Yıl Sonu İçin Dikkat Çeken ‘Dolar Kuru’ Tahmini

Dolar kuru için yıl sonu tahminini açıklayan ekonomist Atilla Yeşilada, dolar kuru için 18 ile 20 TL arası bir rakama dikkat çekti. Yeşilada, TCMB’nin dolar kuru tahminini aşırı iyimser bulduğunu söyledi.

Ekonomist Yeşilada, “Ukrayna savaşı olmasaydı onun cari açığımız da bize getirdiği yük olmasaydı ve psikolojik olarak insanlarda tedirginlik yaratması olmasaydı belki bu seneyi bu sistemle çıkartabilirdik ama ben artık böyle bir umut görmüyorum” dedi. Yeşilada, şöyle devam etti:

“Yani hani eğer mayıs haziran ayında patlamazsa yaz aylarında döviz kuru yeniden patlayacak. TCMB beklenti anketinde katılımcıların yıl sonu dolar kuru tahmini 16,5. Ben bunu biraz aşırı iyimser buluyorum. Benim kafamda daha çok 18 ile 20 arasında bir dolar kuru hedefi var. Ekim’den itibaren duracağı tepe seviyemi o noktadan sonra geçen sefer KKM’yi icat ettiler. Belki şapkada başka tavşan vardır. Şapkada başka tavşan yoksa o zaman döviz kontrolüne geçeceksiniz. Durmaz ki bir kere gittikten sonra.”

Atilla Yeşilada’nın KKM ve dolar kuru yorumunun tamamı şöyle:

“Şu anda programın hayatta kalan, bakın çalışan demiyorum. Hayatta kalan tek ayağı bu KKM ve hükümet o paralar yeniden dövize çevrilirse TCMB rezervlerinin burada oluşacak olan tsunamiyi engelleme yetmeyeceğini da çok iyi biliyor. Dolayısıyla bu bir anlamda bir kötü alışkanlık, uyuşturucu bağımlılığı gibi bir şeye geldi.

Maliyeti ne olursa olsun KKM devam ettirilecek ve oradan gelen dövizle de TCMB kaynaklarına giriyor, döviz kuru sürekli müdahale edilerek doların ve hatta euronun değer kazanması engellemeye çalışacak ki vatandaşın KKM’ye geçmesi için ikinci bir teşvik verilsin.

Bunlar günlük bağlamda ya da öngörülebilir vadede çalışabilecek programlar ama mesele şu Hastalığı değil ağrıyı tedavi ediyorsunuz. Yani vücutta kanser ya da ülser ya da migren ne varsa yayılıyor sonuçta siz enflasyonla başa çıkamadığımız sürece siz daha fazla bütçe açığı fazlası üretemediğiniz sürece siz Türkiye’nin üretimini artırmadığınız sürece bir yerde bu patlayacak.

’18 – 20 TL arası’

Ukrayna savaşı olmasaydı onun cari açığımız da bize getirdiği yük olmasaydı ve psikolojik olarak insanlarda tedirginlik yaratması olmasaydı belki bu seneyi bu sistemle çıkartabilirdik ama ben artık böyle bir umut görmüyorum.

Yani hani eğer mayıs haziran ayında patlamazsa yaz aylarında döviz kuru yeniden patlayacak. TCMB beklenti anketinde katılımcıların yıl sonu dolar kuru tahmini 16,5. Ben bunu biraz aşırı iyimser buluyorum. Benim kafamda daha çok 18 ile 20 arasında bir dolar kuru hedefi var.

Ekim’den itibaren duracağı tepe seviyemi o noktadan sonra geçen sefer KKM’yi icat ettiler. Belki şapkada başka tavşan vardır. Şapkada başka tavşan yoksa o zaman döviz kontrolüne geçeceksiniz. Durmaz ki bir kere gittikten sonra.

Yani bunu bir poker stratejisi olarak görmek lazım. Sizin önünüzde 500 bin liralık çip var. Karşınızdaki pokercini 10 bin liralık çipi kalmış size 50 kere rest çekersiniz adamı. Bir tanesini de kazansanız yeter zaten. Bu da öyle bir şey.

Merkezde harcanacak döviz kalmadığı anlaşıldığı anda ya da o noktaya yaklaşıldığı anlaşıldığı anda bireysel spekülatörler belki yurtdışında TL şort girecek olanlar ve yüksek birikim sahibi, tasarrufçular tabii ki dövize kaçacak. Dış borç vadesi gelen, dış borçlarını ödeyemeyeceği çekincesine kapılan kurumsallarda mecburen onlara katılacak.”

Paylaşın

Açlık Ve Sefalet Afganistan Nüfusunun Yüzde 90’nını Etkiliyor

Afganistan genelinde yetersiz beslenme büyüyen bir sağlık sorunu olmaya devam ediyor. Son üç ayda yaklaşık 13 bin bebek ve çocuk, açlık ve yetersiz beslenmeye bağlı hastalıklardan hayatını kaybetti.

Afganistan’da başta zatürre ve yetersiz beslenme olmak üzere çeşitli hastalıklardan ölen çocuk sayısının artmasından endişe duyuluyor. Yetersiz beslenen çocuk sayısının artmasının en büyük nedeni ise açlık ve fakirlik.

Dünya Gıda Programı (WFP)’nın yayımladığı rakamlara göre, Afganitan’da Taliban hakimiyeti öncesi açlık sınırı ülke nüfusunun yüzde 81’ini oluştururken, bu rakam Taliban döneminde yüzde 98’e ulaştı. 2022 yılı sonuna kadar, akut yetersiz beslenme sebebiyle 5 yaş altındaki 3,2 milyon çocuğun hayati tehlikeyle karşı karşıya kalacağı tahmin ediliyor.

