10 yılı geçti, şu anda aklınıza gelebilecek her türlü sektörde onlar çalışıyor. Herkes kendi kısmetini kazanır ama maliyet ve giderleri hesaplayınca haksız bir rekabet oluyor. Biz de bu durumdan olumsuz etkileniyoruz. Ben kiramı, vergimi, personel maaşını, sigortamı, faturalarımı öderken, onlar ya bunların birçoğunu ödemiyor ya da bir işletmede 5-6 ortak çalışıyor, giderleri olmadığı için de bizden fazla kazanmış oluyorlar.”

“İşveren, Suriyeliler nedeniyle yevmiyeyi azaltıyor”

Sarımsak tarlasında dört çocuğu ve eşiyle mevsimlik tarım işçiliği yaptığını ifade eden Müslüm Ceylan da, Suriyeliler’in gelmesiyle birlikte tarım işinde daha ucuza çalışmak zorunda kaldıklarını ifade etti.

Ceylan, “Son yıllarda verilen ücrete ‘tamam’ demek zorunda kalıyoruz. Çünkü bizim kabul etmediğimiz yevmiyeleri Suriyeliler kabul ediyor. İtiraz ettiğimiz zaman işveren bizi, Suriyeli işçileri çalıştırıp bize iş vermemekle tehdit ediyor. Defalarca Suriyeliler’e kabul etmemelerini söyledik ama bizi dinlemiyorlar. Bir an önce ülkelerine dönseler işçi olarak bizim değerimiz yeniden artar” diye konuştu.

Gaziantep’te beş yıldır tekstil sektöründe hizmet verdiğini ifade eden işletme sahibi Suriyeli Yusuf E. M. ise Türkiye’de yaşanan ekonomik sorunlardan Suriyeli iş insanlarının da etkilendiğini belirtti.

Suriyeli bir Türkmen olarak hem Suriye’de hem Türkiye’de dışlandığını anlatan Yusuf E.M. “Şu anda Antep’in Ünaldı bölgesinde çalışan Suriyeli işletme sahiplerinin neredeyse yarısı Mısır, Kerkük, Libya gibi bölgelere taşındı. Biz ekonomik anlamda ne Antep’e ne de Türkiye’ye zarar verdik. Gece gündüz çalışıyoruz, çalışan bir kitle nasıl zarar verebilir ki? İş verenin vicdansızlığı, ev sahibinin vicdansızlığı Suriyeli’ye mal ediliyor. Bizim artık bir tadımız kalmadı, çoğu gitti, böyle devam ederse biz de gitmenin yollarını arıyoruz. İşçi kesim gitse Antep’in ekonomisi zarar görür. Hem tekstilde hem tamirhanelerde hem tarımdaki işi Suriyeliler yapıyor” diye konuştu.

İstikrar ve güvenlik vurgusu

Gaziantep Ticaret Odası’ndan yapılan açıklamayı doğru bulmadığını belirten Suriyeli iş insanı B.H. de, Gaziantep’e katma değer sağladıklarını ifade ederek, ülkesinde farklı grupların yönettiği bölgelerde iş yapmanın da işletme kurmanın da mümkün olmadığını belirtti.

B.H., Ticaret Odası Başkanı Yıldırım’ın görüşlerinin aksine ekonomiye zarar vermediğini, tam tersine kent ve ülke ekonomisine katkı sağladığını savundu:

“Yaklaşık yedi yıl önce burada başlattığım işletmemi giderek büyüttüm. Şu anda 100’den fazla kişi buradan ekmek yiyor. Ürettiğim ürünleri Ortadoğu’nun yanı sıra Avrupa ülkelerine de ihraç ediyorum. Her türlü işim, işletmem, ticaretim yasal zeminde ve prosedüre uygun. Üretim yapıyorum, ticaret yapıyorum, vergimi ödüyorum ve Türkiye’ye ticari ve ekonomik değer katıyorum. Ben ticaret odası başkanının dediği gibi Antep ekonomisine zarar vermiyorum, tam tersi Antep ve tüm Türkiye ekonomisine fayda sağlıyorum.”

Bir iş insanı olarak her yerde üretim yapabileceğini söyleyen B.H., “Elbette ülkeme dönüp orada da üretim yapmak isterim. Ancak şu anda ülkemde gidebileceğimiz alanların hiçbirinde devlet yok tam bir güvenlik yok. Suriye’deki tek sorun savaşın bitmesi değil, devlet yok, güvenlik yok. Oralarda birçok örgüt ve grup var. Her an birisi gelip bana ya da işletmeme zarar verebilir ya da el koyabilir. Türkiye’yi seviyorum, halk da devlet de bize sahip çıktı ama şunu tüm samimiyetimle söylüyorum; ülkemde tekrar istikrar sağlanıp güvenli hale geldiği an bir dakika bile durmadan gidebilirim” dedi.

Paylaşın