Başkent Kabil’deki Çocuk Sağlık Hastanesi çocuk doktorlarından Prof. Dr. Aref Hasanzai, ülkedeki açlık ve fakirliğin en çok çocukları etkilediğini söyledi:

Devlet tarafından açıklanan rakamlar ürkütücü. Genel nüfusun yüzde 90’ı açlık sınırının altında. Bu ise fakir aileleri ve özellikle beş yaş altındaki çocukları negatif etkiliyor. Taliban’ın Afganistan hakimiyetini ele geçirmesiyle bu sıkıntılar daha da arttı. Ekonomik sıkıntılar, fakirlik ve kuraklık, yetersiz beslenen çocukların sayısının artmasına neden olacak.

Yabancı ülkelerin sağlık alanındaki yardımlarını kesilmesini de eleştiren Prof. Dr. Aref Hasanzai, Türkiye ve Avrupa ülkelerinin tekrar yardımlarına devam etmeleri gerektiğini vurguladı. Prof. Dr. Hasanzai, “Afgan halkına yapılacak olan insani yardımlar devam etmeli ve siyasi meselelerle karıştırılmamalı” dedi.

Prof. Dr. Aref Hasanzai, sözlerine şunları ekledi: Ekonomimiz zayıf, 45 yıllık savaşı geride bıraktık. Peş peşe kuraklıkların yaşanması, fakirliğin her geçen gün daha da artması, 9 milyar dolar değerindeki Afganistan rezervlerinin yabancı ülkelerde dondurulması ve eskiden var olan yabancı ülkelerin yardımlarının kesilmesi, bütün bunlar yetersiz beslenen çocukların sayısının artmasına neden olacak.

İnsan Hakları İzleme Örgütü’ne (Human Rights Watch-HRW) göre, Afganistan nüfusunun yaklaşık yüzde 95’i şu anda yetersiz besleniyor ve ülkedeki 3,5 milyon çocuğun beslenme desteğine ihtiyacı var.

Afganistan’da Aralık 2021’de 135 çocuğun zatürre ve yetersiz beslenmeden yaşamını yitirdiği ifade edilen açıklamada, ülkedeki ailelerin yarısından fazlasının gerektiğinde sağlık hizmeti alamadığı dikkati çekildi.

Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ), 26 Ocak 2022’de yaptığı açıklamada, Afganistan’daki sağlık sisteminin çöküşün eşiğinde olduğu uyarısında bulunarak, acil önlemlerin alınması çağrısı yaptı. Dünya Gıda programı (WFP), son dört ay içerisinde, sağlıksız beslenen Afgan çocuklarının sayısının 3,3 milyona ulaştığını duyurmuştu.

(Independent Türkçe)

Paylaşın

Demir Çelik Fiyatları Tüm Sektörleri Zorluyor!

Son dönemde tüm dünyada yaşanan hammadde sıkıntısı Türkiye’yi de yakından ilgilendiriyor. Petrol ürünlerinden gıdaya, pamuktan demir çeliğe kadar çok sayıda ürün grubunda yaşanan yüksek fiyat artışları tüketicinin karşısına zam olarak çıkıyor.

Özellikle çelik ve demir gibi ürünlerde önemli tedarikçi ülkelerden olan Rusya ve Ukrayna arasındaki savaş da büyük bir belirsizlik yarattı. Bu yüzden otomotiv, inşaat ve beyaz eşya gibi sektörlerin vazgeçilmezi olan demir-çelik ürünlerinde hem tedarik sorunu hem de fiyatlama problemi yaşanıyor.

DW Türkçe’den Emre Eser’e değerlendirmelerde bulunan Çelik İhracatçıları Birliği (ÇİB) Başkanı Adnan Aslan, uzun süredir çelik fiyatlarında artış yaşandığını ve savaşın başlaması ile beraber bu artışın hızlandığını, son günlerde yüzde 50’lik yükseliş gerçekleştiğini söyledi. Aslan, geçtiğimiz dönemde Rusya-Ukrayna tarafında 830 dolar, Uzakdoğu’da 750 dolar olan çeliğin ton fiyatının 1000 doları gördüğünü belirtiyor. Ancak fiyatlar savaşla beraber aniden 1500 dolar çıktı. Bu Avrupa’da 1500 Euro oldu. Savaş başlamadan önceki son 3-4 aylık dönemde fiyatlar yaklaşık yüzde 30 artış göstermişti.

Milyarlarca dolarlık ihracat kapasitesi

Dünyadaki önemli çelik üreticileri arasında yer alan Türkiye, ithal ettiği hurdayı çelik üretiminde kullanıyor. Çelik İhracatçıları Birliği verilerine göre 2021’de sektörün ihracatı 22,4 milyar dolar oldu. Bu büyüklük Türkiye’nin toplam ihracatının yüzde 9,9’una denk gelirken sektör, otomotiv ve kimyanın ardından üçüncü büyük ihracatçı konumunda. Ayrıca çelik sektörü 22,3 milyar dolarlık ihracatla bu alanda lider olan otomotiv sektörü için de oldukça stratejik bir öneme sahip.

Çelikle beraber demir ve alüminyum gibi metallerin ihracat büyüklüğü ise 8,6 milyar dolar. Yani sadece demir ve çelik gibi ürünlerin ihracatından 2021’de Türkiye’ye gelen para 30 milyar doları aşıyor. Ancak ihracatın yapılabilmesi için Türkiye, önemli oranda hurda ithal ediyor. Buradaki üretim için yapılan ithalat oranı yüzde 80’in üzerinde.

Fiyatlarda düşüş zor

Rusya ve Ukrayna pazarında yaşanan sıkıntıların uzun dönemde Türkiye’nin çelik sektörü için olumlu olacağını belirten Aslan, “Özellikle Avrupalı üreticiler bu savaştan çok etkilendi. Zira Rusya ve Ukrayna’dan ürün alamadılar. Bu açığı Türkiye, Hindistan ve Çin zamanla kapatacaktır. Ancak bu dönemde yaşanan tedarik sorunları iz bırakıyor. Savaş bitse bile fiyatlarda hissedilebilir bir düşüş beklemiyoruz. Çünkü çelik ve demir üretiminde en önemli maliyet kalemlerinden bir de enerji. Ve enerji fiyatlarında yaşanan yükselişin kısa sürede çözülmesi mümkün görünmüyor. ABD ve Avrupa bazı alternatif çözümler arıyor. Bunlar da zaman alacaktır. Ayrıca uzun dönemde hammaddede son üç aydaki gibi benzer bir fiyat artışı da öngörmüyoruz” diye konuştu.

Son tüketici hissedecek

Aslan’ın altını çizdiği önemli noktalardan biri ise son tüketiciye olan etkiler. Üretilen yassı çeliğin boru imalatında, beyaz eşya sektöründe ve makine üretiminde kullanıldığını belirten Aslan, “Diğer tarafta da yassı olmayan yani uzun mamuller var. Bunlar da inşaat gibi sektörlerde kullanılıyor. Ve burada da fiyatlar ton başına 750 dolardan 950 dolara geldi. Hatta Avrupa’da 1150 Euro’ya çıktı. Bunlar otomotiv, makine, altyapı, inşaat ve çok sayıda sektör için yeni zamlar demek” şeklinde konuştu.

Bir konutta yüzde 10

İnşaat Müteahhitleri Konfederasyonu (İMKON) Başkanı Tahir Tellioğlu da hammadde girdi fiyatlarında yaşanan artıştan şikayetçi. İnşaatta çimento ve demirin en önemli iki unsur olduğunu anlatan Tellioğlu, metrekare büyüklüğü ne olursa olsun bir inşaatta toplam maliyetin yüzde 10’unu çimento, yüzde 10’unu ise demirin oluşturduğunu söyledi.

Yaklaşık bir yıl önce demirin ton fiyatının 6 bin lira olduğunu ancak şu anda demirin ton fiyatının 16 bin liraya geldiğini ve bu maliyetlerle kimsenin başa çıkamadığını belirten Tellioğlu, “Bizim en büyük girdi maliyetimizi arsalar oluşturuyor. Demir ve çimento toplam maliyetin içerisinde küçük gibi görünse de aslında önemli bir yük. Ve fiyatlar sürekli artıyor. Bu konuda yapılması gereken en önemli düzenleme en azından demirdeki KDV oranının yüzde 18’den yüzde 8’e indirilmesi. Çünkü demirsiz inşaat olmaz” ifadelerini kullandı.

Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) tarafından açıklanan inşaat maliyeti endeksine göre bu yılın Ocak ayında maliyetler 2021 yılı ocak ayına göre yüzde 79,91 oranında artış göstermişti.

Konut fiyatları önlem alınmazsa artacak

Gerekli adımların atılmaması durumunda Haziran ayına kadar konut fiyatlarında yüzde 30’luk bir artışın daha yaşanacağını belirten Tellioğlu, “Evet burada küresel bir krizden bahsediyoruz. Enerji maliyetlerinin geldiği nokta belli. Ancak bunun yanında stokçuluk ve başka unsurlar da var. Küresel piyasalardaki fiyat artışı yüzde 50 ise maalesef Bunu bize yansıması 2-3 kat fazla oluyor. Yani fiyat artışı yolda artıyor. Burada bazı üreticilerin fiyatlara ‘köpük’ koyduğunu biliyoruz. Tüm ürünlerde bunun önüne geçilmesi lazım. Eğer gerekli düzenlemeler yapılırsa, vergi indirimleri uygulanırsa ve üretici sektörlerle görüşüp fiyat indirimleri sağlanırsa fiyatlarda artış olmayacağı gibi yüzde 20 düşüşte sağlanabilir. Ancak bunlar olmazsa yaz aylarında bu maliyet artışının etkisi konut sektörüne de yansıyacaktır” dedi.

Üretim hızla düşüyor

Tellioğlu’a göre bu konudaki diğer bir tehlikede 5 yılda 1,5 milyondan 600 bin seviyelerine gerileyen yıllık konut üretiminin artan maliyetlerle daha da aşağı inmesi. Bu durumda arz sıkıntısının daha da büyüyeceğini aktaran Tellioğlu, piyasada maliyetleri azaltacak ve üretimi arttıracak tedbirlerin acil olarak uygulanmasını talep ediyor.

Maliyet artışları büyük projeleri ve üreticileri daha çok etkiliyor. Çelik İhracatçıları Birliği (ÇİB) Başkanı Adnan Aslan, “Kimse ocak ayında yaptığı anlaşmaya uyamıyor. 2-3 aylık stoklarla iş yapılıyor. Siz bir yıllık tedarik anlaşması yaptıysanız 3 ayda değişen fiyatlarla baş edemezsiniz” şeklinde konuştu.

Enflasyona da yansıyacak

Son günlerde yaşanan fiyat artışlarının yaz sonunda enflasyona yansımaya devam edeceğini belirten ÇİB Başkanı Adnan Aslan, durumu şöyle anlatıyor: “Benim Ukrayna’dan 980 dolara daha önceden verdiğim sipariş iptal oldu. Ben de iç pazara yöneldim aynı ürünü 1530 dolara almak zorunda kaldım. Ancak ürünü bugün teslim alamıyorum. Yani parasını verseniz bile ürünü bulamıyorsunuz. Ürün için haziran ve temmuz ayına anlaşma yapabiliyorsunuz. Bu ne demek? Ben yüksek fiyattan bu ürünü aldım ancak bana üç ay sonra gelecek. Ve ben ona göre üretim yapacağım. Daha sonra o günün fiyatıyla bu ürün diğer sektörlere satılacak. Yani otomotiv de ya da beyaz eşya da ürünler yüksek maliyetle üretilecek. Beyaz eşya da kullanın daha az olabilir ama çelik kullanımı yüksek olan ürünlerde bu daha fazla görülebilir. Yani özellikle yaz sonunda enflasyonda bunun etkisini daha fazla hissedeceğiz.”

Ev ve Mutfak Eşyaları Sanayicileri ve İhracatçılar Derneği (EVSİD) Başkanı Talha Özger de, “Hammadde fiyatları sürekli artıyor. Ve bu artış durdurulamıyor. Tencere ve tava gibi ürünlerde de yaz aylarında yüzde 60’a yakın zamlar görebiliriz” değerlendirmesinde bulundu.

Paylaşın

Uzmanı Açıkladı: Gıda Fiyatları Daha Da Zamlanacak

Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) tarım üreticisinin maliyetlerindeki artışa ilişkin Tarımsal Girdi Fiyat Endeksi (Tarım-GFE) verilerini paylaştı. Buna göre gübre ve toprak geliştiricilerde yıllık artış yüzde 153,34 olurken enerjide de bu oran yüzde 101,14 olarak gerçekleşti.

Ocak ayında yaşanan artış bir önceki aya göre yüzde 10,12, bir önceki yılın aynı ayına göre yüzde 57,26 oldu. Ekonomist Oğuz Demir, tarımda uzun vadeli politikalar izlenmesi gerektiğini söylerken, Ekonomist Veysel Ulusoy ise tarım alanlarının daralmasına dikkat çekti.

BirGün’de yer alan habere göre; Veysel Ulusoy çiftçiye verilen devlet desteğin tek başına yeterli olamayacağını aktardı. Ulusoy şöyle konuştu:

“Yanlış tarım politikaları, ekilebilir alanların daralması sonucunda ürün yelpazesinde meydana gelen darlık bu artışı etkiledi. Elinizde potansiyel olarak çitçi varsa 6 ayda endüstriyel tarımsal ürünleri elde edebilirsiniz ama çiftçi potansiyeli ve sayısı azaldığı için bu sorunu hemen düğmeye basarak gideremezsiniz. Çiftçi kayboldu, genetik yapısıyla oynadılar, siyasi oy uğruna köyleri mahalle haline çevirdiler. Türkiye gibi ülkelerde devlet desteği hiçbir işe yaramaz, çünkü enflasyonist bir ülke gelecek herhangi bir zamla etkilenir. Ancak dünya fiyatı üzerinde bir destek verilmesi gerekiyor.”

İlerleyen günlerde tarımsal ürünlere zam geleceğini ifade eden Oğuz Demir ise şunları söyledi: “Kurdaki yükselme buna da etki etti, bizden önce çiftçiler söylüyordu zaten, bunu da verilerde gördük. Çiftçileri zor dönemler bekliyor. Tarımsal ürünlerin fiyatları daha da artacak, ekim dönemlerinde bunun acısını göreceğiz.”

Tarımda uzun vadeli politikaların uygulanması gerektiğini kaydeden Demir, “Sadece destekle sınırlı olmaması gerekli. Tarımsal hayvancılığı stratejik bir alan olarak görmek gerekiyor. Büyük ölçekte yönlendirici küçük ölçekte destekleyici iki çizgiye oturtulması gerekiyor. Ancak hükümetin önceliği bu değil, tarımda kısa vadeli politikalar yapılmaz, sorun yaratır. Uzun vadeli politikalar uygulanması gerekiyor devlet tarafından verilecek salt destek politikasına indirgenmemeli.”

Paylaşın

Enflasyon Yüzde 1 Artınca, Cinayet Oranı Yüzde 2 Yükseliyor

Enflasyon ile cinayet oranı arasında doğru orantı olduğunu biliyor muydunuz? Bir ülkede enflasyon artınca cinayet oranı da artıyor. Bu sonuç 65 ülkede 50 yılı kapsayan bilimsel bir araştırmaya dayanıyor. Bilim insanları enflasyonda yüzde 1 artışla birlikte cinayet oranının yüzde 2 yükseldiğini ortaya koydu. Araştırmaya konu 65 ülke arasında Türkiye yer almıyor.

Suç bilimciler ekonomik koşulların suç eğilimlerini yönlendirmede rol oynadığı yönünde uzun süredir spekülasyonda bulunuyor. Son dönemde ortaya çıkan araştırmalar enflasyon ile suç oranları arasında ilişki olduğunu gösteriyor.

Bu varsayıma göre enflasyon, yasadışı pazarları ve organize suç faaliyetlerini teşvik ederek ve sosyal kurumların meşruiyetini azaltarak suçu artırıyor. Enflasyon ve cinayet oranları arasındaki ilişkiye dair mevcut araştırmalar genelde tek ülkeli araştırmalara veya sadece gelişmiş ülkeleri içeren birkaç ülkeye dayanıyor.

Ancak Amerikan üniversitelerinden bilim insanların son çalışması gelişmiş ve gelişmekte olan 65 ülkeyi içeren ve 1965’ten 2015’e kadar geniş bir süreyi kapsıyor. Araştırma enflasyon ve cinayet oranları arasında doğrudan bir ilişki olduğunu gösterdi. Bilim insanları beklentilerin aksine, enflasyon-cinayet ilişkisi en fazla gelişmişlik düzeyine sahip ülkelerde daha etkili olduğunu buldu.

South Florida Üniversitesi’nden Mateus Renno Santos, Texas-San Antonio Üniversitesi’nden Alexander Testa ve San Bernardino Kaliforniya Devlet Üniversitesi’nden Douglas B. Weiss’in “Enflasyon ve Uluslar Arası Cinayet” başlıklı makalesi Ceza Adaleti İncelemesi (International Criminal Justice Review-ICJR) dergisinde 2021 yılında yayımlandı. Makale öncelikle bugüne kadarki enflasyon ve suç oranı arasındaki ilişkilere dair bulguları hatırlatıyor.

Enflasyon yükselince suç oranı neden artıyor?

Buna göre enflasyonun yüksek olduğu dönemlerde ülkede ekonomik kurumların meşruiyetine güven düşüyor. Enflasyona sebep olan hükümetlere halkın güveni azalıyor. Kurumsal meşruiyet ve güvenin düşmesiyle toplumdaki resmi olmayan sosyal kontrol ve hukuka uyum azalınca suç oranı artıyor.

Başka önemli bir sebep ise enflasyonla birlikte ülkedeki ürün ve hizmetlerin fiyatı da artıyor. Bu durum zaten nüfusun ekonomik olarak zorluk yaşayan kesim kendin daha güçlü hissettiriyor ve bu durum huzursuzluğa yol açıyor.

Sosyoekonomik seviye düşünce cinayetler artıyor

Santos, Testa ve Weiss’in araştırmasına göre sosyoekonomik gelişmişlik seviyesi düşük ülkelerde cinayet oranı daha yüksek. Ancak enflasyon konusundaki bulgular farklılık gösteriyor. Enflasyon ile cinayet oranı arasındaki pozitif ilişki ekonomik gelişmişlik seviyesi yüksek ülkelerde daha güçlü. Sosyoekonomik gelişmişlik seviyesi düşük ülkelerde ise enflasyonun cinayet oranını tahmin etme oranı daha dengeli görünüyor.

Araştırmaya göre enflasyon, ülkeler arasındaki cinayet oranını anlamlı şekilde açıklıyor. Enflasyon oranının yüzde 1 artmasıyla cinayet oranlarının yaklaşık yüzde 2 yükseldiği ortaya çıkıyor.

(Kaynak: Euronews)

Paylaşın

Hazine, Uluslararası Piyasalardan 2 Milyar Dolar Borçlandı

Hazine ve Maliye Bakanlığının dolar cinsinden 2027 vadeli tahvilinde ihraç miktarı 2 milyar dolar oldu. Tahvile 150’nin üzerinde yatırımcı, ihraç tutarının 3 katından fazla talep gösterdi.

Bakanlığın internet sitesinde yer alan duyuruya göre, 2022 yılı dış finansman programı çerçevesinde dolar cinsinden 2027 vadeli bir tahvil ihracı için 17 Mart’ta Citi, Goldman Sachs ve J.P. Morgan’a yetki verildi.

Söz konusu ihraç aynı gün sonuçlanırken, ihraç miktarı 2 milyar dolar olarak gerçekleşti. İhraç tutarı 24 Mart’ta hesaplara girecek.

Uzmanlar Fed’in faiz kararı ve enerji fiyatlarındaki artış nedeniyle zaten zorlaşan borçlanma koşullarında kredi notu yatırım yapılamaz seviyeye çekilen Türkiye’nin bunun da üzerinde faiz ödemek zorunda kaldığını belirtti.

Bloomberg’e konuşan Aberdeen Asset Management’tan Edwin Gutierrez dalgalı piyasalarda istediğini alabilmek için bunu yapmak zorunda olduklarını vurguladı.

24 Eylül 2027 vadeli tahvilin kupon oranı yüzde 8,6, getiri oranı yüzde 8,625 olarak gerçekleşti.

Tahvilin yüzde 27’si Orta Doğu ülkelerindeki yatırımcılara satıldı

İhraca 150’nin üzerinde yatırımcı, ihraç tutarının 3 katından fazla talep gösterdi. Tahvilin yüzde 27’si Orta Doğu, yüzde 25’i Türkiye, yüzde 23’ü Birleşik Krallık, yüzde 18’i ABD, yüzde 6’sı diğer Avrupa ülkeleri ve yüzde 1’i diğer ülkelerdeki yatırımcılara satıldı.

Hazine geçtiğimiz ayda 3 milyar dolar değerinde sukuk ihracı gerçekleştirmiş ve bunun getiri oranları da benzer tahvillerin üzerinde kalmıştı.

Bu tahvil ihracıyla birlikte 2022 yılında uluslararası sermaye piyasalarından toplam 5 milyar dolar tutarında finansman sağlandı.

Paylaşın

Her On Kişiden Sekizi Kıt Kanaat Geçiniyor

Yeni yıl ile birlikte devreye giren enerji zamları, vatandaşın her alandaki tasarruf çabasını da boşa çıkarırken, 10 kişiden 8’i yoksulluğun pençesine düştü. İstanbul’da yaşayanların yüzde 83.9’u geçinemediğini veya kıt kanaat geçindiğini açıklarken, 2 kişiden 1’i ekonomisinin yakın dönemde daha da kötüleşeceğini düşündüğünü belirtti.

Sözcü’den Sayime Başçı’nın haberine göre; İstanbul’da yaşayanların yüzde 42’si kıt kanaat geçindiğini yüzde 19.4’ü geçinemediğini, yüzde 22.4’ü ise bazı ödemelerini yapamadığını ve borca girdiğini açıkladı. Gelirleri ile geçinebildiğini ve üstüne birikim yapabildiğini söyleyenlerin oranı ise yüzde 16.4’te kaldı. İstanbul Planlama Ajansı’nın hazırladığı İstanbul Barometresi’ne göre, halkın yüzde 47.9’u ise yakın dönemde Türkiye ekonomisinin kötüleşmesini bekliyor.

Katılımcıların yüzde 64.7’si fatura zamlarının, yüzde 7.6’sı Ukrayna-Rusya Savaşı’nın şubat ayında Türkiye’nin gündemi olduğunu belirtti. Katılımcıların yüzde 24.4’ü elektrik faturalarına gelen zamlar sebebiyle ütü, su ısıtıcısı, TV gibi elektrikli aletlerin kullanımını azalttığını belirtirken, yüzde 18.1’i ise aydınlatma kullanımını azalttığını ve TV ışığı ile aydınlatma yaptığını ifade etti.

Enflasyonla mücadele kapsamında gıda fiyatlarında uygulanan yüzde 8’lik Katma Değer Vergisi’nin (KDV) yüzde 1’e indirilmesini İstanbulluların yüzde 85.8’i enflasyonla mücadelede etkisiz kalacağını belirtti. Yine İstanbulluların yüzde 78.3’ü temel gıda fiyatlarında yapılan KDV indiriminin ürün fiyatlarına yansımadığını, indirimi yetersiz bulduğunu açıkladı.

‘Ekonomi kötüleşecek’

Her geçen ay yeni bir rekora imza atan enflasyonla birlikte toplumun gelecek kaygısı da yükseliyor. İstanbulluların yüzde 47.9’u yakın dönemde ekonominin kötüleşeceğini düşündüğünü belirtti. Ülke ekonomisine paralel olarak yüzde 42.9’luk kesim de kendi ekonomik durumlarının kötüleşeceğini düşünüyor. 5.000 TL ve altı gelire sahip katılımcıların yarısı kendi ekonomik durumlarının kötüleşeceğini düşündüğünü belirtti.

Araştırma kapsamında katılımcılara sorulan “Şubat ayında evde en çok ne konuşuldu” sorusuna verilen ana cevap ise yüzde 76.6 ile ekonomik sıkıntılar oldu. Ekonomik sıkıntılar içinde fatura zamları, akaryakıt zamları, gıda fiyatları ve kira ücretleri öne çıktı. İstanbul’da haneler içinde ailelerin ekonomik sıkıntılardan sonra gelen konusu ise Covid-19 oldu. Bu konuları ailevi olaylar, sağlık sorunları ve ulaşım problemleri takip etti. Şubat ayında İstanbul’da yaşayan 3 kişiden 1’i ise borç aldığını açıkladı.

Paylaşın

Türkiye, Avrupa’da En Az Kırmızı Et, Tavuk Ve Balık Tüketen Ülke

Türkiye’de halkın yüzde 37’sinin etli yemek, tavuk veya balık yemeye gücü yetmiyor, Avrupa’da durum ne? Türkiye’de ardı ardına gelen zamlar, yüzde 50’yi aşan resmi enflasyon ve Türk lirasının değer kaybetmesi hayatı derinden etkilerken Avrupa Birliği İstatistik Ofisi (Eurostat) Türkiye’de asgari ücretin satın alma gücünü yeniden hesaplama kararı aldı.

Eurostat verileri Türkiye’de halkın üçte birinden fazlasının “doğru dürüst yemek yiyemediğini” gösteriyor. 2020 yılı verilerine göre, “iki günde bir etli yemek, tavuk veya balık yemeye gücü yetmeyenler” listesinde Türkiye yüzde 37,3 ile zirvede yer aldı. AB ortalaması ise sadece yüzde 8,6.

Eurostat Avrupa ülkelerinde alım gücüne dair araştırma sonuçlarını açıkladı. Eurostat’ın “doğru dürüst yemek” başlığıyla duyurduğu 2020 yılı verileri “iki günde bir etli yemek, tavuk, balık veya muadili vejetaryen yemek yemeye maddi imkânı olmayanları” gösteriyor. Buna göre 36 Avrupa ülkesi içinde ilk sırada Türkiye var. Türkiye’de halkın yüzde 37,3’ünün “iki günde bir etli yemek, tavuk veya balık yemeye” imkanı yok.

Türkiye’yi Balkanlar ülkeleri takip ediyor: Kuzey Makedonya yüzde 36,8; Arnavutluk yüzde 34,3 ve Bulgaristan yüzde 25,9. Bu ülkelerinin ardından oran yüzde 15’e düşüyor.

Almanya 5. sırada

Avrupa’nın en büyük ekonomisi Almanya’da “iki günde bir etli yemek, tavuk veya balık yemeye gücü yetmeyenler”in oranı yüzde 15,1. Almanya listede 5. sırada yer alıyor. Bu oranın en düşük olduğu ülkeler ise yüzde 1,1 ile Kıbrıs, yüzde 1,5 ile İrlanda ve yüzde 1,8 ile İsviçre.

“İki günde bir etli yemek, tavuk veya balık yemeye gücü yetmeyenler”in oranı diğer bazı ülkelerde ise şöyle: Yunanistan yüzde 12,4; İtalya yüzde 9,9, AB ortalaması yüzde 8,6; İspanya yüzde 5,4; İngiltere yüzde 4,8 ve Hollanda yüzde 2.

Türkiye’de yoksullarda yüzde 63

“İki günde bir etli yemek, tavuk veya balık yemeye gücü yetmeyenler”in oranı yoksulluk riskinde yaşayanlarda daha da yukarı çıkıyor. Bu alanda ilk sırada yüzde 68 ile Arnavutluk bulunurken Kuzey Makedonya yüzde 63 ile ikinci. Türkiye yine yüzde 63 ile üçüncü sırada yer alıyor. AB ortalaması yüzde 22’de kaldı.

Bu alanda en düşük oran ise yüze 4 ile Kıbrıs ve İrlanda’da. Bu oran Yunanistan’da yüzde 46, Almanya’da yüzde 31 ve Fransa’da yüzde 20.

Yoksulluk ve sosyal dışlanma riskinde Türkiye 6. sırada

Öte yandan, Türkiye’de sosyal yardım alan hane sayısı son 1 yılda ikiye katlandı. Cumhurbaşkanlığı’nın açıkladığı verilere göre, 2019 yılında 3,28 milyon kişi sosyal yardımlardan faydalanırken, bu sayı 2020’de 6,63 milyona yükseldi.

Avrupa Birliği (AB) İstatistik Ofisi’nin verilerine göre de 2015-2019 arasını kapsayan 4 yıllık süreçte Avrupa’da yoksulluk ve sosyal dışlanma riskinin en fazla arttığı ülke Türkiye oldu. Yoksulluk ve sosyal dışlanma riskinde Türkiye yüzde 33 ile 6. sırada yer alıyor.

(Kaynak: euronews)

Paylaşın

Türkiye Ekonomisi, 2021’de Yüzde 11 Büyüdü

Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK), geçen yıla ilişkin üretim yöntemiyle hesaplanan gayrisafi yurt içi hasıla (GSYH) sonuçlarını açıkladı. Buna göre, Türkiye ekonomisi 2021’de yüzde 11, geçen yılın son çeyreğinde yüzde 9,1 büyüdü.

Üretim yöntemine göre cari fiyatlarla GSYH, 2021’de bir önceki yıla göre yüzde 42,8 artarak 7 trilyon 209 milyar 40 milyon lira olarak gerçekleşti.

GSYH’yi oluşturan faaliyetler incelendiğinde, 2021 yılında bir önceki yıla göre zincirlenmiş hacim endeksi olarak, hizmet faaliyetleri toplam katma değeri yüzde 21,1, diğer hizmetler yüzde 20,3, bilgi ve iletişim faaliyetleri yüzde 20,2, mesleki, idari ve destek hizmet faaliyetleri yüzde 17,3, sanayi yüzde 16,6, kamu yönetimi, eğitim, insan sağlığı ve sosyal hizmet faaliyetleri yüzde 7 ve gayrimenkul faaliyetleri yüzde 3,5 arttı. Söz konusu dönemde, finans ve sigorta faaliyetleri yüzde 9, tarım sektörü yüzde 2,2 ve inşaat sektörü ise yüzde 0,9 azaldı.

GSYH 2021 yılı dördüncü çeyreğinde yüzde 9,1 arttı

GSYH dördüncü çeyrek ilk tahmini; zincirlenmiş hacim endeksi olarak, 2021 yılının dördüncü çeyreğinde bir önceki yılın aynı çeyreğine göre yüzde 9,1 arttı.

Mevsim ve takvim etkilerinden arındırılmış GSYH zincirlenmiş hacim endeksi, bir önceki çeyreğe göre yüzde 1,5 arttı

Mevsim ve takvim etkilerinden arındırılmış GSYH zincirlenmiş hacim endeksi, bir önceki çeyreğe göre yüzde 1,5 arttı. Takvim etkisinden arındırılmış GSYH zincirlenmiş hacim endeksi, 2021 yılı dördüncü çeyreğinde bir önceki yılın aynı çeyreğine göre yüzde 9,1 arttı.

Üretim yöntemiyle Gayrisafi Yurt İçi Hasıla tahmini, 2021 yılının dördüncü çeyreğinde cari fiyatlarla bir önceki yılın aynı çeyreğine göre yüzde 51,8 artarak 2 trilyon 313 milyar 810 milyon TL oldu. GSYH’nin dördüncü çeyrek değeri cari fiyatlarla ABD doları bazında 198 milyar 968 milyon olarak gerçekleşti.

Yerleşik hane halklarının nihai tüketim harcamaları, 2021 yılında bir önceki yıl zincirlenmiş hacim endeksine göre yüzde 15,1 arttı. Hane halkı tüketim harcamalarının GSYH içindeki payı yüzde 55,1 oldu.

Yerleşik hane halklarının nihai tüketim harcamaları 2021 yılının dördüncü çeyreğinde bir önceki yılın aynı çeyreğine göre zincirlenmiş hacim endeksi olarak yüzde 21,4 arttı. Devletin nihai tüketim harcamaları yüzde 1,9, gayrisafi sabit sermaye oluşumu ise yüzde 0,8 azaldı.

2021 yılında bir önceki yıl zincirlenmiş hacim endeksine göre mal ve hizmet ihracatı yüzde 24,9, ithalatı ise yüzde 2,0 arttı. Mal ve hizmet ihracatı, 2021 yılının dördüncü çeyreğinde bir önceki yılın aynı çeyreğine göre zincirlenmiş hacim endeksi olarak yüzde 20,7, ithalatı ise yüzde 2,6 arttı.

İşgücü ödemeleri 2021 yılında yüzde 31,4 arttı

İşgücü ödemeleri 2021 yılında bir önceki yıla göre yüzde 31,4 artarken, net işletme artığı/karma gelir yüzde 53,2 arttı. 2021 yılının dördüncü çeyreğinde ise işgücü ödemeleri bir önceki yılın aynı çeyreğine göre yüzde 37,7 artarken, net işletme artığı/karma gelir yüzde 62,9 arttı.

İşgücü ödemelerinin cari fiyatlarla Gayrisafi Katma Değer içerisindeki payı geçen yıl yüzde 33,1 iken bu oran 2021 yılında yüzde 30,2 oldu. Net işletme artığı/karma gelirin payı ise yüzde 49,3’ten yüzde 52,6’ya yükseldi.

Paylaşın

Toplumun En Büyük Sorunu ‘Açık Ara Farkla’ Ekonomi

Düşünce kuruluşu Ipsos’un yayınladığı Anti Kriz Monitörü araştırması ülkenin en önemli sorununun “açık ara ile ekonomi” olduğunu işaret etti. “Türkiye’nin en önemli sorunu nedir?” sorusuna vatandaşların yüzde 86’sı ekonomi yanıtını verirken, Kovid 19 salgınını söyleyenlerin oranı yüzde 5’te kaldı.

Fiyat artışlarında vatandaşı en çok etkileyen kalemin elektrik faturası olduğu görülürken, doğal gaz ve su gibi diğer kaçınılmaz aylık fatura kalemlerinin de önemli etki yaptığının altı çizildi. Araştırmaya katılanların üçte ikisi ise market alışverişlerinde tasarruf için bazı ürün kategorilerini tüketmekten vazgeçebileceğini belirtti.

800 birey ile gerçekleştirilen ve yüzde 3’lük hata payına sahip araştırma, 1-4 Şubat tarihlerindeki seçili verileri kapsıyor. Ülkenin başlıca sorununun ekonomi olduğunu işaret eden araştırmada ‘koronavirüs salgını en önemli sorundur’ diyenlerin oranı sadece yüzde 5’te kalmış durumda.

Yoklamaya katılanların çoğunluğu yakın gelecekte kişisel ekonomik durumlarının ‘daha kötüye gideceğini’ düşünürken, neredeyse üçte birlik bir kesim ise kişisel ekonomisinin yakın gelecekte ‘aynı kalacağı’ veya ‘daha iyi olacağı’ görüşünde.

“Hane geliri düştü”

Araştırmada son 12 ay içinde hane gelirlerinin azaldığını belirtenlerin oranı ise yüzde 54 olarak ortaya çıktı. Vatandaşların neredeyse yüzde 40’ı ise bu dönemde hane gelirinin “pek değişmediğini” veya “arttığını” belirtiyor.

Ipsos Türkiye CEO Sidar Gedik verilerle ilgili şu değerlendirmelerde bulundu; Ülkenin en önemli problemi hangisidir sorusuna çok açık ara ile ekonomi yanıtını almaya devam ediyoruz. Bu noktada yaklaşımı biraz daha netleştirebilmek için önceki hafta ilginç bir soru sormuştuk, elinizde tek bir sorunu çözme imkanı olsa salgını mı yok edersiniz yoksa ekonomiyi mi düzeltirsiniz demiştik, bu soruya da yine büyük farkla ekonomi yanıtını almıştık.

Bu haftaki sonuçlara bakarak şunu söyleyebiliriz, ülkenin en önemli sorunu ekonomi hatta neredeyse diğer tüm sorunları unutturacak kadar önemli, tek sorunumuz haline gelmiş durumda. Koronavirüs salgını en önemli sorundur diyenlerin oranı %5 iken ekonomi en önemli sorundur diyenler %86. Bu yüzden bu hafta ekonomi başlığına odaklandık.

“Çoğunluk, ekonominin daha kötüye gideceğini düşünüyor”

Çoğunluk, yakın gelecekte kişisel ekonomik durumunun daha kötüye gideceğini düşünüyor. Yaklaşık üçte birlik bir kesim kişisel ekonomisinin yakın gelecekte aynı kalacağı veya daha iyi olacağı düşüncesinde. Ancak ülke ekonomisi ve kişisel ekonomi sorularını bir arada değerlendirdiğimizde görüyoruz ki kendi durumuna dair daha umutlu olan bu grubun da bir kısmı ülke ekonomisinin durumundan memnun değil.

Araştırmamıza katılanların %54’ü son 12 ay içinde hane gelirlerinin azaldığını belirtiyor. Kişisel ekonomi sorusu ile de paralellik arz edecek şekilde bu soruda da %40 civarında bir kitle aynı dönem içinde hane gelirinin pek değişmediğini veya arttığını belirtiyor. Yine de ülkenin en önemli sorunu ekonomidir diyenlerin oranının %86 olduğunu hatırlarsak hane gelirinde kayıp yaşamayanların da önemli bir kısmının ekonomiyi bir sorun olarak gördüklerini söyleyebiliriz.

Fiyat artışlarında vatandaşı en çok etkileyen kalemin elektrik faturası olduğunu görüyoruz. Kış mevsiminin de etkisi ile giyim masrafları bir diğer kalem. Doğalgaz, su gibi diğer kaçınılmaz aylık fatura kalemleri de önemli etki yapıyor. Araştırmamıza katılan her üç kişiden ikisi market alışverişlerinde tasarruf için bazı ürün kategorilerini tüketmekten vazgeçebileceğini belirtiyor.

Ekonomi, siyasi tercihlerden bağımsız bir sorun haline dönüşmüş halde. Bunu her on kişiden sekizinin ülke ekonomisinin durumunu kötü olarak nitelendirmesinden anlıyoruz, son yayınlanan araştırmalara göre hiç bir siyasi partinin veya ittifakın %80 oy oranı yok, vatandaş oy tercihinden bağımsız olarak ekonomiden memnuniyetsiz.

Düşünce kuruluşu Ipsos’un Koronavirüs Salgını ve Toplum Araştırması, Türkiye’de mayıs 2020 sonlarından itibaren ekonomi sorununun Kovid 19 salgınını geride bırakarak ülkenin en önemli problemi olarak görülmeye başladığını işaret etmişti.

Paylaşın